• Sonuç bulunamadı

16.yüzyıl sonlarında Kütahya sancağı vakıfları (Emet, Denizli, Uşak, Burdur)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "16.yüzyıl sonlarında Kütahya sancağı vakıfları (Emet, Denizli, Uşak, Burdur)"

Copied!
435
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TC.

BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

16. YÜZYILIN SONLARINDA KÜTAHYA SANCAĞI VAKIFLARI

(Emet, Denizli, Uşak, Burdur)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Ergin TÜRKEL

Tez Danışmanı

Yrd. Doç. Dr. Vedat TURĞUT

Bilecik, 2017

10126383

(2)

TC.

BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

16. YÜZYILIN SONLARINDA KÜTAHYA SANCAĞI VAKIFLARI

(Emet, Denizli, Uşak, Burdur)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Ergin TÜRKEL

Tez Danışmanı

Yrd. Doç. Dr. Vedat TURĞUT

Bilecik, 2017

10126383

(3)
(4)

BEYAN

16. Yüzyılın Sonlarında Kütahya Sancağı Vakıfları (Emet, Denizli, Uşak, Burdur)

adlı yüksek lisans tezinin hazırlık ve yazımı sırasında bilimsel ahlak kurallarına uyduğumu, başkalarının eserlerinden yararlandığım bölümlerde bilimsel kurallara uygun olarak atıfta bulunduğumu, kullandığım verilerde herhangi bir tahrifat yapmadığımı, tezin herhangi bir kısmını Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunmadığımı beyan ederim.

Ergin TÜRKEL 11.07.2017

(5)

i

ÖN SÖZ

Bu çalışmada, XV. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin bir sancağı hâline gelen ve aynı zamanda Anadolu Beylerbeyiliği’ne merkezlik yapmış olan Kütahya bölgesindeki vakıflar incelenmiş ve dönemin sosyal, dini ve iktisâdi kesiti ele alınmaya çalışılmıştır.

Çalışma konusunun belirlenmesi ve tezin yazılması aşamasında öneri ve tecrübelerini içtenlikle paylaşan ve çalışma boyunca titizlikle takip eden kıymetli danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Vedat TURĞUT’a teşekkürü bir borç bilirim.

Lisans eğitimim boyunca üzerimdeki emeklerini inkâr edemeyeceğim Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Azmi ÖZCAN, Prof. Dr. Yücel ÖZTÜRK, Prof. Dr. Mehmet ALPARGU, Prof. Dr. Enis ŞAHİN, Yrd. Doç. Dr. Hüdai ŞENTÜRK, Prof. Dr. Mevlüt KOYUNCU ve diğer bütün hocalarıma teşekkür ederim.

Ayrıca yüksek lisans eğitimim boyunca yardımlarını esirgemeyen Bilecik Şeyh Edebâli Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. İlhami YURDAKUL, Yrd. Doç. Dr. Ahmet ÖNAL, Yrd. Doç. Dr. Refik ARIKAN, Yrd. Doç. Dr. Halim DEMİRYÜREK, Yrd. Doç. Dr. Seda YILMAZ VURGUN ve bölümün araştırma görevlisi tüm dostlarıma teşekkürlerimi sunarım.

Çalışma metninin transkripsiyon kısmında desteğini esirgemeyen Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışanı Sinan SATAR’a;

Tez çalışmam sırasında verdikleri maddi ve manevi desteklerinden dolayı Vakıf Araştırma Merkezi (VAKAR)’ne;

Arıştırmam sırasında kaynak temin ettiğim İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM)’a ve hayatım boyunca beni destekleyen yakınlarıma ve aileme ayrıca teşekkür ederim.

Ergin TÜRKEL İstanbul 2017

(6)

ii

İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ ... i İÇİNDEKİLER ... ii KISALTMALAR/SİMGELER LİSTESİ ... v GİRİŞ ... 1

KÜTAHYA ŞEHRİ TARİHİ VE İDÂRİ YAPILANMA ... 1

I. BÖLÜM OSMANLI DÖNEMİ ÖNCESİNDE KURULAN VAKIFLAR 1.1. Selçuklu Dönemi Vakıfları ...16

1.2. Germiyanoğulları Döneminde Kurulan Vakıflar ...18

1.3. Aydınoğulları Beyliği Dönemi’nde Kurulan Vakıflar ...24

1.4. İnançoğulları Dönemi’nde Kurulan Vakıflar ...25

1.5. Kadimden Tabir Olunan Vakıflar ...26

II. BÖLÜM OSMANLI DÖNEMİ’NDE KURULAN VAKIFLAR 2.1. Selâtin Vakıfları ...32

2.2. Ümerâ Vakıfları ...32

2.2.1. Hayrâtı Sancak İçinde Olan Ümerâ Vakıfları ... 32

2.2.1.1. Kara Bey Zâviyesi ... 32

2.2.1.2. Umur veled-i Kara Bey Kuyu ve Kervansaray Vakfı ... 33

2.2.1.3. İsa Bey Vakfı ... 33

2.2.1.4. Çelebi Bin Hoca Çavuş Vakfı ... 34

2.2.1.5. Defterdar Hüsam Bey Camii ... 34

2.2.1.6. Koyun Beyoğulları Eminek ve Sündük Vakfı ... 34

2.2.1.7. Koşudoğlu Mehmed Bey Camii ... 34

2.2.1.8. Bali Bey Camii ve Zâviyesi ... 35

2.2.1.9. Bayram Bey Mescidi ... 35

2.2.1.10. Paşa Yiğit Vakfı ... 35

2.2.1.11. Elvan Bey (Çaşnigir) Vakfı ... 36

2.2.1.12. Şaban Bey Vakfı ... 36

2.2.1.13. Hayreddin Bey Mescidi ... 36

2.2.1.14. Gökez Bey Vakfı ... 36

2.2.1.15. Karasuyu Han Paşa Mescidi ... 37

(7)

iii

2.2.1.17. Süleyman Kervansarayı ... 37

2.2.1.18. Süleyman Bey Camii ... 37

2.2.1.19. Ali Subaşı Muallimhânesi ... 37

2.2.1.20. Hüsrev Subaşı Muallimhânesi ... 37

2.2.1.21. Bozüyük Mescidi ... 37

2.2.1.22. Simav Camii ... 38

2.2.1.23. Hacı Bey Zâviyesi ... 38

2.2.2. Hayrâtı Sancak Dışında Olan Ümerâ Vakıfları ... 38

2.2.2.1. Gedik Ahmed Paşa İmâreti ... 38

2.2.2.2. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Vakfı ... 40

2.2.2.3. Çandarlı Mahmud Çelebi Vakfı ... 41

2.2.2.4. Karaca Bey İmâreti ... 42

2.2.2.5. Oruç Bey oğlu Mehmed Bey Vakfı ... 43

2.2.2.6. Hersekzâde Ahmed Paşa Vakfı ... 43

2.2.2.7. Ali Çelebi Bin Hisar Bey Vakfı ... 44

2.3. Ulemâ Vakıfları ...44

2.4. Abdalân Vakıfları ...67

2.5. Ahiyan vakıfları ...75

2.6. Kadınların Kurduğu Vakıflar ...81

2.7. Para Vakıfları ...83

2.8. Diğer Vakıflar ...96

2.9. “Selâtin-i Mâziye” Tâbir Olunan Vakıflar ...111

2.10. Nâhiyelere Göre Vakıflar ...112

2.10.1. Lazkiye Nâhiyesi Vakıfları ... 112

2.10.2. Kula Nâhiyesi Vakıfları ... 114

2.10.3. Şeyhlü Nâhiyesi Vakıfları ... 116

2.10.4. Uşak Nâhiyesi Vakıfları ... 119

2.10.5. Simav Nâhiyesi Vakıfları ... 121

2.10.6. Güre ve Selendi Nâhiyeleri Vakıfları... 123

2.10.7. Homa ve Geyikler Nâhiyeleri Vakıfları ... 125

2.10.8. Eğrigöz Nâhiyesi Vakıfları ... 127

2.10.9. Banaz Nâhiyesi Vakıfları ... 128

2.10.10. Honaz Nâhiyesi Vakıfları ... 129

(8)

iv

TRANSKRİPSİYON METNİ: 560 NOLU KÜTAHYA SANCAĞI EVKÂF DEFTERİ (151-282 SAYFALAR)

………..135

KAYNAKÇA ...355

EKLER/TABLOLAR ...360

TABLO-1 SELÇUKLU DÖNEMİ VAKIFLARI...360

TABLO-2 GERMİYANOĞULLARI DÖNEMİNDE KURULAN VAKIFLAR ...360

TABLO-3 AYDINOĞULLARI BEYLİĞİ DÖNEMİNDE KURULAN VAKIFLAR ...362

TABLO-4 İNANÇOĞULLARI BEYLİĞİ DÖNEMİNDE KURULAN VAKIFLAR ...362

TABLO-5 KADİMDEN TABİR OLUNAN VAKIFLAR ...362

TABLO-6 SELÂTİN VAKIFLARI ...370

TABLO-7 ÜMERÂ VAKIFLARI ...370

TABLO-8 ULEMÂ VAKIFLARI ...373

TABLO-9 ABDALÂN VAKIFLARI ...380

TABLO-10 AHİYÂN VAKIFLARI...383

TABLO-11 KADINLARIN KURDUĞU VAKIFLAR ...385

TABLO-12 PARA VAKIFLARI ...386

TABLO-13 DİĞER VAKIFLAR ...389

TABLO-14 SELÂTİN-İ MÂZİYE TABİR OLUNAN VAKIFLAR ...398

TABLO-15 LAZKİYE NÂHİYESİ VAKIFLARI ...399

TABLO-16 KULA NÂHİYESİ VAKIFLARI ...404

TABLO-17 ŞEYHLÜ NÂHİYESİ VAKIFLARI ...406

TABLO-18 UŞAK NÂHİYESİ VAKIFLARI ...412

TABLO-19 SİMAV NÂHİYESİ VAKIFLARI ...415

TABLO-20 GÜRE VE SELENDİ NÂHİYESİ VAKIFLARI ...417

TABLO-21 HOMA VE GEYİKLER NÂHİYESİ VAKIFLARI ...418

TABLO-22 EĞRİGÖZ NÂHİYESİ VAKIFLARI ...421

TABLO-23 BANAZ NÂHİYESİ VAKIFLARI ...423

TABLO-24 HONAZ NÂHİYESİ VAKIFLARI...424

(9)

v

KISALTMALAR/SİMGELER LİSTESİ

C. : Cilt

Ed. : Editör

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

haz. : Hazırlayan

S. : Sayı

ss. : Sayfa sayısı

çev. : Çeviren

TTK : Türk Tarih Kurumu Yay. : Yayınları, Yayıncılık s.y. : Sayfa yok

M. : Milâdi

H. : Hicri

VGM : Vakıflar Genel Müdürlüğü

(10)

1

GİRİŞ

KÜTAHYA ŞEHRİ TARİHİ VE İDÂRİ YAPILANMA

Anadolu coğrafyasının tarihsel sürecine bakıldığında, siyasi ve kültürel birçok unsurun yaşam alanı olarak bu topraklarda varlığını koruduğu ve zaman içerisinde bir doğal bölünmeye uğrayarak Lykia, Karia, Kappadokia, Mysia ve Bithynia gibi adlarla anılan coğrafi bölgelere ayrıldığı görülmektedir. Romalılar’ın bölge üzerindeki hâkimiyeti esnâsında, söz konusu coğrafi bölgeler imparatorluğun birer ili olarak kalmış ve bu durum Türker’in Anadolu’ya gelmesine kadar da sürmüştür. Nitekim Osmanlılar’dan önce Anadolu’daki beyliklerin kuruldukları yerlere bakıldığında da kendilerinden önceki krallıkların yerlerini almışçasına bir görüntü arz ettiği farkedilebilir. Bununla beraber Osmanlılar da fethettikleri bölgelerdeki eski yerleşim birimlerinin statülerine dokunmamışlar ve Ege ve İç Anadolu’daki ilk Osmanlı sancaklarının ortaya çıkışında eski idâri ve coğrafi yapıları muhafaza etmişlerdir (Turğut, 2016: 7).

