• Sonuç bulunamadı

Çalışma Hayatı ve Seyahatleri

Öğrenimini zorunlu sebeplerden dolayı yarım bırakmak zorunda kalan Nursen Karas, anne tarafından akrabası olan ve büyük dayım diye hitap ettiği Selahattin Çam’ın vasıtasıyla Mart 19559 tarihinde Yapı ve Kredi Bankasında işe başlar. İşe başlamasının ardından bankacılık alanında bilgisini artıran yazar, kısa zaman içerisinde şube şef yardımcılığına getirilir. On dokuz yaşında ise şube şefliği görevine layık bulunur. Buradaki çalışmasına yaklaşık dört buçuk yıl devam eder. Öğrenim hayatından sonra iş yaşamında da başarılı olmak için azimle çalışır.

Çalıştığı birim hakkında hemen bilgi sahibi olup bölümdeki iş ve işleyişi öğrenmeye çaba gösteren yazara karşı, kimi zaman mesai arkadaşları kıskançlıklar gösterirler. Vezneden sorumlu olarak çalıştığı zamanlarda kasada beş yüz lira açık çıkması üzerine banka müdürü N. Karas’ı yanına çağırmış ve onunla konuşmuştur. O

9

Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi C.2/K-Z, 571. sayfasında Nursen Karas’ın 1954 yılında Yapı ve Kredi Bankasında işe başladığı yazılmıştır. Bu bilgi yanlıştır. Nursen Karas, Yapı ve Kredi Bankasında 1955 yılında göreve başlamıştır. Bu tarihi, Nursen Karas’ın bir şiiri ve bir mektubu ile doğrulayacağız.

“Anneciğim”

(…)

Bankacı oldum ellibeşde İlkin alışamadım, zor geldi de, Bak neler oluyor ellisekizde. (…) (GH, s.49).

16 Temmuz 1968 tarihinde Dincer Günday’a yazdığı mektupta iş yaşamı hakkında şunları yazmıştır: “İş yaşamımın çizelgesi şu şekilde bakın: Mart 1955- Aralık 1959 ……….Bankası.” detaylı bilgi için bk. (Karas ve Günday, 2008: 71).

anları N. Karas şu şekilde aktarır: “Bankamızın müdürü büyük ihtimal bir kişinin şikâyeti üzerine beni odasına çağırdı ve konuşmaya başladık. Konuşmamızın sonunda banka müdürü ‘Nursen Hanım siz mükemmeliyetçisiniz.’ diyerek elindeki kalemi masaya vurdu ve ‘Bir kişi sizi ya çok sever ya da hiç sevmez’ dedi. Bunun üzerine artık bu konu üzerinde kimse bir şey konuşmadı. Oysa bankada vezneden sadece ben sorumlu değildim benimle beraber iki banka personeli daha sorumluydu. Bu karalama benim adıma kötü bir tecrübe olsa da amirimin gözünde aklanmak beni çok memnun etmişti.” (Nursen Karas ile kişisel iletişim, 13 Temmuz 2015).

Nursen Karas, bankacılık yaşamının daha başındayken çeşitli rahatsızlıklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu rahatsızlıklara, Yapı ve Kredi Bankasının kurucusu Kazım Taşkent’in banka personellerinin oturmasına izin vermeyip “Müşteri karşısında ayakta beklenir.” anlayışı neden olmuştur. Bankacılığın daha tam randımanlı bir şekilde yürümediği ve yoğun çalışma şartları sebebiyle N. Karas, on dokuz yaşında ciğerlerindeki beze sebebiyle solunum yetmezliği, sürekli ayakta çalışma sebebiyle varis şikâyeti ve iflas etmiş sinir sistemi neticesinde bankadan istifa etmek zorunda kalmıştır.

1959-1963 yılları arası kendi tabiriyle “evde oturan” N. Karas, lise bitirme sınavlarına çalışmış ve İngilizce öğrenmeye başlamıştır. Bu yıllarda yaşama dönüşünü sağlayan bir roman çalışması düşünmüş ve bir başlangıç yapmıştır. “Gül Ölüsü” ismini vermeyi planladığı ve genelde bankacılık yaşamını ihtiva eden bu çalışma, tamamlanamamıştır.

