• Sonuç bulunamadı

Türklerin kökenleri ve yaşadıkları sahalar hakkında genel olarak Orta Asya’ya yönlenilmesi, gerek batılı ve gerekse doğulu tarihçiler tarafından adet haline getirilmiştir. Hâlbuki Ön Asya ve Kafkaslardaki Türk varlığı Orta Asya’da ki Türk varlığı kadar eski olduğu söylenmektedir. Bununla beraber Türklere ait önemli insan kaynaklarının çoğunluğu Karadeniz’in kuzeyi ile Hazar Denizi’nin doğusunda kalan kısımlarda yaşamaktaydılar.157 Batılı tarihçiler Türk adının ilk defa MS. I. yy’da kullanılmış olabileceğinden bahsetmektedirler. Buna delil olarak da P. Mela’nın Azak Denizinin kuzeyindeki ormanlık bölgeyi Turcae158 olarak anmasını delil olarak göstererek Karadeniz’in kuzeyindeki bölgedeki Türk varlığının çok eskiye dayandığına da işaret etmektedirler. Bununla beraber Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda ve daha da kuzeydeki ormanlık bölgelerde Türk diliyle konuşan halkların varlığı da kesin olarak bilinmektedir.

Bunun yanında Türkler beyaz tenli ve arkeologların brakisefal adını verdikleri geniş kafa yapısına sahip bir ırktır.159 Bilim adamlarının “andronovo” adını verdikleri bu ırk Orta Asya’nın muhtelif yerlerinde dört bin yıl önce ortaya çıkarak atlı çoban kültürünün ortaya çıkmasına etki etmişlerdir.160 Hiç kuşkusuz bu kültürün orta çıkmasında Orta Asya’daki bozkır bitki örtüsünün sonucunda ortaya çıkan göçebe hayat tarzının rolü büyüktür. Türklerin ve Türklüğün anayurdu olan bu bölge insanları göçebe hayat tarzlarından dolayı sahip olmuş oldukları kültürü çok geniş coğrafyalara taşıyarak buralarda hâkim güç unsurunu oluşturarak birçok devletler kurmuşlardır. Türk ırkı avcı ve savaşçı bir kavim olmasının yanında sığırı, ren geyiğini, yak öküzünü ve deveyi evcilleştirmiş, bakırdan bıçak ve başka aletler yapmasını öğrenmiş; daha sonraları koyunu evcilleştirerek ondan istifade etmişlerdir.161

Buzul çağının sona ermesi üzerine Baykal gölü ile Baltık denizi arasında Ural-Altay adı verilen ortak bir nomat kültürü meydana gelmiştir. Buradaki kavimler balıkçılık ve avcılık ile uğraşır, kemikten aletler yaparlardı. Bu kültür içerisinde daha sonraları köpeğin ve ren geyiğinin evcilleştirilmesi gerçekleşerek hayvan besleme kültürü ortaya çıkmıştır. Bu tek tanrıya tapan eski göçebe unsurlardan sığır çoban kültürü ortaya çıkmış daha sonraları Totemizm ve Şamanizm ile birleşen bu unsur içerisinde nomadizmin en yüksek derecesi olan at besleyen atlı göçebe ve

157

Zeki Velidi Togan; “Umumi Türk Tarihine Giriş” C. I, s.7 Đstanbul–1981

158

Denıs Sinor: “Gök-Türk Đmparatorluğunun Kuruluşu ve Yıkılışı” (çev- Talat Tekin) s.385, Đstanbul–2002

159

Yılmaz Öztuna: “Büyük Türkiye Tarihi” C.I, s.17, Đstanbul–1977

160

Lazlo Rosan: “Tarihte Türklük” Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları:39, Seri: III, Sayı111, s.2, Ankara–1971

