• Sonuç bulunamadı

FOUCAULT VE EPİSTEMİK ÖZNENİN KURULUŞU

2.2. Öznenin Kuruluşunun İçeriksel Boyutu

2.2.1. Kendilik Bilgisi - Kendilik Kaygısı Dikotomisi

Foucault’ya göre Batı felsefesi geleneği söz konusu olduğunda, (özellikle özne ile hakikat sorunsalı ekseninde) öncelik Platon figüründen hareketle ve onun çevresinde formüle edilen kurucu ilke gnothi seauton buyruğuna, yani kendilik bilgisine, verilmiştir.295 Oysa kendilik bilgisi birincil bir pratik değil, aksine daha temel ve de kapsayıcı olan kendilik kaygısı pratiğinin (epimeleia heautou) içinde yer alan bir ilkedir.

Burada Foucault özellikle, Alkibiades metninin 127e bölümünde “kendi için kaygılanma”

buyruğunu ortaya çıkaran gidişata dikkat çeker. Hatırlayacağımız üzere, Alkibiades Sokrates’in sorusuna cevap vermenin ve şehrin iyi yönetimini tanımlamanın kolay olduğunu sanıyordu. Sokrates ise ona, kendiyle ilgilenmesini, kendilik kültürünü ve kendini yetiştirmesini kısaca bir Selbstbildung’u296 (paideia) öğütlüyordu.

“Bu kez “kendiyle ilgilenme” (epimeleia beautou) meselesi artık “başkalarını yönetme” ile değil, “yönetilme” sorusuyla ilişkilidir. Doğruyu söylemek gerekirse, bu iki meselenin birbiriyle ilişkili olduğu görülür: yönetebilmek için “kendiyle ilgilenme”, yeteri kadar ve gerektiği gibi yönetilmediği ölçüde kendiyle ilgilenme. “Yönetmek”,

“yönetilmek”, “kendiyle ilgilenmek”, burada tarihi 3. ve 4. yüzyıllarda Hıristiyan Kilisesi’nin büyük iktidarının kurulmasına kadar gidecek uzun ve karmaşık bir sıra, bir dizi vardır.”297

Böylece, Batı’nın düşünme üzerine düşünme egzersizinin, öznenin temelleri atılmış olur. Dolayısıyla “insanın kendisi ve daha özelde düşünme edimi üzerine

295 FOUCAULT, Michel: Öznenin Yorumbilgisi: College de France dersleri (1981-1982), çev. Ferda KESKİN, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniv. Yayınları 2015, s. XV (Önsöz).

296 Selbstbildung: kendini geliştirmek, kendilik eğitimi. Foucault’ya göre özellikle Bildungsroman (Eğitim-roman) kategorisi üzerinden yaygın hale gelmiştir.

297 FOUCAULT: Öznenin Yorum Bilgisi, ss. 28-30.

düşünmesi, düşüncenin kendi üzerine dönmesi, kendi üzerine yansıması”, insanın kendi varlığıyla kurduğu bilgi ilişkisini, varlığın hakikatini hatırlamak suretiyle gerçekleştirir.298 Bu eşik aynı zamanda Foucault’nun öznellik tarihi ve iktidar (yönetim) biçimlerini incelediği halkanın başlangıç noktasını oluşturmaktadır.299

Ancak bu değişim orada tek bir çizgiyi takip ederek süreklilik altında kesintisiz bir gelişim sergilememiştir. Özellikle Gnoothi seauton (kendini tanı) ilkesini felsefi olarak yeniden nitelendirerek epimeleia heautou’yu niteliksizlendirmekte özellikle kendi deyimiyle “kartezyan an”300 önemli bir rol oynamıştır.301 Daha sonra gerçekleşen büyük bilimsel dönüşümler bir taraftan belirli bir buluşun sonucu olurken diğer yandan doğruluk istencimizde yeni biçimlerin ortaya çıkmasını da sağlamıştır.

