• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti’nde Amerika Birleşik Devletleri Vatandaşlarının Hukuku ve Karşılaşılan Bazı Problemler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlı Devleti’nde Amerika Birleşik Devletleri Vatandaşlarının Hukuku ve Karşılaşılan Bazı Problemler"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Osmanlı Devleti’nde Amerika Birleşik Devletleri Vatandaşlarının Hukuku ve Karşılaşılan Bazı Problemler

The Rights of the United States Citizens in the Ottoman Empire and Some Problems Haluk SELVİ Kurtuluş DEMİRKOL**

Özet

180 yıllık bir geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkilerinin başladığı andan itibaren birçok problemli konuları ihtiva ettiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine rastgelen bu ilişkilerin başlangıcı, diğer Avrupa devletleri ile ilişkilerine benzer bir paralellik göstermektedir. 1830, 1862, 1874 anlaşmaları ile başlayan Osmanlı Devleti üzerindeki Amerika Birleşik Devletleri kapitülasyonları ve Osmanlı Devleti’ndeki vatandaşlarının hukuku konusu devamlı olarak Osmanlı Devleti aleyhine gelişmiştir. Birleşik Devletler ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan üç önemli anlaşma, 1830 tarihli Seyr- i Sefain ve Ticaret Anlaşması, 7 Mayıs 1862 tarihli Seyr-i Sefain ve Ticaret Anlaşması ve 11 Ağustos 1874’te imzalanan suçluların iadesi ve tabiiyet anlaşmasıdır.

Bu çalışmada, Osmanlı Devleti ile ABD arasında yapılan bu anlaşmalarla sağlanan haklar üç aşamada ele alınmıştır: Birincisi, kapitülasyonların kökeni ve tasarlanması, ikincisi, kapitülasyonlarla tanınan dokunulmazlıkların yapısı gereği Amerikan vatandaşlarının girişimlerini koruma iddiası, üçüncüsü, Osmanlı devletinin kendisine kapitülasyonların bu hakların doğrulayıcısı olan yorumlarını veren çeşitli hüküm, kararname ve uygulamaları.

Bu anlaşmalardan doğan haklar Osmanlı Devleti’ni o kadar bunaltmıştır ki, bir aralık ülkesindeki bütün Hıristiyan okullarının kapatılması talimatını veren bir kararname yayınlanmıştır. Anadolu’da başlayan ayrılıkçı hareketler ve bu hareketlerde ABD uyrukluların müdahaleleri iki ülkeyi birçok kez karşı karşıya getirmiştir. Bu süreçte Osmanlı Devleti izinsiz olarak ABD vatandaşlığına geçenleri Osmanlı vatandaşı saymaya devam ederken, ABD de bu kişileri kendi vatandaşı olarak kabule devam etti.

Ermeni sorununun ortaya çıkmasıyla birlikte misyonerlerin çalışmaları artmış ve imtiyazlar ayrılıkçıların elinde adeta gizli bir silah olarak kullanılmıştır. 1890-1915 yılları arasında Anadolu’da ve Balkanlarda meydana gelen asayiş olaylarında ABD’nin devamlı bir şekilde müdahil devlet olduğu ve anlaşmalarla sağlanan imtiyazları kullandığı görülmektedir. Bu olaylarda misyonerlerin etkisi göz ardı edilemez bir şekilde belgelerle sabit hale gelmiştir.

İki devlet arasındaki ilişkilerde karşılaşılan hukuki problemlerin kaynağının iki taraf arasında yapılan anlaşmalarda elde etmek istedikleri şeyin, daha doğrusu Amerika Birleşik Devletleri’nin isteklerinin çok farklı

Prof. Dr;, Sakarya Üniveristesi-Sakarya.

**Okutman; Kocaeli Üniversitesi – Kocaeli.

(2)

olmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri daha fazla imtiyazla Orta Doğu’da durumunu güçlendirmek isterken, Osmanlı Devleti büyük bir baskı altında bu hükümleri kabul etmek zorunda kalmıştır. En azından anlaşmaların uygulanması sürecinde, hukuki meselelerde gösterdiği isteksizliği bu tezi güçlendirmektedir.

Osmanlı Devleti'nin ABD ile antlaşması yapmaktan kaçınmasının en önemli sebebi, böyle bir antlaşmanın Osmanlı Devleti'nin menfaatine olmamasıdır. Çünkü Osmanlı Devleti, ABD ile yapılan ticaretten, daha önce kapitülasyon antlaşması yaptığı ülkelere göre daha fazla gümrük vergisi alıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin söz konusu dönemde ABD limanlarında ticaret yapacak gemi ve tüccarı da yoktu. Bu kararsızlık daha sonraki uygulamalarda soruna dönüşecektir.

Misyonerler anlaşmalarla sağladıkları hukuki durumlarını, Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimlerin durumunu bahane ederek devamlı bir şeklide güçlendirmişler ve iki ülke arasında birçok krizin yaşanmasına sebep olmuşlardır. Amerika Birleşik Devletleri’nde bugün sahiplenilen Ermeni Soykırımı iddialarının ve desteğinin tarihi arka planında da misyonerlerin ve Amerika Birleşik Devletleri tüccarlarının Osmanlı topraklarındaki kurumsal çıkarları söz konusudur.

Bazı Ermeniler vatandaş olmak için, bazıları siyasi suçlarından kaçarak sığınmak için ABD’ye gidiyordu.

Misyonerler de Osmanlı Ermenilerinin Amerikan vatandaşlığına geçmelerine destek oluyorlardı. Çünkü misyonerler sadece eğitim vermek ya da Ermenileri kendi mezheplerine geçmeye ikna etmek için değil, aynı zamanda “Hıristiyanları Türk yönetiminden kurtaracak kahramanlar” yetiştirmeyi de hedeflemişlerdi. Bu niyetlerini gizli ve açık olarak defalarca yazdıkları raporlarda dile getirdikleri biliniyordu. Osmanlı Devleti’nden izin alamayan Ermeniler bu sefer kaçma yolunu deniyorlardı.

Bu çalışmada bahsedilen anlaşma metinlerine, arşiv belgelerine dayanılarak Türk-ABD ilişkilerinin başlangıç döneminde ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve vatandaşlık sorunları çerçevesinde misyonerler ve Ermeni Sorunu ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı-Amerikan İlişkileri, Amerika Vatandaşlarının Hakları, Misyonerler, Ermeniler, Kapitülasyonlar.

Abstract

180-year old Turkish-American relations are known to include many problematic issues from the beginning. The inauguration of these relations, synchronizing the decline of the Ottoman Empire shows a similar parallelism with her relations of other European states. The USA capitulations on the Ottoman Empire beginning with the agreements of 1830, 1862 and 1874 as well as the issue of the rights of the United States citizens in the Ottoman lands incessantly developed against the Ottoman Empire. Three major agreements signed between the United States and the Ottoman Empire were the Trade and Navigation Agreement of 1830, the Trade and Navigation Agreement dated May 7, 1862 and the Treaty of Extradition and Citizenship dated August 11, 1874.

In this study, the rights provided by these agreements between the Ottoman Empire and the United States are discussed in three stages: First, the origin and design of capitulations, secondly, the claim of preservation of the initiatives of American citizens in accordance with the nature of the capitulations granted immunity, and the third various provisions, decrees and applications of the Ottoman Empire that gave comments of confirmations.

Rights arising from these agreements troubled the Ottoman Empire so much that the authorities published a decree instructing that all Christian schools to be closed down in the country. Separatist movements in Anatolia and the interventions of American subjects in these actions many times led to confrontation of both countries. In this process, while the Ottomans continues to accept Ottoman citizens who became American citizen without permission, the United States also continued to accept these people as their own citizens.

With the emergence of the Armenian question the activities of missionaries increased and separatists used the concessions like a secret weapon. It is seen that the USA has continuously interfered with the incidents occurred between 1890 and 1915 in Anatolia and the Balkans and used the prerogatives provided by the agreements. In these events, the influence of missionaries can obviously be seen from the related documents.

(3)

The sources of legal problems encountered in the relations between the two states lies the advantages that both sides wanted to achieve from the signed agreements. More precisely, these problems resulted from the United States’ request that were far removed from the Ottoman ones. While the United States wanted to strengthen her status in the Middle East with more privileges, the Ottoman Empire was under great pressure and to accept these provisions. At least, during the implementation of the agreements, her reluctance in the legal issues strengthens this claim.

The most important reason of the Ottoman Empire for avoiding an agreement with the United States was that such an agreement would not turn out to their advantage. Because the Ottoman Empire levied much custom tariffs from the USA than the counties which the Ottomans have made capitulation treaties before. In addition, the Ottoman Empire did not have vessel and merchant which would make trade in the U.S. ports. This instability later on turned into problem in subsequent applications.

The missionaries continuously strengthened their legal status gained from the treaties under the pretext of non-Muslim statues in the Ottoman Empire and have caused many crises between the two countries. In the historical background of the claims and support of the Armenian Genocide which is owned by the United States today, the institutional interests of the missionaries and American traders in the Ottoman lands lie in.

