• Sonuç bulunamadı

^ehircitik Nazariyatı : ŞEHİRCİLİKTE TABİÎ CEVVI VE SIHHİ ŞARTLAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "^ehircitik Nazariyatı : ŞEHİRCİLİKTE TABİÎ CEVVI VE SIHHİ ŞARTLAR"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

^ e h i r c i t i k N a z a r i y a t ı :

Ş E H İ R C İ L İ K T E T A B İ Î C E V V I

V E S I H H İ Ş A R T L A R

Yazan: Prof. Güstav Öelsner Tercüme eden: Adnan Kolatan

İlk konferansımda, şehir tesisi için tercih edilen yerlerden bahsetmiştim.

Fakat, şehir kurulmasında elverişli olan daha başka şart-lar da vardır: Özel coğrafî durum, deniz kenarı, etrafı çevreliyen sıra dağlar önündeki arazi, büyük nehir kenarları, m ü -him ticaret yollarının kesiştiği noktalar.

Bir sahaya inşaat yapılması için aranacak ilk şart jeo-lojiktir, yani zemin altı meselesidir. Biz evleri daima sadece toprak üstü görürüz. Toprağın içine tıkılan şeye hemen de hiç aldırış edilmez. Halbuki ekseriya kat'î neticeli bir ehemmiyeti vardır. Emin bir temel bir binada iyi bir çatıdan daha önem-lidir. İkisi birlikte evin ömrü üzerinde kat'î surette tesir eder-ler. Bundan başka, teknik ilerledikçe zemin altı katlarda her türlü işe yarar temeller vücuda getirilerek bunlardan fay-dalanılmasına yardım edecektir. İtinalı izolâsyon, havalandır-ma, ve ısıtma dediğimiz vasıtaların bu hususta her şeyden ev-vel yardımı olacaktır.

Türkiye gibi sıcakça bölgelerdeki memleketlerde zemin altı katlarda bahçe ile doğrudan doğruya irtibatlı bu gibi ma-haller vücuda getirilerek kullanılması çok ehemmiyetlidir. İstikbalin bir çok imkânları zemin altı katlarda tahakkuk e t -tirilebilir. Meselâ garaj mahalleri, kilerler, istirahat odaları, bahçelik avlular vesaire.

Yapıların yüzde 99 unda tarife son derece riayet etmek lüzumludur. Yahut da hiç olmazsa parayı doğru harcamak lâzımdır. Yani binanın kullanılması imkânlarını kuvvetlendi-recek surette harcamalıdır. İşte bunun içindir ki, yapıya har-canacak paranın büyük bir kısmının temellere tıkılması icap ederse, bundan her hakikî mimar acı duyar. Buna rağmen her hakikî mimar temellere yine de parayı sakınmıyacaktır.

Hafiflik neticesi, hele bilerek, fena temel yapmak meslek için bir ayıptır, bir lekedir. Bu sebeple, arazisi inşaat için fe-na olan bir saha ucuz küçük evler yapmak istiyen inşaat te-şebbüslerinde kat'iyyen bir tarafa bırakılmak lâzım gelir.

Şehir kunmak için bir yer seçebilmek durumunda isek, bu takdirde şehrin bütün sahası veya genişleme sahası için toprak evsafı iyi bir arazi aramamız icap eder. iyi bir inşa zemini demek sert, kum ve çakıl veya kaya demektir. Killi kum da iyi sayılabilir.

Buna rağmen bir çok meşhur şehirler fena inşa zemini üzerine kurulmuştur. Venedik ve Amsterdam şehirleri kazıklar üstünde duruyorkazıklar. Bir çok şehirlerde, nehir ve göl k e -narlarının münhat kısımlarında binaların gayet ihtiyatlı bir surette inşa edilmesi lâzımdır (derelerde, feyezan ihtimali göz önünde tutulmalıdır). Dik yamaç halindeki bir çok

sahil-lerde kayıcı tabakalar vardır ve bu takdirde çok defa batak-lık ve çamurluktan daha sinsidirler.

Liman şehirlerde umumiyetle temel yapma tekniği o de-rece inkişaf etmiş, şahmerdan ve hattâ buharlı şahmerdan öy-le gündelik bir âöy-let halini almıştır ki (sun'î) surette temel yapma ancak bir para meselesinden ibaret kalmaktadır. Fa-kat size her vesile ile tekrar ederim ki bu mesele şehir inşa-atçılığında gayet mühimdir. Her şeye rağmen çok zenğin şehirlerde bile jeolojik şartların pek fena olmaması icabeder. İ h -timal ki bilirsiniz, NeW-York şehrinin Manhattan denilen kıs-mı kaya zemin üzerinde duruyor.

Bulut tarayan binalar için şehrin bu semti seçilmiştir. Dünya çapında bir merkez olan bu yerde arsa gelirleri bulut-lara kadar yükselsin diye,. Fakat, zemin bu devlerin kurulma-sını çok kolaylaştırmış olmasaydı yine ds takribenl200 tutan müthiş bir sayıda bulut tarayan yapılamazdı. Göl kenarların-daki münhat arazide (meselâ Erie gölü) zemin pek iyi olma-yınca daha alçak gönüllü davramlarak ancak 12 ile 36 kat arasında bir yükseklikte binalar yapılır ki ikinci rakam kıs-men paresit mülâhazalarına da dayanıyor.