Buna örnek olarak Foucault, XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın başlarında özellikle İngiltere’de sanayi devriminin etkisiyle ortaya çıkan bilme istencinden bahseder. Orada bilen özneyi ‘okumak yerine görmeye, yorumlamak yerine doğrulamaya’ zorlayan, “bilgilerin doğrulanabilir ve yararlı olmak için yayılmak zorunda kalacakları teknik düzeyin” buyurduğu gözlemlenebilir, ölçülebilir, sınıflandırılabilir,

298 A.g.e., ss. 40-41; a.g.e., ss. XIII-XIV.

299 AAKAY: Michel Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları, 3. bs, Ankara: Doğu Batı 2016, s. 137.

300 Foucault “Kartezyen an”dan ne kastettiğini (ya da ne kastetmediğini) şu şekilde açıklıyor: “Kartezyen an dediğim şey yerini ve anlamını burada kazanmıştır. Bunu söylerken meselenin Descartes olduğunu, Descartes’ın bunun kesin anlamda yaratıcısı olduğunu, bunu ilk yapanın o olduğunu kastetmiyorum. Hakikat tarihinin modern cağının, bilginin kendisi ve sadece bilgi hakikate erişmeyi sağladığı an dan itibaren başladığına inanıyorum. Yani filozofun (ya da alimin ya da sadece hakikati arayanın), kendisinden başka hiçbir şey beklenmeden ve özne olarak varlığını değiştirmesi gerekmeden, hakikati kendinde ve sırf kendi bilme edimlerinde bilmeye kadir olduğu ve ona ulaşabildiği andan itibaren.” (Foucault: Öznenin Yorumbilgisi, s. 21)

301 MICHEL FOUCAULT: Öznenin Yorumbilgisi, s. 18.

nesnelerin tasarımlarını çizen, kısacası işaretlere dayalı, ampirik pragmatik bir bilme istenci ortaya çıkmıştır. 302

Foucault bu geçişi Kelimeler ve Şeyler adlı kitabında Berkeley’den alıntıladığı şu paragrafla açıklar: “İdeaların birbirlerine bağlanmaları, neden-sonuç ilişkisini değil de sadece bir gösterge ve bir işaret ile işaret edilen şey arasındaki ilişkiyi göstermektir.

Görülen ateş, ona yaklaştığımda duyduğum acının nedeni değildir: beni bu acıya karşı uyaran göstergedir.”303

Böylece, XVII. yüzyılın başında düşünce benzerlik öğesinden hareket etmeyi durdurmuştur. Benzerlik, bilginin formatı olmaktan çıkmış özellikle hata aramada bir fırsat, incelenmediğinde tehlike olarak görülmüştür.

Benzerlik eleştirilerinin nüvelerini Rönesans’ta görürüz. Rönesans’ta, bilginler ve filozoflar, yeni bilgilere vardıracak yeni bir yöntem ararken, Orta çağda skolastiklerin kullandıkları formel mantığa, özellikle de kıyas metoduna ve dolayısıyla benzerlik unsuruna bir tepki göstermişlerdir.

Batı kültürünün tüm epistemesi böylece, temel konuları itibariyle değişmiş bulunmaktadır.304 Kıyas hiyerarşisinin yerine çözümleme ikame edilmiştir. Bundan böyle zihin faaliyeti yakınlaştırmaya değil de, bunun tam tersine, ayırmaya yönelik olacaktır.

Öncelikle tarih ve bilim birbirinden ayrılacaktır. Çünkü “bilmek ayırmaktır”, artık;

“Platon ve Aristoteles’in bütün akıl yürütmelerini okuduğumuzda, öğreneceğimiz bilim değil tarih olacaktır.”305 Burada “İlkçağ’a duyulan saygı, felsefede büyük değer verilmiş

302 MICHEL FOUCAULT: Söylemin Düzeni, s. 28.

303 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 102; GEORGE BERKELEY: İnsan bilgisinin ilkeleri üzerine, çev. HALİL TURAN, Ankara: Bilim ve Sanat Yay. 1998, s. 74.

304 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 95.

