• Sonuç bulunamadı

ANADOLU'DA İNSAN KURBANI - KREMNA VE BOUBON YAĞMALANDI - LATMOS'A DOKUNMA!

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ANADOLU'DA İNSAN KURBANI - KREMNA VE BOUBON YAĞMALANDI - LATMOS'A DOKUNMA!"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

Hitit açık hava tapınağı Yazılıkaya'da ana sahne

istikâmetinde ilerleyen tanrıçalar

D i n kavramı, birçok dünya dil ve tasavvuruna damgasını vuran Latince "religio" azn gelir

(religa-re "bağlamak, bir kimseye sorumluluk yüklemek"

fiilinden oluşan bir isimdir) ve insan ile var ol­ d u ğ u n a inanılan doğa güçleri arasındaki ilişki, inanç, ayin, kült ve davranışların t ü m ü n ü kapsar. Aslında insanın açıklayamadığı ve h â k i m olama­ dığı üstün doğa güçleri karşısında korku, zayıflık, k o r u n m a , şefkat ve sığınma duygularıyla birlikte ulu kudretlere teslim olmasıdır. Tek tanrılı dinle­ rin yapısını a n l a m a n ı n ne kadar güç olduğu dü­ şünülürse, h e m karmaşık, h e m de çok tanrılı Hitit dinini araştırırken karşılaşılacak sorunların bo­ yutu kolayca t a h m i n edilebilir. Engellerin en ba­ şında antik kâtiplerin dinle ilgili kayıtları, bize din dersi vermek için t u t m a m ı ş olmaları gelir. "Din" veya " i n a n ç " anlamına gelebilecek soyut kavram­ ların sözcük dağarcığında yer almamış olması ibret vericidir. Aradaki uzak zaman mesafesi, antropolojik-demografik yapı ve pozitif anlamda o zamanlar g ü n ü m ü z d e k i n d e n t a m a m e n farklı doğal çevre faktörleri de küçümsenmemelidir1. Eh başta her şeye tek tanrılı dinler gözlüğüyle bak­ maya alışmış bizler de engellerden biriyizdir. Din belki de aslında o zamanlardaki müritlerinin en­ telektüel seviyesiyle ölçülü olarak çok basit ve sa­ deydi ve başka şeyler bekleyen ve biraz da abartan bizler o n u böylesi karmaşık hale getiriyoruz. Ger­ çekten Hitit dini en basit haliyle tarımcı, çoban ve savaşkan bir t o p l u m u n ü r ü n ü d ü r , t a m a m e n o n u n gereksinmelerinden d o ğ m u ş t u r ve hiç kuşkusuz d a h a düşük seviyeli entelektüel ve bilimsel bir yaklaşımla d a h a kolay çözülebilir. Nitekim dua, yakarış ve ayinler aracılığıyla tanrılardan istenen nesnelerin en başında hububat, hayvanların bol­ luğu, çalışarak üretmek ve savaşmak için gerekli insan g ü c ü n ü n bolca üremesi yer alır. Hatti ülke­ sinde kutlanan bayramların çoğu da zaten zahire depolarının doldurulduğu sonbaharda ve ekim y a p m a k için açıldığı ilkbaharda kutlanır.

(4)

ittim

v \

Hitit dini kendisini bize en basit şekliyle, :yani dışa d ö n ü k işleyişi ve m e k a n i k yönüyle gösterir. Ruhanî dünyada din nerede başlıyor, nerede biti­ yor, tespit etmek zordur. D i n i n içe d ö n ü k derinli­ ğini incelemek, inanç sistemini, inanan ve t a p ı n a n insan üzerinde yaptığı etkileri ve din felsefesini kavramak imkânsızdır. Din neyse de "dindarlık" k o n u s u n d a hiçbir şey b i l m e m e m i z çok kötüdür. Dini ve karmaşık tanrılar o r d u s u n u bir sisteme bağlayan, tanrıların niteliklerini ve inananların yükümlülüklerini anlatan peygamberler yoktur. Evet, binlerce tanrı ve tanrıça o l d u ğ u n u biliyoruz. Bunların ayinleri, bayramları, heykelleri, heykel­ lerin envanter, tasvir ve bakımları, tapınakları, onlara yöneltilmiş dualar ve tapınaklarına bakan bir din görevlileri o r d u s u vardır; hatta tarım ve

Yazılıkaya açık hava tapınağı önünde

yer alan ve tanrı kabartmalarına geçiş sağlayan tapınak veya kutsal alan

(5)

rtına tanrısının, b o y n u n a sarllarak

koruduğu kral I

I

. Muvvatalli

hayvancılıkta tapınaklara bağlı e k o n o m i k birim­ ler de vardır. Ç o k sayıda ayin ve din işlerinde kullanılan sayısız yapılar, alet edevatın adını ve yiyecek içecekleri biliyoruz, a m a b u n l a r k u r u bil­ gilerdir ve "mekanik"le kast ettiğimiz şey budur. Dinin t o p l u m d a düzen, otorite ve birlik sağla­ madaki rolü tartışma götürmeyecek kadar açık­ tır. Aynı işlevi yapan diğer m e k a n i z m a adaletle olan ilişkisi de araştırılmaya değer. Burada yargıç ve rahiple temsil edilen bu her iki k u r u l u ş u n da at başı gittiğini biliyoruz. Zaten ülkenin m u t l a k h â k i m i olan Hitit kralı h e m başyargıç, h e m de başrahiptir. Adalet sisteminin n a h o ş b u l d u ğ u ve "yasak" (natta ara) veya "iğrenç şey" (hurkel-) ola­ rak belirlediği yasaklamalardan tanrılar da hoş­ lanmazlar, a m a b u n a wastul- "günah" derlerdi. Bu düalist sistemde cezalandırma ve infaz şeklinde farklılıklar h a d d i n d e n çok fazlaydı. Yasal sistem suçluya klasik a n l a m d a ceza verirken, d i n d e bu cezayı gazaba gelen tanrılar verirdiler ve çoğu kez cezalar kolektif olurdu, yani ilâhi ceza sadece suç­ luyu değil, o n u n ailesini ve içinde yaşadığı toplu­ mu da kapsardı. Bu inanç son derece ilkeldir, ama sonuçta sosyal dayanışma ve kontrol mutlaka daha da güçlenmiştir.

