• Sonuç bulunamadı

Üslup sözlükte ‘‘yol, tarz, çekip almak, usul, prosedür, gurur’’ vb. anlamlara gelmektedir.206 Terim olarak ise ‘‘kelâmın muhataba daha fazla etki etmesi ve kelâmdan kastedilen gayeyi daha kısa yoldan elde etmek için bir araya gelen lafızlardan çıkarılan manadır’’ şeklinde tanımlanmaktadır.207 Belâgat âlimleri Arap dilindeki üslubu ilmî, edebî ve hitâbî olmak üzere üç kısma ayırırlar.208 Her bir üslubun kendine has özellikleri ve kullanıldığı yer ve zaman vardır. Örneğin, bir topluluğa konuşurken veya siyasî bir metin hazırlanırken coşkulu bir üslup olan hitabî üslup kullanılmaktadır. Fakat şiir, roman ve öykü gibi edebî eserler yazılırken daha çok ruha hitap eden edebî üslup kullanılır. Bir kitap telif edilirken ise ilmî üslup tercih edilir. Zira bu üslupta; akla yatkınlık, açıklık, anlaşılırlık, bilimsel verileri olduğu gibi açıklamak, mecâz ve edebî sanatlardan ve duygusallıktan uzak bir dil kullanılır.

3.1 Dil Açısından

Molla Halil, Basîretu’l-kulûb’u yazarken doğal olarak ilmî üslubu kullanmıştır. Ancak konu Kur’ân-ı Kerîm gibi edebî sanatlarla dolu olan bir kitabın tefsirini yazmak olunca, çok nadir de olsa bazı durumlarda ister istemez ilmî üsluptan uzaklaşıp edebî üsluba başvurduğu yerler de olmuştur. Örneğin, Basîretu’l-kulûb’un mukaddimesinde bu edebî üslubu açık bir şekilde görmek mümkündür.

Basîretu’l-kulûb’daki üslup ile ilgili genel açıklamalara geçmeden önce onda bizzat ‘üslup’ kelimesinin kullanıldığını da belirtelim. Örneğin, ُﻩ َﺮَﻔْﻛَأ ﺎ َﻣ ُنﺎ َﺴﻧِﻹا َﻞِﺘُﻗ

206

el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-muhît, s. 627; ez-Zeyyât vd., el-Mu’cemu’l-vasît, s. 490,491; İbrahim Medkûr vd., el-Mu’cemu’l vecîz, Mısır, 1980, s. 316.

207

Ali el-Cârim, Mustafâ Emîn, el-Belâğatu’l-vâdıha, Lübnân 1958, s.18,19,20; Seyyid Ahmed el- Hâşimî, Cevâhiru’l-belâğa fi’l-me‘âni ve’l-beyân ve’l-bedî‘, Dâru’l-fikr, Beyrut 1994, s.334; Tahiru’l- Mevlevî, Edebiyat Lügatı, nşr. Kemâl Edip Kürkçüoğlu, Enderun Kitabevi, İstanbul l 973, s.177,178. 208

‘‘Kahrolası insan! Ne inkârcıdır! ’’209 ayetinin tefsirinde bu kelime kullanılmıştır. Bu ayetin ölüm karşısında aciz kalanlara, Arap üslubuna uygun bir üslupla bir beddua olduğu gibi, müminler için de hala ölümden öğüt almamalarından dolayı bir hayret ifadesidir. Bu husus aşağıdaki cümlelerle dile getirilmektedir: ﻞﺘﻘﻟا ﻮﻫو تاﻮﻋﺪﻟا ﻊﻨﺷﺎﺑ ﻢﻬﻴﻠﻋ ﻰﻋد

ﻮﻠﺳا ﻰﻠﻋ ﺰﺠﻌﻳ ﻦﻣ ﻰﻠﻋ ءﺎﻋّﺪﻟا ﰱ بﺮﻌﻟا ب ﺐّﺠﻋو ﻪﻨﻣ

ﻢﻬﻇﺎﻌﺗا مﺪﻋ ﻦﻣ ﲔﻨﻣﺆﳌا ﻩدﺎﺒﻋ 210

Görüldüğü gibi Molla Halil

yukarıdaki ayetin tefsirini yaparken ‘‘Arap üslubu’’ tabirini kullanır. Yukarıdaki ayetin tefsirinde müellif, ez-Zemahşerî211 ile Ebussuûd Efendi’nin212 dile getirdiği gibi bunun bir beddua olduğunu söyler; ancak onun onlardan farkı‘‘Arap üslubu’’ tabirini kullanması ve bu ayetin ‘‘ölümden öğüt almamaları hususunda müminler için de bir şaşkınlık olduğunu’’ belirtmesidir. Bizce müellifin üslubu konuyu toparlayıcı olması açısından daha akıcıdır. Aynı şekilde onun, ayetler ile Arap dili ve kültürü arasında ilişki kurmasının da tefsirinin öne çıkan yönlerinden olduğu kanaatindeyiz.

