FELSEFİ OLARAK ETİK
BAŞLICA ETİK İLKELER 1-Adalet:
2-Eşitlik
Temel Bireysel Eşitlik:
Kısmi Eşitlik:
Blokların Eşitliği:
3-Dürüstlük ve Doğruluk:
4-Tarafsızlık:
5-Sorumluluk:
6-İnsan Hakları:
7-Hümanizm:
8-Bağlılık:
9-Hukukun Üstünlüğü:
10-Sevgi:
BAŞLICA ETİK İLKELER
devamı
11-Hoşgörü:
12-Saygı:
13-Tutumluluk:
14-Demokrasi:
15-Olumlu İnsan İlişkileri:
16-Hizmet Standatlarının Yükseltilmesi:
17-Açıklık:
18-Hak ve Özgürlükler:
19-Emeğin Hakkını Verme:
20-Yasa Dışı Emirlere Karşı Direnme:
Etiğin amacına bakıldığında bir dizi alt amaç ortaya konmaktadır
§ İnsan pratiğini ahlaki niteliği bakımından açıklamak,
§ Eleştirel, ahlak tarafından belirlenmiş bir bilinç geliştirmek,
§ Eleştiri için etik argümantasyon biçimi ve temellendirme süreçleri oluşturmak,
§ Ahlaki eylemin insanın keyfine bağlı olmadığını, aksine insan olarak varlığının vazgeçilmez bir niteliği olduğunu göstermek,
§ İnsanı sevmeyi öğretmek.
ETİK TEORİLERİ
Bugün etik eşit şartlar altında eşit fırsatların sağlanması, müşteri ilişkileri, bilgisayar verilerinin korunması, çevresel etkiler gibi pek çok konuyla
ilgilenmektedir. Etik teorideki, son gelişmeler etik teoriyi fazilet ve dürüstlük odaklı bir teori haline getirmiştir.
Etik yargıların altında yatan nedenleri ele almak, iyinin ve doğrunun ne
olduğu sorularına cevap bulmak amacıyla birbiri ile ilişkili ortaya çeşitli teoriler ortaya çıkmıştır. Bunlar,
Metaetik
Normatif,
Betimleyici,
• Betimleyici etik; insan eylemini gözlemleyerek, eylemin
sonuçlarını bilimsel bir yaklaşımla betimler tasvir eder ve açıklar.
• Normatif etik; ahlaki eylemler için norm ve düzenleyici ilkeler ortaya koyar.
• Metaetik; normatif etiğin ortaya koyduğu ahlaki yargıları analiz eder.
FAYDACILIK ETİĞİ
Hedonist etik teori, insanın nihai amacının mutlu olmak olduğuna inanan bir öğretidir.
Her mutluluk veren şey doğru mudur?
Stuart Mill’e göre, eylemlerimiz mutluluğu göz önünde bulundurup sağladıkları ölçüde doğru; mutluluğun tersine yol açtıkları ölçüde de doğru değildirler.
Stuart Mill, bir de dıuyguların bencil duygular gibi tıpkı onlar kadar doğal ve etkin olduklarını göstermek ister.
Sosyal duygular, eğitim ve birlikte yaşama sayesinde daha da güçlü olurlar.
DEONTOLOJİK ETİK
“Deonlogical” kelimesi, Yunanca deon (duty, ödev) kelimesinden gelmektedir. Deontolojistler, kararlarını dürüstlük, adalet, kişilere ve mülkiyete saygı gibi soyut evrensel ilkelere dayandırırlar.
Diğer bir deyişle Deontolojistler, doğru olan şeyi yapmaya yoğunlaşırken;
faydacılar, toplum refahını en üst düzeye çıkaracak şeyleri yapmaya yoğunlaşırlar.
• Örneğin; deontolojik yaklaşımı benimseyen bir denetleyici, iyilikten fazla zarar verse de firmanın finansal sorunları hakkında doğruyu söylemekte ısrar eder.
• Faydacı yaklaşıma sahip bir denetleyici ise bir şey yapmaya karar vermeden önce, topluma çıkacak fayda ve zararları değerlendirir.
FEMİNİSTİK ETİK
Seksenli yıllarda feminist bir felsefeyi izleyen bir etik anlayışı gelişmeye başlamıştır. Böyle bir etiğin görevi, kadınların etik düşüncelerin yöneldiği ağırlıklı noktaları, önyargılı kanıtlar düzleminde yıkmaya çalışarak
• Bir yandan kadını ahlaki özne olarak gören geleneksel yanılgıları gidermek,
• Öte yandan da erkek egemen etik ilkeler arasındaki hiyerarşik anlayışı düzeltmek olmalıdır.