İdâri yapılanma bağlamında erken Osmanlı devirlerinde Anadolu’da idâri birim olarak sancaktan daha çok askeri bir anlamı olan subaşılık ile vilâyet terimleri kullanılmaktaydı ki Bursa’nın fethinden önce subaşılık olarak bilinen ünitelere bağlı vilâyetlerin olduğu bilinmektedir. Nitekim 1386 senesinde Osmanlı Devleti ile Karaman ordusunun savaş esnasındaki yerleşme planına bakıldığında subaşıların uç beylerine bağlı olmayıp onlarla yan yana dizilişi, bu dönemde sancak yerine idari bir birim olarak subaşılığını ön plana çıkarmaktadır. XV. yüzyıla doğru ise Osmanlılar’ın güçlenip zamanla bağımsızlığa kavuşmasına paralel olarak sancak kavramı, askeri anlamından çok idari bölgeyi ifade etmeye başlamıştır. Özellikle Rumeli’deki fetihlerin artması ile yönetime yeni sancaklar dâhil olmuş ve bu da beraberinde yeni idari biçimlerin şekillenmesine neden olmuştur. İdare şeması içerisinde sancakların üstünde konumlanan “beylerbeyilik” makamı ise, 1361 yılından itibaren Rumeli’de elde edilen bölgelerin/sancakların artmasıyla oluşmuş ve zaman içerisinde ilk olarak Rumeli Beylerbeyiliği adıyla yeni bir idari birim haline gelmiştir. Bu tarihten sonra Osmanlı toprakları üzerinde otuzun üzerinde beylerbeyilik ve bunlara bağlı yaklaşık 500 sancak

(11)

2

kurulmuştur ki Batı Anadolu topraklarını içine alan Anadolu Beylerbeyiliği de bunlardan birisidir (Şahin, 2009: 98).

Fatih Sultan Mehmed devrine kadar merkezi Ankara olan Anadolu Beylerbeyiliği’nin bir sancağı olarak idâre edilen Kütahya, Fatih devrinde Anadolu Beylerbeyi olan İshak Paşa tarafından eyalet merkezi haline getirilmiştir. Daha sonra Gedik Ahmed Paşa, Hersekzâde Ahmed Paşa ve Davud Paşa gibi sadâret makamında bulunan ümerâ zümresininin Kütahya’da bulunduğu söylenebilir. Kânûnî Sultan Süleyman’ın şehzâdeleri Bâyezid ve Selim’in Kütahya sancağını idare ettikleri sırada ise Anadolu Beylerbeyiliği merkezi tekrar Ankara olmuştur. Yavuz Sultan ve Kânûnî Sultan Süleyman devirlerinde Anadolu taraflarına yapılan seferlerde önemli bir toplanma yeri olan Kütahya, aynı zamanda şehzâde sancağı olarak İstanbul’a yakınlığı açısından Osmanlı tahtına daha kolay geçebilmek adına önemli bir siyasi merkez olarak da görülmekteydi. Bununla birlikte XVI. asrın sonlarına kadar Behram Paşa, sadrâzam Rüstem Paşa ve Hadım İbrahim Paşa’nın yanında şehzâde Bâyezid (1542-1558) ve Selim’in (1558-1566), sancak beyi olarak Kütahya’da kaldığı bilinmektedir (Gökbilgin, 1977: 1121).

Kütahya’ya bağlı kazaların sayısına bakıldığında zaman içerisinde 30’dan 16’ya gerilediği ve kaza sayısının giderek azaldığı anlaşılmaktadır. Bu kazâları sıralayacak olursak bunlar başta Kütahya merkez olmak üzere Uşak, Eğrigöz, Gediz, Tavşanlı, Güre, İnay (Eşme’de), Eşme, Sirke (Eşme’de), Silinti (Kula’da), Homa, Dazkırı (Dinar’ın bir köyü), Baklan (Çal’da), Dağ ardı (Simav’da), Banaz, Çal, Şeyhlü (Çivril’e bağlı bir köy), Geyikler (Dinar), Kula, Çarşanba (Buldan), Ezine (Sarayköy), Honaz, Balat (Balıkesir’in kazalarından Tursun Bey), Lazkiye (Denizli), Bozüyük, Bozkuş ma’a Gılcan (Uşak’ta), Çakırca (Denizli’de), Toyla veya Tavile ma’a Osmaneli, Kazıklı, Siçanlı/Sincanlı (Afyon Karahisar’ın bir Nâhiyesi) ve Gököyük kazalarıdır. Hicri 1000 tarihinde yukarıda yazılan kazalardan Çarşanba, Ezine, Honaz, Denizli ve Bozüyük kazaları Kütahya sancağından ayrılarak kaza sayısı 18’e ve daha sonra da 16’ya düştüğü belirtilmektedir. Bu kazalardan başka XVI. asırda çeşitli idâre şekilleri altında bulunan Taşeli (Eğrigöz’de), Arslan-Apa, Sazanos, Kızıl-Depe, Aydos, Altun-Taş, Yalak-Beli, Bilkavak ve Ulu-Köpek mevkileri de yine Kütahya’ya bağlı yerler olarak kaydedilmiştir (Şahin, 2009: 98; Uzunçarşılı, 1932: 104-105; Gökbilgin, 1977: 1123).

(12)

3

Elinizdeki çalışma, XVI. asrın sonlarında Kütahya Sancağı’na bağlı olan Lazkiye (Denizli), Uşak, Homa, Geyikler (Dinar), Simav, Kula, Güre ve Selendi, Şeyhlü, Eğrigöz, Banaz ve Honaz nâhiyelerinin vakıf kayıtlarını ele almaktadır. Selçuklular’ın Malazgirt Zaferi’nden sonra yoğun bir Türkleşme sürecine giren bu bölgelerin, tarihsel süreç içerisinde gerek coğrafi gerekse siyasi sınırları anlamında birbirlerinden bağımsız bir gelişme içerisinde olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber Bizans ve Türkler arasında sık sık el değiştiren söz konusu bölgelerin tarihi arka planına değinmek gerekir.

İncelediğimiz defterde yer alan nahiyelerden Uşak, milâttan önce IV. bin yılından itibaren yerleşim alanı olarak kullanılmaktaydı. Frigyalılar zamanında kurulan şehrin bilinen adı ise Türkler’in bölgeye yerleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Kaynaklarda eski adı Temenothhyrai olarak geçen şehir, sırasıyla Hitit, Frig, Lidya ve Persler’in egemenliğine girdikten sonra Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetine geçmiştir. XI. asırda Selçuklu komutanı Emir Afşin Bey’in Marmara bölgesine yaptığı akınların güzergâhında bulunan şehir, 1071 yılı Malazgirt Savaşı’ndan sonra İznik’in fethedilmesiyle beraber Selçuklular’ın egemenliğine girmiştir. Bizansla yapılan mücadeleler boyunca el değiştiren Uşak, II. Kılıçarslan’ın oğlu I. Keyhüsrev’in idâresi altına girmiş ardından Germiyanoğulları’nın hâkimiyet alanına dâhil olmuştur. 1381’de Kütahya ve çevresinin Yıldırım Bâyezid’e verilmesiyle berbaer Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın Kula kasabasına yerleşmiş olduğu, oğlu Yakub Bey’in ise bir süre Uşak ve Şuhud bölgesinde valilik yapmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Ancak Yıldırım Bâyezid’in Kosova Savaşı’ndan sonra Anadolu Beylikleri’ni topraklarına katmasıyla beraber Germiyanoğulları Beyliği’nin toprakları da diğer beylikler gibi Osmanlılar’ın sınırları içerisine girmiş ve Timurtaşpaşazâde Umur Bey’in oğlu Osman Çelebi’nin Kütahya’ya sancak beyi olarak atanmasıyla birlikte Uşak da Kütahya Sancağı’na bağlanmıştır (Özdeğer, 2012: 222-223).

Kütahya Sancağı’na bağlı Kula’nın antik tarihi hakkındaki bilgiler ise oldukça azdır. Bununla beraber bazı araştırmacılar Kula’nın bulunduğu yer ile ilgili olarak Lydia sınırları içerisindeki “Koloe” şehrini işaret etmektedirler. Bölgedeki eski yerleşim yerlerinden biri ise günümüzdeki Sandal Köyü yakınlarında bulunmaktaydı. Şehrin Ortaçağ’da kurulmuş olabileceği araştırmacılar tarafından belirtilmekle beraber Bizanslı araştırmacılar, şehrin şimdiki adını Türkler’in bölgeyi ele geçirmesinden sonra aldığını ileri sürmüşlerdir. Öte yandan Türkçe’deki “Kale” sözcüğüyle irtibatlandırılan Kula’nın,

(13)

4

bölgedeki Gölde Köyü’nün eski adı olabileceği üzerinde de durulmaktadır. Nitekim Germiyanoğlu Yakub Bey’in taş vakfiyesinde Kula’nın “Gölde” şeklinde yazılması bu görüşü desteklemektedir. Selçuklular’ın Anadolu’ya gerçekleştirdiği akınlarla birlikte Türkler’in egemenlik sahasına dâhil olan şehre Germiyanoğlu Yakub Bey tarafından fetihler düzenlenmiş ve şehir bir süre kuşatma altına alınmıştır. Ancak daha sonra Bizanslılar’ın kuşatma üzerine yardıma çağırdığı Katalan kuvvetleri Kula’yı geri almış ve şehir tekrar Bizanslılar’a geçmiştir. Şehrin Türkler tarafından tamamen ele geçirilmesi ise Germiyanoğlu Mehmed Bey zamanında gerçekleşmiştir. Yıldırım Bâyezid ile Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın kızının evliliği ile Kütahya, Tavşanlı, Simav ve Eğrigöz kasabalarının Osmanlılar’a çeyiz olarak verildiği ve Süleyman Şah’ın da Kula kasabasına çekildiği bilinmektedir. Nitekim Süleyman Şah vefatına kadar burada kalmış ve ölümünün ardından da kendi yaptırmış olduğu Gürhâne Medresesi’ne defnedilmiştir. Timur’un Ankara Savaşı’ndan sonra bir süre yeniden Germiyanoğulları’nın elinde bulunan Kula, daha sonra tamamen Osmanlılar’a geçmiş ve Anadolu Beylerbeyiliği’nin merkezi olan Kütahya Sancağı’na bağlanmıştır (Darkot, 1977: 974; Uzunçarşılı, 2003: 45-46; Bozer, 1988: 4-5).

