• Sonuç bulunamadı

SİNAN'NIN SANATI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SİNAN'NIN SANATI"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

«Sosyal mekanizmanın, müesesseler arası münasebetlerin, ayrı meslekî gruplar arasındaki bağların, gittikçe artan muğlak-lığı bu icaplardan birini teşkil etmektedir; tecrübe gösteriyor ki teknik ilerlemenin uy-gulanması, özel kuruluşlarda olduğu gibi kamu teşekküllerinde de entellektüel yani idarî faaliyetin bir hayli artmasını icap et-tirir».

«FAKAT EĞER BÖYLE BİR GELİŞ-ME T E K N İ K İLERLEGELİŞ-MESİZ OLURSA, GÜÇ İSRAFI VARDIR DEMEKTİR. Bir memlekette 3. sektör arttığı vakit, bu artışın teknik ilerlemeden dolayı mı, yoksa bu 3. sektör ilerlemesinin normal olmayıp zararlı olmasına sebep olacak başka faktörlerden dolayı mı arttığı araştırılmalıdır».

«Bunun için faal nüfus dağılışına

mü-racaat edilmeli, iş verimi ölçüleri, meselâ her tarım işçisinin beslediği nüfus, iş saati başına madenlerden çıkarılan kömür kilosu miktarı, senede işçi başına üretilen otomo-bil sayısı, tetkik edilmelidir».

«Diğer bir değimle 3. sektörde çalışan nüfusla fert başına düşen millî gelir arasın-da bir orantı aranmalıdır; N O R M A L OLA-RAK, BİR ÜLKE ANCAK 1. VE 2. SEK-TÖR İHTİYAÇLARINI MUAYYEN BİR Ö L Ç Ü D E T E M İ N E T T İ K T E N SONRA İŞGÜCÜNÜ 3. SEKTÖRE YÖNELTME-LİDİR. Bir denge durumu mevcuttur ve teknik ilerlemenin doğurduğu bu denge bo-zulursa, bir 3. sektör buhranının, yani 3. sektör üretim fazlalığının belirmesi dolayı-siyle, 1. ve 2. sektörlerde kifayetsizlik baş göstermesi beklenilmelidir».

«1930- 1955 arası Fransa'da durum bu şekilde tarif edilebilir».

«Nüfusunun % 30 unu teşkil eden 1. sektör ile iyi beslenmeyen Fransa, % 35 nispetinde bir 3. sektöre malik olmamalıydı». Müelif, broşürde ismi dahi geçmeyen, özellikle geri kalmış ülkeleri inceleyen «Yarının Tarihi» (Histoire de Demain, Jean Fourastie et Claude Vimont - coll. Que sais-je?) adlı kitabında:

«BU TOPLUMLARIN (GERİ KALMIŞ ÜLKELER), ÖNÜMÜZDEKİ 50 SENE İÇERİSİNDE KADERİ, HER ŞEYDEN EVVEL ÜRETİM KAPASİTELERİYLE İLGİLİDİR. GERÇEKTEN, TÜKETİM KABİLİYETLERİ VE DOLAYISIYLE SOSYAL HEDEFLERİ, BU ÜRETİM KAPASİTESİNE BAĞLIDIR.» demektedir.

S İ N A N ' N I N S A N A T I

HARBİ HOTAN Y. Mimar (G.S.A.) Zaman zaman milletlerin hayatında ba-zan fen, baba-zan edebiyat, baba-zan diğer alan-larda bir yıldız doğar. Ve bu yıldızlar çoğu zaman ölümsüz olurlar. İşte, 16. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğunun en şaşaalı dev-rinde, mimarî alanda bir yıldız doğdu. Yeni bir devir açan bu büyük yıldız SİNAN'dı. Sinan, birçok bakımlardan şanslı ola-rak dünyaya geldi. Şanslıydı, çünkü, sanat hayatının en verimli seneleri Osmanlı İm-paratorluğunun cihana ün saldığı bir devre rastladı. Şanslıydı, çünkü, yüz senelik uzun ömrünün kırk yılı gibi yarıya yakın süresi içinde dilediğinden fazla araştırma, inceleme imkânını buldu. Şanslıydı, çünkü, daha genç-lik çağlarında devrinin kudretli padişahla-rından Yavuz Selim'in doğu seferlerine ka-tılarak Tebriz'i, Kahire'yi, Cize'yi görerek Acem, Arap ve Anadolu'da Selçuk mimarî eserlerini, onların iç dünyasını, Kanunî Süleyman ile batıda Yunan, Roma, Gotik santının ruhuna nüfuz edip, bilgi dağarcığı-nı doldurdu ve olgun bir mimar olarak dü-şüncelerini eserlerinde âbideleştirmek im-kânını buldu.