Some Armenians went to America to become American citizens; some of them went there to take refuge because of their political crimes. Missionaries too supported the Ottoman Armenians for American naturalization.

Because missionaries not only provide training or persuade the Armenians for converting to their own sect but also they intended to educate “heroes who would save the Christians from the Turkish rule”. Their intentions were clearly known from their repeated writings that secretly and openly were expressed in their reports. The Armenians who did not get permission from the Ottoman authorities tried to escape.

In this study, based on the text of the agreements and archival documents, the missionaries and the Armenian Question are discussed within the framework of disagreements and citizenship issues in the initial phase of Turkish-US relations.

Key Words: Ottoman-American Relations, American Citizens Rights, Missionaries, Armenians, Kapitulasyon

1- Osmanlı Devleti-ABD İlişkilerin Başlaması

Tarihte ilk Türk-Amerikan ilişkileri, Birleşik Devletlerin Akdeniz ticaretine nüfuz edebilmesi için Osmanlı Devleti ile resmi temasa geçmesi sonucu ticari alanda başlamıştır.

1803 yılında ABD Ekonomi Bakanlığı'nın ithalat-ihracat istatistiklerinde ilk kez Osmanlı Devleti de yer almıştır. XVII. yüzyıldan itibaren Amerikan gemileri İngilizlerin himayesi altında Türk limanlarına giriş yapmıştır. İki devlet arasındaki ticari ilişkiler, 1830 Ticaret Antlaşması'na kadar olan dönem, 1830-1862 antlaşmaları arası dönem ve 1862-1917 arası dönem olarak üç kısımda incelenebilir.

Birinci dönem, Amerikan tüccarının Osmanlı topraklarına giriş yaptığı dönemdir. Bu dönem aynı zamanda tanıma safhası veya ticari ilişkilerin başlangıç devresi olarak tanımlanabilir. 1810'dan sonra Amerikan tüccarının Osmanlı limanlarındaki varlığı hissedilmeye başlanmıştır ve 1830’da 32 Amerikan gemisi İzmir limanına giriş yapmıştır. Bu dönemde Amerikalı tüccarlar ve Amerikan vatandaşları İngiltere himayesinde ve onlardan aldıkları belgelerle Osmanlı ülkesine girmişlerdir.

Osmanlı Devleti'nin ABD ile ticaret antlaşması yapmaktan kaçınmasının en önemli sebebi, böyle bir antlaşmanın Osmanlı Devleti'nin menfaatine olmamasıdır. Çünkü Osmanlı Devleti, ABD ile yapılan ticaretten, daha önce kapitülasyon antlaşması yaptığı ülkelere göre daha fazla gümrük vergisi alıyordu (ABD'den %5 iken kapitülasyon verilen ülkelerden %3).

(4)

Ayrıca Osmanlı Devleti'nin söz konusu dönemde ABD limanlarında ticaret yapacak gemi ve tüccarı da yoktu.1

1830 Ticaret Antlaşması ile Osmanlı-ABD ticaret ilişkileri resmen başlamıştır.

Anlaşma ile ABD'nin "en ziyade müsaadeye mazhar" devlet statüsünü kazanması, Amerikan ticaretinin büyümesine yol açmış, 1830'dan hemen sonra ABD konsoloslukları açılarak siyasi ve ekonomik faydalar yasal yollarla elde edilmiştir. Özellikle bu dönemdeki ticari ve siyasi büyümede, Osmanlı Devleti'nin Mehmed Ali Paşa isyanı gibi problemlerle uğraşması, yani siyasi buhranlar, ABD'nin işini kolaylaştıran faktörler olmuştur2.

Bu ticari ilişkilerin yanında Amerikan misyonerleri de Türkiye’ye ilk olarak 1819 yılında yerleşmeye başlamışlardır. 1830 anlaşmasından sonra, eski uygulamalara ve İslami kurallara göre yabancılara tanınan imtiyazlar, Türkiye’de yaşayan tüm Amerikalılara tanınmıştır. Bu tür milletlerin din adamlarının imtiyazlı sınıf olarak işlevlerini rahat bir şekilde yerine getirmeleri zaten, 1453 yılı hoşgörü bildirisiyle garanti altına alınmıştı. Osmanlı Devleti’nin yurtdışından gelen Hıristiyan inancının öğreticilerine yönelik uygulamaları, misyonerlerin ülkeye girişinin ve Türk makamlarının müdahalelerine karşı bağımsızlıklarının teminatıydı. Onların yaygın eğitim kurumları, yoksullar için hayır amaçlı ücretsiz tedavi ve eğitim hizmetleri, misyoner merkezlerinde dini hizmetlerin yürütülmesi bu teminat altında tam anlamıyla 1824 yılında başlatılmıştır. Bu misyoner kurumlarının uzantılarının, üzerlerinde herhangi bir doğrudan diplomatik baskı olmadan ve yukarıda bahsedilen genel teminat altında yüzlerce şehir, kasaba ve köyde yer almaları dikkat çekici bir husustur.

1824 ile 1884 arasındaki 60 yıl boyunca, İstanbul’daki ABD elçiliği kayıtları, Osmanlı ülkesinde yaşamakta olan misyonerlerin kendilerini ve mülkiyetlerini korumak için yapılan belirli bir sayıda müdahaleyi gösterebilir. Bu durum misyonerlerin Türkiye’de yeni kurumlarını güvenli bir şekilde açmalarını sağlamak konusunda onları cesaretlendirmiştir.

Misyonerlere verilen imtiyazların Hıristiyan güçlerin ısrarı ile Osmanlı devleti tarafından isteksizce kabul edildiği şeklindeki görüşü çürütmesi açısından bu ayrım önemlidir.3

Ticaret yapma, ibadet, okullar ve yayın kuruluşlarını da kapsayan imtiyazlar, Türk hukukunun, örf ve adetlerinin eskiden gelen prensipleri ile sağlanmaktaydı. O zamana kadar kendileri ve kurumları söz konusu olduğunda, 1830 anlaşması ve 1862 yılında bu yürürlükteyken yalnızca Türkiye’nin her yerinde bulunan Amerikalıların imtiyaz haklarını düzenliyordu. Bu anlaşmaya, 1878 yılında Berlin anlaşması imzalanıp bu haklar resmen sürekli hale getirilene kadar da hiçbir zaman ciddi bir şekilde karşı çıkılmamıştır. En azından bunun örneklerine çok sık rastlanmamaktadır.

1 İlişkilerin tarihi seyri için bkz. Adnan Şişman, XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti'nde Yabancı Devletlerin Kültürel ve Sosyal Müesseseleri, Ankara, 2006; Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitabevi, Ankara, 2001; Nurdan Şafak, Osmanlı-Amerikan İlişkileri, İstanbul, 2003.

2 Şafak, Osmanlı-Amerikan İlişkileri, s. 98.

3 Türkiye’de misyonerlerin yapılanmaları ile ilgili olarak bkz, Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, Ankara, 2000; Bilal Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri (8-12 Ekim 1984 Erzurum), Ankara 1985; Nil Sarı, “Amerikalı Misyonerler ve Ermeni Sorunu”, İstanbul Üniversitesi Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu ( 24-25 Mayıs 2001), İstanbul, 2001.

(5)

1838'de İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Ticaret Anlaşması ile İngiltere’ye tanınan haklar Amerika Birleşik Devletleri için de geçerli oldu. Sözleşmenin ikinci maddesi ile bazı ürünlerin alım-satımında yed-i vahid (tekel) uygulaması kaldırıldı. Devletin dış ticaretten, elini çekmesi yabancı girişimcinin işini kolaylaştırdı. Uygulama ile yabancıların iç ticarette perakende ticaretle uğraşabilmeleri teyit edildi. Böylece yabancılara tanınan imtiyazlar arttırıldı. 1862'de Osmanlı Devleti'nin ABD ile imzaladığı antlaşmayla 1838'den beri cari olan yüzde 8 ihracat vergisi kademeli olarak yüzde 1’e, ithalat vergisi de yüzde 3'ten yüzde 2'ye, 1874 ticaret sözleşmesinden sonra gümrük vergisinin kademeli olarak yüzde 1'e indirilmesi öngörüldü.

1830'da imzalanan antlaşmanın yedinci maddesi ile Amerikalı tüccar resmen Karadeniz'e geçiş iznini elde etti ve bu tarihten itibaren Amerikalı tacirlerin Osmanlı sınırlarında sayıları artmaya başladı. Özellikle 1873-1896 arası dünya ekonomisinde yaşanan bunalım ve durgunluk Osmanlı dış ticaretine de yansıdı. Sanayileşen ülkelerden gelen talebin azalması Osmanlı ekonomisinde olumsuzluğa neden oldu. Bu durum Amerikalı tüccarların sayısını hayli artırdı. Dünya ekonomik ve siyasi sisteminde yaşanan olumsuzluklara rağmen 1830 ve sonrasında yapılan 1862 antlaşması Osmanlı topraklarındaki Amerikan ticari varlığını güçlendirdi.4 ABD Monroe Doktrini ile siyasi olarak Avrupa’daki ve dünyanın farklı bölgelerindeki olaylarla ilgilenmeyerek dikkatini yalnızca ekonomik gelişmeye yöneltti ve bunda da başarılı oldu. Osmanlı ülkesindeki yatırımlar da böyle nitelendirilebilir.

