• Sonuç bulunamadı

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI TARİH VE KÜLTÜR BAĞLAMINDA MUŞ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI TARİH VE KÜLTÜR BAĞLAMINDA MUŞ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ YAYINLARI

TARİH VE KÜLTÜR BAĞLAMINDA MUŞ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ

INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON MUŞ IN THE CONTEXT OF HISTORY AND CULTURE

10-12 Mayıs / May / 2018 / MUŞ

Yayına Hazırlayan Arzu GÜVENÇ SAYGIN

Murat SAYGIN Ankara-2019

(2)

Tarih ve Kültür Bağlamında Muş Uluslararası Sempozyumu (2018:Muş)

Tarih ve kültür bağlamında Muş uluslararası sempozyumu bildirileri; Muş, 10-12 Mayıs 2018 = International symposium on Muş in the context of history and culture; Muş, 10-12 May 2018/ yay.haz.: Arzu Güvenç Saygın, Murat Saygın.__ Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2019

XXVI,1068s.hrt.:tbl.:res.;24 cm.__(Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi yayını )

ISBN:978-975-17-4203-2

1. MUŞ (TÜRKİYE)__TARİHİ__KONGRELER,VB.

I.Saygın, Arzu Güvenç, yay.haz. II.Saygın, Murat, yay.haz. III. E.a. IV.E.a.: Muş Uluslararası Sempozyumu V.E.a.: International Symposium on Muş in the Context of History and Culture VI.Seri

956.634

İNCELEYENLER : Dr. Öğr. Üyesi Fadime TOSİK DİNÇ Dr. Öğr. Üyesi Atik ASLAN

KİTAP SATIŞ:

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ

Mağaza : Bayındır 1 Sok. Nu: 24/6 Kızılay / ANKARA Tel : 009 (0312) 285 55 12

Belgegeçer : 009 (0312) 285 65 73 e-posta : bilgi@atam.gov.tr web : http://www.atam.gov.tr e-mağaza : e-magaza.atam.gov.tr

ISBN : 978-975-17-4203-2 İLESAM : 19.06.Y.0150-598

MİZANPAJ : Erdal Basım Yayın Dağıtım 0532 675 95 15

(3)

Ek 3: Malazgirt Halkodası

Ek 3: Malazgirt Halkodası MİLLÎ KİMLİK İNŞASINDA EDEBİYATIN İŞLEVİ VE MALAZGİRT EDEBİYATI

Turan GÜLER*

ÖZET

Sabit bir anlamı olmayıp pek çok farklı şekilde kullanılabilen kimlik kavramı; kelime anlamı olarak toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü olarak tanımlanır. Bu kimlikler arasında yer alan milli (ulus) kimlik kavramı ise bir milletin kendine özgü düşünüş ve yaşayış biçimi, dil, töre ve gelenekleri, toplumsal değer yargıları ve kuralları ile oluşan özellikler bütün olarak somutlaştırılır. Yapı kurma, yapı yapma, kurma gibi anlamları içeren inşa fiili ise Arapça kökenli bir kelimedir. Kimlik ile birlikte ele alındığında toplumsal temelde ortak bir milli değer yaratmak, milli bir çatı oluşturmak gibi anlamlarda kullanılabilir. Bu inşa sürecinde kullanılan birçok farklı ideolojik devlet aygıtı arasında sanat ve özellikle de edebiyat ciddi bir işleve sahiptir. Bu süreçte hakim güçler tarafından edebiyat; ideoloji oluşturma, ulusal tarih yazma, model insan oluşturma gibi çeşitli gayelerin gerçekleştirilmesi için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Bildirimizde öncelikle milli kimliğin inşası süreci ve edebiyatın bu husustaki işlevine yer verildikten sonra, Malazgirt Zaferinin millik kimlik inşası sürecinde özellikle Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında Yahya Kemal Beyatlı’nın çeşitli şiirleri, Behçet Kemal Çağlar’ın

“Malazgirt Destanı”, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Malazgirt Ululaması”, Ziya Gökalp’in “Malazgirt Muharebesi”

gibi şiir, tiyatro, roman gibi edebi türlerde nasıl ele alındığı konusu üzerinde durulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Kimlik, Milli Kimlik, Edebiyatın İşlevi, Malazgirt.

THE FUNCTION OF LITERATURE IN THE CONTEXT OF NATIONAL IDENTITY BUILDING AND MALAZGIRT LITERATURE

ABSTRACT

Not having a fixed meaning and being able to be used in many different ways, the notion of identity is defined as the totality of the conditions which makes a person to become a certain person having human-specific signs, qualities and characteristics as a social entity. The concept of national identity, taking place among these identities, is embodied as a whole with its own way of thinking and life style, language, customs and traditions, social values and rules. The verb “inşa” is an Arabic-based word meaning “to construct”. When taken together with identity, it can be used with the meanings such as creating a common national value on a societal basis or forming a national roof. Among many different ideological state implements used in this construction process, art and especially literature have a serious function. In this process, literature used by dominant forces, is one of the most important tools for the realization of goals such as, creating ideologies, creating national history, creating model people. At first, the process of the construction of the national identity and the function of the literature in this context will be dealt with. Then, how Malazgirt Triumph was dealt with in literary genres such as poetry, theatre and novel especially during the construction of national identity will be examined and Post- Republican Turkish literary works such as various poems of Yahya Kemal Beyatlı, "Malazgirt Destanı" of Behçet Kemal Çağlar, "Malazgirt Ululaması" of Fazıl Hüsnü will be examined in this context.

Keywords: Identity, National Identity, Function of Literature, Malazgirt.

GİRİŞ

Kimlik, millî kimlik, ulus kimliğinin inşası gibi konular modernleşme ile birlikte yaygınlaşan felsefeden, sosyolojiye, tarihten edebiyata birçok dalda tartışılan ve üzerinde birçok eser yazılan kavramlardır. Amacımız bu konular ile ilgili kapsamlı bir çalışmadan söz etmek değil. Bunun yerine çok daha dar bir çalışma evreni oluşturarak, Türk tarihinde önemli bir yeri olduğu kabul edilen Malazgirt savaşının edebi eserlerde ele alınış amacı üzerinden hareketle Malazgirt savaşının ulus inşasındaki rolüne değinmektir. Yani ulus inşası gibi geniş/evrensel bir konu Malazgirt Savaşı gibi yerel/milli bir konu ile ilişkilendirilerek ele alınacaktır.

Latince “identitatem”, eski Türkçede “hüviyet” kelimesi ile karşılanan kimlik, kelime anlamı olarak toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü olarak tanımlanırken1 kavram

* Dr. Öğr. Üyesi, Muş Alparslan Üniversitesi, tuuranguler@hotmail.com

1 TDK, Türkçe Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara, 2005, s. 1182.

(4)

olarak sosyal kişi, grup ve örgütlerin üzerine iliştirilmiş ve onun kim olduğunu niteleyen bir sosyal-politik etiketleme işlemi olarak tanımlanır. Modern kültürün bireyci anlayışının bir ürünü olarak ortaya çıkan kimlik kavramı birçok farklı anlam katmanı ile birlikte değerlendirilebilir. Bu anlamların çerçevesini oluşturan en önemli etken, nitelediği isim veya sıfattır. Milli (ulusal) kimlik, bireysel/kişisel kimlik, sınıf kimliği vb. gibi kullanımların bir kısmı modern dönem bireyinin kimlik duygusunun değişik yönlerini oluştururken bir kısmı da sosyal yönlerine vurgu yapar. Bu farklılık beraberinde çeşitli sorunları da getirir. En temel sorunlardan biri kimliğin hangi kriterlere göre oluşturulacağı sorunudur. Kimliğin oluşturulmasında din, bölge, etnik yapı gibi değişik unsurlar kullanılabilir.2

Bireysel olarak tanımı yapılan kimliğin toplumsal karşılığı ise ulustur. Ulus, modern dönemlerde ortaya çıkmış bir kavramdır. En basit tanımı ile modern devletleri yöneten merkezî hükümetlerce oluşturulan insan birlikteliğidir. Genel anlamda ise ulus; “tarihsel olarak imparatorlukların parçalanmasıyla ortaya çıkan ve aralarında ortak dil, din ve kültür bağı bulunan bir ülke etrafında birleşmiş, aynı kaderi paylaşan ve bağımsız bir siyasal kimlikle aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluğu” şeklinde tanımlanmaktadır.

Söz konusu bu insan toplulukları modern dönemlerde yıkılan eski devlet ve imparatorlukların enkazı üzerine bölgede kendi devletlerini kurar. Ortak çaba ile kurulan bu devlet daha sonra geri dönüşlü olarak, varlığını devam ettireceği ve mirası üzerine oturacağı ulusu inşa eder. Devletin bunu başarabilmesi için ele aldığı en önemli ideoloji ise “ulusçuluk ideolojisi”dir. Kurulan bu devletin modern dönelerdeki ismi ise “ulus-devlet”tir. Günümüzde varlığını devam ettiren yaklaşık iki yüz ulus-devletin geneli merkeziyetçi bir devlet biçimine sahiptir. Mutlak monarşiden geçerek milliyetçilik üstüne inşa olan bu devletlerin oluşumu eski geleneksel devletlerin, krallık ve özellikle de imparatorluk gibi monarşilerin yıkılmasıyla mümkün olmuştur. Bu devletler genelde dini-etnik nitelikli geniş bir halk tabanının desteğiyle ortaya çıkmıştır. Ancak devlet teşekkül ettikten sonra devleti elinde tutan seçkinler geri dönüşlü olarak bölgedeki etnik unsurlardan birisini ön plana çıkararak tarihi, coğrafi ve diğer kültürel öğelerle de destekleyip yeni bir ulus inşa eder. Bu sürece dikkatle bakıldığında ulusların devletleri kurduğu iddiasının aksine devletlerin ulusal birliği sağlayacağına inandıkları ulusçuluk ideolojisinin de yardımı ile ulusları inşa ettiği ortaya çıkmaktadır.3

Bu anlamda söz konusu ulus-devletlerin ulus inşasında kullandıkları temel dayanaklar

“tek devlet, tek vatan, tek kültür ve tek lider” sloganında görünür hale gelir. Burada milliyetçilik(ulusçuluk)=millet (ulus)=vatan=devlet mantık silsilesinden söz edilebilir.