Kıymetli dinleyenlerim,

Bir söz vardır: Kişi, kitabı kırk yaşın-dan sonra yazmalı, frakı da kırkınyaşın-dan sonra giymelidir. Sinan, zaman ve mekânın ver-diği imkânlarla bu gerçeği yerine getirebil-miş, uzun ömrünün hemen hemen yansını, doğunun ve batının ün salmış mimarî eser-lerini göriip incelemek mutluluğuna eriş-miştir.

Ömrünün geriye kalan 60 yılını, ken-dine has yaratıcılık hasleti içinde, yorulma-dan, bıkmadan gerçek sanat eserleri olan 81 Cami, 50 Mescit, 55 Medrese, 26

Tür-be, 17 İmaret, 3 Hastane, 7 Su kemeri, 8 Köprü, 17 Kervansaray, 32 Saray, 33 Ha-mam inşa etmiştir.

Sinan hakkında şimdiye kadar pek çok şey yazıldı. Kişiliği için çok şeyler söylendi. Eserleri sayıldı, ancak, onun kendine has sanat anlayışının lâyıkı veçhile incelendiğine kani değilim. Burada ne onun şeceresini, ne doğduğu yeri, ne de diğer teferruatı üzerin-de durmayacağım. Eserlerine dayanarak onun dış görünüşünü değil, iç âlemini, dü-şüncelerini ve sanat gücünü samimî olarak izaha çalışacağım.

Her şeyden evvel Sinan, mimarîyi bir proporsiyon sanatı olarak kabul etmiş ve eserlerindeki proporsiyonlar, hacim ve insan ölçüleri arasındaki beraberlik, daima birin-ci planda yer almıştır.

Bu birliğin meydana getirdiği ahenk, derinlik anlayışı, ayrıca organik düzenin verdiği rahatlık ve itimat insanı mutlu bir his içinde bırakır.

O, tekniği, konstrüksiyon ve fonksiyonu, binalarında en güzel bir anlayış içinde bir-leştirmiştir. Bu birleştirme, bu imtizaç ve ahenk o kadar dahiyanedir ki konstrüksiyon ve fonksiyon onun sanatı içinde âdeta eriye-rek bir bütün olmuştur. Ayrıca, onda pro-porsiyon kombinezonları da sükûn içinde canlanır. Bunun neticesidir ki eserleri, sey-redenler üzerinde tatmin eden bir orantı duygusu ifade ederler.

Onda, şekillerin teker teker güzelliği büyük bir konsepsiyon kavrayışının netice-sidir. Cömert ölçüler kullanarak eserlerini monotonluktan kurtarmış, iç âlemimize hi-tap eden şaheserler vermesini bilmiştir.

Sinan'ın bütün ruhunu kaplayan kanaat, yapacağı' binanın, dayanacağı şartların iyi bir münasebet halinde tertip edilmiş

olma-s:dır. Bunun aksine, o, uydurma şeylere kendini kaptırmayan, sanatında böyle şeyle-rin tesiri altında kalmayan gerçek bir mi-mardır. Eserlerini bir bütün halinde, ma-hallin iklimi, parlak güneşi, şeffaf havası içinde, oriyantasyon bakımından binaya ve-rilecek vaziyet üzerinde, hatta, pencerelerin büyüklüğünü, şeklini rüzgâr ve yağmurlar-dan muhafazasını, konstrüksiyonu, yerine göre ağır veya hafif yapmasını çok iyi bil-miştir.

Sinan'ın eserlerinde çok yer alan kub-be hakkındaki düşünceleri üzerinde durmak icap eder.

Sinan, kubbenin mahiyetini, yarım küre bir tas, matematik bir şekil olarak te-lâkki eder. Ve kubbenin kare, küp gibi geo-metrik şekillerle imtizaçlı bir kombinezon haline getirilmesi icap ettiğine inanmıştır. Böylece, kubbeyi hem Akdeniz'deki güney güneşinin parlak ışıklarına uygun, hem de yapıcı bir görüşle muvazenet gerilmelerine bilhassa yer sarsıntılarına karşı koyacak bü-yük bir emniyet sağlayan şekil olarak dü-şünmüştür.

