• Sonuç bulunamadı

1.8.1. Süt DiĢlerinde Kanal Tedavisinin BaĢarısı ve Ca(OH)2/Ġyodoform Patları ile Ġlgili ÇalıĢmalar

Moskovitz ve ark. (2005), 174 süt diĢine Endoflas ile yapılan kanal tedavisinin baĢarısını araĢtırdıkları çalıĢmalarında kanal dolgusu sonrası, diĢlerin pulpa odası tabanını IRM ile kapattıklarını bildirmiĢlerdir. ÆalıĢmada ortalama 21 aylık takip süresi sonunda %82 baĢarı elde edildiği bildirilmiĢtir. AraĢtırıcılar diĢlerden

%98‘inde köklerarası bölgede lezyon bulunduğunu bildirmiĢler, ancak lezyonların büyüklükleri ile ilgili bilgi vermemiĢlerdir.

Chen ve ark. (2005), ZOE+ FC karıĢımı ile Vitapex‘i biyouyumluluk açısından karĢılaĢtırdıkları çalıĢmada ZOE+FC karıĢımının apoptozise bağlı hücre ölümüne yol açtığı, buna karĢın Vitapex‘in biyouyumlu olduğu ve süt diĢi kanal tedavisinde tercih edilmesi gerektiği sonucuna varmıĢlardır.

Nunes ve Rocha (2005), 4 farklı Ca(OH)2 patı olan Vitapex, Sealapex, kalsiyum hidroksit + propilen glikol ve UFSC patı [Ca(OH)2+ZOE+zeytinyağı] ile doldurulan süt diĢi kanallarında hidroksil ve kalsiyum iyonlarının kök duvarından difüzyon miktarını karĢılaĢtırmıĢlardır. AraĢtırmanın sonuçlarına göre Ca+ ve OH- iyonlarının, kullanılan maddeye bağlı olarak miktarı değiĢkenlik göstermekle birlikte süt diĢi kök kanal duvarlarından difüze olabildiğini göstermiĢtir.

Özalp ve ark. (2005), süt molar diĢlerine uygulanan kök kanal tedavisinde 4 farklı kanal dolgu maddesinin (ZOE, Sealapex, Calcicur ve Vitapex) baĢarılarını in-vivo olarak karĢılaĢtırmıĢlardır. 18 aylık takip süresi sonunda ZOE ve Vitapex grubundaki tüm tedaviler klinik ve radyografik olarak baĢarılı bulunmuĢtur. Radyografik olarak Vitapex grubundaki 6 diĢte patın kanal içinde erken rezorbe olduğu gözlenmiĢ ancak bunun tedavinin baĢarısına herhangi bir etkisi olmadığı bildirilmiĢtir.

Bawazir ve Salama (2006), 2 farklı lentülo spiral tekniğinin baĢarısını karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında, toplam 50 adet süt diĢine ZOE kullanarak kök kanal tedavisi uygulamıĢlar ve 6 ay süre ile takip etmiĢlerdir. Tedavi edilen diĢlerde pulpa odası tabanı IRM ile örtülmüĢtür. DiĢlerin 45‘inde furkasyon bölgesinde lezyon olduğu belirtilmiĢ, ancak lezyonların boyutları ile ilgili bilgi verilmemiĢtir.

ÆalıĢmanın sonuçlarına göre takip süresi sonunda furkasyon bölgesinde lezyon bulunan diĢlere uygulanan kök kanal tedavisi, radyografik olarak %72 oranında baĢarılı olmuĢtur.

Canoglu ve ark. (2006), farklı preparasyon tekniklerini (Geleneksel-K tipi eğe, döner alet sistemi-Profile ve ultrasonik preparasyon), son irrigasyon yöntemlerini ve 2 kanal dolgu patını (ZOE ve AH Plus) karĢılaĢtırdıkları in-vitro çalıĢmalarında NaOCl ve distile su ile yapılan son irrigasyonun smear tabakasını kaldırmada yetersiz kaldığını bildirmiĢlerdir.

