• Sonuç bulunamadı

1.3. FEMEN VE LGBTİ GRUPLARININ MEDYADA TEMSİLİ

1.3.2. Öteki Kavramı

Özne-nesne ilişkisinde insan kendisini merkeze; doğayı da yaşadığı çevreye hükmetme adına öteki konumuna yerleştirdi. Bu duruma tamamen hakim olduğunda ise kendisine başka ötekiler yarattı (Oral, 2014: 168). Kimliğin birleştirme ve ötekileştirme olmak üzere iki özelliği bulunmaktadır. Birleştirmenin özelliği ile kimlik; kendisini aynı toplumsal gruba ait hisseden bireylerin bazı konularda hemfikir olması ve aynılım duygusunu paylaşmasıdır. Ötekileştirme yoluyla gerçekleşen kimlik aidiyetinde ise, bir toplum ya da grup diğerlerinden ayrılır. Başka bir ifade ile ötekileştirilir. Her durumda biri diğeri için ‘öteki’ olmaktadır (Toktaş, 2014: 281). Diğer bir ifadeyle bireylerin kendisini sosyal dünyada nasıl konumlandırdıkları kimlik ile ilgilidir. Yani kimliğin tanımı için her zaman ‘öteki’nin varlığına ihtiyaç duyulmaktadır (Bilgin, 2003: 199).

Kısaca “Öteki kimdir?” sorusuna verilen cevap; aslında herkesin birbirine karşı öteki olduğudur. Ancak en genel tanımıyla öteki; yoksulları, ezilmişleri, toplumdan dışlanmış ama toplumu ayakta tutan insanları tarif etmektedir (İnceoğlu ve Çoban, 2014: 7). “...kendi kimliğimi tanımlamak için öteki özne'ye ihtiyaç duyarım. Öteki'nin benim ne olduğum hakkındaki düşüncesi, benim en mahrem özkimliğimin yüreğine kazınır. Bu yüzden, Lacan'ın büyük öteki kavramının etrafını saran muğlaklık, basit bir kafa karışıklığının ürünü değildir kesinlikle: ... yani bu töz zorunlu olarak öteki özne kılığına bürünerek karşıma çıkar” diyen Zizek, özne diğer bir deyişle kimlik ve öteki arasındaki bağa dikkat çekmektedir (2011: 97).

Bireyin zihninde yarattığı ayrımlar ‘biz’ ve ‘onlar’ı yaratmaktadır ve söz konusu ‘onlar’, ‘biz’e yabancılaşarak ötekileştirmektedir. Başka bir deyişle, kimliğin bilinç düzeyindeki üretimi; ‘biz’ iyi özelliklerle yüklü aidiyetler ile şekillenirken; ‘öteki’ kötü özelliklerle yüklü farklılıklar ile ortaya çıkmaktadır (Ünür, 2015: 67). Öteki ile olan ilişkiler genel olarak aynı şeyler üzerine konumlanmaktadır. Aynı coğrafya, topluluk ya da kamusal alanda var olmayan bir kimlik ve öznenin, biz ve öteki ilişkisini kurması mümkün değildir. Bu ilişki ortak paylaşım alanlarında ya da konularında birey-özne olanların verdikleri mücadeleler sonucunda oluşur ve de mücadele kimlikleri birbiri ile tanıştırırken, biz ve onların tanımlanmasını da sağlar (Çalışkan, 2013: 127).

Zizek öteki hakkında şunları söylemektedir: Öteki konusunda toplumun canını sıkan konunun keyfi organize etme tarzıdır; onların yiyeceklerinin kokusu, gürültülü şarkıları ve dansları, tuhaf tavırları, bazen işleri çalan bir işkolik bazen de başkalarını emeği üzerinden geçinen bir aylaktır. Ancak temel olarak toplumun ya da bireylerin şey'i hem ötekinin ulaşamayacağı hem de onun tarafından tehdit edilen bir şey olarak kavranmasıdır (2011: 215).

