• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM IV. TARTIŞMA

4.4. Çalışmanın Bilimsel ve Uygulamaya Yönelik Katkıları

Travmatik yaşantılar insanlık tarihinden beri var olmuş, kişiler ve toplumlar üzerinde her dönemde ciddi etkileri olan olaylardır. Travmatik yaşantılar ve etkileri araştırılmaya başlandığı dönemlerde araştırılmaların odak noktası genellikler depresyon, kaygı bozuklukları ve travma sonrası stres bozukluğu gibi bu tür yaşantıların olumsuz etkileri iken, son yıllarda kişilerin travmatik yaşantılardan sonra yaşamın farklı alanlarında travma öncesine kıyasla olumlu değişimler de deneyimlediklerine ilişkin artan bir ilgi göze çarpmaktadır. Bu bilgiler kişilerin hayatını öncesi ve sonrası şeklinde bir bıçak gibi ayırabilecek düzeyde sarsıcı olan travmaların, yalnızca olumsuz psikolojik etkileri olmadığını, belli süreçlere bağlı olarak, sonrasında kişilerin kendileri ve hayatla ilgili yeni anlamlar oluşturduğu bir büyüme süreci de deneyimleyebileceklerini göstermektedir.

İlgili alanda son yıllarda yapılan çalışmalar travmaların olumsuz ya da olumlu etkilerinde bilişsel süreçlerin belirleyici olduğunu vurgulamaktadır (Calhoun ve Tedeschi, 2004; Ehlers ve Clark, 2000;Joseph, Murphy ve Regel, 2012). Buna göre kişilerin kendilerini ve dünyayı anlamlandırmaya yarayan var olan temel inançları, travmatik olayların etkisiyle sarsılmakta, kişiler incinebilirlikleri, ölümlülükleri ve yaşamın kontrol edilebilirliği ilgili sarsıcı bir yüzleşme yaşamaktadırlar (Cann ve ark., 2011). Var olan bilişsel yapılardaki bu sarsıntı, doğal bir sonuç olarak, travmatik olayı anlamlandırma çabası olarak görülebilecek olan istemsiz ruminasyon sürecini tetiklemektedir. Kişilerin travmatik olayla ilgili, olumsuz içeriği olan ve kontrolsüzce zihne gelen tekrarlayıcı düşüncelerin düzeyi ve uzun süre devam ediyor oluşu genellikle travma sonrası stres belirtileri ile ilişkilendirilmektedir (Moğulkoç, 2014; Ogińska-Bulik ve Juczyński, 2016; Valdez ve Lilly, 2017). Ancak bir süre sonra kişiler olayla ilgili anlam çıkarmaya yönelik, olayın neden başlarına gelmiş olabilecekleri ve sonuçları ile ilgili tercihli bir düşünme

sürecini deneyimleyebilmektedir (Taku ve ark., 2015). İstemli ruminasyonlar olarak adlandırılan bu bilişsel sürecin içeriği olumlu olmakta ve genellikle kişinin belli yaşam alanlarındaki deneyimlediği pozitif değişimlere işaret eden büyüme süreci ile ilişkilendirilmektedir (Allbough, Wright ve Folger 2016; Haselden, 2014; Tedeschi ve Calhoun, 2015).

Bununla birlikte alanyazında söz konusu bilişsel süreçlerin deneyimindeki kişisel farklılıkların nereden kaynaklandığı, başka bir deyişle neden bazı kişilerin istemli ruminasyonları uzun süre yaşayıp, travma sonrası stres belirtilerini deneyimlemeye devam ederken, bazı kişilerin sonraki olumlu bilişsel sürece geçiş yaparak olumlu değişimler yaşayabildikleri açıklık kazanmamıştır. Buradan hareketle, mevcut çalışmada, temel inançlarda sarsılma ile başlayan, ruminasyonlar ve stres belirtileri ile devam eden ve büyümeyle sonuçlanabilecek bu süreçte, kişilerin bilgece farkındalık (mindfulness) eğilimlerinin etkisi olabileceğine yönelik bir hipotez ileri sürülmüş ve böylelikle travmanın sonuçlarındaki kişilerarası farklılıklara bir açıklama getirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın temel hipotezi olan temel inançlarda sarsılmanın ruminasyonlar aracılığıyla travma sonrası stres belirtileri ve travma sonrası büyüme üzerindeki dolaylı etkisinin bilgece farkındalık tarafından düzenleniyor oluşuna dair hipotez doğrulanmıştır. Araştırmanın sonuçlarının, travmatik yaşantıların ortaya çıkardığı farklı sonuçlarda etkili olan süreçlere ilişkin alanyazına katkı sağladığı düşünülmektedir. Bununla birlikte mevcut araştırmada travmanın olumlu ve olumsuz sonuçlarında hangi bilgece farkındalık boyutlarının etkili olduğu ortaya konmuştur.