Estrela ve ark. (2006), iyodoformun, kalsiyum hidroksitin antibakteriyel etkinliği üzerindeki etkisini araĢtırmak amacıyla agar difüzyon tekniği kullandıkları çalıĢmalarında, iyodoformun kalsiyum hidroksitin antibakteriyel etkinliği üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı sonucuna varmıĢlardır.

Huang ve ark. (2007), süt diĢi kök kanala tedavisinde kullanılan farklı formülasyondaki kanal patlarını biyouyumluluk açısından karĢılaĢtırmıĢlardır.

ÆalıĢmada karĢılaĢtırılan patlar ve kombinasyonlar; 1) Vitapex, 2) ZOE+ FC, 3) Ca(OH)2 + FC, 4) Ca(OH)2+iyodoform+deiyonize su, 5) Ca(OH)2+iyodoform+CPC ve 6) Ca(OH)2 + CPC‘dir. AraĢtırma sonuçlarına göre kullanılan patlar arasında en biyouyumlu olan materyalin Vitapex olduğu belirlenmiĢtir.

Bawazir ve Salama (2007), süt diĢlerinde kullanılan 4 farklı kanal dolgu patını (Vitapex, kalsiyum hidroksit, ZOE ve Kri patı) apikal sızıntı açısından karĢılaĢtırmıĢlardır. Apikal sızıntının belirlenmesi amacıyla boya sızıntısı tekniğinin kullanıldığı çalıĢmada, en yüksek sızıntı değerlerini ZOE verirken, apikal

sızdırmazlık açısından en iyi değerler Vitapex ile elde edilmiĢtir. AraĢtırıcılar Vitapex‘in baĢarısının içeriğindeki silikon ile iliĢkili olabileceğini belirtmiĢlerdir.

Reddy ve Ramakrishna (2007), enfekte ve nekrotik pulpalı süt diĢlerine ait kök kanallarından elde ettikleri mikroorganizmalar üzerinde 5 kanal dolgu patının antibakteriyel etkilerini karĢılaĢtırmıĢlardır. ÆalıĢmada kullanılan ve bir kalsiyum hidroksit/iyodoform patı olan Metapex‘in, agar difüzyon testi sonucunda yalnızca gram pozitif anaeroblara karĢı düĢük antibakteriyel etkinlik gösterdiği, diğer mikroorganizmalara karĢı ise etkisiz kaldığı bildirilmiĢtir. ÆalıĢmada en yüksek etkinliği ZOE+ FC karıĢımı göstermiĢtir.

Chawla ve ark. (2008), kanal dolgu patı olarak kalsiyum hidroksit, ZOE ve sodyum florid karıĢımını kullandıkları süt diĢi kanal tedavilerinde, 3 ay sonunda %92 baĢarı gözlemlediklerini bildirmiĢlerdir.

Coser ve ark. (2008), furkasyon bölgesinde lezyon gözlenen süt diĢlerinde formokrezol amputasyonu ve kanal tedavisini klinik ve radyografik baĢarı açısından karĢılaĢtırmıĢlardır. Toplam 51 diĢin dahil edildiği çalıĢmada kanal tedavisi uygulanan 23 diĢe kalsiyum hidroksit patının uygulanmasının ardından pulpa odası tabanı güçlendirilmiĢ ZOE (S.S. White Artigos Dentarios) ile kapatılmıĢtır. Kanal tedavisi uygulanan grupta 2 yıl sonunda radyolüsent bölgelerin geniĢliğinin %90 oranında azaldığını bildirmiĢlerdir.

da Costa ve ark. (2008), nekroz gözlenen 18 süt azı diĢinin kanal tedavisinde ultrasonik preparasyon ve CaOH/iyodoform patı kullanmıĢlardır. Ortalama 14,1 ay takip ettikleri ve pulpa odası tabanınına cam iyonomer siman yerleĢtirdikleri diĢler için %94 baĢarı bildiren araĢtırıcılar, tedavi öncesi lezyon varlığı hakkında herhangi bir bilgi vermemiĢlerdir.