Onun kubbeleri, din felsefesinden ziya-de kontrüktif bir gayretten meydana gelmiş-tir. Sinan'da konsepsiyon kuvveti o kadar büyüktü ki Ayasofya kubbesinin mesnet açıklığından daha büyük bir kubbe yapmak gibi sanattan uzaklaşan bir arzuya kendini kaptırmamıştır. Onun ideali, imtizaçlı, ahenk-li bir güzelahenk-lik elde etmekti. Bu anlayışın di-ğer bir vasfı da kubbe siluetini nahenkli bir hale getirilmiş olmasıdır.

Kubbe, en mühim tekâmülünü Roma'da değil, istanbul'da buldu. Ve o zamana kadar yapılan emsali kubbeleri gölgede bıraktı.

Rekor mahiyetinde olan ve emperyalist bir gayeye hizmet etmek üzere yapılan

(2)

Aya-sofya, sanat itibariyle soğuk bir karakter, hatta bir nevi bilgiçlik ifadesi taşır. Ondan takriben bir sene sonra yapıcılık kudretini güzellik haline getiren Süleymaniye ve Seli-miye ile Sinan olmuştur.

Böylece, kubbe, Sinan'ın sanatı içinde, eski konstrüksiyon donukluğu giderilmiş, içerden ve dışardan sanatkârane bir şekil elemanı olmuştur. Sinana gelinceye kadar Roma'nın ve Bizans'ın kubbeleri, mimarla-rının yapıcı ve yalnız birer mühendis ol-duklarını gösterir.

Sinanın eserlerinde kubbe, camiin dik dörtgen şeklinde olan arkad ve şadırvanı ile hayret veren bir anlayışla birleşir. Bu bir-leşmenin hiç bir sertlik ifade etmemesi ve maneviyatımıza dinî bir sükûn vermesinden ziyade, nısbet duygumuzu tatmin eden bir mimarî anlayıştan ileri gelmektedir.

Kemerler ve koruyucu bir nitelikte olan kubbeler, onda mimarî sanatın dahiyane bir eseridir. Minareler, kubbelere tezat teşkil eden birer ok gibi semaya yükselirler. Bu yükseliş, Süleymaniyede avlunun, Selimiye-de camiin dört köşesini tebarüz ettirir. Her Her ikisinde de kubbenin tatlı kıvrım ve kabarıklıkları burada, ucu sivri, göğe kucak açan düşey minarelerle kesin bir bütünlük ifade ederler. Bu görüş açısı içinde, daha sonra Türkler tarafından tezat bir eleman olarak Ayasofyaya ilâve edilen minarelerin kaldırıldığını düşünürsek geride ne kadar hissiz ve ağır bir kitlenin kaldığını görürüz. Sinan, binalarında dekorasyonla ilgili

akıcı ve soylu hatlar, gölgeler meydana ge-tirmiştir. Konu ne kadar küçük olursa olsun, bu hat ve gölgeler âdeta kendi başına birer bağımsız hat kombinezonudur ve kendi aralarında rahatlık ve sükûn ifade ederler. Süleymaniyedeki Taç kapı buna güzel bir örnektir.

Sinanın binalarında ışığa da gereken ehemmiyet verilmiştir. Camilerinde gerek kubbeyi saran küçük pencereler ve gerek di-ğer pencereler, büyüklük ve tertip bakı-mından ışık karakterine tamamen uymuştur. İç mekânlarda da istenen aydınlık sağlan-mıştır. Buna rağmen ışık, gözleri rahatsız et-mez. O, binalarım yalnız kitle anlayışına göre tertiplenmemiş, bilâkis, rasyonel bir kullanma düşüncesi içinde iki sırada pence-reler tertipleyerek, alttakileri okumağa, üst-tekileri istenen loşluğu sağlamağa hasretmiş-tir.

Sinan'da şehircilik bilgisinin de çağma göre çok geniş bir anlayışın temelleri üzeri-ne kurulmuş olduğunu görmekteyiz. Yer ta-yini, oriyantasyon, şehir siluetine tesir eden unsurlar, tabiatı ifade eden ağaçların kitle-lerle kaynaşarak bütünlük ifade etmesi bi-rinci planda yer almıştır. Onun anlayışlı ve kavrayışlı bütünlük etkileri bizi sihri içinde bırakır.

istanbul'da Süleymaniye şehir bünyesi içinde mümtaz bir yerdedir. Şehir tacı anla-yışının en güzel örneğini burada ve Edir-ne'de Selimiye ile vermiştir. Bölyece Türk

mimarisi Sinan'la en yüksek basamağına eriş-miştir.