Modernleşme kök salabileceği “maddi” bir mekâna her zaman ihtiyaç duymuş, sınırları tahkim edilmiş, neredeyse elle tutulur, gözle görülür bir “vatan” duygusunu beslemiştir.

“Toprakları toprak yapan”; başka deyişle toprak parçasından vatan yaratmanın da ancak uğruna göze alınan mücadeleyle mümkün olduğunu kavrayabilecek; bu bilinci her daim diri tutabilecek “yurttaş”lara da ihtiyaç vardır.4 Hobsbawm gibi bazı düşünürler söz konusu bu yurttaşların inşası için icat edilen geleneklere ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Hobsbawm ulusları ve ulusçuluğu bir toplumsal mühendislik çabasının ürünü olarak görürler.5

Makbul yurttaş düşüncesine sahip ulus-devletler bilhassa on sekiz ve on dokuzuncu yüzyılda Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmışlardır. Türkiye için bu oluşum Osmanlı Devleti’nde on dokuzuncu yüzyılda başlamış ve halen devam etmektedir.6 Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve II. Meşrutiyet döneminde temeli atılan Türk Ocakları 25

2 Mustafa Aydın, Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım Kitap, İstanbul, 2011. s. 247.

3 Aydın, a.g.e., s. 477-480.

4 Cemal Şakar, “Milliyetçiliğin İnşası olarak Millilik”, Hece Dergisi, Modernizmden Postmodernizme Özel Sayı, S 138-139-14, Hece Yayınları, s. 183.

5 Dilek Çetindaş, Yeni Türk Şiirinde Destan, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 78.

6 Kemal Karpat, Edebiyat ve Toplum, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s. 30.

(5)

olarak sosyal kişi, grup ve örgütlerin üzerine iliştirilmiş ve onun kim olduğunu niteleyen bir sosyal-politik etiketleme işlemi olarak tanımlanır. Modern kültürün bireyci anlayışının bir ürünü olarak ortaya çıkan kimlik kavramı birçok farklı anlam katmanı ile birlikte değerlendirilebilir. Bu anlamların çerçevesini oluşturan en önemli etken, nitelediği isim veya sıfattır. Milli (ulusal) kimlik, bireysel/kişisel kimlik, sınıf kimliği vb. gibi kullanımların bir kısmı modern dönem bireyinin kimlik duygusunun değişik yönlerini oluştururken bir kısmı da sosyal yönlerine vurgu yapar. Bu farklılık beraberinde çeşitli sorunları da getirir. En temel sorunlardan biri kimliğin hangi kriterlere göre oluşturulacağı sorunudur. Kimliğin oluşturulmasında din, bölge, etnik yapı gibi değişik unsurlar kullanılabilir.2

Bireysel olarak tanımı yapılan kimliğin toplumsal karşılığı ise ulustur. Ulus, modern dönemlerde ortaya çıkmış bir kavramdır. En basit tanımı ile modern devletleri yöneten merkezî hükümetlerce oluşturulan insan birlikteliğidir. Genel anlamda ise ulus; “tarihsel olarak imparatorlukların parçalanmasıyla ortaya çıkan ve aralarında ortak dil, din ve kültür bağı bulunan bir ülke etrafında birleşmiş, aynı kaderi paylaşan ve bağımsız bir siyasal kimlikle aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluğu” şeklinde tanımlanmaktadır.

Söz konusu bu insan toplulukları modern dönemlerde yıkılan eski devlet ve imparatorlukların enkazı üzerine bölgede kendi devletlerini kurar. Ortak çaba ile kurulan bu devlet daha sonra geri dönüşlü olarak, varlığını devam ettireceği ve mirası üzerine oturacağı ulusu inşa eder. Devletin bunu başarabilmesi için ele aldığı en önemli ideoloji ise “ulusçuluk ideolojisi”dir. Kurulan bu devletin modern dönelerdeki ismi ise “ulus-devlet”tir. Günümüzde varlığını devam ettiren yaklaşık iki yüz ulus-devletin geneli merkeziyetçi bir devlet biçimine sahiptir. Mutlak monarşiden geçerek milliyetçilik üstüne inşa olan bu devletlerin oluşumu eski geleneksel devletlerin, krallık ve özellikle de imparatorluk gibi monarşilerin yıkılmasıyla mümkün olmuştur. Bu devletler genelde dini-etnik nitelikli geniş bir halk tabanının desteğiyle ortaya çıkmıştır. Ancak devlet teşekkül ettikten sonra devleti elinde tutan seçkinler geri dönüşlü olarak bölgedeki etnik unsurlardan birisini ön plana çıkararak tarihi, coğrafi ve diğer kültürel öğelerle de destekleyip yeni bir ulus inşa eder. Bu sürece dikkatle bakıldığında ulusların devletleri kurduğu iddiasının aksine devletlerin ulusal birliği sağlayacağına inandıkları ulusçuluk ideolojisinin de yardımı ile ulusları inşa ettiği ortaya çıkmaktadır.3

Bu anlamda söz konusu ulus-devletlerin ulus inşasında kullandıkları temel dayanaklar

“tek devlet, tek vatan, tek kültür ve tek lider” sloganında görünür hale gelir. Burada milliyetçilik(ulusçuluk)=millet (ulus)=vatan=devlet mantık silsilesinden söz edilebilir.

Modernleşme kök salabileceği “maddi” bir mekâna her zaman ihtiyaç duymuş, sınırları tahkim edilmiş, neredeyse elle tutulur, gözle görülür bir “vatan” duygusunu beslemiştir.

“Toprakları toprak yapan”; başka deyişle toprak parçasından vatan yaratmanın da ancak uğruna göze alınan mücadeleyle mümkün olduğunu kavrayabilecek; bu bilinci her daim diri tutabilecek “yurttaş”lara da ihtiyaç vardır.4 Hobsbawm gibi bazı düşünürler söz konusu bu yurttaşların inşası için icat edilen geleneklere ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Hobsbawm ulusları ve ulusçuluğu bir toplumsal mühendislik çabasının ürünü olarak görürler.5

Makbul yurttaş düşüncesine sahip ulus-devletler bilhassa on sekiz ve on dokuzuncu yüzyılda Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmışlardır. Türkiye için bu oluşum Osmanlı Devleti’nde on dokuzuncu yüzyılda başlamış ve halen devam etmektedir.6 Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve II. Meşrutiyet döneminde temeli atılan Türk Ocakları 25

2 Mustafa Aydın, Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım Kitap, İstanbul, 2011. s. 247.

3 Aydın, a.g.e., s. 477-480.

4 Cemal Şakar, “Milliyetçiliğin İnşası olarak Millilik”, Hece Dergisi, Modernizmden Postmodernizme Özel Sayı, S 138-139-14, Hece Yayınları, s. 183.

5 Dilek Çetindaş, Yeni Türk Şiirinde Destan, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 78.

6 Kemal Karpat, Edebiyat ve Toplum, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s. 30.

olarak sosyal kişi, grup ve örgütlerin üzerine iliştirilmiş ve onun kim olduğunu niteleyen bir sosyal-politik etiketleme işlemi olarak tanımlanır. Modern kültürün bireyci anlayışının bir ürünü olarak ortaya çıkan kimlik kavramı birçok farklı anlam katmanı ile birlikte değerlendirilebilir. Bu anlamların çerçevesini oluşturan en önemli etken, nitelediği isim veya sıfattır. Milli (ulusal) kimlik, bireysel/kişisel kimlik, sınıf kimliği vb. gibi kullanımların bir kısmı modern dönem bireyinin kimlik duygusunun değişik yönlerini oluştururken bir kısmı da sosyal yönlerine vurgu yapar. Bu farklılık beraberinde çeşitli sorunları da getirir. En temel sorunlardan biri kimliğin hangi kriterlere göre oluşturulacağı sorunudur. Kimliğin oluşturulmasında din, bölge, etnik yapı gibi değişik unsurlar kullanılabilir.2

Bireysel olarak tanımı yapılan kimliğin toplumsal karşılığı ise ulustur. Ulus, modern dönemlerde ortaya çıkmış bir kavramdır. En basit tanımı ile modern devletleri yöneten merkezî hükümetlerce oluşturulan insan birlikteliğidir. Genel anlamda ise ulus; “tarihsel olarak imparatorlukların parçalanmasıyla ortaya çıkan ve aralarında ortak dil, din ve kültür bağı bulunan bir ülke etrafında birleşmiş, aynı kaderi paylaşan ve bağımsız bir siyasal kimlikle aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluğu” şeklinde tanımlanmaktadır.