Sarı ve Ökte (2008), kalsiyum hidroksit içerikli bir kanal dolgu patı olan Sealapex‘in klinik ve radyografik baĢarısını araĢtırdıkları çalıĢmalarında, 3 yıllık takip süresi

sonunda %92,3‘lük bir baĢarı oranı bildirmiĢlerdir. Bununla birlikte standardizasyonun sağlanması amacıyla çalıĢmaya, kökler arası bölgesinde ya da kök ucunda lezyon gözlenen diĢler dâhil edilmemiĢtir.

Trairatvorakul ve Chunlasikaiwan, 2008 yılında yayınlanan ve toplam 54 alt süt azı diĢini dâhil ettikleri çalıĢmalarında ZOE ve Kalsiyum hidroksit/Ġyodoform patının baĢarılarını karĢılaĢtırmayı amaçlamıĢlardır. AraĢtırıcılar diĢleri, radyografik patolojileri dikkate alarak 4 gruba ayırmıĢlardır (patoloji gözlenmeyen diĢler, lamina duranın devamlılığını kaybettiği diĢler, kök uzunluğunun ½‘sini geçmeyen radyolüsensinin gözlendiği diĢler ve kök uzunluğunun ½‘sini geçen radyolüsensinin gözlendiği diĢler). Pulpa odası tabanını örtmek için kullanılan materyalin belirtilmediği çalıĢmada diĢlerin tümü PÆK ile restore edilmiĢtir. Radyografik baĢarı kriterleri olarak radyolusent alanın küçülmesi ya da kemik rejenerasyonu gözlenmesinin beklendiği çalıĢmada radyolüsent alanın boyutlarının aynı kaldığı diĢler baĢarı ya da baĢarısızlığa karar verilmeden takip edilmeye devam edilmiĢtir. 12 ay sonunda klinik baĢarı ZOE için %96, Vitapex için ise %100 olarak belirlenirken;

radyografik baĢarı ZOE için %85, Vitapex için ise %89 olarak belirlenmiĢ, ancak kök uzunluğunun koronal ½‘sini aĢan büyüklükte lezyon bulunan diĢlerin tümünün baĢarısız olduğu bildirilmiĢtir.

Harini ve ark. (2010), 4 kanal dolgu patının [Ca(OH)2, ZOE, Vitapex ve Metapex]

devital süt diĢlerinden elde ettikleri bakteriler üzerindeki antibakteriyel etkinliğini karĢılaĢtımıĢlardır. AraĢtırmada devital olduğu tespit edilen 15 alt ve üst molar diĢten paper pointler yardımıyla elde edilen örnekler hazırlanan besiyerlerine ekilmiĢ ve kanal dolgu patlarının antibakteriyel etkinliği izole edilen mikroorganizmalar kullanılarak agar difüzyon tekniği ile ölçülmüĢtür. ÆalıĢmanın sonuçlarına göre devital süt diĢlerinin tamamından fakültatif/aerob, %80‘inden ise anaerob mikroorganizmalar izole edilmiĢtir. Ayrıca örneklerden birinde Candida albicans olduğu tespit edilmiĢtir. AraĢtırıcılar, söz konusu mikroorganizmalar üzerinde en yüksek antimikrobiyal etkinliği ZOE‘ün gösterdiğini, Vitapex‘in antibakteriyel etkinlik açısından ikinci sırada olduğunu bildirmiĢlerdir.

Mendoza ve ark. (2010); KRI patı, Ca(OH)2 ve metakrezol formaldehit karıĢımı bir pat kullanılarak uygulanan kanal tedavilerini uzun dönem takip ettikleri çalıĢmalarına 308 nekrotik pulpalı süt diĢi dâhil etmiĢlerdir. DiĢler; 6, 18 ve 30. aylarda klinik ve radyografik olarak kontrol edilmiĢtir. AraĢtırıcılar tedavi öncesi furkasyon bölgesinde lezyon olan diĢleri furkasyon bölgesinin 1/3 koronalinde yer alan, 1/3-2/3 arasında ve 2/3‘ü geçen (ancak jerm ile temas etmeyen) lezyonlar olmak üzere 3‘e ayırmıĢlardır. Apikal bölgedeki lezyonlar için da benzer bir sınıflandırma yapılan çalıĢmanın sonuçlarına göre tedavi öncesinde radyolüsensi gözlenen diĢlerde % 89,6 baĢarı elde edilmiĢtir. BaĢarı gözlenen diĢlerde radyolüsensinin 30 günden itibaren azalmaya baĢladığını 2-5 aylık süreç içinde tamamen kaybolduğunu bildirmiĢlerdir.