161

29

savaşçı çoban bozkır kültürü ortaya çıkmıştır.162 Bu kavimlerin en bariz örneğini Türkler teşkil etmektedir. Türklerin hayvan evcilleştirme ve onları gütmeye dayalı yaşam tarzları onların geniş coğrafyalara yayılarak diğer insanlar üzerinde hâkimiyet kurma becerisini geliştirmiştir. Yerleşik kültürlere sahip olup toprağı işleyerek geçimini sağlayan kavimlere ek olarak Türklerin hayvanları ehlileştirmeye dayalı yaşam tarzları onların bitkileri ehlileştirmelerinden daha üstün bir yetenek istediğinden dolayı insanları idare etme, güç ve savaşçılık bakımından bu özellikleri onların önemli bir yeteneğe sahip olmalarını sağlamıştır.163

Đlk proto Türk kültürü temsil eden Anav’a altı bin senelik bir ömür biçilmektedir. Anav kazılarında ortaya çıkan yerleşik yapılar Türklerin tamamen göçebe olmadığını yaylak, kışlak göçebe yaşantısına sahip olduğunu göstermektedir. Milattan önce iki binli yıllarda Anav’da ortaya çıkan bu kültür belirgin hale gelmeye başlayarak Altaylar’da çeşitli alanlarda kendini göstermeye başlamıştır. Buradaki bulgulara göre Türkler bakırın yanında tunç ve altını işlemekte; bıçakların yanında yüzük bilezik gibi ziynet eşyalarını da yapmaktadırlar.164 Türkler MÖ 1700 tarihinden sonra Altayların güneyine inmeye başlayarak Baykal ve Yenisey civarlarında yaşayan Moğollar ve Tunguzlar ile komşu olmaya başlamışlar ve hatta bir kısım Moğollar ile kaynaşmışlardır. Bununla beraber Türk kültürünün Moğol kültüründen üstün olmasının neticesinde doğan çocuklar Türkçe konuşuyorlar ve Moğol özelliği göstermiyorlardı.165

Irki açıdan Türk soyu Orta Asya menşeli üç büyük kol olan Europid, Mongolid ve Negrid içerisinde Europid ırkına mensuptur.166 Europid genelde Rus bilim adamlarının Eurasia adını verdikleri Avrupa’nın doğu, Asya’nın orta ve kuzey kesimlerini içine alan iki kıta arasında üçüncü bir kıta gibi duran bir coğrafya olmakla beraber bu coğrafyanın güneyi Pamir, Hindukuş ve Kafkas dağları ile çevrilidir. Bu coğrafya üzerinde yaşayan kavimler Europid olarak nitelendirilmektedir.167 Mongoloid ırk ise Türklerin Moğollar ile karışımından dolayı ortaya çıkmış olan sarı ve çekik gözlü proto Türk topluluklarına verilen addır.

Europid ırkın daha güneyli unsurları olan Turanî unsurlar ise bu ırkın gösterdiği açık tenliliğe oranla daha siyah saçlı, koyu renkli ve kara gözlü brahikefal bir ırksal özelliğe sahip olmaktadırlar. Yayılım açısından Turanid ırk en geniş sahayı teşkil etmektedir. Hindistan’dan Đran ve Balkanlar’a kadar birçok yerde bu ırk tipine rastlanmaktadır. Nomad kültürünün mevcut olduğu Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Uygurlar, Macarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Tatar kavimleri

162

Lazlo Rosan: “Tarihte Türklük” Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları:39, Seri: III, Sayı111, s.4, Ankara–1971