Söz konusu bu insan toplulukları modern dönemlerde yıkılan eski devlet ve imparatorlukların enkazı üzerine bölgede kendi devletlerini kurar. Ortak çaba ile kurulan bu devlet daha sonra geri dönüşlü olarak, varlığını devam ettireceği ve mirası üzerine oturacağı ulusu inşa eder. Devletin bunu başarabilmesi için ele aldığı en önemli ideoloji ise “ulusçuluk ideolojisi”dir. Kurulan bu devletin modern dönelerdeki ismi ise “ulus-devlet”tir. Günümüzde varlığını devam ettiren yaklaşık iki yüz ulus-devletin geneli merkeziyetçi bir devlet biçimine sahiptir. Mutlak monarşiden geçerek milliyetçilik üstüne inşa olan bu devletlerin oluşumu eski geleneksel devletlerin, krallık ve özellikle de imparatorluk gibi monarşilerin yıkılmasıyla mümkün olmuştur. Bu devletler genelde dini-etnik nitelikli geniş bir halk tabanının desteğiyle ortaya çıkmıştır. Ancak devlet teşekkül ettikten sonra devleti elinde tutan seçkinler geri dönüşlü olarak bölgedeki etnik unsurlardan birisini ön plana çıkararak tarihi, coğrafi ve diğer kültürel öğelerle de destekleyip yeni bir ulus inşa eder. Bu sürece dikkatle bakıldığında ulusların devletleri kurduğu iddiasının aksine devletlerin ulusal birliği sağlayacağına inandıkları ulusçuluk ideolojisinin de yardımı ile ulusları inşa ettiği ortaya çıkmaktadır.3

Bu anlamda söz konusu ulus-devletlerin ulus inşasında kullandıkları temel dayanaklar

“tek devlet, tek vatan, tek kültür ve tek lider” sloganında görünür hale gelir. Burada milliyetçilik(ulusçuluk)=millet (ulus)=vatan=devlet mantık silsilesinden söz edilebilir.

Modernleşme kök salabileceği “maddi” bir mekâna her zaman ihtiyaç duymuş, sınırları tahkim edilmiş, neredeyse elle tutulur, gözle görülür bir “vatan” duygusunu beslemiştir.

“Toprakları toprak yapan”; başka deyişle toprak parçasından vatan yaratmanın da ancak uğruna göze alınan mücadeleyle mümkün olduğunu kavrayabilecek; bu bilinci her daim diri tutabilecek “yurttaş”lara da ihtiyaç vardır.4 Hobsbawm gibi bazı düşünürler söz konusu bu yurttaşların inşası için icat edilen geleneklere ihtiyaç duyulduğunu ifade eder. Hobsbawm ulusları ve ulusçuluğu bir toplumsal mühendislik çabasının ürünü olarak görürler.5

Makbul yurttaş düşüncesine sahip ulus-devletler bilhassa on sekiz ve on dokuzuncu yüzyılda Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmışlardır. Türkiye için bu oluşum Osmanlı Devleti’nde on dokuzuncu yüzyılda başlamış ve halen devam etmektedir.6 Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve II. Meşrutiyet döneminde temeli atılan Türk Ocakları 25

2 Mustafa Aydın, Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım Kitap, İstanbul, 2011. s. 247.

3 Aydın, a.g.e., s. 477-480.

4 Cemal Şakar, “Milliyetçiliğin İnşası olarak Millilik”, Hece Dergisi, Modernizmden Postmodernizme Özel Sayı, S 138-139-14, Hece Yayınları, s. 183.

5 Dilek Çetindaş, Yeni Türk Şiirinde Destan, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 78.

6 Kemal Karpat, Edebiyat ve Toplum, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s. 30.

Mart 1912’de7 İstanbul’da Türk Ocağı’nın açılmasıyla resmi faaliyetlerine başlar. Bu faaliyetler genişleyerek 1931’de kapatılıncaya kadar devam eder. Kültürel Türkçülüğün merkezi olan Türk Ocakları Türk dili, edebiyatı ve tarihi konularında çalışmalar yaparak düzenledikleri konferans, balo, kurs, temsil vb. etkinliklerle Türk milliyetçiliğinin kitleselleşmesinde ve seküler bir toplum inşasında önemli bir rol üstlenmiştir.8 Söz konusu bu rolü 1932’den sonra Türk Ocakları’nın yerine açılan Halkevleri/halkodaları devam ettirmiştir.

Halkevlerinin kurulmasında dönemin faşist ve totaliter rejimlerine sahip olan Sovyet Rusya, Almanya, İtalya, İngiltere, Macaristan ve Çekoslovakya’daki benzer kurumlar örnek alınmıştır.9 Kemalist ideologlardan biri olan Behçet Kemal Çağlar, halkevlerinin üç temel ihtiyaçtan doğduğunu ifade eder; birincisi parti ve aydınların ülkeyi tanıma ve halka yakınlaşma isteğidir. İkincisi, parti prensiplerini ve reformları topluma yayma ihtiyacıdır.

Üçüncüsü ise toplumu ve bilhassa gençliği “kaynaşmış bir kütle” haline getirme istek ve ihtiyacıdır.10 Bu anlamda 1932-1950 yılları arasında faaliyet yürüten halkevleri ve halkodalarının asli vazifesi ulus-devletin kuruluşunda esas alınan Cumhuriyet ideolojisinin temel dayanakları olan milliyetçi/Türkçü ve seküler/çağdaş düşünceye sahip bireyler yetiştirmek olmuştur.11 On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkleşme hareketinin ana aracı olarak kullanılan edebiyat 1930’lu yıllardan itibaren rejim yanlısı Eflatun Cem Güney, Sadri Etem, Yakup Kadri gibi kimi edebiyatçılar tarafından inkılapları anlatan propaganda edebiyatı haline dönüştürülmüştür.12

SANAT VE EDEBİYATIN KİMLİK İNŞASINDAKİ ROLÜ

Edebiyatın işlevi zamana ve mekâna göre değiştiği gibi, kültür ve medeniyet algısına göre de farklılık arz etmektedir. Bu, biraz da içinde bulunulan zaman dilimiyle teneffüs edilen kültür haritasının edebiyattan neyi beklediği, ona ne gibi anlamlar yüklediği ve onu hayatın neresinde kabul ettiğiyle ilgili bir meseledir.13 Bu meselenin Batı dünyasında Platon’dan günümüze kadar uzun bir tarihi vardır. Hakikatin peşinde olma, zevkli ve yararlı olma, arınmayı sağlama, heyecanların ya da duyguların baskısından kurtarma gibi işlevlerinin yanı sıra propaganda işlevinin olduğu ifade edilmektedir. Ancak öncelikli ve başta gelen işlevinin kendi tabiatına sadık kalmak olduğu söylenmelidir. 14 Her şeyin başında edebiyat onu icra edenin ruh ve düşünce dünyasıyla şekillenir ve bir işlev kazanır. Şiiri yazan şairin - şiirin gerektirdiği varlık meselesine sadık kaldıktan sonra - ne anlattığı daha çok onu yaratanın hayattan ne beklediği ile ilişkili bir duruma bağlanır. Örneğin faydacı veya ahlakçı düşünceyi benimsemiş, devlet adamları, felsefeciler, din adamları için şiir topluma dönük bir ahlak okulu görevi üstlenmelidir. Edebiyatın işlevi ile ilgili tartışmaların başında ise sanatın toplum için mi yoksa sanat için mi olduğu meselesi gelir. Orhan Okay’a göre sanatın mutlaka sanat için veya cemiyet için yahut sanatın dışında bir gaye için düşünülüp düşünülemeyeceği münakaşaları geride kalmıştır. Bir sanat eserinin, ne kadar ferdi olursa olsun, yine bir sosyal tarafı vardır. Bunun aksi de doğrudur, ne kadar sosyal ideolojik bir yapıya sahip bulunursa bulunsun, yine de ferdi bir muhtevası vardır.15 Bu cümleden hareketle edebiyatın işlevi

7 Ayşegül Soncu, Kimliklerin İnşasında Kurumlar Dergilerin Rolü: Türk Yurdu ve Ülkü, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2012, s. 168.

8 Ercan Çağlayan, Kemalist Ulus-Devlet İnşası, Açılım Kitap, İstanbul, 2018, s. 124.

9 Çağlayan, a.g.e., s. 133.

10 Çağlayan, a.g.e., s.132.

11 Çağlayan, a.g.e., s.144.

12 Selçuk Çıkla, “İnkılap Edebiyatı”, Hece Dergisi, Hayat Edebiyat Siyaset Özel Sayı, S 90-91-92, Hece Yayınları, s. 436-437.

13 İsmet Emre, Edebiyat ve Psikoloji, Anı yayıncılık, Ankara, 2006, s. 270.

14 Rene Wellek &Austin Warren, (Çev. Ö. Faruk Huyugüzel), Edebiyat Teorisi, Dergah Yayınları, İstanbul, 2011, s. 40- 43.

15 Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998. s. 40.

(6)

konusu ele alındığında edebiyat hem sosyal hem bireysel etkileri olan bir alanı ihtiva eder.

Birey inşa etmek isteyen yazar ile toplum inşa etmek isteyen yazarın her ikisinin de vazgeçilmez kaynağı arasında edebiyat başat rol oynar. Bireysel ve toplumsal bir kimlik inşa etmeye çalışan ulus-devletin bu açıdan bakıldığında edebiyatı bir araç olarak kullanması kaçınılmaz bir durumdur. Milli kimliğin inşasında başlangıçta milli edebiyatın üstlendiği hizmet anlayışı farklı boyutları ile Cumhuriyet’ten sonra da devam etmiş ve günümüze kadar da bu anlayış etrafında bir edebiyat varlığını korumuştur.

