• Sonuç bulunamadı

Medreselerde yüzyıllarca okutulmuş olan sarf, nahiv ve belâgat kitaplarının oluşturduğu alet ilimlerinin tek bir hedefi vardır. O da Kur’ân’ı daha iyi anlamak ve onu daha iyi yaşayıp insanlığa anlatmaktır. Bu nedenle islamın ilk dönemlerinden itibaren âlimler Kur’ân üzerine birçok eser yazmıştır. Ancak medreselerin son dönemlerinde, özellikle Doğu medreselerinde alet ilimleri aşılamamış ve buralarda yetişen âlimlerin az bir kısmı hariç eser te’lif etme kültürünü adeta terk etmişlerdir. Molla Halil bu eksikliğin farkına varmış ve diğer ilimlerin hepsinin amacının Kur’ân’a hizmet olduğu bilinciyle böyle bir tefsir yazmıştır.

Elimizdeki tefsirin önemini arttıran bir başka özelliği de hacim bakımından orta düzeyde olmasıdır. Kendisinden önce yazılmış olan el-Beydâvî’nin Envâru’t-tenzîl’ı, en-Nesefî’nin Medâriku’t-tenzîl’i ve es-Suyûtî ile el-Mahallî’nin birlikte yazdığı el- Celâleyn gibi eserleri göz önünde bulundurduğumuzda, bu tefsirlerden bazısının uzun, bazısının kısa olduğunu görüyoruz. Molla Halil, bu tefsirlerden farklı olarak Basîretu’l- kulûb’u ne çok kısa ne de çok uzun olacak şekilde yazmıştır. Basîretu’l-kulûb’da fazla ayrıntı görmek mümkün olmadığı gibi, eser çok kısa da değildir. Bu özelliği ile bu tefsir, okuyucuyu ayrıntılara boğmadan Kur’ân metninin daha kolay anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.

Tefsirin önemini arttıran bir başka yönü ise, medrese talebelerine yönelik ders kitabı olarak okutulması amacıyla telif edilmiş olma ihtimalidir. Zira o, bu tefsirinde ayetleri pasajlar halinde değil de kelime kelime tefsir etmiştir. Bu tarz bir tefsirin tedrisat için olduğu bilinmektedir. Böylece medrese talebesi teorik olarak öğrendiği

549

Molla Halil, a.g.e., s. 453.

550 Tanımlar ile ilgili geniş bilgi içn bkz. Molla Halil, a.g.e.,

s. 40,43,48,50,85,119,122,131,136, 194,197,210,211,219,248,277,286,287,317,326,341,342,345,349,354,358,377,378,400,402,405,430,433,4 34,443,447,449,452,453,460,463,473,486,494,509,521,522,523,525,527,531,744,545,547,555,567,568,57 9,584,598,619,621,624,631,637,645,650,654,659,662,669,675,683,690,703,715,726,738,743,755,759,773 ,774,775,782,783,788,790,798,799,802,805,807,809,811,812,842,847,855,858,861,865,866,868,874,889, 890,893,895,896,919,920,922,924,933,934,938,939,953,954,955.

Arap dili ve belâgatı kurallarını, bu tefsir vasıtasıyla bol örneklerle pratik yapma fırsatı bulmaktadır.

Basîretu’l-kulûb’un yazıldığı günün ve coğrafyanın şartları göz önünde bulundurulduğunda kendi bölgesel sınırlarını aşıp el-‘Âlâm, Mucemu’l-muellifîn ve Osmanlı Müellifleri gibi eserlerde yer alması da onun önemini göstermektedir.

Molla Halil’in bu eseri tek bir nüsha olup şimdiye kadar basılmamış olmasından dolayı kendisinden sonra yazılan tefsirlere kaynaklık etmesi mümkün gözükmemektedir. Ancak onun el-Kehf sûresine kadar olan tefsiri özellikle bölgede yapılan tefsir çalışmalarına kaynaklık etmiştir. Örneğin, Molla Bedreddin’in Tefsîru ebde‘i’l-beyân li-cemi’i âyi’l-Kur’ân adlı eserini yazarken Basîretu’l-kulûb’dan istifade ettiği belirtilmektedir.551

551

Bedruddin b. Molla Derviş et-Tillovî, Tefsîru ebd‘au’l-beyân li-cem‘i âyi’l-Kur’ân, Nil Yayınları, İzmir 1992/1413.

