• Sonuç bulunamadı

MEHMET BOZKURT kuzyakabilisimtarihkultur.com

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "MEHMET BOZKURT kuzyakabilisimtarihkultur.com"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MEHMET BOZKURT

https:// kuzyakabilisimtarihkultur.com 28.11.2020

(2)

2

ALBAY ZAFİRİU'NUN ELLERİ

"Şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affediniz fakat vatanınıza ve milletinize

kötülük eden bir kimseyi asla affetmeyiniz."

Hz. Ali

Her ne kadar İzmir'in 15 Mayıs 1919 tarihinde işgal edildiği söylense de, aslında işgal resmen 14 Mayıs 1919 tarihinde başlamıştı.

Başlayan işgal Türk halkından saklanıyor, onlara hissettirilmemeye çalışılıyordu.

Bizler işgal gününü Yunan kuvvetlerinin bir bayram havası içinde İzmir'e girişini ve geçit törenleri düzenlendiği günü biliriz. İşte bundan tam 100 yıl önce de Türk halkından Yunan askerinin İzmir'i işgali gizlenmişti.

Yukarıda cümle tamamen hatalıdır! Tekrar yazıyorum!

Bizler İzmir'in düşmana teslim edilme gününü Yunan kuvvetlerinin bir bayram havası içinde İzmir'e girişini ve geçit törenleri düzenlendiği gün olarak biliriz.

İşte bundan tam 100 yıl önce de Türk halkından Yunan askerine İzmir'in teslimi gizlenmişti.

Arka planda kendimizi zayıf ve aciz göstererek ezerken, düşmanımız bizden hep güçlüdür nedense?

Böylece hainler görünmez olur, arka planda silik kalırlar.

Sürekli kabullenmişliğe alıştırdılar bu milleti.

Attılar suçu yukarıya!

Teslim edilen ilk şehir de sadece İzmir değildi. Daha önce başka şehirler de teslim edildi düşmana.

Üstelik içindeki binlerce Osmanlı askeriyle.

(3)

3

Sadece teslim edile edile sıra İzmir'e gelmişti o kadar!

14 Mayıs 1919 günü saat on ikide bir Yunan birliği eski tabyanın* yakınında karaya çıkmış ve burayı ele geçirmişti. Liman giriş çıkışlarına komuta eden tabya olduğundan burası onlar için çok önemliydi. İngiliz kuvvetleri İzmir'in Urla ilçesine bağlı Uzunada’ya çıkarma yaparken, Fransız ve İtalyan kuvvetleri ise diğer noktaları ele geçiriyordu. Aynı gün içerisinde öğleden sonra saat dört civarında her biri kendi konsolosluklarını korumak üzere ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan gemilerinden yirmişer kadar asker karaya çıkmıştı.

Bu arada Türk halkına, İzmir'i Yunanlıların işgal etmeyeceği, kuvvetlerin müttefik kuvvetlerine ait olduğu yalanı söylenmekteydi.

Bu söylentinin yalan olduğunun anlaşılması fazla uzun sürmedi.

Yunan birliklerinin eski tabyadaki varlığı ve diğer yerlerdeki baskınlar, Türkler arasında işgalin Müttefik kuvvetler tarafından gerçekleştirilmediğini, aslında bunun İzmir'i Yunanlılara teslim etmek için bir bahane olduğu şüphesini doğurdu. Yunanlıların İzmir'i işgal haberi “kontrolsüz bir yangın” gibi bütün şehre yayılmış ve yaklaşık elli bin civarındaki Türk, evini terk ederek

“Akropolis”e* sığınmıştı.

Türk halkı tedirgindi. Dolayısıyla büyük bir kalabalık, asker kışlasının önünde toplanmıştı. Yunanlılara karşı kendilerini korumak için silah verilmesini

istiyorlardı ama bu istekleri reddediliyordu. Fakat halk zorla da olsa kışlaya girmişti. O anda halkın dağılması için askerler tarafından havaya uyarı ateşi açılmış ve birkaç sivil de ölmüştü. Geri kalanlar da canlarını kurtarmak için arka sokaklara doğru kaçarak kaybolmuşlardı.

