• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: ERDAL ÖZ’ÜN ÖYKÜLERİ VE ÖYKÜCÜLÜĞÜ

2.3. Erdal Öz Öykülerinin İncelenmesi

2.3.1. Yorgunlar

2.3.1.2. Şahıs Dünyası

“Anlatı” dediğimiz yapının bir yanını kişiler sistemi oluşturmaktadır.” (Tekin, 2012, s.98). Kurgusal edebî metinlerin iskeletini oluşturan, anlatı sisteminde olayın gelişmesini, şekillenmesini sağlayan bir nevi anlatı sisteminin öznesi konumundaki yapıdır.

Mehmet Tekin, “Romancının “muhayyile gücü” ve “yazma yeteneği” ile aslına benzer yaratılan bu dünyada başlıca ilgi odağı, kişidir. İlgi odağıdır; çünkü diğer öğeler onun için vardırlar ve söz konusu dünya onunla bir anlam ve işlev kazanmaktadır.” (Tekin, 2012, s.79) der.

Gerçek dünyamıza benzeme iddiasındaki kurgu dünyasında tüm olaylar, kişiler üzerine inşa edilir. Olayın akmasını, gelişmesini ve şekillenip sonuçlanmasını sağlayan esas öğe kişilerdir. “ Şahıs kadrosu bir öyküde yer alan ve dolaylı ya da dolaysız olarak anlatılan olayla ilişki içinde bulunan varlıkların tamamının adıdır.” (Kolcu,2018, s.28) Anlatı sisteminin vazgeçilmezi olan kişiler, geçmişten günümüze anlatının içerisinde farklı özellikler sergilemişlerdir. En eski anlatı olan efsane ve destanlarda tek yönlü epik karakterler çizilmiş, kutsal kitaplarda iyiliğin sembolü peygamberler ve onlara tabi olan iyi insanlarla onların karşısında şeytanı yahut kötülüğü sembolize eden tek yönlü kişiler anlatılmıştır. Batı yazınında yine romanslarda anlatılan kişiler tek yönlüdür. Türk edebiyatında özellikle halk hikâyeleri ve mesnevilerde anlatılan kişiler anlatının başından sonuna kadar değişmez bir özellik gösteren tek yönlü kişilerdir. 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra insani bilimlerde ve özellikle psikoloji alanındaki gelişmeler sayesinde

52

romancılar değişmez karakterler yerine insan özelliği gösteren çok yönlü ve karmaşık özellikleri bünyesinde barındıran, insanı zayıf ve güçlü yönleriyle ele alınan karakterler çizmişlerdir. Mehmet Tekin anlatı sistemindeki bu dönüşün Don Kişot’la başladığını söylese de asıl dönüşümün 19. Yüzyılda gerçek anlamda karakter yaratma bağlamında önemli eserlerin verildiği ve yaratı dünyası kişilerin insani vasıflar gösterdiği dönem olarak bu yüzyılı işaret eder. “… 19.yüzyılın en popüler edebî türü olur ve klasik dönemini idrak ettiği bu yüzyılda zihinlerde derin izler bırakan unutulmaz figürlerini kahramanlarını yaratır. Bu bağlamda 19. yüzyıl romanı, kelimenin tam anlamıyla birey eksenli romandır.” (Tekin, 2012, s. 81) Bu dönem eserlerde kullanılan eşyalar dahi insan karakterini belirlemek için kullanılır. Bu yüzyılda realizm akımı da karakter oluşturmada önemli rol oynamıştır. “Realistlerin katkılarından sonra kişiler, olayların içinde ve hayata daha yakın olmuşlardır.”(Tekin, 2012, s.83) Böylelikle yaşanılan hayata daha yakın gerçekçi roman ve öykü tipleri ortaya çıkar. Bunda yazarların kişiyi anlatının niteliğine uygun olarak çizmesine, ona beşeri bir yapı kazandırarak canlandırmasına “karakterizasyon” yapmalarına bağlayabiliriz.