İKİNCİ BÖLÜM

BASÎRETU’L-KULÛB’UN LÜGAT VE SARF AÇISINDAN

İNCELENMESİ

1. LÜGAT AÇISINDAN İNCELENMESİ

Basîretu’l-kulûb’daki lügavî uygulamalara geçmeden önce Molla Halil’in tefsirinde ‘‘lügat’’ kelimesini kullandığını belirtelim. Onun, bu kelimeyi bazen farklı bir dil; bazen ise bir dildeki lehçe ve ağızlar için kullanırken; bazen de herhangi bir kelimenin değişik geliş şekilleri için kullandığını görmekteyiz. Örneğin, o, Âl-i İmrân

sûresinin 96. ayetinde geçen ﺔّﻜَ ﺑ kelimesinin Mekke’nin değişik bir talaffuzu olduğunu söylerken,552 en-Nisâ sûresinin on dokuzuncu ayetinde yer alan ﺎﻫﺮﻛ kelimesinin hem ًﺎﻫْﺮَﻛ hem de ًﺎﻫْﺮُﻛ şeklinde okunabileceğini belirtmek için ﺘﻐﻟ ﺢﺘﻔﻟا و ﻢﻀﻟﺎﺑنﺎ ‘iki lehçe olan fetha ve damme ile’ ifadesini kullanır.553 O, en-Nisâ sûresinin 46. ayetinde geçen ﺎَﻨِﻋا َر kelimesinin Yahudilerin dilinde sövmek için kullanıldığını belirtirken ﻢﻬﺘﻐﻠﺑ ﺐﺳ ﺔﻤﻠﻛ ﻲﻫ ذا ifadelerini kullanır.554

Müellif, َﻚِﻧﺎ َﺴِﻠِﺑ ُﻩﺎَﻧ ْﺮﱠﺴَ ﻳ ﺎَﱠﳕِﺈَﻓ ‘‘Biz onu senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık’’555 ayetindeki َﻚِﻧﺎ َﺴِﻟ kelimesini ﻚﺘﻐﻠﺑ şeklinde tefsir ederek, ayette zikredilen dilden maksadın lügat olduğunu belirtmektedir.556

552

Molla Halil, a.g.e., s. 103. 553

Molla Halil, a.g.e., s. 129. 554

Molla Halil, a.g.e., s. 137. 555

ed-Duhân, 44/58. 556

Örnek:

ْﻢُﺘ ْﻴ َﺴَﻋ ْﻞَﻬَـﻓ ‘‘ Umdunuz mu?’’557

Molla Halil bu ayetin tefsirini yaparken, ondaki istifhamın takrir ve te’kid için olduğunu, bu te’kidin de kınama için olduğunu ve aynı zamanda ayette iltifat sanatının

bulunduğunu belirtir. Bundan sonra o, konumuz ile ilgili olarak ﻰﺴﻋ fiilinin ﱠﻞﻌﻟ anlamında olduğunu ve bunun Hicazlıların lügatı üzere bir kullanım olduğunu zira

Temim Oğulları lügatına göre ﻰﺴﻋ fiiline zamirlerin bitişmediğini ﻞﻫا ﺔﻐﻟ ﻰﻠﻋ تدرو ّﻞﻌﻟ ﲎﻌﲟ ﻰﻬﻓ ﺎ ﺮﺋﺎﻤّﻀﻟا نﻮﻘﺤﻠﻳ ﻻ ﻢﻴﲤﻮﻨﺑ ذا زﺎﺠﳊا sözleri ile dile getirir.558

Görüldüğü gibi müellif bir ayetin

sadece bir kelimesinde Arap diliyle ilgili birçok kural tespit etmiş ve buna göre ayetten ortaya çıkan anlamları açıklamıştır. Ayrıca onun ‘‘lügat’’ kelimesini burada ‘‘ağız’’anlamında kullandığı görülmektedir. Yine Molla Halil’in bu tefsirinden onun, Kur’ân’ın tek bir Arap lehçesi ile indirilmediği kanısında olduğu sonucu çıkarılabilir.

1.1 Kelimelerin Harekeleri

Molla Halil’in, tefsirinde üzerinde durduğu noktalardan biri ayetleri tefsir ederken bazı kelimelerin harekelerini belirterek onların zaptını yapmasıdır. Müellif bunu hem anlam açısından hem de kelime vezinleri açısından ele alır. O, bunu yaparken kelimenin muhtemel anlamlarını da verir. Basîretu’l-kulûb’da bu şekilde yüzlerce örneğin mevcut olduğu söylenebilir.

Örnek: ِإ ْن َْﳝ َﺴ ْﺴ ُﻜ ْﻢ َـﻗ

ْﺮ ٌح ‘‘Siz (Uhud’da) bir acıya uğradınız ise’’ 559

Müellif bu ayetin tefsirini yaparken buradaki kelimesindeki ق ‘‘kâf’’ harfinin ْﺮ ٌح َـﻗ harekesinin fetha veya damme şeklinde olabileceğini belirtir. Ondan sonra da söz

konusu kelimenin حﺮﺟ ‘yara’ anlamında olduğunu söyler.560 Muhammed sûresindeki ْﺪَﻘَـﻓ

