• Sonuç bulunamadı

ÖZERKLİKVE ÖZGÜRLÜK

Belgede Richard Sennett. Otorite (sayfa 120-129)

Özerkliğin böyle güçlü duygulara yol açmasının nedenlerinden biri, insanların, özerkliğin özgürlük anlamına geldiğine inanmalarıdır.

Boston'da bir işçi bana şunları söylemişti: "Seni itip kakabildikleri

sü-�

rece, sen bir hiçsin." Sıradan insanların kafasında şu vardır: Etki akışını denetlernek egemen olma zevkinden çok kendini denetleme şansı sağlar. Özerklik, dış dünyaya karşı bir duvar örer; insan bir kere siper aldı mı, istediği gibi yaşayabilir.

Amerika'daki Demokrasi Üzerine adlı kitabının ikinci cildinde Toc­

queville, özerkliğin özgürlük olduğu inancı hakkında ilk yazan kişi olmuştur. Tocqueville'in Jackson dönemi ABD 'sini tanımlayışının çağdaş okuyucuya geçmişin bir portresi gibi değil de içinde bulundu­

ğumuz çağın nüvesi gibi gelmesinin bir nedeni de bu temadır. Toc­

queville bu inancı tanımlamak için kendi döneminin terminolojisini kullanır; özgürlükten "bireyciliğin" hedefi olarak söz eder; ancak bi­

reycilikle kastettiği, çağdaşlarının bu sözcükten anladığı şey değildir.

Amerika'daki Demokrasi Üzerine'nin ikinci cildinin ikinci bölümünün başında Tocqueville, bireycilik ile bencillik arasında şu ünlü ayrımı yapar: Bencillik,

insanın kendisine yönelik tutkulu ve abartılı sevgisidir; kişinin, her şeyi kendisiyle ilişkili olarak ele almasına ve kendi gereksinimlerini diğer her şeyin üzerinde tutmasına yol açar.

Bireycilikse,

her vatandaşın, kendisine eşit insanlardan, kitleden kendisini soyutlaması­

na ve ailesi ve arkadaşlarının oluşturduğu çevreye çekilmesine yol açan huzur verici ve ılımlı bir duygudur. Dahası, kendi rahatı için böyle küçük bir toplum yaratmakla kişi, büyük toplumun işlerinden gönüllü olarak elini çeker.

Bu bireycilik tanımı, Sosyal Darwinciliğin yaptığı, yaşamını sürdür­

mek için çetin, çatışmaya dayalı ve acımasız mücadele gücü şeklinde­

ki tanımla uyuşmaz; hatta tam tersi bir anlam taşır. Bu tanım, Jacob Burckhardt'ın, İtalyan Rönesansı'yla birlikte doğduğunu tasavvur et­

tiği ve modern dönemde daha da güçlenen bireycilik tanımı değildir.

Burckhardt bize, birbirlerinin övgüsünü kazanmaya çabalayan, özel nitelikleri olduğu için birer birey olarak kabul edilmeye çabalayan insanları gösterir. Bu virtus' gösterisi, diğer insanlarla ilişki kurma

is-* (Lat.) Erdem. (ç.n.)

teğini ve güçlü bir topluluk duygusunu içerir. Tocqueville ise bize, istekleri esas olarak yalnız kalmak olan insanları gösterir. Bunlar ne tamahkar girişimciler ne de alkış bekleyen güçlü kişilerdir; kendi ilgi alanlarını, zevklerini ve içten duygularını geliştirmek üzere kendi ba­

şına kalmak isteyen insanlardır.

Tocqueville'in çizdiği bu bireyci insan resmi sevecendir, sıradan insanların yumuşak dürtülerini betimler. Ancak caddeden gelen gü­

rültünün kişinin kendi dünyasında düşüncelere dalmasını engellemesi gibi, kişinin benliğinin kutsal alanını istila eden daha güçlü biri oldu­

ğunda bu bireysel gelişme düşleri paramparça olur. Böylece bu bireyi çok güçlü bir istek sarar. Bu istek, öncelikle, hiç kimsenin başkasını rahatsız etmemesi için toplumdaki iktidar durumunu eşitlemek iste­

ğidir; herkes eşit olursa, herkes kendi ayrı yolunda ilerleyebilir. Tocqu­

eville bunu "demokratik bireycilik" ilkesi olarak açıklar; burada "de­

mokratik" sözcüğü, Tocqueville'in biyografısini yazmış olan ABD'li George Pierson'ın belirttiği gibi "eşit" anlamındadır.

Öte yandan, toplumsal koşullar insanların eşit olmasına izin ver­

miyorsa, ikinci bir savunma hattı vardır. Bu da, kayıtsızlık ya da bir kenara çekilme, yani diğer insanlara karşı isteyerek gösterilen duygu­

suzluktur. Böyle davranırsanız, diğer insanlar size duygusal platformda etki edemezler. Dış dünyada bir mahkum olsanız da, iç dünyanızda istediğiniz gibi davranabilirsiniz. Başkalarına bağımlı durumdakilerin yaşamlarında özerkliği bir özgürlük ideali olarak biçimlendiren şey, işte bu ikinci savunma hattıdır.