E.M. Forster kişileri “düz” ve “yuvarlak” karakterler (Flat and Round characters) olarak ayırmıştır: “En saf şeklinde düz bir karakter, tek bir fikrin veya niteliğin sembolüdür. Eğer düz karakterler, birden fazla nitelik veya unsura sahip olmaya başlarlarsa yuvarlak karakterler olmaya da başlarlar.” (Stevick, 2010, s.170)

Tekin ise kişileri ”başkişi” ve ”dekoratif kişi” olarak ayırır: “Romancı, kişilerini romanın kurmaca dünyasına yerleştirirken, onları farklı konumlarda karşımıza çıkarabilir: “Kişiler sistemini” meydana getiren bu figürlerin kimisi ”başkişi” kimisi “dekoratif” konumda bulunabilirler.” (Tekin, 2012, s.94) “… başkişi” veya daha yaygın bir niteleme ile “asıl kahraman” (pratogonist) denir. O, romanın genel yapısında yer alan diğer kahramanlar da farklı bir yol ve işleve sahiptir. Okuyucunun en çok ilgi duyduğu, sevinç ve kederlerini paylaştığı, ahlaki ve felsefi tutumunu benimseyip veya reddettiği, yerine göre öykündüğü, yerine göre özdeşleştiği kahraman, odur. Başkişiler: “Romanda en ilgi çekici soruların ortaya atılmasında hizmet eden araçlardır; bizde inanç, sempati ve ani duygusal değişiklikler yaratır. Bütün romanlarda ifade edilen ahlak felsefesinin somutlaştırılmasına hizmet ederler. Bu anlamda roman başkişileri, romancının esas ürünleridir.” (Tekin, 2012, s.182)

53

Anlatının özelliklerine göre olay kişileri farklı kategorilerde, sınıfsal ayırımlara tabi tutulmuşlardır. Birol Emil, Reşat Nuri kişilerini;

1-Cinsiyet

2- Sosyal tabakalaşma ve sosyal hareketliğe

3-Mesleklere

4- Hâkim karakter vasıflarına

5- Biyolojik gelişme merhalelerine

6- Düz (Statik) veya yuvarlak (Dinamik) olarak ayırmıştır.

Bunun yanında olay kişileri tip ve karakter olmalarına göre ayrılmıştır. Tip, Tekin’e göre toplumsal kimliği ile temsili bir nitelik taşıyan kişidir. Berna Moran ise tip’i kendi dışında bir şeyi temsil eden roman kişisi olarak tarif eder. Lukacs’a göre ise tip sosyal ve tarihsel koşulların belirlediği bir şahsiyettir. Bu tanımlardan hareketle tip için, toplumun genel özelliklerini kendilerinde barındıran, alışılmış ve beklenen davranışlar sergileyen roman ve hikâyelerde kendisine yüklenen rolleri genel beklentiler içinde karşılayan kahramanlar olarak bir tanım yapılabilir. Tipe karşılık karakter vardır. Karakter, kendine has özellikleri olan, kahramanı diğer herkesten ayıran kişisel özellikleri ile ön plana çıkan, Forster’ın yuvarlak olarak nitelendirdiği kahramanlardır. Efsane, destan, menkıbe ve kutsal metinler tip’ler üzerinde kurulurken çağdaş roman karakter üzerine kurulmuştur. Bunda insan derinliğini ortaya koyan psikolojinin ve insan doğasını eserlere yansıtan realizmin büyük katkısı olmuştur.

Erdal Öz’ün Yorgunlar adlı öykü kitabında yer alan ve “Çocuk Öyküsü” adını taşıyan ilk öyküsünde, kahraman, Adnan adında bir çocuktur. Fon karakter olarak da kendisiyle aynı yaşlardaki başka bir çocuk olan Güngör ve Güngör’ün annesi Esma Teyze ve Adnan’ın ilgi duyduğu Nurten Abla vardır. Adnan, çocukluktan ergenliğe adım atmaya başlayan; kararsız, çekingen biridir. Buna karşın Güngör, huysuz biridir.

“Babamın Elinde Bıçak” Öyküsünde kahramanının yaşı ifade edilmese bile bir önceki öyküde olduğu gibi çocuktur. Ayrıca önceki öyküde geçen Esma Hanım’ın oğlu Nurten’in kardeşi komşu çocuk Güngör’ün ismi de geçer. Yani bir önceki öykünün devamı gibidir. Öyküde çocuk kahraman, yaşadığı korkularla anlatılır.

54

“Kara Ev” öyküsünde olay kahramanı anlatıcı kahraman, birinci tekil kişidir. Anlatıcı kahramanın yaşı verilmez. Büyükannesiyle alakalı korkuları olan biridir. Fon karakter olarak da sahnede hiç görünmemesine rağmen anlatıcı kahramanın büyükannesi vardır. Yaşlı bir kadındır. Anılarıyla var olmuş ve o anılarını yitirmekten korkan biridir

“Günaydınlı” öyküsünde kahramanlar; anlatıcı kahraman ve aynı evi paylaştığı, anlatıcı kahramanın arkadaşı Akın ve sahnede hiç görünmemesine rağmen anlatıcı kahramanın hayallerini süsleyen Yeşilli Kadın’dır. Öyküde, anlatıcı kahraman; cinsel fantezilerle kendinden geçmiş, ergenliğin getirdiği bulanıklığı yaşayan biri olarak anlatılır.