TANRILARIN YAPISI

(6)

Hitit tahtının bahtsız kraiı Urhitesub Boğazköy - Hattuşa Kazısı

her şeye damgasını vuruyordu. Böylece y a ğ m u r ve fırtına "Fırtına Tanrısı", güneş "Güneş Tanrısı", dağ da "Dağ Tanrısı" olmuşlardır. Genel kanıya göre tanrı, insanın kendisini diğer canlılardan iyi­ ce soyutladığı ve ü s t ü n l ü ğ ü n ü sağladığı Neolitikte ( M Ö 9.-6. binyıllar) a n t r o p o m o r f şeklini almıştır. Hitit dini her şeyden önce çok tanrılı bir dindir; daha MÖ 4. binyıl s o n u n d a Sümer çivi yazısının d o ğ u p gelişmesi sırasında tek tek adlandırıldık-ları ideogramlarla anılırlar. P a n t e o n u n (tanrılar sistemi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve b u n l a r ı n pek çoğu "millî" d i n d e n değil, diğer kavimlerin dinlerinden alınmış yabancı kökenli tanrılardır, ç ü n k ü Hititlerin kendi Hint-Avrupa

(7)

İİîPft

Alacahöyük ortostatlarındaki bu

çıplak kabartma, soyunarak cin ve

d e m o n l a r d a n kurtulmaya çalışan Hitit

kralını temsil ediyor olabilir

Buna ilâveten zaten birçok t a n r ı da t a m bir t a n r ı statüsüne sahip değildi ve ne tapınakları, ne de m u n t a z a m kültleri vardı. Bunların kült yerleri, çoğu kez huwasi-Xaş\ d e n e n basit stellerdi. Doğa­ n ı n t a m ortasına, su, pınar ve ı r m a k kenarlarına dikilirlerdi. Ilgın yakınlarındaki Köylütolu'da ve Emirgazide ele geçen hiyeroglif yazıtlı taşlar, böy­ le bir /zMwa«'-taşına örnek teşkil edebilirler. Son yıllardaki kazılarla genişletilen ve b ü t ü n heybe-tiyle ortaya çıkarılan Eflatunpınar Anıtı ise, d a h a görkemli bir huwasi-'nin örneği olabilir. Kült ve ziyaretleri s o r u n yaratan bu stellen IV. Tuthaliya

Hattusa'âdi toplamakla u z u n ve meşakkatli kült

gezilerinde tasarruf sağlamıştır. Yer darlığından ö t ü r ü pek çoğu b ü y ü k tapınakların avlusuna kon­ muştur. Kalabalık tanrılar belirli d ö n e m l e r d e 10-15 e kadar indirgenebiliyordu. Azalmada benzer

anavatanlarından getirdikleri bir tanrı, din veya başkaca bir d o g m a yok gibidir. Hitit dilinde tan­ rı anlamına gelen ve belki de yanlışlıkla Latince

deus veya Grekçe Zeus ile mukayese edilen

(8)

özellikler taşıyan tanrıların birbirleriyle eşitlen­ mesi de (synchretismus) önemli etken olmuştur. Benzer tanrıların eşitlenmesi için Hititler MÖ 13. yüzyılda Hurri-Kizzuwatnali bir kraliçenin, yani P u d u h e p a n ı n Hatti'ye gelmesini beklemek zo­ r u n d a kalmışlardır.

Hitit tanrıları belli başlı devlet antlaşmalarının ye­ m i n tanrıları listelerinde, envanter metinlerinde, dualarda, fal metinlerinde, mitolojik ve tarihi m e ­ tinlerde zikredilirler. En başta Işık Tanrısı G ö k u n G ü n e ş Tanrısı, A r i n n a Kenti G ü n e ş Tanrıçası, çok sayıda kentin Fırtına Tanrıları ve Fırtına Tanrı­ sının arabasına koşulan m u k a d d e s boğaları Seri ve H u r i ile N a n n i ve Hazzi Dağları gelirler. Yerin ve göğün güneşi o l m a k üzere iki şekilde tezahür eden G ü n e ş Tanrısı ise yerli Hattilerden alınmış­ tır ve o dildeki adlarıyla da bilinirler. Dişi şekli, ta

Neolitikten beri tapınılan Magna Mater'in deva­ mıdır ve daha sonraları Kybele ve Artemis olarak karşımıza çıkacaktır. Hititlerin Fırtına Tanrısını Hint-Avrupa a n a v a t a n ı n d a n getirdikleri ileri sü­ rülse de, o Yakındoğu dinlerindekiyle aynıdır ve Sümerlerin koydukları şablon Du, ISKUR ve Hur-rice Tesub olarak anılır; a m a bu ideografik yazılı­ şın arkasında çeşitli dillerdeki karşılığı da saklıdır. Bu kadar çeşitli ve karmaşık tanrılar alaşımından oluşmasına ve çoğu folkloristik zengin kült taba­ kalarından kaynaklanmış olmasına rağmen Hitit dini aşırı derecede sadedir. Mısır, M e z o p o t a m y a ve G r e k - R o m a dinlerindeki sonu gelmez efsane­ ler, kozmoloji ve yaradılış destanları yoktur, var olanlar da Babilce, Hattice ve H u r r i c e d e n tercü­ melerdir. İnsanı bu d ü n y a d a n koparacak kadar meşgul eden, mistisizme iten ayin, dogma,

(9)
(10)

fïstike ve felsefî mülâhazalardan yoksundur, ama b u n a karşın basit insanın g ü n l ü k gereksinmele­ rini t a t m i n edecek ve safdil tinsel tasavvurlarına karşılık verecek niteliklere sahiptir. Zaten köylü, çiftçi ve çoban olan eski A n a d o l u kavimleri bu­ gün olduğu gibi yüksek din teolojisine ne gerek­ sinme ne de ilgi duymuştur.