Arazi üzerine yer yer serpilmiş bulunan fena zeminler şehir plânında imkân nisbetinde boş sahalar olarak kullanılır. Bunlardan parklar ve spor sahaları olarak faydalanmak mümkündür. Bazan evvelâ temel seviyesini alçaltmak icap edecektir.

Bir başka jeolojik, özellik, ve bütün memleket için bir bereket kaynağı, şehrin plânı için berbat bir güçlük halini alabilir, bu, maden kömürleri ocaklarıdır. Altında mühimce kömür tabakaları bulunan sahalarda bina inşa etmek muva-fık olur. Yahut da, ileride deprem sahalarında görüp öğrene-ceğimiz gibi binalar bazı emniyet tedbirleri alınarak yapılır. İçinden kömürleri çıkarılmış olan sahaların çökmesi de yer sarsıntısındakine benziyen tezahürat ile cereyan eder. Arazi-nin sathı değişir, çatlaklar ve çukurlar peyda olur. Evlerin bir kısmı toprağın bu çekiliş ve boşuluşlarma dayanamazlar, yı-kılırlar. Mesele gayet önemlidir. Çünkü, bilhassa kömür hav-zalarında (işçi ikametgâhları dolayısiyle) iskân mahallerine ihtiyaç büyük olur. Çok defa tatbik ettiğimiz bir usulün de kömür ocağı, inşaatçılara bedava temin etmiştir. Fakat, kat adedinin tahdidi ve itinalı inşa şart idi.

(2)

Nihayet, küçük veyalhut yamru yumru satıhlı arazi de bittabi bina yapmağa yaramaz, yani sarp kayalar ve yamaç-lar. Bunlar manzara bakımından öyle karakteristiktir ki, yi-ne onları, üzerleriyi-ne yapı yapılmasından korunması iyi bir şeydir, (misal: Marsilya civarındaki sathı mail yolu önünde bulunan adalar ve yarım adalar).

Güneş dünya üzerindeki bütün hayat enerjisinin kayna ğıdır. Şehirlerdeki her şey güneşten hissesini almalıdır, içi-ne kadar hiç bir güiçi-neş ışığının nüfuz edemediği derin bir yarık halindeki vadilerde şehir veya meskûn mahâl kurula-maz.

Dünyanın bir çok dağlarında böyle köyler vardır. Sakin-leri hasta, dertli insanlardır.

Bir şehir düzlük ve ayni zamanda biraz doğuya veyahut gü-neye doğru eğim en iyi vaziyettir. Böyle doğuya ve gügü-neye bakan durumdaki şehirlerdeki binalar ve insanlar en iyi bir surette gelişirler. Garp cihetinde iseler şehirde ekseriya es-tetik bakımdan büyük bir güzellik gösterirler. Güneş batar-ken mimarî eserlerini füsurckâr bir parlaklıkla çevreler. Batı-dan ve doğuBatı-dan bakış için İstanbul dünyanın en güzel misal-lerinden birisidir. İnsan bu büyük camların güneş ışığının neş'e ve sevincinden doğduklarını sanacak gibi olur.

Şehir inşaatçılığının bir ana kanunu vardır. Cadde ve so-kakları o surette tertiplemelidir ki, her evin her oturma oda-sı gündüzün her hangi bir saatinde güneş görsün, bunun netice-si olarak garp memleketlerinde yolların şimal, cenup istika-metinde açılması tercih edilir. Bu takdirde evlerin cepheleri doğuya ve batıya çevrilir. Fakat tam manasiyle kuzey-güney istikameti kuzey rüzgârlarına yolu boş bırakır. Bu, bizim m e m -leketimiz için daha fenadır. Kuzey-güney caddelerinde öğleye saat 12 de (10,30 dan 14,30) a kadar, hemen de hiç gölge yok gibidir. Bu sebeple, eğer imkân varsa cadde ve sokakların is-tikametini biraz eğriltirler ve Kuzey-Batıdan Güney-Doğuya veya Kuzey-Doğudan Güney-Batıya doğru uzatılır.

Çok sıcak iklimlerde, Diyarbakır, Mersin, Adana gibi şe-herlerde odaların Kuzeye bakması evlerin sakinlerine, âdeta bir işkence gibidir.

Odaların öteki yarısı bu takdirde güneye bakar. Bu ci-hetteki odalar ise daima en iyi odalardır. Serindirler. Çünkü güneş ışıkları etraf duvarların sadece dış kabuğunu ısıtırlar. Kışın güney tarafındaki odalar sıcaktır. Çünkü güneş öğle üzeri sem t ülr etsin altında bulunur. İşıklar odanın derinlikle-rine kadar içeri girerler ve odanın arka duvarlarını da ısı-tırlar. Takriben on sene kadar evvel (Davos) da çok entere-san ölçüler yaptı, sağlıklarını aramıyan bir çok ciğer hastası için orada güneşlenilin kat'î bir ehemmiyeti vardır. Varılan netice şu oldu: Tam bir güney vaziyetinde kışın güneş ışıkla-rının girişi doğu vaziyetine nisbetle altı defa daha ziyadedir. Yazın ise güneydeki ısmış doğudakine nisbetle 1:1/2 dir. Ya-ni güneye bakan mektep smıflanndaki çocuklar 20 derece de dayanabilirler. Fakat doğuya bakan sınıflarda 24 derecede çalışmaları imkânsızdır.

