• Sonuç bulunamadı

MUSKÎ VE MEVLÂNÂ DA DE/ER VE YER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "MUSKÎ VE MEVLÂNÂ DA DE/ER VE YER"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MUS KÎ VE MEVLÂNÂ’DA DE/ER VE YER

Mustafa AL ZADE Çev. Dursun Ali TÜRKMEN

Metin YASA

MUS KÎ VE D NLER

Eflatun diyor ki: “Musikînin ritim ve düzeni, insan ruhunda olaTanüstü bir etkiye sahiptir; eTer gereTi gibi icra edilirse, ruhun rüyalarKnda, güzelliTe neden olabilir.” Musikî, insan ruhu üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir ve en ince insani duygularK harekete geçirebilir.

Sufi/mistik kültürde olduTu kadar dini/mezhebi kültürde de musikînin ye- ri oldukça önemlidir. Dinler ve deTiQik mezhepler, en üstün yansKmalarKnK musi- kiden alKr. Her din ve mezhepte deTiQik türden ibadet ve ritüeller vardKr. DiTer taraftan, her din ve mezhebin, kendi baTlamKnda, bir musikî türüne yakKnlKTK söz konusudur.

Gerçekte ilk insanlarKn musikîsi, icra edildiTi her Qekil ve formuyla, ruhani yön kazanarak tanrKlara ibadet, yakarKQ ve dini gereklilikler içeren bir görünüm arz ediyordu.

slam kültürüne gelince, musikî denilince, matem ve taziye musikîsi, (ezan, kur’an okuma, mersiye, tapKnma vb.) ibadet musikîsi ve tasavvuf musikîsi gibi isimler altKnda söz edilebilir.

Bu çeviri, http://www.ghalambedast.netfirms.com/articles.htm adresinde yer alan ve “

” (eriQim, 04. 01. 2007) isimli Farsça metinden Türkçe’ye aktarKlmKQtKr. lgili metin, tarafK- mKzdan Türkçe’ye aktarKlKrken, bir yandan metne sadKk kalKnmaya ve Mevlânâ’ya ait Qiirlerin kafiye düzeni dikkate alKnmaya çalKQKlmKQ, öte yandan gerekli görülen yerlere açKklayKcK dipnotlar eklenmiQ- tir. (çevirenler)

ÖTr. Gör. Dr., Ondokuz MayKs Ü. lahiyat Fak. Arap Dili ve EdebiyatK ABD.

aturkmen@omu.edu.tr

Doç. Dr., Ondokuz MayKs Ü. lahiyat Fak. Din Felsefesi ABD. ÖTretim Üyesi.

metinyasa@yahoo.com

(2)

Gerçekte, kendi mezhebi kitaplarKnK bir tür musikî eQliTinde okuyan Bu- distler, dinsel ayinlerini de bir tür dans ve QarkK eQliTinde icra ederler. Çinlilerin inancK da bu Qekildedir. Onlara göre: “TanrKlarla, musikî dili ile konuQulabilir.”

MUS KÎ, ' R VE MEVLÂNÂ

Musikînin, Qiir ile olan iliQkisi oldukça eskiye uzanKr. slam kültüründe de durum aynKdKr. Dr. Hüseyin Nasr (büyük slam filozoflarKndan biridir) da bu köklü iliQkiye iQaret ederek der ki: “ slam medeniyetinde genel olarak musikînin Qiirle çok yakKn bir iliQkisi vardKr. !iir, slam dünyasKnda beTenilen bir sanat Qekli- dir ve Qiire duyulan bu yöneliQ, doTrudan doTruya, Kur’an vahyinin Qairane yapK- sKndan kaynaklanKr. DolayKsKyla, Qiir geleneTi çok zengin olmayan hiçbir Müslü- man millet yoktur denebilir.

slam dünyasKndaki kimi büyük Qairler, aynK zamanda, büyük musikî bilgi- ni ve müzisyeni idiler. Bu nedenle, ortaya koyduklarK Qiirler, daha çok musikî özelliTine sahiptir.” Bu tür Qairlerin bilinen bir örneTi, Mevlânâ Celaleddin Mu- hammed Belhi’dir. Mevlânâ’nKn musikî bilimindeki becerisi, O’nun, deTiQik tür- den 55 bahr(vezin) üzere Qiir yazabilmesine imkan vermiQtir. O, hem teorik musikîde hem pratik musikîde derinliTe sahip, iyi derecede vezin bilen ve rebab1 çalma konusunda da usta olan biriydi. O’nun rebab çalmadaki becerisi, ilgili çal- gKnKn yapKsKnda deTiQiklikler meydana getirecek kadar ileri düzeydeydi.

