• Sonuç bulunamadı

Feyzi Halc?nn: ?Gkyznde Unuttuum Ellerime Kar Yayor...?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Feyzi Halc?nn: ?Gkyznde Unuttuum Ellerime Kar Yayor...?"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dr. Rıfat ARAZ, Şiir İncelemesi, Alp Yayınevi, ANKARA 2005, s.141-157.

Rıfat Araz, “Gökyüzünde Unuttuğum Ellerime Kar Yağıyor”, Bizim Külliye, Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi, 2003 S.16,s.54 -59.

FEYZİ HALICI’nın: “GÖKYÜZÜNDE UNUTTUĞUM ELLERİME KAR YAĞIYOR...”

Dr. Rıfat ARAZ

Araştırmacı-Şair-Yazar

Her dönemde, her türlü ihtişamdan, övgüden, gösterişten uzak, mütevazı bir hayat tarzını tercih ederek, kendi iç âlemlerinde yalnızlığa çekilen mistikler, filozoflar, büyük sanatçılar olmuştur. Orta-Asya Türk sûfîliğinin olduğu kadar, bütün Türk dünyasının ilk mutasavvıflarından olup “Pir-i Türkistan” unvanıyla şöhret bulan Ahmed Yesevî;

“Altmış üçte nida geldi: Kul yere gir; hem canınım, cananınım, canını ver; Hû kılıcını ele alıp nefsini kır !

Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?”1

derken, Hz. Peygamber’in 63 yaşında bu fânî âlemden ayrılmasını müteakip, kendisinin de mânâ âleminden aldığı bir işaret yahut duyduğu sesle yer altında halvete çekildiğine dikkat çekiyor.2 Yine ilk mutasavvıflarımızdan olan Yunus ;

“Bir garib ölmüş diyeler üç günden sonra tuyalar Soğuk suyıla yuyalar şöyle garib bencileyin ”3

mısralarında, “yalnızlık duygusu”nu ruhumuza, gönlümüze, dilimize gurbet ve ölüm duyguları ile birlikte sunar. Özellikle gazellerinde tasavvufî bir aşkı terennüm eden XVI. yüzyıl aşk ve ıstırap şairimiz Fuzulî;

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bâdı sâbâdan gayrı”4

diyerek kendi yalnızlığını son derece sade ve samimi bir eda ile ortaya koyarken, “yalnızlık duygusu”nu da bütün bir Türk edebiyatında hâtta Dünya edebiyatında eşine az rastlanır bir ifade tarzıyla terennüm eder.

En eksiksiz din ile onun doğurduğu yüksek ahlâk ve felsefenin içerisinde, böyle bir hayat tarzını tercih eden ve yaşayan şairler, dış dünyalarıyla bir yalnızlığın, kimsesizliğin hâttâ çaresizliğin içinde kıvranıyor görünseler de esasen, iç âlemlerinde açılan uçsuz -bucaksız bir muhabbet ufkunun sevgi ikliminde bütün bir varlıkla, kâinatla kucaklaşırlar. Bu 1 ) Prof.Dr. Kemal ERASLAN, Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler, Kültür ve Turizm Bak. Yay.,Ank.1983, s.98,99. 2 ) Bu konuda geniş bilgi için Bkz. Prof.Dr. Fuat KÖPRÜLÜ, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,Diyanet

İşleri Başkanlığı Yayınları,Türk Tarih Kurumu Basımevi, ANKARA, 1976,s.37,75,

3 ) Faruk K.TİMURTAŞ,Yunus Emre Divanı,Tercüman 1001 Temel Eser (1), s.124.

4 ) Haluk İPEKTEN,Fuzulî (Hayatı,Edebî Kişiliği,Eserleri ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Atatürk

(2)

yalnızlıktaki asıl gaye iç âlemi fethetmek, benliği aşmak, bu yolda pişmek ve olmaktır. Zirâ Allah (cc) ‘ın bir nefhası hükmünde olan ve insanın esas yapısını teşkil eden ruh/can, yaratılışındaki saflığı ve güzelliği ile aslına dönmeye muhtaçtır.

