• Sonuç bulunamadı

Ortadoğu daki Şii-Sünni Gerginliği ve Türkiye

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ortadoğu daki Şii-Sünni Gerginliği ve Türkiye"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ortadoğu’daki Şii-Sünni Gerginliği ve Türkiye

Shia-Sunni Tension in the Middle East and Turkey

Doç. Dr. Veysel AYHAN

ORSAM Ortadoğu Danışmanı A.İ.B.Ü. Uluslararası İlişkiler Bölümü Abstract

The Islamic world once more has been dragged into a Shia-Sunni tension and conflict. There has been a political and social conflict between Sunni and Shia sects in a quite wide geography ranging from Lebanon to Bahrain, from Yemen to Iraq, from Pakistan to Saudi Arabia and to Syria. Despite the fact that Ankara has been giving messages regarding they are against the sectarian conflicts in the recent period, the fact that Turkey has been following a Sunni-centered foreign policy in the realpolitik environment leads to criticisms by the Shia actors. This study will touch on the aforesaid conflict areas and on Turkey’s place in this polari- zation.

Şii siyasal aktörlerin Türkiye karşıtı söylemleri büyük ölçüde Türkiye’nin Suriye ve Irak politikalarıyla ilişkili.

(2)

Ankara’nın son dönemde mezhepsel çatışmaların karşısında olduğu- na dair mesajlar vermesine karşılık reel politik alanda Sünni merkezli bir dış politika izlemesi Şii aktörler tarafından eleştirilmesine yol aç- maktadır.

İslam dünyası bir kez daha Şii ve Sünni gerginli- ğinin ve çatışmasının içerisine sürüklenmiş bu- lunmaktadır. Lübnan’dan Bahreyn’e, Yemen’den Irak’a, Pakistan’dan Suudi Arabistan’a ve Suriye’ye kadar oldukça geniş bir coğrafyada Sünni ve Şii mezhepleri arasında siyasal ve top- lumsal bir çatışma yaşanmaktadır. Ankara’nın son dönemde mezhepsel çatışmaların karşısında olduğuna dair mesajlar vermesine karşılık reel politik alanda Sünni merkezli bir dış politika iz- lemesi Şii aktörler tarafından eleştirilmesine yol açmaktadır.

Şii ve Sünni Aktörlerin Çatışma Bölgeleri İslam dünyası 2012 yılına Irak’ta Şiileri hedef alan bombalamalar, Suriye’deki, Yemen’deki, Suudi A- rabistan’daki, Bahreyn’deki ve bölgemizde yaşa- nan diğer çatışmalarla birlikte girmiştir. Siyasal amaçlar ve hedefleri gerçekleştirmek için düzen- lenen saldırılar ve çatışmaların ortak özelliği ise aktörlerin sınıflandırılmasında ortaya çıkmak- tadır. Örneğin, Irak’ta en son 12 Ocak tarihinde Basra’da düzenlenen saldırılarda da hedef alınan kesimlerin Şiiler olması dikkat çekicidir. Diğer yandan Yemen’in kuzeyinde Suudi Arabistan sı- nırındaki Saada bölgesinde bir kez daha başlayan çatışmaların aktörlerine bakıldığında Şii ve Selefi gruplar oldukları görülmektedir. Türkiye sını- rındaki Suriye’de yaşanan çatışmaların temelin- de de mezhepsel unsurların olduğu artık kabul edilmeye başlanmıştır. Bahreyn’deki iktidar mü- cadelesinin Şiiler ile Sünniler arasında yaşandığı, Suudi Arabistan’ın Doğu vilayetinde demokratik haklar talebiyle gösteri yapanların Şii kökenli va- tandaşlar olduğunu da ayrıca belirtmek gerekir.

Lübnan’da 2000’lerin başından itibaren sürekli

artarak süren gerginliğin başlıca aktörlerinin Şii Hizbullah ile Sünni Hariri gurubu olduğunu da eklemek gerekir.

