• Sonuç bulunamadı

Öznenin Kendisini Nesne Üzerinden Tekrar Tasarlaması

4. ADEM DÜNYANIN AYNASIDIR

4.2. Öznenin Kendisini Nesne Üzerinden Tekrar Tasarlaması

Kendinden menkul bir güzellik oldukça ilkel bir estetik anlayışıdır. Hatta şöyle söylemek daha uygun olurdu. Kendinden menkul güzellik estetikle ilgili bir tartışma değildir. Yakın zamana kadar herhangi bir nesne, estetik değeri ile ilgili bir tartışmanın konusu bile değildi. Bugünkü estetik anlayışımız –biz her ne kadar bu anlayışla mağara resimlerini bile değerlendiriyor olsak da - temelleri Kant tarafından atılmış bir estetik anlayışıdır.8

Kant Yargı Gücünün Eleştirisi’nde her ne kadar esas derdi başka olsa da modern estetiğin babası kabul edilecek kadar katkı yapmıştır. Eva Schaper’in Beğeni, Yücelik ve Deha adlı makalesindeki “Böylece estetik takdirden ve estetik övgüden söz ettiğimizde, Kant’ın araştırmasının merkezindeki sorunla karşı karşıya gelmiş oluruz. Bu beğeni sorunudur (…) Onsekizinci yüzyıl diliyle beğeni sahibi olmak, bir takım kurallara körü körüne bağlı kalmaktan değil, bireysel kanılara dayanarak bağımsız bir yargıda bulunabilmekten geçiyordu” (Schaper, 2008). yorumu üzerinde durmak istiyorum.

Öncelikle bağımsız yargıda bulunmaktan ne anlamalıyız? Bu bizi kişinin nasıl kendisi olacağı sorusuyla baş başa bırakır. Bireyin kendisi olması ne demektir? (Bu tartışmada özgürlük olarak ele alınabilir.)

Ben bu noktada Kant’ın estetik anlayışını daha fazla anlatmayı gereksiz buluyorum onun yerine Kant’ın dizgesine uyan iki farklı estetik kavrayıştan bahsetmek istiyorum. Đlk olarak farklı bir tartışmayı zorlayalım ve mimarinin, çevresini kavrayışından bahsedelim. Daha sonrada Worringer’in iki kutuplu estetik kavrayışının arkasında Kant’ın kategorilerini oluşturan düşünce sisteminin bulunduğu göstermeye çalışalım.

4.2.1. Yapıların birbirlerini bildiğine dair

Mimarın, tasarımcının çevresi ile ilgili oluşturduğu estetik yargıları bir kenara atalım ya da kullanıcı diye andığımız öznelerin düşündüklerini bir an olsun kendilerine saklamalarını rica edelim. Farklı bir işe koyulalım. Mimarinin yani bir yapının çevresini kavramasından bahsedelim. Bu durumda şunu iddia eder durumda olmalıyız: Mimari yapılar aslında yargı üretirler. Mimari yapı kendisi yargı ürettiğini

8 Deleuze, bu yorumu Kant üzerine dört ders kitabında yapmıştır. Aynı yorum Eva Schaper tarafından

52

bilemez ancak bu yargı üretmesine engel değildir. Yapı tek bir yargıyı sürekli üretir. O da bulunduğu yerde olma sebebidir. Bir yapı bize sürekli neden orada olduğunu söyleyip duracaktır. Bu durumda bir yapıya baktığımız zaman onunla ilgili öznel olmayan bir şeyler söyleyebilmeyi ummalıyız. Bu da tezin en başında söz ettiğimiz konuya geri getirir bizi. Mimarinin anlamı nedir? Anlam ancak yapıyı oluşturan dil olabilir. Bu durumda anlam yargıyı üretmemizi sağlayan şey haline gelir ki ancak bu şekilde öznel tasarımlardan ayrılır. Yapı kendisi bilmese de dünyayı yansıtır. Yapı bu noktada bu yansıtma biçimi ile ilgili özgün bir tasarım yapamaz.

