• Sonuç bulunamadı

1.7. Veri Çözümleme Teknikleri

2.1.5. Çocukluk ve Sosyalleşme

41 şekillendirebilmektedir. Ayrıca Erikson, bütün gençlerin kimlik krizi yaşamadığını, genel bir problem olmadığını ifade etmiştir.107

42 Toplumsallaşma, bireyin doğumuyla başlayan ölümüyle biten daimi bir süreçtir.

Toplumsallaşma bir açıdan bireyin yaşam içgüdüsünden kaynaklanmaktadır. Birey ancak toplum içinde güvende ve yaşam kaynaklarını toplum içinde bulabilmektedir. Toplumun bu koruyucu ve ihtiyaçları karşılayıcı niteliğinden dolayı tıpkı toplumun en küçük birimi olan ailedeki anne-babanın işlevini gördüğünü söylemek mümkündür. Bireyler, toplumu hem inşa ederler hem de toplum bireylerden önce de zaten vardır. Diğer bir deyişle “insan toplumun kurallarına uyacak’ aşamaya gelmiştir. Aklı başında hiç kimse toplumsallık duygusuna sırt çevirerek, onun yeterince etkinliğinden uzak kalarak büyüyüp gelişemez.”112

Bir çocuğun toplumsallaşabilmesi için öncelikle içinde toplumsallaşabileceği bir toplumun varlığı gerekmektedir. İkinci olarak, çocuğun yeterli ve gerekli biyolojik ve kalıtsal özelliklere sahip olması gerekir. Üçüncüsü ise, çocuğun diğer insanlarla birtakım ilişkiler kurma isteği içinde olmasıdır. İfade edilen bu üç ön koşul toplumsal bilincin kazanılmasının temelini oluşturmaktadır.113

Çocuk, birçok toplumsallaştırma araçlarıyla toplumsallaşma sürecine dâhil olmaktadır. Belli başlı toplumsallaşma araçları aile, akran grubu, okul, kitle iletişim araçları, siyasi, ekonomik, dinsel kurumlar, vs. dir. Toplumsallaştırma araçlarının her biri çocuğu, kendine özgü kalıplar, kurallar ve değerler içinde toplumsallaştırmaktadır.

Toplumsallaştırıcı araçlar, çocuğun toplumsallaşmasında destekleyici birimlerdir. Her bir toplumsallaştırma aracının çocuğun toplumsallaşmasına etkisi farklıdır ve bu araçlar çocuğu, bütün yönleriyle topluma hazırlamaktadır.

Toplumsallaşma sürecinde en önemli birim aile olmaktadır. Çocuk ailenin içinde doğar ve ilk ilişki kurduğu insanlar aile bireyleridir. Aile, toplumun değerlerini yansıtan -ayna işlevini gören- ve bu değerleri öğreten ilk ve en küçük birimdir. Çocuk, ailesinin yardımı ile belirli sosyal tutum ve davranışları kazanmaktadır. Böylelikle diğer sosyal gruplara geçişi daha kolay olmaktadır. Hiçbir çocuk tüm yaşamını sadece yakın aile çevresinin sınırları içinde geçirmez. Modern çocuğun yaşam deneyimleri, ailenin, akran

112 Adler, Alfred: a.g.e., s., 55.

113 Elkin, Frederick: a.g.e., s., 15.

43 grubunun, semtinin ve çoğu kez yerel topluluğunun ötesinde karmaşık toplumlara doğru genişler.114

Çocuğun toplumsallaşmasında okul kurumu da aktif rol almaktadır. Okula gitme ilk çocukluk evresi de dâhil olmak üzere bütün bir çocukluk dönemi ve sonraki bazı dönemleri de kapsamaktadır. Yaşamımızın çoğunu eğitim kurumlarında geçirmekteyiz.

Burada toplumun kalıplaşmış değer ve yargılarını bir müfredat içerisinde öğrenmekteyiz.