«Peki ama dediler, Davos yüksek iklimdir.»

Ovada, karlar daha yüksek, Mühendis Mektebinde ölçtü-ler ve yine ayni neticeye vardılar. Bu gibi halölçtü-lerde yoların is-tikametini tamamen doğudan batıya doğru değil de 10 - İS derecelik ıbir eğrilik ile çizeriz.

Hiç güneş almıyan bir odaya, bir çıkıma yapmak suretiyle yardım edebiliriz. Evlerinde güneş ışıklarının hiç birisini k a -çırmak istemiyen İngilizler sayfiye binalarında her odaya bir çıkma yaparlar. Anadoluya nisbetle memleketlerinde çok sey-rek görülen güneşi severler. Güneşin ışıklandırdığı tabiatı da

severler. Bunun için, yemek odalarmı ve emsali mahalleri e k -seriya çıkmalı şekilde tertip ederler. Böylelikle, kuzeye bakan odalarda güneşe sarılırlar, ve güneye nazır odaların çıkma pencerelerinden güneş ışığı altındaki tabiat manzarasını sey-rederler.

Yollar, semtte hâkim bulunan rüzgârın hiç engele çarp-maksızın bütün kudretiyle ferman okumasına mâni olabile-cek tarzda kararlaştırmak bif kaide sayılmalıdır. Eğer kuzey-doğu rüzgârı esiyorsa, kuzey-kuzey-doğu, güney-batı iştika-metli uzun yollarda yazın müthiş toz bulutlarını önüne katıp sürer. Kışın ise, böyle yollarda kar dalgaları veya tam mana-siyle kar yığınları yapar, yolu, izi örter.

Kıyılarda denizden gelen rüzgârlara karşı ekseriya bir engel lâzımdır. Fakat ayni zamanda şurasını da düşünmek icap eder ki denizin manzarasını mümkün olduğu kadar çok sayıda sokaklara açık bırakmak lüzumludur.

Sanayi mahallerinde «rüzgârdan kaçan» İnşaat yapılır. Garp memleketlerinde rüzgârlar yüzde altmış beş gün batı cihetinden eserler.

Böyle bir rüzgâr endüstri bölgesinden duman ve isleri a -lıp şehrin üstüne getirir. Breslâv ismindeki büyük ve güzel şehir işte böyle talihsiz bir tarzda tertip edilmiştir. Rüzgâr endüstri banliyosundan üç belâlı kafadarı, tozu, dumanı ve isi, alır. Şehrin üzerine ve doğudaki ikametgâh mahalleri üs-tüne getirir. Gerçi güneş batarken bu toz ve dumana bürün-müş havada sihirli renklerle oynar, bir serap yaratır...

Öyle ki, Breslâv şehrinin gün batarken aldığı güzelliği Avrupada methederler.. Keşki, böyle dekor oyunları olmasay-dı... O zaman sanayi mahallesi uygun olan yerde dururdu.

Bu sebeple batının büyük şehirlerinin ne kadar yazık ki, tipik tertibi şöyledir:

Batı cihetinde villâ semtleri ve parklar bulunur. Bu kısma malûm olduğu üzere lüks bir tâbir diye Westand — Batı ucu derler. Güney-batı kısmı da beğenilip tercih edilen b > yerdir. Ayni şey bazan Kuzey-batı için de söylenebilir. Şehir merke-zinin doğu ve şimalinde işçi mahalleleri ve sonra da, bu sefer haklı olarak fabrikalar kurulmuştur.

Şehir plânlayışlarında, bu mesele sanayi mahallelerinin ve-ya kolaylıkla fena gazlar, dumanlar ve kokular neşredebilen fabrika ve işletmelerin (meselâ kuvvet santralları, kanalizas-yon, süzme havuzları, kimya fabrikaları, çinko dükümhaneleri, deri fabrikaları, gazhaneler gibi tesisatın) tertibine b ü -yük ehemmiyet verilmelidir. Bu yerler fena seçilirse şehir bedbaht olabilir.

Faka,t rüzgârın kudretinin iyiliği de vardır. Frans Von Assisi diyor ki: «La mia suore, il sole, il mio fı-ate, il vento» Kız kardeşim güneş, erkek kardeşim rüzgârdır.

Siper vadilerde, sıcaklık yazın o derece bunaltıcı bir hal alabilir ki, şehrin binalarla önü kapanmış, mahallelerine girmekte rüzgârı serbest bırakmak icabediyor. Böylece, taze h a -va ve serinlik temin edilir.

Şehir inşacılığının, başka vasıtaları evlerin ve ağaçların gölgesi ile Arkad denilen direklerle tutturulmuş binalar

(3)

Deniz, nefis bir serinlik verir. Eğer hızlı akarsa, nehir-ler de böyledir. Ren ve Tuna gibi...

Havayı, kendileriyle birlikte çekip sürüklerler ve kocaman vantilatörler gibi tesir ederler. İki şehir bilirim ki, k ı -yılarında, en yakıcı sıcakta bile, serinletici bir rüzgâr daima bulmuştur:

Ren nehri kenarında Koblenj ve Tuna nerfıi kenarında Budapeşte..