557

Muhammed, 47 /22. 558

Molla Halil, a.g.e., s.761. 559

Âl-i İmrân, 3/140. 560

ﺎ َﻬُﻃا َﺮْﺷَأ َ ءﺎ َﺟ ‘‘Muhakkak kıyamet alametleri gelmiştir,’’561

ayet-i kerimesinin tefsirini

yaparken ise, ayetteki طاﺮﺷا kelimesinin ‘‘râ’’ harfinin fethasi ile طَﺮﺷ kelimesinin çoğulu olduğunu belirtir. Daha sonra kelimenin anlamını da ﺎﻬﺘﻣﻼﻋ ىا ‘kıyamet alametleri’ şeklinde olduğunu söyler.562

1.2 Furûk

Furûk kelimesi fark kelimesinin çoğulu olup sözlükte ‘‘ayırmak, iki şeyi birbirinden ayıran özellik’’ gibi anlamlara gelmektedir.563 Terim olarak ise ‘‘anlamca birbirine yakın kelimeler arasındaki farkları, onların asıl anlamları ve bu anlamlar arasındaki nüansları tespit etmeye çalışan ilim ve bu farkları ele alan eserler’’ şeklinde

tanımlanmaktadır. 564 Örneğin, ﺲﻠﺟ ile ﺪﻌﻗ kelimeleri arasında ne gibi farkların olduğunu tespit eder.

Furûk, ilk dönemlerde insan ile diğer canlıların aynı görevi gören diğer hayvanların organlarının isim ve sıfatları ile ilgili farkları konu edinmiştir. Daha sonra dilde bir anlam için kaç kelime bulunduğunu ve dilde eş anlamlı veya anlamca birbirine yakın ya da benzer kelimeler arasındaki farkları tespit etmeyi konu edinmiştir.565 es- Suyûtî (ö. 911/1505) bunu ‘‘müteradif zannedilen ancak müteradif olmayan lafızlar’’ başlığında ele alır.566 ez-Zerkeşî (ö. 794/1392) el-Burhân adlı eserinde isifham ve istihbarın aynı anlama geldiğini belirttikten sonra İbn Faris (ö. 395/1004)’in bunları furûklardan saydığını söyler.567

Furûk ile igili yazılan eserler iki grupta değerlendirilebilir. Birincisi Ebû Hilâl el-Askerî (ö. 400/1009)’nin el-Furûku’l-luğaviyye ile Telhîsu ma’rifeti esmâi’l-eşyâ,

561

Muhammed, 47 /18. 562

Molla Halil, a.g.e., s.760. 563

el-Fîrûzâbâdî, a.g.e., s.961. 564

Ebû Hilâl el-‘Askerî, el-Furûku'l-luğaviyye, nşr. Hüsâmuddin el-Kudsî, Beyrut, ty., Dâru’l-kütübi’l- ilmîyye, I, 12,17; İbn Mâlik, el-Elfâzu’l- muhtelife fi’l-me’âni’l-mu’telife, nşr. M. Hasan ‘Avvâd, Beyrut 1411/1991, nâşirin mukaddimesi, s. 87,96; İbn Fâris, Kitâbu'l-Fark, nşr. Ramazan Abdüttevvâb, Kahire 1402/1982, nâşirin mukaddimesi, s. 39,43; es-Suyutî, el-İtkân, I, 570; Hulusi Kılıç, ‘‘Furûk’’

DİA, XIII, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 1996, 223.

565

Hulusi Kılıç, a.g.m., XIII, 223. 566

es-Suyûtî, a.g.e., I, 570 567

ez-Zerkeşî el-Burhân fî ‘ulumi’l-Kur'ân, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhim, Dâru ihyai’l-kütübi’l- ‘Arabiyye, Kahire 1957, II, 326.

Ebu Mansûr es-Seâlibî (ö. 429/1038)’nin Fıkhu'1-luğa, İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725)’nin Furûku Hakkı adlı eserleri gibi eş anlamlı veya yakın anlamlı lafızlar arasındaki farkları konu edinen eserlerdir. İkincisi el-Asmaî (ö. 216/831)’nin, Mâ ihtelefet elfâzuhu ve’t-tefakat me‘ânîh, İbnu’s-Sikkît (ö. 244/858)’in Tehzîbu'1-elfâz, Kudâme b. Cafer (ö. 337/948)’in Cevâhiru'l-elfâz er-Rummânî (ö. 384/994)’nin el- Elfâzu’l- muterâdifetu ve mutekâribetu’l-ma'nâ adlı eserler gibi genel olarak kelimelerin arasındaki anlam farklarına işaret etmeden sadece bir mâna için kullanılan kelimeleri bir araya getiren eserlerdir.568

Basîretu’l-kulûb’da furûk ile ilgili kelimeler bazen isim verilerek; bazen de isim verilmeden belirtilir. Örneğin, en-Nisâ sûresinde ﺖﺒﳉا ve تﻮﻏﺎﻄﻟا lafızları arasındaki fark isim vermeden açıklanır.569 Aynı şekilde el-Arâf sûresinde جﻮِﻋ ve جﻮَﻋ kelimeleri arasındaki farkı yine isim zikredilmeden belirtilir.570

Örnek:

