• Sonuç bulunamadı

2. ÂMÂ VEYSEL’DEN ÂŞIK VEYSEL’E GİDEN UZUN İNCE BİR YOL

2.1. Emlek Yöresinde Kültürel Doku ve Âşık Veysel’in Yetiştiği Çevre

2.1.3. Âşık Veysel’i yetiştiren çevre şairleri

İbrahim Aslanoğlu, Sivas Folkloru dergisinin Haziran 1973’te çıkan 5. sayısındaki yazısının başlığını, “Veysel’i Yetiştiren Çevre Şairleri” olarak atmıştı. Veysel’le yaptığı bir röportajdan aktararak hazırladığı yazısında, hayatlarının bir dönemi 20. yüzyıla uzanan Sıtkı ve Kul Sabri’nin yanı sıra Pir Sultan Abdal, Hüseyin (Akkaşların), Kemter, Veyselî, Veli (İğdecikli) gibi Veysel’in çağdaşı olmayan halk şairlerini de onun sanat birikimine katkısı olanlar arasında zikrediyordu.

Çoğu 19. yüzyılda yaşamış bu halk şairlerinin Veysel’i yetiştirmesi şöyle dursun, onu görmeye ömürleri bile yetmedi. Ancak, âşıklık geleneği büyük ölçüde “etkileme” ve “etkilenme” üzerinden işleyen ve sanatın kuşaklar arası aktarımında usta malı eserlerin yoğun olarak görüldüğü bir eğitim sistemiyle varlık gösteriyor. Bilhassa, Alevî âşıklarında ezgiden ziyade sözün kuvveti ön plana çıkıyor. Sivas gibi, şiir söyleme geleneğinin sağlam temeller üzerine oturduğu bir coğrafyada, usta çırak ilişkisi büyük oranda mevcut şiirler üzerinden yürüyor. Yani gelenek içerisinde bir âşığın diğerinin çırağı olması için, yan yana gelmeleri gerekmiyor. Dolayısıyla, çağdaşı bile olmayan

şairlerin Veysel’i yetiştirdiği vakıası aslında büyük ölçüde geleneğin aktarım sistemini gözler önüne seriyor. Veysel’i yetiştiren çevre şairlerini belirlemek aynı zamanda yetiştiği kültürel ağın bir haritasını çıkarmak anlamına geleceği için Alevîlikteki dede-talip ilişkilerinin kapsadığı coğrafî alan hakkında bilgi sahibi olmak da gerekiyor. Veysel’in doğup büyüdüğü Sivrialan köyü ve civarı âşıkların yoğun olarak görüldüğü bir yer olmasına karşın, sanatının oluşumunda payı olanlar, yani ona ustalık eden isimler hakkında pek bilgi bulunamıyor. Literatürde ismi geçenler ise, İbrahim Arslanoğlu’nun satırlarında görüldüğü gibi, Veysel’in sağlığında verdiği röportajlardan alınma bilgilerden elde edilebiliyor. Bu anlamda, Veysel’i etkileyen halk şairlerinin kimler olduğunu öğrenmek ve yetiştiği geleneğin sınırlarını görmek için röportajlarında verdiği bilgileri iyi okumak ve hatta seslendirdiği eserlerin güftelerine son derece dikkat etmek gerekiyor.

Sivas’ın genelinde olduğu gibi, burada da şiire karşı büyük bir ilgi vardır. Nitekim, Doğan Kaya’nın tasnifinde “âşık” tabiri yerine “halk şairi” tabiri tercihen kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zira, Kaya’nın biyografilerine yer verdiği isimler arasında yalnızca şiir yazan, herhangi bir âşıklık vasfı olmayan ve böyle bir iddia taşımayan ya da hakkında âşıklık özelliklerini tespit edebilecek kadar veri elde edilememiş isimlerin çoğunlukta olduğunu ve bu nedenle “âşık” tabiri yerine, halk şiiri tarzında şiir örnekleri ile kayıtlara girmiş şairleri ifade etmek üzere “halk şairi” tabirinin kullanılmasının yerinde olacağını belirtelim. Bununla birlikte, Doğan Kaya’nın tespitlerine göre, Emlekli âşıkların köylere göre dağılımı göz önüne alındığında en fazla âşığın Saraç (27 âşık), Beyyurdu (22 âşık), Ortaköy (15 âşık), Sivralan (13 âşık), Hüyük (10 âşık) ve Kümbet (9 âşık) köylerinde kümelendiği görülmektedir (Kaya, !?:68).

19. yüzyıl ortalarından itibaren yörede yetişen ve edebî yönden kudretli âşıkların şiirleri, gelenek içerisinde büyük bir rol oynar. Âgâhi, Kemter Baba, Âşık Kamber, İğdecikli Âşık Veli, Sarıkayalı Âşık Hüseyin, Kul Sabri gibi 19. yüzyıl âşıklarının şiirlerine daha sonraki dönemde yaşamış âşıkların repertuvarlarında rastlanmaktadır. Özellikle 20. yüzyılda yaşamış Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan, Hıdır Dede, Aziz Üstün, Âşık Devrânî gibi âşıkların repertuvarlarında, onların şiirlerine sıkça rastlanır. Ayrıca, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Kul Mustafa, Köroğlu, Sümmanî, Teslim Abdal, Erzurumlu Emrah, Gevherî, Seyranî, Kâtibî, Şem’î, Nesimi, Edib Harabi, Kul Abdal gibi eski âşıkların şiirlerinin seslendirildiği eserler de gelenek içerisinde yaşatılmaktadır.

