• Sonuç bulunamadı

KOLEKSİYONERLİK VE GELİŞİMİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "KOLEKSİYONERLİK VE GELİŞİMİ"

Copied!
87
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KOLEKSİYONERLİK VE GELİŞİMİ

(2)

Foto: Ur kenti (Irak), 2006

1200 yıl önce Kral Nobinidus büyük bir güç elde etti. Kızı prenses

Ennigaldi – Nanna tarafından bir müze kurulmuştur (M.Ö. 530).

(3)

Ur şehrindeki Ennigaldi Nanna

Koleksiyonu Sir Charles Leonard Woolley

tarafından keşfedilmiştir.

Koleksiyondaki nesneler MÖ. 2600 –

M.Ö.600 yılları arasına tarihlendirilmiştir.

Bunlar arasında MÖ 2058 civarında

hüküm süren ünlü erken dönem

kralı Ur'li Shulgi'nin heykelinin bir

parçası, taştan yapılmış törensel bir

topuz başı ve bazı metinler yer

alıyordu. Woolley, heykelin yazıyı

korumak için dikkatlice restore

edildiğini gözlemledi.

(4)

Kazılara 1984’te başlandı. Bu

gemi, o dönemin

Doğu Akdeniz ticaretindeki

değiş tokuşun ve kültürlerin

gerçek kataloğudur. Fil ve su

aygırı dişleri, gümüş

bilezikler, kehribar ve çini

takılar, kadehler, mühürler,

bakır ve kalay külçeler, cam

boncuklar, heykelcikler,

kobalt mavisi külçeler,

kurşun olta ağırlıkları,

tartılar, tunç silahlar, altın

kupalar, seramik kaplar,

lambalar, madalyonlar,

devekuşu

yumurtası, Afrika abanozu,

içki kapları, taze narlar,

zeytin ve parfüm için ağaç

reçinesi, tunç ziller,

amforalar, taş gemi çapaları

bugünkü Yunanistan, Kıbrıs

ve

Suriye’ye özgü eşyalardı...

ULUBURUN BATIĞI

KOLEKSİYONERLİĞİ KANITLIYOR

(M.Ö. 14. YY)

(5)

Eski Yunan kültürünün Doğu kültürü ile

teması Helenizmi ortaya çıkarmıştır (

336-323)

. Bu dönem Doğu eserlerinin Batı

saraylarına ve kentlerine götürülmesinin

de yolunu açmış, Hellenistik Dönem

koleksiyonerlerinin koleksiyonlarını

zenginleştirmiştir.

(6)

Özellikle bilim, sanat,

felsefe ve edebiyat

alanlarında tanınan bir

araştırma enstitüsü olan

İskenderiye Müzesi, MÖ 3.

yüzyılda muhtemelen

Ptolemy I Soter tarafından

kraliyet sarayının

yakınında inşa edildi (M.Ö.

323-285 / 283).

Müzenin en iyi tanımı,

revaklarla veya sütunlu

yürüyüşlerle birbirine

bağlanan zengin bir

şekilde dekore edilmiş

konferans ve ziyafet

salonları ile büyük bir bina

ve bahçe kompleksi

olduğundan bahseden

coğrafyacı ve tarihçi

'Strabon’a aittir.

(7)
(8)

Hadrian Villası (Tivoli –

İtalya)

A

çık ha

va müz

(9)
(10)

BRI

TIS

H

MUSE

UM 19

. YY

(11)

Dünya

üzerindeki

egemen

güçler dünyayı düzene sokma ve

anlamlandırma

davasında

kendilerini haklı görürler.

Napolyon ile birlikte Louvre

Müzesi Avrupa’nın fethi ülküsüyle

birlikte tüm Avrupa’nın mirasına

sahip çıkma ülküsüne girişmiştir.

Belçika, Almanya, Avusturya, İtalya

ve Vatikan koleksiyonlarından el

konan

ganimetler,

resimler,

heykeller,

el

yazmaları

Louvre

Müzesi’nin yolunu tutmuşlardır.

Louvre

Müzesi’nin küratörü

Vivant

Denon’un başını çektiği

arkeoloji

çalışmaları ile birlikte

özellikle

Mısır

uygarlıklarının

ganimetleri

Louvre

Müzesi’ne

nakledilmiştir (1798). Bu ganimetler

geçit törenleri eşliğinde Louvre

Müzesi’ne getirilmiştir.

(12)
(13)

Bu ganimetler geçit törenleriyle

Louvre Müzesi’ne getirilmiştir.

(14)

LOUVRE

MUSE

UM

19

(15)

Anadolu’da Müzecilik Öncesinde Eski Eserler ve Koleksiyonlar Anadolu’da “Müzecilik” kolleksiyonerlikle başlamıştır.

13. yüzyılda Selçuklular Dönemi’nde

Konya’nın bulunduğu höyüğü çevreleyen ve günümüze hiçbir izi kalmayan sur

duvarlarına çeşitli dönemlere kabartmalı eserleri duvar örgüsüne katmışlardır. Dulkadiroğulları Beyliği (1339-1522) Dönemi’nde

Kahramanmaraş Kalesi etrafında Geç Hitit eserlerinin biriktirildiği bilinmektedir.