305 A.g.e., ss. 96-97; RENE DESCARTES: Aklın Yönetimi için Kurallar, çev. ENGİN SUNAR, 2. bs, İstanbul 2014, s. 8.

olanların otoritesi ve genel oybirliği, insanları bilim alanında ilerlemekten alıkoymuştur”

diyen Bacon’ı hatırlayalım:

“Yine ilkçağa duyulan saygı felsefede büyük değer verilmiş olan insanların otoritesi ve bunun sonucunda oluşan genel düşünce birliği insanları bilim alanında ilerlemekten alıkoymuştur.”306

XVII. yüzyıl kültüründe genel bir olgu olan bu durum oldukça kısa bir dönem için

“bazı bilgi alanlarında teorik bir model önermiş olan bir mekanizma olmuştur”. Örneğin aşağıda (emek, yaşam, dil üçlemesinde) göreceğimiz üzere, “dil, varlıklar ortamından çekilerek, şeffaflık ve tarafsızlık çağına” girmiştir. Diğer yandan “biçimleri itibariyle oldukça çeşitli olmakla beraber, ampiriğin matematikselleştirilmesi konusunda bir çaba”

da olmuştur. Her bilginin mathesis ile olan ilişkisi sıralı düzen kurma olanağı vermiştir.

Çözümleme, artık evrensel yöntem değeri kazanacaktır. Leibnizci nitelikler sıralamasına dayalı bir matematik kurma tasarısı ortaya çıkacaktır.307 Foucault’ya göre bütün bu ampirikler; “Batı kültürünün tüm episteme’sinin (…) evrensel bir düzen bilimiyle sürdürdüğü ilişkiler olmadan kurulamazdı.”308 Çünkü Klasik Çağ ile düzen arasındaki (olan) bu ilişki en az Rönesans ile yorumlama arasındaki ilişki kadar önemlidir.309

Tıpkı XVI. yüzyılın hermenötiğinin üzerine semiyoloji eklemleyerek amacının aynı işaretler aracılığı ile bilginin benzerliğinin tanımlanması olduğu gibi, bu ilişki de işaretler yoluyla bütün ampirik bilgileri kimlik ve farklılıkların bilgi alanları (sa'voirs)

306 FRANCIS BACON: Novum Organum Tabiatın Yorumu ve İnsan Alemi Hakkında Özlü Sözler, çev. SEMA ÖNAL, Say Yayınları 2012, ss. 160 (Kitap 1, özd. 84).

307 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, ss. 97-98.

308 A.g.e., s. 99.

309 MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 91.

olarak, düzenle inşa etmektedir.310 Artık onları belirleyen işaretler, bilginin yeni

“hayalleri ve cazibeleri” olarak kabul edilmiştir.

Peki XVII. yüzyılın ilk yarısında değişen ve uzunca bir süre devam edecek olan bu klasik çağın işareti nedir, sorusuna Foucault’nun cevabı şu şekilde olacaktır. “Bilinen veya görülen şeyler arasında onları aniden işaret olarak ortaya çıkaran şeydir; bizatihi varlıklarıdır.” Artık işaret Klasik Çağın hemen başında, “dünyanın bir figürü olmaktan”, benzerlik veya yakınlığın bağı olmaktan çıkmıştır.311

Klasik Çağ işareti, bağlantının kökeni, bağlantı tipi ve bağlantının kesinliği olmak üzere üç değişkene göre tanımlamaktadır. Bu üç değişken, “işaretin etkinliğini ampirik bilgiler alanında tanımlamak üzere”, benzerliğin yerine geçmiştir. Böylece “tüm işaret alanı XVII. yüzyıldan itibaren, kesin ile muhtemel arasında” paylaştırılmıştır, yani artık bilinmeyen bir işaret veya boş ve gizli bir “büyü içeren” markalama olmayacaktır.

Kendisinden daha mutlak ve daha eski işaretlere sahip olan bilginin312 yerine, muhtemelin bilgisiyle adım adım kurulmuş bir işaretler ağına geçmiştir. Böylece Malebranche (1638 – 1715)’dan, Berkeley (1685 – 1753)’e ve oradan Condillac (1714 – 1780)’a sonunda artık “Hume (1711 – 1776) mümkün olmuştur.” diyecektir Foucault.313

Özetle Foucault’ya göre, Malebranche’tan İdeolojiye kadar (yani XVIII. yüzyılın sonuna kadar) olan klasik felsefe aslında tamamen bir işaret felsefesidir. Bu, daha sonra temsile doğru evrilecektir. Çünkü “işaret klasik çağdan itibaren, temsil etmenin temsil

310 A.g.e.

311 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 100.