15 Mayıs 1919 Perşembe günü sabahı çıkarma başlar başlamaz Yunan

birlikleri, Türk mahallelerine yakın olan rıhtımlara yerleşti. Bu birlikler Piskopos Hrisostomos tarafından kutsandı ve gösteriler eşliğinde rıhtımda uygun adım yürüdüler. Bu yürüyüş töreninde en önde Efes Piskoposu ve İzmir Metropoliti Hrisostomos bulunuyordu. Yunan askerî birlikleri, karaya çıktıkları yerden başlayarak deniz kıyısından “Çok Yaşa Yunanistan!”, “Çok Yaşa Venizelos!”

gibi sloganlar eşliğinde geçiyordu. Karaya çıkmaları da büyük sevinç gösterileri arasında gerçekleşiyordu.

(4)

4 15 Mayıs 1919 İzmir rıhtımında Yunan askerleri. Kaynak: www.tarihiolaylar.com

Tüm şehirde yankılanan düdük ve siren sesleri arasında vapurlar, Amerikan konsolosluğuna yakın mesafede rıhtıma yanaşmış ve konsolosluğun olduğu caddeye Venizelos’un büyük bir resmiyle beraber bir karşılama afişi asılmıştı.

(5)

5 Yunan askerleri İzmir'de. Kaynak: www.tarihiolaylar.com

Yunan askerleri, rıhtıma çıktıklarında silahlarını çattılar ve çattıkları silahların etrafında dans etmeye başladılar.

Kısaca...

Türk halkının sabrını zorlamaya başladılar.

Yunan gemilerinden karaya ayak basan denizciler ve donanma birlikleri vakit kaybetmeden liman kaptanlığını, sağlık kuruluşlarını, telgraf ve postahane binalarını, rıhtımdaki muhafız karakolunu İngiliz donanma askerleriyle birlikte ele geçirdiler.

Birbiri ardına gelen Yunan nakliye gemilerinden askeri birliklerin çıkışı “Culb des Chasseurs”* ile “Khedivial Denizcilik Şirketi” arasında kalan yaklaşık 1,5 km'lik alanda ve o noktada yer alan “Aydın Şirketi”nin demiryolu iskelesinde eş zamanlı olarak başladı. Bu şirketlerin binalarında toplanan birlikler, rıhtımın sonunda yer alan askerî kışlalara ve oradan etrafı kalabalıklarla çevrili Hükümet Konağı’na doğru yürüyüşe geçti.

(6)

6

*Culb des Chasseurs (İzmir Avcılar Kulübü) Kaynak: SMYRNE - Avcılar Kulübü, HUNTERS KULÜBÜ, ED. PADOVA KARDEŞLER SMYRNE.. Facebook sayfası.

(7)

7

Bu yürüyüşle birlikte Kemeraltı'nda bir hareketlilik yaşanmaya başladı.

Saat on buçuk civarında yürüyüş kolunun başındaki Yunan birlikleri kışlaları geçip Kemeraltı caddesine ulaştı. Bu sırada çevreden birkaç el silah sesi duyuldu. Bu silah seslerinin bir otelden veya kahvehaneden geldiği

anlaşılmaktaydı.

Silah sesleri üzerine Yunan askerleri hemen geri çekilerek ağaçların ve Saat Kulesi Meydanı’ndaki süs bahçesinin arkasını siper aldılar. Yaklaşık bir saat boyunca kışlalara, Hükümet Konağı’na ve alana bağlanan caddelere ve buralardaki binalara doğru ateş etmeye başladılar. Öyle ki açılan ateş

esnasında aralarında bir Rum papazın da olduğu iki yüz kadar sivil, Osmanlı kışlalarına sığınmış, ortalık duruluncaya kadar oralarda durmuşlar, ortalık sakinleştiğinde de Yunan papazı ve diğer siviller de kışladan çıkmışlardı.

İzmir Konak Saat Kulesi 1910'lu yıllar. Kaynak: https://twitter.com/nataliavazyan

Ne yazık ki, bu yaylım ateşi süresince atışlara maruz kalan Türk askeri,

kendisine ateş etmekte olan Yunan askerine, bulundukları kışlalardan karşılık olarak, elinde silahı olduğu halde tek bir kurşun dahi sıkmadı.

Bu arada Yunan güçleri, şehirde insanların bir araya gelmelerini yasaklamış, şehre giriş ve çıkışları da kontrol altına almıştı. Yakın ilçe ve köylere gitmek bile kendilerinden alınacak izne bağlanmıştı.