Osmanlı Dönemi’nde

Saraylar’ın hazine dairelerinde kıymetli eserler, hediyeler ve savaşlarda elde edilen

(16)

OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA ÖN MÜZEOLOJİK (PROTOMÜZEOLOJİK) TEŞHİR BİÇİMLERİ:

(17)

16. yüzyılda İstanbul’a gelen gezginler eski Bizans eserlerinin

Osmanlı İmparatorluğu tarafından farklı mimari yapılarda ara

malzeme olarak kullanıldığını yazarlar. Blaherna (Tekfur)

Sarayı’ndan

alınarak

denize

Açılan

kapının

çevresine

yerleştirilmiş

aslan heykelleri

gibi… Bu heykeller Osmanlı

emperyal gücünün göstergesi niteliğindedir.

(18)

Osmanlı hanedanının Topkapı hazineleri, Rönesans müzelerinin en

görkemlilerini oluşturan imparatorluk koleksiyonları arasında

incelenmektedir. Topkapı Sarayı koleksiyonları, gerek sahip olduğu

nadireler, gerekse bilişsel yapısı, işlevi ve himaye düzeni

bakımından Avrupa’daki diğer imparatorluk koleksiyonları ile

ilkesel bir ayrılık göstermez.

(19)

Fatih, İstanbul’u fethettikten

sonra Topkapı Sarayı’nı

yaptırırken Bizans Dönemi’nden

kalma lahit ve sütun başlıkları

gibi mimari öğeleri sarayın

ikinci avlusuna toplatmıştır.

Bu girişim, Osmanlı Dönemi’nde

(1299-1922) koruma bilincinin en

erken örneğidir.

(20)

Topkapı Sarayı’nın koleksiyonları Rönesans

koleksiyonlarında olduğu gibi şu koleksiyonları içerir:

▪Naturalia

:

Botanik ve zoolojik koleksiyonlardan oluşur. Rönesans müzelerinin en değerli parçaları arasında olan devekuşu yumurtaları, fil dişleri, gergedan boynuzları, kaplumbağa kabukları vb. bu koleksiyonda yer alır.

(21)

Dönemin

en

paha

biçilmez

nadiresi

sayılan

unicorn

Topkapı’da da mevcuttur. Bir atın gövdesine

ve başına, ceylanın bacaklarına ve bir aslanın kuyruğuna

sahip kutsal bir yaratığın boynuzu olduğuna inanılan

büyülü

unicorn

, aslında

kuzey

denizlerinde

yaşayan

bir balinanın dişidir. 1530-31 yıllarında Kanunî’nin sadrazamı

İbrahim Paşa’nın Venedik Senatosu’ndan ısrarla istediği

bu

unicorn

, sonunda iki devletin dostluğunun nişanesi olarak

(22)

Ayasofya’nın karşısında, Aziz İoannes Kilisesi’nde arslanhane bulunur. Üst katında nakkaşhane vardır. Arslanhane, arslanların yanı sıra, “fil, tilki, kurt, çakal, ayı, timsah, pars ve kaplan gibi hayvanlarla doludur.” Şehname-i Selim Han’a (1581) ait bir minyatürden, arslanhanede Mısır’dan getirilen bir su aygırının başının sergilendiği de anlaşılmaktadır.

Mısır'dan getirilen su aygırı kafasının aslanhanede

halka gösterilmesi. Seyyit lokman. Seyhname-i Selim

han. 1581

Maymun terbiyecisi ve maymun. Seyyit lokman.

Seyhname-i Selim han. 1581

(23)

Zooloji koleksiyonuna ait doldurulmuş bir zürafa ise Fatih Köşkü’ndeki

hazineye konmuştur. Eski Aya Yani Kilisesi ise çeşitli kuşların bir arada

bulunduğu kuşhanedir. Saray bahçeleri de naturalianın parçasıdır. Bu

bahçelerde nadir bitkiler yetiştirilir; geyik, ceylan, tavşan, tilki, koyun,

keçi ve Hint ineği gibi birçok hayvan beslenmiştir.

(24)

Artificalia

Sanat ve zanaat

ürünlerinin bulunduğu bu

koleksiyonda Antik Yunan ve

Bizans heykelleri; Venedik,

Floransa, Padua’lı sanatçılara

ait pentürler; Hint, İran ve Türk

minyatürleri; değerli taşlar,

mücevherler, madalyalar;

(25)

Scientifica

Scientifica koleksiyonu, saat, pusula, usturlab gibi zamanı ve

(26)

Mirablia

Cüceler,

canavarlar

ve

hilkat

garibelerine

ait

mirablia

da

kaydedilmelidir. Bu fasıldaki en çarpıcı nadire, Top Kapısı’na asılı olan

canavardır: “Kapı kemerinin en üst kısmında, bir dev adamın yedi karış

uzunluğunda bir bacak kemiği, yanında da, çevresi dört karış olan iri bir

taş gülle zincirle asılıdır. Bu gülle kemikle beraber bulunmuş olup, dev

adamın böyle taşlar attığı zannedilir.

Kitapların, haritaların, mimari çizimlerin, cetvellerin, hesap ve kitâbın,

katalogların toplandığı kütüphanedir. İlk müze sayılan İskenderiye’den beri

olduğu gibi, müzeye özgü hayal dünyasının aklını oluşturur. Bütün dünyaya

hükmetme iradesini ve bu anlamda bilginin iktidarını sergiler. Örneğin,

Sultan Süleyman’ın Macaristan seferinden getirdiği Matthias Corvinus’a ait

ünlü hümanizm kütüphanesi, Osmanlı’nın Rönesans kültürüne olan

hâkimiyetinin bir sembolü sayılabilir.