Kur’ân-ı Kerîm üzerine yazılan tefsirlere baktığımız zaman; bir kısım müfessirlerin ayetlerdeki kelimelerin anlamlarına ağırlık verdiği ve daha çok manası açık olmayan sözcükleri açıkladığı; bir kısmının ise ayetlere bir bütün olarak yaklaştığı ve onları kelime anlamlarından ziyade bir bütün olarak ele aldığını görmekteyiz. Molla Halil’in tefsirinde birinci metodu esas aldığını söyleyebiliriz. O, ayetleri tefsir ederken ayetlerin ilk önce kelime tefsirini yapar. Daha sonra gerekli görüyorsa ayetlerin geniş anlamını verir. Bu konuda tefsirinin baştan sona kadar yüzlerce örnekle dolu olduğunu

söyleyebiliriz. Örneğin, ُﺮَـﺘْـﺑَﻷا َﻮُﻫ َﻚَﺌِﻧﺎَﺷ ﱠنِإ‘‘Sana buğzedenin soyu kesiktir’’213 ayetinin tefsirini yaparken ayette geçen َﻚَﺌِﻧﺎَﺷ ve ُﺮَـﺘْـﺑَﻷا kelimelerinin anlamlarını ﻚﻀﻏﺎﺑ ‘‘ sana buğzeden’’ ve ﻊﻄﻘﻨﻣ ‘‘ kesik olan’’ şeklinde verir. Daha sonra burada kesik olan şeyin ne olduğunu açıklar. Ona göre burada kesik olan şey insanın soyu sopu veya hayır ve güzel

bir şekilde yâd edilmesidir.214 Yine o, Humeze sûresindeki

ُﺔ َﻤَﻄُْﳊاkelimesine ﱴّﻟا رﺎّﻨﻟا ىا

209

Abese, 80/17. 210

Molla Halil, a.g.e., s. 902. Üslup ile ilgili diğer örnekler için bkz. Molla Halil, a.g.e., s. 309,386,495,498,601,657,706,762,902.

211

ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an hakâiki ğavâmizi’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekâvîl fî vucûh’t-te’vîl, thk. eş- Şeyh ‘Adil Ahmed, Mektebetu ‘abikân, Riyad 1998, IV, 703.

212

Ebussuûd Efendi el-‘İmâdî, İrşâdu’l-‘akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kitâbi’l-kerîm, İkinci Baskı, Beyrut 1411/1990, VIII, 137.

213

el-Kevser,108/3. 214

ﺎﻬﻴﻓ ﻰﻘﻟا ﺎ ّﻤﻠﻛ ﺮﺴﻜﺗو ﻢﻄﲢ ‘‘içine atılan her şeyi kasıp kavuran ateş’’ şeklinde anlam verirken,215 aynı sûredeki ةﺪﺻﺆﻣ kelimesinin hem anlamını hem de Arapların onu nerede kullandıklarını ﻪﺘﻘﺒﻃا ىا بﺎﺒﻟا تﺪﺻوا ﻦﻣ ﺔﻘﺒﻄﻣ ‘‘ kapatılmış olan’’ şeklinde verir.216 Bu konuda daha yüzlerce örnek verilebilir. Ancak konunun uzamaması için bir iki örnek ile yetiniyoruz. 217

es-Siirdî, ayetleri tefsir ederken özellikle i‘râb ile ilgili değişik görüşlere yer verir. O, i‘râb yaparken kelimenin değişik i‘râbları varsa genellikle onlardan birden fazlasını zikreder. Örneğin, bazı dilcilere göre fail olan bir isim, diğer bazılarına göre bedel olabilmektedir. Buradan hareketle o, gerekli gördüğü yerlerde değişik görüşleri

genellikle isim vermeden dile getirir. Örneğin, اﻮ ُﻤَﻋ ﱠُﰒ ْﻢِﻬْﻴَﻠ َﻋ ُﻪّﻠﻟا َبﺎَﺗ ﱠُﰒ اﻮﱡﻤ َﺻَو اﻮ ُﻤَﻌَـﻓ ٌﺔَﻨْـﺘِﻓ َنﻮُﻜَﺗ ﱠﻻَأ اﻮُ ﺒ ِﺴ َﺣَو َنﻮُﻠ َﻤْﻌَ ـﻳ ﺎَ ِﲟ ٌﲑِﺼَ ﺑ ُﻪّﻠﻟا َو ْﻢُﻬْـﻨِﻣ ٌﲑِﺜَﻛ اﻮﱡﻤ َﺻَو ‘‘Fitne olmayacağını sandılar ardından kör ve sağır oldular. Ondan sonra Allah onların tevbelerini kabul etti. Sonra onların çoğu tekrar kör ve sağır oldular. Allah onların yaptıklarını görendir’’218

Müellif, yukarıdaki ayeti tefsir ederken َنﻮُﻜَﺗ ﱠﻻَأ lafzındaki نأ harfinin hem muzari fiilini nasb eden edat hem de ismini nasb haberini ref’ eden أ ﱠن harfinin muhaffafi olabileceğini söyler. Sonra her iki takdirde de َنﻮُﻜَﺗ ﱠﻻَأ’ nin َﺐ ِﺴ َﺣ fiilinin iki mef’ûlü yerine geçtiğini ﻪﻴﻟﻮﻌﻔﻣ مﺎﻘﻣ ﺔﻤﺋﺎﻗ ﻦﻳﺮﻳﺪﻘّﺘﻟا ﻰﻠﻋو ifadesi ile dile getirir.219 Aynı ayet-i kerimedeki ٌﲑِﺜَﻛ kelimesinin de اﻮﱡﻤ َﺻَو اﻮ ُﻤَﻋ fiillerindeki و ‘vâv’ın zamir olduğunu söyleyip onu fail olarak kabul edenlere göre واو’dan bedel olduğunu, و‘vâv’ı cem‘ alameti olarak addedenlere

215

Humeze, 104/4,8. 216

Molla Halil, a.g.e., s. 944. 217

Konu ile ayrıntılı bilgi için diğer örneklere bkz. Molla Halil, a.g.e., s.