Ticari ilişkiler yanında misyonerlerin faaliyetleri de iki ülke ilişkilerinde önemli bir yer tutmaktadır. 1800’lerin başında Amerika’daki Protestan kiliseleri, diğer din mensupları üzerinde çalışmaya karar verdiler. Kilise bu çalışmaları organize etmek için 1812’de yabancı misyonlar için Amerikan Masası’nı kurdu (American Board of Commissioners For Foreign Missions). Bu masa kendisine çalışma alanlarından biri olarak Osmanlı Devleti’nin Müslümanlarını seçti. Bu Amerika misyonerlerinden ilki 1820’de Anadolu’ya geldi. Osmanlı Devleti kanunlarına göre Müslümanların dinini değiştirmek için faaliyetler yasaklandığı için misyonerler yerli Hıristiyanları seçtiler. Misyonerler öncelikle eski Apostolik Kilisesi’ni ayartmak için reform yapmayı, bu mümkün olmadığı takdirde bu yerli Hıristiyanlar arasında bir Protestan toplumu kurmayı istediler. Rum Ortodoks toplumu Amerika Protestanlarına pek ilgi göstermediler, fakat Ermeniler bu konuda çok istekli idiler. Bu sebeple Protestan okulları, tıbbi klinikleri ve kiliseleri bunlarla dolmaya başladı. Ermeniler arasında talebin olması Amerikan Masası’nı genişletti, programı dünyadaki en genişi oldu5. Anadolu’daki Amerikan misyonerler 1891’e kadar 9 kolej kurdular. Bunlar İstanbul’da Robert Koleji (1862), Beyrut’ta Beyrut Üniversitesi (1864), İstanbul’da Amerikan Kız Koleji (1873), Antep’te Merkezi Türkiye Koleji (1876), Harput’ta Fırat Koleji (1878), Maraş’ta Merkezi Türkiye Kız Koleji (1882), Merzifon’da Anadolu Koleji (1886), Tarsus’ta Paul Enstitüsü (1888) ve İzmir’de Uluslararası Kolej (1891). Anadolu’daki beş Amerikan Kolejinin ana taşıyıcıları Ermenilerdi.6

Misyoner okullarında eğitim gören genç öğrenciler, eğitimlerini tamamlamak için Amerika’ya gitmeyi gözlemeye başladılar. Bunlar arasından seçilen gençler misyonerler

4 Gordon, Lealand James, American Relations with Turkey (1830-1930), An Economic Interpretation, Philapelphia University of Pennsylvania Press, 1932, s. 211.

5 Misyonerlerin Anadolu’da karşılaştıkları ilk problemlerle ilgili olarak bkz. George White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Çeviren: Cem Tarık Yüksel, İstanbul, 1995. Dennis Papazian,

“Armenians in America”, Het Christelijk Oosten, 52, No: 3-4 (2000), p. 311-312.

6 Dennis Papazian, “The Changinig American View of the Armenian Question an Interpretation”, Armenian Review 39, No: 4-156 (1986), s. 50.

(6)

tarafından Amerika’ya gönderildi. Misyonerler bunların geri dönerek misyoner okullarında eğitmenlik, papazlık veya kliniklerde yardımcılık yapmalarını umuyorlardı. Fakat bu öğrencilerin çoğu geri dönmediler, Amerika’da kalanlar kendilerine yeni bir yol çizdiler7. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nde Amerikan faaliyetleri o kadar arttı ki 1900 yılında toplamda 400’e yakın farklı fonksiyonlarda müesseseleri vardı (EK-I’de bu kurumların bir listesi verilmiştir). Bu kadar geniş bir yapılanma tabii ki bazı hukuki problemleri peşinden getirecekti. Osmanlı Devleti’nin uluslar arası durumu ve aleyhindeki propagandalar göz önüne alındığında birçok söylentinin de bu kurumlar üzerinden yapılması yeni bir durum ortaya çıkardı. ABD’de ve Osmanlı Devleti’nde yaşayan ayrılıkçı Ermeniler bu durumdan istifade etmeyi çok iyi bildiler.

Bu şekilde başlayan Osmanlı-Amerikan ilişkileri, Anadolu’da başlayan Ermeni olayları ile farklı bir hal aldı. Özellikle ABD’ye göçüp Osmanlı ülkesine geri dönen, ABD vatandaşlığına sahip Ermenilerin olaylara karışması ve misyonerlerin faaliyetleri Osmanlı Devleti’ndeki ABD vatandaşlarının hukuki durumunu ele alma ihtiyacı doğurdu. Her iki devlet arasında savaşa varan siyasi müdahaleye giden süreçte imtiyazlar ve tanınan haklar önemli bir duruma geldi. Bu imtiyazların ve ABD vatandaşlarının hukuki durumunun incelenmesi konunun anlaşılması açısından önemlidir.

2- Osmanlı Devleti’ndeki ABD Vatandaşlarının Anlaşmalarla Sağlanan Hukuki Durumu

Bu bağlamda Birleşik Devletler ve Osmanlı Devleti arasında üç önemli anlaşma imzalanmıştır: 1830 tarihli Seyr- i Sefain ve Ticaret Anlaşması, 7 Mayıs 1862 tarihli Seyr-i Sefain ve Ticaret Anlaşması ve 11 Ağustos 1874’te imzalanan suçluların iadesi ve tabiiyet anlaşması.8

1830 tarihli anlaşma Osmanlı-Amerika ilişkileri açısından bir dönüm noktası olmuştur.

Bu anlaşma ile Amerika da ayrıcalıklı devletler arasına girmiş ve Osmanlı Devleti ile arasındaki ilişkiyi uzun süren uğraşlar neticesinde resmi bir zemine oturtmuştur. Anlaşmaya göre, iki ülke tüccarları eşit haklara sahip olmalarına rağmen Osmanlı tüccarlarının Amerika gibi uzak bir ülkeye gidebilecek teknik donanımları olmadığından, Amerikalı tüccarlar anlaşmadaki haklardan daha fazla yaralanabilecektir. Anlaşma bu yönüyle bir nevi kapitülasyon izlenimi doğurmuştur.

Anlaşmanın diğer bir özelliği ise, anlaşmada Amerikan vatandaşlarına adli hak ve ayrıcalıklar tanınmasıdır (4. Madde). Bu maddeye göre, Osmanlı yargı organları Amerikan vatandaşlarını Amerikan temsilciliğinin resmi tercümanı bulunmadan yargılayamayacaktır, Amerika ve Osmanlı vatandaşları arasındaki davalara bakamayacak, Amerikalı bir vatandaşın suçu kesinleşse bile tutuklama yetkisi Amerikan diplomatik yetkililer tarafından

7 Robert Mirak, Torn Between Two Lands, Armenians in America (1890 to World War I), Cambridge, 1983, s. 38- 39.

8 Çalışmamızda sık sık faydalandığımız bu anlaşmaların tam metinleri için bkz. Amerika-Devlet-i Aliyye Münasebetleri, Muahedat Mecmuası, c.2, cüz 1, 1294, s. 2-6; Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri (Açıklamalı), Hazırlayan: Fahir Armaoğlu, Ankara, 1991, ss. 1-19. Bkz. Ek II. Muahedat Mecmuası ilk sayfası.

8Amerika-Devlet-i Aliyye Münasebetleri, Muahedat Mecmuası, c.2, cüz 1, s. 2; Gülnihal Bozkurt, Alman ve İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839- 1914), TTK yay. Ankara, 1989, s. 148-149.

