• Sonuç bulunamadı

Bireyin içinde bulunduğu durumları duyguları ile ifade ettiğimiz zaman öncelikle duygu kavramı üzerinde durulması gerekmektedir. Çünkü duygu, duygusal zeka kavramının temel varlığıdır ( Yılmaz,2002,s.23).

Her insan, ailesinin, kültürün ve toplumun isteklerine göre aynı şekilde davranmaya programlanmış olsa da, aslında tek ve benzersizdir. Çocukluk yıllarından beri bizlere, ne söyleyip ne söylemeyeceğimiz, ne yapıp ne yapmayacağımız, neleri kabul edip neleri kabul etmeyeceğimiz hep söylenmiştir. Hatta ne hissetmemiz gerektiği bile söylenmiştir. “Kardeşine kızdığın için kendinden utanmalısın”, “Sana hediye verildiğinde mutlu olmalısın”, “Bu vazoyu kırdığın için kendini suçlu hissetmelisin”

gibi sözleri hemen hemen hepimiz çocukluk yıllarında işitmişizdir.

Oysaki duygularımız, doğuştan getirdiğimiz mizacımız, içimizdeki düşüncelerimiz ve yaşam deneyimlerimiz sonucu oluşur. Bu yüzden, aslında duygularımızın tek sahibiyiz. Bizi bireysel olarak diğer insanlardan farklı yapan duygularımızdır. Toplum, bizleri bir anlamda, aynı şeylere inanmaya, aynı sloganı tekrarlamaya, aynı alışkanlıkları sürdürmeye, aynı kıyafetleri giymeye (modaya uymak) zorluyor olsa da, hiç kimse, iki insanı bile aynı şekilde hissetmeye zorlayamaz. Bu nedenle bizi biz yapan arabalarımız, kıyafetlerimiz, işlerimiz, bedenlerimiz değil, duygularımızdır (Hein,2004,www.eqi.org).

Duygular, doğaları gereği, olumlu ya da olumsuz değildir. Daha çok insan enerjisi içtenliği ve güdüsünün en güçlü kaynağı olarak işlev görürler. Ve sezgisel bilgeliğin sonsuz kaynağını sunarlar. Yaşamsal öneme sahip ve potansiyel olarak yararlı bilgiler sağlarlar. Bu, kalpten gelen kaynak, yaratıcı dehayı ateşler, kişiyi kendisine

karşı dürüst kılar, güvenilir ilişkiler kurmasını sağlar, yaşamı ve mesleği adına içsel bir pusula görevi yapar ve beklenmedik durumlarda yol gösterir (Cooper,1997,s.12).

Duygu, bireyin davranışına rehberlik eden ve bireyin hedeflerine varmasına bilgi olarak yardım eden tepkilerdir. Duyguların davranışı başlatan hem de davranışa tepki oluşturan iki işlevi olduğu gözlenmektedir. Duygular aracılığıyla uyarıcıların bireyin öznel algı ve yorumlama sistemlerinde nasıl işlendiği de çözümlenebilmektedir (Mumcuoğlu,2002,s.2).

Duygu sözcüğünün anlamı içinde, harekete geçirme ifadesini görmekteyiz. Batı dillerinde duygu anlamında kullanılan “emotion”,Latince “movere” (hareket etmek) ve başında bulunan önek “ex” sözlerinden türetilmiştir, önek “e” ya da “ex” ise “dışarı”

anlamındadır. Emotion sözcüğü çoğunlukla duygu kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bilindiği gibi, sonsuz sayıda duygu vardır: Neşe, hoşlanma, nefret, memnuniyet, utanç, endişe, hayal kırıklığı, panik, öfke… gibi (Yılmaz,2002,s.22).

Duygu üzerinde araştırma yapan bilim adamları tıpkı sarı, kırmızı ve maviden oluşan üç temel rengin birbirleriyle karışmasından oluşan sonsuz sayıdaki renkler gibi, az sayıdaki temel duyguların birbirleriyle karışarak duygular skalasını ortaya çıkardığını ileri sürmektedirler (Brockeet ve Braun,2000,s.21).

Duygusal zeka gelişiminde öncelikle sınırlı duyumlar içinde, duyguların kullanılması ve yönetilmesi kavramları yer almaktadır. Dışsal davranışlar diğer kişiler tarafından gözlemlenebilen vücut duruşu, mimikler, ses, kas hareketleri vb.leridir. İçsel süreçler, zihnimizde yer alan, diğerlerine söylediğimiz iç sesimizdir. İçsel ifadeler ise duygu ve duygu durumlarıdır. Bütün bunların tamamı bireyin öznel (subjektif) yaşantı yapısını oluşturmaktadır.

Bireyin subjektif yaşantısı içinde duyguları anlamanın dört yolu vardır.