AraĢtırıcılar tedavi edilen diĢlerin pulpa odası tabanlarının örtüldüğü materyalle ilgili bilgi vermemiĢtir.

Moskovitz ve ark., (2010), süt diĢlerinde kanal tedavisinin uzun dönem etkilerini araĢtırdıkları retrospektif çalıĢmalarında toplam 242 adet süt molar diĢine Endoflas kullanılarak uygulanan kök kanal tedavisinin ortalama 33,5 ay sonundaki baĢarısını değerlendirmiĢlerdir. DiĢlerin tümünde pulpa odası üzeri IRM ile kapatılmıĢtır.

AraĢtırıcılar kök çevresinde radyolüsent alan gözlenen diĢler için %90 baĢarı oranı bildirirken bu diĢler için ortalama takip, radyolüsent alanın geniĢliği ya da yeri konusunda herhangi bir bilgi vermemiĢlerdir.

1.8.2. Furkasyon Bölgesi ile Ġlgili ÇalıĢmalar

Aras ve ark. (1993), pulpo-periodontal kanal sıklığını araĢtırmak amacıyla gözle muayene, radyografi ve boya penetrasyonu yöntemlerini karĢılaĢtırdıkları çalıĢmalarında alt süt azı diĢlerinde pulpo-periodontal kanal sıklığının boya penetrasyonu ile %34, radyografik muayene ile %19, gözle muayene ile ise %10 oranında tespit edildiğini bildirmiĢlerdir.

Sarı ve ark. (1997), 300 alt ve 300 üst olmak üzere toplam 600 süt molar diĢ kullanarak yürüttükleri ve boya sızıntısı ve vakum düzeneği kullandıkları

çalıĢmalarında pulpo-periodontal kanal sıklığının alt molar diĢler için %33, üst molar diĢler için ise %17 olduğunu ve alt molarlarda aksesuar kanal gözlenme sıklığının istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğunu bildirmiĢlerdir.

Kramer ve ark. (2003), furkasyon bölgesinin iç ve dıĢ yüzeylerinin anatomik özelliklerini ve aksesuar kanalların varlığını araĢtırmak amacıyla 60 süt azı diĢini taramalı elektron mikroskobu ile incelemiĢlerdir. DiĢlerden 30‘u furkasyon bölgesinde lezyon gözlenen diĢler arasından, kalan 30‘u ise kontrol grubunu oluĢturmaları amacıyla lezyon bulunmayan diĢler arasından seçilmiĢtir. AraĢtırıcılar aksesuar kanal ağızlarının furkasyon bölgesinin dıĢ yüzeyinde %53, iç yüzeyinde ise

%25 oranında gözlendiğini bildirmiĢlerdir. Kontrol grubunda furkasyon bölgesinin dıĢ yüzeyinde aksesuar kanalların %47 oranında görüldüğünü, bu oranın deney grubunda %60 olduğunu belirtmiĢlerdir.

Lopes-Silva ve ark. (2003), 24 süt azı diĢi dahil ettikleri araĢtırmalarında süt diĢlerinde pulpa odası tabanının geçirgenliğinin azaltılmasında Er:YAG lazer ve 2-oktil siyanoakrilatın etkinliklerini karĢılaĢtırmıĢlardır. Sonuç olarak uygulamalardan hiçbirinin geçirgenliği tamamen engelleyemediğini bildiren araĢtırıcılar, süt diĢlerinin pulpa odası tabanının geçirgenliğinin yüksek olduğunu belirtmiĢlerdir.