Cumhuriyet ideolojisi ve hatta bizzat Atatürk modernleşme projesi dâhilinde sanata, özellikle görsel sanatlara büyük görevler yüklemiştir. Ulusal kimlik inşa sürecinde edebiyatın yanı sıra müzik, mimari ve heykel gibi sanat türleri de yeni rejimin inşasıyla yakından ilişkilendirilerek araçsallaştırılmıştır. Bir örnek olarak ifade edecek olursak; Mimar Aptullah Ziya “Varlık” dergisindeki “İnkılap ve Sanat” başlıklı yazısında sanatın inkılaplar yolunda kullanılması gerektiğine işaret etmiştir.16 Bunun gibi edebiyat hakkında da benzer bir yol tercih edilmiştir. Öyle ki bu dönem edebiyatının ana sorumluluğu, toplumun devrimci ve sanatsal bir biçimde eğitilmesi olur.17 Halkevlerinde desteklenecek eserlerde ya da Halkevlerinde sahneye konacak oyunlarda millet ve vatan sevgisini, inkılapçılık heyecanını kuvvetlendirmek, Türk tarihinin büyük anlarını yaşatmak, milli mücadelenin kahramanlıklarını anlatmak, taassubun, bâtıl itikatların, fena göreneklerin çirkinliklerini ve gülünçlüğünü ortaya koymak, ahlak yüksekliğini her sahada güzel örneklerle göstermek, Halkçılık sevgisi aşılamak ve ruhları o büyülü yola yöneltmek gibi düşünceler aranır.18Ayrıca bu eserler eski rejimi mahkûm etmeli, milliyetçiliği ve modernliği yüceltmeli, vatanseverliği savunmalı, toplumun iyiliği için kişinin kendisini feda etmesi idealini ifade etmelidir.19

MALAZGİRT SAVAŞI VE EDEBİYATI

Malazgirt savaşı ve Türk-Bizans ilişkileri konusunda kesin sonuçlara varabilmek için İslam kaynaklarının yanı sıra Bizans, Ermeni vesair kaynaklardaki bilgilerin de toplanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak ilgili kaynaklara henüz yeterince ulaşılmadığından birçok karanlık ve tartışmalı nokta bulunmaya devam etmektedir. İslam kaynaklarında Malazgirt savaşının nasıl yer aldığı ile ilgili ilk çalışma da bir şarkiyatçı olan Prof. Cl. Cahen tarafından 1934’de yapılmıştır. Malazgirt Savaşı’na dair sunulan metinlerin hepsi sonradan kaleme alınmış eserlerdir. Çünkü çağdaş hiçbir İslam müverrihinin eseri günümüze kadar gelmemiştir. Sonradan yazılmış eserlerde bile hem konu detaylı bir şekilde anlatılmamış hem de verilen bilgiler müphem ve muğlaktır. Bunun en başta gelen sebebi, müverrihlerden hiçbirinin savaşta bulunmaması ve savaşta bulunanlardan da bize değerli bilgiler nakletmemeleri olsa gerektir. Bununla birlikte bütün metinlerde müşterek hususlar bulunmaktadır: Savaşın Cuma günü öğle namazı vaktinde başlaması, Bizans İmparatoru’nun askerinin çok, buna karşılık Sultan’ın askeri pek az olması, Sultan Alparslan’ın İmparator’a barış teklifinde bulunması, İmparator’u bir Memluk askeri tarafından tutsak alınması, Sultan’ın tutsak alınan İmparator’a iyi muamelede bulunması, Türk ordusunun eline çok miktarda ganimetin geçmesi20 gibi konular ortak noktaları oluşturur. Bunun dışında asker sayıları savaş bölgesi, savaş taktiği, ordu düzenleri, zayiatlar, İmparator ile Alp Arslan arasındaki görüşmeler, anlaşma maddeleri gibi birçok konu hakkında tarihi kaynaklarda belgeye dayalı kesin kayıtlar bulunmamaktadır.21

16 Çıkla, a.g.m., s. 437.

17 Karpat, a.g.e., s. 81.

18 Karpat, a.g.e., s. 81.

19 Karpat, a.g.e., s. 130.

20 Faruk Sümer, Ali Sevim, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1971, s. IX-X.

21 Ali Sevim, “Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçları”, Malazgirt Armağanı, TTK Yayınları, Ankara, 1993, s.

228.

(7)

konusu ele alındığında edebiyat hem sosyal hem bireysel etkileri olan bir alanı ihtiva eder.

Birey inşa etmek isteyen yazar ile toplum inşa etmek isteyen yazarın her ikisinin de vazgeçilmez kaynağı arasında edebiyat başat rol oynar. Bireysel ve toplumsal bir kimlik inşa etmeye çalışan ulus-devletin bu açıdan bakıldığında edebiyatı bir araç olarak kullanması kaçınılmaz bir durumdur. Milli kimliğin inşasında başlangıçta milli edebiyatın üstlendiği hizmet anlayışı farklı boyutları ile Cumhuriyet’ten sonra da devam etmiş ve günümüze kadar da bu anlayış etrafında bir edebiyat varlığını korumuştur.

Cumhuriyet ideolojisi ve hatta bizzat Atatürk modernleşme projesi dâhilinde sanata, özellikle görsel sanatlara büyük görevler yüklemiştir. Ulusal kimlik inşa sürecinde edebiyatın yanı sıra müzik, mimari ve heykel gibi sanat türleri de yeni rejimin inşasıyla yakından ilişkilendirilerek araçsallaştırılmıştır. Bir örnek olarak ifade edecek olursak; Mimar Aptullah Ziya “Varlık” dergisindeki “İnkılap ve Sanat” başlıklı yazısında sanatın inkılaplar yolunda kullanılması gerektiğine işaret etmiştir.16 Bunun gibi edebiyat hakkında da benzer bir yol tercih edilmiştir. Öyle ki bu dönem edebiyatının ana sorumluluğu, toplumun devrimci ve sanatsal bir biçimde eğitilmesi olur.17 Halkevlerinde desteklenecek eserlerde ya da Halkevlerinde sahneye konacak oyunlarda millet ve vatan sevgisini, inkılapçılık heyecanını kuvvetlendirmek, Türk tarihinin büyük anlarını yaşatmak, milli mücadelenin kahramanlıklarını anlatmak, taassubun, bâtıl itikatların, fena göreneklerin çirkinliklerini ve gülünçlüğünü ortaya koymak, ahlak yüksekliğini her sahada güzel örneklerle göstermek, Halkçılık sevgisi aşılamak ve ruhları o büyülü yola yöneltmek gibi düşünceler aranır.18Ayrıca bu eserler eski rejimi mahkûm etmeli, milliyetçiliği ve modernliği yüceltmeli, vatanseverliği savunmalı, toplumun iyiliği için kişinin kendisini feda etmesi idealini ifade etmelidir.19

MALAZGİRT SAVAŞI VE EDEBİYATI

Malazgirt savaşı ve Türk-Bizans ilişkileri konusunda kesin sonuçlara varabilmek için İslam kaynaklarının yanı sıra Bizans, Ermeni vesair kaynaklardaki bilgilerin de toplanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak ilgili kaynaklara henüz yeterince ulaşılmadığından birçok karanlık ve tartışmalı nokta bulunmaya devam etmektedir. İslam kaynaklarında Malazgirt savaşının nasıl yer aldığı ile ilgili ilk çalışma da bir şarkiyatçı olan Prof. Cl. Cahen tarafından 1934’de yapılmıştır. Malazgirt Savaşı’na dair sunulan metinlerin hepsi sonradan kaleme alınmış eserlerdir. Çünkü çağdaş hiçbir İslam müverrihinin eseri günümüze kadar gelmemiştir. Sonradan yazılmış eserlerde bile hem konu detaylı bir şekilde anlatılmamış hem de verilen bilgiler müphem ve muğlaktır. Bunun en başta gelen sebebi, müverrihlerden hiçbirinin savaşta bulunmaması ve savaşta bulunanlardan da bize değerli bilgiler nakletmemeleri olsa gerektir. Bununla birlikte bütün metinlerde müşterek hususlar bulunmaktadır: Savaşın Cuma günü öğle namazı vaktinde başlaması, Bizans İmparatoru’nun askerinin çok, buna karşılık Sultan’ın askeri pek az olması, Sultan Alparslan’ın İmparator’a barış teklifinde bulunması, İmparator’u bir Memluk askeri tarafından tutsak alınması, Sultan’ın tutsak alınan İmparator’a iyi muamelede bulunması, Türk ordusunun eline çok miktarda ganimetin geçmesi20 gibi konular ortak noktaları oluşturur. Bunun dışında asker sayıları savaş bölgesi, savaş taktiği, ordu düzenleri, zayiatlar, İmparator ile Alp Arslan arasındaki görüşmeler, anlaşma maddeleri gibi birçok konu hakkında tarihi kaynaklarda belgeye dayalı kesin kayıtlar bulunmamaktadır.21

16 Çıkla, a.g.m., s. 437.

17 Karpat, a.g.e., s. 81.

18 Karpat, a.g.e., s. 81.

19 Karpat, a.g.e., s. 130.

20 Faruk Sümer, Ali Sevim, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1971, s. IX-X.

21 Ali Sevim, “Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçları”, Malazgirt Armağanı, TTK Yayınları, Ankara, 1993, s.

228.

konusu ele alındığında edebiyat hem sosyal hem bireysel etkileri olan bir alanı ihtiva eder.