Kütahya Sancağı’na bağlı nahiyelerden olan ve inceleme alanımız içerisinde bulunan Simav ise, eski ve ortaçağlarda “Synaos” şeklinde adı geçen yerdir. Phyrigia-Paktiane bölgesi içerisinde yer alan şehir, Hristiyanlığın bölgede yayılmasından sonra aynı zamanda bir piskoposluk merkezi olmuş ve Abbaeitis adını almıştır. Eski çağlarda bölgeye yakın yerlerden bir diğerinin ise günümüzde Hisar Köyü olarak bilinen Kilise Köyü olduğu araştırmacılar tarafından belirtilmektedir. Simav, Selçuklular’ın Malazgirt Savaşı’ndan sonra diğer nâhiyeler gibi Türkler’in hâkimiyetine girmiş, XIV. asrın başlarında Germiyanoğulları’nın topraklarına dâhil olmuştur. Daha sonra ise tamamen Osmanlılar’ın sınırları içerisine dâhil olan Simav, Ankara Savaşı’ndan sonra bir müddet Germiyanoğulları’nda kalmış olsa da daha sonra Çelebi Mehmed tarafından Germiyanoğullları’ndan geri alınarak Osmanlılar’ın egemenliğine geçmiş ve Kütahya Sancağı’na bağlanmıştır (Darkot, 1960: 649). Kütahya Sancağı’na bağlı nahiyelerden biri olan Homa ismine ise tarihi kayıtlarda ilk kez Bizans Dönemi’nde rastlanmaktadır. Bizans’ın önemli yollarından birisi üzerinde bulunan ve XII. yüzyıldan itibaren “Khoma

Theması” olarak adlandırılan bölge, bir istihkâm olarak Türk akınlarına karşı önem

(14)

5

bir şekilde Türkleşme sürecine giren şehir, Selçuklu veziri Muineddin Pervane tarafından Sahip Ata Oğulları’ndan Taceddin ve Nusreddin Hasan’a ikta olarak verilmiştir. 1276’da Germiyanoğulları’nın hâkimiyetine giren şehir, bir süre Sahip Ata Oğulları ile Germiyanoğulları arasında el değiştirmiş ancak XIII. yüzyılın sonunda şehir kesin olarak Germiyanoğulları egemenliğinde kalmıştır. Yaklaşık 60 sene Germiyanoğulları hâkimiyeti altında kalan Homa, Yıldırım Bâyezid ile Germiyanoğlu Şah Çelebi’nin kızının evliliği dolayısıyla Osmanlılar’a çeyiz olarak verilen yerler arasında olmuş ve XIV. yüzyılın sonlarında Germiyanoğulları’nın toprakları tamamen Osmanlılar’a geçmiştir. 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra beyliğin toprakları Timur tarafından II. Yakub Bey’e iade edilse de bölge üzerinde Osmanlı, Karaman ve Germiyanoğulları arasında mücadeleler yaşanmış ve 1429’da Osmanlı’ya tabi Germiyanoğlu II. Yakub Bey bölgeye egemen olmuştur. Yakub Bey’in vefatından sonra ise şehir ve havalisi tamamen Osmanlılar’ın hâkimiyetine geçmiştir (Küpeli, 2009: 55-56).

İnceleme alanımız içerisinde yer alan ve Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden birisi kabul edilen Honaz’ın tarihi ise taş devirlerine kadar gitmektedir. Nitekim bölgede yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu ortaya çıkarılan buluntular1, Honaz’ın taş devirlerinden beri insan yerleşimine açık olduğu ve bölgenin eskiçağlarda önemli bir geçiş güzergâhı üzerinde bulunduğunu işaret etmektedir. Antik dönemden itibaren bölgede zamanla ticari ve idari bir merkez haline gelen ve Honaz Dağı’nın üç kilometre yakınında yer alan “Colessea”, Frigya Devleti’nin başlıca şehirlerinden birisi olmuştur. Daha çok savunma amaçlı bir yerleşme olan Honaz/Khonaia ise, Roma döneminde Menderes Vadisi ile Antalya’ya bağlanan coğrafi konumu itibariyle önemini arttırarak Colessea’nın yerini almış ve burada bulunan kalenin geliştirilmesiyle Colessea halkı ve diğer yerlerdeki nüfus da Honaz’a yerleşmişlerdir. Aynı zamanda bir başpiskoposluk merkezi olan şehir, 1071 senesinde Selçuklu komutanı Afşin Bey tarafından ele geçirilmiştir. Honaz, kısa süreli bu akından sonra 1071 Malazgirt Savaşı’nı müteakip Türkler’in eline geçmiş ancak Bizans ile bölge üzerindeki mücadeleler XII. yüzyıl boyunca devam etmiştir. Şehrin kesin olarak Türkler’in eline geçmesi ise 1207’de gerçekleşmiştir. Osmanlılar’ın hâkimiyetine kadarki süreçte Batı Anadolu’da kurulan beyliklerden Sahip Ata Oğulları, Germiyanoğulları ve İnançoğulları’nın hâkim olduğu

1 2002 yılında yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan buluntular ile ilgili bkz. http://testsite.kultur.gov.tr, 2015.

(15)

6

Honaz, Yıldırım Bâyezid’in Kosova Savaşı’nı müteakip Anadolu’daki beylikleri itaat altına almasıyla beraber diğer beylik toprakları gibi burası da Osmanlılar’ın egemenliği altına girmiştir. Ankara Savaşı’ndan sonra bir süre eski sahiplerinde kalan şehir nihai olarak II. Murad zamanında Osmanlılar’a geçmiş ve Kütahya Sancağı’na bağlanmıştır (Baykara, 1979: 208-209; Baykara, 1990: 106; Aydın, 2016: 200-201).

Kütahya Sancağı’na bağlı nahiyelerden biri olan Geyikler/Dinar’ın tarihi gelişimi de diğer bölgeler gibi bağlı olduğu merkezden bağımsız olmamıştır. Bu açıdan eski adıyla Dinar/Apameia bölgesini günümüzde bağlı olduğu Afyonkarahisar şehrinin tarihi gelişimi ile birlikte değerlendirmek gerekir. Afyonkarahisar’ın tarihi M.Ö. III. Bin tarihine kadar gitmektedir. Şehrin antik dönemlerdeki ismi, “Apema/Aperemea” olarak bilinmektedir. M.Ö. 1800 tarihinden sonra Anadolu’da kurulan Hitit Krallığı’nın egemenliği altında kalan şehirde ticaret yolları denetim altına alınmış ve bu dönemin en uzun ticaret yolu olan Boğazköy-Efes yolu Hitit ticaretine açılmıştır. Hititlerden sonra sırasıyla Frigler, Lidyalılar, Persler ve Büyük İskender’in ölümünden sonra Babil hâkimiyetine geçen Afyonkarahisar’da Babil komutanı Selevkos, Dinar da dâhi olmak üzere 16 kent devleti kurmuştur. Roma dönemine gelindiğinde ise kent sayıları çoğalmış ve şehirde özellikle mermer sanayi büyük gelişme göstermiştir. Bizanslılar zamanında daha çok dini merkez olarak kullanılan Afyonkarahisar, bu dönemde Türk ve Müslümanlar’ın akınlarına uğramıştır. 1249 yılında Selçuklu Devleti’nde vezirlik dâhil çeşitli hizmetlerde bulunan Sahip Ata Fahreddin Ali’nin iki oğluna ikta olarak verilen şehir, Sahip Ata Oğulları Beyliği’nin mezkezi olmuştur. Fahreddin Ali’nin iki oğlu Taceddin Hüseyin ve Nusretüddin Hasan’ın ölümlerinden sonra Germiyanoğulları’nın taarruzuna uğrayan Afyonkarahisar, Sahip Ata Oğulları’nın bölgede iyice zayıflamasıyla beraber Germiyanoğulları’nın hâkimiyetine geçmiş ardından diğer beylik toprakları gibi kesin olarak Osmanlı yönetimine dâhil olmuştur (Emecen, 1988: 443-444; Şahin, 2002: 40; Odabaşı, 2016: 191-196; http://www.afyonkulturturizm.gov.tr, 2016). Günümüzde Afyonkarahisar’a bağlı bir ilçe olan ve Dinar adıyla bilinen Geyikler ise birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Dinar ismi ise tarih boyunca burada birkaç kez kurulmuş ve yıkılmış şehirlere izâfeten verilmiştir. Bu şehirlerin başlıcalarını ise Kelainai, Celainai, Apameia, Kiboyossina ve Geyikler teşkil etmektedir. Hitit ve Frigler’in ardından M.Ö. 585 yılında Persler’in egemenliğine geçen şehir, bu devirde daha çok bir konaklama yeri olarak önemini korumuştur. İki asırdan fazla Persler’in

(16)

7

yönetiminde kalan Dinar, daha sonra Büyük İskender’in eline geçmiştir. İskender’in komutanı Selevkos Nikator, Buhara hanedanlarından birinin kızı olan Apameia ile evlenerek şehre karısının ismini vermiştir. Roma döneminde nüfusu artan Apameia önce Kilikya, daha sonra Asya Eyaleti’ne bağlanmıştır. Bu dönemde oldukça gelişen şehirde ticaret ve sosyo-kültürel hayat oldukça gelişmiştir. Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri olarak uzun süre varlığını koruyan Apameia, Bizans Dönemi’nde Konstantinopole (İstanbul) şehrinin önem kazanmasıyla beraber zayıflayarak köy durumuna gerilemiş ve zamanla parçalanmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkmenler’in buraya yerleşmesiyle beraber ismi de değişmiştir. Muhtemelen o dönemde harab bulunan şehrin, Anadolu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi Türkler tarafından ihyâ edilmesiyle beraber ismi de değiştirilmiş ve Geyikler adını almıştır. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise İran altınına nispetle Geyikler ismi Dinar’a dönüşmüş ve günümüze kadar gelmiştir. Türkler’in yerleşmelerinden sonra Bizansla yapılan mücadelelere sahne olan bölge, XIII. yüzyıldan itibaren Selçuklular tarafından tamamen hâkimiyet altına alınmıştır. Sahip Ata Oğulları Beyliği’nin egemeliğinden sonra Germiyanoğulları’nın eline geçen şehir, 1429 senesinde Germiyanoğlu Yakub Bey’in vasiyeti üzerine Osmanlılar’ın yönetimine geçerek Kütahya Sancağı’na bağlanmıştır (Küpeli, 2000: 2,6-12; Özalp, 2010: s.y.).