Mevlânâ’nKn musikî konusundaki mahareti, Qiirlerinin aynasKnda yankKla- nKr. O’nun ritmik Qiirleri, musikî ile iç içedir. Hiçbir Qairin, Qiirinde, musikîyi bu derece iQleyebildiTi söylenemez. Mevlânâ’nKn gazellerinde musikîye ait öTeler öylesine ön plandadKr ki, Qiir okurken sesi iyi ayarlama, duraklama ve kesmelere dikkat etme vb. hususlara gerekli özeni göstermeyi göz ardK etmeme koQuluyla, O’nun Qiirlerini sade, çalgKsKz ve ritimsiz okumak bile, dinleyicide, heyecan ve dans hissi uyandKrmakta, coQku ve köklü duygulanKmlar meydana getirmektedir:

Ey gönül arzularKm gel, gel, gel, gel Ey dilek ve isteTim gel, gel, gel, gel

Ey bizim adK güzel Yusuf! HoQ yürürsün damKmKzda Ey kKrKlmKQ kadehimizde, ey eskimiQ tuzaTKmKzda

1Rebab, çöl AraplarKnKn çalgK aleti olup, çöl hayatK içerisinde icad edilmiQtir. lgili enstrümanK ilk icat eden Necd sakinlerinden Beni Hilal kabilesine mensup bir Arap’tKr. Bu enstrümanK önce medih Qair- leri kullanmKQtKr. BatKlKlara Araplardan geçen bu enstrüman, Qekil olarak kemana benzer. Bkz.:

(www.syriagate.com/musiznet/instrument/Rabab.htm /) (05. 03. 2007). Rebab, üç veya daha az tel ile çalKnKr. (Bkz.: Cübran Mes’ud, el Raid, Dar el- lm, Beyrut, 1967, Hasan Said el- Kermi, el – Hadi ila Lugat el- Arab, Dar el-Benan, Beyrut, 1991, !emseddin Sami, Kamus-i Türki, Der Saadet, 1317.

Arap RebabK, MaTrib RebabK, MKsKr RebabK gibi adlarla da anKlan rebabKn, insan sesini temsil gücü, diTer enstrümanlara oranla daha fazladKr.

Bkz. www.syriagate.com/musiznet/instrument/Rabab.htm/ (05. 03. 2007); krQ.: brahim Gamard, Mevlevi Terms and Definitions, http://www.dar-al-masnavi.org/mevlevi-glossary.html/ (05. 03.

2007).

(3)

Ölüydüm, dirildim; aTlKyordum, güldüm AQk ikbali geldi, ben ölümsüz ikbal oldum MEVLÂNÂ’NIN MUS KÎYE BAKI'I

Mevlânâ’nKn musikî ile tanKQmasK, genç yaQKnda, ailesiyle beraber Belh’ten Irak’a göç ettiTi tarihe kadar uzanKr. O,söz konusu bu yolculukta, bir musikî ker- vanK ile tanKQmKQ, uTradKklarK her Qehirde de oranKn yerel musikîsiyle ilgilenmiQtir.

Dr. Zerrin Kub’un ifadesiyle, “deve çobanlarKnKn icra ettiTi ölçülü makam ve ker- van çalgKcKlarKnKn üflediTi ney naTmesi, O’nu, musiki dünyasKnKn tanKnmamKQ sesleri ve yöreleriyle tanKQtKrKyordu.”

Ne var ki, Mevlânâ, !ems’le2görüQmeden önce musikî ile yeterince ilgilen- miyordu. !ems, O’nun üzerine doTunca ve O’na semâ` okuyuncaya kadar, O böyle bir iQi daha önce hiç yapmamKQtK. Mevlânâ nazarKnda (bu !ems’le karQKlaQ- tKktan sonraki Mevlânâ’dKr) musikînin özel bir deTeri ve iç açKcK bir yeri olmuQtur.