Güzel sanatların büyük tarihçisi Hermann Grimm, eski çağda Filoransa ve Atinada çok sayıda dâhiler yetişmiş olma-sının sebebini havanın mütemadiyen hareket halinde bulunma-sına hamlediyor.

Floransalılar bugün dahi Avrupanm fikren en cevval insanlarıdırlar. Şunu da hatırlatmak isterim ki, açıkta hava h e -men de hiç rüzgâr bulunmadığı zaman bile saniyede yarım metrelik bir hızla hareket eder.

Havanın kudreti, fazla şiddetli olunca sokakların korun-ması icabeder. En iyi çare kavisli yapmaktır.

Güneş ve hava en mühim sıhhat şartlarıdır. Fakat halkın sağlığı toprağın altına bağlıdır. Temel suyunun yüksek ol-ması sıhhat için fenadır. Diğer cihetten, toprak altındaki su seviyesinin yüksekliği çeşme açılmasını kolaylaştırır. Fakat, bu takdirde bir sızıntı yüzünden suyun mikroplanması da

bit-tabi kabil olur. Vadilerin en derin yerlerinde ise toprak altın-daki su seviyesinin yüksekliğinin manası bataklıktır. Bu ise sıtma tehlikesini çoğaltır. Memlekette bu tehlike büyüktür. Fakat devlet dairelerinin bu müthiş insan kemirici âfetle gü-reşmesi son senelerde pek büyük başarılara götürmüştür. Ba-taklık sahalarda çalışmalar Iböyle sürüp giderse, çok geçmeden ancak daha az zarar verebilecek hir sıtma meselesi k a -lacaktır.

Fakat onun bile büyük sahaları inşaat dışında bıraktı-racak kadar kuvvetli olması mümkündür. Bir zaman, bana bir hususî doçentten söz açıp anlatmışlardı: Bu zat, Breslav-da bodrumBreslav-da kışlamakta olan sivrisinekleri gözden geçirmek istemiş, elinde bîr fener varmış, kâtibim onu karşısında gö-rünce bir deli, yahut bir nevi Diyojen sanmış ve bırakmamış. Bu önemli araştırıcının çalışmalarının ne kadar faydalı oldu-ğuna kanaat getirmiş bulunuyorum. İsmi profesör Hayman idi. Bu zat, Oder nehri boyunca geniş sahalar kurtarıp inşa-ata açmıştır.

Toprak altındaki suyun seviyesini, alçaltmak için m ü -kemmel bir çare kavak ağaçları dikmektir. Kayseride İstas-yon civarında kavak ağaçlarİyle süslenmiş yollar sayesinde suyun en az 20 santim alçalacağını umuyorum.

Bazan, güneş, rüzgâr ve su birlikte iyi tesir yapmazlar. Meselâ çok ısınmış bina duvarlarına akşamleyin, önceden az akan. derenin veya kanalın sathından doğru yükselen hava iyi tesir yapmaz.

Amsterdam nehrinin eski mahalleleri bu yüzden berbat bir küf kokusu ile dolar. Koku, bilhassa güney cihetlerinden ev-lerin içine giriyor. Pencereleri çok defa kapalı bulundurmak icap eder.

Memleketimizde, büyük bir şehir, bir vâdinin içinde bir hayvanat bahçesi projesi yapmıştır. Bunu tatbik etmeye im-kân yoktur. Çünkü, akşamları vahşi hayvanların ve kafesler-deki maymunların neşredeceği kokular sıcak güney ciheti duvarları boyunca yükselecektir.

Nehirlerin taşmasından husule gelen sular sadece ara-ziyi bataklaştırmakla kalmaz, mümbit toprakları da basar, gö-mer ve sürekli rutubet yaparak evlerin bünyesini kemirir.

Küf ve mantarlar peyda ederek evlerde oturanların sağlığım bozar, memleketi sıtmanın nasıl ezdiğirti ve bazı 3 de hal k ı n bu âfet yüzünden dermansız ve mecalsiz kaldığını arzet-tim. Şehir inşacılığı plânlayışlarında, sadece esas bataklık sahaları değil, feyezan sahalarına da büyük bir ehemmiyet vermek mecburiyeti vardır. Bittabi bunların da, inşaat yapılamıyacak sahalardan sayılması mutlaka lâzımdır. Hedef t u -tulacak şey, nehrin yükselmesi geçtikten sonra suların ça-buk çekilip gitmesini temin etmektir. Sedler ve enlilemesine oluklu yapılması faydalıdır. Sed tepesi kıyı yolunu taşır. B u - , n u n üstüne bina yapmak eğer caiz ise ancak hir taraflı ol-malıdır. Bir çok yerlerde, çok sayıda rastlanılan kalp hastalık-larına da ayrıca dikkat etmek lâzımdır. Bu hastalığın sebebi ekseriya çok yüksek yerlerde inşaat yapılmış olmasından ile-ri gelir. Günde birkaç defa, hem de ekseile-riya yük taşıyarak, bayır tırmanmak kalpten takati üstünde iş beklemek demek-tir. Halkm çok defa neden dolayı b u kadar yükseklere çık-mış olduğunu biliyorsunuz. Haricî düşmanlardan endişe etti-ğinden, sıtmadan korktuğundan, vâdideki mümbit araziyi kaybetmek istemediğinden, ailesine, yüksekteki sağlam hava-yı serbestçe teneffüs ettirmek istemesinden... Ve nihayet son zamanlarda, yoksul ve evsiz insanlara ifrat arsa fiyatı ve inşaat zabıtası olmaksızın ancak böyle imkânsız yükseklik-lerde başlarını sokacak bir mesken yapmak mümkün gibi gö-ründüğünden.. Kastamonuda halk dağ yamacındaki büyük evlerini bırakmıştır. Hizımetçileriyle birlikte yalnız bir aile yerine şimdi 4-6 aile birlikte büyük evlerde oturuyorlar.