Dolayısıyla birçok ülkede yaşandığı üzere İslam dünyası son yıllarda mezhep kökenli bir çatış- manın içerisine sürüklenmiş bulunmaktadır.

Bununla birlikte yaşanan çatışmanın temelinde siyasal amaçlar olduğunu belirtmek gerekir. Di- ğer bir deyişle halı hazırda yaşanan çatışmaları mezhepsel farklılıkla açıklamak yerine siyasal olanın mezhepsel farklılığın kullanması olarak değerlendirmek gerekir. Esasında bölgemizde de yaşanan temel sorun iktidarı elinde tutan ke- simlerin, kendisinden farklı olan mezhepsel ve etnik gruplara eşit vatandaşlık temelinde Anaya- sal olarak hak ve hürriyetleri tanımada sorunlar yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yıllardır ülke içindeki farklı mezhepsel ve etnik grupların var- lığını tanımayan ve söz konusu kesimlerin eşit vatandaşlık taleplerini yanıtsız bırakan iktidarlar, bugün yaşanan mezhepsel çatışmaların hazırla- yıcıları konumundadırlar.

Bu bağlamda Irak’tan başlayacak olursak, ABD’nin çekilmesinden sonra doğrudan Şii si- villeri hedef alan bombalı saldırıların sayısında ciddi bir artış olduğu görülmektedir. 22 Aralık›ta başkent Bağdat›ta düzenlenen saldırılarda 69 ki- şi hayatını yitirirken, 6 Ocak›ta yine Şiileri he- def alan saldırılarda 72 kişi yaşamını yitirmişti.

14 Ocakta Basra’daki Erbain törenlerini hedef alan saldırıda ise 53 kişinin yaşamını yitirmesi, Amerikan işgali sonrası ülkenin mezhepsel bir iç savaşa doğru sürükleneceği kaygılarını güç- lendirmektedir. Bilindiği üzere ülkenin en büyük grubunu oluşturan Şiiler 2003 Irak işgaline ka-

(3)

dar geçen sürede Sünni kökenli iktidarların bas- kısı altında mezhepsel ayrımcılık politikalarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Baas iktidarı ile birlik- te doruğa taşınan mezhepsel ve etnik ayrımcılık Iraklı binlerce Şii ve Kürdün yaşamını yitirmesi- ne yol açmıştı. Saddam Hüseyin döneminde Şii ve Kürtlerin yaşadığı şiddet ve ayrımcılık Iraklı Sünni gruplar tarafından ciddi şekilde eleştiril- mediği gibi devlet bürokrasisinde de etkili olan sivil ve askeri unsurların ağırlıklı olan Sünni A- raplardan oluşması taraflar arasındaki düşman- lığı toplumsal düzeyde derinleştirmişti. Bugün ise tam tersi bir şekilde iktidarı ele geçiren Şii unsurlar Sünnilerin siyasal varlığını hedef alan politikalara öncülük etmektedir. Şii aktörlerin temel korkusu Sünnilerin bölgesel ülkelerin des- teğiyle bir kez daha Irak’ta iktidarı ele geçirmesi olabilir. Nitekim, bölgedeki Arap ülkelerine bak- tıklarında Şii karşıtı bir dış politika izlediklerini görmektedirler. Aynı zamanda söz konusu ül- kelerdeki Şiilerinde temel hak ve hürriyetlerden yoksun bir şekilde yaşadıklarını da gözlemleye- bilmektedirler. Örneğin, Suudi Arabistan’da ya da Bahreyn’de Şii nüfus ciddi anlamda siyasal,

ekonomik ve mezhepsel baskılarla karşı karşıya- dır. Söz konusu kaygıların da etkisiyle Şii aktörler kitle psikolojisiyle hareket etmekte ve Sünni kö- kenli aktörlerin her türlü davranışını düşmanca bir girişim olarak değerlendirmektedirler.