312 Bilgi diye tercüme ettiğimiz “erkenntnis” aslında tam olarak bilginin ardındaki nedeni anlamak anlamına gelmektedir. Erkennen = tanımak, anlamak

313 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 102; MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 94.

edilebilir olması içinde ‘temsil edilebilirlik’tir,”314 yani düşüncenin tümüyle birlikte genişleyerek onun içerisine yerleşecektir. Bunun birtakım sonuçları olmuştur. Ancak konumuzun sınırları gereği onlara burada girmiyoruz. Burada sadece bize kadar ulaşan son sonuca değinerek dışlama sistemlerine devam edeceğiz.

Sonuç olarak, doğruluk istencinin “tıpkı öteki dışlama sistemleri gibi, kurumsal bir desteğe” dayandığını yukarıda belirtmiştik. Dolayısıyla eğitim gibi, “kitapların, yayın dünyasının, kitaplıkların oluşturdukları sistem gibi, geçişin bilim cemaatleri, bugünün laboratuvarları gibi bütün bir uygulama yığını ile bilginin bir toplumda devreye sokuluş tarzıyla, değer alış, dağıtılış, paylaştırılış ve atfediliş tarzıyla” bu süreç derinden yönetilmekte, yönlendirilmektedir. Böylece, “kurumsal bir taşıyıcı ve dağıtıma dayanmış olan bu doğruluk istenci diğer söylemler” üzerinde bir tür baskı gücü uygulama eğilimindedir. Simgesel bağlamda Foucault şu kadim Yunan ilkesini anımsar:

“Aritmetik varsın demokrasiyle yönetilen sitelerin uğraşı olsun, zira eşitlik ilkelerini öğretiyor, ama değil mi ki eşitsizlik içindeki oranları kanıtlıyor, oligarşilerde yalnız geometri öğretilmelidir.”315

2.2.2. Bilgi - İktidar Bağının Doğuşu

Batı edebiyatının yüzyıllardan beri, doğaldan gerçeğe doğru evrilmesi, bilimden, yani ‘doğru söylem’den destek aramak zorunda kalması, aynı şekilde ekonomik uygulamaların XVI. yüzyıldan bu yana, ahlak olarak yasalaştırılan kurallar ve reçetelerden nasıl bir zenginlikler ve üretim kuramı üzerine yapılaşmaya, akılcılaşmaya ve kendi kendini doğrulamaya çalışmış olduğu, yine aynı şekilde ceza sisteminin, önce bir hukuk kuramı içerisinde daha sonra XIX. yüzyıldan itibaren sosyolojik, psikolojik,

314 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 109.

315 MICHEL FOUCAULT: Söylemin Düzeni, s. 29.

tıbbi, psikiyatrik bir bilme içinde aramış olduğu, bütün bu zemin kaymalarını, bu

“düzenin” bir yansıması olarak düşünür Foucault.

Ona göre, XIX. yüzyıl önemli bir aşamaya, bir evrenin başlangıcına işaret eder.

Özellikle XIX. yüzyılda, insanın, bütün nesnel değer yaratımının (yani bilgi üretiminin) bizzat kendisinin kurucusu olduğu düşüncesi kollektif bilinçte yaygınlaşmıştır. Çünkü

artık Monarşiler dünya sahnesinden silinmiştir. Oysa monarşi, iktidarın kendisine miras yoluyla kalan birisinin icra ettiği bir politik sistemdi. Dolayısıyla yönetmek için, iktidarlığını koruması için hesap vermesi gereken, sorumluluğu olduğu bir özne henüz yoktu. Mutlak monarşinin sona ermesiyle birlikte iktidar, yavaş yavaş ekonomik, toplumsal ve demografik süreçlerin bilgisini içeren belirli bir “iktidar bilgisi” üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu şekilde iktidar, artık bilgi ile bağlantı kurmaya başlamıştır. Bu, Foucault’da analizin son noktası olan Devlet iktidarını, bilimlerin disipliner ve normalleştirici biçimi içinde zorunlu dönüşüme uğratmıştır.316