G ö r ü n ü ş b a k ı m ı n d a n güçlü ve insanüstü yapıla­ rına r a ğ m e n Hitit tasavvurunda tanrıların huyu ve özellikleri insanlarınkiyle aynıdır ve zaten on­ ların insanlara m u h t a ç ve bağımlı d u r u m d a ol­ maları b u r a d a n kaynaklanmaktadır. Tıpkı insan­ lar gibi yerler, içerler, uyurlar, korkarlar, küserler, eğlenirler, severler, nefret ederler, kızarlar, sevi­ nirler, m ü z i k bile yaparlar, savaşırlar, kavga eder­ ler, ihtiras yaparlar, hovardalık yaparlar, isterlerse yardım eder, istemezlerse sırt çevirirler. Annele­ ri, babaları, çocukları ve diğer akrabaları vardır; aynı insanlar gibi muhalif gruplar oluştururlar. B u n d a n dolayı Nazi Almanyâsıyla ideolojik ça­ tışmaları olan Yahudi A m e r i k a n Oryantalistleri, ilkel d e m o k r a s i n i n izlerini Hint-Avrupalılar ve Greklerde değil de, Hititleri de etkileyen Sümer ve Babil tanrılar meclisinde g ö r m e k istemişler­ dir. Hiyerarşide b ü y ü k ve baştanrılar hep bay­ rağı çekerlerdi; bilhassa yüksek sınıf arasından inananları çoktur, onların t a p m a k ve heykelleri, bayramları aşırı derecede şatafatlıdır. Tanrıların da tıpkı insanlar gibi meslekleri ve uzmanlık alan­ ları vardır. Sağlık, adalet, selâmet, falcılık, savaş, yağışların düzenlenmesi, zanaatkârlık, çiftçilik belli başlı meslekler arasındadır. Kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ne zaman ki ihmal edilirler, gazaba gelip intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezalandırma­ ya, açlık ve kıtlık yaratmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbiriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir. Nasıl ki beyin bir dediğini iki et­ meyen bir köle o n u n lütuf ve şefkatine nail olursa, tanrılara iyi hizmet eden, onların g ö n l ü n ü her an şen t u t a n insan da tanrıların iyiliğinden yararla­ nır. Tanrıları insanlardan ayıran tek öge, belki de onların ölümsüz olmalarıdır.

Karşılıklı çıkarcılık b a k ı m ı n d a n insan gibidirler. Eski R o m a diniyle büyük benzerlikler gösteren bu d i n i n en belirgin özelliği bu karşılıklı çıkar esasıdır denebilir. Temel prensip Romalıların do

ut des dedikleri pratik görüştür; bu da "ben sana

veriyorum a m a b u n u n karşılığında sen de b a n a

inandık'ta ele g e ç e n minyatür bir sade tapınak

m o d e l i n d e o t u r a n tanrıçanın ö n ü n d e k i

sunağında yarım s o m u n e k m e ğ i ve bir sürahi

dolusu içeceği yer alır

bir şeyler vermelisin'dir. U m d u ğ u n u bulamayan bir kimse, vermiş olduğu t ü m adak, hediye ve kurbanları t a n r ı s ı n d a n geri isteyebilmekteydi. Heykel, "kabartnia, figürin, kabartmalı vazolar, m ü h ü r l e r ve diğen arkeolojik buluntular yanın­ da Hitit tanrılarının i k o n o g r a f i s i n i \ r i H y ^ n ^ t a n metinler, tanrı tasviri dediğimiz, k e n d i n e has bir m e t i n t ü r ü n d e n gelmektedir. Bu metinler denet­ çilerin belirli aralıklarla yaptıkları d u r u m tespiti ve teftiş raporları gibidirler. Tanrı heykel ve figür­ lerinin cinsi, şekli, özellikleri, ölçüleri, kıyafetleri, , taşıdıkları amblemler, eskiyen ve dökülen kısım­ ları vs. yanında onların tapınaklarına s u n u l m u ş olan hediyeler, bayramları ve kullanılacak malze­ me de belirtilir.

Tanrı heykelleri tanrıları temsil e d e n numinaààn (ruh) başka bir şey değildir. O n l a r ı n yapım ve ba­ kımına neredeyse bebeklerine d ü ş k ü n çocuklar benzeri aşırı itina ve titizlik gösterilir. Sürekli ola­ rak yıkanmaları, m a d e n i olanların paslanmaması için yağlanmaları, temiz tutulmaları,

giydirilme-Soldaki Resim: Yarı insan yarı boğa şeklinde iki karışık yaratık kabartması. Baş ve arka ayaklar boğa, gövde kısımları ise insan biçiminde olan bu yaratıklar büyük olasılıkla tanrısal boğalar Huri ve Seri'i temsil etmekte. Bu tanrısal boğalar yeryüzü sembolü üzerinde durarak gökyüzü sembolünü taşırlar.

(11)

leri, eskiyen yerlerinin onarılması, yedirilip içi -rilmeleri, çok önemli bir yer tutar. Cansız varlık­ lar o l d u ğ u n u Hititler de pekâlâ biliyorlardı, a m a onları tanrı yapan arkalarında saklı olan güçtü ve bu yüzden onlara canlı muamelesi yapıyorlar­ dı. Ayinler sırasında tahtı revanlar üzerinde bir yerden başka bir yere taşınırken bile canlı mua­ melesi yapıyorlardı. Geceleri tıpkı bebekler gibi yatağa yatırılıyorlardı. Temizlikleri ve bakımları pak ve insan ayağı d e ğ m e m i ş ıssız yerlerde, ça­ yırlıklarda ve ırmak kenarlarında yapılırdı. Sıra­ dan insanlar onlara katiyetle dokunamazlardı, çünkü Hititler sanki insanın bir bakıma en kirli, uğursuz ve en zararlı yaratık o l d u ğ u n u keşfet-mişlercesine, tanrılara pislik ve hastalık bulaşa­ cağına inanırlardı. Sıradan insanın buradaki ko­ n u m u m u r d a r hayvan gözüyle bakılan d o m u z ve köpekle aynıydı. Ayinlerin büyük b ö l ü m ü böyle temiz ve m u k a d d e s yerlerde yapılırdı.