“Mumçiçekleri” öyküsü de eserdeki diğer öykülerler gibi kahraman bakış açısı ile yazılmıştır. Öykünün kahramanı bir çocuktur. Aslında çocuklukta başına gelmiş bir olayı hatırlayan bir yetişkin de denebilir. Geçmişte yaşanan bir olayı anlatırken bakış açısı, o çocuğun bakış açısıdır. An’a dönülürken ki bakış açısı ise aynı yetişkinin gözlem ve duygularıyla anlatılmıştır. Eserde fon kişi de anlatıcı kahramanın annesidir. Anne figürü bu öyküde huzuru ve güveni temsil eder.

“Kuklacı” öyküsünde ise fantastik, simgesel özellikler yoğun olarak kullanılmıştır. Bu öykü de daha önceki öykülerinde olduğu gibi kahraman bakış açısıyla yazılmıştır. Fakat bu öyküdeki kahraman iki şekilde değerlendirilebilir. Birinci değerlendirme kahramanın kendini tanımlarken yaptığı değerlendirmedir: “Bu yarı Allahlık beni insan olmaktan alıkoyuyordu… Bundan sonra olacak bütün davranışları biliyordum. Gizli bir güçle, olacakları düzenleyen ben gibiydim. Yönetici olmak korkutuyordu. Her şey elimde gibiydi. Bütün bu insanlar birer kukla gibiydiler elimde, iplerini parmaklarımda tutuyordum. İşte şu anda şu durumu ben yaratmıştım. Az sonra bu düzeni değiştirecektim. Elimdeydi bu. Korkuyordum. Anlamsız bir yarı Allah gibiydim… Ama bir yarı Allah da olsam hiçbir şeyi düşünemiyordum… Kocaman bir şeylerle boğuşan bir garip yarı Allah’tım… Ben bir Allah gibi her şeyi biliyordum, diyemezdim ki. ‘Bütün bu olanlar benim isteğimle oldu.’ Diyemezdim ki parmaklarımdaki ipleri gösteremezdim ki onlara. İnanmazlardı ki… Her şey istediğim gibi oldu. Kadın da ben de bir şey söylemedik. Çevremizde doluşanlar düşündüğüm gibi kendilerince her şeyi anladılar, anladıklarını sandılar, beni alıp götürdüler ama parmaklarımdaki ipleri kimse görmedi sanıyorum.” (Öz, 2009, s.80) Öykü kahramanı kendisini her şeye yön veren ve diğer herkesi parmağında bir kukla gibi oynatan bir yarı

55

tanrı olarak görür. Bu kahraman, önceden olacakları bilme ve olaylara yön verme yetisine sahip olduğunu düşünür.

“Sular Ne Güzelse” eserindeki anlatıcı kahraman, kız istemeye giden, düşünsel anlamda gelgitler ve karasızlıklar yaşayan biridir. Eserde; yaşlı teyzeler, mahallenin çocukları, T… Abla ve garson da fon kişiler olarak yer alır. Anlatıcı kahraman, düşünsel anlamda kararsızlıklar yaşayan, varoluş sancısı çeken biridir. Öykünün sonunda anlatıcı kahraman, her şeyi geride bırakarak yaşadığı olaylardan kaçarak kurtulmaya çalışır. Anlatıcı kahramanın iki eski teyze dediği fon kişiler ise, genç yaşlarında dul kalan, küçük bir kasabada yalnız yaşayan kişiler olarak anlatılır.

“Babamdı” öyküsünde ise anlatıcı kişi aynı zamanda başkişi yine bir çocuktur. Olaylar ve durumlar onun bakış açısıyla verilir. Eserde Kubilay, anne ve baba da fon karakterler olarak yer alır. Anlatıcı çocuk, babasından yeterli ilgi görmeyen biridir. Bu ilgisizlikten dolayı babasının dikkatini çekme uğraşındadır. Fakat buna rağmen babasından yeteri ilgiliyi görmez. Bundan dolayı bu durum, çocukta bir kırılmaya yol açar. Öyküde çizilen baba figürü ise, sert ve ilgisiz biri olarak verilir. Anne ise merhametli biridir.