(27)

Topkapı’daki en rakipsiz koleksiyon Mecmua-ı Esliha-ı Atika, yani silah

koleksiyonudur. Bunun yanı sıra, İslam’a ve diğer dinlere ait kutsal emanetler,

Fatih tarafından yaptırılan ayrı bir yapıda, Hırka-i Saadet Dairesi’nde sergilenir.

(28)

1853 yılında Osmanlı Hanedanı daha modern bir saraya ihtiyaç duyduğu için Dolmabahçe Sarayı’na taşındı. Topkapı Sarayı padişahın ve ailesinin hizmetkarlarına ayrılmıştır. İkincil bir saray konumuna düşse de Topkapı Hz. Muhammed’e ait kutsal emanetlerin bulunduğu yer olarak önemini korumuştur. Padişah her yıl Ramazan ayının 15. günü bu emanetlerin bulunduğu bölümü ziyaret etmiştir.

(29)
(30)

Ahmet Fethi Paşa

Ahmet Fethi Paşa 1846’da Harbiye

Nezaretinde Tophane-i Amire

Müşüriydi. Eski Aya İrini

Kilisesi’nin iç avlusunun

çevresindeki odalara padişaha ait

iki koleksiyonun yerleştirilmesi

kararını verdi.

* MECMUA-İ ESLİHA ATİKA

(ESKİ SİLAH KOLEKSİYONU)

** MECMUA-İ ASAR-I ATİKA

(ESKİ ESERLER KOLEKSİYONU)

(31)

Paşa eski kilise alanını ikiye bölerek koleksiyonları bu bölmelere yerleştirdi. İç avlunun sağında yer alan «Mecmua-ı Esliha-ı Atika» yazılı mermer giriş Harbiye Ambarında bulunan eski silah koleksiyonuna açılıyordu. «Mecmua-ı Asar-ı Atika» yazılı giriş ise Helen ve Bizans dönemlerine ait eserlerin bulunduğu bölüme

açılıyordu. İmparatorluğun çeşitli yerlerinden edinilen bu eserlerin derlenip sergilenmesi için açılan ilk alan burası idi.

(32)

Bizans’tan devralınan ve Hristiyanlık dönemine ait önemli ve kutsal eserlerin üzerine

zaman içinde eklenen İslamiyet’in kutsal emanetleri; yüzyıllar boyunca biriken,

kullanımı sona eren savaş aletleri ve askeri araç-gereçler (Yeniçerilerin kostümleri vb.)

Aya İrini’de saklandı.

18. yüzyılda İstanbul’a gelen ve Aya İrini’ye göz atma fırsatını bulan seyyahlar,

hatıralarında Aya İrini’den “nadire kabineleri” gibi bahsediyorlardı. Müzelerin

nüvesini oluşturan bu nadirelerin görülmesi bir ayrıcalıktı ve çeşitli söylentilere sebep

oluyordu.

Örneğin 1766’da Aya İrini’ye giren Jean-Claude Flacht “Orada, Constantinus’un

ardıllarına bırakılan ilginç, merak uyandıran çok sayıda nesne ve nadire” gördüğünden

bahsediyor; bir başka gezgin E. D. Clarke ise “Türklerin kenti ele geçirmelerinin

yadigarı olarak asılı duran silahları, kalkanları ve Bizans imparatorlarının savaş

aygıtlarını gördüm” diyordu.

AYA İRİNİ İLE

(33)

Aya İrini’yi 19. yüzyıla kadar hiçbir zaman serbest ziyaret olanağı yoktu;

özel izinlerle bile sadece “göz atılmasına” izin veriliyordu ama gelişen

süreçte Aya İrini sadece ziyarete açılmakla kalmadı; koleksiyonları tasnif

edildikçe bugünkü pek çok müzeye de kaynak sağladı.

(34)

Sultan Abdülmecid (1839-1861), 1845’te Yalova çevresinde yaptığı gezide çevrede

gördüğü Bizans kalıntılarına ilgi göstermiş, üzerinde İmparator Konstantin’in adının

bulunduğu yazıtları İstanbul’a göndertmiştir. Abdülmecid’in bu emrinin ardından ülkenin

çeşitli yerlerinden İstanbul’a eski eserler gönderilmeye başlanmıştır. İstanbul’a getirilen

bu eserler 1846’da Tophane-i Amire Müşiri olarak atanan Fethi Ahmet Paşa (1801-1857)

(35)

Gustave Flaubert (1851’de İstanbul’a gelmiş ve müzeyi gezmiştir.

GEZGİNLERİN MÜZEYE İLİŞKİN NOTLARI

«…Silahlar için ayrılmış kubbeli, tonozlu ve

güzel bir salon. Kötü durumdaki basit tüfek

mekanizmaları; üst katta paha biçilmez

silahlar, kakmalı Pers miğferleri, silah

kılıfları, çok büyük iki elle tutulan Norman

kargıları… Sağ tarafta Sultan Mehmed’in

kılıcı, balina kemiği gibi büyük ve esnek…

ve yeşil deri kaplı kını; benim dışımda herkes

bu kılıcı kaldırıp havada savurdu. Bize

bunlardan başka Padişahlar tarafından

fethedilen kentlerin camekanlarda saklanan

anahtarlarını gösterdiler. […] Geçmişe ait

bütün muhteşem ve ağır silahlar…

Dokunulabilen tek silah Sultan Mehmed’du. in

kılıcıydı. Ziyaretçiler kılıcı çekmeleri için

(36)

Anton Dethier

Anton Dethier, müzenin ikinci

müdürlüğüne atanmış klasik

dönem uzmanıdır. 1872’de

koleksiyondaki nesnelerin

tanımlamasını yapmıştır. Bu

tanımlama ikili koleksiyonda

İzlenen teşhir stratejilerine ilişkin

önemli bilgiler sağlamıştır.