ْﻦِﻣ ْﻢُﻫَو

َنﻮُﻘِﻔْﺸُﻣ ِﻪِﺘ َ ﻴ ْﺸَﺧ ‘‘Ve onlar onun haşyetinden (azametinden) korkarlar, titrerler!’’571

Molla Halil, bu ayeti tefsir ederken onda yer alan ﺔﻴﺸﳋا ve َنﻮُﻘِﻔْﺸُﻣ kelimelerinin derinlemesine tahlillerini şu sözleri ile yapmaktadır: ﺔﻴﺸﳋا ﰱ ﱪﺘﻌﳌا ّنا ّﻻا ﲎﻌﻣ نﺎﺑرﺎﻘﺘﻣ قﺎﻔﺷﻻاو ﺔﻴﺸﳋاو ﻩوﺮﻜﳌا ﺔﺑﺎﺻا ﻦﻣ ﻦﻣﺄﻳ ﻻ نا ﻮﻫو ﻒﺋﺎﳋا ﺐﻧﺎﺟ قﺎﻔﺷﻻا ﰱو ﻪﺘﺑﺎﻬﻣو ﻪﺘﻤﻈﻋ ﻮﻫو ﻪﻨﻋ ﻰﺸﺨﳌا ﺐﻧﺎﺟ ‘‘ ‘haşyet’ ve ‘işfâk’ kavramları anlam bakımından yakın anlamlı kavramlardır. Ancak ‘haşyet’ kelimesinde

568

Furûk hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. el-Kutrub, Kitâbu’l-fark (nşr. Halîl İbrahim el-Atıyye), Kahire 1987, naşirin mukaddimesi, s. 23,35; er-Rummânî, el-Elfâzu’l- muterâdifetu ve mutekâribetu’l-ma‘nâ, Fethullah Salih Ali el-Mısrî, Kahire 1407/1987, s. 6,41; Ebû Hâtim es-Sicistânî, el-Fark, nşr. Hâtim Salih ed-Dâmin, Beyrut 1407/1987; Ömer Kara,‘‘Arap Dilbilimindeki “Terâdüf” Olgusunun “Furûk” Paralelinde Tarihsel Süreci ve Arka Planı -el-Furûku’l-Lugâviyye’ye giriş (I)-’’, EKEV Akademi

Dergisi - Sosyal Bilimler, VII, S. XIV, 2003, s. 197,220; Ömer Kara, ‘‘el-Furûku’l-Luğaviyye’nin Bir

Kur’an İlmi Olma İmkânı Üzerine’’, Tarihten Günümüze Kur’an İlimleri ve Tefsir Usûlü, 2009, s.241,274; Ömer Kara, ‘‘Izutsu’nun Kur’an Semantiğinde Mühmel Boyut: El-Furûku’l-Luğaviyye - Yakınanlamları “Ayrıştırma” Noktasında Izutsu’ya Bir Katkı’’, İslâmî Araştırmalar, c. XVIII, S, I [Toshihiko Izutsu (1914,1993) Özel Sayısı], 2005, s. 16,60; Galip Yavuz, ‘‘el-Furûkü’d-delâliyye beyne’l-elfâzi’l-mufessere ve’l-mufessire (Numuzecu kelimeti’l-hamd min sûreti’l-Fâtiha)’’,

Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, X, S. 2, 2006, s. 357,374.

569

Molla Halil, a.g.e., s. 138. 570

Molla Halil, a.g.e., s. 230. 571

kendisinden korkulan şey veya kişinin yönü- ki o da korkulanın azameti ve heybetidir- ağır basarken; ‘‘işfâk’’ ta ise, korkan kişinin yönü -ki o da hoşlanmadığı şeye düçar olmaktan emin olmamasıdır- ağır basmaktadır’’572 Envâru’t-tenzîl, 573 el-Bahru’l- medîd,574 adlı tefsirlerde bu konuya değinilirken َنﻮُﻘِﻔْﺸُﻣ kelimesinin cerr harfleri olan ﻦﻣ veya ﻰﻠﻋ ile beraber kullanılmasına göre anlamının değiştiğine dikkat çekilir. es-Suyûtî haşyet ile havf kelimeleri arasındaki farka değinir ve haşyetin havftan daha şiddetli olduğunu delillendirmeye çalışır.575 Rûhu’l-meânî’de de bunlar arasında bir takım farkların olduğu dile getirilir.576 el-Askerî ‘havf’ın ‘haşyet’ten daha genel olduğunu söyler.577

Örnek:

َﻚِﺗ َﻮْﺧِإ ﻰَﻠ َﻋ َكﺎ َ ﻳْؤُر ْﺺُﺼْﻘَـﺗ َﻻ ﱠَﲎُـﺑ ﺎ َ ﻳ َلﺎَﻗ ‘‘(Yakup) Oğulcuğum rüyanı kardeşlerine anlatma dedi’’578

es-Siirdî, bu ayeti tefsir ederken onda yer alan ﺎ َ ﻳْؤُر kelimesinin üzerinde durur. ﺎ َ ﻳْؤُر ‘‘düş’’kavramı, anlam açısından ﺔ َ ﻴْـﺋُر ‘‘görme’’gibidir. Ancak ﺎ َ ﻳْؤُر sadece uykuda meydana gelen görmeler için kullanılmıştır. Aralarındaki farkı belirtmek için de müenneslik ة ‘‘tâ’’sı kullanılmış olduğunu ﺚﻴﻧﺄﺘﻟا ﰱﺮﲝ ﺎﻤﻬﻨﻴﺑ قﺮﻔﻓ مﻮّﻨﻟا ﰱ نﻮﻜﻳ ﺎﲟ ﺔﺼﺘﳐ ﺎﻬّﻨﻜﻟ ﺔﻳ ؤ ّﺮﻟﺎﻛ ﻰﻫ sözleri ile açıklar. O, burada rüya ile ilgili ayrıntılı bilgi için el-Beydâvî’nin Envâru’t-tenzîl adlı

tefsirine müracaat edilmesini ﻪﻌﺟاﺮﻓ ﻰﺿﺎﻘﻟا ﰱ ﺎﻬﺘﻴﻔﻴﻛو ﻪﻨﻋ ةرﺎﺒﻋ ﻰﻫ ﺎﻣ نﺎﻴﺑو sözleri ile dile getirir.579 Görüldüğü gibi müellif burada iki kavramın karşılaştırmasını yapmış ve aralarındaki

572

Molla Halil, a.g.e., s. 481. 573

el-Beydâvî, a.g.e., I, 90. 574

eş-Şâzelî, el-Bahru’l-medîd, IV, 501. 575

es-Suyûtî, el-İtkân, I, 570. 576

el-Âlûsî, a.g.e., XIII, 177. 577

el-Askerî, a.g.e., I, 149. 578

Yûsuf,12/5. 579

farkın ne olduğunu bizzat قﺮﻔﻓ fiilini kullanarak açıklamıştır. Bu örneklerin dışında daha birçok yerde müellif, furûk ile ilgili açıklamalarda bulunmaktadır.580

Molla Halil, et-Tevbe sûresinin 61. ayetinin tefsirini yaparken, َﲔِﻨ ِﻣْﺆُﻤْﻠِﻟ ُﻦِﻣْﺆُـﻳ َو ِﻪّﻠﻟﺎِﺑ ُﻦِﻣْﺆُـﻳ ayetindeki ُﻦِﻣْﺆُـﻳ fiilinin ب ve ل ile muteaddi olmasının farkını ﺎﻗﺮﻓ kelimesini kullanarak açıklar.581 Görüldüğü gibi müellif, aynı fiilin değişik cer harfleri ile kullanılması sonucu meydana gelen anlam farkını okuyucuya göstermektedir. er-Râid’de de bu kelimeye müellifin verdiği anlama benzer bir anlam verilmiştir.582

Bu son iki örnek ıstılah olarak furûktan sayılmasa da furûkun tanımında yer alan ‘‘kelimelerin anlamları arasındaki nüansları tespit eden ilim’’ olgusu ile müellifin her

iki örnekte de قﺮﻓ tabirini kullanmasından hareketle burada bu örneklerin faydalı olacağını düşündük.

1.3 Naht

Naht sözlükte ‘‘yontmak, kesip düzenlemek, kazımak ve yaymak’’ gibi anlamlara gelmektedir.583 Arap dili terimi olarak ise naht ‘‘iki veya daha fazla kelimeden oluşan bir ifadeden bazı harfler alınarak daha kısa ve öz bir kelime

türetmek’’ şeklinde tanımlanmaktadır.584 Örneğin, ﷲ ﺪﻤﳊا tabirinden ﺔﻟﺪﲪ kelimesinin türetilmesi bir çeşit nahttır. Bununla beraber naht konusu Arapçada varlığı tartışılan konulardan biri olmuştur. Ancak genel kabul gören görüşe göre, gerektiği zaman Arapçada naht yolu ile kelime türetilebilir. Bununla beraber naht yolu ile kelime türetmenin yabancı ilimler ile ilgili birçok terimin Arapça karşılığını bulmak gibi değişik amaçları vardır. 585

580

Furûk ile ilgili diğer örnekler için bkz. Molla Halil, a.g.e.,

s.138,205,210,211,218,230,281,333,432,435,438,440,457,474,481,494,576,613,625,690,701,742,773,785 ,863,909.

581

Molla Halil, a.g.e., s.281. 582

Cubrân Mes’ûd, er-Râid, ( mu‘cem luğavî asrî), Dâru’l-ilm li’l-melâyîn, Beyrut 1990, I, 240. 583

el-Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 1267; Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail İbn Sîde, el-Muhkem ve’l-muhîtu’l-a‘zam

fî’l-luğa, thk. Yahyâ el-Hişâb, Abdülfettâh Seyyid Avadullah, Kahire 1996, III, 274; Ebu’l-Hasan Ali b.

