• Sonuç bulunamadı

HUKUKA AYKIRI OLARAK TAHSIL EDILEN VERGININ GERI VERILMESINDE FAIZ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "HUKUKA AYKIRI OLARAK TAHSIL EDILEN VERGININ GERI VERILMESINDE FAIZ"

Copied!
26
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HUKUKA AYKIRI OLARAK TAHSIL EDILEN VERGININ GERI VERILMESINDE FAIZ

Turgut CANDAN*

I – GIRIŞ:

Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesi 3’üncü fıkrasında, vergi mah- kemesinde açılan davaya konu edilen vergilerin ödenme zamanı yanında, ikmalen, re’sen ve idarece yapılan tarhiyatlar (Danıştay Vergi Dava Daire- leri Genel Kurulu, 11.06.1999)1 dolayısıyla gecikme faizi uygulaması da öngörülmüştür.

Maddede öngörülen gecikme faizinin niteliği, Anayasa Mahkemesinin 21.9.1988 gün ve E: 1988/7, K: 1988/27 sayılı kararında açıklanmıştır.

Karara göre; vergisini ödemek yerine, bu parayı kendisine ait işlerin fi- nansmanında kullanan veya başkasına ödünç veren ya da mevduat olarak bankaya yatıran yükümlü, enflasyon oranı üzerinde veya en azından bu orana eşit bir yarar sağlamaktadır. Gecikme faizi ile yapılan, bu yararın, paranın asıl sahibi olan Devlet’e geri verilmesidir (Danıştay 7. Dairesi, 26.10.2005)2.

Anayasa Mahkemesinin, 4.12.1984 gün ve 3095 sayılı Kanuni Faiz Ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunun 1, 2 ve 4’üncü maddelerinin Anayasa-

* E. Danıştay Başsavcısı

1 Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu (11.6.1999) E: 1998/388, K: 1999/348 sayılı kararı. Ankara: Danıştay Vergi Dava daireleri Genel Kurulu: Beyan olunmasına karşın beyan sahibinin muaf olduğu gerekçesiyle alınmayan verginin daha sonra tahakkuk ettirilmesi, ikmalen, re’sen veya idarece vergi tarhı olmadığından; bu vergiye gecikme faizi uygulanamayacağı hk.; Danıştay 9.Dairesi (26.9.1995). E: 1994/4970, K: 1995/2249 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 9. Dairesi: Fazla alınan KDV iadesinin geri istenilmesi, ikmalen, re’sen ve idarece vergi tarhı olmadığından, gecikme faizi uygulanacağı hk.; Danıştay 7.Dai- resi (9.3.2004). E: 2001/1851, K: 2004/640 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 7.Dairesi: Mü- kellefin tarhiyat sonrası uzlaşmada bulunabilmesi için, yapılan tarhiyatın türünün, ikmalen, re’sen veya idarece yapılan tarh olması gerektiği; uzlaşma sonucu vergisi ödenen tarhiyatın, bu tarhiyat türlerinden biri olduğunun kabulü gerektiği hk.; Danıştay 4.Dairesi (17.3.2004).

E: 2003/980, K: 2004/501 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 4. Dairesi: Noksan beyan edi- len beyannameden sonra verilen düzeltme beyannamesine dayanılarak hesaplanan vergiye gecikme faizi uygulanamayacağı hk. Not: Muhalif üye, aksi görüştedir. Bizce de, bu halde, tarhiyat, 213 sayılı Kanunun 30’uncu maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca re’sen yapılır.

2 Gecikme faizinin ceza olmadığı; dolayısıyla, tahakkuku için, mükellefin kusurlu olma-

(2)

ya aykırılığı iddiasıyla iptalleri için yapılan başvuru dolayısıyla vermiş olduğu, 15.12.1998 gün ve E: 1997/34, K: 1998/79 sayılı kararında3 da, Ülkemizde, enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve Devlet tahvili faiz oranlarının yüksekliği, borçlu- nun yararlanması; alacaklının ise, zarara uğraması sonucunu doğurduğu açıklaması yapılmıştır.

II – TARIHÇE:

A - Vergi Usul Kanununun 112’nci Maddesinin 4’üncü Fıkrasının Yeni Düzenlemesinden Önceki Durum.

Devletin, mükellefi tarafından zamanında tahakkuk ettirilmemesi se- bebiyle normal vadesinde tahsil edemediği; yani, Vergi Usul Kanunu- nun 341’inci maddesinde tanımlanan anlamda ziyaa uğratılan vergi için, 1.1.1986 tarihinden bu yana gecikme faizi uygulaması yapılıyor olmasına karşın; hukuka aykırı olarak tarh, tahakkuk ve tahsil olunan, ancak daha sonra yargı kararı uyarınca geri verilen vergiler için mükellefe faiz ödeme- sini öngören bir düzenleme mevcut değildi. Bu yüzden de, hukuka aykırı olarak tarh, tahakkuk ve tahsil olunan, ancak daha sonraki bir tarihte iade edilen vergiler için faiz ödenmesi isteğiyle mükellefler tarafından açılan davalar da, idari yargı yerlerinde, bu konuda bir yasa hükmü bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmekte idi4.

Bu kararlar, Devlet aleyhine faize hükmedilebilmesi için, açık yasa hükmü olması gerektiği görüşüne dayanmaktaydı. Bu görüşün doğru olup olmadığını anlayabilmek için, Devletin zamanında tahakkuk ettirilmeme- si sebebiyle tahsilinde geciktiği vergiler için mükelleflerce gecikme faizi ödenmesi zorunluluğunun yasa ile öngörülmüş olmasının hukuksal nede- ninin irdelenmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi kararlarında da, çok açık biçimde, söylenildiği üzere; faizin hukuksal niteliği, zamanında ödenme- yen borç nedeniyle alacaklının, parasının değer kaybetmesi ve/veya getiri- sinden mahrum kalması sebebiyle veya başka bir şekilde, uğradığı zararın

3 Resmi Gazete: 26.11.1999-23888.

4 Hukuka aykırı olarak tahsil edilen verginin geri verilmesi sırasında, mükellef lehine faiz hesaplanıp ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığı; bu nedenle, davanın yasal daya- naktan yoksun olduğu yolunda kararlar.

(3)

giderilmesi amacıyla, borçlu tarafından kendisine ödenen veya ödenmesi gereken tazminattır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin, 9 Mart 2006 ta- rihli Eko-Elda Avee/ Yunanistan kararında söylediği de bundan farklı de- ğildir.

Bu zarar, Devlet için, vergi ödevlerinin zamanında ve tam olarak yerine getirilmemiş olması sebebiyle tahakkuk ettirilmeyen veya noksan tahakkuk ettirilen verginin kanununda yazılı vade tarihinde; vergi mükellefleri için, hukuka aykırı vergilendirme işlemi dolayısıyla kendilerinden verginin tah- sil edildiği tarihte doğmaya başlamakta ve miktarı, verginin ödendiği veya mükellefine iade olunduğu tarihte kesin olarak bilinebilir hale gelmektedir.

Adalet ilkesi, ister Devlet tarafından, isterse verginin mükellefi tarafından uğranılmış olsun, bu zararın tazminat ödenmek suretiyle giderilmesini ge- rektirir.

Devlet yönünden ilk akla gelebilecek olan, Devletin güçlü olduğu, ken- disine verilen zararı, bu zarara neden olan bireylere kamu gücü kullanarak (zorla) tazmin ettirebileceğidir. Ancak; Devletin bu amaçla girişeceği her işlemin, bireyin mülkiyet hakkına müdahale oluşturması kaçınılmazdır.

Kuşkusuz, hukukla bir bağlantısı olmayan devletlerde bunun sorun olarak ortaya çıkması da söz konusu olmaz. Ancak; bizim gibi Anayasasında hu- kuk devleti olduğu söylenen ve insan haklarına saygı yönünden uluslarara- sı bağıtları olan devletler için, böyle bir girişim, uluslararası planda insan hakları sorununa; ulusal planda ise, insan hakları sorunu yanında anayasa- ya uygunluk sorununa yol açar. Bireylerin mülkiyet hakkı, ulusal planda Anayasamızın 35’inci maddesinde; uluslararası planda da, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin eki 1 nolu Protokolun 1’inci maddesinde güvence altına alınmıştır. İnsan haklarına müdahale ise, gerek anayasamıza, gerekse İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine göre, ancak yasayla ve kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel il- kelerine uygun olarak yapılabilir niteliktedir.

