• Sonuç bulunamadı

2.4. Çokkültürlülüğün Yönetimi: Asimilasyon, Entegrasyon ve Çokkültürlülük

2.4.3. Çokkültürlülük

Talas’a göre terminolojik olarak çok kültürlülük kavramının üç farklı kullanımı vardır. Biricisi çok kültürlülüğü demografya ile açıklama, ikincisi çeşitli değerler açısından ele alınabilecek çok kültürlülük ve üçüncüsü bir hükümet politikası olarak çok kültürlülük şeklindedir (Talas, 2008). Birincisinde vurgulanan nüfus olaylarının çok kültürlülüğü açıklayan en önemli hususlardan birisi olduğudur. İkinci öne sürülen ise, nüfus olaylarına

33 ilave olarak değerlendirilebilecek olan ve yaşanılan ülkenin kültürel değerleri ile ekonomik, politik ve sosyal içerik taşıyan bireysel haklarını kapsayan faktörler olarak açıklanabilecek prensipler ve değerlerin çok kültürlülük açısından öne çıkarılmasıdır. Üçüncü olarak belirtilen ise, ülkelerin çok kültürlülüğün çeşitliliğinden fayda temin etmek için çok kültürlülüğü özendirici ve teşvik edici bir politika yolunu benimseyebilmeleridir (Talas, 2008).

İnsanın yaptığı ve yarattığı her şeyi ifade eden kültür toplum hayatının devamlılığını sağlayan en önemli vasıtalardan biridir. Kongar’a göre, kültürel kodların çeşitliliği ve çözülemez bir biçimde karışık ve karmaşık hale dönüştüğü halleri çok kültürlülük olarak düşünmek mümkündür. Başka bir ifade ile, çok kültürlülük, herhangi bir toplumu oluşturan birey ve sosyal grupların dil, din, ırk, tarih ve coğrafya açısından farklı kökenlerden gelmesine dayanan bir olgudur. Tek bir siyasi birim halinde ve ortak sınırlar içinde yaşayan toplumlarda söz konusu olur. Siyasal bakımdan çok kültürlülüğe iki farklı somut örnek verilebilir. Bunlardan biri çöken Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’da hakim olan bir örnek, diğeri de özellikle bugünkü Almanya, ABD, Kanada ve Avustralya’da olduğu gibi değişik milletlere mensup insanların bir arada yaşaması biçiminde görülebilir. İki tipten örnekler, bireysel özgürlükleri gözeterek, kültürel kimliklerin korunmasında ve geliştirilmesinde kaydetmiş oldukları başarı ile birlikte, kendi siyasal birlik ve bütünlüğünü koruyabilmiş bir karaktere sahiptir. Sovyetler ve Yugoslavya örnekleri ise, özgürlükleri kısıtlayıcı ve güvensiz bir sosyal atmosferin oluşturulması neticesinde başarısız çok kültürlülüğe örnek teşkil etmişlerdir (Kongar, 1997).

Tarihsel anlamda, çok kültürlülük kavramı ilk kez 1970’li yılların ilk dönemlerinde önce Kanada ve Avusturalya’da sonra ABD, İngiltere, Almanya’da kullanılmaya başlanmıştır. Kültürel anlamda çeşitlilik arz eden toplum modellerinin ortaya konulması olarak da ifade edilebilecek olan çok kültürlülük, küreselleşme denilen olgunun yoğunluk kazanmasıyla büyük oranda karşılaşılan bir realite niteliğindedir. Ancak, bu realiteyi, iki farklı yaklaşım ile değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir. Birincisi toplumların çokkültürlü muhterasını konuşmaya başlaması olağan kompleks bir toplum ortamında heterojen nüfus yapısına dayalı olan çoğulcu sosyo-kültürel yapılara verilen addır. İkincisi ise, kültürel çeşitliliği ifade eden çok kültürlülüktür. İlk grup ekonomik, sosyal ve kültürel yönden birbirine daha çok entegre olan ve bağımlılık ilişkisiyle hayatiyetini sürdüren toplum tiplerine örnektir. Toplum tipinde köken bakımından çok değişik yapılardan meydana gelinse de, toplumun geleceği konusunda

34 kader birliği noktasında bir eksiklik görülmemektedir. Avrupa toplumlarında ve Amerika’daki çoğulcu yapılar bunlara örnektir.

Zeytinburbu Belediyesi tarafından yürütülen “Göç ile Gelen Ailelerin Şehir Hayatına Adaptasyonu İçin Belediyeler Arası Diyalog Projesi” nde çokkültürlülük şu şekilde ifade edilmiştir; “Çok kültürlülük ve çok kültürlü toplum kavramları özellikle çoklu etnik yapıya sahip göç alan toplumlar için tavsiye edilen bir model olmuştur. Ayrıca çok kültürlülük, kamu üzerindeki toplumsal baskıyı asimilasyon bağlamında azaltmakta ve insanları asimilasyon kelimesinin soğukluğundan uzak tutmaktadır. Tabii ki burada üzerinde durulan asimilasyon, çok katı anlamda göç edenlerin kendilerine ait tüm değerlerinden arınıp yeni geldikleri toplumun değerlerine adapte olmasını anlatan asimilasyon anlayışıdır.” (Zeytinburnu Belediyesi, 2009).