(8)

8

Şehirde bulunan Osmanlı 17. kolordusu bunca olaya rağmen kılını kıpırdatmıyordu.

Bu sırada Hükümet Konağı’ndan beyaz bir bez sallanmaya başladı. Bu İzmir Valiliğinin teslim bayrağıydı. Teslim bayrağını gören bir Yunan asteğmeni, askerlerine hemen ateşin kesilmesi emretti.

Şimdi bu olayın içinde olan valiye kulak verelim.

İzmir Valisi, valilik binasının işgal olayını, sonradan düzenlediği raporda aşağıdaki şekilde anlatacaktı:

“Memurların talebi ve istekleri üzerine (!) pencereden bir beyaz bez uzattık derhal ateş altına aldılar sonra hemen üzerine diğer bir bezi astık ve kapıları da açtık derhal içeriye süngülerle hücum ettiler. Ben hemen mevki-i

resmîyeme (makamıma) geçtim memurlarım da etrafımı aldılar. Bu sırada odaya da süngülü askerler girdi. Hepimizi süngülerle tehdit ederek önlerine katıp aşağı indirdiler ve ellerimizi kaldırtarak Zito Venizelos (Yaşasın

Venizelos) dedirterek enva-ı hakaretle (sayısız hakaretle) sevk etmeğe (götürmeye) başladılar”.

Serseri kurşun tehlikesi geçer geçmez Türk birliği ve kalabalık, Vali Konağı’nı ve kışlaları terk etti. Başlarında Vali ve subaylarla olayların geçmesini sakince bekleyen resmi yetkililerin üzerlerindeki paralar ve değerli eşyaları alındı.

Sonrasında ise ellerini yukarı kaldırmış bir durumda, alana doğru uygun adım yürütülerek sıraya dizildiler.

Tabi bu arada da Hükümet Konağı yağmalanmaktaydı.

Elleri havada bir şekilde bekletilen "tutuklular" daha sonra rıhtım boyunca uygun adım yürütülüp kapatılacakları nakliye gemilerine kadar yine elleri havada bir şekilde götürüldüler.

Türk askerî kışlasına, Hükümet Konağı’na ve halka yönelik saldırı olayı, ABD birlik komutanının raporuna da aşağıdaki şekilde yansımıştı:

“…Oldukça büyük bir çatışma yaşandı. Tabi buna çatışma denirse, çünkü ateş neredeyse tamamen Hükümet Konağı’nın önündeki parktaki ve liman

bölgesindeki askerler tarafından açıldı ve açılan ateş sonucu neredeyse tamamı Türk sivillerden oluşan çok sayıda insan öldü ve yaralandı. Günün erken saatlerinde Türk mahallesinde büyük bir heyecan ve telaş olsa da bazı liderlerinin Türkleri kontrol altında tutmak için harcadıkları çaba sayesinde saat 11’e kadar yukarıda bahsettiğim çatışmalar başlamadı ve çatışmalar

(9)

9

başladıktan birkaç dakika sonra iddiaya göre bir yerin penceresinden birkaç el silah sıkıldığı için Birleşik Devletler Konsolosluğu’nun hemen yanındaki binaya yaylım ateşi başladı. Ancak her ne kadar rastgele ağır ateş açılmış olsa da burada az kişi öldü. Hükümet Konağı ile iskele arasında kalan rıhtımdaki birçok noktada çok sayıda insan öldürüldü. Yine şehrin Türklerin sayıca az olduğu kısımlarında çok vahim hadiseler yaşanmış olsa da en çok can kaybı bu birkaç noktada gerçekleşti”.

Yunan askerleri, kışlaları ele geçirdikten sonra buradaki silahları ve cephaneyi Rum nüfusa dağıttı. Öyle ki çevredeki Rumların tamamı silah kuşanmıştı ve bazılarının süngüsü dahi vardı. Konak meydanında çatışma başladığında silah sesleri rıhtımdan duyulmaya başladı. Böylece bir anlamda Türklere karşı da

“av” başlıyordu.