Bu yüzden; Devletin, mükellefleri tarafından zamanında tahakkuk etti- rilmemesi sebebiyle normal vade tarihinde tahsil edemediği vergiler dola- yısıyla uğramış olduğu zarar karşılığında, kamu gücü kullanarak, faiz adı altında tazminat tahsil edebilmesi, ancak yasada bu konuda açık hüküm bulunmasına bağlıdır. Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde, Devlet lehine faize öngörülmesinin hukuksal nedeni budur. Anılan düzenleme ol- masaydı; devlet, normal vade tarihinde tahsil edemediği vergiler için, yine

(4)

faiz adı altında tazminat talebinde bulunabilirdi; ancak, bunu, bireyler gibi, adli yargı yerlerinde verginin mükellefi aleyhine açacağı tazminat davasıy- la yapabilirdi. Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrası, Devleti, kendi faiz alacağını bizzat kendisinin hesaplayıp tahsil edebilme- sine olanak tanıyarak, bu yola gitmek zorunda olmaktan kurtarmaktadır.

Bu haliyle, anılan fıkra, bireyin mülkiyet hakkının bir istisnası olarak kar- şımıza çıkmaktadır.

Buna karşılık; bireyin, devletin kendisine vermiş olduğu zararların taz- mini için, devlete karşı güç kullanması söz konusu bile değildir. Birey, hu- kuk devletlerinde, kendi iradesiyle zararını tazmin etmeyen devlete karşı ancak dava yoluna giderek tazminat isteme olanağına sahiptir. Dava, yargı birliğini kabul eden ülkelerde, adli yargı yerlerince; bizim gibi yargı ayrı- lığının geçerli olduğu ülkelerde ise, idari yargı yerlerince görülerek karara bağlanır.

İdarenin hukuka aykırı davranışlarından dolayı idare edilenlerin uğraya- cakları zararların tazminat yoluyla giderilmesi, “Hukuk Devleti İlkesi”nin olmazsa olmaz koşuludur. Bunun için, ayrı bir yasal düzenlemeye gerek yoktur. İdari Yargının varlık nedenlerinden biri, idare edilenlerin idari iş- lem ve eylemlerinden doğan zararlarını kendi iradeleriyle gidermeyen idari birimler aleyhine açılacak tazminat davalarının çözüme kavuşturulmasıdır.

İdari Yargı, bu çözüm sırasında, kararını, Sorumluluk Hukukunun kendi ilkeleri dışındaki bir kaynağa, örneğin bir yasa hükmüne dayandırmak zo- runda değildir. Bu nedenle, hukuka aykırı alınan verginin geri verilmesi sırasında, mükelleflerin enflasyon ve kârdan mahrum kalma sebebiyle uğ- rayacakları zararın, tazminat davası yoluyla karşılanması olanaklıdır.

Bunun böyle olması, kuşkusuz, bu konunun yasayla düzenlenmesine engel değildir. Yasa koyucu, idarenin belli faaliyetlerinden doğan belli tür zararların, davaya gerek kalmaksızın, tazmin edilmesini kararlaştırabilir ve tazminat miktarının hesaplanmasına ilişkin ölçütler belirleyebilir.

Bu tür bir düzenlemenin iki bakımdan yararı olabilir:

1 – Devletin memurlarını, kendiliklerinden ödeyecekleri tazminatlar dolayısıyla, ileride soruya muhatap olmaktan kurtarır.

2 – Yasanın öngördüğü faiz miktarını zararının giderilmesi için yeterli gören bireyler bakımından da, dava yoluna gerek olmaksızın, tazminat elde etme olanağı sağlamış olur.

Bu haller dışında; yasayla belirlenen tazminat tutarının, bireyin gerçek

(5)

zararını karşılayamaması mümkün bulunduğundan; gerçek zararın faizle karşılanamayan kısmının, dava yoluyla veya başka bir şekilde, talep edil- mesine engel teşkil etmez.

Görüldüğü üzere; devletin hukuka aykırı vergilendirme işlemiyle tahsil etmiş olduğu vergiyi yargı kararının gereğini yerine getirerek geri verme- si sırasında, mükellefe, bu nedenle uğramış olduğu zararının karşılığın- da faiz ödemesi için açık yasa hükmü aranmasının hukuksal bir dayanağı bulunmamaktadır. Anılan durum için açık yasa hükmü aramak, Danıştay Yedinci Dairesinin aşağıda verilecek olan kararında da söylenildiği gibi, bizi, devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hükmü aranması sonucuna götürür ki;

böyle bir anlayış, Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan,

“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”

amir hükmü ile bağdaştırılamaz.

B – Yargı Kararları

Yukarıda da değinildiği gibi; Danıştay Yedinci Dairesinin 2000’li yılla- rın başlarındaki içtihadı da bu yoldadır. Daire, hem kendi kurulunda, hem de Danıştay Dokuzuncu Dairesi ile yapmış olduğu müşterek kurulda, hu- kuka aykırı biçimde yapılan vergilendirme işlemlerine dayanılarak tahsil edilen ve, daha sonra, yargı kararı uyarınca geri verilen vergi dolayısıyla, davacı lehine, gecikme faizi oranında tazminata hükmedilmesine, şu ge- rekçe ile karar vermiştir: “Vergi mahkemesi kararının davanın kısmen red- dine ilişkin hüküm fıkrası, vergi idareleri tarafından hukuka aykırı biçim- de tahsil edilen vergi alacaklarının mükellefine iadesinde faiz ödemesinin 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasındaki şartların gerçekleşmesi halinde mümkün olduğu; olayda ise, bu şartların gerçekleşmediği gerekçesine dayalıdır.

Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para, çeşitli ticari, sınai, zi- rai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine, kazanç, kira, nema vs adla- rı altında kimi ekonomik yararlar sağlayan ekonomik değerdir. Paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu yaratması yanında; yüksek enf- lasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yani alım gücünü enflasyon oranı ölçüsünde yitirmesine neden olur. Anayasa Mahkemesinin 26.11.1999 gün ve 23888 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.12.1998

(6)

gün ve E:1997/34, K:1998/79 sayılı kararında da belirtildiği gibi; enflas- yon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bono- su ve Devlet tahvili faizi oranlarının yüksekliği, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Hukuk sistem- lerinde paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının neden ol- duğu bu zarar, “faiz” adı altında yapılan ek ödemelerle karşılanmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin 21.9.1988 gün ve E:!988/7, K:1988/27 sayılı ka- rarında, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde öngörülen

“gecikme faizi” ile ilgili olarak yapmış olduğu niteleme de bu yoldadır.

Bu açıklamalara göre; faiz, paranın sahibinden başkası tarafından kul- lanılmasının sahibine vermiş olduğu zararın karşılığı; yani, “tazminat”tır.

Söz konusu zarar, vergilendirme işlemlerinde, Devlet yönünden, vergi mü- kelleflerinin vergi ödevlerini zamanında ve gereği gibi yerine getirmeme- leri sebebiyle verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesi; mükellefler yö- nünden ise, Devletin hukuka aykırı olarak yapmış olduğu vergilendirme işlemlerine dayanarak vergi tahsilatında bulunması halinde doğmaktadır.

Hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki zararın faiz ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranması düşünülemez. Aksine anlayış; Devletin ve ona bağlı idarenin ey- lem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hük- mü aranması sonucuna götürür ki; böyle bir anlayış, Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” amir hükmü ile bağdaştırılamaz.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun yukarıda sözü edilen 112’nci madde- sinin 3’üncü fıkrasında, ikmalen, re’sen ve idarece tarh olunan vergiler için hiçbir şarta bağlı olmaksızın gecikme faizi öngören ve amacı, vergi idaresine, normal vadesinde tahsil edemediği vergiler dolayısıyla uğramış olduğu zararını, yargı yerinin hukuki yardımını istemeye gerek olmaksızın, kamu gücü kullanarak, bizzat, giderme olanağı sağlamak olan düzenle- me ile anılan maddeye 4369 sayılı Kanunla eklenen 4’üncü fıkranın, fazla veya yersiz tahsil edilen ya da vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili bilgi ve belgelerin mükelleflerce tamamlandığı tarihten iti- baren üç ay içinde iade edilmemesi hali ve bu üç ayın bitiminden itibaren, Vergi Usul Kanununun “Vergi Hatalarını Düzeltme ve Reddiyat” başlıklı bölümde yer alan 120’nci madde uyarınca düzenlenecek düzeltme fişinin tebliğ edileceği tarihe kadar geçen süre ile sınırlı olarak, 6183 sayılı Ka-

(7)

nuni göre belirlenen tecil faizi oranında faiz öngören hükmü de, Anayasaya ve Hukuk Devleti ilkesine aykırılığı açıklanan söz konusu anlayışa hukuki dayanak olamaz.

“İdari Rejim”i kabul eden hukuk sistemlerinde, idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı idare edilenlerin uğrayacakları her türlü za- rarın tazmini, “İdarenin Sorumluluğu” ile ilgili kurallarca sağlanır. Esa- sen; İdari Yargının varlık nedenlerinden biri de, budur. İdari Yargı, idare edilenlerin, kamu idaresinin idari nitelikteki eylem ve işlemlerinden doğan zararlarını, açık yasa hükmüne ihtiyaç duymaksızın, kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkelerine göre, giderme olanağına sahiptir.

İdarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin hizmet kusuru oluşturaca- ğı ve bu işlem ve eylemlerden doğan zararların, idare tarafından, kusurlu sorumluluk esaslarına göre tazmin edileceği, Danıştayın öteden beri istik- rarlı biçimde uygulanagelen içtihadıdır. Vergi idareleri de, kuruluş, görev ve yetkileri bakımından birer kamu idaresidir. Anılan içtihat karşısında, hizmet kusuru oluşturacak hukuka aykırı vergilendirme işlemlerinden ver- gi mükellefleri için doğan zararların, işlemi yapan vergi idaresi tarafından karşılanması, açıklanan anayasal kuralın ve Hukuk Devleti ilkesinin ge- reğidir.

Olayda; davacının ihtirazi kaydı, Vergi İdaresince, benzer davalarda istikrarlı biçimde verilen Danıştay kararları göz ardı edilerek, kabul edil- memiştir. Bu şekilde yapılan tahakkukun Kanuna aykırılığı, temyize konu kararın vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasıyla kesinlik kazanmış bulunmak- tadır. Vergi İdaresince bu şekilde gerçekleştirilen hukuka aykırılık, yuka- rıda açıklandığı üzere bir hizmet kusurudur. Dolayısıyla; davalı idarenin, hukuka aykırı vergilendirme ve tahsil işlemleriyle davacıya vermiş olduğu maddi zararı karşılaması zorunludur.

Yukarıda açıklandığı üzere; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında, Devletin, ikmalen, re’sen ve idarece yapılan tarhiyatla- ra konu vergileri normal vade tarihinde tahsil edememiş olması sebebiyle uğradığı zararı karşılayan gecikme faizi altında ek ödeme öngörülmüştür.

Gecikme faizinin ilgili dönemlerde miktarını belirleyen zarar, hukuka ay- kırı olarak yapılan vergi tahsilatlarında, aynen mükellef için de söz ko- nusudur. O halde; hukuka aykırı olarak tahsil edilen vergiler dolayısıyla vergi idareleri tarafından mükelleflere ödenecek maddi tazminat miktarı- nın, davadaki istem de gözetilerek, anılan gecikme faizinin oranına göre,

(8)

hukuka aykırı olarak tahsil edilen verginin Devlet Hazinesinde kaldığı süre için hesaplanacak miktar kadar olması da, Anayasada öngörülen eşitlik ve adalet ilkelerinin gereğidir.”( Danıştay 7. Dairesi 24.2.2005).

Danıştay Yedinci Dairesi ile Dokuzuncu Dairesinin söz konusu karar- larında oluşan bu içtihat, daha sonra, hukuka aykırı olarak alınan ve bu nedenle yargı organınca iptal edilen haciz kararı uygulanarak tahsil edilen vergilerin yargı kararı uyarınca geri verilmesi ile ilgili olarak, Danıştay Dördüncü Dairesinin 24.11.2005 gününde oybirliği ile vermiş olduğu, E:2005/963, K: 2005/ 2261 sayılı kararında da benimsenmiştir. Danıştay Dördüncü Dairesi, anılan kararında, tıpkı, yukarıda metni verilen kararda olduğu gibi, faizin hukuki niteliğinin tazminat olduğuna; hukuk devletle- rinde paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının sahibine ver- miş olduğu zararların faiz ya da başka isim altında tazmini için açık yasa hükmü aranmasının düşünülemeyeceğine; aksine anlayışın, Anayasanın 125’inci maddesinin idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı tazminle yükümlü olduğuna dair amir hükmü ile bağdaştırılamayacağına;

idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden doğan zararların tazmini- nin, İdarenin Sorumluluğu ile ilgili kurallar tarafından sağlanacağına vur- gu yapmıştır. Bununla birlikte; Daire, davacıya verilmesi gereken faiz mik- tarının genel hükümlere göre hesaplanması gerektiğini söylemiştir. Genel hükümlerden neyin amaçlandığı ise, kararda, açık değildir. Eğer kastedilen, 19:12.1984 gününde yürürlüğe giren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanununun 1’inci maddesinde öngörülen senelik faiz ora- nı ise; bu oran, Borçlar Kanunundan ve Türk Ticaret Kanunundan doğan alacaklar için öngörülmüş bulunduğundan; bize göre, Kamu Hukukundan doğan alacaklar için uygulanamaz. Ayrıca; Devlet alacaklarına uygulanan faiz oranına nazaran, idare edilenler (vergi mükellefleri) aleyhine eşitsiz- lik yaratır ki, bunun, Hukuk Devleti İlkesine uygunluğu tartışılır. Bizce;

Danıştay Yedinci Dairesinin kararında açıklandığı üzere, hukuka aykırı vergilendirme işlemi ile tahsil edilen vergiden kaynaklanan mükelleflerin zararını asgari ölçüde karşılayabilecek faiz oranı, aynı zaman süreci içinde, Devletin kendi alacakları için uyguladığı faiz oranıdır.

C - Vergi Usul Kanununun 112’nci Maddesinin 4’üncü Fıkrasının Ilk Düzenlemesinin Getirdiği

Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesine, 4369 sayılı Kanunun 2’nci

(9)

maddesiyle, eklenen ve 1.1.1999 tarihinde yürürlüğe giren (Danıştay Ye- dinci Dairesinin kararında değinilen) 4’üncü fıkrada, Devletçe fazla ve yersiz tahsil edilen veya vergi kanunları gereğince iadesi gereken (katma değer vergisi iadesi gibi) vergiler dolayısıyla sınırlı bir faiz ödemesi kabul edilmiştir.

Bu fıkra, Vergi Sistemimizde, haksız veya yersiz tahsil edilen vergilerin geri verilmesi sırasında, mükellefe de (koşullu da olsa) faiz ödenmesini ön- gören ilk yasal düzenlemedir. Aşağıda açıklanacağı üzere, sonradan Ana- yasa Mahkemesince iptal edilen fıkranın düzenlemesi aynen, “Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarlara üç aylık sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesapla- nan faiz 120’nci madde hükümlerine göre red ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir.” şeklindedir.

Düzenlemede, mükellefe faiz ödemesi yapılabilmesi için, üç koşul ön görülmüştür:

Koşullardan ilki, ortada, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen ya da, katma değer vergisi iadesinde olduğu gibi, vergi kanunları uyarınca mükel- lefine geri verilmesi gereken bir verginin bulunmasıdır.

Mükellefe faiz ödemesi yapılmasında ikinci koşul, fazla veya yersiz tah- sil edilen ya da iadesi gereken verginin mükellefe geri verilmesi için ilgi- li mevzuat gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlanmış olmasıdır. Bu bilgi ve belgeler tamamlanmadıkça, verginin iadesi mümkün olamayacağından; mükellefe faiz ödenmesi de, söz konusu olmayacaktır.

Üçüncü koşul, ilgili mevzuat uyarınca tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin mükellefçe tamamlanmış olmasına karşın, verginin bilgi ve belgelerin tamamlanma tarihinden itibaren üç ay içinde iade edilmemiş olmasıdır. Vergi, bilgi ve belgelerin tamamlanma tarihinden itibaren üç ay içerisinde iade edilecek olursa, mükellefe herhangi bir faiz ödemesi yapıl- maz. Bu durum, 4’üncü fıkrada öngörülen faiz ödemesinin sebebinin, ver- ginin fazla veya yersiz tahsili olmadığını, iadesindeki gecikme olduğunu göstermektedir.

(10)

Bu üç koşulun gerçekleşmesi durumunda, söz konusu üç aylık sürenin sonunda düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için, faiz hesaplaması yapılır (Danıştay 4. Dairesi 31.3.2004). Verginin tahsil edildiği tarihten üç aylık sürenin dolduğu tarihe kadar geçen süre ile düzeltme fişinin tebliği tarihinden verginin mükellefe ödendiği tarihe ka- dar geçen süre için herhangi bir faiz ödemesi yapılmaz. Bu bakımdan; bu düzenleme ile getirilen mükellefe faiz ödemesi yapılması olanağı, süresi itibariyle de sınırlıdır.

Ç – Vergi Usul Kanununun 112’nci Maddesinin 4’üncü Fıkrasının İlk Düzenlemesinin Anayasa Mahkemesince Iptali:

Fıkra, Anayasa Mahkemesi’nin,14 Mayıs 2011 gün ve 27934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 10/2/2011 gün ve E: 2008/58, K: 2011/37 sayılı kararı ile iptal olunmuştur. Kararın gerekçesi, aşağıya aynen alın- mıştır:

“213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 112. maddesinin dördüncü fıkra- sı ile mükelleflerden fazla veya yersiz tahsil edilen vergilerin iadesinde, tahsilâtın üzerinden çok zaman geçmiş olsa da istenen bilgi ve belgelerin teslimiyle yapılan iade talebinden sonraki üç ay içinde yapılmayan iadeler için bu üç ayın sonundan başlamak üzere düzeltme fişinin tebliğ edildiği güne kadar işleyen tecil faizinin vergi aslı ile beraber ödenmesi öngörül- mektedir. Buna karşın aynı maddenin üçüncü fıkrası ile eksik tahsil edi- len veya tahsil edilemeyen vergiler için mükelleflerden verginin ödenmesi gereken tarihten itibaren ödemenin yapıldığı güne kadar işleyen gecikme faizi alınmaktadır.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her eylem ve işle- mi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık devlettir.