110,111,112,113,130,138,240,246,251,261,279,282,313,341,347,348,353,354,356,357,368,377,384,387,3 88,422,440,442,451,452,453,460,461,464,472,479,482,483,484,494,497,510,513,520,527,536,537,552,55 4,578,583,585,599,604,607,613,616,622,624,633,638,651,654,658,661,665,669,671,675,676,678,682,683 ,686,688,693,699,703,707,714,715,717,719,722,723,726,727,730,733,735,744,745,747,752,759,760,762, 763,766,767,768,769,770,776,776,780,781,782,785,786,790,792,794,796,797,801,805,806,807,808,811,8 13,818,827,828,831,832,837,838,856,859,863,864,866,868,871,874,877,885,887,888,896,891,892,897,90 0,903,905,916,918,919,920,925,931,937,939,944,946,948,953,956. 218 el-Mâide, 5/71. 219

göre ise, fail olabileceğini ﻊﻤﳉا ﺔﻣﻼﻋ واﻮﻟاو ﻞﻋﺎﻓ وا ﲑﻤّﻀﻟا ﻦﻣ لﺪﺑ ibaresi ile açıklar.220 Görüldüğü gibi Molla Halil tefsirinde böyle değişik görüşlere yer vererek okuyucuyu araştırmaya sevk eder. Onu ayet-i kerimelere tek bir bakış açısıyla bakmaktan alıkoyar. O, böylece okuyucuya geniş ufuklar kazandırır.

Molla Halil’in ayetleri tefsir ederken başvurduğu yöntemlerden biri de kelimelerin lügat anlamlarını vermesidir. Müellif tefsirinde bunu sık sık uygular. O, bunu, bazen kelimeleri müteradifleri ile tefsir ederek yaparken; bazen de kelimenin anlamını izah ederek yapar.221 Basîretu’l-kulûb baştan sona bu tefsir tarzı ile doludur. Örneğin, o, el-Vâkı‘a sûresinde cennet ehlinin durumunu anlatan ayetleri tefsir ederken َنﻮُﻓِﺰْﻨ ُـﻳ َﻻَو ﺎ َﻬْـﻨَﻋ َنﻮُﻋﱠﺪ َﺼُ ﻳ َﻻ‘‘Orada ne başlarına ağrı girer ne de akılları gider’’222 ayetindeki َنﻮُﻋﱠﺪ َﺼُ ﻳ kelimesini عاﺪﺻ ﺎ ِﺮﺸﺑ ﻢﳍﺎﻨﻳ ﻻ ‘‘ onu içmekle baş ağrısı onlara ilişmez’’şeklinde tefsir ederek bu kelimenin عاﺪﺻ ‘‘baş ağrısı’’ isminden türemiş olduğunu söylemektedir. Ayetin devamında َنﻮُﻓِﺰْﻨ ُـﻳ kelimesini فﺰﻧأ babından olup başlardan aklın gitmesi anlamına geldiğini ﻪﻠﻘﻋ ﺪﻔﻧ اذا فﺰﻧا ﻦﻣ ىاﺰﻟا ﺮﺴﻜﺑ ibaresi ile dile getirir.223

es-Siirdî, bu iki örnekte Arap dilindeki ustalığıyla ‘‘if’âl’’ babının hemzesinin burada ‘‘izâle’’ anlamında olduğunu ve Arapçada bazı fiillerin kökünün isim

olabileceğini ince bir şekilde okuyucuya aktararak göstermektedir. Hem o, ىاﺰﻟا ﺮﺴﻜﺑ ‘‘ ز harfinin kesresi ile’’ sözü ile bir taraftan fiilin harekesini, mücerred ve mezidliğini belirtirken, öbür taraftan onun burada Kûfelilerin kıraatını tercih ettiği anlaşılmaktadır. Zira bazı kıratlarda َنﻮُﻓِﺰْﻨ ُـﻳkelimesi َ ـﻳ َنﻮُﻓِﺰْﻨ şeklinde okunmuştur.

Bu ayetin tefsirinde müellifin istifade ettiği ez-Zemahşerî, َنﻮُﻓِﺰْﻨ ُـﻳ kelimesinin anlamına hiç değinmez.224 el-Beydâvî ise نﻮﻋﺪﺼﻳ kelimesinin anlamına değinmez iken

220

Molla Halil, a.g.e., s. 181.

221

Örneğin, el-Fecr sûresinin 18. ayetinde yer alan َنﻮﱡﺿﺎََﲢَﻻَو fiilini نﻮﺜﲢ ﻻو şeklinde müteradif bir fiil ile tefsir ederken, el-Beled sûresindeki ﺪﻟو ﺎﻣو’ yi ise kişinin zürriyeti veya Hz. Muhammed (s.a.v) olarak tefsir eder. Kur’ân-ı Kerîm’deki müteradif kelimeler için bkz. Mahmûd Nûreddîn el-Muncid, et-Terâduf fi’l-

Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-fikr, Beyrut 2007.