Şehrin İngiliz sakinlerinden D. Forbes, ofisinden tüm bu olan bitene tanık oluyor ve gözlemlerini aşağıdaki şekilde anlatıyordu:

"Rum bir sivil, kışkırtıcı hiçbir davranışta bulunmadıkları halde rıhtımın yakınlarındaki bir motorda bulunan Türk denizcilere doğru koşarak ateş etti.

Daha sonra rıhtımdaki kalabalık ve Yunan askerleri burada yer alan ve üzerinde “Türkçe bir yazı veya isim” bulunan her eve ateş ettiler. Ardından evler, yerli Rumlar ve Yunan askerleri tarafından yağmalandı."

Yunan askerlerinin şiddeti konusunda ABD gemisi Manley’in birlik komutanı da bir takım bilgiler elde etmişti. Birlik komutanı, İngiltere Kraliyet Donanması’na ait Adventure’nin kaptanı ile yaptığı görüşmede Yunan askerlerinin Türklere karşı sergilediği “kontrolsüz ve gereksiz zalimlikten tiksindiğini” ifade ediyordu.

Kısa bir süre sonra Konak meydanında rıhtım boyunca sıra halinde tutulan Türk esirler Yunanlıların bir kilometre kadar mesafedeki nakliye merkez gemisi Patris’e taşındı. Bu durum daha sonra aşağıdaki şekilde rapor edilecekti:

“…kendilerine eşlik eden askerler tarafından Zito, Zito Venizelos (Yaşasın, Yaşasın Venizelos) diye bağırmaları için kaba etlerinden dövülüyor ve süngülerle işkence ediliyordu. Yol üzerinde, kalabalığın içinden onlara ağır odun parçaları fırlatılıyor, evlerden ve Yunanlılara ait bir ticari gemiden üzerlerine revolverlerle rastgele ateş açılıyordu. İçlerinden yaralanıp veya bayılıp yere düşenler ise muhafız askerler tarafından ya süngülerle ya da silahla öldürülüyor, cesetleri olduğu yerde bırakılıyor ya da denize atılıyordu.

Tüm bu olaylar Majesteleri’nin Adventure gemisinin ve rıhtıma demirli diğer müttefik gemilerinin gözü önünde cereyan ediyordu”.

(10)

10

Türk esirlerin yaşadığı ve muhatap olduğu davranışlar bir başka tanığın gözünden ise;

“…Yürüyüş boyunca askerlerin ellerindeki tutsaklara karşı bulundukları muameleler, yaralarından veya hastalıklarından ötürü istedikleri hızda yürüyemeyen savunmasız insanları soğukkanlı bir şekilde öldürmeleri, kurbanlarının cesetlerine karşı sergiledikleri vahşi ve alaycı muamele,

bazılarının kafasını botlarıyla tekmelemeleri, bazılarını ise süngüledikten sonra denize atmaları bu şehirdeki Avrupalılar arasında öfke ve infiale yol açtı

(kızdırmış ve öfkelendirmişti)” şeklinde ifade ediliyordu.

Sevk olunan tutuklu kafilesi arasında Vali İzzet Bey ve oğlu da bulunmaktaydı.

Kendisini görmüş ve tanımış olan Rum Ortodoks Metropolitliğinden bir kişi, onları kafileden ayırarak vapura götürdü ve burada Yunanlılar tarafından yakalanılarak ele geçirilmiş olan Osmanlı Donanması’ndan bir subayın yanına hapsedildi.

İzmir valisi “şaşkın ve perişan kıyafetiyle” oturmakta iken, Yunan gemisinin kaptanı yanına gelerek ona, bir saat sonra işgal Komutanı Albay Zafiriu’nun kendisini görmeğe geleceğini söyledi. Yunan komutan Zafiriu geldiğinde de vali ile olayların neden olduğu “karışıklık” konusunda bir süre görüştüler.

Bu görüşmeden sonra da İzmir Valisi vapurdan alınarak İngiliz Konsolosluğu’na götürüldü.

Esirler arasında yer alan Vali, raporunda kendisi ile oğlunun içinde bulunduğu durumu ve karşılaştığı tutumu aşağıdaki şekilde ifade ediyordu:

“Ben valiyim dedimse de kimseye meramımı anlatamadım. Yolda birkaç Yunan subayına başvurmak istedim ama dinletemedim. Böylece rıhtım üzerinde bana, oğluma ve tüm memurlarıma bir çok hakaretler yağdırarak sevk olunuyordum. Rıhtımda biri beni tanıdı. O sırada oradan geçen Yunan Konsoloshanesi memurlarından Ayadimis de beni gördü. Bunların

müdahalesiyle beni ve oğlumu kafileden ayırdılar. Orada biz kaldık. Diğerlerini o hakaret ve şiddet içinde sevk edip götürdüler.”

