KOLEKSİYONERLİK VE GELİŞİMİ
Foto: Ur kenti (Irak), 2006
1200 yıl önce Kral Nobinidus büyük bir güç elde etti. Kızı prenses
Ennigaldi – Nanna tarafından bir müze kurulmuştur (M.Ö. 530).
Ur şehrindeki Ennigaldi Nanna
Koleksiyonu Sir Charles Leonard Woolley
tarafından keşfedilmiştir.
Koleksiyondaki nesneler MÖ. 2600 –
M.Ö.600 yılları arasına tarihlendirilmiştir.
Bunlar arasında MÖ 2058 civarında
hüküm süren ünlü erken dönem
kralı Ur'li Shulgi'nin heykelinin bir
parçası, taştan yapılmış törensel bir
topuz başı ve bazı metinler yer
alıyordu. Woolley, heykelin yazıyı
korumak için dikkatlice restore
edildiğini gözlemledi.
Kazılara 1984’te başlandı. Bu
gemi, o dönemin
Doğu Akdeniz ticaretindeki
değiş tokuşun ve kültürlerin
gerçek kataloğudur. Fil ve su
aygırı dişleri, gümüş
bilezikler, kehribar ve çini
takılar, kadehler, mühürler,
bakır ve kalay külçeler, cam
boncuklar, heykelcikler,
kobalt mavisi külçeler,
kurşun olta ağırlıkları,
tartılar, tunç silahlar, altın
kupalar, seramik kaplar,
lambalar, madalyonlar,
devekuşu
yumurtası, Afrika abanozu,
içki kapları, taze narlar,
zeytin ve parfüm için ağaç
reçinesi, tunç ziller,
amforalar, taş gemi çapaları
bugünkü Yunanistan, Kıbrıs
ve
Suriye’ye özgü eşyalardı...
ULUBURUN BATIĞI
KOLEKSİYONERLİĞİ KANITLIYOR
(M.Ö. 14. YY)
Eski Yunan kültürünün Doğu kültürü ile
teması Helenizmi ortaya çıkarmıştır (
MÖ
336-323)
. Bu dönem Doğu eserlerinin Batı
saraylarına ve kentlerine götürülmesinin
de yolunu açmış, Hellenistik Dönem
koleksiyonerlerinin koleksiyonlarını
zenginleştirmiştir.
Özellikle bilim, sanat,
felsefe ve edebiyat
alanlarında tanınan bir
araştırma enstitüsü olan
İskenderiye Müzesi, MÖ 3.
yüzyılda muhtemelen
Ptolemy I Soter tarafından
kraliyet sarayının
yakınında inşa edildi (M.Ö.
323-285 / 283).
Müzenin en iyi tanımı,
revaklarla veya sütunlu
yürüyüşlerle birbirine
bağlanan zengin bir
şekilde dekore edilmiş
konferans ve ziyafet
salonları ile büyük bir bina
ve bahçe kompleksi
olduğundan bahseden
coğrafyacı ve tarihçi
'Strabon’a aittir.
Hadrian Villası (Tivoli –
İtalya)
A
çık ha
va müz
BRI
TIS
H
MUSE
UM 19
. YY
Dünya
üzerindeki
egemen
güçler dünyayı düzene sokma ve
anlamlandırma
davasında
kendilerini haklı görürler.
Napolyon ile birlikte Louvre
Müzesi Avrupa’nın fethi ülküsüyle
birlikte tüm Avrupa’nın mirasına
sahip çıkma ülküsüne girişmiştir.
Belçika, Almanya, Avusturya, İtalya
ve Vatikan koleksiyonlarından el
konan
ganimetler,
resimler,
heykeller,
el
yazmaları
Louvre
Müzesi’nin yolunu tutmuşlardır.
Louvre
Müzesi’nin küratörü
Vivant
Denon’un başını çektiği
arkeoloji
çalışmaları ile birlikte
özellikle
Mısır
uygarlıklarının
ganimetleri
Louvre
Müzesi’ne
nakledilmiştir (1798). Bu ganimetler
geçit törenleri eşliğinde Louvre
Müzesi’ne getirilmiştir.
Bu ganimetler geçit törenleriyle
Louvre Müzesi’ne getirilmiştir.
LOUVRE
MUSE
UM
19
Anadolu’da Müzecilik Öncesinde Eski Eserler ve Koleksiyonlar Anadolu’da “Müzecilik” kolleksiyonerlikle başlamıştır.
13. yüzyılda Selçuklular Dönemi’nde
Konya’nın bulunduğu höyüğü çevreleyen ve günümüze hiçbir izi kalmayan sur
duvarlarına çeşitli dönemlere kabartmalı eserleri duvar örgüsüne katmışlardır. Dulkadiroğulları Beyliği (1339-1522) Dönemi’nde
Kahramanmaraş Kalesi etrafında Geç Hitit eserlerinin biriktirildiği bilinmektedir.