Bahreyn’e bakıldığında ise Irak’tan farklı olarak iktidarı elinde tutan El Halife ailesinin devlet bü- rokrasisinde Sünni kökenli ailelere yer verdiği ve Anayasal düzeyde de Şiilerin siyasal iktidarı üzerinde etkili olabilecek tüm kanalları kapattığı görülmektedir. Örneğin, her ne kadar Anayasal Monarşi ile yöneltilse de, Şii seçmenden destek alan partilerin Meclis’te çoğunluğu oluşturmala- rına yol açacak demokratik bir seçim kanunu uy- gulamaktan kaçınmaktadırlar. Nüfusun yaklaşık

%65-70’ini oluşturan Şiiler yürürlükteki seçim yasası nedeniyle 40 sandalyeli mecliste en fazla 18 üye ile temsil edilebilmektedirler. Başbakanı atama ve hükümeti fesh etme dahil geniş yet- kileri elinde tutan el Halife ailesi, buna rağmen Şiilerin siyasal alanda etkili olmasını engelleyici politikalara öncelik vermektedir. 2011 Şubatın- da Şiilerin yeniden ayaklanmasının ardından ise

Başbakan Erdoğan’ın Mart 2011’de Necef’te Hz. Ali Türbesine düzenlediği ziyaret Şii toplumunda büyük yankı bulmuştu.

(4)

Suudi Arabistan öncülüğünde Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler Bahreyn’deki Sünni iktida- ra destek vermek için ülkeye asker göndermiştir.

Halen Bahreyn’de bulunan yabancı askerlerin olaylara müdahalesi sonucu onlarca Şii gösterici yaşamını yitirirken, birçok Sünni devlet başka- nının olaylar karşısında seyirci kalması genelde tüm Şiiler üzerinde olumsuz bir etki bırakmıştır.

Diğer yandan Suudi Arabistan’ın Doğu Vilaye- tinde de Şiiler Mart 2011 tarihinden itibaren mezhepsel ayrımcılığa karşı çıkmak ve Anayasal eşitlik talepleriyle ayaklanmıştır. Bahreyn’deki Şii ayaklanmalarının başlamasından yaklaşık bir ay sonra kitlesel protesto eylemlerinde bulunan Şi- iler aralıklı olarak 2012 Ocağında da gösterileri sürdürmektedirler. En son 13 Ocakta düzenlenen gösteriler sırasında 1 Şii protestocunun yaşamı- nı yitirmesi, Suudi yönetiminin soruna güvenlik perspektifinden yaklaşmayı sürdüreceğini gös- termektedir.1 Diğer yandan Suudi Arabistan’daki Şiilerin sorunlarını ağırlıklı olarak İran kaynaklı veya Şii kökenli yazarlar ve medya kuruluşlarının gündeme getirmesi ise bir kez daha bir bütün o- larak Şii toplumunda Sünni siyasetçiler, yazarlar, kuruluşlar ve devlet adamlarına karşı var olan güvensizliği derinleştirmektedir.

Benzer sorunlar Yemen, Lübnan ve Sünniler ile Şiilerin birlikte yaşadığı ülkelerde de az veya çok bulunmaktadır. Örneğin, Pakistan’da Erbain tö- renleri için bir araya gelen Şiilere karşı düzenle- nen saldırıda yaklaşık 20 kişi yaşamını yitirirken, benzer saldırıların hedefi olan Basra’daki Şiiler- den 53 kişi de yaşamını yitirmiştir. Basra’daki ve- ya herhangi bir bölgedeki saldırıların hedefinde doğrudan Şiiliğin olması, kaçınılmaz olarak top-

lumsal düzeyde Şii-Sünni ayrılığının derinleşme- sine yol açmaktadır.