DiTer pek çok slam filozofu gibi Mevlânâ için de musikî, feleklerin/seyyarelerin dönüQüyle ortaya çKkan tKnlama/doTal ses olarak bilinirdi. Gerçekte, Mevlânâ, musikî konusunda Fisagor’un görüQünü doTru buluyor ve musikî ile ilgili kuralla- rKn, yKldKzlarKn ve feleklerin naTmelerinden alKndKTK inancKnK taQKyordu. Nitekim,

“ brahim Edhem KKssasK” (Mesnevi 4. Defter) baTlamKnda Qöyle der:

Filozoflar; naTmelerini musikînin AldKk demiQ, dönüQünden feleklerin

FeleTin dönüQlerinin sesi HalkKn, tanbur ve aTKzla söylediTi

BilindiTi gibi, Fisagor, yumuQak kalbi ve açKk görüQüyle, feleTin naTmelerini dinlemiQ, sonra da musikînin ilkelerini o temel üzerine inQa etmiQ, daha önce var olan musikîyi, matematik ile bütünleQtirmiQ, musikîye iliQkin ilke ve hassas perde- ler düzenlemiQtir. Konu ile ilgili olarak Fisagor’un kendisi Qöyle der: “Ben, feleTin dönüQünden ortaya çKkan sesi dinledim ve o sesten hareketle musikî bilimini yaz- dKm”

Benzer Qekilde Mevlânâ da insan ruhuna etki eden ahenkli ses ve naTmele- rin, ilk alemin yüceliTini bize hatKrlattKTKna inanKyordu; zira O’nun inancKna göre, insan ruhu, bu evrene inmeden önce, TanrKsal ruhani bir alemde yaQKyor ve gök naTmelerini dinliyordu.3 Bu nedenle, yeryüzü musikîsi, insana gökyüzü musikîsini hatKrlatKr ve onu öTretir.

2Buradaki !ems isimli QahKs, Mevlânâ’nKn hayatKnda önemli yeri olan !ems-i Tebrizi’dir.

3Mevlânâ’ya atfedilen bu düQünceler, Plato’nun çokça bilinen ideler ve görünüQler alemine iliQkin ikili ayKrKmKnK anKmsatmaktadKr. DahasK, Plato’na göre de, insan ruhu, bu dünyaya gelmeden önce, salt tanrKsal alem olan ideler aleminde yaQamaktaydK. Plato’nun anKlan konuya iliQkin görüQlerinin ayrKn- tKsK için, sözgelimi bkz.: Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çev.: H. Vehbi Eralp, Devlet BasKmevi, stanbul,

(4)

Ancak onun rebab sesinden maksadK, AQKklar gibi, hayal etmekti o hitabK

Zurna sesi ve gürültüsü davulun, Benzer biraz, sesine kuQatKcK Sur’un

Müminler der ki, cennetin eseri, HoQ yapar, her tür çirkin sesi

Bizler, hepimiz Âdem’in parçalarKymKQKz, O naTmeleri, cennette dinlemiQiz.

Gerçi, bize, su ile toprak, Qüphe saldK ise de HatKrlKyoruz o naTmelerden bir Qeyler, yine de

Mevlânâ bu evrene ait musikînin önceki evrene özgü musikîyi hatKrlattKTK inancKna sahip olmasKna raTmen, O, yine de bu iki tür musikînin farklKlKTKna iQa- ret ederek Qöyle der:

Gerçi, bize, su ile toprak, Qüphe saldK ise de HatKrlKyoruz o naTmelerden bir Qeyler, yine de

Ancak üzüntü topraTKyla olunca hemdem, NasKl verir o neQeyi, bu zir4ve bem5

Su, karKQKnca sidik ve pislikle

SaflKTK gider, özü dönüQür acK ve serte

nsanKn cesedinde vardKr birazcKk su AteQ söndürür, sidik saysan da onu

Suyun özü deTiQmez pislense de Gam ateQini söndürür o özle

1938, s. 48 vd.

4Terim olarak en aQaTK anlamKna gelen ‘zir’ kelimesi, musiki dilinde, ince kKsKk ses demektir. Bkz.: Dr.