KARMA ETİK MODELLERİ
Bu model , faydacı etik ve deontolojik etik teorilerini birleştirmiştir.
Bu karma modelin en büyük avantajı deontolojik etik yardımıyla , olayın evrensel boyutunu yakalarken; faydacı etik teori yardımıyla olayın kendi spesifik şartlarını dikkate alabilmesidir
• Ahlaki gelişim ya da etik yargılama sistemleri insanın psikolojik yapısı ile yakından ilgilidir. Bireylerin davranışlarını ussallaştırarak , etik
anlamda gerekçelendirme sürecinde bazı yapıların işlediği kuşkusuzdur.
• Freud’un id , ego ve süper ego olarak tanımladığı yapıda , bu üç sistemin de bazı işlevleri vardır.
• İd , bireyin dürtülerinin ruhsal temsilcilerini kapsamasına karşın;
• Ego , kişinin çevre ile ilişkilerini yürütme işlevini üstlenir.
• Süper ego ise zihnin ahlaki önyargılarını , ideallerini ve arzularını kapsar. Bireylerde süper egonun gelişmişlik düzeyi, davranışlarının ahlakiliklere uygunluğunu kolaylaştırır.
Çünkü süper egonun başlıca işlevleri:
• 1.İdden gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve kentleşmek.
• 2.Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönelmeye ikna etmek ve kusursuz olmaya çabalamaktır.
BU KONUDA YAPILAN BAZI ÇALIŞMALAR
• Kohlberg, ahlak felsefesi ve kavramsal psikolojiyi birleştirerek,
“Bilimsel Ahlaki Gelişim Modeli”ni ve bu modele temel olan kuramı ortaya koymuştur. Ahlaki Gelişim Kuramı, ahlaki nedenselliğin en bilinen kuramıdır. Kuramın temel fikri; ahlakın, çocukluktan yetişkin olana dek aşama aşama geliştiğidir. Blasi’ye göre bilinçli bilişsel ahlaki yapılarının amacı, bir bireyin ahlaki bir tarzda hareket etme eğilimi ile ilişkilidir.
• Sosyolojik görüşten yola çıkan etiğe ilişkin çalışmalar sıklıkla kişilerin bağımsızlığını kuşatan konular bakımından, profesyonellik anlamında ve tanımında detaylandırılmıştır.
• Psikolojik görüş, bir bireyin etik inançlarını ve etik çatışmaya ilişkin
çözümü nasıl kontrol ettiğini ortaya koyar. Bu paradigma çerçevesinde yapılan çalışmalar , Lawrence Kohlberg tarafından geliştirilen
bireylerin ahlaki yargılarının zamanla bir sonraki adıma geçmesinin, bireyin inanç sistemine bağlı olduğunu ve 6 safhada geliştiğini ortaya koyan psikolojik bir modeli esas almaktadır:
Geleneksel Öncesi Seviye-Birey Odaklı
• 1.Safha:Otorite ya da ceza korkusuyla hareket eden bireyi ifade eder.
Safha 1’deki birey, yalnızca yanlış davranışın sonuçları nedeniyle etik davranacaktır.
• 2.Safha:Kendini memnuniyetini arayan bir bireyi ifade eder.
2.safhadaki bir birey, o şekilde hareket etmenin, bunu yapmamaktan daha faydalı olacağı için etik davranmaya itilir.
Geleneksel Seviye-İlişkiler Odaklı
• 3.Safha:Başkaları tarafından yönlendirilerek başkalarının onayını almaya çalışan bir bireyi ifade eder. 3.Safhadaki bir birey, onların rollerine ve sorumluluklarına uygun kalıplaşmış davranışla uyumlu
olarak hareket etmeye teşvik edilmektedir. Bu safhada başkalarının da olduğu bilinci uyanır.
• 4.Safha:Ahlaki kurallara ve kanunlara bağlı olan bir bireyi ifade eder.
4.safhadaki bir birey, kanunların örgütsel ve sosyal bağlılığı sağlamak için gerekli olduğunu bilir.
Geleneksel Sonrası Seviye-Kişisel Prensiplere Odaklı
• 5.Safha:Başkalarına ve toplumsal refaha ilgi gösteren bireyi ifade etmektedir. 5.safhadaki bir birey toplumun refahı için adil ve etik
davranmak amacıyla toplumsal bir sorumluluk yüklenmesi gerektiğini bilir.