163

Lazlo Rosan: age, s.5

164

Yılmaz Öztuna: “Büyük Türkiye Tarihi” C.I, s.18, Đstanbul–1977

165

Yılmaz Öztuna: age, s.18

166

Đbrahim Kafesoğlu: “Türk Milli Kültürü” s. 46, Ankara – 1988

167

30

arasında en yaygın olan tip şekli Turanid ırkına mensup olanlardır. Çok değişik kaynaklarda Türkler arasında sarı veya mongoloid ırktan Aryanî ve Hindî tiplerine kadar değişen yüz farklarının varlığı tespit edilmiştir. Bugün Avrupalı, Çin ve Đslam kaynaklarında Kırgızlar, Kıpçaklar, Peçenek ve Bulgarların kuzey kavimleri gibi sarı saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü olarak belirtilmiştir.168 Bunun yanında Uygur ve Türgişlerin iki kola ayrıldıkları; Uygurların bir koluna Sarı Uygur ve Türgişlerin diğer koluna Sarı Türgiş dendiği de bilinen örneklerden bazılarıdır.169 Arap coğrafyacısı el-Omarî Memlük devletini kuran Kıpçakları güzel yüzlü, boyları tam, vasıfları zarif, vefakâr, dürüst ve kahraman olarak tasvir etmiştir. Şüphesiz bu durum Türklerin yaşamış oldukları iklimin etkisinden kaynaklanmaktadır. Kuzey Türklerinin beyaz tenli, sarı veya kızıl saçlı, mavi gözlü olmalarının yanında güneyde yaşayan Karluk, Kalaç, Oğuz, Yağma, Çiğil, Uygurlar gibi Türk kavimleri bunun aksine siyah saçlı, esmer veya sarı renkteydiler. Bunun sebebi onların içinde yaşamış oldukları iklimin üzerlerindeki etkisinden kaynaklanmaktaydı. Kuşkusuz iklim şartlarının insanların fiziki yapıları üzerindeki etkisi bilinen bir gerçektir. Oğuzlar ve doğu Türkleri arasındaki farklılık onların Türkmen olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. Batılı bilginler Oğuzların Đranî bir kavim olduğunu iddia etmelerine rağmen Oğuzların bu ismi Müslüman olduktan sonra Arap ve Đranî unsurlar tarafından Şamanî Türkleri ile Müslüman Türkleri birbirinden ayırt etmek için taktıkları bir isimdir. Kaşgarlı Mahmut’un Müslüman Oğuzlara ek olarak Müslüman Karluklulardan Türkmen diye bahsetmesi bu görüşü desteklemektedir. Maveraünnehir bölgesindeki Oğuz ve Karluklar “putperest” olarak nitelendirdikleri soydaşlarından kendilerini bu şekilde ayrı tutmaktaydılar.170 Türk kavimleri arasında Müslüman olan boyları, Şamanist Türklerden ayırt etmek amacıyla onlara Türkmen adı verilmeye başlanmıştır. Bunun yanında Mesudi Türklerin Yafes’in soyundan geldiklerini, birçok boya ayrıldıklarını, bazılarının şehirleri ve kaleleri olduğunu, bir kısmının ise dağlarda ve bozkırlarda keçe çadırlarda oturduklarını büyüklerine ise hakan dediklerini ifade etmektedir.171

1.1.1. Türk Adı ve Türk Dilinin Kökeni

Türk adının tarih sahnesine ilk çıkışı kuşkusuz kendilerine Türk adını veren Göktürklerin tarih sahnesine çıkmaları ile birlikte olmuştur. Buna rağmen Çin-şu adı verilen Çin kronoloji kitabında Tu-ko adı verilen bir kavimden ve Hunların ortaya çıkmasından bahsedilmesi bu adın Göktürklerle birlikte tarih sahnesine çıkmasından daha öncelerde kullanıldığını

168

Osman Turan: “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi” C.I, s.27, Đstanbul–1969

169

Sevda Süleymanova: “Kafkasya ve Avarlar” (çev-Bilgehan A. Gökdağ) Türkler C. II, s. 682