Birey inşa etmek isteyen yazar ile toplum inşa etmek isteyen yazarın her ikisinin de vazgeçilmez kaynağı arasında edebiyat başat rol oynar. Bireysel ve toplumsal bir kimlik inşa etmeye çalışan ulus-devletin bu açıdan bakıldığında edebiyatı bir araç olarak kullanması kaçınılmaz bir durumdur. Milli kimliğin inşasında başlangıçta milli edebiyatın üstlendiği hizmet anlayışı farklı boyutları ile Cumhuriyet’ten sonra da devam etmiş ve günümüze kadar da bu anlayış etrafında bir edebiyat varlığını korumuştur.

Cumhuriyet ideolojisi ve hatta bizzat Atatürk modernleşme projesi dâhilinde sanata, özellikle görsel sanatlara büyük görevler yüklemiştir. Ulusal kimlik inşa sürecinde edebiyatın yanı sıra müzik, mimari ve heykel gibi sanat türleri de yeni rejimin inşasıyla yakından ilişkilendirilerek araçsallaştırılmıştır. Bir örnek olarak ifade edecek olursak; Mimar Aptullah Ziya “Varlık” dergisindeki “İnkılap ve Sanat” başlıklı yazısında sanatın inkılaplar yolunda kullanılması gerektiğine işaret etmiştir.16 Bunun gibi edebiyat hakkında da benzer bir yol tercih edilmiştir. Öyle ki bu dönem edebiyatının ana sorumluluğu, toplumun devrimci ve sanatsal bir biçimde eğitilmesi olur.17 Halkevlerinde desteklenecek eserlerde ya da Halkevlerinde sahneye konacak oyunlarda millet ve vatan sevgisini, inkılapçılık heyecanını kuvvetlendirmek, Türk tarihinin büyük anlarını yaşatmak, milli mücadelenin kahramanlıklarını anlatmak, taassubun, bâtıl itikatların, fena göreneklerin çirkinliklerini ve gülünçlüğünü ortaya koymak, ahlak yüksekliğini her sahada güzel örneklerle göstermek, Halkçılık sevgisi aşılamak ve ruhları o büyülü yola yöneltmek gibi düşünceler aranır.18Ayrıca bu eserler eski rejimi mahkûm etmeli, milliyetçiliği ve modernliği yüceltmeli, vatanseverliği savunmalı, toplumun iyiliği için kişinin kendisini feda etmesi idealini ifade etmelidir.19

MALAZGİRT SAVAŞI VE EDEBİYATI

Malazgirt savaşı ve Türk-Bizans ilişkileri konusunda kesin sonuçlara varabilmek için İslam kaynaklarının yanı sıra Bizans, Ermeni vesair kaynaklardaki bilgilerin de toplanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak ilgili kaynaklara henüz yeterince ulaşılmadığından birçok karanlık ve tartışmalı nokta bulunmaya devam etmektedir. İslam kaynaklarında Malazgirt savaşının nasıl yer aldığı ile ilgili ilk çalışma da bir şarkiyatçı olan Prof. Cl. Cahen tarafından 1934’de yapılmıştır. Malazgirt Savaşı’na dair sunulan metinlerin hepsi sonradan kaleme alınmış eserlerdir. Çünkü çağdaş hiçbir İslam müverrihinin eseri günümüze kadar gelmemiştir. Sonradan yazılmış eserlerde bile hem konu detaylı bir şekilde anlatılmamış hem de verilen bilgiler müphem ve muğlaktır. Bunun en başta gelen sebebi, müverrihlerden hiçbirinin savaşta bulunmaması ve savaşta bulunanlardan da bize değerli bilgiler nakletmemeleri olsa gerektir. Bununla birlikte bütün metinlerde müşterek hususlar bulunmaktadır: Savaşın Cuma günü öğle namazı vaktinde başlaması, Bizans İmparatoru’nun askerinin çok, buna karşılık Sultan’ın askeri pek az olması, Sultan Alparslan’ın İmparator’a barış teklifinde bulunması, İmparator’u bir Memluk askeri tarafından tutsak alınması, Sultan’ın tutsak alınan İmparator’a iyi muamelede bulunması, Türk ordusunun eline çok miktarda ganimetin geçmesi20 gibi konular ortak noktaları oluşturur. Bunun dışında asker sayıları savaş bölgesi, savaş taktiği, ordu düzenleri, zayiatlar, İmparator ile Alp Arslan arasındaki görüşmeler, anlaşma maddeleri gibi birçok konu hakkında tarihi kaynaklarda belgeye dayalı kesin kayıtlar bulunmamaktadır.21

16 Çıkla, a.g.m., s. 437.

17 Karpat, a.g.e., s. 81.

18 Karpat, a.g.e., s. 81.

19 Karpat, a.g.e., s. 130.

20 Faruk Sümer, Ali Sevim, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1971, s. IX-X.

21 Ali Sevim, “Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçları”, Malazgirt Armağanı, TTK Yayınları, Ankara, 1993, s.

228.

Bu tarihi kayıtlar dikkate alındığında ya Malazgirt savaşı günümüzde sözü edildiği kadar tarih içinde büyük bir önem teşkil etmemiş ya da Malazgirt araştırmaları henüz istenildiği kadar derinleştirilmemiştir. Tarihi kayıtlar üzerinde görülen bu ilgisizliğin bin yıllık edebiyat tarihimiz açısından da benzer bir durum gösterdiğini ifade etmeliyiz.

Tarih boyunca hemen her hususta şiir, destan, mesnevi yazan edebiyatçılarımızın Malazgirt ve Alparslan konusunda bu kadar istekli olmadıkları görülmektedir. Zeynep Kerman “Edebiyatımızda Malazgirt” başlıklı makalesinde birçok eser üzerinde durmuş ve bunları tahlil etmiştir. Ona göre Malazgirt savaşının edebi bir konu haline gelmesi yalnız Mütareke ve İstiklal Savaşı yıllarına değil, çok önceye dayanır. Cumhuriyet devrinde de şair ve yazarlar tarafından defalarca işlenmiştir.22 Ancak hem bizim araştırmalarımız hem de Zeynep Kerman’ın verdiği örnek metinler göstermektedir ki Malazgirt Savaşının ciddi manada edebiyatın bir malzemesi haline gelmesi uluslaşma sürecinde yeni bir ulus inşa etmek isteyen Türk Ocakları ve Halkevleri çevrelerinde yetişen aydın ve sanatçılarla başlamıştır. Bu anlamda Divan ve halk edebiyatları dâhil Malazgirt ilgisi Millî edebiyat dönemlerinde başlar ve Cumhuriyetin ilk yılları ile birlikte devam eder diyebiliriz. Ancak o da belli çevrelerin ve amaçların sınırları dışında değerlendirilemez. Milli edebiyat ile başlayan ilginin temelinde ise Mütareke devrinde ortaya atılan ve Anadolu’yu esas alan tarih ve medeniyet görüşünün hem tarihi hem de edebiyatı etkilemesi söz konusudur. Bu görüşün ilk defa Yahya Kemal tarafından ileri sürüldüğüne dair kuvvetli bir rivayet ve gelenek vardır.23 Söz konusu bu tarih tezinde Anadolu Mecmuası etrafında bir araya gelen Yahya Kemal, Mükrimin Halil (Yınanç), Necip Asım, Hilmi Ziya (Ülken), Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu), Haydar Necip gibi yazarlar bütün bir Türk tarihi ile Anadolu Türk tarihini birbirinden ayırarak Malazgirt zaferi ile başlayan Anadolu Türk tarihinin önemi üzerinde dururlar. Malazgirt savaşını yeni bir tarih, millet ve medeniyetin başlangıcı sayan bu görüş, Balkan savaşından sonra, Ziya Gökalp’ın temsilciliğini yaptığı Türkçü-Turancı tarih ve millet anlayışına zıt olsa24 da yaygınlık kazanır.

Yahya Kemal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ziya Gökalp dâhil birçok edebiyatçı sahip oldukları tarih/ulus tezlerini çeşitli dergi ve kitaplarda yazdıkları yazıların yanı sıra edebi eserlerinde ifade etme yolunu tercih eder. Bu düşüncelerin ifade edildiği bu metinlerin kimisi edebi değerleri ile günümüzde de değerlendirmelere tabi tutulurken kimi de propaganda metni ya da “kullanmalık metin” olarak değerlendirilmektedir. Kullanmalık metin doğrudan doğruya “edebi sayılmayan” ve önceden belirlenmiş bir amaca hizmet etmesi açıkça vurgulanan, belirli bir alımlayıcı veya okuyucu kitlesini amaçlayan, öğretmeye, ikna etmeye, eğlendirmeye çalışan ve gerektiğinde de eylemde bulunmaya çağıran metinlerdir.25 Aşağıda ele aldığımız metinlerin birçoğunun bu kapsamda değerlendirilebileceği ifade edilmelidir.

DESTAN

Malazgirt savaşının yer aldığı en önemli metin türü olarak destanlar gösterilebilir.

Destanlar üzerine araştırmalar yapan farklı birçok araştırmacı birçok farklı destan tanımı verir. Bunlardan biri olan Hamide Demirel, destanı; “bir milletin tarihinin masallaştırılmış şekli” olarak tanımlar. Bu tanım özellikle Ziya Gökalp tonunu hissettiren alegorik destanların tanımlanması mahiyetinde önemli bir hareket noktasıdır.26 Banarlı ise destanı “milletlerin din, fazilet ve milli kahramanlık maceralarının manzum hikâyeleridir” şeklinde tanımlar.27 Modern edebiyatta ise folklor, destan ve kolektif şuur arayışları birbirini takip eden bir süreç izler ve sahamızda destana yönelişi başlatan en önemli eğilim ulusal ruhun uyanışı ile

22 Zeynep Kerman, Yeni Türk Edebiyatı İncelemeleri, Dergah Yayınları, İstanbul, 2009, s. 395.

23 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Dergah Yayınları, İstanbul, 2006, s. 465.