Osmanlı Dönemi’nde
Saraylar’ın hazine dairelerinde kıymetli eserler, hediyeler ve savaşlarda elde edilen
OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA ÖN MÜZEOLOJİK (PROTOMÜZEOLOJİK) TEŞHİR BİÇİMLERİ:
16. yüzyılda İstanbul’a gelen gezginler eski Bizans eserlerinin
Osmanlı İmparatorluğu tarafından farklı mimari yapılarda ara
malzeme olarak kullanıldığını yazarlar. Blaherna (Tekfur)
Sarayı’ndan
alınarak
denize
Açılan
kapının
çevresine
yerleştirilmiş
aslan heykelleri
gibi… Bu heykeller Osmanlı
emperyal gücünün göstergesi niteliğindedir.
▪
Osmanlı hanedanının Topkapı hazineleri, Rönesans müzelerinin en
görkemlilerini oluşturan imparatorluk koleksiyonları arasında
incelenmektedir. Topkapı Sarayı koleksiyonları, gerek sahip olduğu
nadireler, gerekse bilişsel yapısı, işlevi ve himaye düzeni
bakımından Avrupa’daki diğer imparatorluk koleksiyonları ile
ilkesel bir ayrılık göstermez.
Fatih, İstanbul’u fethettikten
sonra Topkapı Sarayı’nı
yaptırırken Bizans Dönemi’nden
kalma lahit ve sütun başlıkları
gibi mimari öğeleri sarayın
ikinci avlusuna toplatmıştır.
Bu girişim, Osmanlı Dönemi’nde
(1299-1922) koruma bilincinin en
erken örneğidir.
▪
Topkapı Sarayı’nın koleksiyonları Rönesans
koleksiyonlarında olduğu gibi şu koleksiyonları içerir:
▪Naturalia
:
Botanik ve zoolojik koleksiyonlardan oluşur. Rönesans müzelerinin en değerli parçaları arasında olan devekuşu yumurtaları, fil dişleri, gergedan boynuzları, kaplumbağa kabukları vb. bu koleksiyonda yer alır.▪
Dönemin
en
paha
biçilmez
nadiresi
sayılan
unicorn
Topkapı’da da mevcuttur. Bir atın gövdesine
ve başına, ceylanın bacaklarına ve bir aslanın kuyruğuna
sahip kutsal bir yaratığın boynuzu olduğuna inanılan
büyülü
unicorn
, aslında
kuzey
denizlerinde
yaşayan
bir balinanın dişidir. 1530-31 yıllarında Kanunî’nin sadrazamı
İbrahim Paşa’nın Venedik Senatosu’ndan ısrarla istediği
bu
unicorn
, sonunda iki devletin dostluğunun nişanesi olarak
▪
Ayasofya’nın karşısında, Aziz İoannes Kilisesi’nde arslanhane bulunur. Üst katında nakkaşhane vardır. Arslanhane, arslanların yanı sıra, “fil, tilki, kurt, çakal, ayı, timsah, pars ve kaplan gibi hayvanlarla doludur.” Şehname-i Selim Han’a (1581) ait bir minyatürden, arslanhanede Mısır’dan getirilen bir su aygırının başının sergilendiği de anlaşılmaktadır.Mısır'dan getirilen su aygırı kafasının aslanhanede
halka gösterilmesi. Seyyit lokman. Seyhname-i Selim
han. 1581
Maymun terbiyecisi ve maymun. Seyyit lokman.
Seyhname-i Selim han. 1581
Zooloji koleksiyonuna ait doldurulmuş bir zürafa ise Fatih Köşkü’ndeki
hazineye konmuştur. Eski Aya Yani Kilisesi ise çeşitli kuşların bir arada
bulunduğu kuşhanedir. Saray bahçeleri de naturalianın parçasıdır. Bu
bahçelerde nadir bitkiler yetiştirilir; geyik, ceylan, tavşan, tilki, koyun,
keçi ve Hint ineği gibi birçok hayvan beslenmiştir.
▪
Artificalia
▪
Sanat ve zanaat
ürünlerinin bulunduğu bu
koleksiyonda Antik Yunan ve
Bizans heykelleri; Venedik,
Floransa, Padua’lı sanatçılara
ait pentürler; Hint, İran ve Türk
minyatürleri; değerli taşlar,
mücevherler, madalyalar;
▪
Scientifica
Scientifica koleksiyonu, saat, pusula, usturlab gibi zamanı ve
▪
Mirablia
Cüceler,
canavarlar
ve
hilkat
garibelerine
ait
mirablia
da
kaydedilmelidir. Bu fasıldaki en çarpıcı nadire, Top Kapısı’na asılı olan
canavardır: “Kapı kemerinin en üst kısmında, bir dev adamın yedi karış
uzunluğunda bir bacak kemiği, yanında da, çevresi dört karış olan iri bir
taş gülle zincirle asılıdır. Bu gülle kemikle beraber bulunmuş olup, dev
adamın böyle taşlar attığı zannedilir.