İnceleme alanımız içerisinde bulunan nâhiyelerden bir diğeri olan Denizli ise Bizans’ın savunma hattında merkezi bir yeri olan Sublaion’u da içine alan bir yerleşim bölgesinde yer almaktadır. Kaynaklarda her ne kadar farklı isimlerle geçse de adını İç Anadolu ve Antalya’ya giden yollara hâkim bulunan ve bugünkü Denizli’nin altı kilometre kuzeyinde yer alan Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikeia şehrinden almaktadır. Antik Ephesos-Apamei (Dinar) yolu üzerinde kurulan şehir, geniş ve verimli topraklara sahip olmakla beraber zengin maden ve mermer ocaklarına da sahipti. Roma Dönemi’nde gelişen dokumacılık sanatı ise şehrin ticaret potansiyelini arttırmaktaydı. Milattan önce 261-245 yılları arasında Suriye kralı ikinci Antiyaküs Theos tarafından kurulan ve karısı Laodicei’ye izâfeten bu ismi alan Laodikei, muhtelif kayıtlarda Toğuzlu, Tonuzlu gibi isimlerin yanında Türkler’in bölgeyi ele geçirmesiyle beraber Lâdik şeklinde telaffuz edilmiş ve sonraki yüzyıllarda Lâdikıye olarak kaydedilmiştir (Baykara, 1969: 43-45; Akça, 1945: 4; Baykara, 1994: 156; Malay, 1988: 295-296). Milâdi sekizinci asrın başlarında Emeviler zamanında Denizli’ye gerçekleştirilen akın, ünlü komutan Mesleme bin Abdülmelik tarafından gerçekleştirilmiştir. Sardes ve Bergama’dan geçen

(17)

8

Arap hafif süvârileri Denizli topraklarına kadar girmişler ve bu bölgelerde sorunsuz bir şekilde ilerlemişlerdir. Batıda Ege ile güneyde Antalya, Akdeniz ve doğuda Konya ile itribat kurabilecek yollara ve sağlam tahkimâta sahip olan şehrin Türkler tarafından ele geçirilmesi ise uzun zaman almıştır. İlk defa 1070 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan’a karşı isyan eden Yıva Oğuz Beyi Erbasanoğlu’nun Bizans’a sığınmasına karşılık Selçuklu uçlarına gönderilen Afşin Bey ve diğer akıncı beyler geçici bir sûrette Honaz şehrini almışlar ve ardından Laodikei’ya saldırılar düzenleyerek Ege sahillerine kadar ilerlemişlerdir. 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra ise Kutalmışoğlu Süleyman tarafından fethedilen Denizli 20 sene boyunca Türkler’in elinde kaldıktan sonra Bizanslılar’a geçmiştir. Nitekim aynı tarihlerde Anadolu, Haçlı Seferleri’nin hedefi haline gelmiş ve Batı Anadolu’da ilerleyen Haçlılar 1097 yılında İznik’i ele geçirmişlerdi. Haçlılar’ın Türkler’e karşı elde ettiği bu ilk başarılardan faydalanmak isteyen Bizans imparatoru ise komutanlarından Dukas’ı Denizli’ye göndermiş ve şehirdeki Türk kuvvetleri o sırada Orta Anadolu’da Haçlılar ile mücadele içinde olduklarından Dukas şehre vâli tayin edip doğuya yönelmiş, Honaz, Çardak ve Homa’yı ele geçirmiştir. Türkler ve Bizans arasında kısa aralıklarla el değiştiren Denizli’de Bizans’ın halka yaptıkları işkence ve zulme karşı harekete geçen Türkmenler, 1109 senesinde Denizli ve çevresini geri almış ancak 10 sene sonra Denizli tekrar Bizans’ın eline geçmiştir (Demirkent, 1996: 528; Baykara, 1969: 13-15,45-46). Öte yandan batıda kilise tarafından başlatılan Haçlı Seferleri ile Doğu’da kurulan ilk Haçlı Devleti Urfa Kontluğu’nun 1144’te Mısır ve Halep hâkimi olan İmâdüddin Zengi tarafından fethedilmesi, Avrupa’da yeni bir Haçlı Seferi hazırlığına neden olmuş ve üç sene sonra Almanya ve Fransa’nın önderliğinde ikinci Haçlı ordusu Anadolu’ya doğru yola çıkmıştır. Bunun üzerine Haçlılar’ın yardımını istemeyen Bizans imparatoru, Selçuklu Sultanı I. Mesud ile barış anlaşması yapmış ve Almanlar’dan oluşan Haçlı kuvvetlerine kendi kontrolündeki bölgelerden geçerek Antalya’ya ulaşmalarını söylemişti. (Demirkent, 1996: 530-533). Nitekim sahil boyunca yürüyen Alman ve Fransız kuvvetleri 1147’de Efes’e gelmiş ardından Menderes nehrini de geçerek erzak temini için Antalya yolu üzerindeki son merkez olan Denizli’ye ulaşmışlardı. Ancak Haçlılar, Bizanslılar ile işbirliği yapıp şehri eşyalarla birlikte terkeden Türkmenler tarafından Kazıkbeli Geçidi denilen yerde pusuya düşürülmüş ve ağır bir yenilgiye uğratılmışlardır (Baykara, 1969: 15-19).

(18)

9

Alman Haçlı birliklerinin Denizli taraflarında uğradığı yenilgiden bir ay sonra Fransa Kralı, karısı ve ordusu ile birlikte Macaristan üzerinden önce İstanbul’a ardından İznik’e ulaştılar. Güneyden Efes’e ulaşan Haçlı birlikleri devamlı Türk hücumlarına maruz kalmışlar ancak Denizli üzerinden Antalya’ya ulaşmayı başarmışlardır. Daha sonra Kudüs’te toplanan Haçlılar 1148’de Nureddin Zengi hâkimiyetindeki Suriye’ye saldırmış ancak netice alamamışlardır (Demirkent, 1996: 534). Bu şekilde başarısızlıkla sonuçlanan ikinci Haçlı Seferi sırasında iyi ilişkiler içerisinde olan Türk ve Bizans tarafları arasındaki münâsebetler bozulmuş ve imparator Manuel Komnenos, 1157 senesinde Türk topraklarına girerek yağma ve tahribatta bulunmuş ardından da Denizli üzerine olası Türk akınlarını önlemek için Homa ve Honaz’ı tahkim ettirmiştir. Ancak Türk kuvvetleri bir sene sonra başka bir yol bulup Denizli’ye girmişler ve şehri yağma etmişlerdir. Bu olaylardan sonra imparator Manuel Komnenos ile Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan arasında uzun süren bir barış devri başlamış ancak bu süre zarfında Bizans imparatoru ordusu ile beraber Denizli surlarını da kuvvetlendirerek Gediz ve Menderes vâdilerine yapılabilecek Türk akınlarını durdurmayı amaçlamıştır. 1175 senesinde Alaşehir’e gelen imparator Manuel, Homa ve Eskişehir tahkimini tamamlayarak Menderes vâdisini kontrol altına almıştır. Bir sene sonra Fransız, Alman, İngiliz, Macar, Sırp, Gürcü, Kuman ve Peçenekler’in yer aldığı orduyla Alaşehir’den Denizli’ye gelen imparator Manuel, buradan Honaz, Kelaine, Lampis ve Homa’ya ardından Selçuklu ordusunun beklediği Miryakefalon geçidine ulaşmıştır. Selçuklular ise Bizans ordusunun geçtiği yerleri tahrip ederek su kaynaklarını kirletmiş ve Bizans ordusunu oldukça zayıflatmıştır. Daha sonra Sultan II. Kılıçarslan, barış tekilifini kabul etmeyen Manuel Komnenos’a karşı ordusunu Miryakefalon kalesi yakınlarındaki Tzibritze geçidine yerleştirmiştir. 17 Eylül 1176’da yapılan savaş akşama kadar sürmüş ve Selçuklular’ın kesin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşla birlikte Bizans’ın Türkler’i Anadolu’dan çıkarma teşebbüsleri ortadan kalkmış ve bu tarihten itibaren Denizli ve çevresine yoğun bir şekilde Türkmen nüfusu yerleşmeye başlamıştır (Baykara, 1969: 19-21; Özaydın, 2002: 401).

Sultan II. Kılıçarslan’ın Bizans ve Haçlılar’ı mağlup etmesinden sonra Küyahya ve çevresini idâre eden oğlu I. Keyhüsrev de Anadolu’da Türk hâkimiyetini güçlendirmiş ve babasının vefatı ile Konya’da tahta çıkmıştır. 1211 yılında Denizli yakınlarındaki Antiochia şehrinde İznik Bizans imparatoru Laskaris ile yapılan savaşta şehid edilen Sultan Keyhüsrev saltanatın ilk yıllarında kardeşleri ile arasında yaşanan mücadeleler

(19)

10

esnasında Bizans’tan yardım almış ve bu esnada Bizanslı bir kızla evlenerek kayınpederi Mavrozomes’in kalesine yerleşmiştir. Bu tarihlerde İstanbul’u işgal eden Haçlılar ise burada bir Latin İmparatorluğu’nun yanında İznik ve Trabzon merkezli kurdukları devletlerle Anadolu’da yayılmaya başlamışlardır. Daha sonra Asya ve Avrupa ticaret yollarını emniyet altına alan Sultan I. Keyhüsrev, Akdeniz’de önemli bir ticaret limanı durumundaki Antalya’yı fethederek Ermeniler’e karşı harekete geçmiş ve Maraş’ı ele geçirmiştir. Sultan’ın Karadeniz ve Akdeniz kıyıları ile beraber Ermeniler’e karşı kazandığı zaferler, İznik Bizans imparatoru Laskaris’i endişeye sevketmiş ve neticede iki taraf arasında savaş kaçınılmaz olmuştur. 1211 senesinde Denizli ve Lâdik arasında bulunan Antiochia şehrinde meydana gelen ve Sultan Keyhüsrev’in bizzat katıldığı savaşta Selçuklu kuvvetleri Bizans ordusunu mağlup etmiş ve cereyan eden savaşta silahlarını kuşanan Sultan Keyhüsrev, hücuma geçerek Laskaris’in üzerine atılmış ve bir kılıç darbesiyle onu atından yere düşürmüştür. Bunun üzerine mağlup düşman ordusu kaçmaya başladığı sırada Türkler tâkip ve yağmaya girişerek Sultanı yalnız bırakmışlardır. Bu sırada bir Frenk askeri Sultan Keyhüsrev’in üzerine atılarak onu şehid etmiş ve ardından durumu kaçan Rumlar’a haber vererek karşı taaruza geçmişlerdir. Sultan’ın öldüğünü öğrenen Türkler ise kaçmaya başlamışlar, neticede esir ve ölü olarak zâyiat vermişlerdir (Turan, 2016: 310-312; Sevim, 2002: 348).