Okulun toplumsallaştırma şekli aileye göre daha normatiftir. Bunun yanı sıra farklı kültür ve etnik gruplarla beraber gerçekleştirilen eğitim, çocuğun başka toplulukların kültürlerini tanımasını, sosyal çevresini geliştirmesini sağlamaktadır. Çocuklara kültürel farklılıkların çatışma unsuru olarak öğretilmediği takdirde çocuğun sosyal gelişimi olumlu yönde ilerler. Çocuğun okul ve okul dışı çevresindeki akran grupları da toplumsallaşma sürecine farklı bir boyut kazandırmaktadır. “Arkadaş kümeleri çocuğun toplumsal ufkunun genişlemesine ve onun daha karmaşık bir kişilik kazanmasına da katkıda bulunurlar. Bu da kümelerde yeni oyunların, yeni simgelerin denenmesi, böylece üyelerden farklı ilgilerin ve duyguların uyandırılmasıyla gerçekleşmektedir.”115

Kitle iletişim araçları, diğer toplumsallaşma araçlarından farklı olarak bireylerarası iletişimde tek yönlüdür ve doğrudan bireylerle iletişim kurmazlar. Kitle iletişim araçları günümüzde çocuğun dünyasının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır ve çocuğun gününün birçok vaktini almaktadır. Nitekim toplumsallaştırıcı etkileri biricik, kendilerine özgüdür. Çocuk kitle iletişim araçlarında gördüğü, duyduğu durumları kendi ilgi alanına geçirir ve onların bir bölümünü onun yaşam biçimini, varlığını etkiler. Kitle iletişim araçları çocuğa, çeşitli deneyimler dizisi sunmakla birlikte çocuğun ailevi bağlarını zayıflatmaktadır.116 “Genel olarak çocukların yaşam deneyimlerinde toplumsallaşma kurumları bütünüyle birbirine bağlı olarak işlevlerini sürdürürler. Her kurum ötekinden farklı bir etki yapar. Ancak çocuğun yaşamını bölümlere ayırmazlar. Değişik araçlar çocuğun kişilik yapısı içinde tortulanarak onun yaşam deneyimlerine sinerler.”117

114 Ritchie, Oscar W. Ve Marvin R. Koller: a.g.e., s., 37-43.

115 Elkin, Frederick: a.g.e., s., 91.

116 A.g.e., s., 97-105.

117 A.g.e., s., 105.

44 Çocuk, çoğu zaman ve çoğu toplumlarda çevresindeki bireyler ve kurumlar tarafından yalnızca pasif bir alıcı konumunda görülmektedir. Çocuğun toplumsallaşması tek yönlü bir ilişkiler ağından oluşmamaktadır. “Çocuk toplumdan aldığını yine bir biçimde topluma yansıtmaktadır, hem de benzer iletişim özelliklerini koruyarak ve bunları kullanarak bunu yapmaktadır.”118 Çocuk ve yetişkinler arasında aktif bir etkileşim vardır. Çocuk ve çocukluk araştırmalarında çocukların pasif bir alıcı değil eyleyen bir özne olduğu açıkça vurgulanmaktadır. Çocuk yalnız yetişkinlerin belirlediği toplumsallaştırma pratiklerinin edilgin bir nesnesi olarak değil, aynı zamanda çocuğu, kültürün yeniden üretimi sürecinde yaratıcı bir özne olarak ele almak gerekir119

Çocuklar, kendi eşsiz çocuk kültürünü üreten aktif, yaratıcı sosyal ajanlardır; yetişkin topluluğunun üretimine de katkıda bulunmaktadır.120 Çocuk, toplumsal süreçten etkilendiği gibi sosyal süreçlere de etkide bulunmaktadır. Toplumsallaşma olgusu, yalnızca yetişkinlerin pratiklerini çocuklara öğretmek şeklinde algılanmadığı takdirde çocukların içinde saklı potansiyellerini ortaya çıkarmada etkili bir araçtır.