• 6.Safha:Felsefi ve dini etik üzerine kurulu olan ahlaki prensipler
tarafından teşvik edilen davranışlara sahip olan bir bireyi ifade eder.
6.safhadaki bir birey tamamen ahlaki yargıya yönelik vicdana bağlıdır.
• Kolhberg, ahlaki gelişim safhalarındaki en kritik faktörlerden birinin eğitim olduğunu söylemektedir. Kohlberg’e göre, etik gelişimin üst düzeyine ulaşan bireylerin, büyük ölçüde, eğitim ve deneyim
sayesinde daha etik davranmaları beklenebilir.
• En yüksek düzeydeki ahlaki gelişim aşamasındaki yetişkin kişi insan hakları, adalet gibi evrensel ilkeleri kullanabilir düzeydedir. Ancak, Kolhberg ve diğer akademisyenlerin yaptığı araştırmalar, insanların çoğunun bu düzeye ulaşamadığını göstermektedir.
§ Sokrates felsefeyi neyi bilmediğini bilme olarak tanımlamışken Yunanca’da bilgi sevgisi anlamında kullanılmıştır.
§ Felsefe; insanın evrenle arasındaki ilişkiyi sistematik ve kavramsal olarak açıklayan bilimsel bilgi, etik ise felsefenin alt dalı olarak
adlandırılmakta ve ahlaki değerler felsefesi olarak nitelendirilmektedir.
§ Etik, insanın diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde sorulabilecek her
türlü sorunun “iyi- kötü” değerlendirmelerine göre yanıtlarını vermeye çalışan değerler felsefesi olarak ortaya çıkmıştır.
§ Aristoteles, etiği kuramsal felsefe olan mantık, matematik,
metafizikten ayırmak suretiyle kendi başına bir felsefe alanı olarak ele almıştır.
§ Pratik felsefeyi etik, ekonomi ve politika olarak üç alana ayırmış, kuramsal felsefenin konusunu değişmez ve değişir olgularla sınırlı tutarken, pratik felsefenin insan eylemlerini ve onların sonuçlarını konu ettiğini ifade etmiştir.
§ Aristoteles, etiği kuramsal felsefeden ayırarak kendi başına bir felsefe alanı olarak ele alan ilk filozoftur.
ETİĞİN TEMEL KAVRAMLARI
• İyi
• Erdem
• Sorumluluk
• Vicdan
İYİ
§ Belli insan gereksinmesini karşılayan, insan çıkar ve dileklerine uygun düşen, kişiye, topluma, bir sınıfa ya da başka bir kümeye, yararlar
sağlayan; özdeksel ya da tinsel olgunun niteliğidir.
§ Kısaca “özneye faydalı olma” durumudur denilebilir.
§ Ahlaki eylemin ulaşmak istediği son hedeftir.
§ İyi kavramının tanımlanmasında filozoflar arasında bir birlik yoktur ama iyinin varlığı konusunda genel bir anlayış vardır.
Farabi’ye Göre:
§ Allah sırf iyiliktir.
§ O’nun inayeti her şeyi kuşatmıştır.
§ Allah cömertlik ve adalet sıfatlarıyla aleme düzen verir. Varlıkların mertebeleri arasında bir
uygunluk ve düzen vardır.
§ Bunlar sayesinde alem, adeta tek bir şeymiş gibi bir gaye ile hareket eder. İyilik hakim unsur
olmakla birlikte kötüye de yer vardır. Afetler ve çeşitli noksanlar maddenin ilahı nizamı kabul etmeyişinden kaynaklanır.
İbn-i Sina’ya Göre:
§ İyi, varlığın kemali (olgunluğu); kötü, kemalin yokluğudur.
§ Ona göre Allah’ın evreni yaratmada bir gayesi yoktur. Bizim amaç anlayışımızla kavranamaz.
§ Allah varlık alemine bir düzen vermiştir, onun zatına uygun olanlar iyilikten nasibini almış olur.
§ Tümellerde( bütünler- olgular) kötülük bulunmaz.
§ İnsanlık bir tümeldir. Ancak fertler kötü olabilir. Kötülük çoklukta ve değişiklikte ortaya çıkar.
§ Kötülük vacib’ül vücuttan uzaklaştıkça artar. En yoğun halini maddi alemde gösterir.
Leibniz’e Göre:
§ Tanrı mükemmel ve iyi olandır.
§ Tanrı varlığı yaratmıştır. Dolayısıyla varlıklar da iyidir.