Uşakları yok, öteberilerini kendiler yukarı ve aşağı ta-şıyorlar. Ekseriyetle görünen netice: Kalp hastalıkları.

Çok dik yerlerden kaçınmalıdır. Şimdiye kadar olduğun-dan daha fazla kaçınmalıdır. Hele İçinde bir çok romatizma-lılar bulunan hastaneler için ve evleviyetle bunlar için...

Güneş ve rüzgâr, yani iklim, şehir plânı üzerine kat'î neticelere tesir ederler. Rüzgâr karları önüne katıp da mey-danın üstünde koşturduğu zaman, sahanın genişliği hoşumu-za gitmez.

Çok soğuk olan yerlerde gelişmeler daha toplu ve daha sıkışık şekillerle temin edilmelidir. Caddeler ve meydanlar bu meyaııdadır. Evlerin aralarındaki mesafeler küçültülür veya büsbütün silinir. Münferit evler yerine bitişik sıra evler ya-pılır. Soğuyucu satıhları pek çok olmıyan katlı evler hâkim olmaya başlar. Cadde ve sokaklar rüzgâra kapatılır. (Kars, Van, Erzurum).'

Van şehrinde toz fırtınası 12 metre genişlikteki çarşı so-kaklarında gidiş gelişi aksattığı zaman insan kendi kendine soruyor: Niçin memleketin ekserî yerlerinde olduğu gibi b u -rada da yolu (5) metre yapmamışlar? Buffalo şehrinde Belediye sarayı meydanında kollej talebeleri kış akşamları y a n -larında bir uzun halat bulundururlar. Rise gölünden esen keskin rüzgâr karları silip savururken bu halatla bir zincir yaparlar. Kolejin kız talebeleri de buna tutunarak oda gibi boş meydanı geçerler.

Cenup eyaletlerinde, bir karşı cereyan, hafif rüzgâr hasıl olmasını temin etmelidir. Yazın serinlik bulmak burada h a -yatî ehemmiyettedir. Ölçülerin geniş tutulması burada şarttır. Bahçelere de faydası olur. Fakat cadde ve sokaklarda ağaçlar, duvarağaçlar, arkadlar ve ev duvarları vasıtasiyle gölge t e -min etmek icabeder.

(4)

amonyak ve buna benzer şeyler vardır, hem de çok miktar-da.. Zaten soba, kalorifer, radyatörleri vesair ısıtma vasıta-ları üstündeki tozvasıta-ların kuru taktirlerinden çıkan o fena ko-kunun sebebi de bundandır.

Her türlü hastalık mikropları toz vasıtasiyle ciğerlere ve vücudün içine sokulurlar. Tozla savaş şehir inşacılığmm bir par ol asıdır. Bu savaş caddelerin ulaştırma araçlarına mahsus olan orta kısımlarını i tin alı-düzgün yapmak suretiyle yürü-tülür, Burada da yine ağaçların yeşilliği bizim kudretli bir menfatimizdir.

Fakat çimenlik sahalar ve yeşil çitler de vardır. Rüzgâ-rın tozu uzun mesafelere kadar götürmesine engel olmak lâ-zımdır.

Caddelerin arzanî maktalarını maksada uygun bir tarzda şek i llend i rmelidir, Memleketimizin büyük ve güzel bir cenup şehrinde toz âfeti yüzünden halk yazın muntazaman ve tam •mânasiyle şehirden kaçmaktadır.

Toz yiyecek ve giyecek maddelerine, nebatlara, ciğerle-re, gözlere zarar verir. Duygularımızın gördüğü daha başka

zararlara da bu «sağlık, işinde ayrıca dokunmak istiyoruz: Gürültü! Şehirlerde gürültü hep olmuştur. Caddenin sesle-ri, satıcılar, âlet ve edevat, rn ukinalar, tekerlekler bu karma

gürültünün içine bir çok şarkılar da karışmak suretiyle İtalyada tuhaf fakat hoş bif melodi hasıl olurdu. Otomobil k o r -naları, sokak gürültüsünü güç katlanılır bir dereceye çıkar-mıştır: Şorör ne kadar fena olursa patırtısı o kadar çok, frenlemesi o kadar kaba, gidişi o ııisbette aldırış etmez bir tarzdadır.