Yunan kuvvetlerinin İzmir'e törenle girişinin ilk günü, her yaştan ve koşuldan Türk’ün yakalanıp bir araya toplanmasına devam edildi. Herhangi bir evde bir Türk’ün yaşadığının ihbar edilmesi birkaç askerle o evin basılması için

yeterliydi.

(11)

11

Yunan askerinin de desteğini alan yerli Rumlar, Türklerin dükkânlarına ve evlerine zorla girip yağmaladı. Müttefik ülke vatandaşlarının evleri bile gasp edildi. Sonunda yüzlerce Türk tutuklandı ve gemilerle şehirdeki depolara kapatıldı.

Alayın önünde yerli Rumlardan oluşan bir milis grubu ile birlikte Evzon Alayı Konak meydanına yaklaşmıştı. En öndeki, teğmen rütbesi taşıyor ve bindiği atın üzerinde adeta işgal kuvvetlerinin kudretli komutanı ve bir generali gibi duruyordu…

Ve bu havayı aniden patlayan bir silah sesi bozdu.

Atın üzerindeki general edalı teğmen, bir anda atın üzerinden yere yuvarlandı.

Evzon Alayı ve yerli milislerin şaşkınlıkla kaçışmaları arasında bir Türk, elindeki silahla kaçışan askerleri kovalayarak ateş etmekteydi.

Şaşkınlığı üzerinden atan Yunan birliği, kısa bir süre sonra makinalı tüfek ateşiyle ve defalarca süngüleyerek silah sesinin genç ve yürekli sahibini orada şehit etti.

Bu kahraman öldürüldüğü yerden 100 metre ilerde bulunduğunda cesedi tanınmayacak bir haldeydi.

Bu genç Türk,

"Korkmuyoruz gelsinler. Hatta Masum Türk'e kastı olan bütün dünya gelsin... Süngüleriyle zaten kanayan yaramızı deşsinler... Ama asla

unutmasınlar ki, Türk ölmedi yaşıyor...Ve burayı Yunan'a vermeyecektir."

diye haykıran Hukuku Beşer gazetesinin sahibi ve o gazetede Hasan Tahsin adıyla yazılar yazan Osman Nevres'ten başkası değildi.

Bu olayın görgü tanıklarından Nurdoğan Taçalan, Hasan Tahsin’in Yunan Evzon Alayı’nın ve Rum kalabalığın taşkınlıklarını Kemeraltı Caddesi’nin Konak Meydanı’na bağlandığı yerde durup yakından takip etmişti ve şunları söylemekteydi:

“Başlarında Hasan Tahsin olan birkaç Türk, Rumların ardından ileri atıldı. İlk kurşunu atan Hasan Tahsin Recep ve yanındaki birkaç Türk, tabancalarını ateşlediler… Kaçan Rumların ardından deniz kıyısına kadar koşan Hasan Tahsin makineli tüfeklerin ilk kurbanlarından biri oldu.”

Hasan Tahsin'in cansız bedeni üç gün Pasaport ile Konak arasındaki deniz kıyısı yakınında, öldürülen yüzlerce Türk'ün cesedi ile birlikte bekletildi.

(12)

12

Cesedinin durumu ile ilgili bir rapor tutularak, Osmanlı yönetimince kayıt altına alındı. Bu durumu yabancı gözlemciler de tutanak altına aldılar.

Cesedin fotoğrafı çekildi.

İngiliz gizli servisi bu fotoğrafı alarak belgeleri arasına koydu.

Hasan Tahsin katledilen diğer Türkler gibi tek bir mezara gömülmedi. Hepsi topluca Konak Varyant'taki Astsubay Orduevi'nin alt kısmına yani eski adı 'Maşatlık' olan tepenin eteklerindeki toplu mezara gömüldü.

Peki neden?

İzmir Belediyesi bu kahramanın cesedine sahip çıkmadı da ondan.

