• Sonuç bulunamadı

I. TEZİN YÖNTEMİ

I.IV. Tezin Sınırları

1.7. Sosyoloji Teorileri Bağlamında ‘Eğitim’

1.7.2. Çatışma Teorisi ve Eğitim

Çatışma teorisi toplumu, temel maddi gereksinimler ve kaynaklar için mücadele eden zıt grupların bir sistemi olarak değerlendirir. Bu teori işlevselci teorinin bir alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Çatışmacı teoriye göre toplumlar homojen yapılar değildir, toplumda farklı gruplar vardır ve bu grupların çıkarları farklılaşmaktadır. Toplumsal gruplar arasında sürekli bir çatışma potansiyeli vardır. Dolayısıyla toplumun temel vasfı düzen ve uyum değil çatışmadır (Kızılçelik, 1994: 263). Çatışma teorisinin düşünsel öncüleri Karl Marx ve George Simmel’dir ve bu teorinin çağdaş temsilcileri Lewis A. Coser, Ralph Dahrendorf, James Coleman gibi isimlerdir.

Çatışma kuramı işlevselci teorinin bir eleştirisi olarak doğmuştur. Çatışma teorisine göre insan farklı istek ve çıkarlara sahiptir. Her insanın çıkarları öteki insanlarınkiyle çelişir. Bu nedenle insanlar arasında sürekli çatışma ve çelişki vardır. Sınıf çatışmaları da belli koşullar gereğince ve kaynakların kıtlığından meydana gelir. Ancak çatışma, sosyal yapıya dinamiklik kazandırır, sosyal uyumun artmasına, evrime, gelişmeye katkı sağlar. Çatışma yeniliğe, yaratıcılığa, yeni normların doğmasına yol açar. Çatışma, toplum içi dayanışmayı artırır. Çatışan öğeler toplumun değişmesine kaynaklık eder. Yani toplumdaki zorlamalar çatışmayı, çatışma da değişmeyi meydana getirir. Bu süreç sonunda toplumda zorlamaya dayalı bir denge oluşur (Kızılçelik, 2002: 113).

Çatışma kuramı birbirine bağlı üç temel sayıtlıyı birleştirir. Birincisi, toplumda yer alan insanların istedikleri ve elde etmek için çaba sarf ettikleri birçok çıkarları vardır. İkincisi, tüm çatışmacı yaklaşımın özünde, sosyal ilişkilerin kaynağı olarak güç vurgulanmıştır. Üçüncü olarak çatışmacılar değerleri ve idealleri toplumun kimliğini ve hedeflerini belirleyen araçlar olarak değil de kendi sahip oldukları amaçları ilerletmek için kullandıkları silahlar olarak görmüşler (Kızılçelik, 1994: 264-265).

Çatışma teorisi, eğitim olgusunu iktidarla ilintilendirerek ele alır. Eğitim, toplumsal hiyerarşiyi yeniden üreten ve eşitsizlikleri kalıcılaştıran bir araç olarak değerlendirilir. Bu anlamda çatışma teorisi eğitimi ideolojik bir aygıt olarak tarif eder. Bu düşüncenin ana kaynağı Louis Althusser’dir. Ona göre modern devlet kapitalizmin vücut bulduğu bir organizasyondur. Devlet varlığını sürdürmek için iki yöntem kullanır: baskı ve ikna/rıza. Devlet baskı ile meşruiyetini inşa ettiğinde yargı, yürütme, yasama, ordu, polis gibi aygıtlardan istifade eder. Devlet iktidarını sürdürmek için kimi zaman da iktidarı ile ilgili rıza üretme yoluna başvurur. Bu durumda da hukuk, din, siyaset, medya ve eğitim gibi devletin ideolojik aygıtları devreye girer. Althusser’e göre eğitim, devlet iktidarını baskıyla değil rızayla sürdürmesine aracılık eder. Kısacası eğitim toplumdaki çatışma ve çelişkilerle ilgili rıza üretir (Althusser, 2010: 169).

Çatışmacı yaklaşıma göre eğitim, toplumsal egemen sınıf ya da sınıfların ideoloji aktarım aracıdır. Bu anlamda her eğitimin gizil/örtük amaçları vardır. Eğitim sürecinde, toplumsal eşitsizlikler yeniden üretilir. Eğitim, büyük ölçüde bireylerin ebeveynlerinden, bulundukları toplumsal sınıftan kaynaklanan sosyo-ekonomik statülerini devam ettirmelerini sağlar (Erkılıç, 2014: 11).