Günümüz şairlerinden Feyzi HALICI, halk şiirinin 4+4 =8 ‘li hece vezni ile yazdığı “Ellerime Kar Yağıyor” şiirinde, “yalnızlık duygusu”nun ağır bastığı bir zaman diliminde kendi ruh halini tasvir etmektedir. Şiirde her ne kadar: “Yalınca bir dağ başı”, “ellere karın yağması”, “gökyüzü”,”doğan gün”, “toprak”, “çiçek” ve “dal” gibi dış âlemle alâkalı bir kısım unsurlar görünse de bunlar, gerçek anlamlarının dışında yepyeni anlamlara bürünerek birer manevî tabiat

unsurları şekline dönüşmüştür. Nitekim toprak mutlu, çiçek niyazlar içinde, dalın türküsü ise bembeyazdır.

Dört bölümden oluşan bu şiirde muhteva ve şekil birliği, “Ellerime kar yağıyor” mısraının, her bölümün sonundaki tekrarıyla sağlanmıştır. Ahmed Yesevî, varlığını var edeni zikretmek, O’ nun sonsuz ilim, irade ve kudretini tefekkür etmek için yerin altındaki çile hanesinde halvete girerken; HALICI, dinî, ahlâkî duyuş ve düşünüşle kuşatılmış bir ruh ikliminde, kendisini “Yalınca bir dağ-başında” uzlete çekilmiş bulur; veya özünü böyle bir mekânda tahayyül eder. Bir birine zıt gibi görünen her iki mekândaki ruh halinde, ilâhî aşk ve muhabbet duyguları bahis konusudur. Bu duygu yoğunluğu Halıcı’da , belli bir gecedeki sınırlı bir zaman dilimini ihtiva eder.

Yalınca bir dağ-başında Ellerime kar yağıyor... Yazın yaz, kışın kış Tanrım, Bu ne mayalanış, Tanrım; En güzele, en korkunca, Teselliler sonu, bunca, Gök-yüzünde unuttuğum Ellerime kar yağıyor...

Kişinin kendi yalnızlığına çekilip bir kimlik arayışına girmesini, bu mükemmel kâinatın bütünlüğü içinde kendi kendisini sorgulayıp hesaba çekmesini çağrıştıran mısralarda; çekilen çileleri huzura, duyulan acı ve ıstırapları ise lezzete dönüştüren bir duygu tazeliği, bir görüş güzelliği ve söyleyiş inceliği buluyoruz. Tabiâtta diğer bir ifadeyle kâinatta müşâhede edilen diriliş, hayat ve ölüm hadiseleri ile mevcut eşyanın bu yaratılış esasına uyum göstermesindeki mükemmellik, Halıcı’da derin bir “hayret” ve“hayranlık” duygusu uyandırmıştır.

Şair, bir yanda yazın yaz, kışın kış olduğunu; bunların her birisinin taşıdığı yapı ve fonksiyonlarının farklılıklar arz ettiğini, mevcut eşyanın arasında mükemmel bir uyum, denge, ahenk ve mayalanışın bulunduğunu ortaya koyarken, diğer yanda bu mükemmel yaratılışın karşısında kendi aczini dile getiriyor. “Yazın yaz, kışın kış Tanrım; “Bu ne mayalanış Tanrım” mısralarında duyduğumuz hüküm bildiren ifadeler ve yüksek olmayan ses tonu, şairin bütün kâinatı yoktan var eden Cenab-ı Allah’ı esmâlarıyla yakınında hissetmesinden ileri gelmektedir. Kur’ân’ı Kerim’de: “Allah insana şah damarından daha yakındır.”5, “...Kalbi ile kişi arasına girer...”6, mealindeki ayetlerde, Allah’ın insana son

derece yakın olduğu, onun kalbinde olanları bildiği hakikatine işaret edilmektedir. Şiirde 5 ) Kâf :16.