Galiba 16 sene kadar evveldi; akıllı Paris Polis Müdürü Chappe akşam saat dokuzdan sabah saat altıya kadar korna çalmayı yasak ettiydi. (4) Bir çok yorgun insanların u y k u

-sunu korudu. Şoförler parlak ışıklarla, projektörlerle köşe-leri aydınlatıyorlardı. Kazalar azaldı, çünkü daha dikkatli sürüyorlardı. Az sonra Almanyada bir kararname neşredildi. Koma çalmak ancak âcil can tehlikesi halinde izin veriyor-du. Bir anda sokak gürültüsü dindi, insanlar kendilerini cen-nette sanduar. Kaza rakamları mühim surette azaldı. Her-kes arabasını daha dikkatli sürüyordu.

Bunun İstanbul'a faydalı bir tarzda tatbiki sadece şu nok-tayı tesbit ediyorum; Bu memlekette şoförler emsalsiz dere-cede kabiliyetli bir şoförlük sanatına sahiptirler, Kornasız da çalışabilirlerdi. Halk çabuk alışır. Fakat, şehircilik bakımından bir çok yer'.erde şartların değişmesi ieabeder. İstiklâl cadde-sini biliyorsunuz!!!

Gürültüye karşı şehirciliğin en tesirli çaresi ikametgâh mahalleri caddeleriyle ulaştırma caddelerinin, ikametgâh semtleriyle iş, sanayi ve eğlence semtlerinin sarih surette ay-rılmasıdır.

Uzak yük seferleri güzergâhı ile Uman caddelerinde hiç

ikametgâh yapılmayacaktır. Araları yarılıp cadde veya tren, tramvay geçirilen ikametgâh bloklarının arkalarında derin bahçeler bulunmalıdır. Gelişme öyle bir istikamete doğru, gitmeğe zorlamaktadır ki, şehrin büvük irtibat caddelerinin kenarına hiç bir bina yapılmıyacaktır.

Işıklı reklâm gözlerin bozulması türlü türlü bakımlardan mühimdir. Işığın kendisi vt. sonra, gün gibi aydınlıktan gece gibi karanlığa varan ani ve zıt değişiklikler!, işte büyük

şe-(*> Böyle bir yasak Muhittin Üstüııdağın belediye baş-kam olduğu sırada, Istanbulda da tatbik edilmiş itirazlara yol açmıştı, (AŞKİTEKT)

hirlinin yorgun bakışlı gözleri bundandır. Işıklı reklâmı kıy-metli eski mimarı yapıların yakınından yok etmeli, manzara itibariyle emsalsiz yerlerde, meselâ, deniz kıyılarında tanzim etmeli.. Meselâ, ilk iki katta tahdit edilebilir. Bu tarzda bir nizam Boğaziçi ve Marmara İçin çok ehemmiyetli ,bir şey o -lurdu.

Meselâ sekiz metre boyunda bir şişeden içine ışıklı şam-panya damlıyan bir bardak gibi saçma reklâmlara izin veril-memek muvafık olur, İhmal yüzünden çoktanberi tesiri kaybolan bir otomobil reklâmını Süleymaniye camii altına k o y -mağa müsaade vermekte bittabi haiz olamaz.

İtiraf etmek lâzımdır ki, gürültü Ne"W-York'te S<lu-are'de en çılgın şahikasına varmış olan ışık reklâmı insana sarhoş edici bir tesir yapabilir. Nc yapalım, çeşit çeşit sarhoş edici zehirler var! insanlar ekseriya büyük çocuklardır. H a yat panayırında dolaşmaktan zevk alıyorlar. Fakat büyük o

-lan her şey, sükun ve sessizlik içinde vücut bulur.

1911 senesinde Almanyada reklâmın korkulacak derecede genişlemesi sırasında, Parise geldiğim zaman orada daha fazlasİyle karşılaştım. Fakat irce bir zevk vardı. Hemen, de b ü -tün dükkân tabelâları siyah zemin üzerine sarı yaldızla veya ıskara şeklinde bir zernin üzerine bronz harflerle veya m u -allâkta bronz harflerle yazılmıştı. Fakat orada da şimdi oldukça düşüncesiz bir reklâm şekli bilhassa banliyolara n ü -fuz etmiştir.

. Gürültü ve ışıklı reklâm bazan insanı sarhoş edebilir. Lâkin, duygularımızı bozan üçüncü şey hakkında bunu söyleyemeyiz, Koku, fena koku. Her türlü çareye baş vurup b u -nunla savaşmak lâzımdır. Yapılacak en mühim şey cadde ve sokakları düzgün satıhlı ve temiz tutmalıdır. Bahçe ve

avlu-ları bakımlı bulundurmalı, kanalizasyon yapmalı, sanayii şeh-re karşı rüzgâr altına düşüımemeli, fabrikalardan çıkan pis suları süzme havuzlarından geçirmeli ve nihayet yeşil sahalar

vücude getirilmelidir. Yeniş sahalar filtre tesiri yapar. Şehir inşa alığına ait bir tedbir daha söyliyeyim: Binaları katiyyen nehir kenarına kadar sokmayınız. Nehir kenarına daima bir yol ve yeşil saha şeridi yapınız. Bir alabalık deresini bir lâ-ğım suyu olmaktan kur ter malî için en iyi çare budur.