Çocukluk ile ilgili çalışmalar gerçekleştiren William Corsaro, sosyalleşme sürecinde iki farklı modelin öne sürüldüğünü belirtmektedir. İlki, “deterministik model”dir. Bu modelde çocuk, toplumun sürdürülmesine katkıda bulunan potansiyel bir “aday” ve eğitim aracılığıyla kontrol edilmesi gereken “evcilleşmemiş bir tehdit” olarak görülmektedir. Deterministik model, fonksiyonalist yaklaşımla açıklanır. Toplumsal denge ve düzenin her dâim ön planda olduğu fonksiyonalist yaklaşımda çocukların bu düzene katılımının ve topluma uyumunun sağlanması için eğitimin önemini vurgulanmaktadır. Fonksiyonalist görüşün sözcülerinden biri olan Talcott Parsons, çocuğun, toplum için bir tehdit olduğunu ifade etmiş; ona göre çocuk şekillendirilmeli ve topluma uyacak hale getirilmelidir. Parsons, toplumu birbirine bağımlı ve iç içe geçmiş bir ağ olarak nitelendirmektedir. Toplumun karmaşık bir yapı arz etmesi nedeniyle çocukların bu sisteme girişini bir problem olarak sunmaktadır. Çocuk, toplumsal sistemin işleyişi için faydalı bir potansiyel olmasına rağmen, sosyalleşinceye kadar bir tehdit

118 Pembecioğlu, Nilüfer:a.g.e., s., 31.

119 Tan, Mine: a.g.e., s.35.

120 Corsaro, William A., a.g.e., s.,3.

45 unsurudur. Üstelik Parsons, çocuğu doğum aracılığıyla “sosyal havuza” fırlatılmış bir

“çakıl taşı”na benzetmektedir. Bu çakıl taşının sosyal havuza fırlatılmasıyla oluşan ilk dalga aileyi temsil etmektedir. Çocuğun sosyalleşmesi ilk olarak ailede başlar ve çocuk büyüdükçe dalgalar da toplumsal sistemin diğer parçalarına yayılır. Çocuk, aşamalı olarak toplumsallaşır ve nihayet toplumsal sistemi benimser ve sürdürür.121

Bir diğer model “yapılandırmacı model”dir. Yapılandırmacı modelde çocuk, aktif bir ajan ve istekli bir öğrenendir. Determinist modelde sosyalleşme tek taraflı bir süreç olmaktaydı. Öyle ki çocuklar, yetişkinlerin desteği ve yaptırımlarıyla (pekiştirmeleri ve cezalandırmaları) şekillenmekteydi. Bu yaklaşımda çocuk, çevresinden aldığı bilgileri kendi yorumlamasıyla organize eder ve kendi dünyasını inşa eder. Yapılandırmacı modelin en iyi temsilcisi Jean Piaget sayılmaktadır. Piaget’nin çocuklar hakkında birçok empirik çalışması ve bu çalışmaların ardılları tarafından geliştirilmesi çocukların imajı üzerinde büyük bir darbe etkisi yaratmıştır. Piaget’nin modelinde çocuk, bebeklik döneminin ilk günlerinden itibaren çevreyle ilgili bilgileri yorumlar; organize eder ve kullanır. Böylece çocuk, kendi fiziksel ve sosyal dünyasının kavramlarını inşa etmeyi başarır. Ayrıca Piaget’nin “evre” kavramı önem arz etmektedir. Çünkü, evre kavramı, çocukların dünyayı yetişkinlerden niteliksel olarak farklı şekillerde algılayıp örgütlediklerini göstermektedir.122

Yapılandırmacı modelin bir başka teorisyeni ise Lev Vygotsky’dir. Piaget gibi Vygotsky de insan gelişiminde çocukların aktif rolünü vurgulamıştır. Vygotsky, çocukların sosyal gelişiminin her zaman çocukların kollektif eylemlerinin sonucu olduğuna ve bu eylemlerin toplumda yer aldığına ve gerçekleştiğine inanmaktaydı. Bu kollektif eylemler, hem sosyal hem de psikolojik gelişime yol açan pratik eylemlerdir.