170

Erol Güngör: “Tarihte Türkler” s. 63, Đstanbul 1996

171

31

göstermektedir.172 Çinliler kendilerine To’u-kiue veya T’u-chueh adını vermişler, Bizanslılar Turkoi adını vermişler, Soğd yazılarında ise Twrk olarak geçmiştir.173 Göktürkler bu sözcüğü bazen Türk ve bazen Türük şeklinde, Uygurlar ise sürekli Türük olarak okuyup yazmışlardır. Kaşgarlı Mahmut’ta bu sözcüğün anlamı yaratılmış ve doğmuş anlamlarında kullanılmıştır.174 Đlk zamanlarda Türük olarak kullanılan bu ad Göktürkler ile beraber Türk adını almıştır. Sasani imparatorluğunun yıkılmasından sonra Ceyhun nehrine dayanan Araplar nehrin karşı tarafında bulunan kavimlerinin hepsini Türk olarak nitelendirmişlerdir.175

Çin kaynaklarından olan Sui-shu Türk adının nerden geldiğini şöyle anlatmaktadır: Türklerin ataları Hunlardır. Aile adları Aşina’dır.176 Aşinalar beş yüz aile olarak Avarlara sığındılar. Kuşaklar boyunca Altay dağlarında yerleşerek demircilikle uğraştılar. Altay dağlarından birisi olan Altın Dağ miğfere benzediğinden onlarda kendilerini eteklerinde yaşamış oldukları bu dağdan dolayı miğfer anlamına gelen Tu-chu-eh olarak adlandırdılar.177 Bundan da Türklerin ana aile kolu olarak Aşina’nın olduğu sonucu ortaya çıkmakla beraber Türklerin Hunlarla devam eden bir kavim olduğu belirgin hale gelmiştir. Yine aynı kaynak böylece Türklerin anayurdu olarak ta Balkaş Gölünün doğusunu adres olarak göstermektedir.

MÖ 1328 yıllarında Çin vakayinameleri Çin’in kuzey bozkırlarında bulunan kavimlerden bahsederken “Tik” kavminin adını zikretmektedir. Dil bilimciler Türk adının bozuk bir transkripsiyonla bu şekilde Çin kaynaklarına girdiğine inanmaktadırlar.178 Bu Tikler Çin kaynaklarına göre MÖ 781–771 yıllarında Çin’in Şansi eyaletine hâkim olmuşlar, Sarı ırmağın güneyine geçerek Çin içlerine kadar ilerlemişlerdir. Bunun yanında Yunan ve Latin kaynaklarında Yurcae diye Heredot’ta Secundus ve Mela’da Turcae olarak geçmektedir.179 Bu kaynaklarda bahsedilen Türkler Đdil ve Volga nehirleri arasında yaşamaktaydılar.

Thomsen ve G. Nemet gibi meşhur Türkologlar Uygurca kuvvetli anlamına gelen ve sıfat olarak kullanılan Türk veya Türük kelimesinin daha sonraları isim haline geldiğini ve Türk milletinin adını teşkil ettiğini söylerler.180 Munkaesi ve Vambery gibi bilginler ise Türk adının türemek kökünden gelmiş olduğunu ortaya atmışlardır.181 Osman Turan bunu doğru olarak ifade edip Türklere ait örf, anane ve geleneklerin “türe” kelimesinden gelerek “töre” adını almasını buna bağlayarak bu görüşü benimsemiş ve W. Barthold’un derslerinde bu görüşe isabet olarak

172

Lazlo Rosan: “Tarihte Türklük” Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları:39, Seri:III, Sayı111, s.20, Ankara-1971

173

Sencer Divitçioğlu: “Kök-Türkler” s.20, Đstanbul–2000

174

Đbrahim Kafesoğlu: “Türk Milli Kültürü” s. 42, Ankara – 1988

175

Akdes Nimet Kurat: “Göktürk Kağanlığı” Türkler C II, s. 50

176

Akdes Nimet Kurat: agm, s. 52

177

Sencer Divitçioğlu: age, s.26

178

Yılmaz Öztuna: “Büyük Türkiye Tarihi” C.I, s.20, Đstanbul–1977

179

Akdes Nimet Kurat: agm, s. 49

180

Osman Turan: “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi” C.I, s.22, Đstanbul–1969