Örneğin altın oran takip edilerek inşa edilmiş bir yapının yanına aynı oran sistemi ile yapılmış bir yapı inşa edildiğinde bu iki yapı birbiri ile yapısal oranları üzerinden bir ilişki kuracaktır. Bu ilişkiyi şu şekilde isimlendirebiliriz. Bu yapı diğerini biliyor. Bu ilişki sadece oran sistemleri ile kurulmaya mecbur değildir. Birçok başka şekilde kurulabilir. Ancak ne zaman ki iki yapının arası boştur yani birbirleri ile ilişki kuramıyorlardır; o zaman bu yapılar için birbirlerini bilmiyorlar denebilir. Ben tezimin genel yapısı içinde yapılar arasındaki ilişkiyi dil veya form oluşturan biçimler düzeyinde inceliyorum. Yoksa bir meclis yapısı ile bir kütüphane yapısı arasında çok çeşitli sosyal ilişkiler vardır. Ancak bu tür ilişkiler bu bölümde ve tezin genelinde tartışılmayacaktır.

Bir yapının diğerini bilmesi yani diğerini yansıtması estetik değer oluşturur mu? Yapı bunu yapamaz, beğeni geliştirtemez. Beğeniyi oluşturmak yapıları değerlendiren kişiye kalmıştır. Bu durumda şöyle bir estetik anlayışı oluşturulabilir. Yapının oluşturduğu veya yapıyı oluşturan dile dair bir beğeni geliştirilebilir. Bunun örneğini tezin önceki bölümlerinde vermiştik. Saarinen’in TWA binasını belli bir düzeyde beğenirken yapıyı oluşturan düşünce sistemini eleştirmiştik. Çünkü yapı kendisini bir imajı taklit ederek oluşturmaktadır. Bunun kısır bir metafor olduğunu söylemiştik. Oysa Mies Van Der Rohe’nin Edith Farnsworth evi için tam tersini ifade ettik. Formun sadeliğinin yapının çevresi ve birey ile kurduğu ilişkiyi nasıl zenginleştirdiğini anlattık o zaman bu şekilde ifade etmedik ama şimdi söyleyebiliriz Mies Van Der Rohe’nin evi TWA Binası’ndan daha çok şey bilmektedir. Bu sebeple kendisine dair öznel tasarımlar yaparken bize daha geniş alan bırakmaktadır ve bu sebeple Edith Farnsworth’un beyaz evi hayata dair olarak tasarlanabiliyor.

53 4.2.2.Kategoriler ve estetik

Worringer iki kutuplu estetik anlayışını ortaya koyarken acaba Kant’ın kategorileri geliştirmek için kullandığı düşünce biçimini mi kullandı?

Worringer Kant’ın Bruke’un ve Theodor Lipps’in estetik üzerine söylediklerini kabul eder fakat eksik bulur. Lipps estetik haza, öznenin kendisini nesnenin içinde bulması ile mümkün olduğunu iddia eder. Bu anlayış ‘empathy’ olarak kavramsallaşır. Kant’ın estetik anlayışının temellerini ise zaten az önce açıkladık.

Worringer’in eksik bulduğu şey aslında bir diğer kutuptur. Özdeşleyim (empathy) tek başına sanat eserlerine karşı estetik alanına ait bir duygu geliştirmek için yeterli değildir. Worringer özdeşleyimin karşısına soyutlama kutbunu yerleştirecektir. Soyutlama bir şeyin ne olduğuna karar verilmesidir. Özdeşleyim bir karmaşa alanı iken soyutlama bir huzur alanıdır9.

Worringer’in bu tavrı estetik alanı için bir dönüm noktasıdır çünkü bu şekilde soyut sanatlar, örneğin neredeyse Đslam sanatlarının çoğu diyebiliriz, sanat tarihi içinde uygun bir yer alacaktır.

Worringer’in estetik kuramının mimari üzerine söyleyecekleri vardır. Ancak ben önce başka bir alana, Kant’ın nitelik kategorisine yönelmek istiyorum. Bu şekilde yapmak istediğim kutuplu düşünmenin ne demek olduğunu anlatmaya çalışmaktır. ‘Her şey tektir’ önermesi aklımın çalışma biçimi ile ilgili bir önermedir. Akıl bir taraftan her şeyi birbiri ile bağlantılı kılmaya çalışır. Evimdeki tencere ile sokaktaki gazoz kapağı arasında akıl hemen bir ilişki oluşturur.