Abd en-Nuaym Muhammed Hasaneyn, Kamus el-Farisiyye, Dar el-Kütüb el-Lübnani, Beyrut, 1982, s.

330.

5‘Zir’ kelimesinin karQKtK olan ‘bam’, musiki dilinde, gür ve kalKn ses anlamKna gelmektedir. Bkz.:

Feridun-Kar, Ferheng-i Cedid, Kitabhane-i bn Sina, Tahran, 1345, s. 262.

(5)

MEVLÂNÂ’DA MUS KÎ VE A'K

Mevlânâ’ya göre, makam ve musikî hariç, hiçbir dil, aQkK tanKmlama imka- nKna sahip deTildir.

AQkK anlatma ve açKklamada ne söyledimse, UtandKm o sözlerden aQka gelince.

Gerçi, dilin yorumu, daha açKktKr.

Ancak dilsiz aQk, daha seçiktir.

Nitekim kalem, yazmada, sabKrsKz, Kalem aQka gelince, o da kalKr aciz

AkKl, aQkK açKklamada, eQek gibi çamura yattK AQkK da âQKklKTK da yine aQk anlattK.

Ney; kanlK/çileli yoldan söz etmede Mecnunun aQk hikayelerinden söz etmede

Mevlânâ, ney sesinden, aQk yolunun hikayesini; rebab sesinden de dost ve sevgilisinden uzak düQen aQKTKn iniltisini dinlemektedir.

Bilir misin ki, ne söylemede rebab?

Göz yaQKnK mK, yoksa olmuQ ciTeri mi kebab?

Ben özden uzak kalmKQ, bir kabuTum nlemiyorum artKk, ne ayrKlKk için ne de azab

AyrK düQmüQ garipleriz biz, Ey !ahlar!

Bizden dinleyin, ” lallah’i l- meab”

Öte yandan Mevlânâ, aQk ateQinin musikî ile daha da hararetleneceTine iQa- ret ederek Qöyle der:

Güçlenir aQk ateQi güzel sesle O minik ceviz ateQi de iQte böyle

Mevlânâ, yukarKdaki konunun açKklamasK baTlamKnda, altKnda debisi yük- sek bir nehir akan ceviz aTacKnKn tepesinde oturmuQ, ses çKkaracak Qekilde aTaçta- ki cevizleri nehre atan ve ortaya çKkan sese kulak kesilen ve böylece ruhunun susuzluTunu gidermeye çalKQan bir susamKQKn hikayesini örnek verir.

MEVLÂNÂ’DA SEMÂ`: BA/LARDAN KURTULU'

Semâ`’a gelince: Semâ`, !ems’in Mevlânâ’ya önerdiTi ve ona Qiddetle tav- siye ettiTi bir yoldur. Mevlânâ’ya göre üstün bir deTere sahip olan semâ` nedir ve getirisi/armaTanK neden ibarettir?

(6)

Mevlânâ’nKn, Mesnevi’sinde ve gazellerinin yer aldKTK Divan’Knda , semâ`

konusuna yönelik çok sayKda beyit vardKr; hatta birkaç gazel de semâ` rediflidir.

Her can için, kararsKzdKr semâ`

Kalk yol al, bekleme yeri de ne

Semâ' hayat kadehine huzur verir Bunu canlar canK taQKyan bilir

Gel, sen ey sevgili, semâ`’nKn canKnKn canK Gel, zira, sevgili aTKrlamada semâ` bostanK

ki cihan dKQKndasKn, semâ`a kalkKnca ki cihanKn dKQKdKr, semâ` cihanK

FeleTin yedinci katK, yüksek kat ise O katKn ötesi, semâ` merdiveni Vur ayaTKnK, ezerek geç onun gayrin Semâ` sizin, siz de semâ`Kn

Yine Mesnevi !erif’te “ brahim Ethem’in Horasan Ülkesinden Göçü” hika- yesi baTlamKnda diyor ki:

Öyleyse, semâ`, âQKklara gKda Zira, birleQme hayali onda.

Gizli hayaller, kuvvet kazanKr Belki de o ses ve naTmeye bürünür.