Ötekileştirmenin dört temel işlevi olduğundan bahsetmek mümkündür: Gruplar kimliklerini inşa ederken ötekini referans alırlar ve kolektif kimliklerini bunun üzerine inşa ederler; yani birinci işlevi kimlikleştirme işlevidir. İkinci işlevi yansıtmayla rahatlama ya da kimlik yüceltme işlevidir. Bu işlev, bir grubun, dış grupları ötekileştirmesi, grup üyelerinde arınma, rahatlama ve kendini beğenme duygularının yaratılması ile gerçekleşir. Diğer bir işlevi meşrulaştırmadır; grup ötekini meşruiyet dışına atarak kendisini meşruluk kazandırmaktadır. Son işlevi ise sosyal düzeni koruma işlevidir; bu işlevde grup dışındakilere kötü özellikler atfedilir ve toplum içerisinde günah keçisi ilan edilir (Ünür, 2015: 69).

Ötekileştirme hem bireysel hem de toplumsal bir kavram olup; örneğin toplumsal açıdan ele alındığında birinin Fenerbahçeli olması, Beşiktaş takımını tutan bir başkasını ötekileştirmeyi gerektirmeyeceği gibi, bireysel açıdan da Müslüman olan birinin Hıristiyan olan birisini ötekileştirmesini gerektirmez (Toktaş, 2014: 282). Çünkü bir takımı tutmak bireysel bir durum olduğundan dolayı toplumsal

açıdan ötekileştirmenin gerçekleşmesi mümkün olmayacağı gibi; kendini bir dine ait hissetme toplumsal bir olay olup, bireysel ilişkilerde ötekileştirmeyi gerektirmez. Bu açıdan ele alındığında ataerkil bir toplum düzeninde erkeğin karşısındaki kadın öteki ve heteroseksüel ilişkinin karşısındaki eşcinsel ilişki ve bununla bağlantılı olarak da eşcinseller ötekidir. Bu tarz öteki de toplumsal açıdan bir ötekidir ve bireysel ilişkilere yansımak zorunda değildir. Ancak toplumsal açıdan öteki olmak özellikle eşcinseller için ‘sosyal dışlanma’ kavramını da beraberinde getirmektedir.

Öteki, bir nesne, toplumun ya da bireylerin saydamlığını engelleyen ve kimliğin ortaya çıkabilmesi için dışlanması gereken bir lekedir (Zizek, 2011: 96). Bireyler kendilerini toplum içerisinde bir gruba ait hisseder. Bir taraftan ait oldukları gruptaki bireylerle aralarındaki benzerlikleri belirginleştirmeye çalışırken; diğer taraftan da farklılıkları vurgulamaktadırlar. Herhangi bir tehlike durumunda ise kategoriler arasındaki farklılıklar abartılı bir şekilde sunulmakta; böylece aradaki öteki zıtlıklar belirginleşerek serleşmektedir. Bu durum bireyde ‘biz’ ve ‘onlar’ kimliklerinin oluşmasını sağlamaktadır (akt. Ünür, 2015: 61).

Sosyal dışlanmışlık olgusu ilk defa 1970’li yıllarda Fransa kullanmıştır. Gökbayrak’a göre bu kavram, Fransız toplum yapısının özellikleri çerçevesinde, Fransa Sosyal İşlerden Sorumlu Bakan’ı Rene Lenoir tarafından, o dönemde Fransız sosyal koruma ve güvence sisteminin dışında kalan kişileri anlatmak amacıyla ortaya çıkmış ve oradan da diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır (2005: 2). Yeni Küresel ilişkiler çerçevesinde Refah Devleti giderek gerilerken; bireylerin pek çoğu sosyal dışlanmaya maruz kalmış ve doğal hakları olan eşitlik ve hak taleplerini kaybetmişlerdir. Bu şartlar altında ortaya çıkan çalışma koşulları, sosyal diyalog, sosyal dayanışma giderek en az seviyeye inmiş; yoksulluğu azaltma ve fırsat eşitliği stratejileri azalmış ve toplumsal cinsiyetçilik kamusal alanda daha yoğun olarak yaşanmıştır. Buna bağlı olarak da bireyler giderek yalnızlığa mahkum edilmiş, belli kalıplara uyum sağlayamayan ya da sağlamamak konusunda direnen bireyler, toplum tarafından dışlanmıştır (Hekimler, 2012: 2-3).