Kitapların, haritaların, mimari çizimlerin, cetvellerin, hesap ve kitâbın,
katalogların toplandığı kütüphanedir. İlk müze sayılan İskenderiye’den beri
olduğu gibi, müzeye özgü hayal dünyasının aklını oluşturur. Bütün dünyaya
hükmetme iradesini ve bu anlamda bilginin iktidarını sergiler. Örneğin,
Sultan Süleyman’ın Macaristan seferinden getirdiği Matthias Corvinus’a ait
ünlü hümanizm kütüphanesi, Osmanlı’nın Rönesans kültürüne olan
hâkimiyetinin bir sembolü sayılabilir.
Topkapı’daki en rakipsiz koleksiyon Mecmua-ı Esliha-ı Atika, yani silah
koleksiyonudur. Bunun yanı sıra, İslam’a ve diğer dinlere ait kutsal emanetler,
Fatih tarafından yaptırılan ayrı bir yapıda, Hırka-i Saadet Dairesi’nde sergilenir.
▪
1853 yılında Osmanlı Hanedanı daha modern bir saraya ihtiyaç duyduğu için Dolmabahçe Sarayı’na taşındı. Topkapı Sarayı padişahın ve ailesinin hizmetkarlarına ayrılmıştır. İkincil bir saray konumuna düşse de Topkapı Hz. Muhammed’e ait kutsal emanetlerin bulunduğu yer olarak önemini korumuştur. Padişah her yıl Ramazan ayının 15. günü bu emanetlerin bulunduğu bölümü ziyaret etmiştir.Ahmet Fethi Paşa
Ahmet Fethi Paşa 1846’da Harbiye
Nezaretinde Tophane-i Amire
Müşüriydi. Eski Aya İrini
Kilisesi’nin iç avlusunun
çevresindeki odalara padişaha ait
iki koleksiyonun yerleştirilmesi
kararını verdi.
* MECMUA-İ ESLİHA ATİKA
(ESKİ SİLAH KOLEKSİYONU)
** MECMUA-İ ASAR-I ATİKA
(ESKİ ESERLER KOLEKSİYONU)
▪
Paşa eski kilise alanını ikiye bölerek koleksiyonları bu bölmelere yerleştirdi. İç avlunun sağında yer alan «Mecmua-ı Esliha-ı Atika» yazılı mermer giriş Harbiye Ambarında bulunan eski silah koleksiyonuna açılıyordu. «Mecmua-ı Asar-ı Atika» yazılı giriş ise Helen ve Bizans dönemlerine ait eserlerin bulunduğu bölümeaçılıyordu. İmparatorluğun çeşitli yerlerinden edinilen bu eserlerin derlenip sergilenmesi için açılan ilk alan burası idi.
Bizans’tan devralınan ve Hristiyanlık dönemine ait önemli ve kutsal eserlerin üzerine
zaman içinde eklenen İslamiyet’in kutsal emanetleri; yüzyıllar boyunca biriken,
kullanımı sona eren savaş aletleri ve askeri araç-gereçler (Yeniçerilerin kostümleri vb.)
Aya İrini’de saklandı.
18. yüzyılda İstanbul’a gelen ve Aya İrini’ye göz atma fırsatını bulan seyyahlar,
hatıralarında Aya İrini’den “nadire kabineleri” gibi bahsediyorlardı. Müzelerin
nüvesini oluşturan bu nadirelerin görülmesi bir ayrıcalıktı ve çeşitli söylentilere sebep
oluyordu.
Örneğin 1766’da Aya İrini’ye giren Jean-Claude Flacht “Orada, Constantinus’un
ardıllarına bırakılan ilginç, merak uyandıran çok sayıda nesne ve nadire” gördüğünden
bahsediyor; bir başka gezgin E. D. Clarke ise “Türklerin kenti ele geçirmelerinin
yadigarı olarak asılı duran silahları, kalkanları ve Bizans imparatorlarının savaş
aygıtlarını gördüm” diyordu.
AYA İRİNİ İLE
Aya İrini’yi 19. yüzyıla kadar hiçbir zaman serbest ziyaret olanağı yoktu;
özel izinlerle bile sadece “göz atılmasına” izin veriliyordu ama gelişen
süreçte Aya İrini sadece ziyarete açılmakla kalmadı; koleksiyonları tasnif
edildikçe bugünkü pek çok müzeye de kaynak sağladı.
Sultan Abdülmecid (1839-1861), 1845’te Yalova çevresinde yaptığı gezide çevrede
gördüğü Bizans kalıntılarına ilgi göstermiş, üzerinde İmparator Konstantin’in adının
bulunduğu yazıtları İstanbul’a göndertmiştir. Abdülmecid’in bu emrinin ardından ülkenin
çeşitli yerlerinden İstanbul’a eski eserler gönderilmeye başlanmıştır. İstanbul’a getirilen
bu eserler 1846’da Tophane-i Amire Müşiri olarak atanan Fethi Ahmet Paşa (1801-1857)
Gustave Flaubert (1851’de İstanbul’a gelmiş ve müzeyi gezmiştir.