Bu cesede, Müslüman kabristancılar da sahip çıkmadı. Ne yazık ki, yangından mal kaçıran Yunanlılar gömdü.

Kısaca mezarının nerede olduğu bilinmese de O, şu an birçok şehit kahramanla birlikte vatanın koca bağrında ve Müslüman Türk'ün kalbinde yatmaktadır.

(13)

13

Osman Nevres'in, İstanbul Bülbülderesi Mezarlığı'nda bulunan gıyabi mezarı.

(14)

14

İzmir valisi ise olaylardan sonra kaleme aldığı raporunda, Yunan askerine karşı atılan ilk kurşun ve bunu kimin gerçekleştirdiğine dair izlenimlerini de paylaşmış ve düşüncelerini şu şekilde dile getirmişti:

“Sokakta ilk silah atanın kim olduğunu tahkike (araştırmaya) fırsat bulamadım.

Çünkü men edildim (engellendim). Bilahare (daha sonra) duyduğuma göre bazıları bunun bir Rum tarafından atıldığını ve bazıları bir sipahi (Atlı Osmanlı askeri) tarafından atıldığını iddia ettiler. El hâsıl (kısaca) ilk silahı kimin attığı bence meçhuldür (bilmiyorum). Ahali-i İslâmiye (Müslüman halk) tarafından ve asker tarafından silah atıldığını dahi zannetmiyorum. Kışladan, sonradan atıldığını iddia edenler vardır belki bilahare atan olmuştur. Fakat kemâl-i katiyetle (tamamen eminim ki) beyan (açıklıyorum) ve iddia ediyorum ki

Hükümet Konağı’ndan bir tek silah atılmamıştır. Hükümet Konağı’nda hâzuyan olarak sekiz on tane silahlı jandarma bulunur. Bulunanların silahlarını da bizzat ben ellerinden Hükümeti ateşe tuttukları zaman aldım. O günü hükümet

salonunda yedi-sekiz ve bunlardan üç dört zabitanda ise mühimmat gördüm.

Birinci ve ikinci ve üçüncü gün ve geceleri Müslüman hanelerin, silah atıldı diyerek soyulduğunu ve izzet ve namus tariz edildiğine vaki olan müracaat ve şikâyetten kanaât-ı kâmilem (tam kanaatım) vardır”.

Vali İzzet Bey Fransızca kaleme aldığı bir diğer raporunda ise ilk kurşun ile ilgili şöyle demekteydi:

“İlk kurşunu sıkanın kim olduğunu bilmiyorum. Çünkü o anda engellendim.

Konakta kuşatıldım ve bütün gün boyunca torpido gemisinde tutuklu kaldım.

Daha sonra bunun bir Yunanlı olduğunu öğrendim. Başkaları da zenci biri olduğunu iddia ediyorlardı. Fakat yaygın olan iddialara göre onun bir Yunanlı olması gerekir. Müslüman halkın ve Osmanlı askerlerinin sokaklarda

Yunanlıların üzerlerine ateş ettiklerini sanmıyorum” ifadelerini kullanmaktaydı.

O saatten sonra İzmir sokakları adeta bir mezbahaya döndü. Konak’ta,

Basmane’de, Hatuniye, Namazgâh ve Kemeraltı Çarşısı’nda hemen her yerde Yunan askerleri dolaşıyordu. Kasaplar ise öncelikle yerli Rumlar ve onları takip eden Evzon Alayının askerleriydi. Buldukları Türk’ü öldürmeye başladılar.

Masum insanların cesetleri, cenaze törenleri yapılamadan mezarlıklara taşındı, mezar taşlarına adları dahi yazılamadı.

Kemeraltı’ndan kaçan 50 kadar Türk, Evzon Alayı askerlerince öldürüldü.

Yunanlılar tam bir soykırım uyguluyor, gördükleri Türk’ü katlediyordu.

Katledilmekle yetinilmiyor, Türk esnaflarına ait Baş Oturak mahallesindeki kapalı dükkânların kepenkleri kırılarak yağmalanıyordu.

(15)

15

Yağmaya yerli işbirlikçiler de katıldı, okullar ateşe verildi... Yunan askerleri çevreye dağılarak bir kolu Kemeraltı Caddesi’ne oradan da 400 metre ilerideki Başdurak Camisi’ne kadar ilerledi. Bir kol da Tramvay Caddesi’nde ilerliyordu.