Selçuklular’ın ilk zamanlarından itibaren Anadolu’ya yoğun bir Türkmen göçünün ve yerleşmesinin ne sûrette geliştiğine yukarıda kısmen değinilmişti. Bununla beraber mezkûr göç esnasında Anadolu’ya Türkmen aşiretleriyle birlikte “taife-i

abdalân” denilen ve Orta Asya, Harezm ve Horosan taraflarındaki muhtelif tarikatlere

mensup babaların, şehlerin, sûfilerin ve dervişlerin de yeni fethedilen bölgelere yerleştikleri ve Selçuklular’ın hâkimiyeti altında Anadolu’da faaliyetlerde bulundukları bilinmektedir (Köprülü, 1996: 47-49). Öte yandan Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında başlayan Moğol istilası, bu sırada İran, Gürcistan ve Irak’ın işgalinden sonra Anadolu’ya doğru yönelmişti. Nitekim Moğollar, Gıyaseddin Keyhüsrev’in eğlence ile meşgul olup zayıf bir şahsiyet olduğunu haber aldıklarında bu durumu fırsat bilip Selçuklular’ın hâkim olduğu Anadolu’ya saldırmaya karar vermişler ve 1239 yılında Cormagon Noyan kumandasında Gürcistan’ı, ardından Kars ve Ani beldelerini ele geçirmişlerdir. Bunun üzerine doğuya asker sevkeden Gıyaseddin Keyhüsrev (Turan, 2016: 448-449) ise, Anadolu’da ortaya çıkan bir isyan hareketi ile

(20)

11

mücadele etmekteydi. Söz konusu isyanın temelini ise Anadolu’ya doğru hızla yayılan Türkmen göçü esnasında, Kalenderi ve Haydâri gibi isimlerle tasavvufi faaliyetlerde bulunan Baba İshak’ın, Anadolu’da başlattığı ilk dini-siyasi hareket olan “Babailer Kıyamı” teşkil etmektedir. Özellikle Anadolu ve Suriye sınırlarında yoğunlaşan Türkmen göçünün buradaki Selçuklu hâkimiyeti nedeniyle Orta Anadolu yolunu takip etmesi zorlaşmakta ve bu bölgede Harizmliler’in çıkardığı asayişsizliğe çeşitli Türkmen boyları da katılmaktaydı. Zorlayıcı şartlar altında kalan göçebe Türkmen grupları ise birtakım akın ve yağma hareketlerine girişerek köyleri ve kervanları basmaktaydı ve bu da kendilerini Selçuklu kuvvetleriyle karşı karşıya getirmekteydi. Bununla beraber nizam ve asayişi sağlamaya çalışan Selçuklu kuvvetleriyle sık sık çatışan mezkûr topluluklar, zamanla yönetime karşı memnuniyetsizlikler beslemekteydi ve bu da dini, içtimai ve siyasi bir boyuta evrilerek isyana dönüşmekteydi. Bu sırada Sümeysat’a yakın Kefersûd nâhiyesinde ortaya çıkan Baba İshak ise mevcut zeminden hareketle birçok kişiyi etrafında toplayarak dini telkinlerde bulunmuş ve sonuçta muhtelif grupların katılımıyla Anadolu’daki Selçuklu yönetimine karşı isyan hareketini başlatmıştır. Malatya, Tokat ve Amasya taraflarını ele geçirmeyi başaran Baba İshak ve taraftarları daha sonra Selçuklu komutanı Hacı Armağanşah tarafından yakalanarak idam edilmiş ve nihâyet doğuda Erzurum taraflarına bulunan Selçuklu ordusu, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’in emriyle Babailer’e karşı harekete geçerek ilk önce Kayseri’ye ardından Kırşehir’e gelerek âsileri bozguna uğratmış ve sonuçta Frank ve Gürcü askerlerinin de içinde bulunduğu Selçuklu ordusu, isyanı bastırmaya muvaffak olmuştur. Anadolu’da meydana gelen bu ayaklanmayı fırsat bilen Moğollar ise 1242’de Doğu’da Erzurum’u istilaya başlamışlar ve bir süre sonra şehri tahrip ve yağmadan sonra tekrar karargâhları olan Mugan’a dönmüşlerdir (Turan, 2016: 440-441,446-450; Köprülü, 1996: 51). Bu noktada Moğollara karşı başarılı mücadeleler veren ve Anadolu’ya göç eden gruplar arasında bulunan Harzemşahlar’ın faaliyetleri ve içinde bulundukları durumdan söz etmek gerekir ki Batı Anadolu’da kurulan beyliklerin menşei konusunda ileri sürülen yeni görüşler bu çerçevede değerlendirildiğinde önem arz etmektedir. XII. asrın sonlarında Kıpçaklar’ın hâkim bir konumda oldukları Harzemşahlar Devleti’nin başında Alaüddin Muhammed bulunmaktaydı. Ancak Kıpçaklar’ın desteğini alan annesi Terken Hatun’un devlete müdahalesi, Alaüddin Muhammed’in devlete hâkim olma konusundaki gücünü zayıflatıyor ve bu sırada Cengiz Han ve Moğollar da doğuda ciddi bir tehdit unsuru olarak

(21)

12

kendisini gösteriyordu. Öte yandan hâkimiyetleri Horosan ve Irak-ı Acem bölgesine kadar yayılan Harzemşah Devleti’nin Bağdattaki Abbasi Halifesi’ne karşı muhalif bir siyaset izlemesi, hâkim oldukları bölgedeki Hz. Ali sevgisinin bir tezâhürü olarak ortaya çıkmaktaydı. Nitekim devletin içinde bulunduğu bu dönemde henüz Moğollar’ın baskısı başlamadan önce bazı tarikat şeyhlerinin müridlerine büyük bir fitnenin zuhurundan hareketle Batı’ya doğru göç etmeleri gerektiğini telkin etmeleri ilginç bilgiler arasındadır. Öte yandan Moğollar’a karşı büyük bir mücadele veren Celaleddin Harzemşah’ın Ahlat’ı merkez seçmesi, kendisini Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad ile karşı karşıya getirmiş ve 1230 yılında yapılan Yassıçimen savaşında mağlup edilmesine neden olmuştur. Savaşı kaybeden Celaleddin Harzemşah’ın öldürülmesiyle dağılan Harzemli askerleri ise Kayır/Kır Han etrafında toplanarak Selçuklular’ın hizmetine girmişler ve birçok başarılı hizmetlerde bulunmuşlardır. Ancak Gıyaseddin Keyhüsrev’in kötü yönetimi ve vezir Sadeddin Köpek’in siyaseti sonucu Zamantı Kalesi’ne hapsedilen Kayır Han’ın öldürülmesi, Harzemliler’i oldukça öfkelendirmiş ve nitekim bu durum daha sonra kendisini Anadolu’da Babai İsyanı şeklinde göstermiştir (Turğut, 2017:2-3).

XIII. yüzyılın ortalarında Türkiye Selçuklu Sultanı IV. Kılıçarslan tahta geçtiğinde Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’nin iki oğlu Taceddin Hüseyin ve Nusretüddin Hasan’a ikta olarak verildiği anlaşılan Kütahya ve çevresinde, aynı yüzyılın ikinci yarısında Germiyanoğulları’nın hâkimiyeti başlamıştır (Odabaşı, 2016: 193; Varlık, 2002: 580). Fakat bu noktada Denizli ve Antalya yöresindeki Türkmen gruplarının başını çeken ve 1261 yılına doğru bir beylik durumuna yükselen İnançoğulları Beyliği’nin faaliyetleri ile bu beyliğin kurucusu Mehmed Bey’den de kısaca söz etmek gerekir. Lâdik veya Denizli Beyliği olarak da bilinen İnanç Oğulları Beyliği’nin merkezi olan Denizli, 1206 yılında Türkiye Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilmiş ve şehrin idâresi de fethe katılan Selçuklu komutanı Esedüddin Ayas’a verilmişti. 1235 yılından itibaren ise Denizli ve Honaz bölgelerinde Selçuklu komutanları etkili olmaya başlamış ancak IV. Rükneddin Kılıçarslan ile girdiği taht savaşını kaybeden II. İzzeddin Keykavus, Denizli yoluyla İznik’e giderek Bizans’tan yardım istemiş ve yardım karşılığında Denizli ve çevresini kendilerine bırakma sözü vermiştir. Ancak bu tavır, kendisini İlhanlılar’a karşı destekleyen söz konusu Denizli havâlisindeki Türkmenleri rahatsız etmiş ve buna mukabil Türkmenler, yöreye gelen Bizans kuvvetlerini iki yıl içinde buradan çıkararak 1259’da İnançoğulları olarak anılacak beyliğin temellerini

(22)

13

atmışlardır. Beyliğin reisi durumunda olan Mehmed Bey ve beraberindeki Türkmenler, ilk etapta siyasi geleceklerini düşünerek Selçuklu Sultanı IV. Rükneddin Kılıçarslan ile iyi geçinmişler ancak daha sonra Mehmed Bey’e bağlı Türkmenler İlhanlılarla işbirliği yapan Kılıçarslan’a karşı isyan ederek yakın ilişkileri sona erdirmişlerdir. Selçuklu-İlhanlı askerlerinin Türkmenler’e karşı hareketi üzerine durumun aleyhine geliştiğini gören Mehmed Bey ise İlhanlı hükümdârı Hülâgü’ya başvurarak bağlılığını bildirmiştir. Mehmed Bey’in bağlılığı kabul edilmişse de daha sonra Hülâgü Han’a karşı tavır alan Mehmed Bey’in üzerine Selçuklu ve Moğol kuvvetleri gönderilerek cezalandırılmak istenmiştir. Bu sırada Hülâgü Han’ın Mehmed Bey’e karşı harekete geçtiğini öğrenen Mehmed Bey’in damadı Ali Bey, kendisine beyliğin idâresini teklif eden Rükneddin Kılıçarslan’ın tarafına geçerek Türkmenler’in bölgeye girmelerini sağlamış ve Mehmed Bey’in yenilmesine neden olmuştur (Kofoğlu, 2016: 247-249; Baykara, 2000: 263). Mehmed Bey’in Uluborlu’da öldürülmesinin ardından beyliğin başına Ali Bey geçmiş, 1262’den 1277 yılına kadar Selçuklular’a bağlı kaldıktan sonra Anadolu’da meydana gelen birtakım karışıklılardan istifâde ile bir süre sonra bağımsızlık kazanma yoluna gitmiştir. Ancak başarısız olan Ali Bey, Afyonkarahisar’a sürülerek orada vefat etmiştir. Bu süreçte Ali Bey’den sonra İlhanlı yönetimine karşı bir hareket başlamış ise de Ali Bey’in oğlu Şücaüddin İnanç Bey’in bu harekete karşı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İlhanlılar’a karşı isyanlara katılmayan İnanç Bey’in Denizli’ye tayin edildiği ve 1336 yılına kadar da beyliğin idâresini yürüttüğü görülmektedir. Buna karşılık İnanç Bey de siyasi varlığını İlhanlılar’a tâbiilikle devam ettirmiş ve vergisini İlhanlılar’ın yıkılışına kadar bu devlete ödemiştir. 1336’da İnanç Bey öldüğünde beyliğin başına Murad Arslan Bey geçmiş, Murad Arslan Bey’in 1362’de ölmesiyle de yerine oğlu İshak Bey geçmiştir. Bu tarihten sonra İnançoğlulları Beyliği Germiyanoğulları’nın etkisi altına girmiştir (Baykara, 2000: 264).