TAPINAKLAR

Metinlerin yazdığı gibi tapınaklar tanrıların evi­ dir (Hititçe siıtnas pir-, Sümerce E.DINGIR""

Akadca bit Tli, "beytullah"). Tanrılar yeryü­

z ü n d e bulundukları sırada b u r a d a ikamet eder­ lerdi, tıpki insanlar gibi kendilerini b u r a d a rahat hissederler, buralarda yerler içerler, uyurlardı. İnsanlar tanrılara buralarda tapınırlar, bayram­ ları kutlarlar, tanrı heykelleri ve diğer kıymetli eşyalar buralarda saklanırdı.

Bu çok geniş yapılarda tanrı heykelinin bulun­ duğu yer her nedense çok küçük bir o d a d a n ibarettir. Diğer bölümlerde din ve tapınak gö­ revlileri ikamet ederler veya onlar başka amaç­ lar için kullanılır. Elbette tanrıların gereksinme d u y u l d u ğ u n d a her an kolayca ulaşılabilecek, in­ sanlara yakın yerlerde oturmaları arzu edilirdi; aksi halde onları asıl mekânları göklerde, dağ­ da bayırda arayıp b u l m a k çok zordu ve zaman alıyordu. O n u n için tapınaklar akıl almaz yön­ temlerle süslenir püslenir, temizlenir, tütsülenir, tanrıların heykelleri, en pahalı hediyeler, adak, yiyecek ve içeceklerle donatılırdı. Buna rağmen H. J. Muller'in deyimiyle, "şeffaf, dışa açık, her­ kesin girebildiği" Batıdakilerin aksine, t ü m D o -ğudakiler gibi Hitit tapınakları da "kasvetli, içe kapanık, halkın giremediği" yerlerdi. Öyle ki bu­ gün bile Hattusadaki Büyük Tapınağı ve kalın taş temellerini gören herkes derin bir kasvete kapılır ve "buraları nasıl ısıtıyorlardı?" diye sorar.

(12)

eşi A r i n n a n ı n G ü n e ş Tanrıçasına ait olduğu sanılmaktadır. Adı ü s t ü n d e "Büyük Tapınak" iç içe üç h a l k a d a n oluşan devasa bir komplekstir. Kompleksin toplam dış boyutları neredeyse bir A n a d o l u h ö y ü ğ ü n ü n büyüklüğüne tekabül eder. En o r t a d a ve en korunaklı k o n u m d a asıl tapınak yer alır. B u n u n ortasında ise bir açık hava avlu­ su bulunur. Tanrı heykellerinin yer aldığı kutsal odalar ise en arkadadır. Yapıların yer yer 2-3 kat­ lı o l d u ğ u n a dair izler mevcuttur. Tapınağın dört bir tarafı depo, silo, atölye, mutfak, büro, idarî birimler ve tablet arşivleri olarak hizmet veren büyüklü küçüklü odayla çevrilidir. Son yıllarda bu tapınağın Kuşaklıdaki C tapmağı kadar eski olabileceği ö n e sürülmüştür.

Hitit tapmakları arasında başkent yakınların­ daki Yazılıkaya Açık Hava Tapınağının özel bir k o n u m u ve yeri vardır. Aslında dört ayrı b ö l ü m ­ d e n oluşan tabii kayalığın sadece ikisi k a b a r t m a

yapmaya elverişlidir ve ayinler yapacak kadar geniştir. Açık olan ön tarafı, tapınağa benzeyen bir yapıyla adeta bir sürgü gibi kapatılmıştır ve iç galerilere bu b i n a n ı n içindeki dolambaçlı ko­ ridorlardan geçilir. T a m a m e n H u r r i kökenli tanrı ve tanrıçaların düzeltilmiş tabii kaya yüzeyi üze­ rine k a b a r t m a olarak işlendiği iki esas o d a d a n oluşan bu m e k a n d a , Hitit İmparatorluk Çağında söz sahibi olan belli başlı tanrıların kabartmaları yapılmıştır. Ellerinin üst tarafındaki hiyeroglifler yardımıyla tanrılardan pek ç o ğ u n u n adı okuna-bilmektedir, a m a bir kısmı da siliktir. İçeri girince sol taraftı tanrılar, sağ tarafta ise tanrıçaların tasvir edildiği görülür. En dipteki merkezî s a h n e d e ise ilahî çift iki dağ tanrısının üzerinde d u r a n Tesub ile gene iki dağ zirvesinin üzerinde d u r a n bir pan­ terin üzerinde dikilen Hepat ve onların çocukları S a r r u m m a , Mezulla ve Z i n t u h i yer alırlar. Yani t ü m tanrılar sağlı sollu bu merkezi sahneye

(13)

ru ilerlemektedirler. Yan galeride 12 tanrı, koru­ yucu tanrısı S a r r u m m a m n himayesinde Kral IV. Tuthaliya, kılıç şeklinde Yeraltı Tanrısı Nergal ve adak nişleri bulunur. On iki rakamı Hitit dininde ve ayinlerde önemli bir yer tutar.

