• Sonuç bulunamadı

2.2. SANAT EĞİTİMİNİN GELİŞİMİ

2.2.2. Ülkemizde Sanat Eğitimi

Ülkemizde sanat eğitiminin Meşrutiyet dönemi ile başladığını söyleyebiliriz. Bu dönemde eğitime giren resim derslerinin Batı’yı takip etme yolundayken programlara girdiği söylenmektedir. Bu yıllardan önceki dönemlerde resim, dini konular özelliği taşırken bu dönemde dersler, uygulanan kopya yönteminde beceri öğretimine dayalı olarak yapılmaktaydı.

“Eğitim yalnız din kurumlarına dayandığı ve yönetimde de koyu bir diktatörlük hüküm sürdüğü için, pedagojinin öngördüğü orijinallik, kişisel görüşler ve kişisel yeteneklerin gelişmesi gibi görüşler bu yönetime ve topluma ters düşüyordu” ( Telli, 1990). Bu tarihten önce de değerli eğitimcilerimiz bulunmaktadır. Bu dönemin sanat eğitimcileri tarafından incelenmesi gerekmektedir. Bu alanda insanlarımızın günlük davranışlarını temel ahlaki ilkeler doğrultusunda düzenleyen, onlara hem cinslerine ve kendi milletine daha yararlı olmaları için yol gösteren, devletin iyi yönetimi konusunda yöneticilere ışık tutan evrensel ve insancıl fikirler ileri sürülmüştür. Farabi, İbni Sina, Balasagunlu Yusuf, Kaşgarlı Mahmut, Katip Çelebi, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi eğitimciler düşünürler yüzyıllar boyunca eğitimimizin fikirsel yönünü geliştirmişlerdir. İbni Sina 200 yıldan beri Batılı eğitimcilerin ileri sürdüğü ve herkesin “yeni” sandığı görüşleri 950-955 yıl önce ortaya atmıştır. Amasya’lı Hüseyin oğlu Ali’de 535 -540 yıl önce günümüzün pedagojisinin temel ilkelerinden olan çocuğun tanınması, bireysel farklılıklara göre eğitim yapılması, öğretmenin ek

bir pedagojik çaba ve yardımıyla öğrencilerin hemen hepsinin başarılı olacağı vb. şeklinde görüşler ileri sürülmüştür (Akyüz, 1989: 477).

Meşrutiyetle birlikte başlayan batılılaşma hareketleri, usta çırak ilişkisi içerisinde sürdürülen zanaat eğitimi yanında, eğitim amacıyla az bir kesimi ilgilendiren sanat eğitiminin, meslek okullarından başlayarak, örgün eğitim alanına girmesi sağlanmıştır. Fakat bu dönemde devam ettirilen sanat eğitimi, salt kopya tekniğine dayanan bir yöntemdir. Kartpostallardan olduğu gibi ya da büyüterek kopyalama bu çalışmalar içinde yer almıştır. Bu çalışmalarda amaç resmin dilini öğretmek değil teknik beceri kazandırmak olmuştur (Baltacıoğlu, 1932: 6).

Osmanlı toprakları ve başkent İstanbul’da yabancı kökenlilerle azınlık sanatçılarının mimarlık ve resim alanındaki etkinlikleri sürüp giderken ülkede özellikle orduyu modernleştirme çabaları Batı yöntemlerine uygun eğitim yapan askeri okulların kurulmasını gerektirmiştir (Kuban, 1998:249)

İlki “Mühendishane-i Berri Hümayun” adını taşıyan askeri okullarda (1793- 1794) daha çok askeri amaçlarla yeni resim teknikleri öğretilmeye başlanmış, böylece Batı perspektif kuralları ile nesneyi iki boyutlu yüzey üzerinde modle ederek göstermeye yarayan ışık-gölge uygulaması gibi kurallar resim eğitiminin programı içinde yer almıştır. Mühendishane-i Berri Harbiye (Kara Harp Okulu) (1831) ve Bahriye ( Deniz Harp Okulu) gibi yenileri izlemiştir. Ressam sınıfından subayların da yetiştirildiği belgelerden anlaşılan Mühendishane, Batı usulünde resim yapan ilk önemli sanatçıların yetiştikleri okuldur ( Tansuğ, 1993:51).