Anayasa’nın 35. maddesinde ise, herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırla- nabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı ola- mayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, herkese başkasının hakkı- na zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla,

(11)

sahibi olduğu şey üzerinde dilediği biçimde yararlanma, tasarruf etme, başkalarına devretme, kullanma, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme olanağı verir.

İtiraz konusu kural, kamu kurumları ile kişiler arasında kamu idareleri- nin kamu gücüne dayalı yetkilerini kullanırken hatalı işlemleri nedeni ile oluşan alacaklı-borçlu ilişkilerinin borçlu olan kamu kurumları lehine bo- zulmasına sebebiyet vermektedir. Bunun yanında kamu kurumlarının bor- cunu ödemesini geciktirmede teşvik edici olmakta ve vatandaşların devlete olan güvenini sarsmaktadır.

Vergi, devletin vatandaşlardan kamu gücüne dayalı ve karşılıksız tahsil ettiği bedel olsa da idarece yapılmış olan vergi tahsilâtının fazla veya yer- siz olduğu tespit edildikten sonra bu tahsilât, mükellefler için bir “ala- cak” haline gelmektedir.

Alacak hakkı mülkiyet hakkı kapsamında kişilerin temel hakların- dandır. Kişiler yanlış veya yersiz vergi tahsilatı nedeni ile belli bir süre mülkiyetlerinde olması gereken bir meblağdan kullanma, tasarruf etme ve harcama şeklinde yararlanma imkanından mahrum kalmaktadırlar.

Bu süre zarfında enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu mülkiyetin tasarruf veya ya- tırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamakta- dır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır.

İtiraz konusu düzenleme ile devlet fazla veya yersiz yapılmış tahsilâtlar ile hazinesinde tuttuğu meblağı kişilere iade ederken üzerinden uzun za- man geçmiş olsa bile talep tarihinden üç ay sonra başlamak üzere işleye- cek faizi ödemektedir. Düzenleme ile elde edilen kamu yararı kamu için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi için zorunlu bir durum arz etmemekte, sadece devlete başkasının mülkü üzerinde sebepsiz ve karşılıksız biçimde tasarruf etme hakkını vermek- tedir.

Fazla veya yersiz tahsil edilen vergilerin iadesinde, tahsilâtın yapıldığı tarih yerine başvuru tarihinden üç ay sonra başlamak üzere işleyecek fai- zin ödenmesine ilişkin kural, kişinin belli bir dönem için faiz gelirinden mahrum kalması sonucunu doğurarak genel yarar ile kişi yararı ara- sındaki dengenin bozulmasına yol açmakta, bu durum hukuk devletinde korunması gereken mülkiyet hakkının ihlaline neden olmaktadır.

(12)

Nitekim Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunma- sına İlişkin Sözleşme’ye Ek Protokol’ün 1. maddesinde de:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı göste- rilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebe- biyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkele- rine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun ola- rak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uy- gulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” denilmektedir.

Bu kural uyarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Eko-Elda Avee/

Yunanistan davasında (9.3.2006 günlü, Başvuru No: 10162/02); haksız olarak tahsil edilen verginin beş yıl beş ay sonra faizsiz olarak iade edil- mesini, belli bir meblağdan yararlanma hakkı uzun süre engellenen şahsın, mali durumunda önemli ve kesin zararlara neden olunduğu, bu durumun sürdürülmesi gereken genel yarar ile kişi yararı arasındaki dengeyi bozdu- ğu, şahıs üzerine aşırı yük yüklediği gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmiş ve mülkiyet hakkı çiğnenen şahsa faiz ödenmesi ge- rektiğine karar vermiştir.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 35. mad- delerine aykırıdır.”,

Görüldüğü üzere; Yüksek Mahkeme, haksız veya yersiz alınan verginin, Devletin Hazinesinde kaldığı süre zarfında, enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan aşınma sebebiyle mülkiyetin gerçek değerinin azaldığı gibi, mülkiyetin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlan- mak imkânını da ortadan kaldırarak, kişiler açısından haksızlığa yol açtı- ğı; bunun da, (tıpkı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin Eko-Elda Avee/

Yunanistan kararında söylendiği gibi) genel yarar ile kişi yararı arasındaki dengenin bozulmasına ve hukuk devletinde korunması gereken mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı; mülkiyet hakkı çiğnenen bireye faiz ödenmesi gerektiği görüşündedir. Yüksek Mahkeme, ayrıca, kararında, 112’nci mad- denin 4’üncü fıkrasının düzenlemesi ile elde edilen kamu yararının, kamu için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdü- rülmesi için zorunlu bir durum arz etmediğini; sadece, Devlete başka- sının mülkü üzerinde sebepsiz ve karşılıksız biçimde tasarruf etme hakkını verdiğini söylemektedir.

(13)

Yüksek Mahkemenin iptal kararında yer alan gerekçeler, Danıştay Ye- dinci Dairesinin yukarıda verilen kararlarında vergi idaresini tazminata mahkum etmek için dayandığı gerekçelerle uyuşmaktadır.

Her ne kadar, Yüksek Mahkeme, kararında, haksız veya yersiz tah- sil edilen verginin yargı kararı uyarınca geri verilmesi sırasında mükel- lefe ödenmesi gereken faizin hukuki niteliği hakkında açık bir belirleme yapmamışsa da; haksız veya yersiz tahsil edilen verginin mükellefi için mülkiyet hakkının kapsamında bir temel hak olduğu; bu alacağın Devlette kalmasının, mülkiyet hakkı yönünden değer aşınmasına; sahibi yönünden de, tasarruf ve yatırım hakkından mahrum kalmaya yol açan bir haksızlık olarak olarak nitelendirmiş olması, bu haksızlık karşılığında ödenmesi ge- reken faizin hukuksal niteliğini de açıkça ortaya koymaktadır. Hukukta, bu tür zararlar karşılığında yapılan ödemenin niteliği, tazminattan başka birşey değildir.

D – Vergi Usul Kanununun 112’nci Maddesinin 4’üncü Fıkrasının Yeni Düzenlemesi.

Anayasa Mahkemesi, kararında, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe girmesini kararlaş- tırmıştır. İptal kararı yürürlüğe girmeden çıkarılan 31.5.2012 gün ve 6322 sayılı Kanunun 14’üncü maddesiyle, fıkra, aşağıdaki şekilde yeniden dü- zenlenmiştir:

“Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergiler, fazla veya yersiz tahsi- latın mükelleften kaynaklanması halinde düzeltmeye dair müracaat tarihi, diğer hallerde verginin tahsili tarihinden düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz ile birlikte, 120 nci madde hükümlerine göre mükellefe red ve iade edilir.”

Fıkranın eski şekli ise, vergi kanunları gereğince iade edilecek vergiler bakımından, yeniden düzenlenen 5’inci fıkrada muhafaza edilmiştir.

III – YENI DÜZENLEMENIN KAPSAMI VE DEĞERLENDIRILMESI:

Fıkranın yeni düzenlemesinde, geri verilmesi gereken verginin kapsa- mı, fazla veya yersiz tahsilatın hangi anlama geldiği ve bu tür tahsilatın mükelleften kaynaklanmış olması halleri açıklanmaya muhtaçtır.

(14)

A – Verginin Tanımı:

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 1’inci maddesinde, bu Kanun hüküm- lerinin, ikinci maddede yazılı olanlar dışında, genel bütçeye giren vergi, resim ve harçlar ile il özel idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim ve harçlar hakkında uygulanacağını söylenmiştir. Buna göre, anılan bütçe ve idarelere ait vergi, resim ve harçlar Vergi Usul Kanununun uygulama alanı içerisinde bulunmaktadır. Ancak; Vergi Usul Kanununun uygulama alanı içerisinde olması, bu Kanunun her hükmünün, bunların tamamı hakkında uygulanacağı anlamına gelmeyebilir. Örneğin; vergiler için uygulanacak bir hüküm, resim ya da harçlar için uygulanmayabilir. Ya da, yalnızca re- simler veya yalnızca harçlar için uygulanması gereken bir hüküm, anılan kanunda yer almış bulunabilir. Dolayısıyla; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasının yeni düzenlemesinde geçen, “vergi” tabiri- nin, bu Kanunun 1’inci maddesinde kanunun uygulama alanına girdiği ya- zılı bulunan resim ve harçları da kapsadığını söyleyebilmek için, bu madde hükmüne bakmak yeterli değildir.