TANRI HİZMETİNDE

TÜKETİLEN ÖMÜR: RAHİPLER

VE RAHİPLİK

Bekleneceği gibi başrahip ideolojik olarak kendi­ sini Fırtına Tanrısının yeryüzündeki vekili olarak tanıtan kraldır. Elbette her işe kendisi yetişemezdi ve b u n d a n dolayı çoğu kez kraliçe ve prensler de rahibelik ve rahiplik görevi üstlenirler, eş ve baba­ ya yardım ederlerdi. Rahiplere diğer birçok dinin aksine evlenme yasağı (zolibat) yoktu ve evleri barkları, aileleri, çoluk çocukları mevcuttu. Yeni bir t a p m a k inşa edilir veya tamir edilir edil­ m e z veya bir rahip öldüğünde, h e m e n yenisi ata­ nırdı. Bir kült envanteri m e t n i n i n tesadüfen gös­ terdiği gibi, Wattarwa gibi ücra bir taşra kentinde Fırtına Tanrısı tapmağında görevli bir rahip gö­ revini bırakıp "kaçmış'tı fwatku- "tüymek, sıvış­

mak"!). Bazı d u r u m l a r d a atama kura çekme usu­

lüyle yapılırdı. Rahiplik m a k a m ı n ı n "başrahip", "sıradan, k ü ç ü k rahip", "ülkenin rahibi",

"mukad-Hititler, Nisan ayında karlar erir erimez b i t e n

ç i ğ d e m l e r d e (crocus) ilkbaharın müjdecisini görürler

ve AN.TAH.SUM

S A R

Bayramını kutlarlardı

des rahip", "eski ve yeni rahip", "yaşlı rahip" gibi kademeler vardı. Rahipler yanında rahibeler de önemli bir yer tutar. Metinlerde sık sık rahiplerin oğullarından da bahsedilir. Bu çocukların baba­ larına yardımcı oldukları ve çıraklık esasına göre daha genç yaşta mesleklerini öğrendikleri t a h m i n edilebilir. B u n u n dışında rahiplerin nasıl ve hangi okullarda yetiştikleri bilinmez.

Sıradan rahipler yanında başka bir din adamları veya mütehassıslar ordusu vardır ki, bunların ra­ hip olup olmadıkları kesin değildir. Meselâ b u n ­ lardan biri olan "Fırtına Tanrısının A d a m ı " kesin­ likle rahip değildir; o, aynı z a m a n d a Yağmur ve Su Tanrısı olan bu tanrının sadece su ve yıldırımla ilişkisi k o n u s u n d a ihtisaslaşmıştır. G e n e metin­ lerde "tapınak adamları" d e n e n kişilerin de t a m kimlikleri bilinmez, a m a bunlar rahipler dâhil geniş u z m a n l a r k a d r o s u n u kapsar. Unutmayalım ki, t a p m a k saray yanında e k o n o m i k bir birimdir, her alanda çalışan ve üreten üniteleri mevcuttur.

TANRILARA TAPINMA

YÖNTEMİ OLARAK BAYRAM

MERASİMLERİ

Bayramlar insan-tanrı ilişkilerinin en s o m u t ve önemli araçlarından biridir. İlk bakışta tanrılara yedirip içirip eğlendirerek keyiflerini yerine ge­ tirmek ve lütuflarına ulaşmak amacıyla düzen­ lenmiş şaşalı ve şatafatlı ziyafet ve eğlencelerdir, yani tanrılardan çıkar sağlamak u ğ r u n a insan bencilliğinin yarattığı törenlerden başka bir şey .değillerdir. D a h a yakından bakıldığında, bir ta­

k ı m basit veya karmaşık dini d o g m a haline gel-Nniş m e r a \ i n | } e ^ e k oluştuğu görülür. Tabii ki

her d i n d e olduğu^gibj bir de sosyal yönü vardır. Bayram kutlama bahanesiyle t ü m din ve devlet erkânı bir araya gelir ve h e p birlikte yerler, içerler ve en az tanrılar kadar onlar da eğlenirler. Tanrıları m e m n u n etmek için onlara çok pahalı ve lüks ziyafetler verilir, a m a b u n u n karşılığın­ da da onlardan Hitit ülkesi için yaşam, sağlık ve bereket beklenir, t ü m kötülükleri, bereketsizliği ve hastalıkları uzaklaştırmaları istenir. Burada temelde yatan mantık, Hatti ülkesinin insanlar kadar tanrıların da vatanı o l d u ğ u n u n vurgulan-masıdır. Ülkedeki varlık, bolluk, dirlik, düzen ve refahtan h e m insanlar, h e m de tanrılar yararlana­ caklardır.

(14)

ve Suriye kült tabakalarına ait oldukları görülür. İçlerinde en d ü ş ü k paya sahip olan ise ev sahipliği yapan Hititlerin kült tabakasıdır.

Bayram tasviri metinleri, bir b a y r a m ı n akışı­ nı, iştirak e d e n şahısların "protokoF'deki yerini, k u r b a n s u n m a , yeme, içme, jestler, merasim yü­ rüyüşleri, müzik, eğlence, okunacak ilâhiler gibi d a h a birçok ayrıntıları en ince noktalarına kadar esaslara bağlar. T ü m festivallerin o d a k noktası m e r a s i m i n şerefine kutlandığı tanrı ve m e r a s i m e başkanlık e d e n kral, o yoksa o n u n vekilidirler. Bayramların çokluğu ve bazılarının günlerce de­ v a m etmesi y ü z ü n d e n , Hitit din takvimi en az Katolik Kilisesi takvimi kadar kalabalıktır. Metin­ lerde bizim elimize geçen ve mutlaka kutlanma­ sı gereken en az 170 adet b a y r a m vardır ve kral başrahip olduğu için ilke olarak t ü m bayramlarda protokoldeki yerini almak ve m e r a s i m i n genel akışını idare etmek zorundaydı. Kraliçe ve prens­ ler de yer alırlar, bazen birlikte bulunurlar, bazen de ayrı ayrı kentlerde veya m e k â n l a r d a merasim­ lere h e m zamanlı olarak iştirak ederler ve z a m a n tasarrufu sağlarlardı. Kraliyet çiftini, yüksek de­ receli rahipler, devlet erkanı, misafirler, müzis­ yenler, şarkıcılar, akrobatlar, aşçılar ve daha çok sayıda personel izlerdi.