Evzonlar, rastladıkları tüm Türkleri kurşunluyor, süngülüyor ve makineli tüfeklerle tarıyorlardı.

Her taraf cesetlerle dolmuştu. Tramvay Caddesi üzerinde, bugün Tapu Müdürlüğü binasının olduğu yerde bulunan Ziraat Bankası binasının giriş merdivenlerine sığınmış kadın ve çocuklar acımasızca katledildi ve kanları banka merdivenlerinden sel gibi aktı.

İzmir ve yakınlarında tenha yerlerde bulunan Türk polis ve jandarmaları katledildi. Olayların gerçekleşmesinden itibaren, 15 gün süreyle denizden birçok Türk cesedi çıkarıldı. Boğazlarından birbirine zincirle bağlanmış bir halde Hükümet Konağı önündeki sahilde bulunan üç polis cesedi de bunlar arasındaydı.

Bir başka grup Yunan askeri ve Rum milisi ise, Karantina, Karataş ve Mektupçu‘da bulunan Türk subaylarının evlerini basıyor, kadın ve kızlarına tecavüz ederek öldürüyorlardı. Evlerinde karılarına ve kızlarına tecavüz edilerek öldürülen Türk subayları ise, o saatlerde Osmanlı 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’nın emriyle kolordu binasında elleri kolları bağlı gözlem altındaydılar.

Ne yazık ki, 15 Mayıs 1919, İzmir için insanlığın bittiği bir gündü.

15 Mayıs’ta Yunan askerinden ayrı, İzmir’in çevresindeki köylerden gelen Rum çeteleri de iş başındaydı.

Bu çeteler Türk köylerine baskınlar yaparak erkekleri öldürüyor, ardından evleri yağmaladıktan sonra tamamen yakıyorlardı. Bununla da yetinmiyor köyde bulunan hayvanları da alıp götürüyorlardı.

Örneğin Boncuk köyündeki Türk evlerinin tamamı yağmalandı. Çetelerin bu işleri yapmadaki çabukluğu bu eylemlerin önceden planladığını

göstermekteydi. Çünkü çeteler silahlıydı ve buradaki Rum nüfusa daha önceden silah dağıtılmıştı.

Sonrasında ise İzmir ile Torbalı arasında kalan bölgede “Türk avı” başladı.

Ardından evler yağmalanıp hayvanlara el konuldu. Benzer olaylar Urla'da da yaşandı. Bu hadiseler büyük oranda Rum halkının ağırlıklı olduğu köylerde yaşanıyordu. Türk köylerinde, savaştan ötürü erkek sayısı az olduğundan Rum

(16)

16

çeteleri daha rahat hareket etmekteydi. Yaşanan katliam ve yağma olayları karşısında J. Morgan ve I. Smith öğleden sonra Yüksek Komiser’ in emri doğrultusunda mevcut kargaşaya bir son vermek üzere gerekli tedbirlerin alınması ve hâlihazırda ellerinde tutsak olan sivil Türk yetkililerin görevlerine iadesi için Yunan yetkililere başvurdular.

Türklere yapılan bu kıyım Tümen komutanı Albay Zafiriu'a aktarıldı. Ancak Zafiriu aynı görüşte değildi. Ona göre Türkler Yunanlılara saldırıyordu ve onlar bir isyancıydı. O isyancılar nedeniyle de asayiş tam olarak

sağlanamamaktaydı.

İşgal edilen toprakların kendi ülkesinin toprakları olduğunu ve bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin de Yunan vatandaşı olduğunu düşünmeye başlamıştı Albay Zafiriu.

Ona göre Türk halkı kendi devletine isyan ediyordu.

O bunları düşünürken...

Ayakta öylesine bakınmaya başladı...

Gözlerini kendi üzerine çevirdi.

Her yeri kana bulanmıştı.

Elleri, üstü başı Türk kanıydı.

Kafası karıştı bir an...

Neredeydi?

Burada ne yapıyordu?

Gerçeği görmesini üzerine bulaşan kan mı engelliyordu?

Ama sadece...

Öylesine bakınmaktaydı...

Ellerine, üstüne başına, etrafına...

Bir an silkindi.