§ Tanrı varlıkları yaratırken tüm hesapları yapmış, kötülüğe de izin vermiştir.
§ ‘’Tanrı gibi mükemmel bir şey nasıl kötüyle anılabilir?’’ diye soran Leibniz, buna da iyiliğin gerçekleşmesi için kötülüğün var olması cevabını verir. Yani: acı olmasa zevk, günah olmasa sevap olur muydu?
Leibniz’e Göre:
§ Tanrının yarattığı sonsuz evrenler arasında kötülük olmayanı mevcut değildir. Kötüsüz bir alem eksik bir alemdir.
§ Her şey birbirinin nedenidir.
§ Tanrının düzeni dışında bir şey yapılamaz. Böylece
olağanüstü denen şey, ancak yaratıklar arasında kurulmuş bir düzene göre öyledir.
§ Evrensel düzene her şey uygundur. Bu, o kadar doğrudur ki dünyada büsbütün düzensiz hiçbir şey yalnız yok
değildir, böyle bir şey tasarlanamaz bile. Böylece
denebilir ki Tanrı alemi nasıl yaratmış olursa olsun alem hep muntazam ve belirli bir genel düzen içerisinde olur.
Hegel’e Göre:
§ Hegel’e göre iyi, “kendinde” ve “kendisi için”dir.
§ Bütün belirlenimlerin özü, hakikat yasası ve dünyanın mutlak son amacıdır.
§ İyi ve kötü karşılıklı birbirlerini gerektirir. Biri diğerini zorunlu kılar ve kendini diğeri aracılığıyla ilişkilendirir.
§ İyi ve kötü; diğerini, kendisinden bir başka olarak
ayırmak ve diğerinin ortadan kaldırmasına bağlı olarak, kendisine dayanabilmesi için bizzat zorunluluk arz eder.
Hegel’e Göre :
§ İyi ve kötüden her biri, diğerini kendine olumsuzlamanın bir momenti olarak zorunlu kılar, bunlardan her biri bu özelliği kendinde bulundurur;
böylece kendini ve kendi karşıtını kapsar.
§ İyi ve kötünün her biri neticede bir bütündür ya da bütün her ikisinin ayrılmazlığıdır. Öyle ki, bu bütün (yani iyi ve kötünün birliktelikleri) momentlerin hareketlerini ortaya koyan, değiştirilemez farklılığı ve ilişkiyi içinde barındırır.
İYİ
Aristo: İyi iki anlama gelir: Birisi mutlak iyidir, diğeri ise birisi için iyi olandır.
Francis
Hutcheson: En büyük sayıda insana en büyük mutluluğu veren eylem en iyidir.
ERDEM
§ Felsefeye Socrates’in armağanıdır.
§ Ahlakın övdüğü iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerinin genel adıdır.
§ İnsanın ruhsal olgunluğudur.
§ Felsefi olarak ;
1. İstencin ahlaksal iyiye yönelmesi.
2. İnsanın tinsel ve ruhsal yetkinliği.
§ Felsefe tarihi boyunca erdem kavramına değişik anlamlar verilmiştir.
ERDEM
§ Filozofların ahlak öğretileri, genellikle erdeme -ahlaksal iyiye- verdikleri anlamla birbirinden ayrılırlar.
§ Bilgelik, yiğitlik, doğruluk, ölçülülük temel erdemlere örnektir.
§ Kısaca: ahlaki bakımdan her zaman ve sürekli olarak iyi olma eğilimi, iyi ve doğru eylemlerde bulunmaya yatkın olma durumudur. Büyük engelleri
aşmak pahasına, ahlaki iyiliği amaçlama, iyilik uğruna hareket etme gücüdür.
§ Erdem, herhangi bir dışsal baskı olmaksızın gerçekleştirilen özgün bir davranıştır.
§ Erdem aşırı uçlarda bulunmaz.
§ Ölçülü ve dengeli olmaktır.
Sofistlere Göre:
§ Sofistler, bu erdemin öğretebileceğini savunuyor ve öğretiyorlardı.
§ Erdemin insanlarda hazır olarak bulunmadığını, belli bir süreç sonucunda edinileceğini belirtir.
§ Belli bir çaba sonucunda elde edilebilen erdem, Protagoras’a göre,
Sokrates’in kastettiği anlamda, herkese istenildiği düzeyde tam olarak öğretilemez.