222

el-Vâkı‘a, 56/19. 223

Molla Halil, a.g.e.,s. 811. 224

َنﻮُﻓِﺰْﻨ ُـﻳ kelimesini ise ﻢﳍﻮﻘﻋ فﺰﻨﺗ ﻻو şeklinde tefsir eder. O, burada kelimenin lügat anlamına değinmediği gibi babın anlamına da değinmemektedir.225 Bu bilgiler ışığında bu ayet-i kerimenin tefsirinde Molla Halil’in özellikle dil açısından ez-Zemahşerî ile el- Beydâvî’ye göre daha ayrıntılı bilgi verdiğini söyleyebiliriz.

Molla Halil, kendi üslubuna uygun olarak diğer eserlerinde olduğu gibi Basîretu’l- kulûb’da da rahat, sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Ağır, edebî, sanatlı ve ağdalı bir dil kullanmamıştır. Bunu eserin mukaddimesinde kendisi de belirtmektedir. 226

Müellif, garip kelimeler kullanarak ilmî kudretini göstermek yerine, okuyucunun konuları anlayabilmesi ve böylece eserden daha çok istifade edebilmesi için gereksiz uzatmalardan kaçınır. Yine o, değişik ve karmaşık şiirler ile darb-ı meselleri misal olarak vermek yerine, basit ve kaynaklarda rahatça bulunabilen ve sık sık kullanılan

misaller kullanır. Örneğin, o, el-İsrâ sûresindeki ًﺎﺒﻳِﺮَﻗ َنﻮُﻜَ ﻳ ْنَأ ﻰ َﺴَﻋ ‘‘Yakın olsa gerek’’227 ayetini tefsir ederken çokça kullanılan ve yaygın olan ﺐﻳﺮﻗ ٍتآ ﻞﻛ ‘‘Her gelecek olan yakındır’’ sözünü kullanır.228

es-Siirdî, eserinde baştan sona kadar birçok dil konusunu işlemesine rağmen, bir iki istisna dışında dil ekolleri arasındaki ihtilaflara girmez. O, tefsirinde gerekli konuları zikretmeye özen gösterir, gereksiz konulardan uzak durur. Ayrıntı için daha geniş kaynaklara başvurulmasını tavsiye eder. Örneğin, yeryüzü ve gökyüzünün yaratılışını anlatan bir ayetin tefsirini yaparken çeşitli yorumlar yaptıktan sonra diğer yorumlar ile

ilgili olarak ﻪﻌﺟاﺮﻓى ﺮﺧآ تﻼﻳوﺄﺗ ﻲﺿﺎﻘﻟا ﰲو sözleri ile okucuyu el-Beydâvî’ye yönlendirir.229

225

el-Beydâvî, a.g.e., II, 459. 226

Molla Halil, a.g.e.,s. 950. Örneğin, en-Nasr sûresinin ilk ayetlerini وا ﺔّﻜﻣ ﺢﺘﻓ ُﺢْﺘَﻔْﻟا َوﻚﺋاﺪﻋا ﻰﻠﻋ كﺎ ّﻳا ِﻪﱠﻠﻟا ُﺮْﺼَﻧ َ ءﺎ َﺟ اَذِإ ﺎﻫﲑﻏو

ِﰱ َنﻮُﻠ ُﺧْﺪَﻳ َسﺎﱠﻨﻟا َﺖْﻳَأ َرَو ﺎ ًﺟا َﻮْـﻓَأ ِﻪﱠﻠﻟا ِﻦﻳ ِد

ﲔﻌﺋﺎﻃ ضرﻷا رﺎﻄﻗا ﻦﻣ بﺮﻌﻟا ءﺎﺟ ﺔّﻜﻣ ﺢﺘﻓ ﺪﻌﺑ ﻚﻟذو ﺪﺣاو ﺪﺣاو ﻪﻴﻓ ﻞﺧﺪﻳ نﺎﻛ ﺎﻣ ﺪﻌﺑ تﺎﻋﺎﲨ ifadeleri ile açık, net, anlaşılır, akıcı bir dil kullanarak tefsir etmiştir.

227

el-İsrâ, 17/51. 228

Molla Halil, a.g.e., 419. Bu söz ile ilgili diğer kullanımlar için bkz. er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, I, 3126; İzzuddin Abdusselam el-Makdisî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, I, 332; Abdullah Salih Fevzân, Delîlu’s-

sâlik ilâ Elfiyyeti İbn Mâlik, Dâru’l-muslim, Birinci Baskı, yy., 1998, I, 356; Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn

Mahmûd b. Abdillâh b. Mahmûd el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘âni fî tefsîri’l-Kur’âni’l-‘azîm ve’s-seb’i’l-

mesânî, Dâru ihyai’t-turasi’l-‘Arabi, Beyrut ty., VIII, 72; XVII, 4.

229

Müellifin Basîretu’l-kulûb’da ayetlerin tefsirini yaparken uyguladığı yöntemlerden biri de daha önce zikredilen bir konuya kısaca değinmesidir. Bu bağlamda o, herhangi bir konuyu ilk geçtiği yerde geniş bir şekilde açıklarken, tekrar geçtiği yerlerde ise ilk geçtiği yerden biraz daha kısa bir şekilde açıklamaktadır. Son olarak geçtiği yerde ise sadece o konuya değinmektedir. Sanki o, okuyucunun konuyu iyice kavradığını sözü fazla uzatmanın bir anlamının olmadığını dile getirmektedir. Bunu tefsirinin birçok yerinde görmek mümkündür. O, bunu yaparken bazen ‘‘bunun i’râbı geçti’’230 ‘‘falan ayet gibi’’231‘‘geçti’’232 ‘‘bunun hakikati geçti’’233 vb. ifadeler kullanırken bazen de hiç bir açıklama gereksinimi duymaz.