(3)

geçen “Bu ne mayalanış Tanrım” mısraında gördüğümüz derin “hayranlık” duygusu bize Ziya Paşa’nın;

“İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez Zirâ bu terazü bu kadar sıkleti çekmez”

beytini hatırlatmaktadır. Nitekim, “Gök-yüzünde unuttuğum”/ “Ellerime kar yağıyor” mısralarına hakîm olan “unutmak” fiili, aklın fonksiyonları arasında olan bir haldir, durumdur. Burada devre dışı bırakılan aklın yerini; “hayranlık, dua ve umut” gibi gönüle hitap eden soyut unsurların aldığını görüyoruz. İnsan, kendisi için yaratılmış olan bu varlık âlemine niçin geldiğinin idrakinde olur ve bunu, hayatının bir parçası haline getirip yaşarsa, şairin ifadesiyle “en güzele” ; aksi halde “en korkunca” ulaşması kaçınılmazdır.

Bu, yapraktan ince can’lar, Bu kubbe kubbe ezanlar. Bu dualar, rahmet rahmet, Aşk, ışıtan can-evimi, Bu başlangıç, bu nihayet, Bu gördüğüm düş benim mi? Nice dillerin telâşı?

Tekmil bir geceye karşı Alev alev gözlerimden Ellerime kar yağıyor...

Şair; islâmî hayatın güzelliklerinden olan “kubbe”, “ezan”, “dua”, “rahmet”, “aşk” temayüllerinin üzerine, insana huzur ve güven veren aydınlık bir dünya kurmuştur. Başlangıcı ve sonu apaçık belli olan bu dünyada, insanın içini ısıtan, ruhunu aydınlatan unsurun, “ilahî aşk” duygusu olduğunu görüyoruz. “Bu, yapraktan ince can’lar,” mısraında geçen “can’lar” kavramıyla, Allah’ın(cc) kendilerinden razı olduğu bir kısım mutlu insanlar; keza, âleme bir hikmet arayışı içinde yaklaşan, Allah’ın(cc) sevgisine ulaşmayı yegâne gaye edinen sûfiler, ârifler kastedilmiştir. Bu konuda Hocam Prof. Dr. Sadık TURAL : “İslâm âleminde, insanın Allah sevgisine ulaşabileceğini, cemiyete ve tabiata “hikmet” arayışı içinde yaklaşır ise, Allah’ı tanıyacağını; Kur’an’daki vahdet ( birlik) akidesinden faydalanarak, bu ulaşma yollarının (tarik) öğrenilebileceğinin işareti sayılan özel kurumlaşmalar vardır. Bu tezahürler Türk sûfîlerinin geliştirdiği yollardır...”7 diyerek konuya aynı zaviyeden yaklaşmaktadır.

Bazı tarikatlarda tarikat mensuplarına “can” denildiği gibi8 bu kavram ayrıca ruh

anlamına da gelmektedir. Bilindiği şekliyle insan oğlu “ten/vücut” ve “can/ruh” gibi iki önemli varlıktan oluşmuştur. “Can” maddî olan varlığını aştığı ölçüde ebedî saadete kavuşur. Bu da Halıcı’ nın ifadesiyle, canın yapraktan daha ince bir hal kazanmasıyla,”aşkla nurlanıp” kemale ulaşmasıyla mümkün olacaktır. Feyzi Halıcı, burada kendisine başlangıcı ve sonu belli olan bir dünya tasavvur etmektedir ki islâmî motiflerle bezenen bu hayâl dünyası, bir rüya kadar kısa, bir rüya kadar tatlı, bir rüyâ kadar yumuşak ve güzeldir. Bahis konusu olan bu dünyanın mükemmelliğini ve benzersiz oluşunu, şairin, bilip de bilmezlikten geldiğini terennüm eden: “Bu gördüğüm düş benim mi?” sorusundaki “hayret”ve “hayranlık” uyandıran ifadelerinden anlıyoruz.

7 ) Sadık K.TURAL,Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,

Ankara,1988, s.90.