Öz’ün ilk öykü kitabı olan Yorgunlar (1960) eserinde çocuk kahramanlar önemli bir yer tutar. Hatta öykü kahramanlarının pek çoğunun çocuk olduğu söylenebilir: “Çocuk var öykülerimde. Deneyim, çocuğa ışık tutmanın önemli bir gerekçesidir. Onu biçimlendirmesinin önündeki örnek önemlidir. Yanlış örnekler, yanlış kişilikler çocuğun biçimlenmesini sakatlar. Bu anlamda deneyim önemlidir.” (Kitap Günlüğü, 1997, s.14) Öykülerinde yer verdiği çocuk kahramanlarının pek çoğu yazarın çocukluğundan izler taşır: “Öyküleri yazarken tabi birtakım anılardan, görüntülerden, yaşantılardan yararlandım. Öykü, bence kendi yaşam parçalarımızdan ya da tanık olduğumuz bir yaşantıdan yola çıkarak yazılır.” (Öz, 2003, k.n) Kendi yaşantısından hareketle yazmanın, yazarlar için doğal bir kaynak olduğunun bilincinde olan yazar: “Sanırım, bütün yazarlar yaşadıkları, gözlemledikleri, tanık oldukları olaylardan, ya da dinlediklerinden, okuduklarından yola çıkarak yazarlar. Yazılan artık yeni bir dünyadır, yeni insanlardır, yeni bir gerçekliktir.” (Öz, 2003, k.n) der. Yaşanmış deneyimlerin edebî eserlere, hikâyeye aktarılırken kurmaca dünyanın yeniden yoğrulduğunu dolayısıyla bunun bir deneyim olduğunu ifade eder. Yazar başka bir söyleşisinde öykülerinde çocuk olduğunu

56

çünkü öykülerinde umut olduğunu söyleyerek öykülerinde çocukla umudu birbirini tamamlayan iki öğe olarak gördüğünü ifade eder.

2.3.1.2. 1.“Çocuk” öyküsünde ele alınan çocuk kahraman

Yorgunlar eserinin ilk öyküsü olan “Çocuk” öyküsünün kahramanı bir çocuktur.

(Adnan). Olay kahraman bakış açısıyla yazılmıştır. Dolayısıyla yaşananlar ve anlatılan durumlar öyküde yaşı net olarak verilmeyen, ergenliğe girmeye başlayan, yüzü sivilceli bir çocuk kahramandır Adnan. Utangaç, çekingen, suçluluk duygusu çeken biridir. Fakat öykünün kimi yerlerinde kahraman çocuk gözünden verilen kimi düşüncelerin, çocuktan çok bir yetişkine ait izlenimler olduğu görülecektir. Bunu bazı örnek cümlelerle aktarabiliriz:

“Ak bacakların arasındaki koyulukta üşüdüm.” (Öz, 2009, s.18)

“Çıtırtılı sesi, odadaki sessizliği kemirdi durdu” (Öz, 2009, s.19)

“Radyo yeniden dolduruverdi odayı. Gürültülü bir caz müziği başladı. Bir kadın Fransızca bir şeyler çiğniyordu ağzında.” (Öz, 2009, s. 20)

“Sonra yavaşça karanlığa girdim. Karanlıktan içime dünyanın en güzel ablası ak ak bir şeyler atıyordu.” (Öz, 2009, s.25)

Öykünün ikinci çocuk kahramanı Güngör’dür. Güngör; öyküde, Adnan’a karşı çıkan, olayların gelişmesinde rol alan ikinci çocuk kahramandır. Yapı olarak kıskanç ve sinirli bir yapıya sahiptir. Öyküde yaşı verilmemesine rağmen Adnan’ın akranı olduğu sezdirilir. Yaşı, fiziksel yapısı hakkına herhangi bir açıklama yapılmaz.

2.3.1.2.2.“Babamın Elinde Bıçak” öyküsünde ele alınan çocuk kahraman

Yorgunlar eserinin ikinci öyküsü olan “Babamın Elinde Bıçak” öyküsü kahramanı (protogonist) da bir çocuktur. Kahraman bakış açısı ile anlatılan öykü kahramanının ismi, fiziksel özellikleri ve yaşı verilmez.

Bu kısa hikâye, protogonist çocuğun ya hastalıktan dolayı, sanrılar görmesi yahut gördüğü bir rüya sonrası yaşadığı korku anlatılmıştır. Uyku ile uyanıklık arasında, gerçekle hayal arasında, gecenin bir yarısı gidip gelmektedir. Öykü, bu hayal ve korku üzerine inşa edilmiştir. Elinde bıçakla değişik korkutucu bir görüntü ile “Çiça gel” diyerek çocuğunu arayan baba figürü Freud’un bilinçaltı kavramından hareketle oluşturulmuş “otoriter baba” figürünü temsil eder. Otoriter baba figürü Öz’ün başka

57

hikâyelerinde de vardır. Eser-yazar ilişkisi bağlamında düşünüldüğünde bu figürün, psikanalitik bağlamda gerçek hayattaki karşılığı Öz’ün kendi babasıdır.