GEZGİNLERİN MÜZEYE İLİŞKİN NOTLARI
…
«…Silahlar için ayrılmış kubbeli, tonozlu ve
güzel bir salon. Kötü durumdaki basit tüfek
mekanizmaları; üst katta paha biçilmez
silahlar, kakmalı Pers miğferleri, silah
kılıfları, çok büyük iki elle tutulan Norman
kargıları… Sağ tarafta Sultan Mehmed’in
kılıcı, balina kemiği gibi büyük ve esnek…
ve yeşil deri kaplı kını; benim dışımda herkes
bu kılıcı kaldırıp havada savurdu. Bize
bunlardan başka Padişahlar tarafından
fethedilen kentlerin camekanlarda saklanan
anahtarlarını gösterdiler. […] Geçmişe ait
bütün muhteşem ve ağır silahlar…
Dokunulabilen tek silah Sultan Mehmed’du. in
kılıcıydı. Ziyaretçiler kılıcı çekmeleri için
Anton Dethier
Anton Dethier, müzenin ikinci
müdürlüğüne atanmış klasik
dönem uzmanıdır. 1872’de
koleksiyondaki nesnelerin
tanımlamasını yapmıştır. Bu
tanımlama ikili koleksiyonda
İzlenen teşhir stratejilerine ilişkin
önemli bilgiler sağlamıştır.
Mecmua-i Esliha-i Atika eski
Osmanlı kurumları hakkında
ayrıntılı bilgi sağlıyordu. Ağır
silahlar kilisenin girişine,
yeniçerileri tasvir eden mankenler
galeriyi süslüyordu. İç avlu savaş
antikalarına; Mecmua-i Asar-ı
Atika’da yer alan kültür
Mecmua
Mecmua sözcüğünün 19. yüzyıl İngilizce’sindeki karşılığı
(magazine) gibi hem toplama hem de dergi anlamına
gelir.
Sözcüğün sergi konusunda hiçbir anlam ifade etmediği
görülür. Yeni teşhir mekanının kuruluşuna ilişkin belge
anlamına gelme olasılığı yüksektir. Bu mekana zaman
zaman Numunehane ya da Müzehane de denmiştir.
Müze sözcüğü Fransızca’dan alınmıştır.
Numunehane sözcüğünün kullanılması Osmanlıların
müzeyi bir teşhir mekanından ziyade uzmanlar
tarafından toplanan örneklerin bir araya getirildiği ve
düzenlendiği ve belki de üzerinde
çalışıldığı bir mekan olarak algıladıklarının
göstergesidir.
Mecmua-i Asar-ı Atika’nın kuruluşunu konu alan 1910 tarihli bir
belge koleksiyonun padişahın dolaylı olarak temsil edilmesi
amacıyla kullanıldığını düşündürmüştür. Dönemin padişahını
nesnelerde somutlaşan kadim güçle ilişkilendirme işlevi
simgelenmiştir. Mecmua padişah için özel bir koleksiyon işlevi
görmüş, halkın aydınlatılması gibi bir iddiası olmamıştır.
1868’de Albert Dumont tarafından hazırlanan Mecmua-i
Asar-ı
Atika
katalogu
koleksiyonda
uygulanan
ilk
teşhir
stratejilerine ilişkin bilgiler sunar. Ancak koleksiyon tanımlama,
etiketleme ve düzenleme ilkelerine aykırı bir eser yığınıdır.
“Aya İrini’nin salonlarında heykeller, yazıtlar,
alçak
kabartmalar dağınık şekilde teşhir ediliyor;
çoğu arkeolojiyle
hiçbir ilgisi olmayan
nesnelerin arasında kaybolmuş bu eserleri
doğru dürüst inceleme olanağı yok… Kolayca
yerlerinden kayan etiketler, İstanbul’un dışında
bulunmuş nesnelerin özgün yerleri konusunda
çok belirsiz bilgiler veriyor. Babıali’nin tüm bu
eserleri sınıflaması için Avrupalı bir arkeolog
bulmasını diliyorum…”Albert Dumont
Osmanlılar için Mecmua’da yer alan tarihi eserler
modernlik işaretiydi. Tarihi eser toplama (Batıdaki
entelektüeller gibi) bunun önemli bir göstergesidir.
Osmanlıların sahip oldukları eklektik koleksiyon, eski
eserler üzerindeki denetimlerinin işaretiydi (özellikle
de askeri egemenlikle birleşince).
Koleksiyonların temel işlevi ilerleme işareti olmalarıydı,
bilgi kaynağı olmaları değil…
Sultan Abdülaziz’in (1830-1876) Viyana’daki Ambras Galerisini ziyareti
Sultan Abdülaziz’in hayvanlara karşı özellikle de aslan ve kaplanlara karşı özel bir ilgisi olduğu hatta Çırağan ve Beylerbeyi Saraylarının bahçelerinde Geyiklik ve Aslanhaneler
1867 PARİS EVRENSEL
SERGİ
Fransız İmparatoru II. Napoleon evrensel sergiye Sultan Abdülaziz’i
onur konuğu olarak çağırmıştır. Sultan bu süreçte Fransa’dan sonra
İngiltere, Belçika, Macaristan ve Avusturya’yı da ziyaret etmiştir.