Sayın dinleyenlerim,

Sinan, birçok cephelerden incelenmesi gereken büyük bir sanatkârdır. Onun mü-hendislik eserleri, bugün bile hayranlığı-mızı kucaklayan buluş ve tekniğin örnekle-ridir. Onun kudreti bu eserleri mimarî sa-natiyle yoğurarak ahenkleştirmesidir.

Sinan'ın köprüleri bugünkü fennî icap-larla mukayese edilirse yüzlerce yıl önceki başarıları günümüzün teknik usullerine uy-makla onun zekâ ve bilgisine bizi hayran bırakmaktadır. Köprü yapı tekniği ve köprü yerlerinin seçimi hususundaki isabetli buluş-ları hayrete şayandır. Bundan başka, su iş-lerinde de üstat olduğunu göstermiş, örne-ğin, Kırkçeşme sularının istanbul'a getiril-mesi için inşa ettiği bentler ve su kemerleri, hamam ve sarayların iç su tesisatı, mütea-kip devirlere örnek olmuş bir niteliktetidr.

Sinan'ı burada birkaç satır içinde an-latmağa imkân yoktur. Onun engin kudre-tini ciltler dolusu kitapların bile tarif ede-meyeceğine kaniim. Bununla beraber Sinan'ı bir fıkra ile kısaca ifadeye çalışacağım.

1938 yılında, Akademide Profesör Taut, bir konuşması sırasında, mimarı, bir nokta ile belirtmiş, daha büyük mimarı bu noktayı çevreleyen bir daire çizerek ifade etmiştir. Batının ünlü mimarı Mikelanj'ı iki kolunu açarak büyük bir daire çizmek sure-tiyle tarif etmiştir. Sıra Sinan'a gelince, O N U N için sınır yok demiştir.

M U S İ S

ÇELİK EŞYA SANAYİİ

— BÜRO

— OTEL

— HASTAHANE ve EV

ARK. — 677

EŞYALARINI EN ZARİF, EN ÜSTÜN EVSAFTA

İMAL EDEN TEK MÜESSESEDİR.

K U R U L U Ş : 1944 A D R E S : C U M H U R İ Y E T CADDESİ 223/A

T E L E F O N

— B Ü R O : 47 79 44 — F A B R İ K A : 44 50 87 — P . K . 549 — Beyoğlu T E L G R A F : MASİSÇELİK — İSTANBUL

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada öncelikle Derviş Muhammed Yemînî ve Fazîletnâmesi hakkında bilgi verilmiş, daha sonra Mühürnâme-yi Caferî şekil ve içerik bakımından

Cumhuriyet’i çıkarırken Yunus Nadi gazetenin imtiyaz hakkını kendi üstüne almış, Pembe Ko­ nakla birlikte tüm gayrimenkulü eşi Nazime Na­ d i’nin

Vitaminlerin büyük kısmı kimyasal yöntemlerle ucuz olarak sentezlenmesine rağmen komplex yapıdaki birkaç vitamin (B 12 ve Riboflavin ) ancak biyokatalizle

Pcçcnekler. Haz.arlar olarak anılnıaktadırlar) Orta Asya'dan batıya .g..8j edcrek bir süı,c kuzey Kalkasya'cia yaşadıktan sonra Doğu ,l.vrupa'ya

Bu ev meselâ Suadiye taraflarında veya Lâ- lelide güzel manzaralı bir yerle çok hoş anlaşa- bilir ve modern hayat süren bir aile için iyi bir

Eser vasıtasıyla Bahriye İʻâne Komisyonunun faaliyetleri, Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında hayatını kaybedenlerin yakınları ile yaralılar için

‘Alî Melik et-Ṭûsî el-Beyhaḳî el-İsferâyînî olan Şeyḫ Âẕerî (ö. 866) Timurlular devrinde çoğunlukla Horasan’da faaliyet göstermiş ve yaklaşık beş yıl

Mükellefiyet, ölüme bağlı tasarruflarda veya sağlararası bağışlamada, lehine kazandırmada bulunan kimseye bir edimi yerine getirme yükümlülüğünün yüklenmesi