Kanunun 3’üncü maddesinin (A) fıkrasında da, “vergi kanunu” tabiri- nin neyi ifade edeceği söylenmiş; ancak, “vergi” tabirinin ne anlama gel- diği açıklanmamıştır. Bununla birlikte; fıkrada, “vergi kanunu” tabiri ile işbu kanun ile bu kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarının ifade olunduğu yolunda yapılan açıklamaya bakarak, “Madem ki, resim ve harçları düzenleyen kanunlar da vergi kanunu olarak nitelendirilmek- tedir; o halde, Vergi Usul Kanununun uygulamasında, bunların da vergi olarak nitelendirilmesi gerekir” demek mümkündür. Esasen; Anayasanın 73’üncü maddesinin, düzenlemesinde, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerden bahsetmesine ve bunların konulmasının, değiştirilmesinin ve kaldırılmasının kanunla olacağının söylenmesine karşın, başlığının yalnız- ca “Vergi ödevi” olması da, vergi tabirinden vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin anlaşılması gerektiğini göstermektedir.

Böyle kabul edilse bile, sorun tam olarak çözülmüş olmamaktadır. Zira;

gecikme faizi ve gecikme zammı gibi verginin fer’ileri ile vergi cezalarının da vergi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyecekleri belirsiz kalmaktadır.

Gerek gecikme faizinin, gerekse gecikme zammının, devlete ait paranın başkası tarafından kullanılmasının karşılığı olması; yani, bir karşılığının bulunması sebebiyle vergi benzeri mali yüküm olarak nitelendirilmesi de mümkün değildir. Bununla birlikte; gecikme faizinin, verginin fer’i olması

(15)

sebebiyle, vergi tabiri içerisinde yer aldığını söyleyenler olabilir. Ancak, farklı bir kanuna (6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna) tabi bulunan gecikme zammının ve vergi niteliği ile bağdaşması olanaklı bulunmayan vergi cezalarının bu tabir içerisinde mütalaa edilmesi zor görünmektedir. Vergi cezalarının salt Vergi Usul Kanununa tabi olma- sı da, bu Kanunun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasının onlar hakkında uygulanmasını gerektirmez. Kanun koyucu da, böyle düşünüyor olmalı ki;

örneğin, anılan Kanunun 375’inci maddesinde, “Vergi cezalarında yapılan hatalar, bu kanunda vergi hataları için belli edilen usul ve şartlara göre düzeltilir.” deme gereğini duymuş.

Ancak; fazla veya yersiz alınan ve bu nedenle yargı kararına istinaden geri verilen gecikme zammı ve vergi cezalarına faiz uygulanmaması da, fıkranın düzenleniş amacına ve faizin Anayasa Mahkemesi kararlarında açıklanan niteliği ile 4’üncü fıkranın eski düzenlemesinin iptaline ilişkin kararın gerekçesine uygun düşmez. Dahası; vergi için böyle özel düzenle- me öngörülmüş olması, “Fazla veya yersiz tahsil edilen diğer kamu ala- cakları dolayısıyla ödemeyi yapanlar aleyhine bir durum yaratılmış olmu- yor mu?” sorusunu gündeme getirir.

Kuşkusuz; Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile İnsan Hakları Avru- pa Mahkemesinin Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında sözü edilen mül- kiyet hakkı ihlali ve haksızlık, fazla veya yersiz tahsil edilen gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası, Kabahatler Kanunu veya kabahat öngören diğer kanunlar uyarınca kesilen idari para cezası ve tüm diğer kamu ala- cakları için de söz konusudur. Tüm bu tahsilatlardan yalnızca vergilerin geri verilmesinde faiz öngörülmesi, Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Söz- leşmesinin eki 1 nolu Protokol ile güvence altına alınan mülkiyet hakkı- nın korunmasında eksik kalmaktadır. Gerek mülkiyet hakkının korunması, gerekse, idarenin işlem ve eylemlerinin neden olduğu zararların tazminine ilişkin anayasal kural bağlamında, vergi adı altında fazla veya yersiz tahsil edilen alacakların, başka adlar altında fazla ve yersiz tahsil edilen diğer alacaklara nazaran daha fazla korunmaya değer kabul edilmesini haklı gös- terecek bir gerekçenin bulunabileceğini sanmıyoruz.

Bize göre; Anayasanın 125’inci maddesi uyarınca ve idarenin sorumlu- luğu ilkelerine göre çözümlenmesi olanaklı bir sorunun yasa ile çözümlen- mesine çalışılmasından kaynaklanan böyle bir durumun; özellikle de, fazla veya yersiz tahzil edilen gecikme faizi, gecikme zammı ve vergi cezaları

(16)

hakkında da 4’üncü fıkra hükmünün uygulanıp uygulanamayacağı konu- sunun, ileride, uygulamada tartışmalara neden olması kaçınılmaz görün- mektedir.

B – Fazla Tahsilat Kavramı:

Arapça kökenli olan “fazla” sözcüğüne, Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğünde; “1 – Gereğinden, alışılmışından çok, aşırı olan, zi- yade; 2 – Daha çok, aşkın; 3 – Artmış olan; 4 – Gereksiz, yersiz biçimde”

anlamları verilmiştir.

Bu anlamlardan ilki ve sonuncusu, “fazla tahsilat” ibaresindeki

“fazla”yı açıklamaya daha elverişlidir. Bu bağlamda, “fazla tahsilat kav- ramı”, vergi yasalarına göre alınması gereken bir vergi miktarından ziya- desinin tahsil edilmesini; tahsilatın, bu miktar aşılarak yapılmasını ifade etmektedir. Gerçekte ortada tahsil edilmesi gereken bir vergi miktarı var- dır; ancak, tahsilat bu miktar aşılarak yapılmıştır. Örneğin; özel yasasına göre 100 TL olarak tahakkuk ettirilmesi gereken verginin, 150 TL olarak tahakkuk ettirilmesi veya 100 TL olarak tahakkuk ettirilmesine karşın 150 TL olarak tahsil edilmesi durumunda, böyle bir tahsilattan söz edilir.

Alınması gereken bu miktar aşılarak tahsil edilen vergi kısmının, ger- çekte, yasal dayanağı yok demektir. Yasal dayanağı olmadan yapılan ver- gi tahsilatı ise, “fazla” sözcüğünün sonuncu anlamı bakımından, aşağıda sözü edilen yersiz vergi tahsilatı anlamına da gelir.

C – Yersiz Tahsilat Kavramı:

Aynı Sözlükte, “yersiz” sözcüğünün;”1 – Barınacak yeri olmayan, 2 – Yerinde olmayan, uygunsuz, anlamsız, manasız.” Anlamlarına geldiği belirtilmiştir.

Tahsilatın yersiz olmasının, sözcüğün sözlük anlamlarından hareketle, verginin hukuki (yasal) dayanağı olmadan alınması olduğunu söyleyebili- riz. Bu tür bir yersizlik, alınan verginin tamamı için söz konusu olabileceği gibi, yalnızca bir kısmı için de olabilir. Kısmen yapılan yersiz tahsilat, aynı zamanda, bir önceki başlık altında açıklandığı üzere, fazla tahsilat anlamı- na da gelir.

Mükellef olmayandan vergi alınması; istisna kapsamında olan gelir, servet, evrak vs’nin vergilendirilmesi; gelir unsuruna girmeyen bir kazan- cın, matraha dahil edilmesi; gider unsuru olan bir harcamanın, gider olarak

(17)

kabul edilmemesi; zamanaşımı süresi geçtikten sonra verginin tarh, tahak- kuk ve tahsili, yersiz tahsilata örnek olarak verilebilir.

Ç – Fazla Veya Yersiz Tahsilatın Mükelleften Kaynaklanması:

Fıkra; fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin geri verilmesi sırasında faiz hesaplamasını, fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kay- naklanıp kaynaklanmamasına göre farklılaştırmaktadır. Bu tür tahsilatın mükelleften kaynaklanması halinde, düzeltmeye dair müracaat tarihi ile düzeltme fişinin tebliğ tarihi arasındaki zaman dilimi için faiz hesaplan- masını öngörürken; diğer hallerde, faiz hesaplamasının son tarihini, yine düzeltme fişinin tebliğ tarihi olarak almakla birlikte; hesaplamayı, geriye, verginin tahsil tarihine götürmektedir. Yani; fazla veya yersiz tahsilatın ya- pıldığı tarih ile düzeltme fişinin tebliğ olunduğu tarih arasındaki zaman dilimi için, mükellefe faiz vermektedir. Fıkranın diğer haller diye ifade et- tiği bu haller, gerçekte, vergi idaresinden kaynaklanan nedenlerle verginin fazla veya yersiz tahsil edildiği hallerdir.

Yasa koyucu’nun, fazla veya yersiz tahsil edilen vergiler için faiz öden- mesinde yapmış olduğu bu ayırım, onun faizin hukuki niteliğini, tazmi- nat olarak kabulünün sonucudur. Fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanması, gerçekte, söz konusu tahsilata mükellefin kusurunun sebep olması anlamına gelmektedir. Kanun koyucu, mükellefin kendi kusuruna dayanarak, faiz talep edemeyeceği düşüncesinde olduğu için, mükellefin kusurlu olduğunu düşündüğü dönem için faiz ödenmesini öngörmemiştir.