Beylerbeyi Sarayı Büyük Havuz yakınında sakince duran “Kükreyen Boğa” heykeli
Sultan Abdülaziz’in Paris seyahati
sırasında ziyaret ettiği 1867 Paris
Uluslararası Sanat ve Endüstri
Fuarı’nda görüp, beğenip sipariş
vererek İstanbul’a getirttiği, 12 tanesi
bronz, 10 tanesi mermer hayvan
heykeli ve 8 tane bronz vazo 2 tane
mermer frizden oluşan bir
koleksiyonun içerisinde yer
almaktaydı.
Heykeltra
ş
Frans
ı
z heykeltra
ş
Pierre
Sultan Abdülaziz’in Hayvan Heykelleri Koleksiyonu’ndan “Bir Kaktüsün Üzerinden Atlayan Aslan” ve Geyik Heykelleri 1950’lerde Taksim Gezi Parkından.
Sadrazam Ali Paşa (1815-1871) müzeyi yeniden düzenleyerek
Müze-i
Hümayun (İmparatorluk Müzesi)
adını verir. Müze Müdürlüğüne önce 1869
yılında İrlandalı Edward Goold, daha sonrada 1872 yılında Alman Dr.P.A.
Dethier
getirilir ve müze
Çinili Köşk
’e taşınır.
Çinili Köşk
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin avlusunda bulunan Çinili Köşk, Topkapı Sarayı yapı topluluğunun bir bölümü olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472’de sur içerisinde, Sarayburnu’ndaki koruluk
içerisinde yaptırılmıştır.
Çinili Köşk 1737 yangınından sonra bir süre saray ağalarına tahsis
edilmiş, 1953 yılında İstanbul’un 500. Fetih yılı dolayısı ile Fatih
1850’den
itibaren
Osmanlı
İmparatorluğu
arkeolojik
alanların yabancılar tarafından kazılmasında ya da antik
eserlerin müzeye kazandırılmasında çeşitli sınırlamalar ve
yasal düzenlemek geliştirmiştir. Buna rağmen 1850-1890
yılları arasında Padişahlarca yabancı devlet adamlarına
hediye edilen ve her türlü önlem alınmasına rağmen yurt
dışına kaçırılan çok sayıda eser söz konusudur. Bu önlemler
de bir yandan Osmanlı İmparatorluğunun eski eserlere
verdiği önemin artmaya başladığını da gösterir.
1852 C.T. Newton Bodrum Halikarnas anıt
mezarında kazı yapmak istedi. İznin çıkması
gecikince kaçak kazıya başladı.
1856’da yine Newton Didim’de kazı yapmak
için izin aldı ve buradan çıkardığı 12 heykeli
British Museum’a götürdü.
Schliemann Troya’da yaptığı kazıda
bulduğu
bütün
eserleri
1874’te
Yunanistan
üzerinden
yurt
dışına
kaçırdı.
Osmanlı
Devleri
Troya
buluntularının yarısını almak için dava
açtı ancak sadece parasal tazminat
alabildi.
1881 yılında
Osman Hamdi
Bey
Müze Müdürlüğü’ne
getirilmiş ve Türk müzeciliği
için yeni bir dönem başlamıştır.
1883 yılında yeni bir Asar-ı
Atika Nizamnamesi
hazırlanmış ve eski eserlerin
yurt dışına çıkarılması
yasaklanmıştır.
Osman Hamdi Bey Çinili
Köşk’ün bahçesine İstanbul
Arkeoloji Müzesini yaptırmış
ve O’nun döneminde, 1902
yılında Konya’da, 1904 yılında
OSMAN HAMDİ BEY
Sadrazam İbrahim Edhem Paşa'nın oğludur. Hukuk öğrenimi amacıyla Paris'e gönderilir. Hukuk yerine resim ve arkeoloji eğitimini tercih eden Osman Hamdi, 1869'da yurda döndükten sonra Devletin farklı kademelerinde görev alır.
1881'de Müze-i Hümayun müdürlüğüne
atanmasıyla bu alanda devrim sayılabilecek. eski eserlerimizin yurt dışına götürülmesini yasaklayan 1883 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni hazırlar. Yaptığı kazılarla ilk Türk Arkeoloğu
unvanını alır. Ülkede İlk Bilimsel Türk kazıları ve Çağdaş Müzecilik anlayışı onunla başlar.
Bu çalışmalarından ötürü Türk Müzeciliğinin modern anlamda gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir.
Bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesinin temeli sayılan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali’sini 1883 de kurması ile sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa
ulaşır." Kaplumbağa
Terbiyecisi Osman Hamdi Bey
Kaplumbağa Terbiyecisi (1906), Osman Hamdi Bey
Kaplumbağa Terbiyecisi (1906)’nde Osman Hamdi kendisini içinde yaşadığı düzenin
Hayal kırıklığına uğrattığı bir eğitici olarak resmeder. Bu tabloda bir kamu binasının üst penceresine yaklaşmış,
hafifçe eğilmiş ve verdiği yaprakları yiyen öğrencilerini izler. Bir elinde onlara komut vermek için kullandığı Neyi tutar. Boynunda kaplumbağaları cezalandırmak için kullandığı,
deriden yapılmış çatal biçiminde bir alet asılıdır. Ne yazık ki öğrenciler çaldığı neyin sesini işitecek
kulaklardan yoksundur.
Bu tablo, Osman Hamdi’nin Osmanlı toplumunda üstlendiği eğitimci
rolüne alegorik bir gönderme işlevi görür. Osman Hamdi eğitim
araçlarına sahiptir ancak öğrenciler onun talimatlarını anlayacak
1874 Asar-ı Atika’nın yetersizlikleri (Osman Hamdi’nin Almanların ve
İngilizlerin kanun dışı Arkeolojik çalışmalarının
1884 Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde
Tarihi Eser Tanımı: Osmanlı İmparatorluğu
topraklarında daha önce yaşamış halklardan
kalan tüm sanat ürünleri, altın ve gümüş
eserler, madeni paralar – sikkeler, açıklayıcı
yazılarla birlikte yontularak işlenmiş
işaretler, oyma resimler, süslemeler, taş, kil
ve çeşitli araçlarla yapılmış nesneler ve
kaplar, silahlar, aletler, idoller, yüzük
taşları, tapınaklar ve saraylar, eski oyun
alanları, tiyatrolar, kaleler, su kemerleri,
kuleler, insan kalıntıları, gömülü nesneler,
incelenmeye değer nitelikte tepeler, anıt
mezarlar, dikili taşlar, hatıra eşyaları, eski
binalar, heykeller ve yontularak işlenmiş
her türlü taş…
Osman Hamdi dönemiyle birlikte tarihi eserler açıkça bir zamanlar Osmanlı topraklarında yaşamış halklarla ilişkilendirilir. Osmanlılar Arkeolojik nesnelerle ilişkilendirilen kadim uygarlıkları kendilerine mal ederek bu uygarlıkların doğduğu topraklar üzerindeki haklarını pekiştirir ve ilan ederler.
1874’ten 1884’e Nizamnameler
▪
1884 Nizamnamesi’nin çıkarılması da uygulanmasını
sağlayamaz. Ancak çeşitli gazete ve dergilerde
yayınlanan makalelerin yansıttığı gibi tarihi eserlerin
korunmasının sağlanması ve yurt dışına kaçırılmalarının
engellenmesi için bir kamuoyu oluşturulur. Hiçbir
kısıtlamaya tabi kalmadan Avrupa Müzelerine götürülen
eserlere müsaade edilmesi eleştirilir.
Nereid Anıtı Frizi, M.Ö. 390-380 (Xanthos - Kınık)
Müze-i Hümayun’un açılışıyla aynı sıralarda bu makalelerin sayısının
artması halkın müze etkinliklerine katılımının sağlanması yönünde güçlü bir istek olduğunu gösterir.
Makaleler halkın tarihi eserleri önemsemesini ve devlet tarafından
korunması gereken ulusal zenginlikler olarak görmesini sağlayacak bir eğitim sürecinin başlamış olduğunu gösterir.
Servet-, Fünun Dergisinde yayımlanan ve tarihi eserlerin önemini vurgulayan bazı makaleler de müzelerin toplumsal
işlevlerini gündeme getirmiştir.
Aslen bir bilim dergisi olarak, Recaizade
Mahmud Ekrem'in Mekteb-i Mülkiye'den
öğrencisi Ahmet İhsan Tokgöz tarafından 27
Mart 1891'de çıkarılmaya başlanır.
Fen, magazin, sanat ve edebiyat dergisidir.
Servet-i Fünûn'un ilk sayılarında,
dönemin diğer pek çok dergisinde
olduğu gibi, "fennî" konulara
ağırlık verilmesinin yanında,
Müze-i Hümayun tarihi eserlerin
yönetiminde baş rolü üstlenmeye
başlamıştır. Tarihi eser kapsamı
genişletilmiş; yalnızca İslami değil,
Yahudi ve Hıristiyan ibadet yerleri
de tarihi eser kapsamına
alınmıştır. Bu alanların da listeye
eklenmesi yakın tarihe sahip
çıkıldığını ve Osmanlı mirasının
dinsel ve kültürel çeşitliliğinin bir
zenginlik olarak kabul edildiğini
de göstermesi bakımından
önemlidir.
Lagina kazıları- 1982
1905 yılında Osmanlı İmparatorluğu hızla yaygınlaşan arkeoloji turizmini
kurallara bağlamak ihtiyacı hisseti. Trenle ulaşılabilen önemli arkeolojik
alanlar daha sık kontrol edilir hale gelmiştir (Efes ve Baalbek - Lübnan gibi).