En esaslı ve en u z u n üç b a y r a m d a n ilkbaharda kutlanan "Çiğdem" Bayramı (AN.TAH.SUMS A R) 38 gün, Bereket Bayramı (purulli-) 32 gün ve s o n b a h a r d a kutlanan nuntariyasha- bayramı da 41 gün sürerdi; yani kral bu üç bayramı kutlamak u ğ r u n a senede 103 g ü n ü n ü ayırmak zorundaydı ki, bu da tabii ki olanak dışıydı. Ayin ve dualarla karın doymazdı, askerî seferlere çıkıp ganimet ve haraç t o p l a m a k da gerekirdi. Pratik d ü ş ü n e n ve hareket eden kral, bazı ayin ve bayramlar sırasın­ da "eğer u y g u n görürse çevrede şöyle bir yürüyü­ şe çıkar", yani boy gösterir ve kendi hayatî işlerine bakardı.

"Çiğdem Bayramı" olarak tanımladığımız A N . T A H . S U MS A I ! bayramı en yaygın olarak kut­ lanan tipik bir İlkbahar Bayramı t ü r ü d ü r ; karlar eriyip, kırlarda ilkbaharın müjdecisi çiğdem çi­ çekleri açmaya başladığında kutlanır ki, bu da aşağı yukarı Nisan ayına tekabül eder. Bu bay­ r a m ı n ilk kez I. Suppiluliuma devrinde ( M Ö 14. yüzyılın ilk yarısı) Hitit kült takvimine girdiği anlaşılmaktadır.

Diğer belli başlı bayramlar ise şunlardır;

İlkba-Din veya merasimlerin işlendiği kabartmalı ve boyalı Inandik vazosu. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Fırtına Tanrısının arabasını çeken kutsal

boğalar Huri ve Seri (Gün ve Gece). Apkara Anadolu Medeniyetleri

üzesi

(15)

har Bayramı, Sonbahar Bayramı, Kış Bayramı, Büyük Bayram, Yer/Toprak Bayramı, Pazaryeri Bayramı, (H)isuwa Bayramı, Şimşek Bayramı, Yeni Yıl Bayramı, M u n t a z a m / O l a ğ a n Bayram, Erginleme Bayramı, çeşitli kent ve dağlarda kut­ lanan bayramlar, bireysel tanrılar ve tanrı grup­ ları şerefine kutlanan bayramlar...

Bayram metinleri istisnasız Hititlerin resmi dev­ let dinini yansıtır; halkın bayram ve merasimleri nasıl kutladığına, nasıl tapındığına dair maale­ sef bir kayıt yoktur. Böyle bir tespit yaparken bir b u y r u k m e t n i n d e köylü ve çiftçilere d ö n ü k ikaza bakarak, çiftçi ve hasat işçilerinin de bayramlar­ da yer almış oldukları sonucu çıkarılabilir. Bu-Görünüş bakımından güçlü ve insanüstü yapılarına rağmen Hitit tasavvurunda tanrıların huyu ve özellikleri insanlarınki ile aynıdır. Tıpkı insanlar gibi yerler, içerler, uyurlar, korkarlar, küserler, eğlenirler, severler, nefret ederler, kızarlar, sevinirler, müzik bile yaparlar, savaşırlar, kavga ederler, ihtiras yaparlar, hovardalık yaparlar, isterlerse yardım eder, istemezlerse sırt çevirirler. Resimde Fraktin kaya kabartmasında karşısında oturan tanrıça Hepat'a kurban sunan kraliçe Puduhepa

n u n y a n ı n d a elbette resmî bayramların t ü m ü de bir azınlık olan idareci aristokrat z ü m r e n i n icadı olamazdı ve bir çokları folkloristik a n l a m d a halk kesimlerinden derlenmiş, toplanmış ve resmî devlet d i n i n i n içine entegre edilmişti. Büyük bir Hatti devleti mevcut olmadığına göre, bu bay­ ramlar sade halk tarafından kutlanıyor olmalıydı. Yani bu tür bayramların din y a n ı n d a bir de folk­ loristik değeri vardır ve bu çok m ü h i m d i r .

İNSAN KURBANI

H e r ne kadar ört bas edilmeye çalışılsa da, Hitit-lerde çok eski d ö n e m l e r i n izlerini taşıyan ve vahşi bir alışkanlık olan insan kurbanı vardı, ama yay­ gın değildi, yemek veya klasik a n l a m d a k u r b a n olarak değil, bazı majik ayinler gereği yapılıyordu. Ç o k özel d u r u m l a r vardı; o r d u yenilgiye uğradı­ ğında, bir insan ve bir köpek ortalarından ikiye bölünerek, yapmacık bir kapının her iki tarafına da asılıyorlar, yenilgiye uğramış o r d u n u n

(16)

leri tek tek bu kapıdan geçerek ırmak kenarına gidiyorlar ve orada üzerlerine su serpilerek, utanç verici o "kirlilik'lerinden arındırılıyorlardı. "Kir­ lilik" d e n e n şey, yenik d ü ş m ü ş o l m a n ı n yarattığı utanç ve b o z u l m u ş olan savaş m o r a l i n d e n başka bir şey değildi. Bu barbarca ayinin işlevi, askerlere moral vermekti; kapıdan geçerken askerler ölüm ve ölüyle b u r u n b u r u n a geliyorlar, yaşadıklarına seviniyorlardı, a m a onlara eğer k a h r a m a n c a sa­ vaşmazsanız, sizin de s o n u n u z bu insan ve kö-peğinki gibi olacaktır, mesajı iletiliyordu. Tabii ki b u r a d a bir nevi kefaret vermek de söz konusu olabilir. Ama insan yanında niçin bir köpeğin de kullanıldığı bilinmemektedir. En eski avci toplum yasaminin animsanmalari söz konusu olabilir. İnsan kurbanı gerektiren bir başka ayin daha var­ dı ve bu da cin ve d e m o n l a r ı n gözünü boyamak için yapılırdı. Substitüsyon rituellen d e n e n bu ayinler sırasında ölüm tehdidi altında b u l u n a n

S

4

X * *

krai çırılçıplak soyunur ve bir mağarada sakla­ nırken, elbiseleri bir savaş tutsağına giydirilir ve tahta oturtulur. Tutsak öldürülür ve d e m o n l a r a sesli sözlü "bakın işte kralımız öldü, o n u n yakası­ nı bırakın artık" mesajı verilir.