Bu anlayış, faizin tazminat niteliğine uygun görünmektedir. Ancak; faizin karşılığıyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan açıklamalarla uyuştuğu söylenemez.

Kanun koyucu’nun faizin hukuki niteliği konusundaki bu kabulü ile Anayasa Mahkemesinin kararlarında faizin neyin karşılığı olduğu konu- sunda yapılan açıklamalar arasında var olan farklılığa aşağıda ayrıca deği- neceğiz. Ama; önce, fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanabi- leceği hallere bir bakmak gerekir.

1 – Fazla Veya Yersiz Tahsilat, Hangi Hallerde Mükelleften Kaynaklanmış Olabilir?

Fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanması demek, vergiy- le ilgili ödevlerin yerine getirilmesi sırasında, mükellefçe yapılan ve ku-

(18)

surlu sayılabilen bir davranışın bu fazla veya yersiz tahsilata sebep olması demektir. Bu tür bir tahsilatın hangi hallerde olabileceğini bakalım:

a – Ihtirazi Kayıt Koymaksızın Beyan.

Beyana dayalı vergilerde, fazla veya yersiz tahsilatın nedeni, ihritazi kayıt koyulmaksızın verilen beyannamede;

- Vergi matrahının hatalı göstermesi,

- Vergi matrahının doğru gösterilmesine karşın yanlış vergi oranının uygulanması,

- Vergi matrahının ve oranının doğru olmasına karşın hesaplamanın hatalı yapılması,

- Vergi miktarı doğru hesaplanmasına karşın, verginin tahsilatı sırasın- da hata yapılması,

olabilir.

Bu hallerin ilkinde, hatanın mükelleften kaynaklandığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Zira; verginin matrahını, kendi defter kayıtlarına dayanarak hesapmaka durumunda olan mükelleftir. Bu hesaplama sırasanda verginin fazla veya yersiz alınmasına neden olabilecek her hata, onun hatasıdır.

Ancak; ilk hal dışındaki nedenlerle verginin fazla veya yersiz hesaplan- masının nedeninin mükellef olarak gösterilmesi, mümkün değildir. Zira;

verginin miktar olarak tespiti, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 20’nci maddesine göre, verginin kanunlarda gösterilen matrah ve oranları üzerin- den yapacağı hesaplamayla, vergi idaresine ait bir yetki ve görevdir. Bu yetki ve görevin, beyannamelerde açılan hanelerle mükellefe yük olarak getirilmesi, kanunlarla vergi idaresine verilen görevin, yine bu kanunlara aykırı olarak, mükelleflere yaptırılması niteliğindedir. Dolayısıyla; beyan- namelerde, verginin oranının hatalı gösterilmesinin ve bu hatalı orana göre fazla vergi hesaplanmasının ya da doğru matraha doğru oran uygulanması- na karşın hesaplamanın hatalı yapılmasının kusuru vergi mükellefine yük- lenemez. Elektronik ortamda verilen beyannamelerde, programlama hatası olarak, yanlış oran uygulanmak veya yanlış hesaplama yapmak suretiyle verginin miktar olarak fazla hesaplanması da, vergi idaresinin kusurundan kaynaklanan bir durumdur.

Aynı şekilde; doğru yapılan vergi tahakkukuna karşın, verginin tahsilat sırasında fazla alınması da, yine vergi idaresine ait bir kusurdur. Zira; pa- ranın tahsilat sırasında doğru sayılıp alınması konusunda gerekli dikkat ve

(19)

özenin gösterilmesi görevi, vergi idaresinin kasaya koymuş olduğu görev- liye veya tahsilatla yetkili kıldığı kurumun görevlisine aittir.

b – Ihtirazi Kayıt Koyarak Beyan.

Bir çok halde, mükellefler, verginin konusunu oluşturduğundan emin olmadıkları, gelir veya servetlerini, ileride ceza ve faiz yüküne muhatap olmamak için, ihtirazi kayıt koyarak; yani, dava hakkını mahfuz tutarak beyan etmeyi tercih etmektedirler. Bu şekilde verilen beyannameler dola- yısıyla da, vergi idarelerinin genel eğilimi, bu ihtirazi kayıtların kabul edil- memesi ve beyannamelerde gösterilen gelir veya servet unsurları üzerinden tahakkuk yapılması yolunda olmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27’nci maddesinin 4’üncü fıkrasına göre de, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine tarh edilen vergilere karşı vergi mahkemesinde dava açılması, tahsilatı kendili- ğinden durdurmamaktadır.

Beyannamelerini ihtirazi kayıtla veren mükellefler, yapılan tahakkuk- lara karşı dava açarak yürütmenin durdurulmasını istemekle birlikte; bu isteklerinin karara bağlanmasını beklemeden, gecikme zammı ödememek için, tahakkuk eden vergiyi vadesinde ödemeyi tercih etmektedirler.

Öyle sanıyorum ki, uygulamada, en çok sorun yaratacak olan da, ihti- razi kayıtla verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen ve vadesinde ödenen vergilerin yargı kararı uyarınca geri verilmesi durumunda mükel- lefe verilmek üzere faiz hesaplanmasının nasıl yapılacağı olacaktır. Yine;

öyle sanıyorum ki, vergi idaresi, ihtirazi kayıtla beyanname verilmesini ve tahakkuk ettirilen vergiye karşı idari dava açılmasına karşın, mahkemenin vereceği yürütmenin durdurulması kararı beklenilmeksizin, tahakkuk et- tirilen verginin vadesinde ödenmesini, mükelleften kaynaklanan bir fazla veya yersiz tahsilat olarak nitelendirme yoluna gidecektir.

Oysa; mükellefin ihtirazi kaydını incelemek, haklı nedene dayanıyorsa, tahakkuk yapmamak vergi idaresinin görev ve yetkisinde olan bir husustur.

Yapılan tahakkukun açılan dava sonunda vergi mahkemesince iptal edil- mesi, vergi idaresinin mükellefin ihtirazi kaydını kabul etmemekle hukuka aykırı davrandığını gösterir. Vergi idaresinin hukuka aykırı davranışı ise, onun hizmet kusurundan başka birşey değildir.

Aynı şekilde; verginin vadesinde ödenmiş olmasından dolayı, ödeyene kusur izafe edilemez. Zira; kamu giderlerinin karşılığı olması nedeniyle,

(20)

verginin vadesinde ödenmesi asıldır. Bu nedenle; ihtirazi kayıtla da olsa beyanname veren mükellefin, tahakkuk eden vergisini vadesinde ödemesi, ihtirazi kayıt kabul edilmeyerek, hukuka aykırı olarak tahakkuk ettirilen fazla veya yersiz vergisinin tahsilatının mükelleften kaynaklandığını gös- termez.

c – Dava Açmasına Karşın Verginin Mükellef Tarafından Ödenmesi.

Kimi hallerde, mükellefler, hukuka aykırı olarak nitelendirdikleri vergi tarhlarına karşı vergi mahkemesinde dava açmalarına ve 2577 sayılı Kanu- nun 27’nci maddesinin dava açılmakla yukarıda sözü edilen 4’üncü fıkrası uyarınca tahsilatın kendiliğinden durmasına karşın; ileride ödemek duru- munda kalabilecekleri gecikme faizine muhatap olmamak için, vergiyi va- desinde ödemeyi tercih etmektedirler.

Bu halde de, vergi dairelerinin, fazla veya yersiz tahsilatın mükellef- ten kaynaklandığını ileri sürmeleri olasıdır. Ancak; verginin vadesinde ödenmesi halinde, ödeyene kusur izafe edilmesinin mümkün olmadığı yo- lundaki bir önceki başlık altında yapmış olduğumuz açıklama, burada da geçerlidir.

ç – Ikmalen, Re’sen Veya Idarece Yapılan Tarhiyatlar Sonucu Verginin Fazla Veya Yersiz Tahsil Edilmesi.

İkmalen, re’sen ve idarece tarh nedenlerinin bulunması halinde, kuşku- suz, tarhiyatın vergi idaresinden kaynaklandığı söylenemez. Bu hallerde, ikmalen, re’sen veya idarece tarhiyata sebep olan mükellefin kanuna uygun olmayan bir davranışıdır.

Tarh sebebi bulunmasına karşın, yapılan tarhiyatta bir hukuka aykırılık yapılmış ve bunun sonucu olarak vergi fazla veya yersiz tahsil edilmiş de olabilir. Böyle durumlarda da, ikmalen, re’sen veya idarece tarhın sebebi- nin, mükellefin kusurlu davranışından kaynaklanmış olmasına karşın, fazla veya yersiz tahsilatın sebebinin mükellef olduğu söylenemez. Fazla veya yersiz tahsilatın sebebi, vergi idaresinin yapmış olduğu hukuka aykırı mat- rah takdiri ve/veya vergi hesaplamasıdır,

2 – Fazla Veya Yersiz Tahsilatın Mükelleften Kaynaklanmış Olması, Faizin Ödenmesine Esas Tarihin Farklılaştırılmasını Haklı Kılar Mı?