İsmail İbn Sîde, el-Muhassas, Dâru’l-fikr, Beyrut 1978, III,161; Ebu’l-Feyd Murtaza Muhammed ez- Zebidî, a.g.e.,V,119.

584

M.Reşit Özbalıkçı, “Naht”, DİA, XXXII, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, s. 310. 585

Tespit edebildiğimiz kadarı ile Molla Halil tefsirinde sadece bir yerde naht konusundan bahseder. Orada da doğrudan naht ismini kullanmaz.

Yapılan tefsir okumalarında ilk dönem tefsirlerinde naht teriminin çok kullanılmadığı görüldü. Naht konusu daha çok son dönem tefsirlerde ele alınan bir konudur. Bu tefsirlerden bir tanesi et-Tahrîr ve’t-tenvîr adlı tefsirdir. Burada besmele ile ilgili nahttan bahsedilirken nahtın tanımı verilir.586 Bir başka tefsir de ed-Durru’l-masûn adlı tefsirdir. Burada el-Mâverdî (ö. 450/1058)’nin naht konusunun sonradan ortaya çıktığı ile ilgili görüşü dile getirilir.587

Örnek:

ْتَﺮِﺜ ْﻌُـﺑ رﻮﺒﻘﻟا اَذِإ َو ‘‘Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman’’588

Müellif, bu ayet-i kerimedeki ْتَﺮِﺜ ْﻌُـﺑ fiilinin açıklamasını ﺎﻫﺎﺗﻮﻣ ﺚﻌﺑو ﺎ اﺮﺗ ﺖﺒﻠﻗ ‘‘ Kabirlerin toprağı ters çevrilir ve içindeki ölüler diriltilir’’ şeklinde yapar. Sonra bismillahirrâhmanirrahim’den türetilen ﺔ kelimesi gibi, ْتَﺮِﺜ ْﻌُـﺑ kelimesinin de ةرﺎﺛﻹا ءارو ﺚﻌﺑ ﻠﻤﺴﺑ ‘‘hareket ettikten sonra dirildi’’ cümlesinden türetildiğini söyler. Onun bu konudaki

ibaresi ﺔﻠﻤﺴﺒﻛ ةرﺎﺛﻹا ءارو ﺚﻌﺑ ﻦﻣ ﺐﻛﺮﻣ ﻞﻴﻗو şeklindedir.589 Burada Molla Halil’in ْتَﺮِﺜ ْﻌُـﺑ kelimesine naht şeklinde anlam verilmesini ﻞﻴﻗ ‘‘ denildi’’ sözü ile dile getirmesi ve onu ikinci görüş olarak zikretmesinden onun naht konusuna sıcak bakmadığı sonucuna varılabilir.

1.4 Ezdâd

Zıddın çoğulu olan ezdâd, َعﺎ َ ﺑ "satmak-satın almak ve ْن ْﻮَﺟ ‘‘beyaz-siyah, aydınlık- karanlık’’ gibi karşıt anlamlı kelimeleri ifade etmek için kullanılır. Arap dilinde ezdâd türü kelimelerin varlığını kabul eden ve kabul etmeyen âlimler vardır.590 Arapçada bu

1987; el-Asmaî, Mâ ihtelefet elfâzuh ve’t-tefekat me‘ânîh, nşr. Mâcid Hasan ez-Zehebî, Dımaşk 1406/1986; İbn Mâlik, el-Elfâzu’l- muhtelife fi’l-me‘âni’l-mu’telife, nşr. M. Hasan ‘Avvâd, Beyrut 1411/1991; İbn Fâris, a.g.e., nâşirin mukaddimesi, s. 39,43; Yakup Civelek, “Arap Dilinde Naht ve Kelime Türetmede “Naht” Yönteminin Kullanımı”, Nüsha Dergisi, Yıl. III, S. X, 2003, s. 99.

586

İbn ‘Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, I, 137; V, 146. 587

es-Semîn el-Halebî, a.g.e., I, 116. 588

el-İnfitâr, 82/4. 589

Molla Halil, a.g.e., s. 906.

lum, Riyad u

- thk. Hanna Cemil Haddâd, Dâru’l

d, Eddâ - el , ub Kutr Müstenîr - el Ebû Ali Muhammed b. 590

tür kelimelerin bulunup bulunmadığı ile ilgili ihtilaf vardır. Bununla beraber bu tür kelimelerin varlığı İbn Durusteveyh (ö. 345/956) gibi birkaç âlimin dışında, Kutrub (ö. 206/821), el-Asmaî, İbn Sikkit (ö. 244/858) İbnu’l- Enbarî (ö. 328/940), Ebu’t-Tayyib el-Luğavî (ö. 351/962), Ebû Ubeyde Kasım b. Sellâm (ö. 224/838), İbn Fâris vb. birçok âlim tarafından genel kabul gören bir görüştür. Bu âlimlerden bir kısmı ezdâd ile ilgili müstakil eser yazarken; diğer bir kısmı ise eserlerinde bu konuya ait bablar ayırmışlardır.591