Çatışma teorisi okulu bir baskı aygıtı olarak görmektedir. Tüm okul sistemi öğrencileri uyumlu ve etkin bir işgücü oluşturacak biçimde baskı altına alır, ama değişik okullar bu görevi değişik biçimlerde gerçekleştirirler. Çalışkan bir fabrika işçisiyle bir şirket yöneticisinde aranan nitelikler farklıdır. Kol işçisine dakiklik, itaat, kurallara uyum gibi özellikler kazandırılırken, yönetici de esneklik, bağımsızlık, hoşgörü, yenileşme yetilerinin kazandırılması gerekir. Bu nedenle değişik iş ve mesleklere eleman yetiştiren eğitim kurumlarının program ve işleyişi hem farklı sınıf değerlerini hem de alt ve üst düzey mesleklerin gerektirdiği kişilik farklarını yansıtır. Sadece eğitim sisteminde yapılacak reformların eşitsizlikleri azaltacağı beklentisi-fırsat eşitliği hayali-gerçeklere uymamaktadır. Okulların demokrasiye uygun yapılanması için kapitalist eğitimin tümüyle dönüştürülmesi gerekir (Tan, 1981: 565-566).

Çatışmacı eğitim paradigmasının önemli temsilcileri genellikle Marx’ın fikirlerinden beslenirler. Randall Collins, bu noktada ayrı bir sestir. O daha çok Weber’den etkilenmiştir. Collins’in Credential Society: A Historical Sociology of

Education and Stratification (1979) adlı çalışması eğitimle ilgili yaygın kanıları

yadsımaya yöneliktir. Ona göre meslek grupları, yüksek gelir getiren ve prestijli mesleklere girişi kısıtlamaktadırlar. Bunu yaparken daha çok diploma ve eğitim

sertifikalarından yararlanırlar. Collins, bu sistemin rasyonel olmadığını savunur. Çünkü birçok insan diplomaları olmadığı için başarılı oldukları iş kollarında dahi çalışma imkânı bulamamaktadır. İnsanlar çok basit işlerde dahi çalışmak için diploma almak zorunda bırakılmaktadır. Bu durum diploma kovalayan bir toplum yaratmaktadır.

Collins’e göre bu durumun ortaya çıkmasında modern toplumdaki “teknokrasi

miti” neden olmaktadır. Bu “mit” modern toplumda işlerin karmaşıklaştığını ve bunun

üstesinden ancak bilişsel düzeyi yüksek kişilerin gelebileceğini dikte eder. Collins’e göre söz konusu yanlış algı, eğitimdeki büyümenin mesleksel büyümeyi kat be kat aşmasına neden olmuştur. Oysa modern meslekler sanıldığı kadar karmaşık değildir. Mekteplilerin “alaylı”lardan daha verimli çalıştıklarına dair bir kanıt yoktur. Tarih boyunca “iyi eğitim” pratik beceriler vermek yerine egemen grupların statü kültürünü vermeyi tercih etmiştir (Collins, 1979; Tan, 1981: 568).

Daha çok Marxist bir gelenekten gelen kimi düşünürler, işlevselci eğitim anlayışının ileri sürdüğü; eğitim demokratik ilkeleri yaygınlaştırır, bireylerin toplumsal ve ekonomik konumlarını iyileştirir, gelir dağılımında eşitliği arttırır gibi görüşlerini sorgulamaya başlamışlardır. Modern eğitimin bu popüler söylemlerinin eleştiren bu düşünürler mevcut eğitim kurumlarının toplumda ekonomik gücü elinde tutan elit bir grubun denetiminde olduğunu savunmuşlardır. Bu düşünürler mevcut eğitim sisteminin elit sosyo-ekonomik gruplar tarafından kontrol edilen alt tabakanın çocuklarını “iyi işçiler” olarak toplumsallaştırarak statüko’yu devam ettirmelerini sorgulamışlardır. Onlara göre eğitim sistemi, 20. Yüzyılın başlarından itibaren, ekonominin gerektirdiği farklı talepleri karşılamaya çalışan etkili bir ayıklama makinasıdır (Eskicumalı, 2001, 115).