181

32

“yörük” kelimesinin göçebelere atfen yürümek kökünden türemiş olmasını buna delil olarak göstermektedir. Bu izaha dayalı olarak Türk adının türemiş, yaratılmış anlamında mahlûk, insan anlamında Türk veya Türük olarak kullanıldığını ifade etmiştir.182

Türkçe temelde iki dil öbeğine ayrılmaktadır. Đlki Orhon Türkçesi ve ikincisi ise Çuvaşçadır. Bunlar şimdiki konuşulan Türkçenin proto Türkçe şekli Hunlar, Avarlar ve Toparlar tarafından konuşulmaktaydı.183 Proto Türkçenin devamı olarak Orhon ve Çuvaşça ortaya çıkmıştır. Orhon Türkçesi üç kol halinde devam etmiştir. Birinci kol; Oğuzlar ve eski Uygurların yanında Osmanlı, Azeri, Türkmen ve Kalaçlarla devam edip gelmiştir. Orhon Türkçesinin ikinci kolu ise Kıpçaklar, Kumanlar, Tatarlar, Başkır; Nogay, Özbek, Kazak, Kırgız ve Altay kavimlerinden devam ederek gelmiş üçüncü kolu ise Yakut Türkleri tarafından devam ettirilmiştir. Çuvaşça ise Onogur, Volga Bulgarları, Hazarlar ve Çuvaşlar tarafından konuşula gelen “r ve l” harflerinin yoğunlukta olduğu diğer bir Türkçedir.

Birçok bilim adamı W. Schott’ın 1836 yılında yapmış olduğu Ural-Altay dil sınıflandırmasına göre Türk dilini bu dil ailesinin içerisinde saymışlardır. Ural ve Altay diye iki kola ayrılan bu dil ailesinin Ural kolu Finnugor ve Samoyed diye iki kola ayrılmakta Finnugor dilleri de Finn dilleri ve Ugor dilleri diye ikiye ayrılmaktadır. Türkçenin içerisinde sayıldığı Altay kolu ise Türk, Moğol, Mançu-Tunguz ve Koreli diller olmak üzere dört kola ayrılmıştır. Türk dilleri ise Türk-Ogur ve diğer Türk dilleri olmak üzere kendi içerisinde ikiye ayrılmıştır. Bu dillerin önemli özelliği kelimelerin anlamlarının cümle içerisindeki durumu ve görevlerine göre kelimelerin köklerine ekler katmak sureti ile farklı sözcükler ortaya çıkarılması ve sözcüklere anlam katılmasıdır. Bu dillerin diğer bir özelliği de yüksek veya düşük sesli harflerin konuşmaya katmış olduğu vurgudan kaynaklanan ahenktir. Bu dil ailesindeki dillerin diğer bir özelliği diğer dillerde olduğu gibi sözcükler içerisindeki sessiz harf yığıntısının kendilerinde bulunmayışıdır. Türkler konuştukları dili yazıya geç dökmüşlerdir. Bu nedenle Türkçenin tarihini birçok bilim adamı Göktürklerin olduğu VII. Yüzyıla dayandırmaktadır. Bu tarihin başlangıcı Göktürklerin Orhon nehrinin kenarına Ongun, Tonyukuk, Kül Tigin ve Bilge Kağan adına dikmiş oldukları bugut anıtlarıdır. Bu yazı Göktürklerin Soğdlularla olan münasebetlerinden dolayı onlardan almış oldukları Soğd alfabesi ile yazılmıştır. Böylece Soğd alfabesi ile birleşen yeni bir alfabe ortaya çıkmış oluyordu. Bu alfabenin harflerinin Germen runlarına benzerliğinden dolayı yeni çıkan Türk alfabesine runik alfabe adı verilmiştir.184 Daha sonraları Kırgız beyleri kendileri için yaptırmış oldukları mezarların üzerine bu yazıları yazdırmaya başladılar. Uygur Kağan’ı Moyun Çor kendi adına dört tane bengü taşı diktirmiştir.