Tarihi yerlerin tamamında tanıtım kitapları ve fotoğrafların satıldığı bölümler
oluşturuldu. Tur rehberleri görevlendirildi. Rehberlerin bu alanlara girmeleri
için 200 kuruş ödemeleri zorunluluğu getirildi. Rehberler beraberindeki
kişilerin tarihi mekanlarda yol açacakları zararlardan sorumlu tutuldular.
Rehberlere tarihi mekanlarla ilgili sınavlar yapıldı ve diploma verildi.
Tren Avrupalı turistleri arkeolojik alanlara taşıdı.. Bu
süreçte röprodüksiyon ve fotoğraf teknolojisinde
önemli ilerlemeler kaydedildi.
II. Abdülhamit’in fotoğraf koleksiyonu: Manzara
fotoğrafları, tarihi anıt fotoğrafları, eğitim, sanayi
ve askeri alandaki gelişmeler.
19. Yüzyıl sonu Çinili Köşk’ün içi
Çinili Köşk’te sergilenen koleksiyonlar
dağınıktır; örgütlü arkeolojik çalışmalar
sonucu değil; rastgele toplama yoluyla
elde edilmiş nesnelerle oluşturulmuştur.
Giriş holünün sağındaki odada Asur, Mısır, Hitit ve Kufi
eserler sergilenir.
1880’lerde yoğunlaşan arkeoloji faaliyetleri Çinili Köşk’ün kapasitesinin yetersiz kalmasına neden oldu. Şam vilayetindeki Sayda antik kentinden ele geçen lahitlerin İstanbul’a getirilmesiyle yeni bir müze binasına ihtiyaç duyuldu. Alexandre Vallaury 1888’de müzenin
inşaatına başlar. Müze 1891’de açılır.
Osman Hamdi Sayda’da 1887–1888 yıllarında Krallar Nekropolü’nde yaptığı kazılarda ünlü
İskender Lahdi başta olmak üzere, Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya ve Sayda Kralı Tabnit’in
Yeni müze
Lahitler Müzesi
veya
Asar-ı Atika Müzesi
olarak 13 Haziran 1891’de
açılmıştır. Aynı zamanda yeni yapılan bu müze
19. yüzyılın sonunda dünyada
müze binası olarak tasarlanan ilk on müze
arasında olup
,
Türkiye’nin ilk
arkeoloji müzesidi
r.
Müze koleksiyonlarını Balkanlardan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan
Arabistan Yarımadası’na ve Afganistan’a kadar uzanan Osmanlı İmparatorluğu
sınırları içerisindeki çeşitli kültürlere ait eserler oluşturmaktadır.
Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında ölümünden sonra
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin başına yerine kardeşi Halil
Ethem Bey getirilmiştir.
Halil Ethem Bey
özellikle Anadolu müzelerinin gelişmesine katkıda bulunmuş, Türk İslam Eserleri (1914), İstanbul Şark Eserleri Müzesi (1925) O’nun zamanında kurulmuştur. Halil Ethem’in İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki çağdaş envanter çalışmalarına önemli katkısı olmuştur. Elvah-ı
Nakşiye adıyla anılacak güzel sanatlar koleksiyonun kurucusu ve küratörü Halil Edhem’dir ve bu koleksiyonu müzeye kazandırmıştır. 1932’de I. Türk Tarih Kongresi’ne
sunduğu “Müzeler” konferansını, müzeciliğin kuruluş bildirgesi saymak gerekir. Bu konferansında Halil Edhem,
haklı bir gururla, İstanbul Müzesi’nin “Avrupa’daki en yeni müze” olduğundan bahseder.
Müze-i Hümayun…
Müze arkeolojik eserleri toplamaya devam eder;
- Önce 1903’te ardından 1908’de iki ek bina yapımı gündeme gelir. Üçüncü
ek binanın yapımına 1904’te başlanır.
- 1914’de müze kataloğu hazırlanır. Katalogda eserlerin öykülerinden
ziyade bulundukları coğrafya ve ele geçiş öyküleri yer alır.
- Müze, Enternasyonalizm (dünyaya katılım), sekülerleşme (insan ve
hayvan suretlerine yer verme ve toprak bütünlüğünün korunması
kaygısı’na yer verir.
İstanbul Dışındaki Müzeler
20.yy başlarında bölgesel müzeler milliyetçi
bir girişim olarak kuruldu.
Bergama ve Kos’ta tarihi eserlerin ülkeden
çıkarılmasını engellemek için müzeler
kuruldu. Konya, Bursa ve Kudüs’te müzeler
kuruldu. 1908’den itibaren Selanik, Sivas ve
İzmir’de müzeler kurulması öne çıktı ancak
Osmanlı Döneminde hayata geçemedi.
• İlk bölge müzesi Bursa’da Mekteb-i idadi’nin avlusunda kuruldu. Müze-i Hümayun’a bağlıydı. Helen- Bizans eserleriyle İslami eserlere yer verdi.