Meşrutiyetten sonra, Tanzimat hareketiyle, ülkenin gerilemesinin nedeninin eğitim olduğu kanısı kuvvet kazanıyordu. Darulmuallim’in (Öğretmen Okulu) yenileşmesinin, Darülfünun’un (üniversite) gelişmesinin ülkenin kalkınmasında en önemli etken olacağı kanısındaydılar. Darülmuallim’de yapılan değişikliklerde, eğitimde özgürlük, öğretim alanında serbest tartışma ve araştırmaların yer alması isteniyordu. Ayrıca eğitimin uygulamaya dayanması öngörülüyordu. Resim

eğitiminde atılan geliştirici adımlarda, işte bu kurumun payı çok olmuştur (Telli, 1990:10).

1835 yılında İngiltere’ye tahsil için gönderilen 12 genç arasında ressam Ferik Ahmet Paşa ve Bekir Paşa vardı (Erol, 1980:87). Daha sonra askeri okul resim öğretmenleri olan Ahmet Ali Efendi (Şeker Ahmet Paşa) ve Süleyman Seyit Efendi de Sultan Abdülaziz tarafından öğrenim için Avrupa’ya gönderilmiş (1862-1870). Şeker Ahmet Paşa’nın dönüşü Türk primitiflerinin sonu ve Avrupa anlamında Pentürün temeli olmuştur (Berk, 1972:164-166). 1860 yılında Paris’e babası İbrahim Ethem Paşa tarafından hukuk öğrenimi için gönderilen Osman Hamdi Bey, 1869 yılında İstanbul’a bir ressam olarak dönmüş (Cezar, 1995:4). Ressam Hamdi Bey, 1881 yılında müze müdürü olduktan sonra müzecilik çalışmaları ve arkeologluğu yanında eğitimle de ilgilenmiş. Osmanlı’da genel eğitim yanında sanat eğitimine de yer verilmesi düşüncesinin temeli 1876 yılında atılmış ve bu yılda yabancı ressam ve uzmanların da yardımıyla Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar)’nin kuruluşu ile ilgili bir tezkere hazırlanmıştır.

Osman Hamdi Bey’in Sanayi-i Nefise Mektebi Alisini kurmasından sonra asker ressamlar arasında Sami Yetik, Ruhi Arel, Hikmet Onat ve Ali Sami Boyar Avrupa’da resim eğitimi göndermişlerdir. Sanayi-i Nefise’den Paris’e eğitime gönderilen Galip ve İbrahim Çallı’dan başka, özel imkanlarla Batı’da resim eğitimine giden Namık İsmail, Avni Lifj ve Nazmi Ziya gibi yetenekli usta sanatçılar 1.Dünya Savaşı’nın patlaması üzerine yurda dönmüşlerdir. Sanayi-i Nefise Mektebi 1921 yılında “Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi” adıyla bir yüksek öğretim kurumuna dönüştürülmüştür. Türkiye’de çağdaş resim eğitiminin temellerini atan okulun adı daha sonra 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi yapılmıştır ( Tansuğ, 1993:55).

Sanayi-i Nefise mektebinin resim atölyelerinde yapılan çalışmaları, Türkiye’de resim eğitiminin akademik bir disipline sokulması yönünden bir aşama olmuş. Bu eğitimde figür anatomisi ve portre sorunlarına önem verilmiş olduğu, bu eğitim çerçevesinin statik atmosferinin Osman Hamdi’nin yapıtları kadar öğrenci

kesimlerinin biçim anlayışlarındaki değerler de belirlemiştir (Tansuğ,1993:108). Sanayi-i Nefise mezunu Şevki Bey’in Darülmuallim’e öğretmen olarak atanmasıyla bu okulda farklı çalışmalar yapılmaya başlanır. Doğal motiflerden oluşan süsleme resimleri, hayali ve ezber resimler yaptırılır. Böylece Darülmuallim resim öğretiminde özel bir yere sahip olmuş.