182

Osman Turan: “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi” C.I, s.23, Đstanbul–1969

183

Sencer Divitçioğlu: “Kök-Türkler” s.21, Đstanbul–2000

184

33

Bu yazılar içerisinde Çin kaynaklarında görülen Hun dönemine ait katun, bögü, tengri, tinglig, tok gibi sözcüklere de rastlanmaktadır.185 Bu sözcüklerin birçoğunun halen günümüz Türkçesinde de konuşuluyor olmasını batılı filologlar tarafından Türkçenin en muhafazakâr dil olduğu kanısını uyandırmıştır. Avrupa ve Asya dillerinin ortaya herhangi bir eser çıkarmadığı bir zamanda Kaşgarlı Mahmut zengin bir ansiklopedik sözlük olan Divanını ortaya koymuştur. Nemeth Türk dillerini kelime başlarındaki “y” ve “s” sesleri farklılığına göre Y Türkçesi ve S Türkçesi diye ikiye ayırmıştır. Bu tasnife göre eski Türkler içerisinde Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Kumanlar “y” Türkçesi grubuna, Ogur Türkleri ise “s” Türkçesi grubuna girmektedirler. R. Arat ise Türk lehçe ve şivelerini; Çuvaşça r-grubu ve Yakutça t-grubu diye ikiye ayırmıştır. Türk şive grubunu ise “Sayan d-grubu”, “Atabakan z-grubu”, “Kuzey tav- grubu”, “Tom taglı-grubu”, “Doğu taglık-grubu”, “Güney dağlı-grubu” şeklinde tasnif etmiştir. Bunun yanında Türkçenin konuşulduğu dilleri diğer kültürler ve dillerle etkilenme gelişme veya değişme dönemlerine göre şöyle sıralayabiliriz. Hz. Đsa’nın doğumuna yakın bir zamana kadar konuşulan ve önünde “h” harfinin yoğun olarak kullanıldığı Ana Türkçe Çağı. Milattan sonra altıncı yüzyıldan başlayarak dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar devam eden Erken Kırgız ve Uygur ile Göktürk oyma yazılı dil metinlerinin konuşulduğu Eski Türkçe çağı. 9. ve 15. yy içine alan Uygur edebüpiyatının damgasını vurduğu Divan-ı Lügat-ı Türk ve Çağatayca eserler ve Kıpçakça sözlüklerin yer aldığı Orta Türkçe çağı. 15. yy’dan zamanımıza kadar devam eden ilk dönemlerinde Arapça ve Farsça kavramların yoğun olarak içine girdiği ve son dönemlerde Fransızca ve Đngilizce sözcüklerin içerisine girmiş olduğu “Yeni Türkçe” çağıdır.

1.1.2. Türklerin Anayurtları Hakkında Görüşler

Türklerin anayurtları hakkında birçok nazariye bulunmaktadır. Aslında Türk soyunun kaynakları hakkında tam bir açıklık ve fikir birliği olmaması Türklerin ilk anayurtları hakkında birçok düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunda Kırgızların sarı saçlı, mavi gözlü ve beyaz tenli olmalarının yanında; Akhunların beyaz tenli ve yuvarlak gözlü olmaları ile Hunların çekik gözlü ve sarı tenli olmaları gibi anatomik farklılıkların bu karışıklıklarda etkisi olduğu muhakkaktır. Buna ek olarak Türkleri Moğolların devamı olarak gören nazariyenin etkisi de büyüktür. Hâlbuki ırksal anlamda bir karışma söz konusu olsa bile Türklüğün Moğollara göre bir üst ırkı teşkil etmesi nedeniyle bunların karışımdan meydana gelen nesiller de Türkleşmiştir. Altayların Türklerin anayurdu olduğu görüşünü benimseyen anlayışa göre Türk, Moğol ve Mançu kavimlerine Altay grubu adı verilmektedir.186