(7)

uygulanacaktır. Bu madde için yapılan farklı tercümeler özellikle 1868 yılından itibaren iki devlet arasında anlaşmazlıklara yol açmıştır.9

1830 tarihli Osmanlı-ABD antlaşmasının 4. maddesine göre, Amerikan vatandaşlığına geçen bir Ermeni Türkiye’ye döndüğünde Amerika’nın himayesinde korunmuş konumda oluyordu yani Osmanlı kanunlarından muaf oluyordu. En azından ABD’nin antlaşmanın ilgili maddesini yorumu bu şekildeydi. Çünkü antlaşma metninin Türkçe orijinali ve İngilizce tercümesi arasında önemli farklar bulunmaktaydı. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’nin bu maddeyi yorumu çok farklıydı. Buna göre, göç eden Ermeni döndüğünde hala Osmanlı Devletinin maddeyi yorumu çok farklıydı. Buna göre, göç eden Ermeni döndüğünde hala Osmanlı vatandaşı statüsündeydi ve mali, idari, hukuki uygulamalara tabiiydi. Antlaşmanın 4.

maddesi ticari davaların işleyişini belirliyordu. Osmanlı Devletinin bu yorumu muhtelif kanun ve mevzuat hükümlerine dayandırılıyordu ama bu hükümlerin hiçbirisi ABD ile bir mutabakat şeklinde ele alınmadığından Amerika tarafından tanınmıyordu.10

Amerika ile Türkiye arasındaki ticaret ve diplomasinin gelişmesinde etkili olan 1830 anlaşması içerdiği bir madde ile de (3. Madde) ilerleyen dönemlerde iki ülke arasındaki ilişkilerin sorun haline gelecek olan Amerika ve Ermeniler arasındaki yakınlaşmayı da başlatmıştır. Amerikalılar ve Ermeniler arasında ilişkilerin başlamasını sağlayan anlaşma maddesi şu şekildedir:

“Memalik-i mahrusada li-ecl-it ticare ikamet etmek üzere olan Amerika tüccarı sa’ir düvel-i mütehabbe tüccarı misüllü umur-i ticaretlerinde istihdam edecekleri simsarlar her ne millet ve mezhebden olur ise müdahale ve hilaf-ı mu’tad mu’amele olunmaya ve Amerika tüccar ve sefaini Memalik-i Mahruse iskelelerine geldiklerinde ve hin-i azimetlerinde gümrük ve liman me’murları tarafından düvel-i müşarün-ileyhim sefaininden ziyade yoklama olunmayalar.”

Anlaşmanın bu maddesine göre Amerikalı tüccarlar Türkiye’de simsar bulundurabileceklerdi. Bu simsarlar her milletten olabileceği gibi Osmanlı makamları bu simsarların Amerikalı tüccarlar tarafından çalıştırılmasına ve kullanılmasına karışmayacaktı.

Yani simsarlar rahat şekilde iş göreceklerdi. Bu madde, Amerikalılar ve Ermeniler arasındaki ilişkilerin daha iyi bir döneme girmesini sağlamış, Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimler ABD tüccarları tarafından sempatiyle karşılanır ve kabul edilir olmuşlardır.

1830 yılındaki anlaşmadan sonra Osmanlı Devleti ve ABD arasında imzalanan ikinci anlaşma, 7 Mayıs 1862 tarihli Seyr-i Sefain ve Ticaret Anlaşması’dır. 1830 anlaşmasında olduğu gibi Amerika yine “ticarette en ziyade müsaadeye mazhar ülke” statüsüne sahip olmuştur.

ABD ile Osmanlı arasında imzalanan bu ticaret ve dostluk anlaşmalarından sonra 11 Ağustos 1874’te imzalanan iki anlaşma öncekilerden farklı alanlarda olmuştur. Bu

9 Amerika-Devlet-i Aliyye Münasebetleri, Muahedat Mecmuası, c.2, cüz 1, s. 2; Gülnihal Bozkurt, Alman ve İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839-1914), TTK yay. Ankara, 1989, s. 148-149.

10 Antlaşma metinlerinin karşılaştırılması için bkz. Çağrı Erhan, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitabevi, Ankara, 2001, s.205-207; Kemal Çiçek, Türk – Amerikan İlişkilerinde Ermeni Diasporasının Rolü”, Fırat Üniversitesi IV. Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu Bildiriler (16-17 Ekim 2003).

(8)

anlaşmalardan biri suçluların iadesi diğeri tabiiyet hakkındaki anlaşmadır. Amerika, anlaşmanın imzalanmasından sonra tabiiyet ile ilgili anlaşmanın ikinci maddesine itiraz etmiştir. Bu madde metni şu şekilde idi:

“İkinci Madde- Tebaa-i Devlet-i Aliyye'den memalik-i Müçtemi'a-i Amerika'da tebdil- i tabi'iyyet etmiş olan kimseler Amerika'ya avdet etmemek niyetiyle memalik-i Mahruse-i Şahanede ittihaz-ı mesken ve me’va ederler ise, Amerika tabiiyetini gayb edeceklerdir. Bunun gibi Amerika tebaasından Devlet-i Aliyye tabi'iyyetine dehalet etmiş iken sonradan Memalik-i Mahruseye avdet itmemek niyetiyle gidip Amerika'da ikamet edecek ademler dahi Devlet-i Aliyye tabi'iyyetinden mahrum olacaklardır. Tarafeyn memalikinin birinde tebdil-i tabi’iyyet etmiş olan bir kimse diğerinin memalikinde ale'd-devam 2 sene ikamet eder ise avdet itmemek niyetinde bulunduğu sabit olacaktır.”11

Bu maddeye göre, Osmanlı vatandaşlarından bir kimse ABD’ye giderek orada ABD tabiiyetine geçerse, oradan Osmanlı ülkesine döndüğünde ABD tabiiyetini kaybedecekti. İki taraf ülkesinde tabiiyet değiştirmiş olarak iki yıl kalmış olan bir kimsenin dönmemek niyetinde olduğuna da kanat getirilmiş olacaktı. ABD bu maddeye itiraz ederek maddenin değiştirilmesini istemiştir. Bu madde üzerinde anlaşma sağlanamadığından bu anlaşma Amerika tarafından yürürlüğe koyulmamıştır.

Osmanlı Devleti ile ABD arasında yapılan bu anlaşmalarla sağlanan hakları üç aşamada ele almak mümkün: Birincisi, kapitülasyonların kökeni ve tasarlanması, ikincisi, kapitülasyonlarla tanınan dokunulmazlıkların yapısı gereği Amerikan vatandaşlarının girişimlerini koruma iddiası, üçüncüsü, Osmanlı devletinin kendisine kapitülasyonların bu hakların doğrulayıcısı olan yorumlarını veren çeşitli hüküm, kararname ve uygulamaları.

Kapitülasyonlar, İslam’ın Müslüman topraklarında yaşayan her kişinin sadakatini talep eden kesin kanuna aykırı olarak, gayrimüslimlerin Türkiye’de yaşamasına izin veren ayrıcalıklardır. Bu en eski anlaşmaların genel etkisi, bunların getirdiği egemenlik olarak özetlenebilir. Bu anlaşmalara bağlı olarak yabancı, Türk vatanında ikamet etse de, hukuki bir kurguyla, halen Türkiye dışında ve kendi ülkesinde ikamet ediyormuş gibi varsayılır. Bu nedenle, kişisel ilişkileri kendi ülkesinin kanunları ve temsilcileri aracılığıyla yönetilir.

Bu barışçı ilişkilerin kökeni Türkiye’ye gelebilecek Avrupalılara tanınan benzer eski egemenlik imtiyazları uygulaması ile ortaya çıkmıştır. Kısacası, mevcut kapitülasyon sistemi, genel olarak ifade edildiği şekliyle Türkiye için bulunmuş yeni bir icat değil, bir hayatta kalma vesilesiydi. Sık sık ifade edildiği gibi, ileri görüşlü Osmanlı sultanı tarafından yapılan, yabancıları ticaret yapmaya ve imparatorluk sınırları içerisinde ikamet etmeye teşvik eden, henüz tam olarak sistem sayılmasa da cömert imtiyazlar bütünüydü.

Osmanlı Devleti bazen bu haklara, misyonerlerin “din değiştirici” olarak özel bir karakterinin olmasından dolayı itiraz etmiş, misyonerleri kapitülasyonlar dışında tutmak istemiştir. Amerikan kanunlarında, bir Amerikan vatandaşının misyoner olması durumunda vatandaşlık haklarından mahrum kalacağını bildiren hiçbir madde yoktu. Buna rağmen Osmanlı Devleti Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla Türkiye’de dini propagandanın hukukiliğine her türlü desteği de sağlamıştı.

11 Amerika-Devlet-i Aliyye Münasebetleri, Muahedat Mecmuası, c.2, cüz 1, s. 5.

(9)

1867 yılında Bâb-ı Âli, Türkiye’nin liberal anlamda geliştiğini göstermek için, dini propaganda ile ilgili olarak çeşitli Hıristiyan mezheplerine “kamu düzenini bozmamak kaydıyla, sınırsız özgürlük” tanındığını bildiren bir belge hazırlamıştı. Türkiye’de Avrupalı misyonerlerin 150 yıl, Amerikan misyonerlerin 70 yıl boyunca yararlandığı uzun liste halindeki özel imtiyazlar, inkâr edilemez bir şekilde göstermiştir ki, tüm bu zaman süresince, Türkiye müsamaha göstermenin de ötesinde “din değiştiricilik” işini teşvik etmiştir. Önemsiz istisnalar olmakla birlikte, Türkiye’deki tüm Amerikan Protestan misyonerleri, hangi gruba bağlı olurlarsa olsunlar, evangelistin en basit görevini ifa etmeyi amaçladılar. Türkiye’deki misyonerlerin büyük bir bölümü ya öğretmen, ya yayıncı, ya da satış temsilcisi olarak görev yaptı.