Şimdi gayet ciddî bir fasla geçiyorum. Deprem sahalarından bahsetmek istemekteyim. Bu eski binlerce senelik t a -lihin takdis edip mevsimlerin bereketlendirdiği Anadolu top-rağı sükûn bulamıyor. Geçen sene yer sarsıntısı felâketleri sıklaştı.

Dikili depremiyle 1939 tarihinde tekrar başladı. Belediye reisine son senelerde ciddî bir sarsıntı geçirip geçirmedikleri-ni sordum: «Hayır!» dedi, Ankaraya döndüğümde mümtaz âlim ve araştırıcı Calvi'ye sordum. Dikilide çok mu deprem olmuştur? Cevabı şu idi: Sayısızdır!

O anlatırken eski, çok eski hâtıralar canlanıyordu.

Ho-mer'in Truva Muharebesinden badeden llyadasmda deniz

tanrısı Poseidon dalgalarını gök gürültüsü gibi gürletir. Fakat eski Yunan tanrıları salâhiyet meselesine sıkıca sadık idiler. Poseidon'un gök gürletmek salâhiyeti yoktu. Bu onun ağa-beyisİ ve tanrıların babası «Zeus» in işi idi. Yıldırım da onun-du.

Poseidon dalgaları gök gürültüsü gibi harekete geçirdi-ğine bakmca bunun bir fırtına değil, denizde bir deprem ol-duğuna hükmetmek lâzımdır. Bu hal oralarda bu gün de sık sık olur. Halk onu fırtına sanu.

(5)

bulunan Bergama'da âdeta hiç duymamışlardır. Bildirilen h a -sarlar belki de zaten vardı da farkına varılmamıştı.

Profesör Calvi bunu hendek saha içindeki dağların dep-remin kuvvetini yok etmesi ile izah ediyor. Eğer deprecn öte-ki cihetten gelse idi neticeleri daha ağır olurdu.

Masa arkadaşlarından birisinin nezrinde bana Erzinoanm Jeoloji haritasını gösterdi. Kaya tabakaları hendek saha ke-narında yarılmış ve hizalarını kaybetmişlerdi. Bunu renkler-le göstermişrenkler-lerdi. Bu harita renkrenkler-leriyrenkler-le âdeta haykırıyor gi-biydi. Birkaç hafta sonra tüyler ürpertici Erzincan; Tokat

vesaire felâkteleri oldu. Burada kurbanların sayısının bu de-rece çok olmasının sebebi kerpiçten yapılmış binaların san-ki insan kapanları gibi içindesan-kileri ezip gömmelerinden ileri gelmiştir. Bilhassa ağır çatılar duvarları itip içeri çökmüşler-dir. istiraplı haftalarda teknik esaslar Bakanlığın yüksek İnşaat dairesi reisi Muammer Çavuşoğlu tarafından yorulmak bilmez bir çalışma neticesinde aydınlatılmış ve yeni inşa ni-zamları vazolunmuştur.

Bunlardan bizler, şehir inşacılığı sahasındaki plânlayış-larımızda neler öğrenip alacağız? Kayalık zemin üzerine iti-nalı surette inşa edilen evler az zarar görmüşler veya hiç za-rara uğram?rnışlardır .Fakat kayanın yekpare ve toprağa sap-lı kaya olması icabeder

Sürüklenip gelmiş kaya parçalarından mürekkep bir ze-min yapı altı olmağa elverişli değildir. Bina yapmak caiz de-ğildir. Bilhassa oluğun kenarı tehlikelidir.

Buraya mutlaka bazı münferit binalar yapmak icap eder-se bu takdirde beton armeden çerçeve lâzımdır. Her nevi bi-nalarda kafes yapı denilen Golombağe tarzının her türlüsü tercih edilir. Çünkü ufkî kuvvetlerin karşılanması lâzımdır. Şakulî kuvvetlerin hesabatta ehemmiyet kazanması ancak minare, baca vesair gibi yüksek yapılarda başlar. Normal y a -pılarda muntazam bir emniyet gözetmek kâfidir.

Konut olarak, yani mesken olarak kullanılacak binaların hafif olması da lâzımdır. Birçok deprem tecrübeleri geçirmiş olan eski -Japonya bu esas dairesinde inşaat yapmıştı: Sonra-ları ise modern yardımcı konstruksiyonlara baş vurmuştur. (Betonarme ve betondan kafesli inşa colombage).

Katların sayısı son deıece tahdit edilmelidir. Yani bina-lar kaide olprak bir katlı yapılmalıdır, iki kattan fazlası

an-cak müstesna olarak yapılır ve o zaman da betonarme çerçe-ve tarzında mşa olunmak lâzım gelir. Müteaddit katlı bina-ların pencere ve kapı boşlukbina-larını alt alta, yani bir hizada yapılmalıdır. Bunların mümkün mertebe küçük olması icap eder. Duvarların da plânda bir hizaya getirilmesi lâzımdır.

Temelin demirli ve beteri lu tarzda olması mutlaka arzu-ya şaarzu-yandır. Ve bir çok yerlerde mecburî olmalıdır. Bunlardan başka binaların köşelerini yuvarlaklaştırmak gibi bir t a -kım teferruat ta vardır. Birbirine bitişik (sıra evler) tarzı münferit binalar tarzına tercih edilmelidir. Demek oluyor ki, tehlikeli bölgelerde şehit plânlar; yapanların şu esasları göz cnünde tutmaları lâzım gelir.