(4)

Edebiyatımızda, içinde yaşadığı hayatın gerçekleriyle bağdaşamayan, bunlardan sıkılan, bunalan, dolayısıyla da iç huzuru, hayal âleminde kurduğu bir beldeye sığınmak suretiyle arayan şairlerimiz yok değildir. Bu konudaki en güzel örneklerden birisini şüphesiz Ahmet Haşim’ in “O Belde” adlı şiiri teşkil etmektedir. Haşim, bu şiirinde, akşamla birlikte tahayyül ettiği bir kadını, hayalî bir beldeyle bütünleştirerek tasvir eder.9 Burada Haşim’ in

hayal ettiği beldeye, gerçek hayatta ulaşmak mümkün görülmemektedir. Halbuki Halıcı, “Bu, yapraktan ince can’lar / Bu kubbe kubbe ezanlar/ Bu dualar, rahmet rahmet / Bu başlangıç, bu nihayet,” gibi ifadelerle İslâmın bütün güzelliklerinin yaşandığı zaman ve mekân diliminin varlığına işaret ediyor. HAŞİM’ in hayal ülkesine sığınışında beşeri duygular ağırlığını kuvvetle hissettirirken, HALICI’ nın gördüğü ve tasavvur ettiği dünyaya sığınışı ilâhî bir sığınıştır. XVI. asır divan şairimiz Fuzûlî’ de;

“Gelün ey ehl-i hakikat çıhalum dünyadan Gayri yerler gezelüm özge safâlar görelüm10

diyerek içinde yaşadığı sıkıntılı hayattan kaçıp kurtulmanın, bilinen âlemin dışında farklı bir âleme sığınmanın arzusundadır.

Allah(cc) katındaki üstünlüğün ahlâk, fazilet ve takvâda olduğuna işaret eden yüce dinimiz; insanda, iç dinamikleri harekete geçirecek, kişiyi daima uyanık ve diri tutacak bir ilâhî sevginin mevcudiyetini de öngörür. Zirâ ilâhî aşkın kaynağından beslenen ruhun ufkuna girmek, o iklimi soluklamak, bu yolda çekilen acı ve ıstıraplara rağmen insana farklı bir lezzet, tatlı bir huzur verir. “Bu yapraktan ince canlar”; mısraında evrensel bir sevgiye, hoşgörü ve kardeşlik duygusuna sahip yüce ruhların varlığına işaret edilirken; “Bu dualar rahmet rahmet” mısraında geçen dua ise hayatın bir parçası, insanı ruhen donanımlı ve güçlü kılan önemli bir mânâ membaı, yerine getirilmesi gerekli görülen ilâhî bir emirdir. İnsan dua esnasında âlemlerin yaratıcısına büyük bir teslimiyet içerisinde yönelir, günâhlarından kurtulmak ve bitmeyen beklentilerinin gerçekleşmesi hususunda o eşsiz lütuf ve kerem sahibinin af ve mağfiretine sığınır. Allah(cc): “Kullarım sana, beni sorduğu vakit de ki, ben herhalde yakınım. Duâ edenin duâsını bana duâ ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim dâvetime uysunlar ve bana inansınlar, umulur ki doğru yolu bulurlar.”11şeklindeki emirle insana, hem günahlarından kurtulacağına dair bir müjdeli haberi

duyurmuş, hem de ona, önemli olan inanma ve bu inandığını yaşama sorumluluğunu hatırlatmıştır. Fert ve toplum hayatının hemen her safhasındaki pratiklere dökülebilen, sade ve rasyonel temellere dayanan dua, aynı zamanda insana iç aydınlığı, gönül ferahlığı veren, ruhu, manevî menzil ve makâmlara taşıyan ilahî bir iksir mesabesindedir.

Şiirin her bölümünün sonunda tekrar edilen ve aynı zamanda şiire güzel bir ahenk ve bütünlük kazandıran “Ellerime kar yağıyor...” mısraında asıl unsur olan “kar” ın esası, saf ve katıksız sudan ibarettir. Su temizliğin, yaratılışın, sağlık ve selametin sembolü olduğu gibi temizlik de İslâm dininin esasıdır.

Nice dillerin telâşı? Tekmil bir geceye karşı Alev alev gözlerimden Ellerime kar yağıyor...

9 ) Oktay YİVLİ, “Ahmet Haşim’in Ütopyası Üzerine Bir Deneme”, Türk Dili Dergisi, Ağustos 1996,Sayı

536, s.173.

10 ) Ali Nihad TARLAN, Fuzûlî Divanı, İstanbul, 1950,s.217. 11 ) Bakara : 186.