es-Siirdî, ayetleri izah ederken bazen önce kelimenin, sonra da cümlenin anlamları üzerinde durur ve değindiği bu anlamları daha iyi anlaşılması için sarf, lügat, nahiv ve belâgat ilimlerinden istifade ederek açıklar. Bazen de kelime anlamından önce kelimenin i‘rabını yapar.234

Molla Halil, tefsirinin hacmini de gözönünde bulundurarak benzer ayetlerin tefsirinde ‘‘falanca sûrede tefsiri yapıldı’’ gibi ifadelerle sözü kısa tutar.235 Örneğin, Sâd

sûresindeki ُﻪ َﻌ َﻣ لَﺎﺒِﳉا ﺎَﻧ ْﺮّﺨﺳ ﺎّﻧإ ‘‘ Biz dağları onunla (Davut) beraber boyun eğdirmiştik,’’ 236 ayetinin tefsirini yaparken ‘‘bunun tefsiri el-Enbiyâ sûresinde geçti’’ diyerek adı geçen sûrenin yetmiş dokuzuncu ayetine atıfta bulunur.237

Müellif, kendisinden önceki müfessirlerden yararlanır. Bazen, yararlandığı bu müfessirlerin ismini verirken bazen isim vermeden onlardan nakillerde bulunur. O, yaptığı bu nakilleri bazen kendi görüş, bilgi ve birikimiyle birleştirerek, kendi üslubu ile yansıtır. Bazen de hemen hemen bu alıntılara dokunmadan olduğu gibi okuyucuya aktarır. Örneğin, el-Fâtiha sûresinin tefsirini yaparken ve bu sûrenin kaç ayet olduğu ile

230

Molla Halil, a.g.e., s. 658. 231

Molla Halil, a.g.e., s. 663. 232

Molla Halil, a.g.e., s. 675. 233

Molla Halil, a.g.e., s. 866. 234

Örneğin, Fussilet sûresinin ilk ayetlerini nerdeyse hiçbir kelimenin anlamını vermeden ‘mübteda, haber, mansûb, merfu ve sıfat’ gibi nahiv terimlerini kullanmış ve onları şu şekilde tefsir etmiştir:ﻪﺑﺎﺸﺘﻣﻢﺣ

ْﻨَـﺗ ِﻢﻴ ِﺣﱠﺮﻟا ِﻦَْﲪﱠﺮﻟا َﻦِﻣ ٌ ﻞﻳِﺰ ﻩﱪﺧ ﺔّﻔﺼﻟﺎﺑ ﻪﺼّﺼﺨﺘﻟ أﺪﺘﺒﻣ ُﻪُﺗﺎ َﻳآ ْﺖَﻠﱢﺼُﻓ ٌبﺎَﺘِﻛ ﲎﻌﻣو ﺎﻈﻔﻟ ﺎﻴِﺑ َﺮَﻋ ﺎًﻧآ ْﺮُـﻗ ﻨﺘﻣا ﻪﻴﻓو ﺖﻠ ّﺼﻓ عﻮﻓﺮﻣ ﻦﻣ لﺎﺣوا حﺪﳌا ﻰﻠﻋ ﺐﺼﻧ ﻪﺘﺋاﺮﻗ ﺔﻟﻮﻬﺴﻟ نﺎ ﻪﻤﻬﻓو َنﻮ ُﻤَﻠ ْﻌَـﻳ ٍمْﻮَﻘِﻟ

ﺎﻧآﺮﻘﻟ ﺔﻴﻧﺎﺛ ﺔﻔﺻ Molla Halil, a.g.e., s. 712. 235

Molla Halil a.g.e., s.687. 236

Sâd, 38/18. 237

ilgili bilgi verirken kitapların bu bilgilerle dolu olduğunu belirttikten sonra geniş bilgi

için özellikle el-Beydâvî tefsirine müracaat edilmesi gerektiğini ﺎﻬﻴﻧﺎﻌﻣ ﺢﻴﺿﻮﺘﺑ ﺔﻧﻮﺤﺸﻣ ﺐﺘﻜﻟاو ﻪﻌﺟاﺮﻓ ﻰﺿﺎﻘﻟا ﺎﻤّﻴﺳ ﺎﻬﺋاﺰﺟا نﺎﻴﺑو sözleri ile dile getirir.238

Burada müellif, konunun uzamaması için

konu ile ilgili ayrıntı bilgi elde etmek isteyenlerin bu bilgileri el-Beydâvî tefsirinde bulabileceklerini söyleyerek onlara yol göstermektedir. Müellifin bu üslubu onun tefsirinin özellikleriyle paralellik arzetmektedir.

es-Siirdî, tefsirinde okuyucunun Arap dili açısından belli bir seviyede olduğunu göz önünde bulundurmaktadır. Buna binaen bazı ayetlerin tefsirinde isim vermeden gramer ve belâgat kaidelerini uygular. O, bazen isim vererek bazen de isim vermeden ayet-i kerimelerin i‘râbını yapar.

