• Sonuç bulunamadı

İlk dil ve yabancı dil gelişim süreçlerinden bahsettikten sonra, bu süreçlerin hangi kuramlarla bütünleştiklerini ve özellikle bu kuramların da bakış açılarıyla yukarıdaki süreçlerden yabancı dil öğretiminde nasıl fayda sağlayacağımızı görelim.

Dilin öğrenilmesinin biyolojik altyapımızla ilgili olduğunu savunan Chomsky, (Aktaran: Karababa, tarihsiz) insan beyni ve yapısının genetik olarak konuşmayı üretecek biçimde düzenlenmiş olmasından dolayı doğal olarak dil öğreniminin gerçekleştiğini aktarmaktadır. Çeşitli kültürlerdeki dil yapılarının ve çocukların dil öğrenme süreçlerinin birbirine benzemesi bize evrensel bir gerçekliği göstermektedir. Bu birbirine benzer süreçlerden yabancı dil öğretiminde de faydalanmak akıllıca olacaktır. Bunun için çocuklardaki ortak dil gelişim özellikleri belirlenmeli ve bu özelliklere uygun ortak yabancı dil öğretim programları oluşturulmalıdır. Ancak toplumlar arası kültür farklılıkları geliştirilecek programlarda dikkat edilmesi gereken önemli bir konudur (Karababa, tarihsiz). Kandır (2005)’e göre, “Doğuştancı Görüş”ü destekleyenler bütün dillerde ortak görülen belirli evrensel özelliklerin doğuştan geldiğini savunmaktadırlar. Doğuştancı kuramı destekleyenler normal gelişim gösteren bir bebeğin, insanların kullandığı bütün dilleri kolaylıkla öğrenmeye karşı biyolojik bir eğilimi olduğunu savunmaktadırlar. Chomsky'ye (Aktaran: Selçuk, 2004: 102-107) göre, dilin derin ve yüzeysel olmak üzere iki çeşit yapısı vardır. Derin yapı, yazılı veya sözlü biçimdeki bir cümlenin soyut anlamıyla ilgilidir ve konuşanın söylemek istediği

anlamı, niyeti içerir. Yüzeysel yapı ise, cümlenin dilbilgisel özellikleriyle ilgili olup sesletilen sözcükleri içerir. Çocuklar dil öğrenirken önce soyut olarak seslerin anlamlarını kavrarlar, daha sonra onları yüzeysel yapılar haline dönüştürürler yani ko- nuşurlar.

Dil gelişimiyle ilgili diğer bir yaklaşım da “ Davranışçı Görüş” olarak adlandırılır. Bu görüşün temel varsayımı dilin; çevrenin ürünü olduğudur. Skinner'e göre (Aktaran: Karababa, tarihsiz) çocukların konuşmayı öğrenmesi ve geliştirmesi çevresel etkilerle olmaktadır. Çocuğun dil gelişiminde taklit, tekrar ve tüm duyulanların pekiştirilmesi önemli bir yer tutar. Erken yaşta yabancı dil öğretilmek isteniyorsa, çevresel uyarıcıların bu yaş çocuğunun gelişim düzeyine göre düzenlenmesi gerekir.

“Pragmatik Görüş”e göre ise dili sosyal durum içerisinde incelemek gerekir. Çocuklar bir toplum içinde doğar ve büyürler, bu nedenle çocuklar topluma katılabilmek yani sosyalleşebilmek için de dili öğrenmek zorundadırlar. Dilin sosyal ve kültürel boyutu, yabancı dil öğretiminde hep gerilerde kalmıştır. Dilin sosyal işlevlerinin de ön plana çıkarılması, programların etkililiğini arttıracaktır (Karababa, tarihsiz).

Çocukta dil gelişimiyle ilgili diğer bir görüş de “Bilişsel Görüş” olarak adlandırılır. Bilişsel Görüş’ü oluşturan Piaget ve Bloom'a göre (Aktaran: Karababa, tarihsiz), dilin kazanılması zihinsel gelişime bağlıdır. Çocuğun zihinsel gelişimi ile birlikte dili de gelişir. Çocuğun algılama, dikkat, bellek, imgeleme gibi gelişimlerini dilinden gözlemleyebiliriz.