Kapitülasyonların sağladığı dokunulmazlıkların tüm sınıflardan Amerikan vatandaşlarıyla ilgili olduğu şeklindeki anlayış, Bâb-ı Âli’nin modern yasalarında kendini gösterdi. 1874 yılında imzalanmış olan anlaşma, gayrimenkul sahibi olmaya müsaade ediyordu. Bu belge kayıtsız şartsız tüm Amerikan vatandaşlarını kapsıyordu. Hatta eski anlaşmalardan doğan haklarını koruduğunu açıklayarak, sonrasında kişi, mesken ve servet dokunulmazlığını, bu hakların Türkiye’deki tüm Amerikan vatandaşlarını ilgilendirdiğini de belirterek devam ediyordu.

Kapitülasyonlarla tanınan dokunulmazlıklar, Amerikan vatandaşlarını ilgilendirdiği için, bazıları tarafından Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki 1830 anlaşmasının içeriğiyle sınırlı olduğu söyleniyordu. Osmanlı Devleti’nin muamelesi her zaman Amerikan vatandaşlarının “en ayrıcalıklı millet” sıfatını kabul eder nitelikteydi, herhangi bir iktidarın vatandaşlarına sağlanan imtiyazlar onlara da sağlandı. İlk bölümünde özel olarak Amerikan vatandaşlarının diğer milletlerin sahip olduğu tüm hak ve ayrıcalıklara sahip olduğu belirtilen 1862 anlaşması 1890 yılında sona erene dek, Amerikalıların haklarını “en ayrıcalıklı millet”

sıfatı altında kabul etmeyen bir eğilim gösterildi. Bu dokunulmazlıklar kişi dokunulmazlığı, kişisel servet dokunulmazlığı ve özel hayat dokunulmazlığını içeriyordu ve anlaşmanın aşağıdaki maddelerinde ortaya konulmuştu:

Kişi dokunulmazlığı: Sakin bir şekilde kendi ticaretlerini sürdüren ve herhangi bir suçtan, saldırıdan sorumlu tutulup mahkûm olmayan Birleşik Devletler vatandaşları rahatsız edilmeyecek.

Özel mülkiyet dokunulmazlığı: Eğer Bâb-ı Âli ve Birleşik Devletler vatandaşları arasındaki dava ve ihtilaflar artarsa, tarafların ifadesinin alınması ve hükmün verilmesi ancak Amerikalı tercümanın hazır bulunması durumunda mümkün olacaktır.

Özel teşebbüs dokunulmazlığı: Amerikan vatandaşları birtakım suçlara bulaştıkları zaman, yerel makamlar tarafından yakalanıp hapse atılamaz, ama kendi papaz ya da konsoloslukları tarafından yargılanır, suçlarına göre cezalandırılır, diğer yabancılara karşı yerine getirilen muameleye uyulur. Amerikalı tüccarlar herhangi bir millet ya da dinden simsarları (temsilci) kullanma hakkına sahip olacaklar ve işlerinde hiçbir zaman rahatsız edilmeyecekler, tabii genel olarak yerleşmiş geleneklere bağlı hareket etmeleri kaydıyla.

Amerikan vatandaşlarının dokunulmazlıklarıyla ilgili ABD hükümeti tarafından da kabul edilen ve 1870 yılından itibaren yürürlüğe giren asıl sınırlamalar şunlardır:

1. Halka açık ortamlarda dini konular hakkında konuşmak yasaktır.

(10)

2. Matbaanın kullanımı ya da mülkiyeti özel izin almadan yasaktır.

3. Özel izin almadan ne bir gazete kurulabilir ne de herhangi bir kişi editör olabilir.

4. Kitap veya diğer basılı yayınlar gerekli izni olmadan ne basılabilir, ne de ikinci ve ayrı bir yetkilendirme olmadan yayınlanabilir.

5. Hekimler, diplomalarını Osmanlı kurumlarına onaylatmadan Osmanlı tebaası arasında tedavi yapamaz.

6. ABD vatandaşları, kamu güvenliğini sağlamak için tüm polis veya belediye yönetmeliklerine uyulmalıdır. (örneğin, silah izni olmadan silah taşınamaz; Osmanlı kontrolüne tabi olmadan ilaç ithal edilemez; bazı ilaçlar, potasyum klorür, kokain, sülfür, vb.

Amerikalılar kişisel kullanım için dahi bunları ithal edemez.)

7. Konsolosluğun bulunduğu yerden dokuz saat ya da daha uzakta bulunan yerleşim alanlarında, mahalli idareciler, sadece acil durumlarda, cinayet, silahlı isyan, hırsızlık, kundaklama, cinayete teşebbüs, suçlu arama ve suçu ispat için, ya da sahte ikametgâh gibi durumlarda üç komisyon üyesinin yardımı ile Amerikan Konsolosluğunun yetkilisi olmadan da Amerikan yerleşim alanlarına girebilir.

8. Konsolosluğun bulunduğu yerden dokuz saat ya da daha uzakta bulunan yerleşim alanlarında, Türk Mahkemeleri, 1000 kuruşu geçmeyen davalarda bir konsolosluk temsilcisi olmadan Amerikalıları yargılayabilir. Konsolosluğun yardımcı olduğu mahkemeye itiraz hakkı gibi durumlarda ise her zaman itiraz başvurusu, cezanın uygulanmasını askıya alabilir.

9. 1869 yılında çıkarılan, maarif kanunun 129. maddesi, özel okullarda, öğretmenlerin diplomalarının, çalışma kurslarının ve öğrenciler tarafından kullanılan Osmanlı Devleti birimleri tarafından onaylanmış ders kitaplarının okulun bulunduğu yerin yerel makamlarından resmi izin almasının zorunlu olduğu hükmünü içerir. Bu şartlar olmadan açılacak herhangi bir okul kapatılacaktır. Bu madde, yasa hükümlerini uygulamak için ilk girişim yapıldığında İstanbul'da Amerika Birleşik Devletleri Elçiliğinin ve 1884 yılında da Amerikan Misyonerlerinin dikkatini çekti. 1886 yılında İstanbul’daki Amerika Birleşik Devletleri Elçiliği misyonerlere, Türkiye'deki Amerikan okullarının bu yasaya uygun hareket etmeleri gerektiğini bildirdi.

1830 anlaşmasının hükümlerine göre, bir Amerikalı, bu din adamı, avukat, doktor ya da öğretmen olabilir, Türkiye'ye gelip mesleğini icra edebilir, onun bu hakkı sorgulanamaz.

Osmanlı yetkilileri bu kişileri ne tutuklayabilir ne de hapsedebilir. Bu kişilerin ne eylem hürriyetini engellemek için ne de hangi meslekle uğraştığını öğrenmek için onların ikametgâhına girilebilir. Onun suçlu olduğu veya mesleğini uygulamada bir suç unsuru olduğu iddia edilirse, Amerikan Konsolosluk Mahkemesi bu vakaların her birinde onun suçlu olup olmadığına karar verecektir.

Amerikalılar bu antlaşma ile Türkiye'de mesleklerini icra etme hakkını güvence altına aldılar. Bu mesleklerden birine sahip misyonerlerin Türkiye’de çeşitli işletmeler kurmak için ABD hükümetinden yetki istemek zorunda olmadığı da görülmektedir. Ayrıca, mevcut kapitülasyonlara göre yabancılar ve Osmanlılar arasındaki ilişkiyi sağlamak için yabancının iş ya da mesleğini Osmanlı tebaası arasında icra edebileceği de baştan kabul edilmiştir.

Bu anlaşmalarla da görüldüğü üzere, Osmanlı Devleti’nde misyonerlerin okullar açmasına, ibadetlerini icra etmelerine veya kitap yayınlamalarına engel teşkil eden hiçbir kanuni durum yoktu. Türkiye’de insanların ibadetlerine müdahale için herhangi bir mevzuat yoktu, Müslüman olmayanların gayrimenkul kayıtlarının karakterini açıklamak gerekli değildi.

Ama evlerin ibadet amaçlı veya okul olarak kullanılmasını etkileyen arazi kanunları vardı.

(11)

Arsa kalıcı olarak toplum amaçlı (okul veya kilise) Sultanın fermanı olmadan tahsis edilemezdi. Yani, doğal olarak Hıristiyanların okul veya kilise olarak kullandıkları meskenler kalıcı olarak okul veya kilise olarak kalamazdı. 1864 tarihli Maarif Nizamnamesi de bunu öngörüyordu. 12

Berlin Antlaşması, Osmanlı Devleti bünyesindeki bütün din topluluklarına eşit vatandaşlık hakları sağlanması gerektiğini, tüm dinlerin özgürce yaşanılması ve dışa dönük uygulamalarının serbest olması gerektiğini kaydediyordu. Berlin Kongresi’nde Türk delegeleri şu açıklamayı yapmıştır: “Osmanlı Devleti tarihi boyunca hiç kimseye inancı veya ibadeti yüzünden tacizde bulunmamıştır ve Osmanlı Devleti tüm gücüyle bu prensibi korumuştur.”