Tocqueville'in Amerika'daki Demokrasi Üzerine'sinin ikinci cildinin tamamı bu idealin trajik sonuçlarının kavranmasına ayrılmıştır. Bu sonuçlar hem psikolojik hem siyasal niteliktedir. Psikolojik sonuç şu­

dur: Kişi benliğini, toplumsal ilişkiler yüzünden keşfedemediği büyük bir hoşnutluk ambarı gibi algılar ve tatmin duygusunu sürekli olarak kendi içinde arar.

Kişi, belirli bir andaki deneyimlerinden bağımsız olarak, acele etmediği takdirde, ölüm yüzünden tadamayacağı binlerce başka zevk olduğunu tasavvur eder. Bu düşünce onu tedirgin eder, korku ve üzüntüye yol açar, ruhunu sürekli ürperti durumunda tutar; kişi, her an, tasarılarını ve ya­

şamdaki konumunu değiştirmenin eşiğinde olduğunu hisseder.

Soyutlanmış, huzursuz ve tatminsiz: Özerklik aracılığıyla özgürlük arayışı korkunç bir endişe yaratır.

Bu idealin siyasal sonuçları da aynı derecede yıkıcıdır. Dış dün­

yanın saldırısına karşı çekilen ikinci savunma hattı, iktidarı uzakta tutmaya çalışırken (ki bu birincil önemdedir) kişi, özel yaşamına fazla karışmaması koşuluyla devlete gitgide daha çok yasal hak tanımaya, ona daha geniş bir etkinlik alanı vermeye istekli hale gelir. Bu koşul­

lara uygun bir devlet "mutlak, son derece iyi işleyen, düzenli, uzak görüşlü ve yumuşak" bir devlet olacaktır. Sanıyorum ki Tocqueville

"refah devletçiliği" terimini ilk kullanan yazardır. İşte Tocqueville'in refah devleti tanımı:

Eşitliği eleştirmenin nedeni insanları yasak zevkler peşinde koşturması değil, onları yasak olmayan zevklerin peşine düşürürken tümüyle yutma­

sıdır .. . Dünyada, bir tür iyi niyetli materyalizmin [matfriafisme honn�te]

kurulması olasıdır; ruhu bozmayacak ancak hareket yaylarını sessizce bo­

zacak bir materyalizmdir bu.

Tocqueville'in, insarnarın özerk olduklarında özgür olacakları inan­

cından ürkmesinin psikolojik ve siyasal nedenleri burnardır. Bu inanç insanların hep tatminsiz olmalarına yol açıp ornan yumuşak ve zayıf duruma düşürebilir. Amerika'daki Demokrasi Üzerine'nin ikinci cildin­

de Tocqueville muhafazakarlığının en düşük çizgisindedir; bu inanca saldırgan, rekabetçi bireycilikle değil, daha candan özgürlük düşünce­

leriyle karşılık verir.

Tocqueville'in korkusu, özerklik aracılığıyla özgür olma idealinin, iş işten geçene kadar tehlikenin önemsenmemesine neden olacak kadar etkili olmasıydı. Mesleki durum ve istenen kişilik özellikleri konusundaki araştırmaların sonuçlarına bakılırsa, özerklik inancının yaygırnaşmış olduğu doğrudur. Özerkliği olmayarnarın özerkliğe ver­

dikleri değerin, özerkliğe sahip olduğu düşünülen kişilerin otoritesini güçlendirebileceği de doğrudur. Özerkliğe sahip olanlar daha yüksek­

tir ve özgürdür; özerklik, güçlü bir kişi olmanın ne arnama geldiğini kavramanın bir yoludur. Öte yandan,Tocqueville'in korkusu daha ge­

niş bir bağlama oturtulmalı, yani Batı sanayi toplumunun günümüzde tanıdığı biçimiyle otorite ile özgürlük arasındaki ilişki temelinde ele alınmalıdır.

Otoriteye inanmama özgürlüğüne sahibiz; daha önemlisi, bazı ül­

kelerde bilinmeyen bir özgürlüğe, otoriteye inanmadığımızı açıklama özgürlüğüne de sahibiz. Bu redde neden olan, egemen otorite im­

geleridir. Bir kutupta, apaçık yanlış olan şu görüşe dayalı patemalist otorite imgesi vardır: Otorite, efendinin kendisine bağımlı olanlara, ona minnet duyup boyun eğmeleri karşılığında, çıkarlarına uygun düştüğünde ve kendi koşullarında ilgi göstermesidir. Diğer kutup­

taki otorite imgesi "Senin bakımmı üstleneyim" tarzındaki her türlü iddiadan uzaktır. Bu, kendi kendisinin bakımmı üstlenen bir kişi im­