Bu nedenle Mevlânâ, semâ`K, aQKklarKn ruh gKdasK, vuslat hayalinin hareket ettiricisi ve bilinç bütünlüTü olarak tanKmlar.O’na göre “ictima-K hayal” baQka bir ifadeyle “ kalbin saT duyusu”ndan kasKt, salikin, kalbini, TanrK’nKn dKQKndaki her Qeyden koparmasK ve yalnKzca Yüce Hakk’K anmaya odaklanmasKdKr. (Bunun mu- kabili bilinç ve düQüncenin daTKnKklKTKdKr) Kalbin saT duyusu, salikin ruhi ve be- deni açKdan güç kazanmasK ve erzak depolamasKna neden olur; zira, daTKnKk bilinç ve karKQKk düQünceler, tKpkK bir delik gibi, insan oTlunun ruhsal ve bedensel azKk ambarKnK tüketir.

Semâ` sürecinde yapKlan dans, mistik bir heyecana ve coQkuya iQaret eder.

Mevlânâ’ya göre ise, beden kafesinden bir tür kurtuluQ ve yüce sevgilinin (Tan- rK’nKn) aQkKna ileten mutluluk olarak kabul edilir.

Hakk aQkKnK arzulayarak dans ederler AyKn on dördü gibi kusursuzdur onlar

(7)

Bilir misin, nedir semâ`? ‘Evet’ sözünü iQitmek Kendinden geçerek, O’nunla vuslata ermek

Bilir misin, nedir semâ`? kendi varlKTKndan geçmek Mutlak fena içinde, ölümsüzlük zevki devQirmek

Mevlânâ, Mesnevi’nin 3. defterinde, “Fil Yavrusu Yiyenler” hikayesinde di- yor ki:

BenliTini kKrdKTKn yerde dans et PamuTu Qehvet yarasKndan kopar at.

Meydanda dolanKr, dans ederler Kendi kanlarK içinde oynar erler.

El çKrparlar, kurtulunca varlKktan Dans ederler, ayrKlKnca noksanlKktan

ÇalgKcKlarK, kendi aralarKnda, def çalar OnlarKn coQkusundan, köpürür denizler

Göremezsin sen, her birinin azmiyle, DallarKn üstünde, el çKrpar yapraklar bile

Göremezsin dallarK, el çKrpmada

Ten kulaTK deTil, can kulaTK gerek buna.

Mevlânâ, semâ`nKn ve içten gelerek yapKlan dansKn insanK, sKkKntK veren Qehvet yüklerinden ve benlikten kurtardKTKna inanKr.

Öte yandan Mevlânâ, (genel olarak) aQkKn, her varlKkta etkili ve kuQatKcK bir biçimde var olduTunu vurgulamakta, ancak(özel olarak) kiQi yaptKTK dans ve semâ` sayesinde, baQtan ayaTa kadar daha aTKrbaQlK olduTunu/olmasK gerektiTini anKmsamaktadKr.

Mevlânâ’nKn dansK, Dr. Zerrin Kub’un ifadesiyle, somut bir dua ve benlik- siz bir yakarKQtan ibarettir.BaQka bir deyiQle, nefsi terbiye ve kalbi denetim altKna almaktKr. O’na göre, insan, ancak semâ`a sarKlarak kendi benliTiyle bütünleQmek- ten yani benliTinin baTlarKndan kurtulabilir ve semâ` içerisinde ibadetin önemli bir yeri olduTunu anlayabilir.

Bir gün, Mevlânâ’nKn dostlarK arasKnda Muhyiddin bn Arabi’nin “Futuhat-K Mekkiye” isimli kitabKnKn konularKna yönelik sKcak bir tartKQma söz konusu oldu.

!öyle ki: ÇalgKcKlardan biri (Mevlânâ’nKn semâ` grubunda çalKp-söyleyen) terane söyleyenler makamKna eriQir. Mevlânâ o an, “!imdi Futuhat-K Zeki Futuhat-K Mekki’den iyidir” dedi ve sema’ için kalktK. Böylece, ”böyle bir ortamda se-

(8)

ma’a/QarkKya baQlamak, üzüntü verici teorik veya pratik kelami tartKQmalara gir- mekten daha iyidir” demek istedi.