Dammaschke ve ark. (2004), süt ve sürekli diĢlerin furkasyon bölgelerindeki aksesuar kanalların insidansını, konumunu ve boyutlarını araĢtırdıkları in-vitro çalıĢmalarına 50 alt ve 50 üst olmak üzere 100 adet çekilmiĢ daimi azı diĢi ve 50 alt ve 50 üst olmak üzere 100 adet çekilmiĢ süt azı diĢini dâhil etmiĢlerdir. Örneklerin furkasyon bölgeleri taramalı elektron mikroskobu ile incelenmiĢ ve daimi diĢlerin

%79‘unda süt diĢlerinin ise %94‘ünde aksesuar kanal ağızları bulunduğu gözlenmiĢtir. Daimi ve süt azı diĢleri arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur.

Poornima ve Subba Reddy (2008), furkasyon süt diĢlerinde furkasyon bölgesindeki aksesuar kanalların varlığını radyografi, dekalsifikasyon ve histolojik kesitler ile incelemiĢlerdir. 100 süt azı diĢini her üç yöntemle inceleyen araĢtırıcılar, aksesuar

kanalların sıklığının dijital radyografide %9, dekalsifikasyon yönteminde %26, histolojik kesitlerde ise %39 oranında tespit edildiğini bildirmiĢlerdir. AraĢtırmada diĢ baĢına en fazla 5 aksesuar kanal gözlenmiĢ ve 1‘den fazla aksesuar kanal varlığının dijital radyografi ile tespit edilemediği belirlenmiĢtir.

Guglielmi ve ark. (2009), süt diĢlerinde pulpa odası tabanının geçirgenliğinin azaltılmasında Nd:YAG lazer ile bir self-etch adeziv sistemi (Adhese) karĢılaĢtırmıĢlardır. AraĢtırıcılar Nd:YAG lazer uygulamasının bölgedeki permeabiliteyi azalttığını ancak tamamen ortadan kaldırmadığını bildirmiĢlerdir.

Kumar (2009), 60 alt ve üst süt azı diĢi kullanarak yürüttüğü çalıĢmada furkasyon bölgesinde bulunan aksesuar kanalların prevelansını ve özelliklerini taramalı elektron mikroskobu ile tespit etmeyi amaçlamıĢtır. AraĢtırmanın sonuçlarına göre bölgedeki aksesuar kanalların sıklığı alt ve üst süt 1. azı diĢlerinde %60, 2.azı diĢlerinde ise

%53,3 olarak tespit edilmiĢtir. AraĢtırıcılar tespit edilen kanalların büyük kısmının furkasyon bölgesinin merkezine yakın olduğunu ve kanal çaplarının 10 mikron ile 180 mikron arasında olduğunu bildirmiĢlerdir.

1.8.3. MTA ile Ġlgili ÇalıĢmalar

Torabinejad ve ark. (1995d), yaptıkları in-vitro çalıĢmada toplam 40 adet tek köklü daimi diĢi 4 gruba ayırmıĢ ve kök ucu rezeke edilen diĢlerin apikal bölgelerini 3‘er mm kalınlığında IRM, Super EBA, MTA ve amalgam ile tıkamıĢlardır. Deney gruplarını Staphylococcus epidermidis sızıntısı açısından karĢılaĢtıran araĢtırıcılar MTA‘nın en baĢarılı materyal olduğunu bildirmiĢlerdir.

Fischer ve ark. (1998), IRM, MTA ve Super EBA‘yı bakteriyel sızıntı açısından karĢılaĢtırmayı amaçladıkları çalıĢmalarında bir gram negatif bakteri olan Serratia marcescens kültürü kullanmıĢlardır. Kök uçlarına 3 mm kalınlığında yerleĢtirilen materyaller sızıntının gerçekleĢtiği süre baz alınarak değerlendirilmiĢ ve MTA en

baĢarılı sonuçları vermiĢtir. AraĢtırıcılar MTA kullanılan örneklerden 4‘ünde hiç sızıntı gözlenmediğini bildirmiĢlerdir.