Kur’ân-ı Kerîm, Allah (c.c) kelamı olduğu için onun diğer herhangi bir kitap gibi değerlendirilmesi mümkün değildir. Yani bir kitap şerh edilirken kitabın yazarının ne kastettiği ile ilgili eseri şerheden kendi görüşünü rahatlıkla söyleyebilir. Bunda herhangi bir sakınca olmaz. Ancak konu Allah (c.c)’ın kelamı olunca durum değişir. Allah (c.c) kelamı karşısında titiz davranmak gerekir. Bu nedenle Molla Halil Kur’ân’ı tefsir ederken ayetlerdeki muhtemel belâğî incelikleri ve gramer kurallarını kesinlik ifade eden kelimelerle değil, ﱠﻞ َﻟ َﻌ ‘‘umarım ki’’ ُ ﻞ ِﻤ َﺘ َْﳛ ‘‘muhtemeldir ki’’ gibi sözlerle dile getirir. Buna َﻦﻳِﺮِﻇﺎَﻨﻟا ﱡﺮُﺴَﺗ ﺎ َﻬُـﻧ ُﻮَﻟ ٌﻊِﻗﺎَﻓ ُ ءا َﺮْﻔَﺻ ٌة َﺮَﻘَ ـﺑ ﺎ َﻬﱠـﻧ ِا ُل ُﻮﻘَ ﻳ ُﻪﱠﻧ ِا َلﺎَﻗ ﺎ َﻬُـﻧ ْﻮَﻟ ﺎ َﻣ ﺎَﻨَﻟ ْﱢﲔَـﺒُـﻳ َﻚﱠﺑ َرﺎَﻨَﻟ ُعدْا ا ُﻮﻟﺎَﻗ ‘‘Onlar, ‘Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın’ dediler. Mûsâ ‘Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır’ dedi’’239 ayeti örnek olarak verilebilir.

Molla Halil, el-Bakara sûresine ismini veren inekle İsrailoğulları’nın imtihanını

anlatırken ayetteki ﺎ َﻬُـﻧ ُﻮَﻟ kelimesinin, ُءا َﺮْﻔَﺻ kelimesinin sıfatı olan ٌﻊِﻗﺎَﻓ kelimesinin faili olduğunu ve bu durumda bir şeyin kendi nefsine isnadı söz konusu olduğunu söyler.

Normalde böyle bir şeyin caiz olmaması gerekirken, bunun te’kid için olabileceğini ﻞﻋﺎﻓ ﺪﻴﻛﺎّﺘﻟا ﻞﻀﻔﻟ ءاﺮﻔﺻ ﺔﻔﺻ ﻪّﻧا ﻊﻣ ﻪﻴﻟا ﻩﺪﻨﺳا ﻊﻗﺎﻓ sözleri ile dile getirir. Daha sonra ayetin takdirinin ﻪّﻧﺎﻜﻓ

238

Molla Halil, a.g.e., s. 957. 239

ةﺮﻔ ّﺼﻟا ﺪﻳﺪﺷ ءاﺮﻔﺻ ﻞﻴﻗ olduğunu ifade ederek onda ‘olasılık’ anlamında olan ﻪّﻧﺎﻜﻓ ‘‘sanki’’kelimesini kullanır.240

İslamî şerh ve haşiye geleneğinde sık sık kullanılan yöntemlerden biri soru- cevap yöntemidir. Molla Halil bu yöntemi uygulayarak metni okuyan okuyucunun aklına gelebilecek soruları kendisi sorar ve onları cevaplar. O, tefsirinde bazen bunu belirterek yaparken; bazen de belirtmeden sadece tefsiri ile bunu okuyucuya gösterir.

Örneğin, o, en-Nahl sûresindeki ِﺮُ ﺑﱡﺰﻟا َو ِتﺎَﻨﱢـﻴَـﺒْﻟﺎِﺑ ‘‘Apaçık deliller ve kitaplar ile (gönderdi)’’241 ayetini tefsir ederken, ِتﺎَﻨﱢـﻴَـﺒْﻟﺎِﺑ ifadelerindeki câr ve mecrûrun müteallakının mahzuf bir ﺎﻨﻠﺳرا fiili olduğunu ifade eder. Mahzuf olan bu fiilin, sanki gizli bir sorunun cavabı olduğunu söyler. Müellifin bu konudaki ibaresi şöyledir: ﻖّﻠﻌﺘﻣ ﺔﺤﺿاﻮﻟا ﺞﺠﳊﺎﺑ ﻢﻫﺎﻨﻠﺳرا بﺎﺟﺎﻓ اﻮﻠﺳرا ﰈ ﻞﻴﻗ ﻪﻧﺎﻛ رّﺪﻘﻣ لاﺆﺴﻟ ﺎﺑاﻮﺟ فوﺬﺤﲟ 242

ِضْرﻻا ِﰱ ﺎ َﻣَو ِتا َوﺎـ َﻤﱠﺴﻟا ِﰱ ﺎ َﻣ ِﻪﱠﻠِﻟ ُﺢﱢﺒ َﺴُ ﻳ ‘‘Yeryüzünde ve gökyüzünde olan her şey Allah’ı tesbih eder.’’243 Molla Halil, bu ayeti tefsir ederken ‘‘tesbih etmek’’ kavramı üzerinde durur. O, tesbih etmenin Kur’ân’da mazi, muzari, emir ve mastar şeklinde değişik siğalarla dile getirilmesinin nedeni üzerinde durur. Bunu şöyle açıklar: ‘‘Allah (c.c) mümkünâtı yoktan var ettiği andan itibaren hem geçmiş hem gelecek hem de şimdiki zamanda tesbih edilmektedir. Hatta zaman ve fail mefhumunun olmadığı durumlarda da an be an Allah (c.c)’a tesbih edilir. İşte Allah (c.c) kullarına bunu göstermek için, Kur’ân-ı Kerîm’de ‘‘tesbih etme’’nin bütün değişik şekillerini kullanmıştır.’’244