§ İsteyen herkese her konuda aynı ölçüde eğitim verilemese de
kendilerine az ya da çok, belli ölçüde eğitim verilenler, kendilerine hiç eğitim verilmemiş olanlara göre, her konuda daha iyi hale gelmiştir.
§ Demek ki herkes belli ölçülerde eğitilebilir, yani erdem sahibi olabilir.
Sokrates’e Göre:
§ Tüm insanlar iyiyi isterler ve erdem bilgidir.
§ Mutluluk, bilgi ile elde edilen erdemlerle yaşanan bir ahlaki hayatla mümkün olabilir.
§ Herkes, ahlaki bakımdan iyi olanı istemektedir.
§ Herkes iyiyi ister. Fakat temel sorun, insanların iyi ad altında her istediğinin geçekten iyi olup olmadığıdır.
Sokrates’e Göre:
§ İnsanın mutlu olmak için nasıl bir hayat sürmesi gerektiğini, yani erdemli bir hayatın nasıl olması gerektiğini bilmek gerekir.
§ Bu bilgi, bir yandan bütüne, tümel olana ilişkin bir bilgiyken öte yandan da tek tek durumlara ilişkin geçerli olabilmelidir. Yani, bu konularda, bir yandan tümel tanıma sahip olmak, öte yandan, bu
dünyada karşılaşılan sorunları da çözebilmenin bilgisine sahip olmak gerekir.
§ Erdemli bir hayat sürmenin tek yolu bu konularda bilgi sahibi olmaktır.
Platon’a Göre:
§ Platon, “Erdem nedir?” sorusuna ilk kez Gorgias
diyalogunda bir yanıt verme girişiminde bulunmuştur.
Bu diyalogda Platon, erdemi ilk kez “ruhun düzeni”
olarak tanımlar.
§ Yalnızca ruhun değil, kendisinde bir erdem
bulunduğundan söz edilebilecek her şeyin erdemi düzeninden gelir.
§ Erdem, insanların amacına uygun olarak tanımlanmıştır.
§ Örneğin; insana özgü erdemi tanımlamak isteyen kişi, insanın varoluş amacını, insan için iyi olanın ne
olduğunu aramalıdır.
Platon’a Göre:
§ Erdem iyiliğin, iyilikse insanın ve toplumun en yüksek amacı olan mutluluğun gerçekleşmesini sağlayacaktır.
§ Platon’a göre erdemli olmak için sadece ruhun düzenlenmiş olması değil, insanın devlet içinde doğru işi yapıyor olması da gerekir.
§ Platoncu düzen bir mesleki iş bölümü düzenidir.
Aristoteles’e Göre:
§ Aristoteles’e göre iyi olma ya da mutluluk, erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilecek bir amaçtır.
§ Erdem, en genel anlamıyla ele alındığında insanın kendi amacına uygun bir durumda olmasıdır. Yani insan, daima doğasına uygun biçimde eylemelidir.
§ Platon’un ahlak anlayışı gibi Aristoteles ahlakı da bir mutluluk ahlakıdır.
§ Çünkü insan bireylerinin ve bir bütün olarak toplumun iyiliğini, mutluluğunu amaçlar. insanın tüm eylemleri bu en yüksek hedefin elde edilmesi amacına yönelmiştir.
Aristoteles’e Göre:
§ Erdemleri ikiye ayırır.
1. Etik erdemler insanın günlük yaşamındaki eylemleriyle,
2. Dianoetik erdemler bilim, sanat, pratik ve teorik gibi eylemlerle ilgilidirler.
§ Erdem, erdemli davranışı alışkanlık edinenlerce ulaşılacak bir amaçtır.
§ Erdem, tercihlere ilişkin bir huydur.
ERDEM
Friedrich
Hegel: Erdem, varlığın bilincidir.
Spinoza: Erdem, akla uygun davranmaktır
Aristippos: Erdem, haz almada ölçülü olmaktır.
Joseph
Butler: Kişinin kendi kendini yargılamasıdır.
Immanuel
Kant: Erdem, bir içgüdü işi değil, bir akıl işidir.
Sokrates: Erdem, insanın kendini bilmesi ve tanımasıdır.
SORUMLULUK
§ Kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyet olarak tanımlanır.
§ Bir insanın iradi olarak ve bilerek yaptığı eylemin sonuçlarını kabul etmesi durumudur.
§ Sorumluluk ödev ve görev kavramlarıyla ilintilidir.
§ Sorumluluk irade(istenç) özgürlüğünü gerektirir. Ancak bir insanın sorumluluk üstlenebilmesi için bazı niteliklere sahip olması gerekir.