KuQkusuz, sufilerin ve bu inancKn ileri gelenlerinin, semâ`K her birey için doTru bulmadKklarK hususunu ifade etmemiz gerekir. Nitekim !ems-i Tebriz’i, semâ`K çiTler için haram kabul eder.

mam Gazali (505/1111) semâ`K üç gruba ayKrmKQ; ikisini, bilgisizlik ve ya- ratKlKQa uygun olmayan bir nitelik taQKmasK nedeniyle yadsKmKQ,sadece bir tanesini uygun görmüQtür.6Mevlânâ’nKn kendisi de bu düQüncede olup, aQaTKdaki beyitler baTlamKnda, “semâ` ehliyeti”ni açKklamaktadKr:

Semâ`K, doTru dürüst herkes beceremez Her yavru kuQ da inciri delemez

KuQun özelliTi, kokuQarak ölmektir Hayalperestin özelliTi, gözsüz olmaktKr

Sonuç olarak diyebiliriz ki, buraya kadar anlatKlanlardan anlaQKldKTK kada- rKyla, Mevlan ve diTer sufilerin, semâ` ayininde yapKlan dansla baTlantKlK hareket- leri, ruhani sKr ve hallere iliQkin semboller olarak kabul ettikleri ortaya çKkmakta- dKr. Bu cümleden olarak semâ` ile ilgili bir takKm terimleri kendi literatürleri için- de anlamlandKrdKklarK görülmektedir. !öyle ki:

“Kendi ekseni etrafKnda dönmek” anlamKna gelen ( ): Her yönde Hakk’K müQahede etmeye,

“Hoplamak” anlamKna gelen ( ): Ulvi Alem’e duyulan isteTin üstün gelmesine,

“Ayak Vurmak” anlamKna gelen ( -): Nefs-i Emmare’yi tekmelemeye,

“Oynamak” anlamKna gelen ( ): Oynayarak sevgiliye ulaQmaya, iQaret eden temel terimlerden sadece bir kaçKdKr.

KAYNAKÇA Divan- Gazaliyat- ems.

Prof. Kerim Zamani, erh-i Cami-i Mesnevi (Cilt 3 ve 4).

Dr. Abd el-Hüseyn Zerrin Kub, Bahr der Veze.

Dr. Abd el-Hüseyn Zerrin Kub, Pille Pille ta Mülakat- Huda.

Dr. Kamer Aryan, Ez Ney Name.

6 Gazali’nin semâ` ile ilgili görüQleri konusunda ayrKntKlK bilgi için bkz.: hyau Ulum ed-Din, Müessesetü’l-Halebi,Kahire,1967,ll/342-390.

Referanslar

Benzer Belgeler

M : Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü- 3758, Dîvân-ı Ḫâlid-i Baġdâdî

Mevlânâ gibi mutasavvıflar üstlenmiĢ, diğer medeniyetlerden farklı olarak ilahî boyutu da olan üstün bir aĢk felsefesi ortaya koymuĢlardır. Bu felsefe ile tarihe

Diğer konu, onun ve Babası Bahaüddin Veled’in hayat hikâyesiyle ilgili bazı çalışmalarda farklı ve yanlış olarak belirtilen Akşehir’in Konya Akşehir

Bu fikrin vuku’undan evvel Sultân Alâaddîn rüyâsında gördü ki; Hazret-i Mevlânâ Bâhâaddîn Veled (r.a.) gelip, “Melik uyku vakti değildir. Çabuk kalk,

1 Nitekim Mevlânâ'ya ait olan Divân-ı Kebîr'e, Divân-ı ġems-i Tebrizî de denmektedir ki, bunun sebebi; divândaki gazellerin çoğunun sonunda Mevlânâ, kendi adı veya

Eva eserin sonunda Türk dostu ve Mevlânâ âşığı biri hâline gelir Ancak roman tekniği açısından çok zayıf olan bu eserde, yazarın özellikle inandırıcı karakterler

Çevirdiği eserin anlaşılmasında ve hakkettiği değerin verilmesinde ki güçlüğün farkında olan Foti, sözlerine son vermeden önce Fîhi mâ fîh’deki gibi

Her fırsatta Mevlânâ'ya bağlılığını dile getiren, onun gibi bir şâha kul olmakla övünen Leylâ Hanım'ın şiiri üzerinde bağlı olduğu Mevlevîliğin ve buna paralel olarak