Bu kapsamda son bir örnek olarak Suriye’deki olayları değerlendirdiğimizde de benzer bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Suu- di Arabistan’daki Şii gösterileri ile aynı dönemde başlayan Suriye’deki ayaklanmaları her ne kadar Suriye’nin demokratikleştirilmesini hedefledi- ğini ileri sürse de, mezhepsel bir özelliğe sahip olması dikkat çekicidir. Rejim karşıtı ayaklanma- nın ağırlıklı olarak Sünni Arap kökenli kalması ve diğer mezhepsel ve etnik grupların desteğini arkasına almada başarısız olması, sorunun böl- gede mezhepsel bir ittifaka doğru evrilmesine yol açmıştır. Suriye’deki olayları durdurmak için askeri bir müdahale talebinde bulunan Katar’ın yanı başında meydana gelen Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki gösteriler karşısında sessiz kalma- sı dikkatlerden kaçmamıştır. Diğer yandan İran, Irak ve Lübnanlı Şii kökenli liderlerinde de Su- riye’deki sivil ölümleri görmezden gelmesi ve doğrudan Esad yönetimini desteklemesi ise Sün- ni toplumunda hayal kırıklığı yaratmıştır. Do- layısıyla son yıllarda İslam dünyasında yaşanan mezhepsel gerginliğin ve çatışmanın temelinde siyasal aktörlerin adaletten, hukuktan ve Ana- yasal eşitlikten sapması ve mezhepsel ittifaklar üzerinden politika üretmesinin önemli bir rolü olduğu görülmektedir.

Şiilerin Türkiye Algısı

2011 öncesi döneme kadar bölgede gerçekleşti- rilen birçok saha araştırmasında da test edildiği üzere Şiilerin Türkiye’ye karşı oldukça önemli sayılabilecek olumlu bir algıya sahip olduğu gö-

İslam dünyası son yıllarda mezhep kökenli bir çatışmanın içerisine sü-

rüklenmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte yaşanan çatışmaları mez-

hepsel farklılıkla açıklamak yerine siyasal olanın mezhepsel farklılığı

kullanması olarak değerlendirmek gerekir.

(5)

rülmüştür. İsrail saldırıları karşısında Lübnan- lı Şiilere verilen siyasal ve ekonomik destekler, Iraklı Şii gruplarla ilişkinin geliştirilmesi, Suri- ye’deki Nusayri rejimle bölgesel entegrasyona yönelik adımlar atılması, Başbakan Erdoğan’ın hem Aralık 2010’de Türkiye’deki Aşure törenle- rine katılması hem de 2011 Martında Necef’te Hz. Ali Türbesine düzenlediği ziyaretle Şii top- lumu üzerindeki olumlu algının güçlenmesine katkı sağlamıştı. Tüm bunların yanı sıra BM Gü- venlik Konseyi’nde İran’a yaptırımları öngören karar tasarısının oylanması sırasında veto oyu kullanması da genelde Şiiler tarafından olumlu bir adım olarak değerlendirilmişti.

Ancak tüm bu olumlu algılar Suriye ve Irak’ta izlenen politikalar karşısında yerini yavaş yavaş olumsuz bir önyargıya bırakmak üzeredir. Özel- likle Irak seçimleri sırasında Irakiye Listesinin desteklenmesinin ardından, NATO Füze Kalkanı Savunma sistemine katılım ve 2011 Mayısından itibaren de Suriye’deki Sünni gruplara verilen siyasi ve diplomatik destek Şii toplum liderleri tarafından ilk kez doğrudan Türkiye’nin eleşti- rilmesine yol açmıştır. İranlı liderlerin doğrudan Türkiye’yi hedef alan açıklamalarının ardından Aralık 2011’den itibaren de Iraklı Şii siyasetçiler yüksek seslerle Türkiye’yi bölgede istikrarsızlık yaratmakla suçlamaya başlamışlardır. Cumhur- başkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin tutuklan- ması ve yargılanması istemiyle başlayan olayların ardından Başbakan Erdoğan’ın Maliki ile 10 O- cakta gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde açık bir şekilde hükümetin otoriterleşmesini eleştir- miş ve Tarık Haşimi›yle ilgili davanın Kerkük’te görülmesini talep etmişti. Başbakan Erdoğan ay-

rıca Irak’ta yeni bir mezhepsel savaş görmek is- temediklerini de sözlerine eklemişti. Ancak yapı- lan telefon görüşmesinin hemen ardından Maliki yaptığı bir açıklamada «Türkiye bölgeye felaket getirmek istiyor» iddiasında bulunmuştu.2