Mecmua-i Esliha-i Atika eski

Osmanlı kurumları hakkında

ayrıntılı bilgi sağlıyordu. Ağır

silahlar kilisenin girişine,

yeniçerileri tasvir eden mankenler

galeriyi süslüyordu. İç avlu savaş

antikalarına; Mecmua-i Asar-ı

Atika’da yer alan kültür

(37)

Mecmua

Mecmua sözcüğünün 19. yüzyıl İngilizce’sindeki karşılığı

(magazine) gibi hem toplama hem de dergi anlamına

gelir.

Sözcüğün sergi konusunda hiçbir anlam ifade etmediği

görülür. Yeni teşhir mekanının kuruluşuna ilişkin belge

anlamına gelme olasılığı yüksektir. Bu mekana zaman

zaman Numunehane ya da Müzehane de denmiştir.

Müze sözcüğü Fransızca’dan alınmıştır.

Numunehane sözcüğünün kullanılması Osmanlıların

müzeyi bir teşhir mekanından ziyade uzmanlar

tarafından toplanan örneklerin bir araya getirildiği ve

düzenlendiği ve belki de üzerinde

çalışıldığı bir mekan olarak algıladıklarının

göstergesidir.

(38)
(39)
(40)

Mecmua-i Asar-ı Atika’nın kuruluşunu konu alan 1910 tarihli bir

belge koleksiyonun padişahın dolaylı olarak temsil edilmesi

amacıyla kullanıldığını düşündürmüştür. Dönemin padişahını

nesnelerde somutlaşan kadim güçle ilişkilendirme işlevi

simgelenmiştir. Mecmua padişah için özel bir koleksiyon işlevi

görmüş, halkın aydınlatılması gibi bir iddiası olmamıştır.

(41)

1868’de Albert Dumont tarafından hazırlanan Mecmua-i

Asar-ı

Atika

katalogu

koleksiyonda

uygulanan

ilk

teşhir

stratejilerine ilişkin bilgiler sunar. Ancak koleksiyon tanımlama,

etiketleme ve düzenleme ilkelerine aykırı bir eser yığınıdır.

“Aya İrini’nin salonlarında heykeller, yazıtlar,

alçak

kabartmalar dağınık şekilde teşhir ediliyor;

çoğu arkeolojiyle

hiçbir ilgisi olmayan

nesnelerin arasında kaybolmuş bu eserleri

doğru dürüst inceleme olanağı yok… Kolayca

yerlerinden kayan etiketler, İstanbul’un dışında

bulunmuş nesnelerin özgün yerleri konusunda

çok belirsiz bilgiler veriyor. Babıali’nin tüm bu

eserleri sınıflaması için Avrupalı bir arkeolog

bulmasını diliyorum…”Albert Dumont

(42)

Osmanlılar için Mecmua’da yer alan tarihi eserler

modernlik işaretiydi. Tarihi eser toplama (Batıdaki

entelektüeller gibi) bunun önemli bir göstergesidir.

Osmanlıların sahip oldukları eklektik koleksiyon, eski

eserler üzerindeki denetimlerinin işaretiydi (özellikle

de askeri egemenlikle birleşince).

Koleksiyonların temel işlevi ilerleme işareti olmalarıydı,

bilgi kaynağı olmaları değil…

(43)

Sultan Abdülaziz’in (1830-1876) Viyana’daki Ambras Galerisini ziyareti

Sultan Abdülaziz’in hayvanlara karşı özellikle de aslan ve kaplanlara karşı özel bir ilgisi olduğu hatta Çırağan ve Beylerbeyi Saraylarının bahçelerinde Geyiklik ve Aslanhaneler

(44)

1867 PARİS EVRENSEL

SERGİ

Fransız İmparatoru II. Napoleon evrensel sergiye Sultan Abdülaziz’i

onur konuğu olarak çağırmıştır. Sultan bu süreçte Fransa’dan sonra

İngiltere, Belçika, Macaristan ve Avusturya’yı da ziyaret etmiştir.

(45)
(46)

Beylerbeyi Sarayı Büyük Havuz yakınında sakince duran “Kükreyen Boğa” heykeli

Sultan Abdülaziz’in Paris seyahati

sırasında ziyaret ettiği 1867 Paris

Uluslararası Sanat ve Endüstri

Fuarı’nda görüp, beğenip sipariş

vererek İstanbul’a getirttiği, 12 tanesi

bronz, 10 tanesi mermer hayvan

heykeli ve 8 tane bronz vazo 2 tane

mermer frizden oluşan bir

koleksiyonun içerisinde yer

almaktaydı.

Heykeltra

ş

Frans

ı

z heykeltra

ş

Pierre

(47)
(48)

Sultan Abdülaziz’in Hayvan Heykelleri Koleksiyonu’ndan “Bir Kaktüsün Üzerinden Atlayan Aslan” ve Geyik Heykelleri 1950’lerde Taksim Gezi Parkından.

(49)

Sadrazam Ali Paşa (1815-1871) müzeyi yeniden düzenleyerek

Müze-i

Hümayun (İmparatorluk Müzesi)

adını verir. Müze Müdürlüğüne önce 1869

yılında İrlandalı Edward Goold, daha sonrada 1872 yılında Alman Dr.P.A.

Dethier

getirilir ve müze

Çinili Köşk

’e taşınır.