XIII. yüzyılın ikinci yarısında Kütahya’ya yerleşen ve haklarında ilk bilgilerin dönemin kaynaklarından olan İbn Bibi’nin eserinden öğrenilen Germiyanoğulları’nın, ilk defa tarih sahnesine çıkmaları Anadolu Selçuklu Devleti’nin hizmetinde ve II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in emrinde olarak Malatya civârında Baba İshak’a karşı girişilen mücadele dolayısıyla olmuştur. Baba İshak isyanının ardından Anadolu’da meydana gelen Selçuklu taht mücadelesini haiz “Cimri Hâdisesi” olarak bilinen karışıklık esnasında Selçuklu lehine yararlık gösteren Germiyanoğulları’nın, mezkûr olay esnasında

(23)

14

yani 1277’den evvel Batı Anadolu’da oldukları kaynaklarda görülmekle beraber bahsi geçen yararlık dolayısıyla kendilerine Kütahya ve civarının ikta olarak verilmiş olabileceği de düşünülmektedir (Varlık, 1974: 7-24). Beyliğin menşeinden kısaca bahsetmek gerekirse; 1230 yılında Harzemşah Devleti ile Selçuklular arasında yapılan Yassıçimen Savaşı’nda Celaleddin Harzemşah’ın yenilmesi ve yaklaşık bir yıl sonra Kayır Han’ın öldürülmesinden sonra Sakarya nehri ile Menderes nehri civarındaki Sublaion hattında faaliyet gösteren ve Moğollara karşı siyasetin uçlardaki lideri konumunda olan Gazi Mehmed Bey, yukarıda açıklandığı üzere İnançoğulları’nın atası sayılan damadı Ali Bey’in ihaneti neticesinde şehid edilmiştir. Mehmed Bey’in, Kayır Han’ın oğlu ve aynı zamanda Aydınoğulları ile Germiyanoğulları’nın atası olması da ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Germiyanoğlu Yakub Bey’in binâ ettiği düşünülen Uşak’daki Hacım Sultan Zâviyesi’nin M. 1321 tarihli vakfiyesinde geçen

“Yakub Çelebi bin Mehmed” ibâresi, Germiyanoğulları’nın menşei ile ilgili Z. Velidi

Togan tarafından öne sürülen; Kütahya’daki “aşiret-i Horezm” kaydından dolayı Harzemliler’in hizmetindeki Kanglı-Kıpçak zümresinden olabilecekleri bilgisini tamamlamaktadır. Bu durumda Germiyanoğulları’nın Celaleddin Harzemşahla birlikte ilk önce Malatya’ya, XIII. yüzyılın ikinci yarısında ise “Kayırhanlılar” olarak adlandırılabilecek Harzemlilerle birlikte Kütahya’ya yerleştikleri söylenebilir (Turğut, 2017: 2-6).

Kütahya’da yerleştikten sonra Anadolu Beylikleri içerisinde oldukça kuvvetlendiği anlaşılan Germiyanoğulları, El-Ömerî’nin ifadesine göre 200.000 kişilik orduya ve 700 aded kale veya yerleşim yerine sahip olup ayrıca her yıl Bizans’tan 100.000 dinar haraç aldığı da bahsi geçen müellifin eserinde kaydedilmektedir. (Batur, 2014: 157-158). Öte yandan beyliğin kurucusu olan Yakub Bey devrinde (1300-1340) topraklarını Ege Denizi’ne doğru genişleten Germiyanoğulları, diğer Anadolu Beyleri gibi yıllık bir vergi karşılığı İlhanlılar’ı metbû olarak tanımış ve aynı zamanda Bizanslılarla da mücadele ederek hâkim olduğu Kütahya ilinin sınırlarını muhtelif yerleri fethederek genişletmiştir (Varlık, 1996: 33). Yakub Bey’den sonra Germiyanlılar’ın başına “çağşadan” lakablı ve hayatı hakkında kaynaklarda çok az bilgiye rastlanan Mehmed Bey geçmiştir. Mehmed Bey’in Katalanlar tarafından Türkler’in elinden alınan Kula ve Simav’ı geri aldığı belirtilmekte olup vefat tarihi olarak 1361 tarihi öne sürülmektedir. Bu tarihten sonra ise beyliğin başına Mehmed Bey’in büyük oğlu ve “Şah Çelebi” lakablı

(24)

15

Süleyman Şah geçmiş olup bu devre aynı zamanda Osmanlı Beyliği ile ilişkilerin başlangıç devresi veya Osmanlı’nın Germiyanoğulları üzerinde etkili olmaya başladığı devre olarak ifade edilmektedir. Buna göre bir taraftan Karamanlılar’dan, bir taraftan da topraklarını hızla genişleten Osmanlılar’dan çekinen Süleyman Şah, varolmak için çeşitli yollar aramış ve sonuçta Osmanlılar ile sıhriyet bağı kurarak beyliğinin muhafazasına çalışmıştır. Nitekim Karamanlılar’a karşı kızını I. Murad’ın oğlu Yıldırım Bâyezid ile evlendiren Şah Çelebi, çehiz olarak da Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı’yı Osmanlılar’a teslim etmiştir.

1381 tarihinde mezkûr yerlerin Osmanlılar’a geçmesinden sonra Kütahya’nın bir sancak olarak Yıldırım Bâyezid’e verilmesi üzerine Şah Çelebi de Kula’ya çekilerek bir müddet sonra orada vefât etmiştir (Varlık, 2002: 580; Varlık, 1974: 47-65, Gökbilgin, 1977: 1120). Şah Çelebi’nin vefatından sonra oğlu Yakub Çelebi beyliğin başına geçmiştir. Osmanlı Hükümdarı I. Murad’ın Kosova Savaşı’nda şehid edilmesi üzerine Osmanlı hâkimiyeti altındaki diğer beylikler gibi Osmanlılar’a terkedilen yerleri geri alan Yakub Çelebi, Yıldırım Bâyezid’in duruma müdahale etmesiyle vaziyetini değiştirmiş ve Kütahya’ya gelen Bâyezid’i hediyelerle karşılamıştır. Ancak şehre gelen Bâyezid kayınbiraderi Yakub Çelebi’yi yakalayarak veziri ve subaşısı Hisar Bey ile beraber Rumeli’deki İpsala kalesine hapsettikten sonra Germiyanlılar’ın tüm topraklarını tamamıyla ilhak etmiştir. 1399 yılına kadar İpsala’da kalan Yakub Çelebi, daha sonra hapisten kaçmış ve deniz yoluyla Şam’a giderek orada bulunan Timur’a iltica etmiştir. Nitekim Timur’un yanında Ankara Savaşı’na katılan Yakub Çelebi, Bâyezid’in mağlûb oluşu ve Timur’a esir edilişinden sonra diğer Anadolu Beyleri gibi memleketine yeniden sahip olmuştur. Bu tarihten sonra Karamanlılar ile ittifak yapan Yakub Çelebi daha sonra Kütahya’yı zabteden Karamanlılar’a karşı Çelebi Mehmed tarafına geçerek denge politikası izlemiştir. Çelebi Mehmed’in vefatı ile yerine geçen oğlu II. Murad zamanında ise Osmanlı saltanat mücadelesinden faydalanmak isteyen Yakub Çelebi, II. Murad’a karşı taht kavgasında Murad’ın kardeşi Mustafa Çelebi’nin tarafında yer almıştır. Ancak Mustafa Çelebi’nin vefatı ile durumunu yeniden düzeltmiş ve istikrar elde eden Osmanlı’ya karşı bağlılığını sürdürmüştür. Sonuçta ihtiyarlamış ve erkek evlâdı da olmadığı için pek seçeneği kalmayan Yakub Çelebi, II. Murad ile Edirne’de yüz yüze görüşerek memleketini Osmanlı Pâdişâhı’na vasiyyet etmiş ve Kütahya’ya dönüşünden bir sene sonra da 1429 senesinde vefat etmiştir (Uzunçarşılı, 2003: 47-51).

(25)

16

I.

BÖLÜM: OSMANLI DÖNEMİ ÖNCESİNDE KURULAN

VAKIFLAR

Osmanlı dönemi öncesinde kurulan vakıfların önemli bir bölümünün, XIII. Yüzyıl’da Selçuklu hâkimiyeti zamanından kalma olduğu tahmin edilebilir. Bu gibi vakıflara ait kayıtlara ilişkin defterde “kadimden vakfiyyet üzere tasarruf olunur” şeklinde ibârelere çokça rastlanmaktadır. Öte yandan Kütahya merkez olmak üzere Denizli ve Uşak’a kadar olan yerleri hâkimiyeti altına almış olan Germiyanoğulları Beyliği, kız tarafından bu beyliğe bağlı bulunan ve Kayır Han’ın oğlu olduğu düşünülen Gazi Mehmed Bey’in damadı Ali Bey’in soyundan gelenler tarafından kurulan İnançoğulları ile Germiyanoğlu Alişir’e bağlı bir subaşı ve muhtemelen yeğeni olan Mehmed Bey’in bânisi olduğu Aydınoğulları Beyliği dönemindeki vakıflar da göze çarpmaktadır.

1.1. Selçuklu Dönemi Vakıfları

Homa Nâhiyesi’ndeki Sultan Alaeddin Camii, bu dönemde kurulan vakıflara en önemli örneklerden birini teşkil eder. Bunun yanında Danişmenli Beyliği’nin Selçuklu hâkimiyeti altına girmesinden sonra, uç bölgelerde görevlendirildiği bilinen Yağıbasanoğulları’ndan Mahmud Gâzi tarafından kurulduğu düşünülen Mahmud Gâzi Zâviyesi de Osmanlı öncesi kurulan vakıfların içerisindedir. Mahmud Paşa Zâviyesi ile Mahmud Gazi Zâviyesi’nin bânilerinin aynı kişiler tarafından kurulmuş olabileceği de akıllarda tutulmalıdır. Yine XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı bilinen Yalıncak Şeyh adına kurulan zâviyenin de Selçuklu dönemi vakfı olduğu kesin gözükmektedir.

(26)

17

1.1.1. Sultan Alaeddin Camii

Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad tarafından Ankara’da yaptırılan Sultan Alaeddin Camii’nin gelirleri arasında Homa Nâhiyesi’nde 12 dönüm zemin, bir âsiyâb, beş ceviz ağacı, bağlar ve âshâb-ı hayrat tarafından vakfedilen 16.600 akçenin akar olarak kaydedildiği anlaşılmaktadır. Nakit akçenin % 20 ile murâbahaya verildiği ve rıbhından hâsıl olan miktardan müezzin için senevî 1500 ve hasır için senevî 45 akçe cihet tayin edilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 247b).

1.1.2. Mahmud Paşa Zâviyesi

Uşak Nâhiyesi’nde kurulmuş olan vakfın hâsılı 2886 akçe olup, gelirleri arasında Mahmud Paşa Köyü kaydedilmiştir. “Kadimden” olarak kaydedilen zâviyenin, Mahmud Paşa neslinden Seydioğulları Ali Paşa ve Abdullah Paşa tarafından tasarruf edilirken mensûh olduğu anlaşılmaktadır. Vakfın sırasıyla Hamza Paşa ve Abdullah Paşa, Niyaziye, Armağan, Emir Ahmed ve Hamza tarafından tasarruf edildiği tesbit edilmektedir (TADB. TTD. EV. 560, v. 200a).

1.1.3. Mahmud Gâzi Zâviyesi

Şeyhlü Nâhiyesi’nde “kadimden” beri tasarruf edildiği belirtilen zâviyenin hâsılı 2148 akçe olup, söz konusu hâsılın 61 vergi neferinden sağlandığı anlaşılmaktadır. Mahmud Gâzi Köyü’nün vakfedildiği zâviye için Sultan Bâyezid ve Sultan Selim Han’dan verilen nişan-ı şeriflerin görüldüğü, zâviyenin Bali oğulları Şeyh Ali ve Halid Dede tarafından tasarruf edilirken Sultan Mehmed zamanında mensûh olup timara verildiği kaydedilmiştir. Vakfın son mutasarrıfları ise, sırasıyla Saruca Bali neslinden Derviş Ali, Veli Seydi, Ahmed Seydi ve yevmi bir akçe ile Yakub veled-i Ahmed Seydi ile Memi şeklinde kaydedilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 257b).