24 Kaplan, a.g.e., s. 466.

25 Fatih Tepebaşılı, Edebiyat Yazıları, Hece Yayınları, İstanbul, 2005, s. 47.

26 Çetindaş, a.g.e., s. 101.

27 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, MEB Basımevi İstanbul, 1998, s.1

(8)

açıklanabilir. Milli benliğe ve ulusal hafızaya yöneliş, halk kültürüne duyulan ilgiyi de beraberinde getirir. Bu zincirleme bir süreç olarak hemen her milli uyanışın içerisinde bulunur. Ziya Gökalp’ın milli şuuru arayış döneminde destanlar devrine geri dönüşü örnekleme ve öğütlemesinin nedeni de burada aranmalıdır. Milli varlığın tehlikede olması, bekayı ve egemenliği yitirme korkusu, düşman güçlerle karşılaşma, rejim değişikliği, inkılaplar, devrim kargaşası, medeniyet algısının değişmesi, kimlik yitimi ya da kimliksizlik korkusu, modernleşme çabalarının doğuşu ve hatta tahrip gücü yüksek doğal afet dönemleri toplumsal bunalımın görüldüğü dönemlerdir. Bu anlamda Yeni Türk edebiyatı için destan, kolektif şuuru canlandırma, propaganda ve şuur tatbiki işlevlerini yüklenir.28

Destan konusunda ele alınabilecek ilk çalışmalardan biri “Atatürk’e ve eserlerine içten bağlılığı ile tanınmış” Behçet Kemal Çağlar’ın “Malazgirt Zaferinden İstanbul’un Fethine”

adlı çalışmadır.29 Eserde yer alan dört destandan ilki olan “Malazgirt Destanı” Anadolu’yu kılıcıyla Türkleştiren Alparslan’ı ve onun büyük zaferini anmak için kaleme alınmıştır.

Destan Oğuz Destanı’ndan alıntıyla başlar ve cihan hâkimiyeti ideolojisi ekseninde Türkleri bir sel olarak değerlendirir. Büyük bir deniz olduğunu ispatlayan Türkler, Selçuklu, Osmanlı ve Kemalli ile yenilmezliğini ortaya koyar. Malazgirt destanında, Sultan Alparslan ile eski Türk kahramanları birleştirilir ve Türkçülük ruhunun tesisine çalışılır.30 Bu eserde Yahya Kemal ve Ziya Gökalp’ın açık tesirleri vardır. Yahya Kemal’in bu konuda yazdığı çeşitli makalelerinde ve özellikle “Türk İstanbul”31 adlı konferansında savaş ve bu savaşın mana ve tesiriyle ilgili fikirlerinin biz bu destanda şiir haline getirildiğini görürüz. Çağlar, Alparslan’ı eski Türk kahramanlarına benzetmekle de Gökalp’ın Türkçü Turancı fikirlerinin savunucusu durumundadır.32 Kitabın giriş bölümünde dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ve yine dönemin Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz’un yazıları bulunmaktadır. Orhan Oğuz, giriş yazısında Bin Temel Eser serisinin yayınlanma amacından söz ederken, “Türk kültürünü meydana getiren bütün değerleri araştırmak, tanıtmak, bunları daha verimli ve yaratıcı unsurlar olarak geliştirmek milli vazifelerimizdendir. Türk milletinin kendine özgü köklü ve zengin milli kültürü büyük önem taşır. Bu kültür, Türklüğün doğuşu ile başlamış, zamanla gelişerek, binlerce yıl, Türk toplumlarını “millet” olarak ayakta tutmuş, onlara “Türklük”

damgasını vurmuştur.” der.

Bir diğer önemli destan ise Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Malazgirt Ululaması”33 adlı destanıdır. Edebiyatımızda Yahya Kemal Beyatlı’dan sonra, Malazgirt konusunu en mükemmel ve estetik şekilde işleyen Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. Malazgirt Ululaması adlı müstakil kitabında Dağlarca, Malazgirt savaşı öncesini, savaşı ve sonrasını yer yer Dede Korkut üslubunu andıran bir edayla şiirleştirmiştir.34 Türk Dil Kurumunun Tanıtma Yayınları serisinden 1971’de yayınlanan bu eserin arka kapağında “Tanıtma Yayınları” hakkında şu bilgiler verilir: “Yetişen kuşaklarda, geniş topluluklarda dil bilgisini çoğaltma, dile özen duygusu ile anadili bilincini kökleştirme, dile sevgi ve saygıyı geliştirme, Dil Devrimi’nin gerekliliğini örnekleriyle gösterme amacını gütmektedir.” Yine kitabın arka kapağında bu eser hakkında “herkesin coşkuyla okuyacağı bir destandır” ifadesi kullanılır. 1071’den 1971’e Türk’ün Anadolu coğrafyasında yaşadığı tarihi macerayı ve oluşturduğu uygarlık terkibini destanlık bir hadise olarak gören Dağlarca, Malazgirt Ululaması’nda bu terkibe vücut veren ruhu yakalamaya çalışır. Ona göre Malazgirt Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türkçeleşmesi

28 Çetindaş, a.g.e., s. 76.

29 Behçet Kemal Çağlar, Malazgirt Zaferinden İstanbulun Fethine, Devlet Kitapları, İstanbul, 1971.

30 Çetindaş, a.g.e., s. 209.

31 Yahya Kemal Beyatlı, “Türk İstanbul”, Töre Dergisi, 1972, S 40, 12, Yıl 4, ss. 5-14.

32 Kerman, a.g.e., s. 391.

33 Fazıl Hüsnü Dağlarca, Malazgirt Ululaması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1971.

34 Kerman, a.g.e., s. 395.

(9)

açıklanabilir. Milli benliğe ve ulusal hafızaya yöneliş, halk kültürüne duyulan ilgiyi de beraberinde getirir. Bu zincirleme bir süreç olarak hemen her milli uyanışın içerisinde bulunur. Ziya Gökalp’ın milli şuuru arayış döneminde destanlar devrine geri dönüşü örnekleme ve öğütlemesinin nedeni de burada aranmalıdır. Milli varlığın tehlikede olması, bekayı ve egemenliği yitirme korkusu, düşman güçlerle karşılaşma, rejim değişikliği, inkılaplar, devrim kargaşası, medeniyet algısının değişmesi, kimlik yitimi ya da kimliksizlik korkusu, modernleşme çabalarının doğuşu ve hatta tahrip gücü yüksek doğal afet dönemleri toplumsal bunalımın görüldüğü dönemlerdir. Bu anlamda Yeni Türk edebiyatı için destan, kolektif şuuru canlandırma, propaganda ve şuur tatbiki işlevlerini yüklenir.28

Destan konusunda ele alınabilecek ilk çalışmalardan biri “Atatürk’e ve eserlerine içten bağlılığı ile tanınmış” Behçet Kemal Çağlar’ın “Malazgirt Zaferinden İstanbul’un Fethine”

adlı çalışmadır.29 Eserde yer alan dört destandan ilki olan “Malazgirt Destanı” Anadolu’yu kılıcıyla Türkleştiren Alparslan’ı ve onun büyük zaferini anmak için kaleme alınmıştır.

Destan Oğuz Destanı’ndan alıntıyla başlar ve cihan hâkimiyeti ideolojisi ekseninde Türkleri bir sel olarak değerlendirir. Büyük bir deniz olduğunu ispatlayan Türkler, Selçuklu, Osmanlı ve Kemalli ile yenilmezliğini ortaya koyar. Malazgirt destanında, Sultan Alparslan ile eski Türk kahramanları birleştirilir ve Türkçülük ruhunun tesisine çalışılır.30 Bu eserde Yahya Kemal ve Ziya Gökalp’ın açık tesirleri vardır. Yahya Kemal’in bu konuda yazdığı çeşitli makalelerinde ve özellikle “Türk İstanbul”31 adlı konferansında savaş ve bu savaşın mana ve tesiriyle ilgili fikirlerinin biz bu destanda şiir haline getirildiğini görürüz. Çağlar, Alparslan’ı eski Türk kahramanlarına benzetmekle de Gökalp’ın Türkçü Turancı fikirlerinin savunucusu durumundadır.32 Kitabın giriş bölümünde dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ve yine dönemin Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz’un yazıları bulunmaktadır. Orhan Oğuz, giriş yazısında Bin Temel Eser serisinin yayınlanma amacından söz ederken, “Türk kültürünü meydana getiren bütün değerleri araştırmak, tanıtmak, bunları daha verimli ve yaratıcı unsurlar olarak geliştirmek milli vazifelerimizdendir. Türk milletinin kendine özgü köklü ve zengin milli kültürü büyük önem taşır. Bu kültür, Türklüğün doğuşu ile başlamış, zamanla gelişerek, binlerce yıl, Türk toplumlarını “millet” olarak ayakta tutmuş, onlara “Türklük”

damgasını vurmuştur.” der.