(5)

Kendi yalnızlığına ve sessizliğine çekilen Halıcı’ nın, Hakk’a yönelişi esnasında yüreğinden dökülen ses, mevcut eşyanın lisân-ı hal ile yaptıkları tespihlere karışır, bu kutsal gecede günâhlardan kurtuluşun beklentisi ve telaşı içinde kar misali bembeyaz bir umuda dönüşür. “Tekmil bir geceye karşı” mısraında geçen “gece”, muhtemelen Kadir gecesidir ve şair bu gecenin kutsallığına telmih sanatı yapmıştır. İnsanın dua esnasındaki hali, buhar olup gökyüzüne yükselen ve farklı bir mahiyete büründükten sonra tekrar yeryüzüne dönüp toprağa hayat veren karların, suya dönüşen haline benzer. Türk edebiyatının güçlü şairlerinden birisi olan Arif Nihat ASYA’ da bir rubâîsinde:

“Dışlar gibi, içler de ılık...cemre kadar... Nûr içmede dağ, taş... yuvadan kabre kadar... Yüksekten açılmış yere rahmet kapısı... Va’diyle göğün, açık kalır fecre kadar.” 12

diyerek, canlı cansız bütün varlıkların Kadir Gecesi’nin aydınlığında nûrlandığını; göklerde açılan rahmet kapısının fecre kadar açık kaldığını; insanın dış dünyası gibi iç âleminin de bu kutsallığın etkisiyle uhrevî bir iklimin tesirine girdiğini ifade ederek, bu gecenin canlı bir tasvir ve tavsifini yapar. Kur’an’ı Kerim’de, El-Kadr sûresi:1-5. Ayetlerde: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sana haber veren oldu mu? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Zirâ o gecede, her iş hakkında bir takım emirler alarak Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail) yere iner. O gece, selâmettir, esenliktir. Fecrin doğuşuna kadar devam eder.”buyurulmaktadır.

Adımlar işte, ard-arda Gayrıca beklemek olmaz. Açın perdeleri bütün, Mavi mavi aynalarda Uyanmak üzre, doğan gün. Kulu kurbanı olduğum Mutluca toprakta tohum, Çiçek, niyazlar içinde Dal’ın türküsü bembeyaz. Serpil serpil duyuyorum, Bardaktan boşanırcasına, Kopmuş takvimlere inat, Duygu duygu kanat kanat Ellerime kar yağıyor...

Şair, mukaddes bir gecede “yaşama sevinci” gibi güzel bir duyguyu, çevre unsurları ile bağlantılı bir surette okuyucunun ilgisine sunuyor. Nitekim; “Mavi mavi aynalarda / Uyanmak üzre, doğan gün.” “Mutluca toprakta tohum,” / “ Çiçek, niyazlar içinde” / “ Dal’ın türküsü bembeyaz.” gibi mısralarda gördüğümüz duygu güzelliği, bu yaşama sevincinin bir tezâhürüdür. “Mavi”, millet olarak en çok sevdiğimiz renklerden birisidir. Okunuşunda, gökyüzünü ve denizleri de çağrıştıran mavi renk, burada ayna motifiyle birleşerek insanda derinlik, enginlik ve sonsuzluk duygusunu uyandırmaktadır. Keza, gönül karşılığına da gelen ayna, bir bakıma kişinin maddî bağlardan kurtuluşunun da sembolüdür.

HALICI; “doğan gün”le, “tohum”la, “çiçek”le, “dal”la bir duygu kesafeti içerisinde birleşmiş, kaynaşmış gibidir. Bir tabloyu hatırlatan bu tabiat tasvirinde; “güneş doğmak 12 ) Sadettin YILDIZ, Arif Nihat Asya’nın Şiir Dünyası, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1997,s,525.