Cumhuriyet dönemi kültür tarihimizin canlı ve parlak bir dönemidir. Yeni ulus olma, yeni bir toplum olma yolunda çağdaşlaşmaya doğru bir süreç yaşanır. Dil devrimi başta olmak üzere yenilikler birbirini izler. İpşiroğlu o dönemi şu cümlelerle özetler: “Bu dönem çağdaş Türk kültürünün tohumlarının atıldığı dönemdir. Düşünce özgürlüğü ortamı sanatçılara yaratıcılık yolunu açmıştı. Batı taklitçiliğinden kurtulmak istiyorlar, Anadolu’da kendilerini arıyor ve yaratıcılığın kaynağını kendi öz geleneklerinde bulmaya çalışıyorlar”(İpşiroğlu, 1982:87).

Cumhuriyet dönemine kadar resim derslerinde Batı ile kişisel ilişkilerin getirdiği kimi görüşler de dahil kolaydan zora, kopya, kartpostallardan yararlanma, bezeme, geometrik biçimlerden faydalanma gibi yöntemlerin uygulandığı görülür. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı amaç edinmiş olan Cumhuriyet dönemiyle birlikte her alanda olduğu gibi sanat eğitim alanlarında da sorunlar üzerinde durulmuş önem verilmiştir.

16.01.1921’de çalışmaya başlayan “Maarif Kongresi’nde”, ilkokul programlarının geliştirilmesi ile orta öğretim kurumlarının programları ve ders konuları ele alınmıştır. Atatürk bu kongrenin açılış konuşmasında “Milletimizin sahip olduğu istidat ve yetenekleri geliştirecek yöntemlerle donanmış insan gücüne ihtiyaç vardır”(Varış, 1991:146) diyerek toplumu geliştirme, çağdaşlaşma yolunda sanat eğitiminin önemini belirtmiştir.

Atatürk’ün kültür ve sanat sorunlarına önem vermesiyle, devletin görevleri arasında bu konulara önem verilmiş, sanata ilgi devlet politikası haline gelmiştir. “Atatürk’ün çok çağdaş bir görüşle sanat ve eğitim sorunlarına yaklaşımı ile sanat

öğretimi veren modern kurumlar ard arda açılmıştı. Örgün eğitimde 1925’ten başlayarak resim, elişi, müzik derslerinin konması ve yaygın eğitimde de 1932’de açılmaya başlanan ve 1950’de sayısı 65 ilde 477’yi bulan Halkevleri ve daha da kabarık sayıdaki halk odaları yaygın anlamda bir sanat eğitimi hareketini başlatmıştı” (San, 1984).

İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun öğrencisi olan İsmail Hakkı Tonguç sanat eğitimi için Almanya’ya gönderilir. Dönüşünde ilkokul öğretmenleri olan Malik Aksel, Hayrullah Örs, İsmail Hakkı Uludağ, Şinasi Barutçu, ve Mehmet Ali Atademir’in de Almanya’ya gitmeleri sağlanmıştır. Geldiklerinde Malik Aksel 1934- 1954, Hayrullah Örs 1932-1954, İsmail Hakkı Uludağ 1932-1968, Şinasi Barutçu 1933-1961 ve Mehmet Ali Atademir 1932-1936 yılları arasında kuruluşuna katıldıklar Gazi Eğitim Enstitüsünde görev almışlardır. 1924 yılında Amerika’dan getirilen John Dewey, Türk Milli Eğitimi’nin geliştirilmesi için hazırladığı raporda resim eğitimine önem verilmesini ve Öğretmen Okullarında resim öğretmeni yetiştirmek için dersler verilmesini önermiştir. 1926 yılında Almanya’dan getirilen Frey ve Stiehler de sanat ve iş eğitimi konularında çalışmalar yapıp, ilkokul ve ortaokul öğretmenlerine kurslar vermişler (Baltacıoğlu, 1932:16). Stiehler, resim ve el işleri yoluyla öğrencilerin yaratıcılık ve buluş yeteneklerinin geliştirilmesi, sanat yapıtlarının değerini anlayabilecek düşünce ve duyguların arttırılması gerektiğini söylemiştir.