Devleti yakından ilgilendiren siyaset ve ekonomi bilimi ile beşerî bilimler büyük bir Rönesans yaşarlar, çünkü artık iktidar sahipleri, bilgi olmaksızın hükümdarlık edemeyeceklerini fark ederler. Bu nedenle iktidarın kalitesi bilgiye bağlıdır. Buradan Foucault’nun söylemleri değerlendirirken ne yapmaya çalıştığını daha kolay bir biçimde görürüz. XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın ilk yarısında, siyaset biliminin kaçınılmaz bir şekilde ekonomik gelişime bağlanarak ekonomik kalkınmaya yol açması gerekiyordu.

Yirminci yüzyılın sonlarına gelindiğinde artık dünya klinik bir modele doğru ilerliyor ve iktidar terapisttik (tedavi edici) bir işlev üstleniyordu. İktidar sahiplerinin işlevi, bireyleri

“doğru” bir “toplumsal eğitim” çerçevesinde gelişim süreçlerine uyarlamaktır, yani normalleştirme ve dışlama sistemi içerisinde iktidar, insanda doğuştan veya daha

316 QUENTIN SKINNER (ed.): Çağdaş Temel Kuramlar, İstanbul: İletişim Yayıncılık 2013 (Politika Dizisi 113), s. 101.

sonradan ortaya çıkmış “kusurlarını”, “anormalliklerini” tanıma ve bunları tedavi etme görevini üstlenmiştir.317

Örneğin tıbbi tedavi bir baskı biçimidir. Bugün psikiyatrist, neyin “normallik”

neyin de “delilik” olduğunu kategorik olarak belirleyen kişidir. Tıpkı bunun gibi, aslında dünya da iktidarların psikolog olduğu ve insanların da hasta olduğu büyük bir kurumdur.

Gün geçtikçe, kriminologların, psikiyatristlerin ve insanların zihinsel davranışlarını araştıran diğerlerinin rolü genişlemektedir. Dolayısıyla bu yüzden XIX. yüzyılın sonlarına doğru iktidar yeni bir işlevi, yani tedavi etme görevini üstlenme sürecine girmiştir.318

2.2.3. Öznenin Üç Büyük Tarihsel Pozitifliği: Emek, Yaşam, Dil

Foucault özellikle Ekonomi, Biyoloji ve Dil Bilimi alanlarından örnekler vererek bu normalleşme durumunu göstermeye çalışır. Ona göre bütün bu disiplinler öyle ya da böyle bu “normalleştirme” ya da dışlama sisteminden hakkına düşen payı almıştır.319

XVII. yüzyıl klasik zenginlik analizinde, bir nesnenin değeri yalnızca değişim açısından düşünülmüştü, ancak bu durum çalışmanın katma değer prensibinin benimsendiği XIX. yüzyılın derin yapı modelinde değişikliğe uğramıştır. Nesneler artık onlara yapılan yatırımlar doğrultusunda bir katma değere sahiptir. İktisat alanında David Ricardo (1772 – 1823), insanı emek ve üretim üzerindeki dikkatin merkezine koydu.

Böylece şeylerin değerinin tespiti Klasik Çağ’da olduğu gibi ne kendisinde ne de değişim içinde yatmaktadır, ona ayrıca “emek-değer teorisi” gereğince insan emeği eklenecektir.

317 MICHEL FOUCAULT: Schriften II (Dits et écrits), s. 539.

318 A.g.e., s. 540.

319 MICHEL FOUCAULT: Söylemin Düzeni, ss. 29-30.

Ricardo, insanı merkeze alarak XIX. yüzyıl epistemesinin çalışma kavramına vurgu yapmıştır.320

Klasik doğa bilimi, bitkiler ve hayvanlar gibi doğadaki farklılıklar ağıyla ilgili bir sınıflandırma sistemi ile ilgiliydi. Carl von Linné (1707 – 1778), Georges Buffon (1707 – 1788) gibi doğa bilimcileri bir tablo üzerindeki canlıları öğelerini ve özelliklerini birbirleriyle karşılaştırarak bariz fenomenlerine göre sınıflandırıyorlardı.321