(6)

üzeredir”.“Topraktaki tohum çimlenmiş ve yeşermiş olarak kendisini saran engellerden kurtulacaktır; bundan ötürü de mutludur.” “Çiçek, kendisini var edene karşı yepyeni bir diriliş ve uyanış için yalvarırken; dalın türküsü bahardaki bu uyanışı terennüm etmektedir.” Adı geçen varlıkları şahıslandırmak suretiyle teşhis sanatı yapan Halıcı, onları âdeta yakın bir dost, sırrını paylaştığı birer arkadaş gibi görüyor. Çünkü şair de yaşadığı geçmiş zamana, bu zamanın bir kısım sıkıntı ve zorluklarına rağmen, tıpkı söz konusu tabiat varlıkları gibi bu kutsal gecede, son derece mutlu, huzurlu ve umut doludur. Ancak bu tasvirde dikkat edilirse dış âlemden ziyâde, bir iç âlemin tasviri ağırlığını kuvvetle hissettirir. HALICI sanki adı geçen tabiat unsurlarını malzeme olarak kullanarak kendi ruh halini anlatmaktadır.

Bu bölümde “Adımlar işte, ard-arda”; “Açın perdeleri bütün,” mısralarında Şair, kendisini her ne kadar bir kalabalığın içerisindeymiş gibi gösterse de o, hâlâ tasavvur ettiği manevî tabiatın kucağında kendi iç yalnızlığı ile baş başadır. Ancak şair, bu yalnızlıktan şikâyetçi de değildir.

HALICI, kâinatın ve insanın varoluş sırrını, derin bir kavrayışla gönül ve ruh aydınlığı içerisinde okuyucuya hissettirir. “Tohumun toprakta mutlu olması ; Çiçeğin niyazlar içinde Hakk’a yönelmesi” mısralarında gördüğümüz söyleyiş özelliği Yunus’un, “Sordum Sarı Çiçeğe” şiirindeki duyduğumuz sesi, ahenk ve anlam derinliğini çağrıştırmaktadır. Nitekim bahis konusu şiirde Prof.Dr. Mehmet KAPLAN’ ın ifadesiyle : “ ...çiçekler, derin bir hassasiyetin ve dindarlığın timsâli olarak ele alınmıştır. ... çiçek hayatın, dinin ve kâinatın sırrını anlamış bir ârif hüviyeti taşır.”13

Bu deniz boyu dalgalar, Bu Müslüman dakikalar; Her nefes alış-verişte Duyduğum, bu gerçek işte... Muştular içimde sazım, Bu mu benim alın- yazım? Dostlar görmüyor musunuz? Çağrılar içinde, sonsuz, Hep zamanların dışında, Yalınca bir dağ başında Ellerime kar yağıyor...

Şairin her nefes alış verişinde duyduğu hakikat, İslâm inanışından kaynaklandığı açıkça anlaşılan, sonsuz huzur ve mutluluk duygusudur. Nefesini her alış-verişte kişinin Müslüman olduğunun idrakinde olması ve bu dünya görüşüyle oluşan ebedîlik saadeti, mahlûkatın en güzeli ve en şereflisi olan insanı derinden kuşatmıştır. Burada “deniz boyu dalgalar”, “yaşanılan alın yazısı”, “zamanların dışı” gibi unsurlar, mistik bir yaklaşımla terennüm edilen dinî, ahlâkî anlayışın ifade edilişinde birer vasıtadırlar.

Esasen, yaratılmış olan bütün bir kâinatta, Allah (cc) adının anılmadığı en küçük bir zaman dilimi olmadığı gibi, O’nu tesbih etmeyen her hangi bir varlık da bulunmamaktadır. Bu ilâhî hakikati Kur’an:“Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan her kes, O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, çok yumuşak ve bağışlayıcıdır.”14 hükmüyle bütün bir insanlığa duyurmuş, Allah indinde

13 ) Mehmet KAPLAN, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 1, Dergâh Yayınları,İSTANBUL, 1976,s.128.

(7)

din olarak da yalnız İslâm’ı kabul etmiştir.15 Şair, her zaman yaşanamayacak bir duygu ve

inanış derinliğini, mübarek bir gecede, Allah’ı tefekkür ettiği “bu Müslüman dakikalar” içinde ve “hep zamanların dışında,” kalarak hissetmiştir. Bu hissediş, “Her nefes alış-verişte” çevreden öze doğru dalgalar halinde şairin ruhunu sarmış ve kabul görmüş duaların güzelliğine dönüşmüştür. Nitekim “Hep zamanların dışında,” , “Yalınca bir dağ başında” , “ Ellerime kar yağıyor” mısralarına yüklenen anlam, gönülden dile ve avuçlara akan saf ve samimi duaların, indi ilâhide kabulünü müteakip, karların yağışı şeklinde ellere rahmet rahmet dökülüşünü çağrıştırmaktadır.