gesidir. Bu kişi, kendine hakim oluşunu, diğer insanlara kayıtsızlığıyla ya da kendini onlardan uzak tu tuşuyla gösterir; bağımlı olanlar açı­

sından en şiddetli kişisel recllerin duygularına yol açmasına karşın bu süreç yanlış olarak "gayrişahsi davranış" diye acllandırılır. Otoriteler, iktidarı elinde tutan ve herkesin gördüğü kişiler olmak yerine etkiyi biçimlendiren kişilere dönüştükçe, b� reddedişlerin kaynağı olan kişi­

ler, yani başkalarına karşı sorumlu olan ve onlarla yüz yüze iş yapması gereken somut kişiler, modern bürokrasi içinde gitgide daha gizli bir nitelik kazanmaktadır. Bu durumda otorite, başkalarına karşı sorum­

lulukları olmayan otoriter bir varlık, yüz yüze iş yapmayan bir etki tüccarı olmaktadır. Hükümleri hem katı hem keyfi olan bir hakimdir:

Bakış meselesi. Onu özgür kılan şeylerden biri de budur.

Bu otorite imgeleri, kapitalizmdeki temel bazı belirsizliklerin, yani topluluk ve bireycilik terimlerinin anlamındaki belirsizliklerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Otorite imgelerinin hiçbiri bu belirsiz­

likleri kesin biçimde ortadan kaldırmayı başaramamış ve bu başarısız­

lık da bizim özgür kalmamızı sağlamıştır. Führer ve Duçe, toplumdaki uyumsuzlukların yok olması durumunda Avrupa toplumunun neye benzeyeceğini gösteren iki acı derstir.

Bizim sorunumuz, özgürlük alam içinde bir sorundur ve gerçek bir sorundur.Yaşamlarınuzdaki egemen otorite biçimleri yıkıcıdır; bu otoriteler insanların bakımını (başkalarına destek olan sevgi anlamın­

da) üstlenmemektedir. Oysa insanların beslenmek ve seks kadar temel bir gereksinimidir bu. Şefkat ve güven, yetişkinler dünyasındaki bu otorite figürleriyle ilişkilendirilemeyecek niteliklerdir. Bütün bunlara karşın biz gene de özgürüz: Bu niteliklere sahip olmadıkları için efen­

dilerimizi suçlayacak kadar özgürüz.

İşin zorluğu şurada: Otoriteyi reddetme eyleminin kendisi oto­

riteyle bir bağ kurulmasına yol açmaktadır. Otoritelerin gücünden korkmaya dayalı bağlar ya da onların kusurlarını tanımlamak sure­

tiyle bir güç imgesi oluşturma isteği; tatmin edici olmayan bir dizi imgeden, temel otorite gereksinimini tatmin eden bir şeyler çıkarma çabaları. Otoritenin işinin ciddiyeti, onu hipnotize edici bir kişiliğe büründürür. İnsan otoriteye sadık olmayabilir, onun emirlerine aykırı davranabilir; ancak Dr. Dodds ya da Helen'ın durumunda olduğu gibi bu yadsıma eylemlerinin amacı otoriter varlığı tahtından indirmek değil, onun dikkatini çekmektir.

Kuşkusuz mantıklı bir kişi, anlaşılması zor olan ya da karşısında­

kini aldatan bu otoritelerin eline düşmüş olmaktan dolayı kızacaktır;

ancak otoriteleri reddetme tuzağı, sonunda onların ilgisini çekmeyi ummaktan daha kapsamlı bir sorundur. N e kadar iyi niyetli olursa olsun hiç kimse, bir mal satın alır gibi bir başka kişinin bakımını üsde­

nemez. Bir yatırımdan kazanç sağlar gibi bakımınızı sağlayamazsınız.

Ama yanılsama kendisini korur. Tatmin olmayan, mutsuz bir kişi şunu hayal eder: Başka bir yönetici olsaydı, mutsuzluğum sona erecekti;

fark edilerek saygı duyulan bir insan olacaktım. Dr. Dodds, farklı bir patronun, kendisini daha az suçlu hissetmesine yol açacağını hayal eder; Dr. Dodds'a göre sorun, konuşmanın nasıl olduğu değil, patro­

nun kim olduğudur. Muhasebeciler, patronlarının daha güçlü olması halinde işlerini daha çok seveceklerini hayal ediyorlar; oysa çoğu daha önceki işlerinde tam da böyle bir patronla çalıştığı için ayrılmıştır.

Helen'a göre de otorite konumunda olması gereken insanlar hiçbir zaman yeterince güçlü değildi. Bu olumsuzlayıcı imgelem tümüyle varolan düzenin himayesi altındadır. Bu imgelem inanmaz ama hayal ettiği şey farklı bir yaşam tarzı değil sadece farklı bir kişidir.

Tanıma

4

Mutsuz Bilinç

Belgede Richard Sennett. Otorite (sayfa 120-129)