Öte yandan, XIX. yüzyıl biyolojisinde, doğanın sadece görünüşlerle yetinmediği, fenomenlerin artık çok önemli olmadığı görülür. Bu dönemde daha ziyade, vücutların en derin noktalarını keşfedebilmek için onu açmaya ve içten incelemeye başladılar. Tüm görünümün ardında, tüm anatomi temeline dayanarak, organların tüm düzenlerinin görülebileceği ve anlaşılabildiği, hayatın gizli ilkesi yatmaktadır. Organların işleyişi, etkileşimleri, bir varlığın organizasyonu, nesneler arasındaki dışarıdan görülebilen farklılıkların karşılaştırılmasından daha önemliydi.322

Öte yandan dilbilimde, ekonomi ve biyolojide olduğu gibi benzer bir paradigma kayması görülebilir. Klasik dilbilimde, şeyleri sınıflandırmak için hangi dilin en iyi kullanılabileceği incelenmiştir. Örnek olarak, Leibniz'in (1647 – 1716) tamamen mantıklı bir dil geliştirme çabası (characteristica universalis) gösterilebilir. Burada dilin kendisi hiçbir anlam üretmemektedir. Ancak XIX. yüzyılda dilbilimciler, dilin bir kültür tarafından belirlendiğini, öznel ve tarihsel anlamlarla dolu köklü bir kaynağa dayandığını iddia ettiler. Dil, tam olarak eylemde ortaya çıkan (Humboldt (1767–1835)’un saf

320 MICHEL FOUCAULT: Bilginin Arkeolojisi, s. 198; REINER RUFFING: Michel Foucault, s. 46; MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, ss. 212; 310.

321 MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 184; REINER RUFFING: Michel Foucault, ss. 46-47.

322 MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 329; REINER RUFFING: Michel Foucault, s. 47.

ergon’un aksine energeia’sı) bir “halkdili” ne dönüşmüş ve sonunda ulusal bir ruhu ifade eder olmuştur.323

Böylece, ekonomide emek, biyolojide yaşam kavramında olduğu gibi dilsel yansımada da aktif ve dinamik etkinin oyuna sokulmasıyla bunlar ön planda kalmışlardır.

Artık insan kendi diliyle eyler ve kendi dilinde öznelliğini ortaya koyar. Foucault’ya göre batı epistemesinin derinlemesine ayıran bu durum, modernliğin bu düşüncesi, tehlikeli yönler içermektedir.324

Özetle, Foucault'nun bakış açısından, 18. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar uzanan süreçte episteme, bir “düzen” paradigmasından, “derinlik” paradigmasına dönüşmüştür.

“Dolayısıyla, Batı kültürü artık kimliklerden, ayırt edici özelliklerden değil (…) nedensellik ve tarihin büyük gizli güçlerinin (…) konuşulduğu bir derinlik icat etmektedir."325 XIX. yüzyılın epistemesi artık Klasik Çağ’da olduğu gibi fenomenlerin sorunsuz sınıflandırmasıyla değil, insanlığın varoluşunu (Dasein) belirleyen bu süreçleri (yaşam, emek, dil) bulma yoluna gitmiştir. “Emek, yaşam ve dil, her biri

“Transzendentalien”326 gibi görünür ve canlı varlıkların nesnel deneyimi, üretim yasaları

323 MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 362; REINER RUFFING: Michel Foucault, ss. 46-47.

324 MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 351 vd.; REINER RUFFING: Michel Foucault, s. 47.

325 MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 308.

326; Kitabın Türkçe çevirisinde (Kelimeler ve Şeyler, s. 344) “aşkınlık” olarak çevrilen bu kavramı orijinal haliyle “Transzendentalien” kullanmayı tercih ettik. Bunun nedeni;

Öncelikle Foucault kendisi kavramı tırnak içinde vermiştir. Ortaçağ Latincesinden transcendentalia kökünden gelen ve çoğunlukla çoğul haliyle (Transzendentalien) şeklinde kullanılan kavram, köken olarak Ortaçağ skolastikciliğine dayanır. Anlam olarak bütün ampirik tanıma öncesi tüm varlıklara ait bir mod olan temel özelliği ifade eder.