Bunlar dışında, 1864 özel kanunu ile okullar, manastırlar, kiliseler ve dini kurumların hastaneleriyle bağlantılı rahip ve rahibeler için gümrük imtiyazları tanınmıştır. Bütün bu imtiyazlar çoğu zaman misyonerler tarafından Osmanlı vatandaşı Rum ve Ermenileri için birer imtiyaza dönüştürülmüş ve kullanılmıştır. Bu durum Osmanlı Devleti’nin Müslüman vatandaşlarını kendi ülkesinde ikinci sınıf vatandaş ahaline getirmiştir. Avrupa ve ABD’deki kiliselerden toplanan yardımlar, Anadolu’da gayrimüslimlerin perişanlığı üzerine inşa edilen hikâyelerle artıyor, sonuçta Osmanlı topraklarına akan yardım paraları ülkede seçkin bir Protestan sınıfı doğuruyor ve Rum ve Ermeniler de bu imkânlardan yararlanmak için Protestanlığı tercih etmeye başlıyorlardı. Gayrimüslimlerle misyonerlerin karşılıklı menfaat ilişkileri, imzalanan anlaşmalarla eli kolu bağlı hale getirilen Osmanlı Devleti için uluslar arası krizler doğuruyordu.

Bu anlaşmalardan doğan haklar Osmanlı Devleti’ni o kadar bunaltmıştı ki, 1892 yılı başlarında Osmanlı Devleti’ndeki bütün Hıristiyan okullarının kapatılması talimatını veren bir kararname yayınlandı. Ancak İstanbul’daki ABD elçiliği ve diğer devletlerin temsilcileri tarafından yapılan protestolar sonucunda, Osmanlı Hükümeti sorunun karşılıklı anlaşma yoluyla çözümünü kabul etmek zorunda kaldı. Anadolu’da başlayan ayrılıkçı hareketler ve bu hareketlerde ABD uyrukluların müdahaleleri iki ülkeyi birçok kez karşı karşıya getirdi.

Yukarıda görülen anlaşmalarda da aslında Osmanlı-ABD ilişkilerinde bir eksiklik göze çarpmaktadır. Tarafların anlaşma maddelerinden murad ettikleri şeyler birbirinden çok farklıydı. Her ülke anlaşmaları istediği gibi yorumlamış, bu durum haliyle birçok kriz doğurmuştur.

3- Karşılaşılan Bazı Problemler

Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki en önemli hukuki sorun şüphesiz ki, Osmanlı Devleti’ndeki ABD vatandaşlarının hukuki imtiyazlarının korunması idi. Bu imtiyazlar Osmanlı ekonomisine ve hukukuna büyük darbe vuruyordu. Ayrıca büyük devletlerin kendi vatandaşlarına tanınmış olan ayrıcalıklardan yararlanma hakkını, zamanla bazı gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarına da tanımalarıyla doğan himaye sorunu ve tabiiyet meselesi13 de iki

12 Henry O. Dwight, Treaty Rights of American Missionaries in Turkey, Foregin Mission Library, 156 Fifth Avenue, New York, 1893, p. 7.

13 Tabiiyet sorunları ile ilgili olarak bkz. Ahmet Akter, Tehcir Öncesi Anadolu’dan Amerika’ya Ermeni Göçü (1834-1915), İstanbul, 2007, s. 26-38; Mithat Aydın, Bulgarlar ve Ermeniler Arasında Amerikan Misyonerleri, İstanbul, 2008. (s. 262-265).

(12)

devlet arasında bazı problemlerin yaşanmasına sebep oldu. Osmanlı Devlet adamları kapitülasyonlardan kurtulamayınca en azından himaye sorununu çözmeye çalıştılar.

ABD kendi uyrukluğunu verdiği Osmanlıları korumakta, Osmanlı Devleti ise hiç ABD’de bulunmamış ve oraya yerleşme gibi bir niyeti de olmayan bu kişileri aslî Osmanlı vatandaşı saymaktaydı. Osmanlı Devleti 1869 tarihli Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi ile ülkede “ikamet eden” herkesi Osmanlı uyruğu sayıyordu. ABD ise kendi vatandaşlığını Amerikan yasalarına uygun olarak kazanan ve Osmanlı topraklarında oturmaya devam edenleri kendi uyruğu saydığı için uyuşmazlık ortaya çıkıyordu. Osmanlı topraklarında Osmanlı Tabiiyet Kanunu’nun değil, Amerikan vatandaşlık yasalarının uygulanmasında ısrar ediyordu. Osmanlı Devleti ise kendi aslî vatandaşlığından çıkanların ülkeyi terk etmesinde ısrarlı idi. Nitekim 1892 yılında Şûra-yı Devlet, Osmanlı vatandaşlığından çıkma izninin sadece, tekrar Osmanlı topraklarına dönmemek şartıyla verileceğine ilişkin bir karar aldı.

Osmanlı Devleti izinsiz olarak ABD vatandaşlığına geçenleri Osmanlı vatandaşı saymaya devam ederken, ABD de bu kişileri kendi vatandaşı olarak kabule devam etti. Bu konuda ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Washington’daki Osmanlı elçiliğine gönderdiği mektuplarda (24 Ekim 1898) şöyle denilmektedir:

“ABD Anayasası herkese eşit davranışı emretmektedir. Buna göre, Amerikan tabiiyet yasaları, vatandaş olmak için müracaat eden kişiler arasında, kendi hükümetinden izin almadan tabiiyet değiştirmeyi yasaklayan ülke vatandaşı olup olmamalarına göre bir ayrım yapmaz.

Yabancıların vatandaşlığa kabul şartları yasalarla belirlenmiştir ve bunlardan başka şartlar aramaya gerek yoktur. Amerikan mahkemeleri veya birliğin çeşitli devletleri bir vatandaşlık müracaatını kabul için, başvuru sahibinin kendi hükümetinden tabiiyet değiştirme izni aldığı konusunda delil getirmesini isteyemezler. Bu nedenle sizin arzu ettiğiniz bu kuralın uygulanması mümkün görülmemektedir. Çünkü yabancıların vatandaşlığa girişlerindeki hukukî işlemler yürütmenin kontrolü dışındadır. Öte yandan bir Amerikan vatandaşına pasaport vermek için, vatandaşlığı kazanmasında hukuken öngörülmeyen, zarurî olmayan bir şartı tatbik edemeyiz.”14

ABD’nin asla Amerika’ya yerleşme niyeti olmayan ve Osmanlı topraklarında yaşamaya devam edecek olan bazı Osmanlı vatandaşlarına kendi vatandaşlığını verme politikası, ABD yasaları gösterilerek devam ettirilmiştir. Böylece binlerce Osmanlı vatandaşı Ermeni Amerika’ya giderek vatandaşlık alıp evlerine döndüler. Bunlar kendi düşüncelerine göre Osmanlı kanunlarına tabi değillerdi. 1900-1924 yılları arasında Amerika’dan Osmanlı Devleti’ne yaklaşık 70.000 kişi dönmüştü.15 Bu yüksek rakam, göçün, dönüşün ve Anadolu’da karışıklık ve katliam iddialarının sebeplerini açıkça göstermeye yeter.

Bu süreçte iki hükmet arasında birçok dava çıktı. ABD vatandaşlarından bazılarının haklarını baltalandığı iddia edilirken bazılarında ise haksız müdahalelerde bulunulduğu ileri sürüldü. Birincisine örnek J. J. Arekelyan’dır. Bu kişi, ABD’de tarafsız bir vatandaş olarak yaşıyordu. Türkiye’yi hükümetin olurunu almadan terk ettikten sonra ABD bu durumu görmezden geldi ve Osmanlı Hükümeti bunun Türkiye’deki mallarından Osmanlı vatandaşı

14 Gülnihal Bozkurt, “Azınlık İmtiyazları - Kapitülasyonlardan Tek Hukuk Sistemine Geçiş”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 40, Cilt: XIV (Mart 1998), s. 135-137.

15 Kemal Karpat, “The Otoman Population to America (1860-1914), International Journal of Middle East Studies, vol. 17, No:2 (May 1985), s. 190-191.

(13)

olarak vergi istedi. Arekelyan pek tabi kendisini ABD vatandaşı sayarak vergi ödemedi, Türkiye’deki akrabaları daha fazla vergiye tabi tutuldular. ABD hükümeti Osmanlı hariciyesine başvurarak paraların iadesini talep etti. Dava ABD’nin istediği doğrultuda çözüldü.