2.3.1.2.3 “Babamdı” öyküsünde ele alınan çocuk kahraman

Yorgunlar kitabının son öyküsüdür. Kahraman bakış açısı ile anlatılan öykünün protogonisti de bir çocuktur. Olaylar bir çocuğun gözüyle kahraman bakış açısı ile birinci tekil kişi ağzından anlatılmıştır. Otoriter baba figürü bu hikâyede de önemli bir yer tutar. Öyküden alınan bu örnek ifadeler öyküde anlatılan baba figürüne çocuğun bakış açısını yansıtır: ” Gülecek miydi bilmem gülmesini ne kadar isterdim. Gülünce burnunun kocaman olacağını sanırdım. Ama hiç gülmezdi ki babam.” (Öz, 2009, s.98)

“Hiç konuşmazdı. O içerken ben gider ayakkabılarını parlatırdım. Hiç konuşmazdık, gülmezdik. Neden böyleydik, bilmiyorum. Belki de sevmezdi babam bizi, o kendisini bile sevmezdi; bilirdim bunu. Ama erikleri sevsin isterdim o anda, şaşkınlıkla da olsa bir kerecik gülmesini isterdim.” (Öz, 2009, s.99)

“Az sonra kapının açılacağını, babamın kapıda görüneceğini, belki de annem gibi, ama daha ilk olarak gelip beni saçlarımdan öpeceğini bekledim. Hiç gülmeyen, hiç konuşmayan bir babamdı. Bunca yıldır babamdı ama bir kere gülmese de konuşmasa da gelip yaralı gözüme, sarılı başıma, biraz babam olan gözleriyle bakabilirdi, eğilip öpebilirdi beni. Annem gibi.” (Öz, 2009, s.102)

Portresi çizilen bu baba figürü Öz’ün yaşamında derin izler bırakan kendi babasından izler taşır. Duygusal olarak babada yeterince şefkat ve ilgi görmeyen çocuk kahraman kendisini ona beğendirmek için her sabah babasının ayakkabılarını temizleyip parlatır. Kendisi gibi çocuk olan Kubilay’la birlikte belki de babasını sevindirmek ve onun rakı masasına yeni çıkan eriklerden getirmek için ağaçtan erik toplarken yaralanır, yüzü kan içinde kalır. Eve gelir ve babasından ilgi bekler. Fakat baba hiç oralı olmaz, yanına bile uğramaz. Bu ilgisizlik kahraman anlatıcı çocuğun babasına karşı öfkesini artırır.

Kitap günlüğünde çıkan bir söyleşisinde Öz, bu durumu şöyle açıklar: “… öykülerimde çocukluk çok önemli bir yer işgal ediyor. Ben bunları yaşamadım ancak yaşamın getirdiği birçok görüntü de yaklaşım var. Anlattığım öykülerde acılar ve hüzünler de var. Edebiyatta hüzün en önemli konu ve hüzünsüz yazamam. İnsan bu yaşa geldiğinde birçok şeye daha sakin bakabiliyor. Elbette kendi anılarımdan da yola çıktığım

58

yerler olmuştur. Hangi insanı yaşamından koparabilirsiniz ki. Ancak bir görüntü bile beni yeni bir öyküye götürebilir.” (Kitap günlüğü, 1997, s.15)

Yazarların çocukluk yıllarına ait birçok görüntüyü ve yaşantıyı eserlerine yansıtmaları doğaldır. Öz için de çocukluk âdeta bir banka hesabıdır. Fakat yazar bu döneminden yararlanırken elbette eskiye ait görüntüleri kurmaca dünyanın özellikleri ile birleştirerek yeniden düzenler: “… beni anılarımı yazan biri olarak düşünmeyin lütfen. Öyle değilim ama bütün yazdıklarımı yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdığım doğrudur. Yaşamadıklarımdan yola çıkan yazarlar da var; hem de pek çok çağdaş dünya edebiyatı, yaşanmışlardan yola çıkarak yazan yazarlarla dolu artık. Ama görüyorsunuz, Avrupa edebiyatı büyük yazar çıkaramıyor artık. Sentetik, masa başında üretilen ürünler topluluğu ile karşı karşıyayız. (Öz, 1998, k.n) der.

Erdal Öz’ün Yorgunlar öykü kişilerinin; anlatıcı kişi, kahraman ve cinsiyet tablosu

Çizelge 2.1.

Benzer Belgeler