Thomas Aquinas De Veritate’deki klasik tanımında bu “Transzendentalien”ı altı bölüme

ve dilin biçimlerini etkinleştirmek olarak ortaya çıkmaktadırlar.”327 Foucault için bu tarz bir episteme tehlikeli bir kavramdır. Çünkü bu şekilde bilginin bu antropolojik biçimine uymayan her şey engelleyici ve lüzumsuz şeyler olarak kabul edilerek dışlanmaktadır.328

“Yasaklanmış söz”, “deliliğin paylaşımı” ve “doğruluk istenci”, söylemin maruz kaldığı bu “üç büyük dışlama sistemi” arasında, Foucault’nun neden en çok bu üçüncüsünün üzerinde durduğu böylece daha açık görülür. Bunun nedeni, doğruluk istencinin diğer ikisini kendine mâl etmesiye çalışması, böylece yüzyıllardan beri diğer ikisinin bu üçüncüsüne doğru kayması ve “en sonunda da doğruluk istenciyle aşılmış oldukları ölçüde durmadan daha zayıf, daha belirsiz hale gelmesi”, buna paralel olarak doğruluk istencinin ise, durmaksızın daha çok güçlenmesi, daha derin önü alınmaz hale gelmesindendir. Tabi bir de bütün bunların yanında üzerinde en az konuşulanın o olması durumu da vardır. Sanki “doğruluk istenci ve gösterdiği değişiklikler doğruluğun kendisi tarafından zorunlu oluşumu içerisinde maskelenmiştir”.329

2.2.4. İktidar - Söylem Antinomisi

Öte yandan tekrar iktidar bağlamına dönecek olursak, Antik Yunan’dan beri, herhangi bir söylem arzuya yanıt verenin ya da iktidarı kullananın söylemi değilse, o halde orada doğru söylemden bahsetmiş olamayız yani arzudan kurtarıp, “iktidardan azat ettiğimiz doğru söylem kendisinde dolaşan doğruluk istencini tanıyamaz”.

ayırmıştır. (De Veritate, 1.1 c). Buraya atfen kavramın tanımı güncel Almanca sözlükte:

“varlıkların bütün türlerinin üzerindeki 6 temel tanımı” şeklinde tarif edilmektedir.

bk.: https://www.duden.de/rechtschreibung/Transzendentalien

327 MICHEL FOUCAULT: Die Ordnung der Dinge, s. 301; MICHEL FOUCAULT: Kelimeler ve Şeyler, s. 344.

328 REINER RUFFING: Michel Foucault, ss. 47-48.

329 MICHEL FOUCAULT: Söylemin Düzeni, s. 30.

Çünkü ona göre bu şekilde “bilginin ancak iktidar ilişkilerinin askıya alındığı yerde olacağını ve bilginin ancak onun emirlerinin, taleplerinin ve çıkarlarının dışında gelişebileceğini düşündüren koskoca bir gelenekten de vazgeçmek’ gerekmektedir”, yani burada bir “Ouroboros” efekti mevcuttur. İktidar bilgiye, bilgi de iktidara sürekli eklemlenir. Bir taraftan iktidar sürekli bilgi üretirken diğer yandan üretilen bilgiler sürekli iktidar etkilerine yol açmaktadır.330 Foucault’nun kendi ifadesiyle:

“İktidarın dolaylı ya da dolaysız bilgi ürettiğini, iktidar ve bilginin birbirlerini doğrudan içerdiklerini; bağlantılı bir bilgi alanı oluşturmadan iktidar ilişkisi olamayacağını, ne de aynı zamanda iktidar ilişkilerini varsaymayan ve oluşturmayan bir bilginin ve bilgi alanının olamayacağını kabul etmek gerekir.”331 Sonuç olarak tıpkı Nietzsche'nin etik tanımı gibi Foucault da özellikle beşerî bilimler eksenindeki bilgiyi her zaman ve her yerde yaygın bir güç mücadelesinde sanki bir silah olarak kullanıldığı şeklinde tanımlamaktadır.332 Bu o kadar ileri gitti ki, beşerî bilimlerin amacı, insanın doğadaki diğer canlıların aksine, özgür, eşsiz, kendine özgü

yanını ifade etmekti, fakat gerçekleştirilmek istenen bu durum, hedeflerin neredeyse tersine karşılık geldi. İnsan, bilincinde öznenin özgürlüğünü ve otonomluğunu bulmak yerine, insanlara hükmeden bilinçsiz hareketler ve dürtülerle karşılaşmıştır.333

330 VEDAT ÇELEBİ̇: “Michel Foucault’da Bilgi, İktidar Ve Özne İlişkişi”, in: Sos. Ve Beşeri Bilim. Derg. 5/1 (2013), ss. 512-523, hier s. 521.

331 MICHEL FOUCAULT: Hapishanenin Doğuşu, s. 65.

332 HUB ZWART: Technocratie en onbehagen, s. 29; FOUCAULT: Schriften II (Dits et écrits), s. 539.

333 REINER RUFFING: Michel Foucault, s. 48. Daha sonra geç döneminde vermiş olduğu bir röportajda Foucault, bu felsefesinin merkezi fikrini detaylandırır bk.: MICHEL

FOUCAULT: Schriften: in vier Bänden = Dits et écrits, c. 4 (1980–1988), hrsg. v. Daniel DEFERT ve François EWALD, çev. Michael BİSCHOFF vd., 1. Aufl bs, Frankfurt am Main:

Suhrkamp 2001, s. 847; Çıkış yollarından birisi öznesiz dil yaratmak olmuştur. Örneğin

“Birey hiç kuşkusuz, toplumun “idelolojik” temsilinin kurmaca atomudur; ama aynı zamanda, iktidarın “disiplin” denilen bu özgün teknolojisi tarafından imal edilmiş olan bir gerçekliktir. İktidarın etkilerini her zaman olumsuz terimler tasvir etmekten vaz geçmek gerekmektedir: iktidar “dışlamakta”, “bastırmakta”,

“püskürtmekte”, “maskelemekte”, “soyutlamakta”, “sansür etmekte”,

“saklamakta”dır. İktidar fiili durumda üretmektedir; hakikiyi üretmektedir, gerçeğin nesnelerinin ve ayinlerinin alanlarını üretmektedir. Birey ve ona ilişkin olarak elde edilebilecek bilgi bu üretime aittir.”334

2.2.5. Tözden Forma Evrilen Özne

Özne ve İktidar adlı makalesinde Michel Foucault, özne temasının tüm çalışmasının temel itici güc olarak görülebileceğini belirtmiştir. Foucault’nun özne anlayışını, kültürel ve tarihsel olarak belirlenen ampirik Ben olarak özetleyebiliriz.

“Özne kelimesinin iki anlamı vardır: başkasının boyunduruğu altında bağlı ve ona tabi olanı ifade eden özne ve; bilinç ve kendilik bilgisiyle kendi kimliğine bağlı olan özne.”335

modern etnolojide Claude Levi-Strauss, Dil Bilim ve Lacan’ın psikoanalizinde artık insan değil yapı söz konusudur. Aynı şekilde Nietzsche, Hölderlin, Mallarme, Artraud gibi yazarların eserleri öznesizdir. Sonuç yasakları modern edebiyatta Kafka, Roussel veya Beckett de belli olan öznesiz bir dildir. “Edebiyat XIX. yüzyıldan itibaren, dili varlığı içinde gün ışığına çıkartmaya koyulmuştur. (…) Dil bundan sonra başlangıcı ve bitişi olmadan ve vaat taşımadan gelişecektir. Edebiyatın metninin günbegün çizdiği, işte bu boşuna ve temel mekanın güzergahıdır.” (Kelimer ve Şeyler, s. 82 / OD77)

334 MICHEL FOUCAULT: Hapishanenin Doğuşu, s. 286.

335 FOUCAULT: Schriften IV (Dits et écrits), s. 275.

Benzer Belgeler