(50)

Çinili Köşk

İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin avlusunda bulunan Çinili Köşk, Topkapı Sarayı yapı topluluğunun bir bölümü olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472’de sur içerisinde, Sarayburnu’ndaki koruluk

içerisinde yaptırılmıştır.

Çinili Köşk 1737 yangınından sonra bir süre saray ağalarına tahsis

edilmiş, 1953 yılında İstanbul’un 500. Fetih yılı dolayısı ile Fatih

(51)

1850’den

itibaren

Osmanlı

İmparatorluğu

arkeolojik

alanların yabancılar tarafından kazılmasında ya da antik

eserlerin müzeye kazandırılmasında çeşitli sınırlamalar ve

yasal düzenlemek geliştirmiştir. Buna rağmen 1850-1890

yılları arasında Padişahlarca yabancı devlet adamlarına

hediye edilen ve her türlü önlem alınmasına rağmen yurt

dışına kaçırılan çok sayıda eser söz konusudur. Bu önlemler

de bir yandan Osmanlı İmparatorluğunun eski eserlere

verdiği önemin artmaya başladığını da gösterir.

(52)

1852 C.T. Newton Bodrum Halikarnas anıt

mezarında kazı yapmak istedi. İznin çıkması

gecikince kaçak kazıya başladı.

1856’da yine Newton Didim’de kazı yapmak

için izin aldı ve buradan çıkardığı 12 heykeli

British Museum’a götürdü.

(53)

Schliemann Troya’da yaptığı kazıda

bulduğu

bütün

eserleri

1874’te

Yunanistan

üzerinden

yurt

dışına

kaçırdı.

Osmanlı

Devleri

Troya

buluntularının yarısını almak için dava

açtı ancak sadece parasal tazminat

alabildi.

(54)

1881 yılında

Osman Hamdi

Bey

Müze Müdürlüğü’ne

getirilmiş ve Türk müzeciliği

için yeni bir dönem başlamıştır.

1883 yılında yeni bir Asar-ı

Atika Nizamnamesi

hazırlanmış ve eski eserlerin

yurt dışına çıkarılması

yasaklanmıştır.

Osman Hamdi Bey Çinili

Köşk’ün bahçesine İstanbul

Arkeoloji Müzesini yaptırmış

ve O’nun döneminde, 1902

yılında Konya’da, 1904 yılında

(55)
(56)

OSMAN HAMDİ BEY

Sadrazam İbrahim Edhem Paşa'nın oğludur. Hukuk öğrenimi amacıyla Paris'e gönderilir. Hukuk yerine resim ve arkeoloji eğitimini tercih eden Osman Hamdi, 1869'da yurda döndükten sonra Devletin farklı kademelerinde görev alır.

1881'de Müze-i Hümayun müdürlüğüne

atanmasıyla bu alanda devrim sayılabilecek. eski eserlerimizin yurt dışına götürülmesini yasaklayan 1883 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni hazırlar. Yaptığı kazılarla ilk Türk Arkeoloğu

unvanını alır. Ülkede İlk Bilimsel Türk kazıları ve Çağdaş Müzecilik anlayışı onunla başlar.

Bu çalışmalarından ötürü Türk Müzeciliğinin modern anlamda gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir.

Bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar

Üniversitesinin temeli sayılan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali’sini 1883 de kurması ile sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa

ulaşır." Kaplumbağa

Terbiyecisi Osman Hamdi Bey

(57)

Kaplumbağa Terbiyecisi (1906), Osman Hamdi Bey

Kaplumbağa Terbiyecisi (1906)’nde Osman Hamdi kendisini içinde yaşadığı düzenin

Hayal kırıklığına uğrattığı bir eğitici olarak resmeder. Bu tabloda bir kamu binasının üst penceresine yaklaşmış,

hafifçe eğilmiş ve verdiği yaprakları yiyen öğrencilerini izler. Bir elinde onlara komut vermek için kullandığı Neyi tutar. Boynunda kaplumbağaları cezalandırmak için kullandığı,

deriden yapılmış çatal biçiminde bir alet asılıdır. Ne yazık ki öğrenciler çaldığı neyin sesini işitecek

kulaklardan yoksundur.

Bu tablo, Osman Hamdi’nin Osmanlı toplumunda üstlendiği eğitimci

rolüne alegorik bir gönderme işlevi görür. Osman Hamdi eğitim

araçlarına sahiptir ancak öğrenciler onun talimatlarını anlayacak

(58)

1874 Asar-ı Atika’nın yetersizlikleri (Osman Hamdi’nin Almanların ve

İngilizlerin kanun dışı Arkeolojik çalışmalarının

(59)

1884 Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde

Tarihi Eser Tanımı: Osmanlı İmparatorluğu

topraklarında daha önce yaşamış halklardan

kalan tüm sanat ürünleri, altın ve gümüş

eserler, madeni paralar – sikkeler, açıklayıcı

yazılarla birlikte yontularak işlenmiş

işaretler, oyma resimler, süslemeler, taş, kil

ve çeşitli araçlarla yapılmış nesneler ve

kaplar, silahlar, aletler, idoller, yüzük

taşları, tapınaklar ve saraylar, eski oyun

alanları, tiyatrolar, kaleler, su kemerleri,

kuleler, insan kalıntıları, gömülü nesneler,

incelenmeye değer nitelikte tepeler, anıt

mezarlar, dikili taşlar, hatıra eşyaları, eski

binalar, heykeller ve yontularak işlenmiş

her türlü taş…

(60)

Osman Hamdi dönemiyle birlikte tarihi eserler açıkça bir zamanlar Osmanlı topraklarında yaşamış halklarla ilişkilendirilir. Osmanlılar Arkeolojik nesnelerle ilişkilendirilen kadim uygarlıkları kendilerine mal ederek bu uygarlıkların doğduğu topraklar üzerindeki haklarını pekiştirir ve ilan ederler.