Faizi, kendisinden para tahsil edilen kişinin, bu parayı kullanmaktan

(21)

ve nemasından mahrum kalmasının karşılığı olarak tanımlayacak olursak, tahsilatın mükellefin kusurundan kaynaklanması; yani, fazla veya yersiz tahsilatta vergi dairesinin kusurunun bulunmaması durumunda, vergi da- iresinin tazminat sorumluluğunun olmadığından, tartışmalı da olsa, söz edilebilir. Ancak; faizi, başkasına ait parayı kullananın bu paradan sağla- dığı nemayı, paranın gerçek sahibine vermesi olarak tanımlayacak olursa;

o takdirde, vergi dairesinin, kusursuz da olsa, fazla veya yersiz tahsil ettiği parayı kullanarak elde etmiş olduğu yararı, paranın gerçek sahibi olan mü- kellefe vermesi için, kusurunun olması gerekmeyebilir.

Anayasa Mahkemesinin kararlarına baktığımızda, faizin iki türlü de tanımlandığını görmekteyiz5. Bir kararında, faizi, paranın asıl sahibinin, kendisinden haksız ve hukuksuz olarak tahsil edilen paranın nemasından yararlanamamasının karşılığı olarak tanımlarken (yukarıda verilen iptal kararında, söylenen de budur); başka bir kararında da, başkasına ait parayı kullanarak yarar sağlayan kişinin bu yararı paranın gerçek sahibine verme- si olarak tanımlamaktadır.

Anayasa Mahkemesinin kararlarında yapılan bu iki faiz tanımını, olaya uygulayacak olursak, şöyle bir sonuca varmak mümkün görünmektedir:

Eğer, vergi dairesi (Devlet) mükellefin kusurundan kaynaklanan nedenler- le fazla veya yersiz tahsil etmiş olduğu parayı, kullanarak bir yarar sağla- mışsa; mükellefin kusurunu ileri sürerek, bu yararı paranın gerçek sahibi olan mükellefe vermemezlik edemez. Burada sorun olan, Devletin bu tah- silattan nasıl ve ne kadar yarar sağladığının saptanmasındadır. Ancak; bu sorun da, Devletin iç borçlanmasının yoğun olduğu dönemde, fazla veya yersiz tahsilat kadar az borçlanma yaptığı ve, böylece, iç borçlanma faizine eş değer bir yarar sağladığı kabul edilerek çözümlenebilir.

Kişiler arasındaki iradi borçlanmalarda, başkasına ait paranın kullanıla- rak yarar elde edilmesi, borç verenin kusurundan kaynaklanmadığı halde, geri verme tarihinde, tarafların aralarında belirledikleri oran kadar bir fai- zin ana paraya eklenmesi de, aynı esasa dayanmaktadır. Zira; iradi olarak borç alan kişi; bundan bir yarar sağlamaktadır. Buna karşılık; iradi olarak borç veren kişi ise, en az borç alanın sağladığı yarar kadar yarardan yoksun kalmaktadır. Daha da fazlası; borç veren kişi, paranın borç alanda kaldığı sürenin sonunda, enflasyon oranı kadar da parasının değer kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır. Yani; borç verme işlemiyle, bir taraf yarar sağlarken,

5 Bkz. Giriş bölümündeki AYM kararları.

(22)

diğer taraf da zarara uğramaktadır. Aralarında oranını belirledikleri faizle borç alan ve verenin yaptığı, bu yararla zarar arasında dengenin kurulma- sından ibarettir. Bu yarar ve zarar dengesinin kurulması, aynı zamanda, borç verenin mülkiyet hakkında borç verme işlemiyle oluşan olumsuzlu- ğun giderilmesi anlamına da gelmektedir.

Bizce; fazla veya yersiz tahsilatın mükellefin kusurundan kaynaklan- ması halinde; hukuka uygun düşen, Devletin, yalnızca, enflasyon nedeniy- le doğan değer azalmasından sorumlu tutulmamasıdır. Yoksa; mükellefin kusuru sonucu da olsa fazla veya yersiz tahsilat yapan ve bunu da kullanan Devletin, bundan sağladığı yararı, paranın asıl sahibi olan mükellefe ver- memesini, mükellefin kusuru haklı kılamaz.

3 – Tecil Faizi Adaletli mi?

Mükellefe ödenecek faiz miktarı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tah- sil Usulü Hakkında Kanununun 51’inci maddesinde öngörülen gecikme zammı oranında değil, faiz hesaplanması gereken dönem için aynı Kanu- nun 48’inci maddesi uyarınca belirlenen tecil faizi oranındadır. Bu durum;

diğer bir sınırlılık halini oluşturmaktadır. Oysa; Kanun koyucu’nun, ik- malen, re’sen ve idareci tarh edilen vergiler için, Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında öngörmüş olduğu gecikme faizi, verginin normal vade tarihinden, duruma göre, son yapılan tarhiyatın ta- hakkuk tarihine, vergi mahkemesi kararının tebliğ tarihine veya uzlaşma tutanağının imzalandığı tarihe kadar hesaplanmaktadır. İkincisi; gecikme faizinin oranı, 6183 sayılı Kanunun 51’inci maddesinde öngörülen gecik- me zammının oranına eşittir. Bu oran ise, her zaman, tecil faizinin oranın- dan fazladır.

Ayrıca, vergi, zamanında tahakkuk ettirilmezse, gecikme faizi; tahak- kuk ettirilmesine karşın vadesinde ödenmezse de, gecikme zammı uygu- landığından; Devlet, zamanında tahsil edemediği vergi için, her durumda, adı, ister gecikme faizi, ister gecikme zammı olsun, aynı oranda faiz alma olanağına sahiptir. Üstelik, oranı yüksek olan bu faiz ya da zam, Devle- tin enflasyon dolayısıyla olan kaybı ile istikrarlı ekonomilerde geçerli faiz kaybını karşılayabilecek niteliktedir. Oysa; Danıştay Yedinci Dairesinin yukarıda verilen kararında da söylenildiği gibi, Devletin alacaklarına uy- gulanan gecikme faizinin ilgili dönemlerde miktarını belirleyen zarar, hu- kuka aykırı olarak yapılan vergi tahsilatlarında, aynen mükellef için de söz

(23)

konusudur. Durum böyle iken; her iki alacağa farklı faiz oranlarının uygu- lanması, idare edilenler aleyhine yaratılan bir eşitsizliktir.

Devletin idare edilenlerden olan alacaklarına uygulanan faizin oranı ile idare edilenlere olan borçlarına uygulanan faizin oranı arasındaki bu eşitsizlik, Devletin alacağına şahin, vereceğine karga olduğu yolundaki eski bir atasözünü haklı çıkarmaktadır. Yarım yüzyıla yaklaşan hukukçu- luğumun sağladığı bilgi birikimi, bana, hukuk devletlerinde, bu sözün artık geçerliliğinin olamayacağını söylemektedir.

IV – KENDISINDEN HAKSIZ VEYA YERSIZ VERGI TAHSIL EDILEN MÜKELLEFE YALNIZCA KANUNDA ORANI BELIRLENEN FAIZIN ÖDENMESI, MÜKELLEFIN GERÇEK ZARARINI KARŞILAYABILIR MI?

Hukuk devletlerinde asıl olan, idarenin eylem ve işlemleriyle idare edi- lenlere verilen zararların gerçek miktarlarıyla tazmin edilmesidir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, Anayasamızın 125’inci maddesinin son fıkrasında söylenen de bundan farklı değildir.

Anayasal durum ve hukuk bunu emretmesine karşın, kanunla öngörü- len tecil faizinin, mükelleften fazla veya yersiz tahsilat yapılmasının onun ticari ve mesleki yaşamında yol açtığı zararın gerçek miktarını karşılaması, çoğu zaman, olanaklı olmayabilir. Örneğin; hukuka aykırı olarak salınan bir vergiyi ve buna bağlı olarak kesilen vergi cezasını ödemek durumunda kaldığı için mali sıkıntıya düşen mükellefin, ticari veya mesleki yaşamında uğrayacağı itibar kaybının yol açacağı maddi ve manevi zararın tecil fai- ziyle telafi edilmesinin olanaklı olduğundan söz edilebilir mi?

Böyle bir zarar söz konusu olduğunda (ki az olasılık değildir), mükel- lefin maddi ve manevi zararının, diğer idarelerin eylem ve işlemlerinin diğer idare edilenlerde oluşturduğu maddi ve manevi zararların tazmini nasıl mümkün oluyorsa, öyle giderilmesi gerekir. Diğer idarelerin eylem ve işlemlerinin neden olduğu zararlar, uyuşmazlık halinde, idari yargıç ta- rafından idarenin sorumluluğuna ilişkin kurallar (kusurlu ve kusursuz so- rumluluğa ilişkin kurallar) uygulanarak verilen kararlarla giderilmektedir.