§ Bu nitelikler sağlıklı akıl sahibi olmak, eylemlerinde özgür olmak ve iyi-kötünün bilgisine sahip olmaktır.
SORUMLULUK
§ Ahlaki sorumluluktan bahsedebilmek için kişinin sahip olması gereken üç özellik vardır:
1. Kişinin akıl sağlığının yerinde olması,
2. O eylemi mutlaka özgür ortamda gerçekleştirmesi,
3. Kişinin ahlaki eylemin amacı olan iyinin bilgisine sahip olması.
Sartre’ye Göre:
§ Sartre’ın sorumluluk ile ilgili düşüncelerinin, bireysel anlamda bir sorumluluğun yanında diğer bireyleri de gözettiği için kolektif anlamda bir sorumluluk
anlayışına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
§ İnsan bir eylemde bulunurken, bu eylemin
şekillendireceği şeyin yalnızca kendisi olmadığını düşünerek gerçekleştirmelidir. Bu eylemin tüm insanları etkileyeceğini düşünmelidir.
§ Eylemin sonuçları ve etkisi yalnızca eylemi
gerçekleştiren bireyi değil, diğer bireyleri de kapsar.
§ Sorumluluk ile ilgili bu şekilde düşünen yalnızca Sartre değildir.
Kant’a Göre:
§ Bu düşünce tarzı, Immanuel Kant’ın koşulsuz buyruğunu hatırlatır. Fakat bu düşünce tarzları
arasındaki fark Kant’ın bu anlayışı evrensel bir öz haline getirmesi, Sartre’ın da bu düşünce tarzının evrensel
olmadığını savunmasıdır.
§ Evrensel bir yasa olmadığı düşüncesi insanların tam anlamıyla göreli bir yasayı benimsemesi ve bu yasanın diğer insanların da çıkarını gözetmeyeceği anlamına gelmez.
§ Tam tersi bir şekilde, insanın bir toplum içinde yaşadığı halde yalnızca kendi çıkarını gözeteceği bir yasayı
savunması beklenemez. Çünkü eylemlerin sonuçları yalnızca bireysel değil, toplumsaldır.
VİCDAN
§ Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten kişinin kendi ahlak değerleri üzerine kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güçtür.
§ Ahlaki bakımdan neyin doğru neyin yanlış olduğunun, doğru ile
yanlışın ilkelerinin ya da iyi ile kötünün neliğinin dolaysız kavranışını sağlayan, her insanda var olduğu düşünülen bir tür “ahlakî bilinç”tir.
§ Vicdan terimi, felsefe tarihi boyunca çeşitli düşünürlerce başka başka tanımlanmış, farklı okumalar ışığı altında ele alınmıştır.
§ İlkçağ Felsefesi'nde, 'uyarıcı ses‘; Ortaçağ Skolastik Felsefesi'nde, her birimizin içinde bulunan 'Tanrı'nın sesi‘; Aydınlanma Çağı
sonrasında 'insana özgü ussal bir yeti ya da ahlâk duyusu' olarak karşımıza çıkmaktadır. (Ulaş, 2002, s.1536).
Heidegger’e Göre:
§ Bir şeyleri anlamamızı sağlayan ve onları açarak ortaya koyan bir özelliktir.
§ Vicdanın detaylı bir analizi onun bir “celp”
olduğunu ortaya koyar.
§ Celp, hadiselerden haber vermez; o, herhangi bir beyanda bulunmaksızın celp eder. Celp, tekinsiz bir hal olan sükût halinde konuşur.
§ O bu halde konuşur, çünkü celp, celp edileni herkesin umumi lakırdısı içinde değil, aksine, tam da oradan geriye, yani varoluşsal varlık- imkânının ketumiyetine çağırır.
J.J. Rousseau’ya Göre:
§ J.J. Rousseau ise vicdana dair şu sözleri söylemiştir: “Vicdan,
vicdan… Ey ilahi içgüdü! Ölümsüz ve semavi sada! Zavallı ve cahil yaratıkların en güvenilir rehberi, sensiz hayvanlardan farksız olur, kötülükten kötülüğe sürüklenir, özsüz bir akıl gücünün ve yasasız bir aklın sürüklemeleriyle, üzücü sonların ve ağır yanlışların avı olurdum.”
§ Rousseau’nun ahlâka dair konularda aklı ön planda tutmaktan daha ziyade gönlü ve vicdanı kendisine kılavuz yaptığını görmekteyiz.