Bu ayetin tefsirinde müellifin yaptığı değerlendirme el-Keşşâf,245 Envâru’t- tenzîl,246 Medâriku’t-tenzîl,247 İrşâdu ‘akli’s-selîm,248 Tefsîru’l-Celâleyn, el-Bahru’l-

240

Molla Halil, a.g.e., s. 28. 241

en-Nahl,14/44. 242

Molla Halil, a.g.e., s. 393. 243

el-Cuma, 62/1. 244

Molla Halil, a.g.e., s. 839. Konu ile ilgili diğer örnekler için bkz. Molla Halil, a.g.e., s. 84,347,393,502,738,779,799,837,839,847.

245

ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 530. 246

el-Beydâvî, a.g.e., II, 492. 247

en-Nesefî, Abdullah b. Ahmed, Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, Daru İbn Kesîr, Dımaşk- Beyrut 2005, III, 479.

248

muhît249 vb. tefsirlerde tespit edilemedi.250 Mefâtîhu’l-ğayb’da ُﺢﱢﺒ َﺴُ ﻳ fiilinin cerr harfi olan ل ‘lâm’ ile birlikte kullanıldığı gibi ل ‘lâm’ olmadan doğrudan mef’ûle bitişerek de kullanıldığı dile getirilir.251 el-Kurtubî (ö. 671/1273) bu ayeti tefsir ederken bununla ilgili açıklamanın geçtiğini söyler. Ancak nerede geçtiğini söylemez.252 Rûhu’l- meânî’de ayetin teceddüt ve istimrâra delalet ettiği belirtilir.253 Elmalılı Hamdi Yazır bu ayeti açıklarken akıl sahiplerinin dışındaki varlıkların tesbihinin fıtrî olduğunu söyler. Burada muzari kalıbının kullanılmasının süreklilik ifade ettiğini dile getirir. Elmalılı bu ayette tesbihin muzari fiil, bir önceki sûrede ise mazi fiil kalıbında geldiğini söylemekle yetinir. Tesbihin değişik kalıplarında bahsetmez.254

es-Siirdî’nin tefsirinde ele aldığı konulardan bir tanesi de semâ‘ ve kıyâstır. O, ayetleri tefsir ederken bazen semâ‘ ve kıyâs yöntemlerini kullanır. Semâ‘ ve kıyâs Arap dilinin kuralları oluşturulurken başvurulan yöntemlerin en önemlileridir. İbn Hazm (ö. 456/1064) ve İbn Madâ (ö. 592/1196)’nın dışındaki Arap dilcilerinin hemen hepsi kıyâsı kaynak olarak kabul etmiş ve nahiv kurallarını oluşturuken kıyâs metodunu uygulamıştır.

Arap dil ekollerinden hem Basra Dil Ekolü hem de Kûfe Dil Ekolü dil incelemelerinde semâ‘ ve kıyâsı kullanmıştır. Ancak Basralıları kullanımı daha sistematiktir. Çünkü Basralılar, Kûfelilerin aksine nâdir kullanılan ve şâz olan dil olgularına itibar etmemişlerdir. 255

Molla Halil de bir dilci olması hasebiyle tefsirinde semâ‘ ve kıyâs konusunu önemsemiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla müellif tefsirinde ‘‘kıyâsa aykırı olarak’’ ‘‘her ne kadar kıyâs böyle olmasını istiyorsa da’’gibi ifadelerle dokuz yerde semâ‘ ve

249

Ebû Hayyan el-Endülüsî, Tefsîru’l-bahri’l-muhît, İkinci Baskı, Dâru’l-fikr, Beyrut 1983, VIII, 262. 250

Celâluddin es-Suyûtî, Celâluddin Muhammed b. Ahmed el-Mahallî, Tefsîru’l-Celâleyn, Üçüncü Baskı, Mısır 1954, s. 553.

251

er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, I, 4463. 252

el-Kurtubî, a.g.e., XVIII, 91. 253

el-Âlûsî, a.g.e., XXVIII, 92. 254

Elmalılı, a.g.e., VII, 540. 255

Sema ve kıyâs ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Abdülfettâh Hasan Ali Becce, Zâhiretu kıyâsi’l-haml

fî’l-luğati’l-‘Arabiyye beyne ulemâi’l-luğati’l-kudâmâ ve’l-muhdesîn, Dâru’l-fikr, Amman 1998/1419; Ahmed b. İsmail b. Muhammed Kâşif Ahmed Teymur Paşa, es-Semâ‘ ve’l-kıyâs, Dâru’l- âfâki’l-Arabiyye, Kahire 2001; Mina İlyas, el-Kıyâs fi’n-nahv, Dâru’l-fikr, Dımaşk 1985; Said Casim Zebidi, el-Kıyâs fi’n-nahvi’l-‘Arabî, Dâru’ş-şuruk, Amman 1997; Mehmet Şirin Çıkar, Kıyâs: bir