Basîretu’l-kulûb’daki داﺪﺿﻻا ﻦﻣ ‘ ezdâddandır,’ داﺪﺿﻷا ﻦﻣ ﻪّﻧﺎﻓ ‘ o kelime ezdâddandır’ şeklindeki ifadelerden Molla Halil’in Arap dilinde bu tür kelimelerin varlığını kabul ettiğini anlıyoruz. Ancak o, Kur’ân’da ezdad olarak kabul edilen

kelimelerin hepsine değinmez. Örneğin, o, İbrahim sûresinin 17. ayetinde yer alan ءارو kelimesini مﺎﻣا ‘ön’ olarak tefsir ederken,592 el-Kehf sûresinin yetmiş dokuzuncu ayetinde yer alan aynı kelimenin anlamının ﻢﻬﻔﻠﺧ وا ﻢﻬﻣاﺪﻗ ‘önlerinde veya arkalarında’ şeklinde olduğunu belirtir.593 O, el-Câsiye sûresindeki ُﻢﱠﻨ َﻬَﺟ ْﻢِﻬِﺋا َرَو ْﻦِﻣ ‘‘önlerinde cehennem vardır,’’594 ayetindeki ءارو kelimesinin ‘ön’ anlamında olduğunu belirtir. Bunu ﺎﻴﻧﺪﻟا ﰲ ﻢﱠﻻ ‘çünkü onlar dünyadadırlar’ sözü ile gerekçelendirir. Ona göre buradaki ءارو kelimesi bir karineden dolayı tek bir anlama hasredilmiştir. Bu kelimenin başta Kutrub 595 ve İbnu’l- Enbârî 596 olmak üzere bazı âlimler tarafından ezdâd türü kelimelerden sayıldığını ifade etmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz.

Üniversitesi Şırnak , ad’’ Ezd amlılık Türü ‘‘Arap Dilinde Bir Çokanl

Abdulmuttalip Arpa, s. 118;

1983,

İlahiyat Fakültesi Dergisi, I, S, 1,2, 2010, s. 9,34

591

Ebû Bekr b. Beşşar İbnu’l-Enbârî, Kitâbu’l-eddâd, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhim, el- Mektebetu’l-asriyye, 1987, s.34; Ali Abdulvâhid el-Vâfî, Fıkhu’l-luğa, s.148; Muharrem Çelebi, ‘‘Arapça'da Ezdâd Meselesi’’, DÜİFD, S. IV, 1987, s. 35,50; Muharem Çelebi, ‘‘ Ezdad’’, DİA, XII, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, s. 47,48.

592

Molla Halil, a.g.e., s. 368. 593

Molla Halil, a.g.e., s. 446. 594 el-Câsiye, /10. 595 Kutrub, a.g.e., s. 118. 596 el-Enbârî, a.g.e., s. 34.

Örnek:

و ُﺮُـﻗ َﺔَﺛَﻼَﺛ ﱠﻦِﻬ ِﺴُﻔْـﻧَﺎِﺑ َﻦْﺼﱠﺑ َﺮَـﺘَ ـﻳ ُتﺎَﻘﱠﻠَﻄ ُ ﳌْا َو

ء ‘‘Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç

ay hali (hayiz veya temizlik müddeti) beklerler.’’597

Molla Halil, bu ayetteki ء kelimesinin ق harfinin dammesi ve fethası ile و ُﺮُـﻗ أﺮﻗ kelimesinin çoğulu olduğunu, ezdâd türü kelimelerden olduğunu ve hem hayız hem de

temizlik anlamlarına geldiğini ﺮﻬﻄﻟاو ﺾﻴﳊا ﻰﻠﻋ ﻊﻘﻳ داﺪﺿﻷا ﻦﻣ ﺢﺘﻔﻟاو ﻢﻀﻟﺎﺑ أﺮﻗ ﻊﲨ kelimeleri ile dile getirmektedir.598

Burada dikkatimizi çeken birkaç husus vardır. Bunlardan biri müellifin ﱏﺎﺜﻟا ﻪﺑ داﺮﳌاو ﻰﻌﻓﺎﺸﻟا ﺪﻨﻋ ‘‘Şafi’î ye göre ٍأو ُﺮُـﻗ kelimesi temizlik anlamındadır.’’ şeklinde fıkhî bir mezhebin görüşüne işaret etmesidir. Müellifin çok yönlü bir âlim olduğunu fıkıh usulü ve hemen hemen diğer bütün İslamî ilimlerde eser yazdığını giriş kısmında anlatmıştık. Onun tefsirinde zaman zaman fıkhî konulara da işaret ettiğini bu ve bazı diğer

ayetlerden anlıyoruz. Diğer bir husus أﺮﻗ kelimesinin harekesini ‘damme ve fetha’ sözü ile belirtmesidir. ez-Zemahşerî أﺮﻗ kelimesinin hayız anlamında olduğunu aklî ve naklî delillerle ispat etmeye çalışır ve kelimenin temizlik anlamına gelmediği konusunda ısrar