§ O’na göre vicdan, deruni bir ses veya ışıktır. İnsanı doğruya götürür.
Fakat ahlaki sorumluluklarını sürekli çiğneyen birisinde vicdani hassasiyet zarar görmektedir.
§ Dolaysıyla vicdan O’na göre yanlış yapmaktan koruyan iç ölçü ve bekçidir denilebilir.
Kant’a Göre:
§ Kişinin kendi yapıp ettiklerini mevcut ahlâk yasası içinde değerlendirdiğinde duyduğu “acı verici bir duygudur.”
§ Kişi yasalara aykırı bir davranış yaptığında ne tür bir gerekçe bulursa bulsun susturamadığı içsel bir davacı vardır.
§ Kendini aklamak için yaptığı tüm uğraşlara
rağmen sesini susturamadığı bu şaşırtıcı yetinin yargılamalarından insan kaçamamaktadır.
§ Olmuş bitmiş bir eylemde insana sürekli
pişmanlık duygusu yaşatan bu yeti vicdandır.
Erich Fromm’a Göre:
§ Erich Fromm ise vicdanı kaynağına göre otoriter ve humaniter olarak ikiye ayırır.
§ O’na göre otoriter vicdan, içselleştirilmiş bir dışsal otoritenin sesidir.
§ Bu vicdan gücünü anne babaya, devlete ya da belli bir kültüre duyduğu hayranlık ve korkudan
almaktadır. O yüzden doğruya göre değil, dışsal otoritenin isteğine göre hareket eder. Gerçek bir vicdanı temsil etmez.
§ Erich Fromm’a göre otoriter vicdan, Freud’un süper ego adını verdiği benlik birimidir.
§ Hümaniter vicdan ise erdemin ve mutluluğun doğru yolunu gösteren insani bir işarettir.
18. ve 19. YY.’larda ETİK ANLAYIŞLAR:
• 18.ve 19.yy.lardaki filozoflar da kendilerinden önceki düşünürlerin fikirlerinin üzerine eleştiriler veya eklemeler yaparak felsefenin
gelişmesini sağlamışlardır.
Francis Bacon
§ Francis Bacon etik alanını dinlerden
bağımsızlaştırması ve bu alanda araştırılan
“iyi” nin dünyaya ait olduğuna vurgu yapmış, iyi kavramını yararlı kavramı ile birlikte ele almış, ahlaksal olanı bütünün iyiliğine
yönelmiş olan eylemlerle ilişki içinde
belirlemeye çalışmış, bilgiye verdiği önemle aydınlanma düşüncesinin yolunu açanlardan olmuştur.
Thomas Hobbes
§ Thomas Hobbes etik anlayışını doğal insan düşüncesine dayandırmış, insanda belirleyici
özelliğin bencillik mi yoksa özgecilik mi olduğu sorusunu yanıtlamaya çalışmıştır.
§ Hobbes’a göre “İnsan her şeyden önce kendi varlığını ayakta tutmaya, koruyup sürdürmeye çalışır, bu onun ana güdüsüdür, onun
eylemlerini bu güdü belirler”.
John Locke
§ John Locke ise insanda Hobbes’in söylediği gibi kendini koruma ve sevme güdüsü gibi belirleyici bir özelliğin olmadığını , insan zihninin boş bir levha “tabula rosa” olduğunu öne sürmüş ve insanları eyleme geçirenin hazza kavuşma ve acıdan kaçma olduğunu belirtmiştir.
§ Locke’a göre “iyilik, adalet, doğruluk” gibi etik kavramların oluşumu doğrudan doğruya haz ve acı duygulanımlarının sonucudur.
§ Locke toplum kurallarının zorunlu ve genel geçer (apriori) olmadıkları için toplumdan topluma
değiştiğini ve uzlaşımsal olduğunu belirtmektedir.
Locke ve Hobbes
§ Locke ve Hobbes her ikisi de etik ilkelerin akılla ortaya
konabileceğini düşünmüş kendilerinden sonra gelenlere ahlak
ilkelerinin ve insanda görülen etik ayrım yapabilme yetisinin akıldan mı, duygudan mı kaynaklandığına dair tartışmalara zemin
hazırlamışlardır.
Shaftesbury ve Hutcheson
• Shaftesbury ve Hutcheson ise insanın etik olanı anlamasını ve etik olmayanı fark etmesini
sağlayan doğal bir yetisi olduğunu kabul etmiş ve bu yetinin “ahlak duygusu” olduğu konsunda fikir birliğine varmışlardır.