‘Teklik bütün olarak kabul edilen çokluktan başka bir şey değildir’ Kant’ın nitelik kategorisi olarak karşımızdadır. Dünyayı çokluk olarak kavramak ancak onun içinde olduğum sürece mümkündür. Konuya biraz zarar verme pahasına basit bir biçimde anlatmak istiyorum. Karşımda bir grup insan var. Bu insanları birer birer kavramaya çalışmak demek onları içerden kavramak demektir. Bir tanesi kırmızı kazak giymiş bir diğeri uzun boylu gibi. Ancak ben karşımda bir grup insan var dersem bu durumda onları dışarıdan kavramış olurum. Farklı bir biçimde söylemek gerekirse bir şeyi içten kavrayarak asla onun ne olduğunu söyleyemem. Aynı şekilde bir şeyi

9 “Modern estetik’in Archimedes noktası, insanın sanat duyarlılığının daha çok yalnız bir kutubunda

bulunur. Eğer karşı kutuptan doğan çizgilerle birleşirse, ancak o zaman, modern estetik kuşatıcı bir estetik sistem biçimi kazanabilir. Bu karşı kutup olarak, biz, insanın özdeşleyim içtepisi yerine soyutlama içtepisinden kalkan bir estetik’i görüyoruz.

54

dıştan kavrayarak da o şeyi başka bir şeyle ilişkilendiremem. Bu durumda fenomenlerin dünyayı içten kavrama çabası olduğunu söyleyebilirim bu durumda da numen bir dıştan kavrama haline gelir. Her şeyi daha enteresan kılan bu iki durumun birbirlerinden türetilemeyecek olmasıdır. ‘Mekan zamanın kesitleridir’ dediğimde tam anlamıyla kutuplarla düşünüyorum demektir. Bu durumda mekan içten kavrayış haline gelirken zaman dıştan kavrayışın tarafındadır. Worringer’in soyutlama ile ilgili zamanın mekan haline gelmesi şeklindeki yorumunu yazdıklarımı destekler nitelikte buluyorum. Worringer’in estetik teorisi bu durumda kendi oluşturduğu iki kategori üzerine kurulu bir teori haline gelmiştir. Bu teori mimarlık üzerine sistemli yorumlar yapmıştır.

Kutuplu estetik anlayışının en enteresan yorumlarından birisi malzemeye dair olanıdır. Bu konuya gelmeden önce form üzerine bir kaç örnek vermek istiyorum. Đkinci bölümde üzerinde durduğumuz Malevich’in Siyah Kare’si soyutlamanın en güzel örneklerinden birisidir. Malevich’in soyutlamasında hiçbir tereddüt yoktur. Bunun yanı sıra Hokusai’nin Fuji Dağı’nın Otuz Altı Manzarası serisi kıvrımları ve arayışları ile bizi özdeşleyime yöneltmektedir. Düz çizginin kararlılığı soyutlamayı işaret ederken kıvrımların kararsızlığı bizi özdeşleyime yöneltmektedir.

Şekil 4.4: Sürüngenler

Escher’in Sürüngenler (Şekil 4.4) adlı grafiğine incelersek farklı düzeylerde soyutlama ve özdeşleyim okumaları yapabileceğimizi görürüz. Tek tek geometrik

55

biçimler bizi soyutlamaya yöneltirken bu şekillerin içine yerleştirilmiş figürler bizi tekrar özdeşleyime yöneltecektir. Ancak bu içlerinde figürler olan geometrik figürlerin sonsuzca çoğalması tekrar soyutlamayı işaret edecektir.

Mimaride çok daha rahat okumalar yapabiliriz. Mısır mimarlığının en meşhur yapıları piramitler mimarlık tarihi içinde en üst düzeyde soyutlamayı ifade eder. Worringer bu soyutlama ihtiyacının boşluk korkusundan kaynaklandığını ifade etmektedir. Mısırlıların soyutlama ile ilgili tavrı aynı zamanda bize malzemeyi hatırlatır.

Yunan tapınağına gelince, Dor düzenden Đon düzene doğru ilerledikçe soyutlamadan özdeşleyime doğru gitmektedir. Kabartmaların yapıdan yavaş yavaş ayrılması soyutlamadan uzaklaşıldığının işaretidir. Aynı anda malzeme önemini yitirmektedir. Taş veya mermer artık malzemenin hissini vermez. Sarmallar halinde ilerleyen yaprakların hafifliği taşın sertliğini göstermez.

Benzer Belgeler