1.1.4. Yalıncak Şeyh Zâviyesi

Yalıncak Şeyh’in Konya’da adına cami, zâviye ve türbe bina ettirilen Pir Ebî Sultan’ın oğlu olduğu bilinmektedir. Asıl adı Muhammed Nuri olduğu anlaşılan Yalıncak Şeyh adına Sivas’ın Hafik ilçesine bağlı Yalıncak Köyü’nde büyük bir zâviye ve türbe vakfı bulunmaktadır (Küçükdağ, 2015: 45-46; Güzey, 2010: 678). Sivas’ta şehid olduğu menâkıbnâmelerden anlaşılan Yalıncak Şeyh’in evladı veya müridleri tarafından Kütahya

(27)

18

Sancağı dâhilinde de vakıfların kurulduğu tesbit edilmiştir. Her ne kadar sonraki dönemlerde kurulmuş olma ihtimali olsa da Yalıncak Şeyh, XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan bir şahsiyet olduğundan Selçuklu devri evkâfı arasında değerlendirilmesi uygun görülmüştür. Eğrigöz Nâhiyesi’nde kadimden tasarruf edilen Yalıncak Şeyh Zâviyesi için Arapşah Derekınık Köyü bağışlanmış olup, vakfın toplam hâsılı 150 akçe olarak kaydedilmiştir. Sultan Bâyezid Han’dan mukarrernâme verilmiş olan zâviyenin mutasarrıfları ise sırasıyla Derviş, Hüseyin ve Ali olarak defterde mukayyeddir (TADB. TTD. EV. 560, v. 156b).

1.2. Germiyanoğulları Döneminde Kurulan Vakıflar

Germiyanoğulları döneminde kurulan vakıflara defterde bolca rastlanmaktadır. Bununla beraber, beyliğin bânisi Germiyanoğlu Yakub Bey’in ismine sadece Hacım Sultan Zâviyesi adına düzenlenen vakfiye dolayısıyla rastlanmakta olup, bu vakfiyedeki tarihin bir istinsah hatası olabileceği üzerinde durulmuş, ancak bu ihtimalin zayıf bulunduğuna yönelik bir araştırma da son dönemlerde ortaya konulmuştur. Bu durumda Germiyanoğulları’nın ilk iki beyi adına sadece Hacım Sultan Zâviyesi’nin kayıt altına alındığı söylenebilir. Üçüncü Germiyan Beyi olan ve belgelerde “Şah Çelebi” şeklinde kaydedilen Süleymanşah’ın Mevlâna Celaleddin’in torunu Mutahhara Hatun ve Savcı oğlu Umur Bey’in ismi bilinmeyen bir kızı ile evlendiği bilinmektedir. Şah Çelebi, Mutahhara Hatun’dan doğan kızını Yıldırım Bâyezid ile evlendirirken, Kula hariç olmak üzere memleketin bütün topraklarını çeyiz olarak Osmanlılara ısmarladığı da Osmanlı kroniklerinde zikredilmektedir. Bu tarz bir siyasetin izlenmesinde, Germiyanoğlu toprakları üzerindeki Karamanoğlu tehdidinin etkisinin büyük olduğu araştırmalarda ortaya konulmuştur. Şah Çelebi’den sonra Germiyan Beyi olan II. Yakub Bey’in ise, Umur Bey’in kızından doğduğu bilinmektedir. Ankara Savaşı’ndan biraz önce ve hemen sonraki kısa dönemler haricinde Osmanlılar ile olan ilişkisi gayet müsbet olan bu beyin, topraklarını vasiyet yoluyla Osmanlılara ısmarlamasının sebebinin anne tarafından Osmanlılar ile olan sıhriyeti olduğu, son dönemlerde ortaya konan ilginç konulardandır. Yakub Çelebi’nin bu vasiyeti yaparken erkek evlâdının olmadığı yönündeki bilgi de çürütülmüştür. Onun Babuk Bey adında bir oğlu ve hatta Babuk Bey üzerinden erkek torunlarının bulunmasına rağmen Osmanlılara topraklarını vasiyet etmesi, Osman Gazi

(28)

19

adına okunan hutbenin Bithynia’nın sınırlarını aşmış olmasıyla yakından ilgili olduğu düşünülmektedir (Turğut, 2017: 6-13).

Germiyanoğlu evkâfı arasında değerlendirilenlerin başında Şah Çelebi ve torunu Babuk Bey’in türbe ve mescid vakıfları, Hacı Bektâş-ı Veli’nin halifelerinden Hacım Sultan’ın Uşak ve Homa’da bulunan zâviyeleri, yukarıda Selçuklu devri evkâfı arasında değerlendirilen Yalıncak Şeyh’in neslinden asıl adı İsmail Seydi olan Gökbaşlu Abdal zâviye ve evlatlık vakıfları gelmektedir.

1.2.1. Şah Çelebi Türbesi Vakfı

Memleketini Osmanlılara bıraktıktan sonra ömrünün kalan kısmını Kula’da geçiren Şah Çelebi, burada vefat etmiş ve türbesine defnedilmiştir. Kula merkezindeki türbesi için vakfedilen Keklik Köyü’nün 124 vergi neferinden hâsıl olan 2428 akçe hâsılı tesbit edilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 184b-185a). Sultan Mehmed ve Sultan Bâyezid Han’dan mukarrernâmeleri bulunduğu anlaşılan vakıf, Derviş Mahmud ve Hoca Seyfeddin tarafından tasarruf edilirken mensûh olup, timara verilmiştir. Vakfın sonraki mutasarrıfları ise sırasıyla Halil veled-i Mahmud, Ali veled-i Kulu ve Seyfullah veled-i Davud Fakih olarak kaydedilmiştir. Türbe için Kula’da harab durumda olan bir hamam ve Burçakovası Mezrâsı ile Celal Çiftliği’nin de vakfedildiği anlaşılmaktadır. Böylece, Şah Çelebi Türbe Vakfı’nın toplam hâsılı 3428 akçe olarak hesaplanmaktadır. Vakfın meşihâtında ise, sırasıyla Mevlâna Sultanşah Çelebi ve Şeyh Eyûb kaydedilmiştir. Daha sonra mensûh olduğu anlaşılan vakfın son mutasarrıfları ise, Mevlâna Muhyiddin veled-i Hacı Dervveled-iş ve Zeyneddveled-in veled-veled-i Sultanşah’tır (TADB. TTD. EV. 560, v. 186a).

1.2.2. Babuk Bey Mescidi

Babuk Bey, her ne kadar bir Osmanlı umerâsı olsa da soy olarak Germiyanoğlu ailesine mensup bulunmasından dolayı Germiyanoğlu dönemi evkâfı arasında değerlendirilmiştir. Yakub Çelebi’nin oğlu olduğu anlaşılan Babuk Bey’in Eğrigöz Nâhiyesi sınırları içindeki Ak Kasabası’nda bir mescid binâ ettirdiği tesbit edilmiştir. Mescid için 194 nefer ile mütemekkin bulunan Ak Kasabası’nın vergi gelirleri (7570 akçe) vakfedilmiştir. Vakfın, Sultan Mehmed ve Sultan Bâyezid Han tarafından da mukarrer tutulduğu anlaşılmaktadır. Vakfın tevliyeti, Babukoğlu Murad Çelebi ve Murad Çelebi’nin oğlu İsmail Bey’e bırakılmıştır. Defterde vakfın masraf kalemleri de ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Buna göre, hitâbet ve imâmete günde beş, revgân-ı çerağ ve hasır

(29)

20

için günde dört, rakabeye ise günde bir akçe cihet tayin edilmiştir. Vakfa akar olarak kaydedilen hamamın tamiri için ise, Bababağı mahsulünün vakfedildiği anlaşılmaktadır. Vakfın son mütevellisi olarak İnebey oğlu Mustafa kaydedilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 157a-158a).

1.2.3. Hacım Zâviyesi

Asıl adı Recep olan Hacım Sultan, Hacı Bektaş Veli’nin müridlerindendir. Hayatı hakkındaki bilgileri müridlerinden Derviş Burhan tarafından oluşturulan velâyetnâmeden öğrenilmektedir. Velâyetnâmeye göre soyu Hz. Ali’ye bağlanmaktadır. “Koluaçık” ismini Hacı Bektâş Veli’nin verdiği söylenmektedir. Anadolu’ya Hacı Bektâş Veli ile birlikte geldikleri ve daha sonra Hacı Bektâş’ın kendisini Uşak bölgesinde Susuz adlı yere gönderdiği söylenir. Nitekim burada kendisine bir zâviye inşâ edilen Hacım Sultan irşâd faaliyetlerine başlamış ve bölgede yaşayan konar-göçer Türkmenlerle sıkı ilişkiler içerisinde olmuştur (Gündüz, 2010: 72-73). İncelediğimiz defterde bulunan kayıtta, Uşak Nâhiyesi’nde bulunan Hacım Zâviyesi için Kulacık Köyü, Hacım ve Yahşi Değirmeni’nden hâsıl olan 8146 akçe, gelir olarak kaydedilmiştir. Defterde “kadimden” ifadesiyle yer bulan Hacım Zâviyesi adına düzenlenen vakfiye, H. 721 tarihini taşımakta ve vakfın Yakub Bey bin Mehmed Bey tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Sultan Mehmed, Sultan Bâyezid ve Sultan Selim Han tarafından da mukarrer tutulan vakfı, Hacım Sultan oğlu Dede Bali oğlu Şeyh Çelebi tasarruf ederken mezkûr vakıf mensûh olup timara verilmiştir. Daha sonra eski statüsüne dönüştürülen vakıf Sultan Bâyezid tarafından evladdan Kemal veled-i Şeyh, Veli veled-i Şeyh ve Zeynel Abidin’e sadaka edilmiş ve son mutasarrıflar da bu şekilde deftere kaydedilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 198b).

Hacım Zâviyesi için Homa’da da vakıflar kurulmuştur. Buna göre vakfa gelir olarak Homa Nefsi’nde Hacım Değirmeni, ceviz ağaçları, zemin mukâtâsı ve 20 dönüm arsadan hâsıl olan 415 akçe deftere kaydedilmiştir. Bâyezid-i Hüdâvendigâr’dan berât alındığı anlaşılan vakfın son mutasarrıfarı ise, Hüseyin, Derviş Bâyezid ve Hızır’dır (TADB. TTD. EV. 560, v. 251a).