• Onlara göre akıl yetisi erdeme ve güzelliğe
ulaşmak için yeterli değildir, insanın yapısında doğal olarak bulunan bencil duyguların kontrol altına alınabilmesi ve kendi iyiliğinden önce toplumun iyiliğini düşünmesi için “ahlak
duygusuna” ihtiyacı vardır.
Shaftesbury
§ Shaftesbury için tek tek kişilerin iyiliğinden önce gelen ve temel olan şey, herkesin iyiliğidir, yani erdem, kişilerin başkalarıyla ilişiklinde söz
konusudur.
§ Erdemli kimse “diğer beş duyudan daha değerli olan etik duyarlığını (ahlak duy(g)usunu) kendine kılavuz yaparak tutkuları arasında doğru ölçüyü bulmuş olan kendi kişiliğini biçimlendirmiş
kimsedir”.
David Hume
§ David Hume da haz ve acının insanı eyleme geçiren başlıca duygular olduğu düşüncesindedir.
§ Aklı ve duyguları kesin olarak ayırır ve ahlak
duy(g)usunun yanında yeni bir kavram olan ve insanların birbirlerinin acı ve mutluklarını paylaştıkları, aynı
duyguları duymaları, anlamına gelen “sempati” veya
“duygudaşlık” olan yeni bir duygudan söz eder.
§ Ona göre sempati insanların kendi çıkarlarını düşünmeleri ve kendilerini koruma içgüdüsü yüzünden ortaya
çıkmamıştır, insanın yapısında doğal olarak bulunmaktadır.
§ Toplum da, zorunluluktan değil insanın kendini koruma isteğinden dolayı ve sempati sayesinde kurulmuştur.
Kant
§ Kant “ahlaklılığın” yalnızca bir duyguya bağlı şekilde ele alınamayacağını, rastlantıya
bırakılamayacağını, bir yasaya bağlanması gerektiğini, bu yasayı da saf aklın
koyabileceğini göstermek istemiştir.
§ John Stuard Mill ise Kant’ın saf akla teslim
ettiği “ahlaklılık” ilkelerini yeniden duyguların hakimiyetine sokarak “olabildiğince çok
insanın, olabildiğince çok mutluluğu” şeklinde ifade edilen haz ilkesi ile faydacılık öğretisinin temsilcisi olmuştur.
Kant
§ Kant insanların sadece doğa yasalarına, doğadaki nedenselliğe bağlı olmadığını, aynı zamanda eylemlerini oluşturan
istemesini belirlemek üzere kendine kendi yasasını koyabilecek özerk bir varlık olduğunu belirtmiştir.
§ İnsan neyin yapılması yada neyin yapılmaması hakkında
gerekliliklerin bulunduğu “ahlak” alanında kendine koyduğu yasaya göre eyleyebilir ve istemlerinde ve eylemlerinde kendi sınırını kendi çizmekte özgürdür.
§ Kant ahlak yasasının kişilerin istemlerinin belirlenmesi bakımından kesin bir buyruk olduğunu söyler.
§ Çünkü buyruklar koşullu yani bir koşula varmak için araç olanlar ve kendi başına iyi olan ,ve çıkacak sonuçla
ilgilenmden önce iyi olan “niyetten” kaynaklanan koşulsuz buyruk olarak iki türlüdür.
Kant
§ Ahlak yasası da koşulsuzdur, kişinin içgüdülerini, isteklerini çıkarını
düşünerek, böyle eylemlerin sonunda elde edilecek olası faydayı hesaba katarak eylememesi gerektiğini ifade eder.
§ Kişi her seferinde kendi eylemi için bunun genel geçerli bir yasa olup olmadığını sorması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
§ Kaya, İ. (2014). Öğretmenlik Mesleğinde Etik. İstanbul: Birinci Baskı, Paradigma Akademi Yayınları.
§ https://www.selcuk.edu.tr/dosyalar/files/054003/meslek_etigi%20_torun.
§ http://www.etik.gov.tr/wp-
content/uploads/2019/03/abdulkadirmahmutoglu-etikveahlak- benzerliklerfarkliliklar.pdf
§ http://www.imo.org.tr/resimler/ekutuphane/pdf/284.pdf
§ https://www.dmy.info/iyilik-nedir/
§ https://www.dmy.info/erdem-nedir-fazilet-ne-demektir/
§ https://dusunbil.com/sorumluluk-jean-paul-sartre-ve-hannah-arendt/
§ http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423868543.pdf