Atatürk’ün 1934 yılında Meclis konuşmasında belirttiği yeni kültür politikaları gereği Güzel Sanatlar Akademisi yeniden düzenlenmiştir. 1937 yılında Burhan Toprak’ın fakülteye müdür olmasından sonra, resim bölümü başkanlığına Fransız ressam Leopold, heykel bölümüne Alman Rüdolf Belling, süslemeye Louis Sue getirilmiş. Leopold Levy yanına Cemal Tollu, Bedri Rahmi, Sabri Berkel, Zeki Kocamemi, Ali Çelebi ve Nurullah Berk’i almış (Berk, 1972:174). 1940’lardaki en önemli gelişme İsmail Hakkı Tonguç’un kurduğu Köy Enstitüleridir. Üretime dönük iş eğitiminin verildiği bu okullarda sanat çalışmaları çok önemliydi (Telli, 1990:18). 1947’de kapatılan Köy Enstitülerinin yetenekli öğrencilerini Gazi Eğitim

Enstitüsü’ne gönderebilmek amacıyla Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde Güzel Sanatlar ve Halk Sanatları bölümleri açılmıştır. 1952 yılında resim dersi lise kurumlarında ilk defa edebiyat kolunda seçmeli ders olarak programa alındı. 1962 yılındaki 7.Milli Eğitim Şurası kültür ve sanat sorunlarına geniş yer ayırdı. Kurulan Güzel Sanatlar Komisyonu aşağıdaki konuları görüşerek, bazı öneriler geliştirdi (Rapor, 1982: 16).

7. Milli Eğitim Şurasında Görüşülen konular:

• Güzel Sanatlar Akademisi

• Halk eğitiminde güzel sanatlar

• Plastik sanatların geliştirilmesi, sanatçıların teşviki ve korunması

• Bölge kültür ve sanat merkezleri açılması

Getirilen öneriler ise:

• Güzel Sanatlar, Halk eğitiminde daha etkin kılınmalı,

• Plastik Sanatlar eğitimine önem verilmeli, sanatçılar desteklenmeli, ödüllendirilmeli,

• Bölge kültür ve sanat merkezleri kurulmalı,

• Sanat eğitiminin toplumsal kalkınmadaki öneminden dolayı, temel eğitimden üniversiteye kadar sanat eğitimi dersleri müfredata konulmalı,

Cumhuriyetin ilk yıllarında bu hareketli dönem sürer. Çocuk resimlerinden oluşan sergiler açılmıştır. Bir grup eğitimci Avrupa’ya sanat alanında uzmanlık eğitimi için gönderilmiş. Gazi Orta Öğretmen Okulu içinde “Resim Bölümü” açılmış. Batıda gelişen “El İşleri Hareketi” olarak bilinen bir akımın da etkisiyle daha sonra resim bölümünden bağımsız bir de “İş Bölümü” kurulmuş. Daha sonra bu iki bölüm birleştirilerek Resim-İş Bölümü adını almıştır.

Cumhuriyet döneminde ilk yıllar sanatsal gelişmenin altın yılları olarak düşünülebilir. Bu dönem, atılımın, cumhuriyetin anlamının ve laik anlayışın temelleri üzerinde, Batı’yı kapsayan bir boyuta gelmiş, her şey yeniden yapılandırılmıştır. En önemli konu eğitim olmuş, sanat eğitimi bir yandan kurumsallaştırılırken bir yandan da eğitim kurumları, yöntem ve kuralları üzerinde durulmuştur. Bilgi çağında birleştirilmiş sanat eğitimi modeli de bu çabaların günümüzdeki uzantılarıdır ve yine Cumhuriyetle sıkı sıkıya ilişki içindedir.