kıyâs konusuna değinmiştir. Örneğin o, el-Bakara sûresindeki ﱠنَا ِتﺎ َ ِﳊﺎﱠﺼﻟا ا ُﻮﻠِﻤَﻋ َو اﻮُﻨ َﻣآ َﻦﻳ ِﺬﱠﻟا ِﺮﱢﺸَ ﺑ َو ُرﺎ َﻬْـﻧﻷْا ﺎ َﻬِﺘَْﲢ ْﻦِﻣ ىِﺮَْﲡ ٍتﺎﱠﻨ َﺟ ْﻢََﳍ ‘‘İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele!’’256 ayetinin izahını yaparken ayette yer alan ﱠنَا kelimesinden önce cer harfi olan ب harfinin düştüğünü, kelamın aslının ﱠنَﺎِﺑ olduğunu ve bu durumun kıyâsî olduğunu ٌسﺎﻴﻗ ّنا ﻊﻣ ﺾﻓﺎﳋا ُفﺬﺣو نﺎﺑ ىا sözleri ile açıklar.257

es-Siirdî’nin ayetleri açıklarken başvurduğu yöntemlerden biri de bir konu ile ilgili değişik görüşleri serdettikten sonra o konu ile ilgili daha doğru olan görüşün hangisi olduğunu belirtmesidir. O, bunu ‘‘sahih ve essah’’ gibi kelimeler ile ifade eder.

Örneğin, ٌﲔِﻋ ٌرﻮ ُﺣ ‘‘(onlar için) İri gözlü hûriler (vardır)’’258 ayetinin tefsirinde ٌرﻮ ُﺣ kelimesinin kelime anlamını vererek ‘‘gözlerinin siyahı tam siyah beyazı da tam beyaz

olan eşler’’ ﺎﻬﺿﺎﻴﺑو نﻮﻴﻌﻟا داﻮﺳ تاﺪﻳﺪﺷ ءﺎﺴﻧ sözleri ile başlar. Sonra ٌﲔِﻋ kelimesinin ‘‘iri gözlü’’ anlamına geldiğini ve ءاﺮﲪ kelimesinde olduğu gibi ءﺎﻨﻴﻋ kelimesinin çoğulu olduğunu, ancak ondan farklı ve kıyâsa aykırı olarak dammeli değil de kesreli olarak kullanıldığını ءﺎﻴﻟا ﺔﺴﻧﺎ تﺮﺴﻛ ﻦﻜﻟ ﻪﻨﻴﻋ ّﻢﺿ سﺎﻴﻘﻟاو ءاﺮﻤﺤﻛ ءﺎﻨﻴﻋ ﻊﲨ şeklinde açıklar. Daha sonra konumuz ile ilgili olarak ﺢﺻﻷاو ‘‘en doğrusu’’ tabirini kullanarak daha doğru olan görüşü verir. Ona göre ٌﲔِﻋ ٌرﻮ ُﺣ kelimeleri dünyadaki kadınlar anlamına gelirken, ٌرﻮ ُﺣ kelimesi ise, ahiretteki kadınları ifade etmek için kullanılır. O, bunları رﻮﳊا فﻼﲞ ﺎﻴﻧ ّﺪﻟا ءﺎﺴﻧ ﲔﻌﻟا رﻮﳊا ّنا ﺢﺻﻷاو sözleri ile dile getirir.259

Müellif, yağmur, kar ve dolunun kaynağı ile ilgili bilgi verirken tefsir ve hadis

ehlinin görüşünün sahih olduğunu ﺢﻴﺤﺼﻟا ﻦﻜﻟ ‘fakat doğru olan’ sözü ile açıklar. Burada ﺎﻨﻠﻗ ﺎﻤﻴﻓ ‘dediğimiz gibi’ ifadesini kullanır.260

O, Hz. Peygamber (s.a.v)’in meleklere de

256

el-Bakara, 2/25.

257

Molla Halil, a.g.e., s. 16. Konu ile ilgili diğer örnekler için bkz. s. 112,341,457,776,782,811,827,885. 258

el-Vâkı‘a, 56/22. 259

Molla Halil, a.g.e., s. 811. Konu ile ilgili ayrıntılı örnekler için bkz. Molla Halil, a.g.e., s. 444,527,533,682,728,744,811,900.

260

Molla Halil, a.g.e., s.527. Molla Halil bu ifadeyi yağmur, kar ve dolunun oluşumu ile ilgili bilgi verirken kullanır. O, burada hem bunların buharlaşma sonucu oluştuğu şeklindeki bilimsel bilgiye yer verir hem de müfessirler ve ehli hadisin ‘yağmur göğün yedinci katındaki hayat denizinden, kar ve dolunun dağ semasından yağdığı’ şeklindeki görüşlerini aktardıktan sonra kendisi de tefsir ve hadis

gönderildiğini söylerken ﻢﻬﻴﻟا ﻞﺳﺮﻣ ﻪﻧا ﺢﺻﻻاذا ifadelerini kullanır.261 Hz. Peygamber (s.a.v)’in çocuklarının sayısını üç oğlan dört kız olarak verirken ﺢﻴﺤﺼﻟا ﻰﻠﻋ ‘ doğru olan görüşe göre’ sözlerini kullanır.262

اﻮُﺜ َ ﺒْﻠ َ ـﻳ َْﱂ ﺎ َﻬَـﻧ ْوَﺮَ ـﻳ َمْﻮَ ـﻳ ْﻢُﻬﱠـﻧَﺄَﻛ ﱠﻻِإ

ﺎ َﻫﺎ َﺤُﺿ ْوَأ ًﺔﱠﻴ ِﺸَﻋ ‘‘ Kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar’’263 müellif bu ayeti

Benzer Belgeler