Aslında kültürel çeşitliliğin sağlanması ve korunması aşamasında en önemli görev, belirlediği kültür politikaları ile devlete düşmektedir.

Topuz’a göre, kültür politikaları bir ülkede kültürlerin ve kültür varlıklarının korunması ve geliştirilmesi için kültürle ilgilenen devlet kuruluşlarının, bakanlıkların, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin, vakıfların, derneklerin, üniversitelerin kültür alanlarında izledikleri politikalara denir. Asimile olmamak için etnik toplulukların, azınlıkların, yörelerin, cemaatlerin, tarikatların ve bazı kemikleşmiş derneklerin de kendi kültür politikaları vardır. Kendi türkülerini söyler, oyunlarını oynar, giysilerini giyer, özel yemeklerini yer, törelerine uyar, geleneklerini sürdürür ve geliştirirler. Bu da hiç sözünü etmeden, vurgulamadan onların izlediği birer kültür politikasıdır (Topuz, 1998).

Kültür politikası halkın kültürel yaşama katılabilmesi için elverişli koşulların yaratılmasıdır. Bunu şu şekilde ifade etmek de mümkündür; toplumda her kişi yaratıcılığını ortaya koyması ve geliştirmesi için alınan önlemler, kurulan örgütler, sağlanan ekonomik ve sosyal kolaylıklara kültür politikası denir. Böyle olunca da kültür politikaları tüm kişileri ve toplumu ilgilendiren bir konu olmaktadır. Bütün yaşamı da içine almaktadır. Ülkede tüm insanlar, örgütler, kurumlar, kuruluşlar ve devlet bu işi üstlenmektedir (Topuz, 1998).

1948’de kabul edilen insan hakları bildirgesinin 27. Maddesinde “her kişinin toplumun kültürel yaşamına özgürce katılma hakkı” olduğu belirtilmektedir. Kültürel kimlik geleneklerin, tarihin ve tinsel değerlerin savunulmasıdır. Ama kültürel değerler gelenekçi ve eskiye dönük değildir. Bu değerlerin kökü eskiye dayanır, ama günün yaşam koşulları içinde

35 bir dinamizmi ve yaratıcılığı vardır. Yüzyıllar boyu sömürgecilere karşı direnen toplumlar güçlerini kültürel kimliklerinden almışlardır. Kültürel kimliklerde ki çoğunluk, toplumları bölmez, aksine zenginleştirir. Bu çeşitlilik içe dönüklük de değildir. Kültürel kimlik hem bireyin kişiliğindekidir, hem kolektifliğinde. İnsanlara çoğu kez bu kimlikleri yön verir.

Kültürel kimlik dinamik bir süreçtir, insanlar hem kimliklerinin korur, hem de toplumun koşullarındaki değişikliğe uyarlar. Kültürel kimlik bir yandan objektif bir kişiliktir, bu kimliğin içinde gelenekler, alışkanlıklar, diller, dinler, inançlar, tinsel ve ahlaki değerler, yaratıcılık gücü, düşünce biçimleri yer alır, öte yandan da bu kimlik sübjektif bir kimliktir. İnsan o kimlikle kendini bir toplumun parçası sayar. Yaşayan kültürün esinti kaynağında bu kimlik yer alır. Kültürel kimlik aynı zamanda kolektif bilinçtir. Toplumlarda birlik sağlar, ortak kararların ve isteklerin kaynağında kültürel kimlik elemanları yer alır. Ulusal egemenlik, siyasal bağımsızlık da bu kimlikten kaynaklanır. Ulusal bir kültür kimliği içinde azınlıkların, grupların, sosyal sınıfların da kendi kültürel kimlikleri vardır. Ulusal kültürlerle o toplumu oluşturan toplulukların kültür kimlikleri arasında etkileşimler olur. Bir ülkedeki yerli halklar kendi kültürel kimliklerini her zaman korumuşlardır. Melez toplulukların, göçmenlerin de kendi kültürel kimlikleri üzerinde durulmalıdır. Bu kültürler bir arada yaşar ve ulusal kültür kimliğine zenginlik kazandırırlar. Kültür kimlikleri arasındaki iletişim hoşgörünün gelişmesine yardımcı olur (Topuz, 1998).

Burada Berlin’in çokkültürlü bir yapısı olan Kreuzberg örneğini vermek yerinde bir yaklaşım olacaktır.

Benzer Belgeler