• Sonuç bulunamadı

Çevre Hakkının sahipleri

2.3. ÇEVRE HAKKININ ÖĞELERİ

2.3.2. Çevre Hakkının sahipleri

Çevre hakkının sahipleri, bu hakka saygı duyulmasını ve ihlal edilmemesini isteyebilecek yararlanıcılardır (Keleş, Metin, Sancak, 2005:141). Bu şekilde yapılan bir tanım ile hak sahipleri çok geniş tutularak, hak kayıplarının önlenmesine ve çevrenin korunmasının daha etkin bir şekilde yapılmasına olanak sağlamaya çalışılmıştır. Çevre hakkının sahiplerini bireyler, topluluklar, gelecek kuşaklar ve devlet olarak belirlemek en uygun olanıdır.

2.3.2.1. Bireyler

Çevre hakkının tartışmasız en başta gelen yararlanıcısı bireylerdir. Diğer insan haklarında da bireyler en başta gelir. İnsanlara insan olmalarından dolayı eşit olarak

23

tanınmış haklar kimliği ile insan hakları bütün insanlara, ırk, sınıf, din, cinsiyet ve siyasal görüş ayrımı yapmaksızın eşit bir şekilde tanınmıştır. 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde “herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” düzenlemesi ile çevre hakkının yararlanıcısı olarak bireyler kastedilmiştir (Keleş, Ertan, 2002:84).

Çevresel tehlikeler tüm insanlar ve uluslar için kaygı verici bir durumdur. Ortak ve en iyi çevreye ulaşılması uluslararası iş birliğinin amacı olmalıdır. Bu mücadelede de bireylerin rolü çok önemlidir. Çünkü çoğu devletlerin yönetimlerinde bireyler doğrudan etkilidir (Özdek, 1993:108).

2.3.2.2. Topluluklar

Sağlıklı bir çevrede yaşamaya tek tek bireylerden oluşan tüm toplulukların da hakkı vardır. Bu hak çevre hakkının kolektif bir özellik göstermesinden kaynaklanır. Yani bireyleri çevre hakkının sahibi olarak gösterirken toplulukları bu sahiplikten dışlayamayız. Özellikle çağımızda tüm hak ve hareketler bireysellikten çıkmakta ve bireysellikten çıkınca da daha etkili olarak yankı bulmaktadır (Özdek, 1993:108).

Çevre hakkından yararlananlar arasında tüzel kişiler de vardır. Bu tüzel kişiler kamu tüzel kişisi veya özel tüzel kişi olabilir. Bazen dernekler aracılığı ile de sorunları dile getirmekte, davalar açmaktadırlar. Bu nedenlerle tüzel kişilerin çevre uyuşmazlıklarında taraf olmasında uygulamada herhangi bir sıkıntı yoktur. Ancak bu tüzel kişiliğin hukuksal varlığının olmaması davalarda temsil sıfatı sorunları doğurmaktadır (Keleş, Ertan, 2002:85).

2.3.2.3. Gelecek Kuşaklar

Çevre hakkının gelecek kuşaklar için de yaşayabilecekleri uygun ve sağlıklı bir ortam bırakma amacına hizmet ettiği kabul edilen bir gerçektir. İnsanlar tarih boyunca sahip oldukları kültürleri, medeniyetleri, alışkanlıkları ve doğal çevrelerini gelecek nesillere aktarır. Bu nendenlerle çevre hakkının yararlanıcılarından biri de gelecek kuşaklardır. Gelecek kuşaklar ile dayanışma, hakkın etik ilkelerinden biridir. Bu felsefenin açıkça dile getirildiği 1990 tarihli Limoges Bildirgesinde gelecek kuşakların

24

çevre hakkı açıkça şöyle ifade edilmektedir; ‘’Bugünkü kuşakların gelecek kuşaklara

bugünkünden aşağı olmayan bir biyolojik çeşitlilik ve zenginliği güvence altına alan nitelikli toprağı iletme ödevi vardır’’ (Özdek, 1993:109).

Çevre hakkına bugünkü kuşaklar kadar gelecek kuşakların da sahip olması çevre hakkının kuşaklar arası niteliğine denk düşer. Bu nitelik doğal ve kültürel kaynakları kullanma ve onlardan yararlanama hakkına her kuşağın sahip olması anlamına gelir.

Bugünkü kuşakların çevre hakkı konusunda gelecek kuşaklara karşı bir borcu ve yükümlülüğü vardır. Ancak belki de henüz doğmamış olan gelecek kuşakların, gelecekte bugünden hesap sorması hukuksal açıdan mümkün değildir. Bu da ödevin hukuksal niteliğinin zayıf boyutunu ortaya koymaktadır. Fakat çevre hakkının gelecek kuşaklara iletilmesi, gelecek kuşakların da sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamalarının arzu edilerek bugünlerde o arzuya uygun olarak davranılması aslında bir ideal meselesidir. Bu ideal tüm toplumlarda ve tek tek bireylerde bir morale dönüştüğünde ise dünyanın geleceğine daha iyimser bakılacaktır.

2.3.2.4. Devlet

Bireylerin tek tek çevre hakkı konusunda sorunların üstesinden gelememesi durmunda artık devletlerin de bu konuya müdahil olması gerektiği fikri kaçınılmaz olarak ortaya çıkmış ve devletler de çevre hakkının bir sujesi haline gelmiştir.

Devletin ilk aşamada insan haklarının, özelde de çevre hakkının yükümlüsü olduğu bir gerçektir. Klasik ve sosyal haklarda devletin yükümlülük rolü vardır. Ancak bu haklardan farklı olarak çevre hakkının toplumda bir dayanışma gerektirmesi bu hak açısından devletin yükümlülük sıfatının yanında hakkın sahibi konumunda da olduğunu göstermektedir (Özdek, 1993:11).

Çevre sorunlarının devletler tarafından bir başka devlete veya uluslararası kurumlara karşı ileri sürülmesi, gündeme getirilmesi, çevre sorunlarına bireyleri ve toplulukları aşan uluslararası bir boyut kazandırmıştır (Özdek, 1993:11). Bazen çevre sorunları o kadar büyük olur ki bu sorunlar devletlerin sınırlarını aşar, işte bu durumlarda devletlerin bu sorunları taraf olarak uluslararası platformlarda çözmeleri gerekmektedir. Örneğin; denzilerde meydana gelen büyük çaplı kirlilikler sonucunda, o

25

denize kıyısı olan bütün ülkeler etkilenmektedir, yine hava kirliliğinin çok üst seviyelere ulaştığı büyük alanlı çevre kirlilikleri bazen birkaç ülkeyi içine alabilmektedir. Bu sorunlar ise devletlerin ikili ilişkileri sonucu çözülmektedir. İkili ilişkiler sonucu çözülemeyen anlaşmazlıklarda uluslararası kuruluşlar devreye gimektedir.

Stockholm Bildirisi’nin 21. maddesinde; devletlerin kendi kaynaklarını işletmeleri bir hak, kendi etkinliklerinin başka ülkelerin kaynaklarını kirletmesi ise bir sorumluluk olarak belirtilmiştir. Bu ilkenin anlatmak istediği aslında ihlalde bulunan ülkeye karşı, ülkelerin ileri sürebilecekleri bir çevre hakkının olduğudur (Özdek, 1993:112).

Devletin çevre sorunlarına müdahalesi hak değil yetki görünümündedir. Devletlerin çevre sorunlarına taraf olmaları bireyleri aşan durumların ortaya çıkması sonucu, devletleri karşı karşıya getiren durumların oluşmasını önlemek amacını da taşır (Keleş, Ertan, 2002:87).