eder. ez-Zemahşerî’nin ayeti bu şekilde tefsir etmesinden anlaşıldığı kadarıyla o, أﺮﻗ kelimesinin ezdâd’tan olmadığını düşünmektedir.599 el-Beydâvî kelimenin harekesini belirtmediği gibi ezdâd türü bir kelime olduğunu ‘ezdâd’ kelimesini kullanmadan kelimenin anlamını vererek gösterir. Ancak burada açık bir şekilde bu kelimenin buradaki kullanımının hayız değil temizlik olduğunu ıspatlamaya çalışır.600 Bir diğeri bu kelime başta Kutrub,601 İbnu’s-Sikkît,602 İbnu’l-Enbârî,603 Ebu Tayyib el-Luğavî 604 vb.

597

el-Bakara, 2/228. 598

Molla Halil, a.g.e., s. 65. 599 ez-Zemahşerî, a.g.e., I, 300. 600 el-Beydâvî, a.g.e., I, 513. 601 Kutrub, a.g.e., s.108. 602 İbnu’s-Sikkît, a.g.e., s.165 603

İbnu’l- Enbarî a.g.e., s.8. 604

Abdülvâhid b. Ali el-Halebî Ebu’t-Tayyib el-Luğavî, el-Eddâd fî kelâmi’l-‘Arab, thk. İzzet Hasan, Dâru Tallas, Dımaşk 1996. s.575.

ezdâd ile ilgili müstakil eserler yazan âlimler tarafından ezdad türü kelimeler arasında sayılmıştır.

Örnek:

َﻌ ْﺴَﻋ اَذِإ ِﻞْﻴﱠﻠﻟا َو

َﺲ ‘‘Kararmaya veya ağarmaya yüz tuttugunda geceye andolsun.’’605 Molla Halil bu ayet-i kerimedeki َﺲَﻌ ْﺴَﻋ kelimesinin‘‘Kararmaya veya ağarmaya yüz tutmak’’ anlamında ezdâd türü bir kelime olduğunu داﺪﺿﻷا ﻦﻣ ﻪّﻧﺎﻓ ﺮﺑدا وا ﻪﻣﻼﻇ ﻞﺒﻗا ibaresi ile açıklar.606

Bu kelime daha birçok kaynakta ezdâdlardan sayılmıştır. el-Kurtubî, el- Muberrid (ö. 286/899)’in bunu ezdâddan saydığını belirttikten sonra sonuçta anlamın aynı olduğunu belirtir.607 Kutrub, bu kelimeyi ezdâddan sayarken şiirlerle istişhadda bulunur.608 Ebu Tayyib el-Luğavî de bu kelimeyi ezdad türü kelimelerden kabul eder ve onun için bu ayet-i kerimeyi zikreder.609 Bu örneklerin dışında müellif başta ezdâdları konu edinen kitaplarda ve klasik tefsirlerde Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı söylenen ezdâd türü kelimelerin bir kısmına değinirken, birçok kelimeye de değinmez.610

1.5 Muarreb

Diller insanlık ailesinin iletişim araçlarıdır. İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsanların bir birleri ile olan münasebetleri neticesinde farklı diller birbirlerinden etkilenmektedir. Bu etkileşim bir dilin başka bir dile kelime vermesi veya başka dilden kelime alması şeklinde olur. Diller arası bu geçişler doğal kabul edilmektedir. Arapçaya da başka dillerden geçen kelimeler vardır. Arap dilcileri Arapçaya geçen bu kelimeleri ‘‘dâhîl’’ ‘‘muarreb’’ ‘‘muvelled’’ gibi kelimelerle ifade etmektedirler. Muarreb, ‘‘başka dillerden Arapça’ya giren ve Arapça’nın özelliklerine göre bazı değişikliklere uğrayarak

605

et-Tekvîr, 81/17. 606

Molla Halil, a.g.e., s.905. 607

Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el- Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’an, tashih Hişâm Semîr el-Buhârî, Dâru ‘Âlemi’l-kütüb, Riyad 2003, XIX, 238.

608

Kutrub, a.g.e., 176,177. 609

Ebû Tayyib el-Luğavî, a.g.e., s. 309. 610

kullanılan kelimeler’’ şeklinde tarif edilmektedir.611 Bu tanımda anlaşıldığı kadarıyla muarreb olgusu ihticâc zamanı ile sınırlıdır. Dolayısıyla ihticâc asrından sonra Arapçaya giren kelimeler ya muarreb olarak kabul edilmeyecek ya da bu tanımdan ‘‘ihticâc asrı’’ kaydı kaldırılacaktır. Zira ‘‘zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi kaçınılmazdır’’ kuralı gereğince bunun ihticâc asrı ile sınırlı olmasının zamanın gereklerini karşılmadığı kanaatindeyiz.

İbn Abbas (ö. 68/687-88)’a nispet edilen Garîbu'l-Kur’ân adlı eser ile başlayan

Benzer Belgeler