TANRILARA ULAŞMA VE

TAPINMA ARACI OLARAK DUALAR

Dualar (Hititçe arkuwar, mugawar), insanların tanrılara istek ve dileklerini ulaştırmada veya ihmal ve günahlarıyla kızdırılmış olanlarını ya­ tıştırmada en yoğun olarak kullanılan araçlardan biridir. Alışılmış dualar yanında tanrıları övüp göklere çıkaran çoğu Babil kökenli ve Hititçeye çevirisi yapılmış methiyeler (hymne) de vardır. Duaların işleyiş şekli ilahi bir m a h k e m e duruş­ masına benzetilmiştir. Kendini savunan kişi kral, savcı veya yargıç ise t a n r ı n ı n kendisidir. Nitekim Hititler tanrılarla olan ilişkilerini tıpkı insanlar arasında olduğu gibi hukukî düzeyde ve hukukî terimler kullanarak tesis etmişlerdir. Dualarını yaparken de sanki bir savunma avukatı gibi dile getirdikleri konuları belirli bir mantık ve hukukî kavramlar çerçevesinde gerekçeler göstererek formüle etmişlerdir. Hakikaten "dua" anlamına gelen fosil sözcüklerden biri arkuwar Latince

ar-gumantum "münakaşa etme, tartışma, münazara,

kanıt, delil toplama, yargı tarzı" anlamına gelir ve her ne kadar semasiyolojik t ü m ü r e uğramış olsa da, t a m a m e n bir h u k u k terimidir. Burada dua­ yı yapan kişi, niçin t a n r ı n ı n h u z u r u n a çıktığını, d e r d i n i n ne o l d u ş u n u türn gerekçeleriyle birlikte sunmak, yargıyı ikna etmek zorundadır. Savun­ m a d a olan taraf, tipkı fel metinlerinde; olduğu gibi, g ü n a h çıkartma derecesine varincVya^kadar t ü m olan biten olayları, yapmış olduğu ihmalleri, işlemiş olduğu suçları, günahları, tanrı h u z u r u n ­ da saymak, itiraf etmek ve özür dilemek zorun­ dadır. Yalan söylemesi olanaksızdır ç ü n k ü tanrı­ ların, özellikle ilâhi adaletin koruyucusu Güneş Tanrısının (Sarnau) ışıklarının göremeyeceği ve giremeyeceği olay ve yer yoktur.

Ne yazık ki elimizdeki dua örnekleri hiçbir za­ m a n sade halkın duaları değildir, krallara, kraliçe ve prenslere aittir. B u n d a n dolayı halkın dua edip etmediğini, ediyor idiyse nerede ve nasıl ettiğini bilememekteyiz. Etmiş olsalar bile bunların ya­ zıya geçirilmiş olması beklenemez. Tapmaklar halk için yapılmamıştı, oralara sadece başrahip olan kral ve ailesi ve yüksek rütbeli m e m u r ve

(17)

hipler girebilirlerdi. Dualar başkaları tarafından yapılsa bile, bunlar mutlaka kral adına yapılırdı; yani kral kendisinin meşgul olduğu durumlarda, güvendiği bir kişiyi, bir kâtip veya rahibi kendisi adına dua etmesi için vekil tayin ederdi. Dualar herhalde tapınağın m u k a d d e s b ö l ü m ü n ­ de, tanrı heykeli veya tasvirinin ö n ü n d e yapılı­ yordu. D u a eden sadece kral, kraliçe veya prensti ve yüksek misafirlerden oluşan topluluk sadece dinliyor ve dua s o n u n d a "âmin" anlamına gelen "öyle olsun!" diye bağırıyordu. Arkeolojik bu­ luntu ve yazılı kaynaklara göre dua ederken sol elin başparmağı yukarı kaldırılıyordu ve bu usul Babil'den alınmıştı. Sunulan d u a n ı n hitap edilen tanrıya ulaşmasını garanti etmek için, tanrıların çocukları aracı olarak devreye sokulmuşlardı. Ç ü n k ü bir baba, çok sevdiği oğlunun sözlerini asla kıramazdı.

ÖLÜM VE ÖBÜR DÜNYA

İNANÇLARI

Sofist Elisli Hippias ve Koslu Prodikos her ne kadar "ölüm ne yaşayanları ilgilendirir ne de ölüleri, yaşayanları hâlâ yaşadıkları için, ölüleri ise artık yaşamadıkları için ilgilendirmez" dese­ ler de, ölüm, ölüler ve ö b ü r dünya inançları her devirde ve her yerde insanları çok d ü ş ü n d ü r e gelmiştir. Yaşamın faniliği empirik olarak çok iyi bilinir. Hayatı insana veren de alan da tanrı­ lardır- Hititçede ölüm için kullanılan t e r m i n o ­ loji bayağı çeşitlidir ve içlerinde e u p h e m i s m l e r vardır; "ölüm" (akkatar), î'veba, salgın hastalık"

(henkan), "ana g ü n ü " (yani anneye ulaşma günü, annas siwat-), "ecelsiz ölüm" ("kötü ölüm", ida-lu henkan), "kaderinin peşinden gitmek" (ANA SIMTIALAKU).