1 — Şehirler mümkün mertebe küçük tutulmalıdır. 2 — Konut binaları, yani ikametgâh olarak kullanıla-cak evler hendek sahada değil yamacın yukarısında yapılma-lıdır. Sonra bir üçüncü nokta daha var. Ben bu noktayı Di-kili kasabasının plânında neticeye uygun gslooek suıette göz önünde tuttum. Alçakta bulunan arazide sürekli bahçelerden mürekkep bütün bir şehir geliştirdim. Bu kısımda ev yapıl-mıyacaktır.

Fakat on - yirmi sene sonra edvarın refahı artınca ve kontrüksiyon etüdleri iyileşince depreme dayanıklı küçük ev-lerin yapılmasına başlamak düşünülebilir. O zaman şehri.-: esas plânında ehemmiyetli hiçbir değişiklik yapmağa lüzıım olmıyacaktır.

Bu tarz plânlayışı ben sonra Adapazarmda daha genişlet-tim.

(Daimî bahçe) lere koyduğum küçük (5 metre kare) ev-cikler icabında birer sığınak mahiyetindedir. En çok ehemmi-yet verdiğim şey ahalinin ruhunu korkudan kurtarmaktır.

(Eğer bir deprem daha olursa sığınıp canımızı kurtaracak bir yerimiz var!) desinler.

Deprem sahalarından etraflıca bahsettim. Sizler ileride bir gün bu vazife ve meselelerin halledilmesinde burada bir-likte çalışmak vazifesiyle karşılaşacaksınız. Asıl mesleğimiz

olan şehir inşaatçılığı akıllı plânlayışlarla kat'î yardımlarda bulunabilir. Fakat, Eski şehir tesisleri âfete uğrayıp da inle-diği zaman büyük ödevimiz bütün kuvvet ve kudretimizi ve meslekî kabiliyetlerimizi ortaya koyarak çabucak çareler bu-lup felâketi hafifletmeye koşmaktır.

( Ba?ı 6 9 uncıı s a y f a d a )

19 — 88053 Rümuzlu proje:

Arsa hududu aşılmış, plân dağınık, mimarî

tatminkâr değil.

Bu proje birinci elemede terkedildi.

14/10/1946 günü varılan sonuca göre de

hü-viyet zarfları açılarak birinci mükâfatı kazanan

91864 rümuzlu projenin Y. Mimar Harbi Hotan, ve

Y. Mimar İlhan Ağan'a, ikinci mükâfatı kazanan

(33287) rümuzlu projenin Y. Mühendis Niyazi

Du-ıran'a Üçüncü mükâfatı kazanan (10191) rümuzlu

projenin Y. Mimar Seyfi Arkan'a ait oldukları ve

mansiyona lâyık görülen iki projeden (17317)

rü-muzlunun Y. Mimar Şemsa Demiren ve Y. Mimar

Affan Kırımlıya ve (10203) rümuzlunun da Y.

Mi-mar Ekrem Olguner ve Y. MiMi-mar Mustafa

Pehli-vana ait oldukları anlaşılmış olduğuna dair bu

ra-porumuz müt.tefikan tanzim edilerek imza edildi.

14/10/1946

Aza Raportör

Üçüncü Genel Müfet. Bayındırlık Bakanlığından

Bedi Enüstün Mahmut Yonat

Bayındırlık Ba.

Azâ Âza

Türk Y. Mi. Birliğinden Türk Y. Müh. Birliğinden:

Referanslar

Benzer Belgeler

tarafından yapılan çalışmada ise GÖRH’li olan globus hastalarının tipik GÖRH has- talarına göre daha yüksek ÜÖS rezidüel basıncına, daha geniş AÖS basınç alanına,

Bugünkü modern mimarî çok makul ve doğrudur. Ancak bizim için yeni mimarî kiralık smokine benzer. Çünkü kendi malımız, kendi mimarîmiz, kendi ruhumu­ zu

Başlangıç yemekleriyle birlikte şarap içmemize karşılık, önden iç­ tiğimiz, yemeklerin gelmesi ve şarap servisinin yapılmasıyla içmemek üzere yarım

Diğı taraftan zamanında büyük enfrastrüktj gerçekleştirilmelerini (yol, telefon, ki rutma gibi) devletin ve Paris civarı idi resinin özel bütçesinden faydalanmak.

Bilindiği gibi Çınaraltı dergisinin faa- liyet sahası olarak belirlenebilecek 1940-1950 yılları arasında, derginin önemli şahsiyetleri Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Halide

* Bilirkişi heyetimiz bu orman alanına turizm alanı, mesire alanı, golf alanı işlevlerinin verilmemesini, orman içinde turistik veya benzeri tesislerin yap ılmaması,

verdiği bir bölgeyi kurtaran bir kahramanı da masum ço­ cuk elleriyle ateşe attırm ak­ la onlara vahşet dersi verdi­ ği kadar öğretmen sevgi ve saygısını

Fakat, toprak derinliğine farklı bir tepki vardır, sığ kök sistemi ile yıllık bitkiler (optimal toprak derinliği 100 cm) konu ise, veya daha derin kök sistemine sahip çok