Bunlardan birincisi duyguların dilidir. Duygu ifadeleri zaman zaman belirsiz, birbirine çok yakın ve dilsel olarak tuzaklarla dolu olabilmektedir. Özellikle benzer duyguları ayırt edebilmek için özel bir dil kullanımı gerekmektedir. Duyguları anlamanın ikinci yolu duygu deneyimlerinin bireysel olarak açıklanmasıdır. Elbetteki bu açıklamalar bazı özel duygu deneyimleri için objektif bir sonuç vermeyecektir. Çünkü duygular tıpkı acı, korku gibi subjektif deneyimlerdir. Duyguları anlamanın diğer bir yolu davranışsal kanıtlardır. Duygular sonucu meydana gelen davranışlar bireyin amaçlarının doğal sonuçları ile ilgilidir. Duygular vücut tepkilerini uyarmaktadır. Kabul edilen görüş duygu ve davranışların birbirleri ile ilişkili olduğu yolundadır. Duygularla ilgili yapılan çalışmaların en önemli göstergesi duygulara özgü davranış kalıplarının olmasıdır. Farklı

duygular farklı davranış kalıpları içermektedir. Duyguları anlamanın dördüncü yolu psikolojiktir. Duygu deneyimleri, duygunun bilişsel yapıları ile açılanabilmektedir.

Bireyler olay, kişi ya da objelere karşı oluşturacakları duygusal reaksiyonlarına, durumun genel yapısından yola çıkarak karar vermektedirler (Yılmaz,2002,s.10).

1.1.2 Duygu Kuramları

Duygu oluşumları üzerine çeşitli kuramlar öne sürülmektedir. Bunların en önemlileri: James-Lange Kuramı, Canon-Bard Kuramı, Arnold-Linsey Kuramı, Bilişsel Kuram ve Sosyo-Biyolojik Kuramdır.

1.1.2.1 James-Lange Kuramı

Amerikan ruh bilimcisi William James ve Danimarkalı bir ruh bilimci Carl Lange ayrı ayrı yerlerde aynı yıl içinde (1884) aynı kuramı ortaya atmış olduğundan bu kurama James- Lange kuramı adı verilir. Kuramın ana fikri şudur: Bedenimiz, çevrenin belirli özelliklerine tepkide bulunur ve bedenimizin bu tepkisinin farkına vardığımız zaman heyecan duyarız (Manadler,1962;Cüceloğlu,1991).

1.1.2.2.Cannon – Bard Kuramı

Cannon-Bard kuramı, James-Lange kuramının eksiklerini gidermeye yönelik olarak yapılan çalışmadır. Canon-Bard kuramı da yine iki farklı psikolog tarafından ayrı ayrı yayınlarda ileri sürüldüğü için her ikisinin ismiyle anılmaktadır. Kuramın merkezinde hipotalamusun fonksiyonları bulunur. Çevrede bulunan heyecan verici olay (uyarıcı) hipotalamusu etkileyince hipotalamus iki görevi aynı anda yapar. Bunlardan birisi fizyolojik değişiklikleri ortaya çıkararak sinir sistemini uyarması diğeri ise beyin kabuğuna sinirsel akımlar göndererek heyecan yaşantımızın farkına varmamızı sağlamasıdır ( Cüceloğlu,1991.s:267).

1.1.2.3.Arnold-Linsey Kuramı

1950’de Arnold ve 1951’de Linsey, Cannon-Bard kuramını eleştirerek değiştirmişlerdir. Arnold-Linsey kuramına göre, duygu tepkilerinin kendi kendilerini

içerdikleri ve zaman zaman duyguların kendilerinden de duygu tepkilerinin doğabileceğini öne sürmektedirler. Buna göre; insan kendi içinde bir kızgınlık duygusu olduğunu hisseder ve bu kızgınlığı açığa vurma isteği duyabilir( Mumcuoğlu,2002).

1.1.2.4 Bilişsel Kuram

Duygu kuramları içerisinde psikologlarca en çok geçerli sayılan kuram bilişsel kuramdır. Bilişsel kuram hem günlük yaşantıdan örneklerle, hem de yapılan bilimsel deneylerle desteklenmektedir. Bu kuramın öncüsü Stanley Schachter kuramı,

“bedenimizde olup biten fizyolojik değişikliklere çevremizde bulunan uyarıcılar çerçevesinde anlamlı olan bir heyecan ismi veririz” şeklinde açıklamaktadır (Schachter ve Singer, Cüceloğlu, 1991 s: 162)

1.1.2.5.Sosyo-Biyolojik Kuram

Sosyo-biyolojik kuram, insanın sosyal davranışının doğal bir seçim sürecinden geçerek bugünkü şeklini kazandığını varsaymaktadır. Bu kuramda, duyguların nasıl oluştuğu ve fizyolojik temelinin ne olduğu açıklanmaz. Kuramda, duyguların niçin devam ettiği ve insan yaşamında duyguların ne tür işlevleri olduğu açıklanmaktadır.

Kuramı destekleyen kişilere göre duygular, insanın diğer davranışları gibi, onun çevresine uyum sağlamasına yardımcı olmaktadır.

Sosyo biyologlar, her insanın duygularının uyumsal bir görevi olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Onlara göre kızgınlık, başkalarının saldırganlığına karşı bizi korur;

haz, neşe ve mutluluk insanları birbirine yaklaştırır ve eşleşme davranışını kolaylaştırarak türün devamını sağlar; hüzün ve keder ağlama davranışına yol açarak başkalarının bize yardım elini uzatmalarını sağlar şeklinde açıklamaktadırlar (Cüceloğlu,1991)

Benzer Belgeler