(61)

1874’ten 1884’e Nizamnameler

1884 Nizamnamesi’nin çıkarılması da uygulanmasını

sağlayamaz. Ancak çeşitli gazete ve dergilerde

yayınlanan makalelerin yansıttığı gibi tarihi eserlerin

korunmasının sağlanması ve yurt dışına kaçırılmalarının

engellenmesi için bir kamuoyu oluşturulur. Hiçbir

kısıtlamaya tabi kalmadan Avrupa Müzelerine götürülen

eserlere müsaade edilmesi eleştirilir.

Nereid Anıtı Frizi, M.Ö. 390-380 (Xanthos - Kınık)

(62)

Müze-i Hümayun’un açılışıyla aynı sıralarda bu makalelerin sayısının

artması halkın müze etkinliklerine katılımının sağlanması yönünde güçlü bir istek olduğunu gösterir.

Makaleler halkın tarihi eserleri önemsemesini ve devlet tarafından

korunması gereken ulusal zenginlikler olarak görmesini sağlayacak bir eğitim sürecinin başlamış olduğunu gösterir.

(63)

Servet-, Fünun Dergisinde yayımlanan ve tarihi eserlerin önemini vurgulayan bazı makaleler de müzelerin toplumsal

işlevlerini gündeme getirmiştir.

Aslen bir bilim dergisi olarak, Recaizade

Mahmud Ekrem'in Mekteb-i Mülkiye'den

öğrencisi Ahmet İhsan Tokgöz tarafından 27

Mart 1891'de çıkarılmaya başlanır.

Fen, magazin, sanat ve edebiyat dergisidir.

Servet-i Fünûn'un ilk sayılarında,

dönemin diğer pek çok dergisinde

olduğu gibi, "fennî" konulara

ağırlık verilmesinin yanında,

(64)

Müze-i Hümayun tarihi eserlerin

yönetiminde baş rolü üstlenmeye

başlamıştır. Tarihi eser kapsamı

genişletilmiş; yalnızca İslami değil,

Yahudi ve Hıristiyan ibadet yerleri

de tarihi eser kapsamına

alınmıştır. Bu alanların da listeye

eklenmesi yakın tarihe sahip

çıkıldığını ve Osmanlı mirasının

dinsel ve kültürel çeşitliliğinin bir

zenginlik olarak kabul edildiğini

de göstermesi bakımından

önemlidir.

Lagina kazıları- 1982

(65)

1905 yılında Osmanlı İmparatorluğu hızla yaygınlaşan arkeoloji turizmini

kurallara bağlamak ihtiyacı hisseti. Trenle ulaşılabilen önemli arkeolojik

alanlar daha sık kontrol edilir hale gelmiştir (Efes ve Baalbek - Lübnan gibi).

Tarihi yerlerin tamamında tanıtım kitapları ve fotoğrafların satıldığı bölümler

oluşturuldu. Tur rehberleri görevlendirildi. Rehberlerin bu alanlara girmeleri

için 200 kuruş ödemeleri zorunluluğu getirildi. Rehberler beraberindeki

kişilerin tarihi mekanlarda yol açacakları zararlardan sorumlu tutuldular.

Rehberlere tarihi mekanlarla ilgili sınavlar yapıldı ve diploma verildi.

Tren Avrupalı turistleri arkeolojik alanlara taşıdı.. Bu

süreçte röprodüksiyon ve fotoğraf teknolojisinde

önemli ilerlemeler kaydedildi.

(66)
(67)

II. Abdülhamit’in fotoğraf koleksiyonu: Manzara

fotoğrafları, tarihi anıt fotoğrafları, eğitim, sanayi

ve askeri alandaki gelişmeler.

(68)
(69)

19. Yüzyıl sonu Çinili Köşk’ün içi

(70)

Çinili Köşk’te sergilenen koleksiyonlar

dağınıktır; örgütlü arkeolojik çalışmalar

sonucu değil; rastgele toplama yoluyla

elde edilmiş nesnelerle oluşturulmuştur.

Giriş holünün sağındaki odada Asur, Mısır, Hitit ve Kufi

eserler sergilenir.

(71)

1880’lerde yoğunlaşan arkeoloji faaliyetleri Çinili Köşk’ün kapasitesinin yetersiz kalmasına neden oldu. Şam vilayetindeki Sayda antik kentinden ele geçen lahitlerin İstanbul’a getirilmesiyle yeni bir müze binasına ihtiyaç duyuldu. Alexandre Vallaury 1888’de müzenin

inşaatına başlar. Müze 1891’de açılır.

(72)

Osman Hamdi Sayda’da 1887–1888 yıllarında Krallar Nekropolü’nde yaptığı kazılarda ünlü

İskender Lahdi başta olmak üzere, Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya ve Sayda Kralı Tabnit’in

(73)
(74)

Yeni müze

Lahitler Müzesi

veya

Asar-ı Atika Müzesi

olarak 13 Haziran 1891’de

açılmıştır. Aynı zamanda yeni yapılan bu müze

19. yüzyılın sonunda dünyada

müze binası olarak tasarlanan ilk on müze

arasında olup

,

Türkiye’nin ilk

arkeoloji müzesidi

r.