Melcoun Güedciyan’ın davası ise ikinci tip bir davaydı. Bir Hınçak üyesi olan Güedciyan, 28 Aralık 1894’te Boston’dan aldığı ABD pasaportu ile Halep’e geldi ve orada Osmanlı yetkilileri tarafından yakalandı. Üzerinde bazı Hınçak belgeleri bulundu. Güedciyan teşkilat adına iç bölgelere gönderilmişi. Yetkililere başvurduğunda İngiliz vatandaşı olduğunu ileri sürdü, daha sonra ABD vatandaşı olduğu ortaya çıkınca ABD konsolosu onunla görüşmek istedi, ancak mahkûm ile görüşmesine izin verilmedi, hatta pasaportuna bakılmasına da müsaade edilmedi, kısa bir süre içinde mahkûm Türk mahkemesi tarafından yargılandı ve 101 yıl hapse mahkûm edildi. Hiçbir tercüman mahkemede bulundurulmadı ve ABD konsolosuna da mahkeme ilamı verilmedi. Bu kişi ABD vatandaşlığını hak etmemiş olmasına rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı bu hakkı vermişti. ABD bu mahkeme kararlarını kabul etmeyerek suçlunun Halep’ten İstanbul’a naklini istedi, Güdcian İstanbul’a gönderildi ve Halep Valisi de görevinden alındı.16 Bu olay da ABD’nin istediği şekilde çözüldü.

Bazı Ermeniler vatandaş olmak için, bazıları siyasi suçlarından kaçarak sığınmak için ABD’ye gidiyordu. Misyonerler de Osmanlı Ermenilerinin Amerikan vatandaşlığına geçmelerine destek oluyorlardı. Çünkü misyonerler sadece eğitim vermek ya da Ermenileri kendi mezheplerine geçmeye ikna etmek için değil, aynı zamanda “Hıristiyanları Türk yönetiminden kurtaracak kahramanlar” yetiştirmeyi de hedeflemişlerdi. Bu niyetlerini gizli ve açık olarak defalarca yazdıkları raporlarda dile getirdikleri biliniyordu. Osmanlı Devleti’nden izin alamayan Ermeniler bu sefer kaçma yolunu deniyorlardı.

Osmanlı Hükümeti 7 Kasım 1899’da vilayetlere gönderdiği bir emirle, Amerika’ya firar edecek Ermenilerin firarlarına meydan verilmemesini, Osmanlı Devleti ile ilişiğini keserek bir daha dönmemek şartıyla giden Ermenilerin gelmelerine müsaade edilmesini ve bu suretle ilişik kesmeyen Ermenilerin gitmelerine müsaade edilmemesini ve gidenlerin kayıtlarına ve pasaportlarına ona göre işaret düşülmesini istiyordu.17

Alınan bu tedbirlere rağmen Ermeniler Osmanlı Devleti’ne farklı yollardan girmeye devam ettiler. Bununla beraber bu şekilde yakalanan Ermenilerin tekrar Amerika’ya iadeleri de problem oluyordu. Yol masrafları, ABD’nin bunları kabul edip etmeyeceği gibi sorunlar yaşanıyor, bu güçlüklerden dolayı memleketlerine gönderilerek gözetim altında tutuluyorlardı.18

ABD’ne göçün cazip olma sebeplerinden biri de, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya, Almanya, Rusya başta olmak üzere dönemin büyük Avrupa güçleri Osmanlı Devleti’nin 1869 tarihli kanununu tanımış olmalarıydı. Bu devletler Ermenilere Türkiye’de suç işledikleri takdirde himaye edilmeyeceklerini bildirdiler. Bu ülkelerden Fransa, Hollanda, Belçika irade-i seniye olmadan vatandaşlık başvurusu yapanların taleplerini reddettiler. Oysa ABD bunu kabul etmemişti. 1899 yılında yapılan görüşmelerde bizzat II. Abdülhamit “Ermenilere himaye sağlayacak bir maddeyi asla onaylamayacağını” Amerika elçisi Straus’a bildirince bir sonuç alınamadı. 1900 yılında Amerika, Ermenilere ABD vatandaşlığı ile Türkiye’de himaye

16 Gordon, s. 331-332

17 B.O.A. Y.E.E. 86-10/924.

18 B.O.A. Y.E.E Ek 86-13/1257.

(14)

görmekte sorunlar yaşayabileceklerini bildirdi ve bunu pasaportlarına eklediği bir duyuru ile bildirmek zorunda kaldı. 1907 yılında Ermenilere Türkiye’ye döndükleri ve 2 yıldan fazla kaldıkları takdirde vatandaş olarak korunmaya sahip olamayacaklarını duyurdu. Bu uygulama diaspora Ermenilerinin tepkilerine ve protesto eylemlerine yol açtı. Ama ABD, Türkiye ile ilişkilerine önemli bir tehdit olan bir uygulamaya da son vermiş oldu.

İkinci meşrutiyet’in ilanı üzerine ABD’de bulunan Ermenilerden bir kısmı da, siyasi suçlular gibi Osmanlı ülkesine geri dönmek isteğinde bulundular. Vaktiyle Osmanlı ülkesine dönmeyeceğini taahhüt ederek Amerika tabiiyetine geçen Ermenilerin bu taleplerine temkinli yaklaşan hükümet, Anadolu’da bir Amerikan kolonisi oluşturmamak için, ABD hükümetinin kendilerini vatandaşlıktan çıkardığını belgelemeleri halinde Osmanlı vatandaşlığına kabul edilmelerinin uygun olduğunu kararlaştırdı.19

Vatandaşlık ve himaye sorunu 1923 yılında Lozan Barış Konferansı sırasında da Türk- Amerikan heyetleri arasında görüşüldü, ama görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Türk tarafının kapitülasyonları kaldırma konusundaki ısrarı Amerika’nın istediği tarzda bir uzlaşmaya imkân vermedi. Ama iki ülke arasında Lozan’da yapılan dostluk ve ticaret antlaşmasının imzalanmasına bu madde engel olmadı. İki ülke arasındaki bu mesele halen tam anlamıyla çözülebilmiş değildir.20

SONUÇ

Yaklaşık 180 yıllık bir geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkilerinin başladığı andan itibaren birçok problemli konuları ihtiva ettiği açıkça görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine rastgelen bu ilişkilerin başlangıcı, diğer Avrupa devletleri ile ilişkilerine benzer bir paralellik göstermektedir. 1830, 1862, 1874 anlaşmaları ile başlayan Osmanlı Devleti üzerindeki ABD kapitülasyonları ve Osmanlı Devleti’ndeki vatandaşlarının hukuku konusu devamlı olarak Osmanlı Devleti aleyhine gelişmiştir. Ermeni sorununun ortaya çıkmasıyla birlikte misyonerlerin çalışmaları artmış ve imtiyazlar ayrılıkçıların elinde adeta bir gizli silah olarak kullanılmıştır. 1890-1915 yılları arasında Anadolu’da ve Balkanlarda meydana gelen asayiş olaylarında ABD’nin devamlı bir şekilde müdahil devlet olduğu ve anlaşmalarla sağlanan imtiyazları kullandığı görülmektedir. Bu hakların kullanılmasında dış politikada ve iç işlerinde zayıf bir hale gelen Osmanlı Devleti’nin durumunun da etkisi vardır.

Bu olaylarda misyonerlerin girişimlerini de göz ardı etmemek gerektiği belgelerle sabit hale gelmiştir.

Misyonerler anlaşmalarla sağladıkları hukuki durumlarını, Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimlerin durumunu bahane ederek devamlı bir şeklide güçlendirmişler ve iki ülke arasında birçok krizin yaşanmasına sebep olmuşlardır. ABD’de bugün sahiplenilen Ermeni Soykırımı iddialarının ve desteğinin tarihi arka planında da misyonerlerin ve ABD tüccarlarının Osmanlı topraklarındaki kurumsal çıkarları söz konusudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD kamuoyunda Ermeni sorunu ile mücadelede en dezavantajlı noktalarından birisi bu tarihi arka plandır.

19 Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, (1896-1919) c. II, Ankara, 2007, Belge No: 74, s. 192-194.

20 Kemal Çiçek, “Türk - Amerikan İlişkilerinde Ermeni Diasporasının Rolü”, Fırat Üniversitesi IV. Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu Bildirileri (16-17 Ekim 2003), Elazığ, 2004.