Tüm bu anlatılanlardan yola çıkarak, şöyle bir sonuca varılabilir. Sosyal öğrenmeciler sosyal etkileşimde gözleme dayalı öğrenmenin önemli olduğunu belirtir. Davranışçı kuramlar, klasik koşullanma ile psiko-linguistik kuramlar ise, zihnimizde bulunan bir dil edinme mekanizması sayesinde dil edindiğimizi savunurlar. Davranışçı ve sosyal öğrenmeci kuramlar, dilin kazanılmasını genel olarak açıklamakla beraber bu konuda yeterli değildir. Çünkü sadece pekiştirme ve taklit kavramlarıyla, dilin nasıl kazanıldığını açıklamak mümkün olmamaktadır. Farklı kültürlerde yetişen çocukların benzer sesler çıkarması, aynı evde yetişen çocukların farklı zamanlarda konuşmaya

başlaması, hiç işitemeyen çocukların özel eğitim almak suretiyle konuşmayı öğrenebilmesi gibi nedenler dil gelişiminin daha başka açıklamalara ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde, Psikolinguistik kuramlar, dilin kazanılmasına, davranışçı ve sosyal öğrenmeci kuramların açıklamadığı daha farklı boyutlar getirmektedir. Psiko-linguistik kuramlar tüm insanların genetik olarak dil öğrenmeye programlanmış bir şekilde dünyaya geldiğini belirtir. Chomsky’nin (Aktaran, Selçuk, 2004: 102-107) bu kuramın en önemli temsilcisi olduğunu belirtmiştik. Bu kurama göre, davranışçı ve sosyal öğrenmeci yaklaşımlarda önemli olan çevre, çocuğun dili öğrenip öğrenemeyeceğini değil, hangi dili öğreneceğini belirler. Çünkü, çocuklar yaratılıştan dil öğrenme donanımıyla dünyaya gelmektedir. Normal olarak gelişen her çocuk, dil öğrenir. Her birey doğuştan bir "Dil Kazanma Mekanizması"na (Language Acquisition Device- LAD) sahiptir. Bu mekanizma, beyin- de fiziksel bir yapı olmayıp, dil öğrenmede gerekli olan nörolojik bir eğilimdir. Dil kazanma mekanizması, çocuğun çevresinde konuşulan dili içselleştirmesini, kurallarını anlamasını ve daha sonra dilbilgisi kurallarına uygun olarak konuşmasını sağlar. Örneğin, bir soru sorarken öznenin ve fiilin yerinin neresi olması gerektiğini çözümler. Tüm çocuklar olgunlaşmaya bağlı belirli aşamalardan geçerek konuşmayı öğrenirler (Selçuk, 2004: 102-107).

Yukarıda bahsedilen kuramlardan belli ölçülerde yararlanarak hazırlanacak yabancı dil öğretim programları, yabancı dil öğretiminin kalitesini yükseltecektir. Bahsedilen kuramların birisi kesinlikle doğrudur ve sadece bahsedilen kurama göre bir program hazırlanmalıdır yargısı bizi kısır döngüye iter. Amaçlar ve olanaklar çerçevesinde yukarıdaki kuramsal bilgiler programlara yansıtılmalıdır. En iyi yöntem, en iyi kavram diye bir şey yoktur. İhtiyaç ve olanaklara göre hazırlanan programların geçerliliği söz konusudur.

Gerçek dil edinimi yavaş bir süreçtir ve konuşma becerileri, koşullar mükemmel bile olsa, dinleme becerilerinden uzun bir süre sonra gerçekleşir. En iyi yöntemler; stres olmayan ortamlarda, öğrencinin duymak isteyeceği anlaşılır mesaj sağlayanlarıdır (Wilson, tarihsiz). Öğrenciyi üretmeye zorlamak yerine, hazır olduğunda konuşmasını beklemek başarının anahtarıdır.