Bilgece farkındalığın pek çok psikopatoloji üzerinde olumsuz, psikolojik sağlık üzerinde ise olumlu etkileri güncel bir çalışma alanıdır. Son yıllarda bilgece farkındalığın travma sonrası stres belirtilerinin görülme sıklığı ve şiddetini azalttığı (Boelen ve Lenferink, 2018; Chopko ve Shwarz, 2013; Kearney, McDermott, Malte, Martinez ve Simpson, 2012); yanı sıra bilgece farkındalık eğilimlerinin bireylerin yaşadıkları tarvamtik olayları anlamlandırma, hayatta yeni bir anlam bulma süreçlerine katkı sağlayarak travma sonrası büyüme geliştirme olasılıklarını arttırdığına yönelik bulgular mevcuttur (Hanley, Peterson, Canto ve Garland, 2015; Mackenzie, Carlson, Munoz ve Speca, 2007; Thompson, Arnkoff ve Glass, 2011). Bilgece farkındalığın bir teknik olarak kullanıldığı psikoterapi yaklaşımları (Hayes, Strosahl ve Wilson, 1999; Linehan, Armstrong, Suarez,

Allmon ve Heard, 1991;Segal, Williams ve Teasdale, 2002) ve stresle baş etme üzerine oluşturulan bilgece farkındalık egzersizlerinin kullanıldığı psikoeğitim programları mevcuttur (Kabat-Zinn, 2003; Grossman, Nieman, Schmidt ve Walach, 2004). Bununla birlikte, bilgece farkındalığın travma sonrası sonuçlar üzerindeki etkilerine ilişkin bir çalışmaya ülkemiz örnekleminde rastlanmamıştır. Bu anlamda ülkemizde yapılan ilk çalışmadır. Mevcut çalışmanın bulgularının travma sonrası stres belirtilerinin azaltılması veya şiddetlenmesinin önlenmesi ve büyüme sürecinin desteklenmesi yönünde yapılacak uygulamalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Mevcut çalışmada travma sonrası sonuçlarda ruminasyonların ve travma sonrası olumlu ve olumsuz sonuçlarla ilişkili çıkan bilgece farkındalık boyutlarındaki farklılığın vurgulanmış olmasının müdahale programlarının belirlenmesinde işlevsel olabileceği düşünülmektedir. Buna göre kişilerin, travmanın ilk zamanlarında ortaya çıkan ve travmaya verilen doğal bir tepki olarak görülen, olaya ilişkin tekraralayıcı olumsuz düşüncelerin (istemsiz ruminasyonlar) peşine takılmadan, onları değişmez gerçekler olarak görüp tepki vermek yerine, geçip gitmelerine izin verebilme (etkilenmeden gözleme ve izleme) ve duyguların ve yaşanan içsel deneyimlerin adını koyabilme (duyguları isimlendirebilme) eğilimlerinin travmanın etkileri üzerinde önemli olduğu görülmektedir. Buradan hareketle travmaya maruz kalan bireylerde travmaya ilişkin acı verici anıların tetiklediği duygusal durumları fark edebilme, adını koyabilme ve bunları eyleme geçilecek, değiştirilecek ya da savaşılacak şeyler olarak görmektense geçip gitmelerine izin verme becerilerinin geliştirilmesinin travma sonrası olumsuz sonuçları azaltma ve olumlu değişimleri arttırmada etkili olacağı düşünülmektedir. Bilindiği gibi travmatik yaşantılar kişilerin sembolizasyon kapasitelerini ve içsel deneyimlerini söze dökebilme becerilerini bozguna uğratmaktadır (Herman, 2016). Kişilerin içsel deneyimlerinin adını koyamamaları ya da yaşadıkları duyguyu ayırt edememeleri kendi iç dünyalarını kaotik olarak algılamalarına ve duygularından disosiyatif bir biçimde kopmalarına neden olabilmekte ve yaşanan belirtilerin şiddetini arttırabilmektedir (Briere ve Scott, 2016). Araştırmanın bulguları doğrultusunda, travma sonrası hayatta kalan bireylerde içsel deneyimlerinin anlaşılmasına ve ayrıştırılmasına yönelik çalışmaların kişilerin yaşadığı belirsizliği, korkuyu ve kaçınma ihtiyacını azaltarak, belirtilerin şiddetlenmesini önleyebileceği ve yaşantıyı anlamlandırmaya ve yeni anlamlar oluşturmaya yönelik bilişsel süreçleri teşvik edeceği düşünülmektedir. Son olarak bilgece farkındalık eğilimlerini arttırmaya yönelik

müdehallelerin travmanın ilk zamanlarında uygulanmasının uygun olmayabileceği ve belirtilerin şiddetini göz önünde bulunduran bireysel değerlendirmelerin gerekli olduğu unutulmamalıdır (Briere ve Scott, 2016).