Çocuğun gelişim düzeyi iki aşamada gerçekleşmektedir: ilk olarak sosyal düzeyde daha sonra bireysel düzeyde; önce insanlar arasında sonra çocuğun içinde. Vygotsky, burada şunu vurgulamaktadır: bütün psikolojik ve sosyal becerilerimiz daima başkalarıyla olan

121 A.g.e., s., 7- 8.

122 A.g.e., s., 10.

46 etkileşimden elde edilmektedir. Biz bu becerileri, bireysel düzeyde içselleştirmeden önce kişiler arası düzeyde geliştirir ve kullanırız.123

Sosyolojik açıdan sosyalleşmenin sadece uyum ve içselleştirme meselesi olarak görüldüğünü belirten Corsaro, sosyalleşmenin bir yeniden üretim süreci olduğunu belirtmektedir. Çocuğun sosyalleşmesi denilince, çocuğu gelecek için eğitme ve hazırlama akla gelmemelidir. Sosyalleşme sürecinin iki yaklaşımına alternatif olarak

“yorumlayıcı model” ortaya atılmıştır. Yorumlayıcı yaklaşımda çocuklar yenilikçi ve yaratıcı yönleriyle topluma iştirak etmektedirler. Çocuklar ve onların çocukluğu, üyeleri oldukları toplum ve kültürü tarafından etkilenmektedir. Çocuklar sadece toplumu ve kültürünü içselleştirmez aynı zamanda kültürel üretime ve değişime katkıda bulunurlar.

Şöyle ki, çocukların topluma katılımı var olan sosyal yapının ve sosyal üretimin sınırlarını zorlar.124 Yorumlayıcı yaklaşım, deterministik ve yapılandırmacı modeli birleştirerek kuramsal bir model oluşturmaya çalışmıştır. Deterministik model kuramsal olarak çocuğu sosyalizasyonun bir çıktısı olarak görmekte ve edilgen kılmaktadır. Toplumun mevcut yapısının düzenlilik içinde sürdürülmesi üzerine aşırı yoğunlaşmışlardır. Yapılandırmacı model ise sosyal eylemliliği aşırı vurgulamıştır ve yapı ihmal edilmiştir. Yorumlayıcı model ise çocuğun sosyalleşme sürecinde hem sosyal yapının hem de sosyal eylemin gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu modele göre çocuk, toplumun kültürü tarafından etkilenmektedir aynı zamanda kültürel üretime katkıda bulunan aktif varlıklardır.

Çocuk ve çocukluk incelemelerinin çoğalmasıyla birlikte çocuğa olan bakış açısı da evrimleşmiştir. Çocukluk araştırmalarının temel sayıltıları şunlardır:

 Çocukluk sosyal olarak yapılandırılmıştır.

 Çocuklar, başlı başına araştırılmaya değerdir.

 Çocuklar, yetkin sosyal aktörlerdir. Çocuklar, sosyal dünyaya ilişkin özgül bir bakış açısına sahiptirler.

123 A.g.e., s., 13- 14.

124 A.g.e., s., 19.

47

 Çocuklar, sosyal dünyadan bilgilenen ve sosyal dünyayı bilgilendiren insanlar olarak görülmektedir. 125

Çocukluğun sosyal olarak yapılandırılması yaklaşımı “çocukların her yerde ve her zaman aynı olmadığını, toplumsal olarak kurulduğunu ve bağlamsal olarak anlaşılması gerektiğini savunmaktadır.”126 Çocuklar, bir grup öznedirler. Fakat onların özneliği ne değişken ne de kalıcıdır. Çocukların öznelliği toplum tarafından belirlenmektedir, bu nedenle çocukluk, sosyal bir fenomen örneği olmaktadır. Çocukluğun yaşam döneminin nitelikleri toplumların kültürel, sosyal ve ekonomik yapıları tarafından belirlenmektedir.

Çocukluk, kültürler arası bakış açılarına dayanan çoklu bir kavramdır ya da çoklu realiteler olarak görülebilir. 127