Müze koleksiyonlarını Balkanlardan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan

Arabistan Yarımadası’na ve Afganistan’a kadar uzanan Osmanlı İmparatorluğu

sınırları içerisindeki çeşitli kültürlere ait eserler oluşturmaktadır.

(75)

Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında ölümünden sonra

İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin başına yerine kardeşi Halil

Ethem Bey getirilmiştir.

Halil Ethem Bey

özellikle Anadolu müzelerinin gelişmesine katkıda bulunmuş, Türk İslam Eserleri (1914), İstanbul Şark Eserleri Müzesi (1925) O’nun zamanında kurulmuştur. Halil Ethem’in İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki çağdaş envanter çalışmalarına önemli katkısı olmuştur. Elvah-ı

Nakşiye adıyla anılacak güzel sanatlar koleksiyonun kurucusu ve küratörü Halil Edhem’dir ve bu koleksiyonu müzeye kazandırmıştır. 1932’de I. Türk Tarih Kongresi’ne

sunduğu “Müzeler” konferansını, müzeciliğin kuruluş bildirgesi saymak gerekir. Bu konferansında Halil Edhem,

haklı bir gururla, İstanbul Müzesi’nin “Avrupa’daki en yeni müze” olduğundan bahseder.

(76)

Müze-i Hümayun…

Müze arkeolojik eserleri toplamaya devam eder;

- Önce 1903’te ardından 1908’de iki ek bina yapımı gündeme gelir. Üçüncü

ek binanın yapımına 1904’te başlanır.

- 1914’de müze kataloğu hazırlanır. Katalogda eserlerin öykülerinden

ziyade bulundukları coğrafya ve ele geçiş öyküleri yer alır.

- Müze, Enternasyonalizm (dünyaya katılım), sekülerleşme (insan ve

hayvan suretlerine yer verme ve toprak bütünlüğünün korunması

kaygısı’na yer verir.

(77)

İstanbul Dışındaki Müzeler

20.yy başlarında bölgesel müzeler milliyetçi

bir girişim olarak kuruldu.

Bergama ve Kos’ta tarihi eserlerin ülkeden

çıkarılmasını engellemek için müzeler

kuruldu. Konya, Bursa ve Kudüs’te müzeler

kuruldu. 1908’den itibaren Selanik, Sivas ve

İzmir’de müzeler kurulması öne çıktı ancak

Osmanlı Döneminde hayata geçemedi.

• İlk bölge müzesi Bursa’da Mekteb-i idadi’nin avlusunda kuruldu. Müze-i Hümayun’a bağlıydı. Helen- Bizans eserleriyle İslami eserlere yer verdi.

(78)

ATATÜRK VE MÜZECİLİK

“ Müzeler, bir ulusun kimliği olma misyonunu taşımasının yanı sıra aynı zamanda uygarlıkları bize bırakan insanların zevklerinin, sevdalarının, düşüncelerinin, inançlarının,

davranışlarının, yaşam tarzlarının korunduğu ve bu mirasın geleceğe taşındığı mekanlardır”.

“Geleceği görebilmek için geçmişi bilmek, bir başka deyişle yarınları sadece bugünün değil, geçmişin üzerine de inşa etmek gerekir ki, bu da tarihi yaşatan ve unutturmayan

(79)

Bedesten

Fatih Dönemi baş vezirlerinden Mahmut Paşa tarafından (1464 – 1471) yaptırılmıştır. Ortada

10 kubbe ile örtülü dikdörtgen planlı kapalı mekan, karşılıklı yerleştirilen 102 dükkandan meydana gelen bir arasta ile çevrilmiştir.

Kurşunlu Han

Fatih Sultan Mehmetzamanında baş vezirlerinden Mehmet Paşa’nın İstanbul’un Üsküdar

semtindeki imaretine, vakıf olarak yaptırılmıştır. Ortada avlu ve revak sırası ile, bunları çeviren iki katlı odalardan oluşur. Zemin katta 28, birinci katta 30 oda yer alır.

(80)

Ankara’da Müze kurulmadan önce

Ankara’da eski eserler, Kültür Müdürü Mübarek Galip Bey tarafından

1921

de

Ankara Kalesi’nin Akkale burcunda

toplanmıştır.

1940 da bir bölüm onarılmış, 1943 de açılmış 1948 de Ankara Kalesi’ndeki eserler de

taşınmıştır. Halen Kurşunlu Han’da (idari bina) araştırmacı odaları, kütüphane, konferans salonu, laboratuvar ve iş atelyeleri yer almakta, Mahmut Paşa Bedesteni ise teşhir

(81)

Kurtuluş Savaşı yıllarında Sakarya Meydan Savaşı esnasında (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Atatürk, Ankara da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temelini oluşturan bir Eti Müzesi

kurulması emrini vermiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yürt dışına kaçırılmış olan eserlerin de tekrar yurda getirilmesine de çalışılmış,

Ağustos 1923 tarihli hükümet programında Müzecilik geniş boyutları ile ele alınmıştır. Atatürk’ün isteği üzerine 1923’te kurulan Heyet-i İlmiye’nin görevleri arasında Ankara’da bir

milli müzenin kurulması, Türk Etnografya Müzesinin hemen açılması ve Asar-ı Atika

Nizamnamesinin gözden geçirilmesi konuları da yer almıştır.