Türkiye’nin Haşimi kriziyle birlikte doğrudan Iraklı birçok Sünni liderle görüşmesi ve Mali- ki yönetimini mezhepçilikle suçlaması iki ülke arasındaki krizin derinleşmesine yol açmıştır.

Başbakan Erdoğan, Norveç Başbakanı Jels Stol- tenberg ile görüşmesinin ardından düzenlenen basın toplantısında «Irak›ta da şu anda mez- hebi bir anlayış ortaya çıkarılmaya başlandı; bu mezhepsel bakış, mezhepsel yaklaşım ne yazık ki Irak›ı adeta bir kan gölüne döndürmüş vazi- yette. Aynı iktidarın içerisinde kendi bakan ar- kadaşının konutuna, siz eğer tankın namlusunu doğrultursanız onları bu şekilde tehdit ederse- niz hiçbir zaman o toplumun içinde sağlıklı bir yaklaşım bulamazsınız. Nitekim şu anda yapılan budur. Irak›ta sağlıklı bir yönetimden bahset- mek mümkün değil» ifadelerini kullanmış ve

«Irak Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Haşimi ile ilgili attıkları adımı ve üzerinde düşündükle- ri konuları şahsen tanıdığım bildiğim kadarıyla kabullenmemiz mümkün değil. Ve böyle bir yak- laşım içerisinde olunması hiç mümkün değil»

diyerek Maliki yönetiminin politikalarını sert sözlerle eleştirmiştir.3

Irak krizi kapsamında Türkiye’ye davet edilen Sünni politikacılarla yapılan görüşmelere pa- ralel olarak Erbil ve Bağdat’ta da Sünni aktör- lerle temasların sürdürülmesi Maliki yöneti- minin tepkisine yol açmıştır. Başbakanı Maliki

Türkiye, Osmanlı döneminde yaşandığı gibi tüm etnik, dinsel ve mez-

hepsel gruplara eşit yaklaşım politikasını kendi ülkesi içinde ve bölge-

de hayata geçiremezse, yaşanan etki kaybının olumsuz sonuçları ile

karşı karşıya kalabileceğini şimdiden öngörmek gerekir.

(6)

“Türkiye’nin Irak’a bu şekilde müdahale edeceği- ni beklemezdik. Son dönemde açıklamalar ara- cılığıyla sürpriz müdahalelerde bulunduklarını fark ettik. Bu son açıklamalar Irak’ın iç işlerine müdahaledir ve buna kesinlikle izin vermeyiz. E- ğer bizim yargı otoritemiz hakkında konuşuyor- larsa biz de onlarınki hakkında konuşabiliriz ve bizim tartışmalarımız hakkında konuşuyorlarsa biz de onlarınkiler hakkında konuşabiliriz. Tür- kiye bölgeye felaket ve iç savaş getirebilecek bir rol oynuyor. Ancak bunun sonucunda zararlı çı- kan Türkiye olur, çünkü birçok mezhep ve farklı kökenli etnik gruplar barındırıyor” tehdidinde bulunmuştu.4