Üç yıl aradan sonra tekrar çalışma hayatına dönmek isteyen sanatçı, hem İngilizce özel derslerine vakit ayırabilmek hem de bankacılıktan kalan rahatsızlıklarının tekrar tezahür etmemesi için daha kolay bir iş aramıştır. 1963 yılının kasım ayında, İstanbul Maliyesi 2. İtiraz Komisyonunda göreve başlar. Sicil amirinin anlayışıyla hafif bir iş bulmasına rağmen 1965 yılında Varlık dergisinin sahibi Yaşar Nabi Nayır’ın önerisiyle maliyeden ayrılıp Varlık dergisi yazı işlerine bölümünde çalışmaya başlamıştır. Yazar, burada musahhihlik yapmıştır.

Kuruluşundan bu yana onlarca yazara kapısını açan Varlık dergisinde sanat çevresini de genişletme fırsatı bulan yazarın Varlık macerası yeni bir iş bulmadan

1967 yılında sona erer. Ardından sekiz ay hiçbir işte çalışmayan sanatçı, açıktan liseyi bitirip üniversiteye gitmeyi düşünmektedir. Fakat 1965 yılında babasını kaybetmesiyle artan sorumlulukları nedeniyle üniversite hayalinden vazgeçerek dokuz yıl aradan sonra 17 Mayıs 1968 tarihinde tekrar banka sektöründe çalışmaya başlar.

Lise bitirme sınavlarına hazırlanırken sınavdan sonrasını düşünerek Osmanlı Bankasına iş başvurusu yapan Nursen Karas’ı, banka yetkilileri görüşmeye çağırırlar. Banka yöneticileri, zaten dört yıl bankada çalışmış ve bu anlamda geniş bilgi birikimi olan sanatçıyı hemen işe alırlar. Hatta bu durum öyle ani gelişen bir olaydır ki Nursen Karas, lise bitirme sınavlarından önce kendini bankada çalışırken bulur.

Bu ikinci bankasında artık emekli oluncaya kadar çalışacak olan Nursen Karas, 1968’de bankanın memur kadrosunda göreve başlamıştır. O yıllarda bankada yönetici olmak için henüz bir sınav sistemi yoktur. Bu sınav sistemi yerleşinceye kadar bankadaki memur görevine devam etmiştir. Daha sonraki yıllarda yöneticilik sınavına girerek şef görevine yükselmiştir.

Nursen Karas, yaklaşık otuz yıl görev yaptığı bankacılık mesleği hakkında şunları söyler: “Bankacı olayım diye bir idealim yoktu. Okumak isterdim, üniversiteye gidebilmek, edebiyatla ilgili bir mesleği icra etmek isterdim. Keşke olabilse de Türkiye’de sadece yazarlık yaparak ekmeğimi kazanabilseydim ama bu ülkemiz için gerçekleşmesi çok zor bir hayal. Bu bağlamda bankacılığı sevmeyeyim de ne yapayım. Zaten kişiliğim gereği her işi kusursuz yapmak isterim. O zamanlar kendime şu sözleri söyledim ‘Eğer ben bankacıysam ve bu işten ekmeğimi kazanıyorsam bu işi mükemmel bir şekilde yapmalıyım.’ ” (Nursen Karas ile kişisel iletişim, 13 Temmuz 2015).

Nursen Karas, kırk altı yaşında 1984 yılında Osmanlı Bankasından emekli olmuştur. Yazarın, bankacılık mesleğinin yazarlığı üstünde olumlu etki ettiğini söylemek çok güç olacaktır. Hatta olumsuz manada etkisi oldukça fazladır. Bankacılığın hızlı temposu ve güç mesai saatleri dolayısıyla yazmaya hatta çok sevdiği okumaya bile vakit bulamaz. Bankaların henüz günümüz manasıyla anlaşılıp benimsenmediği zamanlarda bankacılık mesleğini sürdüren yazar; bazı günler on üç,

on dört saat mesai yapmıştır. Mesai saatlerinden arta kalan zamanlarda da kafa yorgunluğu ve hastalıklarıyla mücadele veren yazar için adeta İstanbul’un yoruculuğu ve bankacılığın stresinden kurtuluşu adına tek yol vardır: Seyahat.