1.2.4. Gökbaşlu İsmail Seydi Vakfı

Defterde Yalıncak Şeyh neslinden olduğu belirtilen ve asıl adı İsmail Seydi olan Gökbaşlu Abdal adına Anadolu’nun pek çok yerinde zâviyeler kurulmuştur. Bu

(30)

21

vakıflardan Hüdâvendigâr Sancağı’ndaki Akhisar’ın iki hisse olan Çökre-i Sagir Köyü’nün, Gökbaşlu Abdal’ın vefat etmesinden sonra Dedebali ve evlâdından Mevlâna Kasım tarafından tasarruf edildiği ve Sakarya Köprüsü’ne hizmet için avarızdan muaf ve müsellem tutulduğu anlaşılmaktadır. En son İbrahim Çelebi tarafından tasarruf edilen köyün hâsılı 1.070 akçeden 1.300 akçeye yükselmiş, nüfusu ise 11 hâne ve beş mücerredden oluşan 16 neferden, 13 hâne ve 21 mücerredden oluşan 34 nefere çıkmıştır (Barkan-Meriçli, 1980: 496). İnceleme alanımız içinde bulunan Honaz’da Çağlayık Mezrâsı, ikisi harab yedi bağ, iki zemin, iki bahçe, iki âsiyâb ile kestane ve koruluklardan hâsıl olan 350 akçe vakfa gelir olarak kaydedilmiş olup, zâviyeye hizmet eden 13 neferin yanında 14 nefer vakıf evladı da defterde ayrıca mukayyed görülmektedir. Sultan Mehmed ve Sultan Selim Han tarafından mukarrer tutulduğu anlaşılan vakfın tevliyeti İsmail Seydi’den sonra sırasıyla evladdan Seydi Ahmed, Hasan, Hasan oğlu Hüseyin, Mehmed Şah ve Nuh’a bırakılmıştır (TADB. TTD. EV. 560, v. 241b). Honaz Nâhiyesi’nde bir değirmen ve kestane bahçelerinin vakfedildiğine dair diğer bir kayıtta ise vakfın mutasarrıfları sırasıyla Gökbaşlu neslinden Hüseyin, Murad, Mehmed Şah, Hızır Şah ve Nasuh veled-i Seydi Ahmed olarak kaydedilmiştir ve mezkûr vakıf yukarıda vakfın mükerrer halidir (TADB. TTD. EV. 560, v. 243b). Şeyhlü Nâhiyesi’nde kurulan diğer bir Gökbaşlu Zâviyesi’nin ise Şah Çelebi ve Bâyezid-i Hüdâvendigâr nişanlarıyla kurulduğu ve vakfın toplam hâsılının aynı ismi taşıyan köyde mütemekkin olan 10 neferden sağlanan 659 akçe olduğu anlaşılmaktadır. Gökbaşlu Köyü için Sultan Bâyezid ve Sultan Selim Han’dan da nişanlar verildiği anlaşılmaktadır. Sultan Mehmed zamanında mensûh olup timara verilen köyün son mutasarrıfları ise Pir Mehmed, Süleyman ve Mevlâna Yahya Fakih’tir (TADB. TTD. EV. 560, v. 276a).

1.2.5. Bâyezid-i Veli Vakfı

Selendi’de bulunan ve Germiyanoğlu Yakub Çelebi’den berât verildiği kaydedilen vakfın hâsılı 212 akçe olup Mevlâna Müslim, Ali, Hamza, Seydi Fakih, Yusuf ve İsa mutasarrıflar olarak deftere kaydedilmişlerdir (TADB. TTD. EV. 560, v. 178a).

1.2.6. Kırk Beyi Zâviye ve Medresesi

Germiyanoğlu Şah Çelebi ve Murad Hüdâvendigâr zamanında Simav’da kurulmuş olan vakfın toplam hâsılı 7360 akçedir. Söz konusu hâsılın 137 vergi neferi ile mütemekkin olarak kaydedilen Yenice Köyü’nden sağlandığı anlaşılmaktadır. Vakfın

(31)

22

mutasarrıfları ise sırasıyla evladdan Veli, Doğan ve oğulları Ece ve Ali, Celal, Elvan, Ali bin Mehmed, Cemal Seydi, Ali Seydi, Bahşâyiş Seydi, Hasan, Veli ve diğer Hasan şeklinde kaydedilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 166a-167a).

1.2.7. Derviş Kadim Zâviyesi

Germiyanoğlu Şah Çelebi zamanında Selendi Nâhiyesi’ndeki Başkilise Mezra’sı Derviş Kadim için vakfedilmiştir. Söz konusu vakıf yerde 64 neferden hâsıl olan 748 akçe zâviyeye gelir olarak kaydedilmiştir. Vakıf, sırasıyla Seydi, Şeyh Hasanî, Şeyh Hüseynî ve Şeyh Ali tarafından tasarruf edilirken mensûh olup timara verilmiş ve Sultan Bâyezid zamanında yeniden mukarrer tutulduktan sonra Şeyh Abdurrahim, Mevlâna Ahmed, Nebi Fakih ve Hacı Hasan tarafından tasarruf edilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 174a).

1.2.8. Şeyh Tunuslar Zâviyesi

Kula’daki zâviye için Akçaaydın Köyü’nde bir çiftlik yerdeki iki neferden hâsıl olan 485 akçe vakfedilmiş olup, vakfın Sultan Murad ve Sultan Mehmed Han tarafından da mukarrer tutulduğu anlaşılmaktadır. Vakfa sırasıyla evladdan Şeyh Paşa, Yiğid ve yeğenleri Ahmed Fakih, Ali Fakih veled-i Seydi ve Hacı Yakub veled-i Mahmud mutasarrıf olmuşlardır (TADB. TTD. EV. 560, v. 186a).

1.2.9. Şeyh Davud oğlu Şeyh İnebeyi Zâviyesi

Kula’daki zâviye için Balçık Köyü Göztepesuyu Çiftliği’nde meskûn bulunan altı neferden hâsıl olan 250 akçe vakfedilmiştir. Sultan Mehmed ve Sultan Bâyezid Han’dan berât-ı şeriflerin görüldüğü vakfın, İnebeyi oğlu Derviş Mesud tarafından tasarruf edilirken mensûh olduğu kaydedilmiştir. Sultan Bâyezid’in yeniden mukarrer tutmasından sonra evladdan Pir Ahmed Fakih ve oğlu Kulu Dede ile Lütfi vakfın son mutasarrıfları olarak deftere kaydedilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 187b).

1.2.10. Derviş Senedlü Zâviyesi

Kula’da kurulduğu anlaşılan zâviyeye Bâyezid Hüdâvendigâr’ın biti verdiği anlaşılmaktadır. Germiyanoğlu Yakub Çelebi tarafından da nişân verilen vakfın hiçbir hâsılı deftere kaydedilmemiştir. Bununla beraber zâviyeyi sırasıyla Rahmet Fakih, Sadık, Sıddık ve Seydi Haşimî’nin tasarruf ettikleri mukayyeddir (TADB. TTD. EV. 560, v. 188b).

(32)

23

1.2.11. Hacı Ulaca Zâviyesi

Uşak Nâhiyesi’nde kaydedilen vakfa Gökçeoğlu Köyü’ndeki Şadoğlu Çiftliği’nde meskûn 24 vergi neferinden sağlanan 1800 akçe gelir olarak yazılmıştır (TADB. TTD. EV. 560, v. 191b). Vakfın Sultan Mehmed Han tarafından da mukarrer tutulduğu anlaşılmaktadır. Zâviye Haydar Fakih ve oğlu Davud Fakih tarafından tasarruf edilirken mensûh olup timara verilmiş, Sultan Bâyezid’in mukarrer tutmasından sonra ise sırasıyla Mehmed, Seydi Cafer, Seyyid Ruşen, Cafer ve Seyyid Kılıç tarafından tasarruf edilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 191b).

1.2.12. Derviş Müsafir Zâviyesi

Uşak Nâhiyesi’nde kurulan zâviye için Saraycık Köyü’nde 300 akçe hâsılı ile mukayyed bulunan Halifeoğlu çiftliği vakfedilmiştir. Fatih döneminde nesh edilen vakıflar arasında yer alan zâviye, Bâyezid Han tarafından mukarrer tutulduktan sonra Hasan Bali oğlu Derviş Müsafir, Mahmud Fakih i Hasan, Bahşâyiş ve Musa veled-i Bala tarafından tasarruf edveled-ilmveled-iştveled-ir (TADB. TTD. EV. 560, v. 194a).

1.2.13. Kara Abdal Zâviyesi

Anadolu’nun pek çok yerinde Kara Abdal2 adına zâviyeler tesbit edilmekte fakat bunların aynı şahsiyetleri işaret edip etmediği bilinmemektedir. Banaz’daki Kara Abdal Zâviyesi için Kara Abdal Köyü’nde bir çiftlik yerden hâsıl olan 585 akçe vakfedilmiştir. Vakıf, Kara Abdal, Kıran ve İsa tarafından tasarruf edilirken mensûh olup, timara verilmiştir. Sultan Bâyezid tarafından mukarrer tutulmasından sonra ise sırasıyla evladdan Veli, Hamza ve İsa, Halil i İsa, Rüstem birader-i İsa, Veli Mustafa veled-i İsmaveled-il ve Şah Kulu veled-veled-i Hamza, Mevlâna Alveled-i Fakveled-ihveled-i Nasuh ve Sündük veled-veled-i Oruç tarafından tasarruf edilmiştir (TADB. TTD. EV. 560, v. 204a).

1.2.14. Hatib Muhyiddin Vakfı

Uşak’da Germiyanoğlu ve selâtin-i mâziye ahkâmlarıyla tasarruf edildiği kaydedilen vakfın gelir kalemleri arasında Akkilise Köyü’nde 20 dönüm bağ ve 400 dönüm yer bulunmaktadır. Vakfın mutasarrıfları ise sırasıyla Muhyiddin, Cafer, Yahya,

2 Kara Abdal’ın Kayseri bölgesindeki Hasan Dağı’na adını veren Şeyh Turasan’ın müridi olabileceği akıllarda tutulmalıdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Tasarlanan kontrolörler kullanılarak, kararsız, çok hızlı ve doğrusal olmayan bir sistem olan EMLS’nin kontrolü sağlanmıştır.Yapılan çalışmalar sonucu

Expression of the exogenous cytokine receptor common beta chain (betac), but not the alpha chains, accelerated CWIA in multiple cytokine-dependent cell lines.. Reduction of

Kemal Edip Kürkçüoğlu (1902-1977); lise ve fakültelerde tarih, edebiyat ve tasavvuf dersleri vermiş, idarî görevlerde bulunmuş; dinî, tarihî ve edebî konularda on beş kitabı

b Veteriner Hekim, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji A.D Doktora Öğrencisi Gönderim Tarihi: 06.10.2018 • Kabul Tarihi:

“Belediye  intihabının  neticelerini  almış  bulunuyorum.  Bu  defa  intihabın  her  tarafta  gerek  halkımızın  intihaba  iştirakteki  büyük  alaka 

Ek olarak çocuğun mizacıyla ilgili olan davranışsal inhibisyonun SM’de sık görüldüğü belirtilmekte ve bu durumun SM etiyolojisinde önemli bir rol

Karaman kendini, bazılarının iddia ettiği gibi mezhepsiz değil; bilakis itikaden Maturîdi ve amelen Hanefî olarak tarif etmektedir. Ancak hangi mezhepten olursa olsun âlimlerin

x Genel çözüme dikkat edilirse, bu çözümler denklemin birer Tekil-Çözümü olduğu görülür (gözlemleyiniz!).. (Tam Diferansiyel denklem).. dx şeklinde integrasyon