(15)

EK- I

Şubat 1903’te Amerika’nın İstanbul Misyon Merkezi tarafından hazırlanan, Osmanlı Devletindeki Amerikan Eğitim, Din ve Hayır Kuruluşlarının Listesi (Bir Kitapçık halinde, yer adlarının çoğu orijinal haliyle bırakılmıştır.):

Amerikan Misyonu

Kurum Yer Vilayet

Beyrut’ta Amerikan Koleji, yaygın olarak Suriye Protestan Koleji olarak bilinir

Beyrut (Beyrut Sancağı) Beyrut

Amerikan Kız Ruhban Okulu Beyrut (Beyrut Sancağı) Beyrut

Amerikan Baskı Makinesi ve Kitap Ambarı Beyrut (Beyrut Sancağı) Beyrut

İlahiyat Ruhban Okulu Sukul-Garb (Lübnan Sancağı) Beyrut

Erkek Yatılı Okulu Sukul-Garb (Lübnan Sancağı) Beyrut

Kız Lisesi Hudeyde (Merj Ayun Sancağı) Beyrut

Akademi ve Endüstri Meslek Okulu Sidon (Beyrut Sancağı) Beyrut

Yetim ve Endüstri Çiftlikleri Miyah wa Miyah (Beyrut Sancağı) Beyrut

Kız Lisesi Sidon (Beyrut Sancağı) Beyrut

Erkek Yatılı Okulu Şuveyr (Lübnan Sancağı) Beyrut

Kız Ruhban Okulu Trablus (Trablus Sancağı) Beyrut

Erkek Lisesi Abeih (Lübnan Sancağı Beyrut

Erkek Yatılı Okulu Latakya (Latakia Sancağı) Beyrut

Kız Yatılı Okulu ve Kilisesi Latakya (Latakia Sancağı) Beyrut

Erkek Yatılı Okulu Mersin (Mersin Sancağı) Adana

Erkek Okulu Suvediye (Halep Sancağı) Halep

Kız Okulu Suvediye (Halep Sancağı) Halep

Kız Yatılı Okulu Ramallah (Kudüs Sancağı)

Erkek Yatılı Okulu Ramallah (Kudüs Sancağı)

Amerikan Arkeoloji Okulu Kudüs (Kudüs Sancağı)

Rumeli Hisar’da Amerikan Koleji, yaygın olarak Robert Koleji olarak bilinir

İstanbul

Amerikan Kız Koleji, Üsküdar İstanbul

Kız Yatılı Okulu Adana (Adana Sancağı) Adana

Kız Yatılı Okulu & Şapel Sis (Kozan Sancağı) Adana

Kız Okulu (2 bina) Haçin (Kozan Sancağı) Adana

Okul ve Yurt Haçin (Kozan Sancağı) Adana

Erkek Okulu Haçin (Kozan Sancağı) Adana

Endüstri Okulu Haçin (Kozan Sancağı) Adana

Erkek Yatılı Okulu Tarsus (Mersin Sancağı) Adana

Okul ve Şapel Akhisar (Saruhan Sancağı) Aydın

Okul ve Şapel Manisa (Saruhan Sancağı) Aydın

Okul ve Şapel Ödemiş (İzmir Sancağı) Aydın

Okul ve Şapel İzmir (İzmir Sancağı) Aydın

Amerikan Erkek Okulu ve Yurdu İzmir (İzmir Sancağı) Aydın

Amerikan Kız Okulu ve Müştemilat İzmir (İzmir Sancağı) Aydın

Anaokulu, Bahçe, Müştemilat İzmir (İzmir Sancağı) Aydın

Antep Amerikan Koleji, yaygın olarak Türkiye Merkez Okulu olarak bilinir

Antep (Halep Sancağı) Halep

Kız Yatılı Okulu (binalarıyla birlikte &c.) Antep (Halep Sancağı) Halep

3 İlkokul Halep (Halep Sancağı) Halep

Kilise & İlkokul Halep (Halep Sancağı) Halep

Kilise & İlkokul Antep (Halep Sancağı) Halep

Kilise & İlkokul Beylan (Halep Sancağı) Halep

Kilise & İlkokul Betyas (Halep Sancağı) Halep

Kilise & İlkokul Gerayş Halep

Kilise & İlkokul Jibbin Halep

Kız Okulu Kessab (Halep Sancağı) Halep

Amerikan Kız Koleji Maraş (Maraş Sancağı) Halep

Okul ve Şapel Urfa (Urfa Sancağı) Halep

Anaokulu Kayseri (Kayseri Sancağı) Ankara

(16)

Erkek Yatılı Okulu Talas (Kayseri Sancağı) Ankara

Kız Yatılı Okulu Talas (Kayseri Sancağı) Ankara

Kız Yatılı Okulu Bitlis (Bitlis Sancağı) Bitlis

Erkek & Kız İlkokulu Derkevank (bugün Diyarbakır’da) Bitlis

Erkek & Kız İlkokulu Mogounk (bugün Muş’ta) Bitlis

Erkek Okulu Muş (Muş Sancağı) Bitlis

Erkek Okulu Muş (Muş Sancağı) Bitlis

Erkek & Kız İlkokulu Toukh Bitlis

Erkek Okulu & Müştemilat Mardin (Mardin Sancağı) Diyarbakır

Kız İlkokulu Mardin (Mardin Sancağı) Diyarbakır

Kız Yatılı Okulu Erzurum (Erzurum Sancağı) Erzurum

Erkek Yatılı Okulu Erzurum (Erzurum Sancağı) Erzurum

Kız Yatılı Okulu & Yetimhane Bursa (Bursa Sancağı) Hüdavendigar

Erkek Lisesi Bahçecik (İzmit Mutasarrıflığı)

Şapel Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

Harput Amerikan Koleji, yaygın olarak Fırat Koleji Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

Amerikan Kız Koleji Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

Anaokulu & Yatılı Okulu Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

Okul ve Şapel Burdur (Burdur Sancağı) Konya

Merzifon Amerikan Koleji, yaygın olarak Anadolu Koleji olarak bilinir

Merzifon (Amasya Sancağı) Sivas

Amerikan Kız Koleji Merzifon (Amasya Sancağı) Sivas

Endüstri Okulu Merzifon (Amasya Sancağı) Sivas

Okul ve Şapel Gürün (Sivas Sancağı) Sivas

Kız Okulu Sivas (Sivas Sancağı) Sivas

Erkek Okulu & Şapel Sivas (Sivas Sancağı) Sivas

Şapel, Okul & Oyun Sahası (Bahçe) Sivas (Sivas Sancağı) Sivas

Şapel & Okul Tokat (Tokat Sancağı) Sivas

Okul Trabzon (Trabzon Sancağı) Trabzon

Erkek Okulu Van (Van Sancağı) Van

Kız Okulu Van (Van Sancağı) Van

İlahiyat Ruhban Okulu Maraş (Maraş Sancağı) Halep

İlahiyat Ruhban Okulu Mardin (Mardin Sancağı) Diyarbakır

İlahiyat Ruhban Okulu Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

İlahiyat Ruhban Okulu Merzifon (Amasya Sancağı) Sivas

Misyoner Okulu İstanbul (Kumkapı) İstanbul

Amerikan Kız Okulu Manastır (Manastır Sancağı) Manastır

Yetimhane Antep (Halep Sancağı) Halep

Yetimhane Maraş (Maraş Sancağı) Halep

Yetimhane Urfa (Urfa Sancağı) Halep

Yetimhane Bitlis (Bitlis Sancağı) Bitlis

Yetimhane Bahçecik (İzmit Sancağı)

Yetimhane Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

Yetimhane Gürün (Sivas Sancağı) Sivas

Yetimhane Merzifon (Amasya Sancağı) Sivas

Yetimhane Sivas (Sivas Sancağı) Sivas

Yetimhane Van (Van Sancağı) Van

Yetimhane Bursa (Bursa Sancağı) Hüdavendigar

Yetimhane Erzurum (Erzurum Sancağı) Erzurum

Yetimhane Haçin (Kozan Sancağı) Adana

Hastane & Doktor Evi Antep (Halep Sancağı) Halep

Amerikan Hastane & Dispanseri Talas (Kayseri Sancağı) Ankara

Hastane & Dispanser Mardin (Mardin Sancağı) Diyarbakır

Hastane & Dispanser Harput (Mamüretülaziz Sancağı) Mamüretülaziz

Hastane & Dispanser Merzifon (Amasya Sancağı) Sivas

Hastane & Dispanser Van (Van Sancağı) Van

Referanslar

Benzer Belgeler

Kaza merkezleri: Mihalıççık - Sivrihisar Merkez: Bilecik. Kaza merkezi: Bozöyük

Genel olarak gıda bankacılığı; satıcı veya hizmet sunanların elinde bulunan, ancak son kullanım tarihinin yaklaşması, paketleme hatası, üretim, ihracat veya sosyal

Pazarda başarılı olmak için; pazarda yer alabilmenin süresi uzun olabileceğinden başlangıç maliyetlerinin düşük tutulması, satış sözleşmesinde belirtilen

1837 yılının Kasım ayında Mary Lyon okulunu dini bir kurum olarak açtığında ABD halen ekonomik kriz içerisindedir ve Amerikalıların birçoğu işsiz ve çaresiz

Başlıca İthalat Partnerleri Dünyanın en büyük ithalatçısı olan ABD’nin 2018 yılında ilk beş tedarikçisi Çin, Meksika, Kanada, Japonya ve Almanya olarak

115 Türkiye’de idari vergi suç ve cezalarının yalnızca VUK’da düzenlendiği gibi yanlış bir algı (bu algı son derece yanlıştır. Zira bir vergi suçunu

Bu gruplar arasında Oklahoma Cherokee Nation (zorla ve gönüllü olarak yurtlarından çıkarılanlar), Cherokee'nin Doğu Bandı (Kuzey Carolina'dan kaçanlar ve kalanlar),

Tımışvar Sancağına tabi; Tımışvar, Şemlik, Çakova, Pançova, Marcina, Felnak, Bozar, Bogca, İktar, Tırgovişta, Çerin, Facet, Monostor, Fırdına, Suydiya ve