Bir diğer önemli destan ise Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Malazgirt Ululaması”33 adlı destanıdır. Edebiyatımızda Yahya Kemal Beyatlı’dan sonra, Malazgirt konusunu en mükemmel ve estetik şekilde işleyen Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. Malazgirt Ululaması adlı müstakil kitabında Dağlarca, Malazgirt savaşı öncesini, savaşı ve sonrasını yer yer Dede Korkut üslubunu andıran bir edayla şiirleştirmiştir.34 Türk Dil Kurumunun Tanıtma Yayınları serisinden 1971’de yayınlanan bu eserin arka kapağında “Tanıtma Yayınları” hakkında şu bilgiler verilir: “Yetişen kuşaklarda, geniş topluluklarda dil bilgisini çoğaltma, dile özen duygusu ile anadili bilincini kökleştirme, dile sevgi ve saygıyı geliştirme, Dil Devrimi’nin gerekliliğini örnekleriyle gösterme amacını gütmektedir.” Yine kitabın arka kapağında bu eser hakkında “herkesin coşkuyla okuyacağı bir destandır” ifadesi kullanılır. 1071’den 1971’e Türk’ün Anadolu coğrafyasında yaşadığı tarihi macerayı ve oluşturduğu uygarlık terkibini destanlık bir hadise olarak gören Dağlarca, Malazgirt Ululaması’nda bu terkibe vücut veren ruhu yakalamaya çalışır. Ona göre Malazgirt Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türkçeleşmesi

28 Çetindaş, a.g.e., s. 76.

29 Behçet Kemal Çağlar, Malazgirt Zaferinden İstanbulun Fethine, Devlet Kitapları, İstanbul, 1971.

30 Çetindaş, a.g.e., s. 209.

31 Yahya Kemal Beyatlı, “Türk İstanbul”, Töre Dergisi, 1972, S 40, 12, Yıl 4, ss. 5-14.

32 Kerman, a.g.e., s. 391.

33 Fazıl Hüsnü Dağlarca, Malazgirt Ululaması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1971.

34 Kerman, a.g.e., s. 395.

açıklanabilir. Milli benliğe ve ulusal hafızaya yöneliş, halk kültürüne duyulan ilgiyi de beraberinde getirir. Bu zincirleme bir süreç olarak hemen her milli uyanışın içerisinde bulunur. Ziya Gökalp’ın milli şuuru arayış döneminde destanlar devrine geri dönüşü örnekleme ve öğütlemesinin nedeni de burada aranmalıdır. Milli varlığın tehlikede olması, bekayı ve egemenliği yitirme korkusu, düşman güçlerle karşılaşma, rejim değişikliği, inkılaplar, devrim kargaşası, medeniyet algısının değişmesi, kimlik yitimi ya da kimliksizlik korkusu, modernleşme çabalarının doğuşu ve hatta tahrip gücü yüksek doğal afet dönemleri toplumsal bunalımın görüldüğü dönemlerdir. Bu anlamda Yeni Türk edebiyatı için destan, kolektif şuuru canlandırma, propaganda ve şuur tatbiki işlevlerini yüklenir.28

Destan konusunda ele alınabilecek ilk çalışmalardan biri “Atatürk’e ve eserlerine içten bağlılığı ile tanınmış” Behçet Kemal Çağlar’ın “Malazgirt Zaferinden İstanbul’un Fethine”

adlı çalışmadır.29 Eserde yer alan dört destandan ilki olan “Malazgirt Destanı” Anadolu’yu kılıcıyla Türkleştiren Alparslan’ı ve onun büyük zaferini anmak için kaleme alınmıştır.

Destan Oğuz Destanı’ndan alıntıyla başlar ve cihan hâkimiyeti ideolojisi ekseninde Türkleri bir sel olarak değerlendirir. Büyük bir deniz olduğunu ispatlayan Türkler, Selçuklu, Osmanlı ve Kemalli ile yenilmezliğini ortaya koyar. Malazgirt destanında, Sultan Alparslan ile eski Türk kahramanları birleştirilir ve Türkçülük ruhunun tesisine çalışılır.30 Bu eserde Yahya Kemal ve Ziya Gökalp’ın açık tesirleri vardır. Yahya Kemal’in bu konuda yazdığı çeşitli makalelerinde ve özellikle “Türk İstanbul”31 adlı konferansında savaş ve bu savaşın mana ve tesiriyle ilgili fikirlerinin biz bu destanda şiir haline getirildiğini görürüz. Çağlar, Alparslan’ı eski Türk kahramanlarına benzetmekle de Gökalp’ın Türkçü Turancı fikirlerinin savunucusu durumundadır.32 Kitabın giriş bölümünde dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ve yine dönemin Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz’un yazıları bulunmaktadır. Orhan Oğuz, giriş yazısında Bin Temel Eser serisinin yayınlanma amacından söz ederken, “Türk kültürünü meydana getiren bütün değerleri araştırmak, tanıtmak, bunları daha verimli ve yaratıcı unsurlar olarak geliştirmek milli vazifelerimizdendir. Türk milletinin kendine özgü köklü ve zengin milli kültürü büyük önem taşır. Bu kültür, Türklüğün doğuşu ile başlamış, zamanla gelişerek, binlerce yıl, Türk toplumlarını “millet” olarak ayakta tutmuş, onlara “Türklük”

damgasını vurmuştur.” der.

Bir diğer önemli destan ise Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Malazgirt Ululaması”33 adlı destanıdır. Edebiyatımızda Yahya Kemal Beyatlı’dan sonra, Malazgirt konusunu en mükemmel ve estetik şekilde işleyen Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. Malazgirt Ululaması adlı müstakil kitabında Dağlarca, Malazgirt savaşı öncesini, savaşı ve sonrasını yer yer Dede Korkut üslubunu andıran bir edayla şiirleştirmiştir.34 Türk Dil Kurumunun Tanıtma Yayınları serisinden 1971’de yayınlanan bu eserin arka kapağında “Tanıtma Yayınları” hakkında şu bilgiler verilir: “Yetişen kuşaklarda, geniş topluluklarda dil bilgisini çoğaltma, dile özen duygusu ile anadili bilincini kökleştirme, dile sevgi ve saygıyı geliştirme, Dil Devrimi’nin gerekliliğini örnekleriyle gösterme amacını gütmektedir.” Yine kitabın arka kapağında bu eser hakkında “herkesin coşkuyla okuyacağı bir destandır” ifadesi kullanılır. 1071’den 1971’e Türk’ün Anadolu coğrafyasında yaşadığı tarihi macerayı ve oluşturduğu uygarlık terkibini destanlık bir hadise olarak gören Dağlarca, Malazgirt Ululaması’nda bu terkibe vücut veren ruhu yakalamaya çalışır. Ona göre Malazgirt Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türkçeleşmesi

28 Çetindaş, a.g.e., s. 76.

29 Behçet Kemal Çağlar, Malazgirt Zaferinden İstanbulun Fethine, Devlet Kitapları, İstanbul, 1971.

30 Çetindaş, a.g.e., s. 209.

31 Yahya Kemal Beyatlı, “Türk İstanbul”, Töre Dergisi, 1972, S 40, 12, Yıl 4, ss. 5-14.

32 Kerman, a.g.e., s. 391.

33 Fazıl Hüsnü Dağlarca, Malazgirt Ululaması, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1971.

34 Kerman, a.g.e., s. 395.

anlamına gelmektedir. Malazgirt’i toprak-insan ilişkisi etrafında yorumlamak isteyen Dağlarca, Türk’ün mekanı sahiplenme ve toprağa hâkim olma iradesinden hareket eder.35

Aydın Oy, Malazgirt Destanı’nda Malazgirt’i ebedi yurt arayışının billurlaşmış ideali olarak düşünür ve geçmiş savaşlarla bugün arasında bağ kurar. Diğer destanlarda olduğu gibi bu destanda da Türk ordusunun manevi kuvveti üzerinde durulur. Türk’ün aman diyene kılıç kaldırmaması, esirlere gösterilen cömertlik ve iyi niyeti savaş ahlakına dair motifler olarak anan şair; alperen ve şehitlere dair yüceltmelerden sonra, 26 Ağustos tarihini bugüne bağlar.

Dolayısıyla destan da Atatürk ile Alparslan arasındaki çizgide birleşir.36

H. Cengiz Alpay’da Alparslan ve Malazgirt Destanı adıl bir destan yazar. Alparslan’ı Ergenekon’a bağlar ve o soydan gelen kişi olarak değerlendirir. Türk İslam ruhunu birleştiren kahraman dediği Alparslan’ı başbuğ olarak nitelendirmesi de eski Türk devlet geleneği ile ilişkilidir.37

Bunların dışında Enver Tuncalp’ın “Alparslan ve Malazgirt Destanı”, Fazıl Oyat’ın

“Türk Yurdu Anadolu”, Haluk Nihat Pepe’nin “Erenler, Gaziler” isimli destanları da sayılabilir. Bu eserler Malazgirt savaşını destan formu içinde işleyen metinlerdir.