Tang ve ark. (2002), bir gram negatif bakteriye ait olan Limulus Amebocyte Lysate isimli endotoksini kullandıkları çalıĢmalarında amalgam, MTA, IRM ve Super EBA‘yı sızıntıyı önleme baĢarıları açısından karĢılaĢtırmıĢlardır. Toplam 104 adet diĢin dâhil edildiği in-vitro çalıĢmanın sonuçlarına göre en baĢarılı materyal MTA olarak bulunmuĢ ancak hiçbir materyalin endotoksinin sızıntısını tamamen önlemediği gözlenmiĢtir.

Main ve ark. (2004), lateral kök perforasyonu gözlenen 16 olguyu en az 12-43 (ortalama 25) ay süresince takip ettikleri çalıĢmalarında olguların tümünde iyileĢme gözlendiğini bildirmiĢlerdir. Ayrıca araĢtırıcılar tedavi öncesi lezyon gözlenen olgularda lezyon bölgesinin küçüldüğünü, lezyon gözlenmeyen olgularda ise lezyon oluĢumu gözlenmediğini bildirmiĢlerdir.

Gondim ve ark., (2005), MTA‘nın kök ucunu tıkama baĢarısını IRM ve Super EBA ile karĢılaĢtırdıkları in-vitro çalıĢmalarında deney gruplarına toplam 81 diĢ dahil etmiĢler ve bölgedeki sızıntının derecesini boya penetrasyonu yöntemi ile belirlemiĢlerdir. AraĢtımanın sonuçlarına göre MTA kullanılan grupta, IRM ve Super EBA‘ya oranla anlamlı Ģekilde daha az sızıntı gözlenmiĢtir.

Hamad ve ark. (2006), beyaz ve gri MTA‘nın furkasyon perforasyonlarındaki baĢarısını araĢtırdıkları in-vitro çalıĢmaya toplam 64 adet alt çene molar diĢ dahil etmiĢlerdir. DiĢleri 4 gruba ayıran araĢtırıcılar beyaz ve gri MTA‘yı ortograd ve retrograd olmak üzere iki yöntem ile kullanmıĢlar, maddelerin baĢarısını ise boya penetrasyonu ile değerlendirmiĢlerdir. AraĢtırmanın sonuçlarına göre gri ve beyaz MTA arasında tıkayıcılık açısından fark bulunmamıĢ ancak ortograd yoldan yapılan tıkamanın retrograd yola oranla daha baĢarılı olduğu bildirilmiĢtir.

Oliviera ve ark. (2008), daha önce yapılmıĢ hatalı bir tedaviye bağlı olarak furkasyon bölgesinde perforasyon ve lezyon gözlenen bir süt azı diĢinde bölgeyi MTA ile tıkamıĢlar ve pulpa odası tabanına MTA yerleĢtirerek diĢi cam iyonomer dolgu maddesi ile restore etmiĢlerdir. DiĢi 20 ay boyunca takip eden araĢtırıcılar takip süresi sonunda bölgede yeni kemik oluĢumu gözlendiği bildirmiĢlerdir. Olgu bildiriminde MTA‘nın bölgeye hangi kalınlıkta yerleĢtirildiği konusunda bilgi verilmemiĢtir. AraĢtırıcılar MTA‘nın pulpa odası ile periodontal dokular arasındaki bağlantının ortadan kaldırılmasında kullanılabileceğini vurgulamıĢlardır.

Chong ve ark. (2009), 122 hastayı dâhil ettikleri in-vivo çalıĢmalarında IRM ve MTA‘yı rezeksiyon uygulanan hastalarda kök ucunu tıkamak amacıyla kullanmıĢlar ve kök ucunda oluĢan iyileĢmeyi 1. ve 2. yılda alınan radyograflar ile karĢılaĢtırmıĢlardır. AraĢtırmanın sonuçlarına göre 2. yıl sonunda baĢarı oranı MTA için %92, IRM için ise %87 olarak bulunmuĢtur. Bununla birlikte gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı belirtilmiĢtir.

Benzer Belgeler