Küçük yaşlarda resim ve şiirle sanat hayatına atılan yazar, lise öğrenimini yarıda bırakıp çalışmaya başladığı zaman, sanata yeterli vakit ayıramamaktan yakınmıştır: “Fırçamı çoktan bıraktım; kalemimi de bırakmış sayılmaz mıyım? Hiç rakamlarla harfler uzlaşabilir mi? Apayrı dünyaları var.” (ÇGM, s.326) Emekliliğinde de bankacılığın beraberinde getirdiği hastalıklarla mücadele etmekten yazıya yeteri kadar vakit ayıramamıştır. Yazarın bankacılık hayatından ve İstanbul’un yorucu temposundan zaman zaman uzaklaşması kendisi ve kalemi için yararlı olmuştur. Bu yüzden mümkün olduğu kadar seyahat için kendine fırsat yaratmaya çalışmıştır.

Yurt içi ve yurt dışında birçok yeri gezip gören sanatçı, burada yaşadığı olayları yazılarına taşımıştır. Kendi tabiriyle “Doğu Anadolu’yu tek başına gezen ilk ve tek kadındır.”. Anadolu’ya 1971, 1973, 1976 ve 1977 tarihlerinde yaptığı gezilerin notlarını ve fotoğraflarını 31 Ağustos- 13 Eylül 1976’da Yeni Ortam’da 8-18 Kasım 1976’da Politika’da ve 16 Nisan- 7 Mayıs 1978 tarihleri arasında Dünya gazetesinde yayımlamıştır. Bu yazıları, daha sonra 1994 yılında yazarın kendi yayınlarından çıkan Fotoğraf Çektiğim Dağlarda isimli kitabında toplamıştır. Kitabın ilk sayfasına yazdığı bir paragraf yazarın seyahat etmeyi ne derece sevdiğini anlamamıza yardımcı olacaktır:

“Gerçek gezgin, bir yere ‘varmak’ için değil ‘gitmek’ için gidendir, demiş ünlülerden biri.

Benim yaşamımda da böyle oldu; “gitmek” başlıbaşına güzeldi, yollar her zaman çekiciydi.

Eski gezginler, demir çarık giyip demir asa alırlarmış ellerine; ben de, bilekleri yılanlardan koruyan lastik pabuçlarımı giyip, kameralarımı boynuma asarak düştüm yollara…” (FÇD, s. 4)

Yeni yerler, yeni insanlar tanımak, yazarın hayatından çıkaramayacağı zevklerinden olmuştur. Bu seyahatler kimi zaman bir kaçış kimi zaman dostlarla yapılan kaçamak kimi zaman yıllık izinlerde hoşça vakit geçirme imkânı kimi zaman da maddi ve manevi sıkıntılardan uzaklaşmak için güzel bir sebep olmuştur. 19 Eylül 1997 tarihinde Bodrum Pusula gazetesinde çıkan “Her Yolculuk Bir Hüzün” başlıklı yazısına şu cümlelerle başlar:

“Yine ‘Gitmek Günleri’ndeyim. Otobüs kalkmak üzere: İzmir. Oradan Bodrum. Bütün yolculuklarda biraz hüzün var, ayrıldığınız yere bir daha hiç dönemeyebilirsiniz. Dahası gitmek istediğiniz kente varamayabilirsiniz de!...” (s. 4)

Bu cümlelerde ilginç olan şey, yazarın ayrıldığı yere geri dönememekten değil de varmak istediği yere varamamasından korkmasıdır. Bu da bizi aynı noktaya yöneltir. Bir insan ancak yaşadığı şehirden bunalmışsa ve maddi, manevi sıkıntıları varsa bu şekilde kaçmak ister. Bu seyahatlerinde Adıyaman, Konya, Bodrum, Gaziantep, Şanlıurfa, Mersin, Kars, Erzurum, Çanakkale, Balıkesir, Konya, Hakkâri, Elazığ, Van, Ankara gibi yerlerle beraber yurt dışında İngiltere, Fransa, İspanya ve İskoçya gibi şehirleri görme imkânı bulmuştur.

Yazarın gezi yazılarını topladığı kitabı ve gezilerinin yazılarına etkisi hakkında ilerleyen bölümlerde detaylı bilgi vereceğiz.

Benzer Belgeler