ATATÜRK VE MÜZECİLİK
“ Müzeler, bir ulusun kimliği olma misyonunu taşımasının yanı sıra aynı zamanda uygarlıkları bize bırakan insanların zevklerinin, sevdalarının, düşüncelerinin, inançlarının,
davranışlarının, yaşam tarzlarının korunduğu ve bu mirasın geleceğe taşındığı mekanlardır”.
“Geleceği görebilmek için geçmişi bilmek, bir başka deyişle yarınları sadece bugünün değil, geçmişin üzerine de inşa etmek gerekir ki, bu da tarihi yaşatan ve unutturmayan
Bedesten
Fatih Dönemi baş vezirlerinden Mahmut Paşa tarafından (1464 – 1471) yaptırılmıştır. Ortada
10 kubbe ile örtülü dikdörtgen planlı kapalı mekan, karşılıklı yerleştirilen 102 dükkandan meydana gelen bir arasta ile çevrilmiştir.
Kurşunlu Han
Fatih Sultan Mehmetzamanında baş vezirlerinden Mehmet Paşa’nın İstanbul’un Üsküdar
semtindeki imaretine, vakıf olarak yaptırılmıştır. Ortada avlu ve revak sırası ile, bunları çeviren iki katlı odalardan oluşur. Zemin katta 28, birinci katta 30 oda yer alır.
Ankara’da Müze kurulmadan önce
Ankara’da eski eserler, Kültür Müdürü Mübarek Galip Bey tarafından
1921
de
Ankara Kalesi’nin Akkale burcunda
toplanmıştır.
1940 da bir bölüm onarılmış, 1943 de açılmış 1948 de Ankara Kalesi’ndeki eserler de
taşınmıştır. Halen Kurşunlu Han’da (idari bina) araştırmacı odaları, kütüphane, konferans salonu, laboratuvar ve iş atelyeleri yer almakta, Mahmut Paşa Bedesteni ise teşhir
Kurtuluş Savaşı yıllarında Sakarya Meydan Savaşı esnasında (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Atatürk, Ankara da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temelini oluşturan bir Eti Müzesi
kurulması emrini vermiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yürt dışına kaçırılmış olan eserlerin de tekrar yurda getirilmesine de çalışılmış,
Ağustos 1923 tarihli hükümet programında Müzecilik geniş boyutları ile ele alınmıştır. Atatürk’ün isteği üzerine 1923’te kurulan Heyet-i İlmiye’nin görevleri arasında Ankara’da bir
milli müzenin kurulması, Türk Etnografya Müzesinin hemen açılması ve Asar-ı Atika
Nizamnamesinin gözden geçirilmesi konuları da yer almıştır.
Amerikan Konsolosluğu tarafından New York Metropolitan Müzesi’ne gönderilen Sardes
Gordion Müzesi 1963 yılında bugün Yassıhöyük yanında kuruldu. Bugün Gordion Müzesi’nde kronolojik bir sergileme sunulmakta, Üç vitrinde Eski Tunç Devri eserleri, bunu
takiben Kral Midas ile son bulan Erken Frig Dönemine ait eserler yer almaktadır. Gordion Müzesi
Cumhuriyetimizin ilk müzeleri için genelde tarihi binalar kullanılmıştır.
Burada amaç eski binanın bakımı ve korunması sağlamaktı.
Günümüzde de bu müzelerin bir çoğu ilk kuruldukları binalarda hizmet
vermektir.
Atatürk zamanında kurulan müzelerden bazıları;
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi -1921, Antalya Müzesi 1922,
Sivas Müzesi-1923, Adana Müzesi-1924,
Bergama Müzesi-1924, Topkapı sarayı Müzesi-3 Nisan 1924,
İzmir Müzesi-1925, Edirne Müzesi-1925,
Ankara Etnoğrafya Müzesi-1925,Tokat Müzesi-1926,
Konya Müzesi-1926, Amasya Müzesi-1926,
Sinop Müzesi-1932, İzmir Müzesi-1925,
Kayseri Müzesi-1929, Efes Müzesi-1930,
Afyon Müzesi-1931, Van Müzesi-1932,
Ayasofya Müzesi-1934, Diyarbakır Müzesi-1934,
Manisa Müzesi-1935Tire Müzesi-1935, Çanakkale Müzesi-1936,
Niğde Müzesi-1936, Tire Müzesi-1936,
Ödül Almış Müzeler :
Devlet Müzeleriİstanbul Arkeoloji Müzeleri-Avrupa Konseyi Özel Ödülü, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi-Mansiyon
Antalya Müzesi –Mansiyon
Özel Müzeler
Sadberk Hanım Müzesi - Mansiyon
Rahmi Koç Endüstri Müzesi- Özel Müze Ödülü
Edirne Sağlık Müzesi - Baksı Müzesi – Masumiyet Müzesi Avrupa’da Yılın Müzesi ödülü ile