TİYATRO

Cumhuriyet ideolojisinin modernleşme projesi sanata, özellikle de görsel sanatlara büyük görevler yükler. Ulusal kimlik inşa sürecinde tüm sanat dallarının yeni rejimin inşasında araçsallaştırıldığı rahatlıkla söylenebilir. Bu iz üzerinden giderek tiyatro sanatı ele alındığında, kurucu kadronun Türk kimliği inşa etmek, Osmanlı/İslam mirasından kopmak, Cumhuriyet devrimlerini yerleştirmek ve modernleşmeyi hayata geçirmek için tiyatroya özel bir önem atfettiği görülür. Cumhuriyetin ilanından yakın bir zaman önce başlayan uluslaşma süreci Türk Ocaklarının kuruluşunun ardından Türkçülük düşüncesine paralel şekilde fazla zaman geçmeden meyvelerini tiyatro türünde de vermeye başlar. Bunlardan ilki Mehmet Nafi’nin Kamer Sultan (1329) piyesidir. Kuzey ve Güney Türklerinin bir araya gelmesi suretiyle sağlanacak “Büyük Türk Birliği” idealini dikkatlere sunar. Bunun haricinde Celal Esat “Büyük Yarın” (1910), Abdulhak Hamit “İlhan” (1913), “Turhan” (1916), Aka Gündüz

“Yarım Türkler” (1919) oyunlarını yazar. Ziya Gökalp’in manzum tiyatro denemesi olan Alparslan Malazgirt Muharebesi (1336) isimli eserleri ilk akla gelenlerdir.38

Ulus inşası bağlamında Milli edebiyat dönemi ve Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunda yer verilen tarihsel konulardan biri de, Selçuklu dönemidir. Başta Malazgirt meydan muharebesi ve Alparslan olmak üzere Selçuklu dönemi değişik cepheleriyle bu dönemde kaleme alınan oyunlarda değerlendirmeye tabi tutulmuştur. İlk defa Ziya Gökalp tarafından 1922’de oyun şeklinde anlatılan Alparslan ve Malazgirt Zaferi, Cumhuriyet döneminde tiyatronun imkânları ile anlatılmış, bu dönem ile Cumhuriyet arasında tarihi ve kültürel birliktelikler irdelenmiştir.39 Modern tiyatromuzun Malazgirt Savaşı’nı anlatan ilk eseri Türk sosyolojisinin kurucusu kabul edilen Ziya Gökalp’ın Malazgirt Muharebesi isimli manzum tiyatro denemesidir. Bu eser, hacim olarak çok kısa olmasına rağmen, satırlar arasına sıkıştırılmış çok önemli temaları ihtiva eder. Eser Türk milletinin vasıfları ve İslam’a yaptıkları hizmetleri anlatır. Böyle bir hizmeti Türk milletinin tarihi görevi olarak görür:

Türk varken İslamiyet emindir bu ülkede Çabuk kesme vezirim ümidini Tanrıdan Biz dinin askeriyiz odur dini yaradan

35 Tacettin Şimşek, “Masaldan Destana: Dağlarca’nın Şiiri”, Hece Dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı, Hece Yayınları Türk Şiiri Özel Sayısı, S 53-54-55, s. 211.

36 Çetindaş, a.g.e., s. 209-210.

37 Çetindaş, a.g.e., s. 210.

38 Abdullah Şengül, Cumhuriyet Döneminde Tarihi Tiyatro, Alp Yayınevi, Ankara, 2008, s. 33.

39 Şengül, a.g.e., s. 101.

(10)

… İslamiyet bir kızdır bekçisi Türk bir aslan Elinde dal kılıcı bekler onu her zaman40

Gökalp, bu eserinde Alparslan’ın kahramanlığı ile üstün ahlaki vasıflarını belirtir. Bu oyun ile Ziya Gökalp, tarih sahnesine çıkış tarzı itibariyle Anadolu’da kurulan ilk Türk devletiyle İstiklal mücadelesi sonunda kurulacak devlet arasındaki benzerliklere atıfta bulunur.41Ziya Gökalp’e göre Alparslan, Türklük ile İslamiyet ve insanlık sevgisini birleştiren ideal bir kahramandır. Piyesin sonunda, İslamiyet fikriyle insaniyet fikri şöyle birleştirilir:42

Dinimizin esası muhabbetle hürriyet,

Muvahhit olanları hep görürüz bir ümmet…”

Malazgirt ve Alparslan hakkında tiyatro eseri yazan bir diğer edebiyatçımız Sebahattin Engin’dir. 1971’de Malazgirt Zaferinin 900. yıl dönümünde Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü’nün açtığı yarışmada birincilik kazanan yazarın, destani bir havada kaleme aldığı eseri, dramatik açıdan zayıf olmakla beraber; dili, tarihi bilgilerden faydalanması, milli değerleri aşılaması bakımından, okullarda temsil edilebilecek bir piyestir olarak kabul edilir.43

Söz konusu eser sekiz tablodan oluşan bir tiyatro metnidir. Eserin giriş bölümünde

“Malazgirt” Üzerine başlıklı bölümde eserin ortaya çıkışı ile ilgili bir bilgi verilmektedir.

Buna göre yazar Sebahattin Engin oyunu yazmadan önce Profesör Emin Bilgiç’in öğütleriyle Malazgirt hakkında yazılmış çoğu yabancı kaynaklı on yedi kitap ve broşürü inceler.

İncelemeler esnasında Alp Arslan’ın her yönden örnek bir şahsiyet, strateji ustası, psikolog, tedbirli, merhametli, kararlı, dirayetli ve iradesiyle bütün üstünlüklere sahip biri olduğunu düşünür. O, hem bu örnek ve üstün şahsiyetin hem de Malazgirt savaşının neden bu kadar üstünkörü anlatıldığını anlayamamıştır. Bu giriş bölümü niteliğindeki bölümde aynı zamanda kaynakların yetersizliğine de vurgu yapar. Hem yerli hem de yabancı kaynakların verdiği bilgiler hem yetersiz hem de birbirinden farklı ve tutarsız bilgileri içermektedir. Kimi kaynaklar Romanos Diogenes’in ordusunun üç yüz bin, kimisi iki yüz elli bin, kimisi de iki yüz bin olarak yazar. Alp Arslan’ın ordusunu ise otuz binden tutunuz yüz elli bine kadar çıkaran bulunmaktadır. Bununla birlikte Alp Arslan’ın ve Romanos Diogenes’nin kişiliklerini belirten sağlam ipuçları bulunmaktadır. Yazar bu karakter özelliklerine oyununda da değinmektedir. Yazar her ne kadar bu bölümde mübalağaya kaçmadığını, “Ne Alp Arslan’ı methettim; ne de Diogenes’ni yerdim. Tarihe ve olaylara kesin olarak sadık kaldım.” dese de edebi bir metinden beklenenin ille de tarihsel olana sadık kalmak zorunluluğu aranmaması gerektiğinden eserin bu sadakatten uzaklaştığı ifade edilebilir.

Söz konusu tiyatro metni bu konuyu esas alan diğer metinler gibi, Alp Arslan, komutanları, Türk halkı, askerler ve İbn-i Mühelban, Nizamü’l-Mülk gibi alim ve devlet adamı şahsiyetler hakkında övgü dolu sözler kullanılır. Bu kullanım özünde okuyucuya, seyirciye ideal insan tipi çizilmektedir. Bu ideal insan tipi milli ve manevi değerlere sahip Türk Müslüman tipidir.

Cumhuriyet dönemi Türk Tiyatrosunda Alparslan, Malazgirt savaşı ve Selçukluyu anlatan diğer oyunlar şunlardır: Ali Kozanoğlu, Alp Arslan (1948); Hüsnü Yıldız, Alparslan (1960); Resul Arslan, Alparslan ve Malazgirt Zaferi (1968); Sabahattin Engin, Malazgirt (1971); M. Faruk Gürtunca, Büyük Hakan Alp Arslan (1971); Mesut Akça, Alp Arslan ve Malazgirt Zaferi (1971); Abay Dağlı, Malazgirt’ten Sakarya’ya (1972); Asaf Önen (Alp Arslan (1974); Fahri Sağlam, Alp Arslan (1976); Remzi Özçelik, Büyük Köprü, (1976). Bu eserlerle öncelikle bir Türklük gündemi oluşturulmaya çalışılmıştır. Alp Arslan büyük Türk

40 Ziya Gökalp, “Malazgirt Muharebesi”, Küçük Mecmua, Haziran 1922.

41 Mecit Canatak, “Cumhuriyet Devri Türk Şiirinde, Mısraların Ritmiyle Özlemi Çekilen Devirleri Yeniden Yaşama Arzusu: Malazgirt Savaşı”, Savaş ve Edebiyat Sempozyumu, Sakarya, 2016, s. 104.

42 Kaplan, a.g.e., s. 473.

43 Kerman, a.g.e., s. 393.

Referanslar

Benzer Belgeler

İbrahim ERDOĞAN Muş Alparslan Üniversitesi Rektör Yardımcısı - Eğitim Fakültesi Dekanı i.erdogan@alparslan.edu.tr Muş TÜRKİYE Prof. Hanife Nalan GENÇ Ondokuz

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI. (İlmi Toplantılara Bildiri İle Müracaat Eden Katılımcılar İçin

başlıklı bu bildiri metninin yeni bir araştırma olduğunu, daha önce hiçbir ilmî toplantıda sunulmadığını ve yayımlanmadığını, bildiri metninin tamamının ya da

başlıklı bu bildiri metninin yeni bir araştırma olduğunu, daha önce hiçbir ilmî toplantıda sunulmadığını ve yayımlanmadığını, Bildiri metninin tamamının ya da büyük

başlıklı bu bildiri metninin yeni bir araştırma olduğunu, daha önce hiçbir ilmî toplantıda sunulmadığını ve yayımlanmadığını, Bildiri metninin tamamının ya da

başlıklı bu bildiri metninin yeni bir araştırma olduğunu, daha önce hiçbir ilmî toplantıda sunulmadığını ve yayımlanmadığını, bildiri metninin tamamının ya da

başlıklı bu bildiri metninin yeni bir araştırma olduğunu, daha önce hiçbir ilmi toplantıda sunulmadığını ve yayımlanmadığını, Bildiri metninin tamamının ya

Açılış Konuşmaları Veysel Karani AKSUNGUR ESAV Erzurum Vakfı Genel Başkanı Prof.. Mehmet Ali BEYHAN Atatürk Araştırma Merkezi