185

Lazlo Rosan: “Tarihte Türklük” Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları:39, Sno: III, Sayı111, s.12, Ankara–1971

186

34

Türklerin ilk anayurtları ile ilgili bazı görüşlere bir göz atalım. Zeki Velidi Togan’a göre Türklerin anayurdu Aral Gölü ile Altay ve Tanrı dağları arasında kalan ve Balkaş gölünü içerisine alan büyük bir alan olmakla beraber özellikle merkez olarak Tiyanşan’dır.187 Klapproth ve Vambrey ile bazı bilim adamları Türklerin ilk anayurtlarının Altay dağlarında olduğunu ifade etmişlerdir. Radloff ilk anayurdun Altay dağlarının doğu tarafı olduğunu Ramatedt ise tamamen doğu Asya’da olduğunu belirtmiştir.188 E. Parker, Gahs ve Koppers gibi bilim adamları benzer kültür özelliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle Türklerin ilk anayurdunu doğuda Moğolların yaşamış oldukları bölgede Baykal Gölü ile Gobi çölü arasında uzanan sahada aramışlardır. Koppers kültür unsurlarının incelenmesi suretiyle savaşçı çoban kültürünün merkezi olarak Orta Asya’yı sığır çobanlığı kültürünün merkezi olarak Güney Batı Asya’yı gösterir ve Türklerin anayurtlarının atlı savaşçı çoban kültürüne sahip olan Türklerin anayurtlarının Orta Asya olduğunu ifade etmektedir.189

Türklerin ilk anayurtları hakkında en etraflı çalışan Nemeth ise günümüzde yaşayan Ural kavimleri ile Türkler arasındaki dil benzerliğini göz önünde bulundurmak suretiyle Türklerin ilk anayurtlarının Batı Asya’da Aral Gölü çevresi ile Ural ve Altay arasındaki bozkırlarda, genelde bugünkü Kazakistan toprakları üzerinde olduğunu ifade etmektedir.190 Türk varlığının başlangıcı olarak kabul edilen atlı191 savaşçı çoban kültürünün merkezi olarak Đranî tabirle Turan toprakları ve Kazakistan Türklerin anayurtları olarak işaret edilmektedir. Türklerle Moğollar ve Tunguzlar arasındaki akrabalık ilişkilerini ortaya koymak suretiyle bunları Altay kavimleri olarak niteleyen Alman Wiedemann, Fin Castren ve Alman Schott; Türklerin anayurdunun Altaylar olduğunu ortaya atmışlar ve Macar Vambrey ile Rus bilgin Aristov bu görüşü kuvvetli bir şekilde desteklemişlerdir.192 Avusturyalı bilgin Tomaschek Türklerin anayurdunun Baykal gölünün doğusunda olduğunu iddia etmiş; Đngiliz Parker ile Fin Türkolog Ramstedt ise Türklerin ilk anayurdunun daha doğuda Mançurya’da, Kingan dağlarının eteklerinde olduğunu ispat etmeye çalışmışlardır.

Osman Turan’a göre Türklerin ilk anavatanlarının Balkaş, Aral ve Issık gölü bölgesinde olduğu tahmin edilmektedir. Kendisi birçok Türk menkıbeleri, destanları ile Oğuzlar ve Karluklara ait birçok menkıbenin bu bölgelerde cereyan etmesini buna delil olarak

187

Đbrahim Kafesoğlu: “Türk Milli Kültürü” s. 49, Ankara – 1988

188

Lazlo Rosan: “Tarihte Türklük” Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları:39, Seri: III, Sayı111, s.2, Ankara–1971

189

Đbrahim Kafesoğlu: age, s. 47

190

Lazlo Rosan: age. s.3

191

Adilhan Appa: “Karaçay-Balkar Türklerinin Kökeni” Türkler C. II, s. 572vd, (Atlı Kavimler veya Bozkır kurgan kültürünün Türk varlığının başlangıcı olarak kabul edildiği kısım)

192

Benzer Belgeler