Yörenin âşık musikisi repertuvarı içerisinde doğa, aşk, gurbet, sıla özlemi gibi konuların yanı sıra Alevî-Bektaşî inancının etkisi yoğun olarak görülmektedir. Deyiş,

semah, duvaz-ı imam, mersiye, şathiye gibi türler yöredeki Alevî-Bektaşî âşıklarının repertuvarlarında bulmak mümkündür. Ayrıca, Türkiye’deki âşık musikisi repertuvarında farklı yörelerde de görülen Köroğlu havaları, Yıldız havaları, Bülbül çeşitlemeleri gibi musiki örnekleri Emlek yöresi âşıklarından da tespit edilmiştir. Emlek kültürü içerisinde “Emlek ağzı” olarak adlandırılan bir uzun hava çeşidi vardır. 8’li ve 11’li hece ölçüsüyle yazılmış koşma tarzındaki abab cccb … kafiyeli şiirlerle seslendirilen bu ezgilerin en belirgin özelliği resitatif okuyuşlardan ve karakteristik bazı motiflerin sık tekrarlanmasından ileri gelmektedir. Hıdır Dede’nin oğlu Ali Güç; Mahzunî Şerif’ten ve Mehmet Erdoğmuş’tan ayrı zamanlarda edindiği bilgilere göre, Emlek ağzı olarak tabir edilen ezgilerin geçmişte “kılçık makamı”, daha sonraları da “kılçık ağzı” olarak adlandırıldığını aktarmıştır (Kişisel Görüşme, 19 Ağustos 2015). Bununla birlikte, yöredeki Alevî-Bektaşî ileri gelenlerinin ve babaların zaman zaman bir mekânda toplanarak seslendirdikleri eserlere genel olarak “içeri havaları” adı verilmektedir. Bunların en önemli özelliği Alevî-Bektaşî felsefesini, yol ve öğretisini anlatan eserlerin, onu anlayanların ortamında dile getirildiği özel toplantılar olmasıdır. İçeri havalarının seslendirildiği mekâna yalnızca belirli kişiler bulunmakta ve eğer mekân dergâh, tekke vb. bir yer değil de bir ev ise, mekân sahibinin aile fertleri dâhil dışarıdan kimse bu toplantılara iştirak edememektedir. Toplantıya katılan âşıklar kendi eserlerinin yanı sıra bilhassa eski âşıklara ve inanç ulularına ait deyiş, duvaz-ı imam, mersiye, şathiye gibi Alevî inancına dair türlerden özel bir repertuvarı birkaç gün boyunca çalıp söylemektedir. Literatürde bu toplantılara dair bazı anılar vardır. Sözgelimi, Âşık Veysel’in oğlu Bahri Şatıroğlu Veysel’in köyde bulunduğu zamanlarda, her Perşembe günü babasını Mescit köyünde bulunan Salman Baba dergâhına bıraktığını aktarmaktadır. Ayrıca Aziz Üstün’ün torunu Ali Dinçal, “muhabbet sofraları” olarak adlandırmaktadır ve çocukluğunda içeride neler çalınıp söyleneceğini merak ederek, dedesinin yanı sıra Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan, Derviş Dede ve Mehmet Eti’nin bulunduğu bir toplantı mekânına önceden saklandığını, ancak dedesine yakalandığını ve odadan çıkarıldığını anlatmaktadır (ty.:108; Kişisel Görüşme, 19 Ağustos 2015).

Yörede âşıkların dinleyicilere açık ortamlarda birlikte çalıp söylediği muhabbet meclisleri de kurulmaktadır. Özellikle yakın köylerden bir âşık geldiğinde onu ağırlamak üzere kurulan muhabbet ortamlarında Âgâhi, Kemter, Âşık Veli gibi eski âşıkların eserleri seslendirildikten sonra yeni eserler de icra edilmekte, böylece âşıkların birbirlerinin eserlerini tanıması da sağlanmaktadır. Bununla birlikte, yakın çevredeki âşıkların herhangi bir zaman içerisinde bir araya gelerek deyişler söyledikleri de görülmektedir. Gülağ Öz, aynı köyde yaşayan ve yakın arkadaş olan

Âşık Veysel, Hıdır Dede ve Ali Özsoy Dede’nin hemen her gün bir evde toplanarak deyişler, semahlar çalıp söylediklerini aktarmaktadır. Cemler ve bu tarz muhabbet ortamları aynı zamanda yeni âşıkların geleneği, şiir söyleyip saz çalmayı ve mevcut repertuvarı öğrenmeleri bakımından oldukça önemlidir.