Vergi idaresinin işlemleriyle mükelleflere vermiş olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesinde uygulanması gereken yöntemin, bundan farklı olmasını gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

Benim, baştan beri söylediğim de budur. Vergi idaresinin, gerek kuruluş

(24)

ve görevleri, gerek bu görevlerin yerine getirilmesi için kendisine tanının yetkiler ve gerekse, bu yetkileri (kamu gücünü) kullanarak, tek yanlı irade açıklamasıyla, yapmış olduğu işlemler bakımından, diğer kamu idarelerin- den farkı yoktur. Tüm diğer kamu idareleri gibi, işlemlerini hukuk kural- larına uygun yapmak zorundadır. Hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmazı olan, hukuka bağlı idare anlayışı bunu gerektirir. Vergilendirme işlemlerin- deki hukuka aykırılıklar, vergi idaresinin hizmette kusurlu olduğunu göste- rir. Özellikle de, aksi yöndeki yargı kararlarına karşın, benzer durumlarda, aynı hukuka aykırılıkları yapmayı sürdürmesi, vergi idaresinin anılan ku- surunun derecesini ağırlaştırır.

Bu bakımdan; vergi idaresinin hukuka aykırı olarak yapmış olduğu ver- gilendirme işlemlerinin mükelleflere vermiş olduğu maddi ve manevi za- rarların gerçek miktarları ile tazmini, hizmet kusuru esasına dayalı olarak olanaklıdır. Hukuk devletlerinde olması gereken, idarenin neden olduğu bu tür zararları, dava yoluna gerek olmaksızın, kendiliğinden tazmin etme- sidir. Dava yolu, kural değil, istisna olmalıdır. Bunun için, özel bir yasa hükmüne de gerek yoktur.

Ben, idarenin işlem ve eylemleriyle idare edilenlere vermiş olduğu zararların tazminat yoluyla giderilmesi için var olan doğal yol yerine; bu zararların kanunla faiz belirlenerek giderilmesine çalışılmasını doğru bul- muyorum. Zira; idare edilenlerin bu tür zararları için kanunla faiz oranı belirlenmesi, yalnızca, yukarıda değindiğimiz üzere, Devletin memurla- rını, kendiliklerinden ödeyecekleri tazminatlar dolayısıyla, ileride soruya muhatap olmaktan kurtarmak ve yasanın öngördüğü faiz miktarını zara- rının giderilmesi için yeterli gören bireyler bakımından da, dava yoluna gerek olmaksızın, tazminat elde etme olanağı sağlamak gibi yararları sağ- layabilir; ancak, çoğu zaman, mükellefin gerçek zararının karşılığı olamaz.

Aksine; hukuka aykırı vergilendirmelerin neden olduğu maddi ve manevi zararların, yasada öngörülenden fazlasının tazmin edilemeyeceği yolunda, yanlış bir anlayışın yerleşmesine de yol açabilir.

Tazminat konusunda uyuşmazlık çıktığında da, dava yoluyla kendisine başvurulan idari yargıcın anlayışının, olması gereken bu durumun gerçek- leşmesinde, önemi vardır. İdari Yargı, güçlü idare karşısında zayıf durumda olan idare edilenlerin (bireylerin) hak ve çıkarlarını etkili bir biçimde ko- rumak ihtiyacından doğmuştur. Ben, varlığını bu nedene borçlu olan idari yargıcın, vergi idaresinin hukuka aykırı işlemleriyle mükelleflere vermiş

(25)

olduğu bu tür zararları, “yasada öngörülmemiştir” ya da “yasada bu kadar öngörülmüştür” gibi, idarenin kamu hukuku alanındaki sorumluluğuna ilişkin ilke ve kurallarla bağdaşması mümkün olmayan gerekçelerin arka- sına sığınmaksızın, gerçek miktarlarıyla tazminine hükmetmesinin gerek- tiğini düşünüyorum.

Ben, ayrıca, vergi idaresinin, hukuka aykırı olarak yaptığı tahsilatlar dolayısıyla, gerçek miktarlarda tazminat ödemeye mahkum edilmesinin, ona zarar vermekten çok yarar sağlayacağına; onu, kendisine çeki düzen vererek, hukuk dışına çıkmama ve daha az hata yapma konusunda gerekli önlemi almaya yönelteceğine de inanıyorum. İdarenin, hukuka aykırı ey- lem ve işlemleriyle, idare edilenlere vermiş olduğu maddi ve manevi zarar- ların, kusurlu kamu görevlisine rücu kaydıyla da olsa, tazminine mahkum edilme tehdidi altında bulunmasının, modern hukuk devletlerinde, idarenin faaliyetlerinin hukuk çerçevesinde kalmasını sağlayan en önemli etkenler- den birisi olduğu unutulmamalıdır.

V – SONUÇ:

Bu yazımla, yargıçlık görevim sırasında, uzun yıllar, bir hukuk devle- tinde olması gereken yönünden mücadelesini vermiş olduğum bir konuda;

yani, hukuka aykırı olarak yapılan vergilendirme işlemlerine dayanılarak tahsil edilen verginin yargı kararı uyarınca geri verilmesi sırasında, bu tah- silat dolayısıyla zarara uğrayan mükellefin bu zararının karşılanması ama- cıyla, Devletin de mükellefe, faiz adı altında tazminat ödemesinin gerekip gerekmeyeceği konusunda yeni bir tartışma başlatmayı amaçladım.

Amacımı, yazının başında açıklamış olsaydım; okuyucunun, “Bu so- run, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra yürürlüğe giren 6322 sayılı Kanunla çözümlenmedi mi?” sorusuyla karşılaşmam kaçınılmaz olurdu. Yazı okunduktan sonra, öyle sanıyorum ki, yine soru yöneltilecek;

ama, bu kez, sorunun mahiyeti değişecektir: “Gerçekten, 6322 sayılı Ka- nun, sorunu tam olarak çözümlemiş oldu mu?”. İşte, benim de bu yazıyı yazmaktaki amacım, tam olarak, bu sorunun yanıtı hakkında (kimi ipuçları da vererek) okuyucunun düşünmesini sağlamaktır.

(26)

KAYNAKÇA

Danıştay 3.Dairesi (14.12.1993) E: 1992/1866, K: 1993/3667 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 3. Dairesi Danıştay 9.Dairesi (23.5.1996) E:

1996/519, K: 1996/1886 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 9. Dairesi Danıştay 4. Dairesi (31.3.2004). E: 2003/1101, K: 2004/630 sayılı ka- rarı. Ankara: Danıştay 4. Dairesi.

Danıştay 7. Dairesi (24.2.2005). E:2001/1208, K:2005/239 sayılı ka- rarı. Ankara: Danıştay 7. Dairesi Danıştay 7. Dairesi (Danıştay 9. Dairesi ile müşterek Kurul) ( 6.5.2005) E:2003/1913, K:2005/968 sayılı kararı

Danıştay 7.Dairesi (26.10.2005) E:2002/105, K:2005/2575 sayılı ka- rarı. Ankara: Danıştay 7.Dairesi

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu (11.6.1999) E: 1998/388, K: 1999/348 sayılı kararı. Ankara: Danıştay Vergi Dava daireleri Genel Kurulu

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu (14.5.1999) E: 1998/303, K: 1999/283 sayılı kararı. Ankara: Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu

Referanslar

Benzer Belgeler

ğ) Nüfusu 600.000'den fazla olan yerlerde (g) bendinde sayılan araçlara ilaveten, her 150.000 nüfus için 1 adet itfaiye söndürme aracı, her 400.000 nüfus için ise 1 adet

Yukardaki ek 3 ncü maddede yazılı cezalar kaçakçılık, kusur veya usulsüzlük cezalarının ayrıca uygulanmasma mâni değildir. Ceza mahkemesinden sâdır olacak kararlar,

MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik; Organize Sanayi Bölgeleri Kanununa göre kurulan OSB’lerin, OSB dağıtım ve/veya üretim lisansı alarak elektrik piyasasında faaliyette

(2) Fakülte/yüksekokul/konservatuvar/meslek yüksekokulu temsilcisinin seçilme niteliklerini kaybetmesi ya da herhangi bir nedenle süresi bitmeden önce görevinden

Tarhiyat sonrası uzlaşmanın kapsamına; vergi daireleri tarafından mükellef adına ikmalen, re‟sen veya idarece tarh edilen ve vergi dairelerinin tarha yetkili olduğu

4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre ikmalen, re'sen ve idarece tarh edilen vergi, resim, harçlar, fon payı ve bunlara bağlı vergi ziyaı cezaları

213 sayılı Kanunun 112 nci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken

6) Haklı ve geçerli görülen bir mazeretle ara sınava giremeyen öğrencilere ilgili yönetim kurulu kararı ile belirlenen tarihte mazeret sınavı yapılır... 7) Yarıyıl