Amerikan Konsolosluğu tarafından New York Metropolitan Müzesi’ne gönderilen Sardes

(82)

Gordion Müzesi 1963 yılında bugün Yassıhöyük yanında kuruldu. Bugün Gordion Müzesi’nde kronolojik bir sergileme sunulmakta, Üç vitrinde Eski Tunç Devri eserleri, bunu

takiben Kral Midas ile son bulan Erken Frig Dönemine ait eserler yer almaktadır. Gordion Müzesi

(83)

Cumhuriyetimizin ilk müzeleri için genelde tarihi binalar kullanılmıştır.

Burada amaç eski binanın bakımı ve korunması sağlamaktı.

Günümüzde de bu müzelerin bir çoğu ilk kuruldukları binalarda hizmet

vermektir.

Atatürk zamanında kurulan müzelerden bazıları;

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi -1921, Antalya Müzesi 1922,

Sivas Müzesi-1923, Adana Müzesi-1924,

Bergama Müzesi-1924, Topkapı sarayı Müzesi-3 Nisan 1924,

İzmir Müzesi-1925, Edirne Müzesi-1925,

Ankara Etnoğrafya Müzesi-1925,Tokat Müzesi-1926,

Konya Müzesi-1926, Amasya Müzesi-1926,

Sinop Müzesi-1932, İzmir Müzesi-1925,

Kayseri Müzesi-1929, Efes Müzesi-1930,

Afyon Müzesi-1931, Van Müzesi-1932,

Ayasofya Müzesi-1934, Diyarbakır Müzesi-1934,

Manisa Müzesi-1935Tire Müzesi-1935, Çanakkale Müzesi-1936,

Niğde Müzesi-1936, Tire Müzesi-1936,

(84)

Ödül Almış Müzeler :

Devlet Müzeleri

İstanbul Arkeoloji Müzeleri-Avrupa Konseyi Özel Ödülü, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi-Mansiyon

Antalya Müzesi –Mansiyon

Özel Müzeler

Sadberk Hanım Müzesi - Mansiyon

Rahmi Koç Endüstri Müzesi- Özel Müze Ödülü

Edirne Sağlık Müzesi - Baksı Müzesi – Masumiyet Müzesi Avrupa’da Yılın Müzesi ödülü ile

(85)

KOLEKSİYONER SAYISI

Almanya’da 750 bin, Fransa’da 700 bin,

İtalya’da 600 bin ve Amerika’da 2.500.000

koleksiyoner ve bunları güvence altına alan

yasalar ya da kurallar var.

Türkiye’de ise

koleksiyoner sayısı sadece 800 kişi

FREUD VS. CARL JUNG

Koleksiyonerlik: Tutku Mu, Bağımlılık Mı?

Nesnelere duyulan bu aşk nereden geliyor? Amerikalı psikanalist Werner

Muensterberger

bunun çocukluğa dayandığını söylüyor. Bebek kendisiyle annesi

arasında ayrım yapamaz ve onunla iç içe geçmiş bir halde yaşar. Bir gün, ondan

uzaklaşabileceğini anlar ve bir travma ortaya çıkar, bu kaygı ve korkuyu yenmek

içinse genellikle etrafındaki bir nesneyi alıp yakınında tutar.

7 ile 12 yaş arasında ortaya çıkıyor.

Entelektüel olarak dış dünyadaki

öğeleri sınıflandırma ve

mantıksallaştırmaya ihtiyaç

duyuluyor. Aynı zamanda bu

yetişkin dünyasını ölçmenin de ilk

basamağı oluyor.

(86)
(87)

KAYNAKLAR

Shaw, W. (2004). Osmanlı Müzeciliği. İstanbul: İletişim Yayınları.

Artun, A. (2017). Mümkün Olmayan Müze. İstanbul: İletişim Yayınları.

Artun, A. (yay. haz.) (2019). Müzecilik Yazıları: Halil Ethem Eldem. İstanbul:

İletişim Yayınları.

Sülün, N. E. (2019). Çağdaş Sanat Koleksiyonculuğu. İstanbul: Hayalperest

Yayınevi.

TEŞEKKÜRLER

Referanslar

Benzer Belgeler

Dolgu taneciklerinin nm boyutunda olması sebebiyle nano kompozitler yüksek alan/hacim oranlarına sahiptir. Polimer matrisler içine eklenen çok düşük yoğunluktaki nano

A mutation in the RET proto-oncogene associated with multiple endocrine neoplasia type 2B and sporadic medullary thyroid carcinoma. Elisei R, Alevizaki M, Conte-Devolx B,

Ancak Irak ve Suriye gibi su sorunu- na taraf olan ama gerçekçi olmayan su talepleriyle hareket eden ve zaman zaman Türkiye’ye karşı hasmane tutum sergileyen kıyıdaş

Belirtmek istediğim şu: Batı- lılar çoğu zaman cahillikle ce­ surluğu eş anlamda benimsedik­ leri için, değer yargılarında ve ileriye dönük tahminlerinde

Systemic CS medication in ISSHL and BP pa- tients with HT did not alter the antihypertensive doses, however, diabetic patients needed antidiabetic drug alteration.. Therefore,

kan ‘Sürekli Bir ilkbahar’ birkaç şairi içermektedir; bunlar Ara- gon, N azım Hikm et, Mayakovski, N eruda, Yahya Kemal, Kara- caoğlan ve Fuzuli’dir?. Zaten

10.30 — Dernek Başkanı Perihan Balcı’nın açış

Örneğin, taǾrif (belirleme) edâtı olan lâm’ı ele alalım. Lâm edâtının tek başına hiçbir anlam ve işlevi yoktur; anlam ve işlevi terkiple ortaya çıkar. Lâm,