Kendini toparlamaya çalıştı.

Bu kiri üzerinden nasıl atabileceğini,

(17)

17

bu olanları beyninden nasıl uzaklaştırabileceğini düşündü.

Gözlerini sımsıkı yumdu bir an...

Elleri kirliydi.

Ellerine bulaştırdığı kan, gözünün önünden hiç gitmiyordu.

Üzerindeki üniformasına da kan sıçramıştı.

İnanamadı gözlerine.

Tekrar tekrar baktı taşıdığı üniformaya.

Her baktığında üniforma daha da kirleniyordu...

Sonra,

Bakışlarını ayaklarına çevirdi.

Postallarını gördü.

Postallarının rengini çıkaramadı bir an.

Siyah mıydı, Kızıl mı?

Türk mahallelerinden akmakta olan kanlar cadde kenarlarından yükselerek üzerine doğru geliyordu.

Bir ara, bu kan denizinde boğuluyormuş hissine kapıldı.

Ürperdi.

Korktu Zafiriu. Çok korktu.

Bu arada ellerine bakmaktan da bir türlü kendini alamıyordu...

Ellerinin kirinden kurtulmak için,

birbirine sürterek silkelemeye başladı.

Kurtulamıyordu kirden...

Her silkeleyişte kan sürekli çoğalıyor yüzüne gözüne sıçrıyordu.

Ellerini birbirine sürttükçe çoğalmaktaydı kan...

Daha da hızlı sürtmeye başladı...

(18)

18

Bu defa kendi elleri de kanamaya başladı Albayın...

Bir an ellerindeki kanı temizlemek için mahşere kadar birbirine sürtmek zorunda kalacağını hissetti...

Yüzünü, kandan kurtulamamanın çaresizliği ve bir yorgunluk ifadesi kaplamıştı.

Öylece kaldı kanlı ellerine bakarak...

Eli kolu bağlı, onuru, gururu ayaklar altında ve her şeyi elinden alınan zavallı çaresiz Türk halkı ise;

Kendi vatanında esir...

Kendi toprağının üzerinde yürüyemeyen...

Etrafını saran aç kurt sürüsünün ortasında...

Bir o kadar çaresiz, bir o kadar da yalnızdı.

Ateş Çemberi devam edecek...

Kalın sağlıcakla...

---

*Tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen yapı.

*Akropolis: Eski Yunan kentlerinde, kentlerin yanıbaşındaki tepelerde inşa edilen hisarlara ve bu yapıların bulunduğu özel alanlara verilen ad.

Referanslar

Benzer Belgeler

Domates, soğan, kereviz, tuz, karabiber ve zeytinyağını bir kaba koyup üzerlerini örtecek kadar su doldurun ve kırk dakika kadar kaynatın. Sonra üstüne balıkları da ekleyin

"Şehit Abdülezel Paşa"., "Terane-i Zafer''ve: "BirOsinanlının Hayali Yahud Kahramanane Bir Hayal" adlı üç uzun manzumeden oluşan Terane-i Zafer

1893'te Concordia tiyatrosunda ve Kadıköy'de temsiller ve- ren bir Yunan topluluğu Melesville'in Elle est Folle, Octave Feuillet'- nin Dalida ve Dimitrios Koromilas'ın O Thanatos

Bir okşayışı serper Ölgün pencerelerde Kuşların kulağına.. Her gece yürüyorum, Karaya

yaygınlaştırmak ve teşvik etmek, geleceğin bilim insanı olma potansiyeline sahip öğrencileri erken yaşlarda keşfedip var olan yeteneklerine katkı sağlamak amacıyla

Güneş Sistemi’nin Yeni Göçerleri Karadeliğin Fotoğrafı Bilgisayar model- lerinde kara delik olay ufku çevresinde oluşan gölge (üstte). Neptün M87 gökadasının merkezin-

Konuşulan İstanbul Türkçesi'yle yazdığı şiir lerle Yahya Kemal Beyatlı, şiir dilinin zen­ ginleşmesini sağladı.. Modern TUrk şiirinin kurucusu sayılan Yahya Kemal

Dörtlük ve sekizlik nota değerlerinden oluşan bir oktav çıkıcı ve bir oktav inici majör gamın, orta tempoda “a” vokali ile legato bir biçimde, tek nefesle