Maliki’nin açıklamalarına paralel olarak Lüb- nanlı Şii liderlerinde benzer açıklamalar yapması dikkat çekicidir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Arap Dünyasında Demokrasi adlı BM toplantısı kapsamında düzenlediği Lübnan ziyareti sıra- sında görüştüğü Şii liderlerin de Türkiye’nin iz- lediği politikalardan duydukları rahatsızlığı dile getirdiği ifade edilmektedir. Şii liderlerden mil- letvekili Muhammed Raad’ın görüşme sırasında Türkiye’nin Suriye politikasından duyduğu ra- hatsızlığı dile getirmesi dikkat çekicidir.5 Davu- toğlu ile Raad arasındaki görüşmenin gerçekleş- tiği bir dönemde Şii kitlelere seslenen Hizbullah lideri Hasan Nasrullah ise bölgedeki mezhepsel çatışmalara ve gerginliğe dikkat çeken ülkelerin ilk önce kendi politikalarını gözden geçirmesi gerektiğini belirtmişti. Lübnan›ın Bealbek şeh- rinde 15 Ocak günü halka düzenlenen mitingde konuşan Nasrullah “bölgede mezhepsel savaşın başlamasından uyaran, nasihatlerde bulunan, bildiriler yayınlayıp açıklamaya yapan ülke ve hükümetlere sesleniyorum.. izlediğiniz siyasi ve medya politikaları, yaptığınız provokasyon ve sa- ha çalışmalarıyla bizzat kendiniz böyle bir savaşa sürüklüyorsunuz” eleştirisinde bulunmuştu.6 Lübnan Üniversitesinden Prof. Dr. Muhsin Salih ise doğrudan Türkiye’yi suçlamış ve Suriye’deki rejim değişikliği projesinde Türkiye’nin Batı ile birlikte hareket ettiğini ve bundan dolayı Lüb-

nan ve İran ziyaretlerinin gerçekleştirildiğini öne sürmüştü.7

Toparlayacak olursak, Şii toplumunun Türkiye algısının bir kez daha olumsuz diyebileceğimiz bir şekilde değişmeye başladığı ve Şii lider tara- fından yapılan açıklamalarla birlikte bunun da- ha da hızlanacağı öngörülmektedir. Türkiye’nin 2011 yılında Kuzey Afrika’da yaşanan halk hare- ketlerinin sonucunda söz konusu bölgedeki etki- sini genişletmesine karşın yanı başındaki komşu ülkeler üzerinde ciddi bir etki kaybı yaşamaya başladığı görülmektedir. Söz konusu etkinin te- melinde ise Suriye veya Irak’taki Şii unsurların Türkiye’nin dış politikasından duyduğu rahat- sızlık yatmaktadır. Sınır boyunca bakıldığında her iki bölgede de Şii grupların iktidarda olduğu görülmektedir. Diğer yandan İran’la birlikte dü- şünüldüğünde Şii unsurların Akdenizden başla- yarak Ermenistan sınırına kadar olan bölgedeki

2011 öncesi döneme kadar Şiilerin Türkiye’ye karşı oldukça önemli sayılabilecek olumlu bir algıya sahip olduğu görülmekteydi.

(7)

siyasal elitler olduğunu belirtmek gerekir. Şii siyasal aktörlerin Türkiye karşıtı söylem ve de- meçlerinin Türkiye’nin özellikle Suriye ve Irak’ta izlediği politikalarla doğrudan ilişkili olduğunu belirtmek gerekir.

Diğer yandan söz konusu ülkelerdeki diğer etnik ve mezhepsel gruplara bakıldığında Türkiye’nin hareket alanının daralmaya başladığı dikkat çekmektedir. Suriye’deki Şii unsurların dışın- da Hıristiyan, Dürzi ve Kürt unsurlar üzerinde Türkiye’nin etkisi her geçen gün zayıflamakta

iken, Iraklı Kürt gruplar ve İranlı Azeri ve Kürt gruplar üzerinde de bir etki kaybı yaşanmaktadır.

Diğer yandan İran ise bölgesel düzeyde Şiilerin yanı sıra Kürtler üzerinde de etkisini genişlet- me konusunda önemli adımlar atmaya başladı- ğı dikkat çekmektedir. Eğer Türkiye, Osmanlı döneminde yaşandığı gibi tüm etnik, dinsel ve mezhepsel gruplara eşit yaklaşım politikasını kendi ülkesi içinde ve bölgede hayata geçiremez- se, yaşanan etki kaybının olumsuz sonuçları ile karşı karşıya kalabileceğini şimdiden öngörmek gerekir.