Esasında sosyal dışlanma, içerik ve kapsadığı konular itibariyle yeni sayılmayacak bir kavramdır. Sosyal dışlanma; yoksulluk, işsizlik, sosyal koruma,

eşitsizlik, ayrımcılık gibi temel sosyal politika konularını kapsaması veya bunlarla ilişkili olması itibariyle ekonomik, sosyal, siyasal tartışmaların ve kamu müdahalelerinin en önemli kavramı haline gelmiştir. Sosyal dışlanma ve karşıtı topluma kabul edilme ve toplumla bütünleşmeyi ifade eden sosyal içerilme, özellikle endüstrileşmiş ülkelerin sınıf yapısını etkileyen değişimler nedeniyle eşitsizliğin çözümlenmesi ve etkilerinin azaltılması noktasında en çok kullanılan kavramlar haline gelmiştir (Sapancalı, 2005: 52).

Sosyal dışlanma kavramı, karmaşık bir süreci ifade etmektedir. Buna ek olarak sosyal dışlanma toplumsal düzeyde, yetersiz sosyal uyumu veya bütünleşmeyi ifade etmektedir. Sosyal dışlanmayı hem kültürel bir süreç olarak hem de ekonomik bir süreç olarak değerlendirenler bulunmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse; küreselleşme, emek piyasalarındaki değişim, gelir dağılımında meydana gelen adaletsizlik, eşitsizliğin artması, sosyal koruma yetersizliği ve göç, sosyal dışlanmanın başlıca nedenlerini oluşturmaktadır. Şahsa bağlı nedenler olarak sınıflandırılabilecek aile yapısındaki değişim, cinsiyete dayalı ayrımcılık, engellilik ve yaş gibi unsurlar da sosyal dışlanmayı ortaya çıkaran nedenler arasında yer almaktadır (Yıldırımalp ve Yenihan, 2013: 1-3).

Bu çalışmada sosyal dışlanmanın cinsiyet ve cinsel yönelim ile ilgili olan kısmı önem arz etmektedir. Başka bir ifade ile bireyler kadın oldukları için ikinci sınıf insan olarak görülebilmekte ve belli konularda sistemin, toplumun dışına atılabilmektedirler. Özellikle söz konusu sisteme uyum sağlamayan ve sağlamamakta direnen kadınlar ya da sistemin olumlamadığı kadınlar sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır. Bunlara örnek olarak ataerkil düzene karşı koyan feminist kadınlar ya da toplumun sözde ahlakına uymayan seks işçileri gösterilebilir. Sistemin dışına atılan, toplum tarafından “hoş karşılanmayan” ve dışlanmaya maruz kalan kadınlar için örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte söz konusu ayrımcılığa cinsel yönelimlerinden dolayı eşcinseller de maruz kalmaktadır. Hegemonik erkekliğe zarar verdiği düşünülen geyler ve toplumun ahlaki yapısını ve düzenini bozduğu düşünülen eşcinseller toplum tarafından yine dışlanmakta, aşağılanmakta ve ötekileştirilmektedirler. Her türlü medya organıyla da bu dışlanmalar ve

ötekileştirmeler desteklenmekte ve tekrar tekrar üretilerek sürdürülmesi sağlanmaktadır. Bu durum da medyada bir temsil sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bu konuyu detaylandırmak çalışma açısından faydalı olacaktır.