Hititlerin öbür d ü n y a t a s a w u r l a n y l a ilgili yazı­ lı belgeler çok kıt olmakla birlikte, bu tasavvur ana hatlarıyla da olsa belirlenebilmektedir. Buna göre Hititler de iyimser bir yol bulmuşlardır, ç ü n k ü onların inancına göre hayat ölümle sona ermemektedir. Gerçeğin ters yönde işlemesine karşın, öldükten sonra da yaşamın devam etti­ ğine ve insanın yeniden dirileceğine inanmışlar­ dır. Ö l ü m c ü l b e d e n yok olup gitse bile en azın­ d a n insan r u h u (Hititçe istanzana- ve Akatça

NAPISTU, Türkçedeki nefes!), varlığını şu veya

bu şekilde sürdürecekti. Ölü Ruhlar cansız be­ deni terk ettikten sonra gökyüzüne çıkıyorlar ve belli ki orada d ü n y a d a k i n e biraz da olsa ben­

zeyen biçimde varlıklarını sürdürüyorlardı. A m a metinlerde özellikle sıradan insan ruhlarının karanlık ve soğuk yeraltına gittikleri h u s u s u n d a da imalar vardır. Anadolu gibi kozmopolit bir t o p l u m d a birbirinden farklı çok sayıda inançla­ ra sahip insanların yaşamış olması, aslında gayet doğaldır ve b u n d a n dolayı b u r a d a kendi içinde tutarlı standart bir inanç şekli belirlemek zordur.

ÖLÜ YAKMA,

ÖLÜ GÖMME ADETLERİ

Ölü y a k m a geleneğinin ateşin keşfini izleyen her­ hangi bir çağda ortaya çıkmış olabileceği dışında ne z a m a n devreye girdiği, nerede, niçin ve kimler tarafından uygulandığı bilinmemektedir. Evet, Hint-Avrupalı kavimler arasında yaygındır ama asla onların tekelinde değildir. Son yıllarda Ana­ dolu ve bilhassa Kuzey Suriyede ele geçen veriler, konuyu yeniden yazmamızı gerektirmektedir. HititLerde h a n e d a n m e n s u b u kişilerin cesetleri yakılırken, halktan sıradan kişilerin gömüldük­ leri anlaşılmakta ve bu da her iki sınıf arasında

(18)

derin ö b ü r dünya inanç farkları o l d u ğ u n a işaret etmektedir. Hitit kazı yerlerinde her iki g ö m ü biçimine yönelik b u l u n t u l a r ı n ve mezarların ina­ nılmayacak kadar azlığı, hatta yokluğu Hitit ar­ keolojisinin en b ü y ü k m u a m m a l a r ı n d a n biridir. Bu arada altını çizelim, literatürde "Hitit mezarlığı" d e n e n b u l u n t u l a r ı n pek çoğu Eski Assur Ticaret Kolonileri devrine aittir. Buna karşın elimizde kral cesetlerinin yakılmasını u z u n u z u n anlatan metinler vardır ve b u r a d a en az on dört g ü n süren y a k m a törenlerinin t ü m ayrıntıları verilir. Hititler ö l ü m ü n geri d ö n ü ş ü olmayan bir yol­ culuk o l d u ğ u n u pekâlâ biliyorlardı, a m a insan bencilliği ve yaşam tutkusu gereği, onlar da ken­ dilerini ö l ü m sonrası yaşam k o n u s u n d a "cennet" kadar çekici olmasa da bazı akıl dışı inanışlara kaptırıyorlardı. Kesinlikle yabancı, M e z o p o t a m y a kökenli efsanevi bir m e t i n e göre ö l ü m d e n sonra yeraltına inen insanlar, orada çok kötü bir hayat sürdürüyorlar, dışkı yiyor, sidik içiyorlardı. Birer hayalet gibiydiler ve sis ve d u m a n d a n birbirini se­ çemiyor ve tanıyamıyorlardı: /

"... Orada (ölüler diyarında) hiç bir insan diğerini ta­ nımaz. Aynı anneden olan kız kardeşler bile (birlerini) tanımazlar. Erkek kardeşler (birbirlerini) tanımazlar. Anne kendi öz evladını tanımaz. Çocuk kendi anne­ sini tanımaz.... İnsanlar temiz bir masada oturup yi­ yemezler. ... Temiz yemekler de yiyemezler, kötü şeyler

içmeye mahkûmdurlar. Balçık çamuru (veya dışkı) yerler, pislik (sidik) içerler'.'

Ö b ü r d ü n y a d a s ü r d ü r ü l d ü ğ ü n e inanılan b u ber­ bat yaşam ortamı, bazı dinlere c e h e n n e m olarak girmiştir. Yunus Emre'nin binlerce yıl sonraki şu beyti bile b u n u kanıtlar:

"Ne kapı vardırgiresi Ne nimet vardıryiyesi Ne ışık vardır göresi Dün olmuştur gündüzleri"

Referanslar

Benzer Belgeler

Toplantının açılış konuşmalarını İzmir İl Tarım ve Orman Müdürü Musa Bakan, Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı Kıdemli Albay Mete Çağlar, İZTO

CHP AB temsilcisi ve Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Partisi Yönetim Kurulu üyesi Sayın Kader Sevinç Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat’ı ziyaret etti..

Müslüman bilginler dinleri, kaynağı bakımından ilahi dinler ve beşeri dinler olarak ikiye ayırırlar.. İlahi dinleri bugün halen yaşayan Yahudilik, Hıristiyanlık ve

Bütün dinlerin temelde insanın kurtuluşunu esas aldığını, bu kurtuluşu sağlamak için bir takım inanç, ibadet ve ahlâk sistemlerinden oluşan bir reçete sunduğunu göz

Ancak insan onuru, yani insanın akıl ve vicdan sahibi bir varlık olarak değerli olduğu bir kere kabul edildikten sonra, insanın yaşam hakkının, özgürlüğünün, düşünce

3 2 Ekim 2019 Yaratıcılık ve Geliştirilmesi Dersi Power Point Sunumu Atasözlerini canlandırma ve oluşturma etkinliği.. Not: Gelecek hafta için bir büyüteç ile senin

İngilizlerin önemli gazetesi Daily Telegraph'ta Ruth Sherlock imzasıyla yer alan haberde Suriyeli isyancıların askeri açıdan iyi korunan Türkiye sınırından geçmelerine

A) Almanların yanında yer almalıyız. C) Savaşı Almanlar mutlaka kazanacaklar. Mustafa Kemal, Şam’da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyetini İttihat ve Terakki Cemiyeti ile