HALICI’nın üzerinde çalıştığımız bu şiirinde görüldüğü gibi farklı bir kısım şiirlerinde de mutasavvıf şairlerimizin terennüm ettikleri mistik bir dünya görüşünün, islâmî bir hayat felsefesi ve yaşama tarzının tesirlerini buluyoruz. Şiirin bütününe hakim olan “ yalnızlık, umut, dua, hayret, hayranlık, özlem ve aşk” duyguları, modern bir söyleyiş özelliği içerisinde, edebiyat dünyasına mal olmuş ünlü mutasavvıfların duygu ve telakkîleriyle benzerlikler gösterir.

___________________________

ELLERİME KAR YAĞIYOR Yalınca bir dağ-başında

Ellerime kar yağıyor... Yazın yaz, kışın kış Tanrım, Bu ne mayalanış, Tanrım; En güzele, en korkunca, Teselliler sonu, bunca, Gök-yüzünde unuttuğum Ellerime kar yağıyor... Bu, yapraktan ince can’lar, Bu kubbe kubbe ezanlar. Bu dualar, rahmet rahmet, Aşk, ışıtan can-evimi, Bu başlangıç, bu nihayet, Bu gördüğüm düş benim mi? Nice dillerin telâşı?

Tekmil bir geceye karşı Alev alev gözlerimden Ellerime kar yağıyor... Adımlar işte, ard-arda Gayrıca beklemek olmaz. Açın perdeleri bütün, Mavi mavi aynalarda Uyanmak üzre, doğan gün. Kulu kurbanı olduğum Mutluca toprakta tohum, Çiçek, niyazlar içinde

(8)

Dal’ın türküsü bembeyaz. Serpil serpil duyuyorum, Bardaktan boşanırcasına, Kopmuş takvimlere inat, Duygu duygu kanat kanat Ellerime kar yağıyor... Bu deniz boyu dalgalar, Bu Müslüman dakikalar; Her nefes alış-verişte Duyduğum, bu gerçek işte... Muştular içimde sazım, Bu mu benim alın- yazım? Dostlar görmüyor musunuz? Çağrılar içinde, sonsuz, Hep zamanların dışında, Yalınca bir dağ başında Ellerime kar yağıyor...

Referanslar

Benzer Belgeler

Nükleer kar şıtları, AKP iktidarı döneminde, enerji sektörü sermaye için karlı bir yatırım alanı olarak yeniden düzenlendi ğini, Ülkenin enerji ihtiyacının

Nükleer Karşıtı Platform adına yapılan basın açıklamasında ise, 7 Kasım çarşamba günü meclis gündemine gelmesi beklenen yasayı protesto için, yarın 12.30'da

… Ve biz; Türkiye’de nükleer enerji santral ı kurulmasına “Hayır” diyen 100 bin kişinin imzasını TBMM’ye ta şıyanlar, meslek odaları, demokratik kitle

Sinop halk ının en kutsal hakkı olan yaşam hakkını korumasından rahatsız olanlara inat, demokratik hak ve taleplerimizi dile getirmek için bu yıl Mersin'de ve Sinop'ta

Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, Türkiye'de nükleer santral yapılmaması için topladıkları 100 bin imzalı dilekçeyi, TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi

NKP'nin çalışma programının ve yürütmesinin işleyişinin, NKP'nin tüm bileşenlerinin katılımıyla tartışılmasının gereklili ği üzerinde uzlaşma sağlanan toplantıda,

Nükleer Karşıtı Platform üyeleri, 09.11.2007 tarihinde TBMM'den 5710 sayılı Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesiyle Enerji Satışına İlişkin Kanunun

AKP Hükümeti'nin Rusya ile nükleer pazarl ığı yapamayacağına dikkat çeken EMO, hukuki ve ekonomik olarak iptal edilmesi zorunluluğu ortaya çıkan nükleer ihalenin hukuka