1950’li yıllarda ise “Sanat Yolu ile Eğitim” görüşü yaygınlaşmaya başlar. Ünlü estetikçimiz Suut Kemal Yetkin bir makalesinde şöyle yazar; “Bugünkü insanın ruh sağlığı insan tabiatının temel unsurlarından hiçbir şey feda etmeksizin bu unsurları uyuşumcu olarak geliştirmeyi ve bu gelişim içinde yetenekleri doruğuna götürecek olan tam bir eğitim vermeyi gerektirir. Yalnız burada bir noktayı iyice belirtmek yerinde olur, Sanat eğitiminin amacı, sanat için eğitim değil sanatla eğitimdir.”

1989-1990 yılında ilki İstanbul’da olmak üzere resim ve müzik alanlarında eğitim veren Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri kurulmuştur. Sanat eğitimi adına birçok yeniliğin hedeflendiği liselerin açılması önemli bir adım olmuştur.

Toplumların bilimsel, ekonomik, kültürel değişim ve gelişimleri o toplumu oluşturan insanların eğitilmesine bağlıdır. Yalnızca geçmiş ve bugünü değil, geleceği de düşünerek bireyleri araştıran, bulan, üreten bir yapıya yönelterek eğitimin kalitesini yükseltmek gerekir.

Bu işlevleri karşılayamayan günümüz eğitim kurumları çağın gereksinimlerine, isteklerine uygun dengeli, düzenli, toplum yararına, üretime dönük, bilimsel eğitim veren kurumlar olma çabasında olmalıdır. Ülkemizde yapılan, çalışmaların olumlu sonuç vermemsi sonucunda hala ezbere, bilgi depolamaya dayalı bir eğitim süreci yaşamaktayız. Belleği geliştirmeye yönelik programlar yerine yaratıcılığı geliştirmeye yönelik program çabaları, eğitimin diğer unsurlarına ( eğitimci, mekan, araç-gereç) ilişkin sorunlara bağlı olarak istenilen amaca ulaşamamaktadır. Başarısızlığın önemli bir nedeni de, tutarlı davranan, değerler üreten, yaratabilen bireylerin yetişmesinde çok etkin olan sanat eğitimine genel eğitim sistemi içinde gereken önemin verilmemesidir (Ersoy, 2002:275).

Ülkemizde yüksek düzeyde sanatların küçük bir kesimin ilgi alanına girdiği bilinmektedir. Bunun nedenleri bu sanatların çoğunluğun yaşam düzeyinin üzerinde olmasının yanında toplumumuzdaki sanat eğitiminin eksikliğidir. Aslında bu eksiklik sanat üreticisinin nitelik ve niceliğini olduğu gibi, sanat tüketicisinin de yetişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Eksik sanat eğitimi alarak toplumda önemli görevlere gelmiş insanlar için büyük sanat eserleri dahi bir değer ifade etmez. Bu nedenle uygar bir toplum yaratma çabasının en önemli şartı sanat eğitimidir. Ancak, yaratıcı insan yetiştirmeyi amaçlayan, geleneksel, tutucu eğitim yöntemlerinde ısrar eden ülkelerde sözü edilen amaçları gerçekleştirecek sanat eğitiminin gelişmesi çok zordur. Bunu başarmak için, okullarımızdaki sanatı kendine özgü ilkeleriyle bir eğitim disiplini olarak gerçek yerine oturtmak ve gerekli öğretimi yapmak zorunludur (Kırışoğlu, 1990: 53).

Ülkemizde maalesef hala birleştirilmiş sınıflarda eğitim verilmeye çalışılan öğrenciler vardır. Buralarda da, henüz okuma yazmayı kavraması için uğraşılan öğrenciler varken sanat eğitimcisine görev verilmesi bile düşünülmemektedir. Eğitim sistemi içerisindeki aksaklıkların giderilip, sanat eğitiminin her okulda gerçek anlamda yerini alması gerekmektedir.

Benzer Belgeler