Irak krizi kapsamında Türkiye’ye davet edilen Sünni politikacılarla ya- pılan görüşmelere paralel olarak Erbil ve Bağdat’ta da Sünni aktörler- le temasların sürdürülmesi Maliki yönetiminin tepkisine yol açmıştır.

1 BBC News, “Shia protester ‘shot dead’ in Saudi Arabia”, 13 January 2012 2 Sabah Gazetesi, “Maliki’ye Obama üzerinden yanıt” 15 Ocak 2012

3 Hazal Ateş-Yahya Bostan, “Erdoğan Irak için düğmeye bastı” Sabah Gazetesi, 10.01.2012, http://www.sabah.com.

tr/Dunya/2012/01/10/erdogan-irak-icin-dugmeye-basti?paging=1

4 Milliyet Gazetesi, “Sizin de mezhep yapınız karışık zararlı çıkarsınız”, 15 Ocak 2012, http://dunya.milliyet.

com.tr/sizin-de-mezhep-yapiniz-karisik-zararli-cikarsiniz/dunya/dunyadetay/15.01.2012/1488998/default.

htm?ref=OtherNews

5 Al Manar News, “Raad after Meeting Davutoglu: Syria Change Must be without Foreign Intervention”, 15.01.2012, http://www.almanar.com.lb/english/adetails.php?eid=41996&cid=23&fromval=1&frid=23&seccatid=14&s1=1 6 Sara Taha Moughnieh, “Sayyed Nasrallah on Arbaeen: Our Certainty of this Right Path Is Increasing”, Al Manar

News, 15.01.2012, http://www.almanar.com.lb/english/adetails. php?eid=41956&cid=23&fromval=1&frid=23&

seccatid=14&s1=1; Sana Haber, “Bazı Hükümetlerin Politikaları Bölgeyi Savaşa Sürüklüyor, 15.01.2012, http://

www.sana.sy/tur/237/2012/01/15/394230.htm

7 Press News, ‘Qatar plays into hands of US, Israel’”, 15.01.2012, http://www.presstv.ir/detail/221232.html

DİPNOTLAR

O

Referanslar

Benzer Belgeler

Hipotez 5: 1973 Arap-İsrail savaşı sonrasında Suudi Arabistan’ın uyguladığı petrol politikası “Kendine yardım”(Self-help) ilkesi uyarınca uyguladığı

Sonuç olarak; Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır gibi Sünni Arap devletleri bölgede bir “Şii hilali”nin oluşmasından kaygı duymaktadırlar.. Bu bağlamda Sünni Arap

“İslam Hocası”, “İslam Soru Cevap”, “Sorularla İslamiyet” uygulamaları ve engelli bireylerin din eğitimine yardımcı olabilmesi amacıyla geliştirilmiş olan “İşaret

Bu sebeple bir kez daha özellikle İran’ın direk müdahil olduğu, karıştığı Arap körfezi ülkeleri, Yemen, Lübnan ve son olarak Suriye gibi ülkelerde

Zira, 1999 yılı petrol gazı ithalatımız incelendiğinde, 1998 yılına göre Cezayir, Norveç ve Nijerya’dan ithalatımızda toplam 95 milyon Dolarlık (270 bin ton)

2011 yılı sonu itibariyle toplam çimento stoğu 8,2 milyon tona yükselmiştir7. Bölgeler göre stok durumu aşağıdaki

2015 yılından itibaren ekonomik, sos- yal ve kültürel anlamda dinamik bir re- form ve değişim sürecine giren Suudi Arabistan, Arap isyanları sonucu bölgede oluşan yeni şartlar

K-59 kaya figürlerine baktığımızda (Şekil 1), üzerlerinde Zât Hami Sitilinin belirli özelliklerini göremeyiz. Örneğin, Şekil 1.2 bir öküzünki, Anati’nin Zât