• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de yılda yaklaşık 200 bin çiftçi bu nedenle topraklarını yeni kapitalist ‘çiftçiler’e terk ediyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye’de yılda yaklaşık 200 bin çiftçi bu nedenle topraklarını yeni kapitalist ‘çiftçiler’e terk ediyor"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İlk bakışta dünya gıda krizinin bir uzantısı olarak ortaya çıktığı düşünülen ülke içerisindeki gıda fiyatlarının yükselişi, sonrasında durumun renginin bizim buralarda biraz ‘farklı’ olduğunu, mevzunun üç beş günlük kısa açıklamalarla geçiştirilemeyeceğini gösteriverdi. Pirinç patlağında tarım bakanının marie antionette edasıyla ‘pirinç alamıyorsanız bulgur yiyin’ açıklamaları yazı kurtaracak görünmüyor. Başka yerlerde ve durumlarda ağızlarına almaktan imtina ettikleri küresel ısınma ve beraberinde görülen iklim değişiklikleri ve yıkıcı sonuçlarının devletlünün bu yaz en sık sarılacağı durum kurtarma açıklaması ana teması olacağını beklemek boş olmayacak.

Hikayenin neresinde kalmıştık? Gelişmiş bir ülke olabilmek için her eve bir televizyon girecek, herkese bir otomobil düşecekti değil mi? Şimdi elde bulunan televizyonları, arabaları ters çevirip içine mısır, buğday mı eksek?

Güneydoğu Asya’da bir çok aile öğün sayısını teke indirmiş, bizim buralarda da pirinç bulamıyorsak bulgur yiyelim diyerek bir süre daha idare etmeyi mi denesek? Ya da kulağa pek sevimli gelen ‘gelişme’ ve ‘ilerleme’ kavramlarını mı tartışmaya başlasak yol yakınken? Tarıma ne olup ‘bittiğini’, yılda yaklaşık 200 bin çiftçinin tarlalarını bırakıp nereye kaybolduğunu konuşmamızın da zamanı geldi sanki. Herkesin hikayesi farklı tabii.

Bizim Hikaye

Modern kapitalist tarımın küçük üreticileri tasfiye etmesine dönük bir süreci yaşıyor tüm dünya. Büyük balığın küçüğü yemesi. Endüstriyel tarımın küçük üreticiyi zorunlu olarak daha fazla gübre ve benzeri ek girdi maliyetleriyle

cendereye alması sonucu elinde kalanın değil şehri kendi karnını doyuramayacağı noktasına gelmiş olanlar için yaşam koşulu toprağından koparak zorunlu olarak göç etmek; bir çeşit sürgün. Türkiye’de yılda yaklaşık 200 bin çiftçi bu nedenle topraklarını yeni kapitalist ‘çiftçiler’e terk ediyor. En iyi niyetli tahminle bu 200 bin rakamını aileleriyle beraber dörtle çapmak zorundayız. Her yıl ortalama 1 milyon insana ne oluyor?

Safiyane terimlerle tarım toplumu olmaktan sanayileşmeye doğru hamle yapıldığını açıklamaya çalışmak dahi

yetersiz. Tarım ve sanayi arasındaki fiyat makası bir yandan tarım aleyhine dönerken diğer taraftan toplamda yaklaşık 3 milyon çiftçinin üretimden kopuşuyla geçen ve hızlanarak devam eden on yıla yakın süreci okumak için yanına başka bir veriyi daha dahil etmek gerekiyor; bu süre içinde işsizlikte 2 milyonluk bir artı görüldü. Diğer her şeyi bir kenara bıraksak dahi tarımsal istihdamdan kopan bu geniş nüfusun göç ettiği yerde geniş ölçüde işsiz kitlelere

katıldığını görmemek mümkün değil. Elde bunlar varken, ekonominin geliştiği yada sanayi üretime dönük olgunlaşma sürecinde olduğunu söyleyebilmek mümkün mü?

Küçük köylü tarımının piyasa ilişkilerine sınırsız teslimi ve tarımsal arazinin yabancı sermayeye de açılacak biçimde metalaşması süreci yukarıdakilere paralel yaşanmaya devam ediyor. İşte bizim buralarda da son otuz yılımızın hikayesi bu; fazlası varsa eksiği yok. IMF ve Dünya Bankası reçeteleri kontrolünde geçen bu süre sonunda tarımın tamamıyla piyasanın eline terk edilmesi, köylülüğün tasfiyesi noktasına gelindi. Tarımsal ürünler ticareti, gelişmiş ülkelerdeki aşırı destekleme ve çokuluslu şirketlerin güçlü denetimi altında biçimlenirken azgelişmiş ülkelerde uzun tarihi deneyimler sonunda oluşturulmuş koruma ve destekleme politikalarının tamamıyla tasfiyesi hikayenin ilk bölümünün bittiği yer.

Beterin Beteri Var

Nisan ayında saatler bizde çini vurdu; pirinç...Buğday, mercimek ve benzeri ürünlerde yaz aylarında kuraklığa bağlı gözlenmesi beklenen düşüş aynı tartışmaların ısıtıp tekrar tekrar önümüze sürüleceğinin işareti. Ekonomik kriz ve tarımsal üretiminde yaşanacak düşüşün var olan ekolojik sorunlar nedeniyle süreceği öngörüsü uluslararası

spekülatörleri gıda piyasalarına yöneltiyor. Kissinger’ın ‘enerjiyi kontrol ederseniz ülkeyi, gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edebilirsiniz’ sözü yerini buluyor. Gıda fiyatlarının ve dolayısıyla tüm insanlığın yaşam koşulları piyasalarca şekillendiriliyor. Sonra gelsin gazetelerimizde pirinç dosyaları, küresel ısınma ve etkileri başlıklı makaleler, biyoyakıta Türkiye ne zaman geçer sorularına aranan yanıtlar.

Katil belliyken hedef saptırılıyor. Türkiye henüz ekolojik bozulmanın ana etken olduğu büyük yıkımları yaşamaya başlamadı bile. O noktaya doğru hızla yol alıyorken pirinçte şurada burada; ara duraklarda durup nereye gidildiğine bakmak yerine gaza daha da hızlı basmanın telaşına düşülmüş durumda. Aracıları zenginleştiren sistem ara

patlamalarının vebalini doğaya yükleyiverip yükü tutmanın derdinde.

(2)

Malavi

Malavi’nin hikayesi geliyor aklıma durmadan, salt serbest çağrışım olmasa gerek. Malavi güneydoğu Afrika’da bir ülke. Ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı. Yıl 2000…Yüksek denilebilecek miktarda, yaklaşık iki buçuk milyon ton mısır üretimi gerçekleştiren Malavi stok oluşturmaya ‘yeltenince’ IMF’nin itirazı gecikmeden geldi: “mısır stoku tutmak israftır; bunları sat; tekrar gereksinim duyarsan dünya piyasalarından satın alırsın”… Malawi, IMF anlaşması gereği stoklarını sıfırladı. 2001 yılında ise kötü bir hasat bekliyordu Malavi’yi; üretimi yüzde 36 düştü. Aynı Malavi 2000’de tonunu 45 dolara sattığı mısırı 2001 yılında 250 dolara ithal etmek zorunda kalacaktı. İthalat yoluyla alım yapacak gücü olmadığından açığının ancak yüzde altısını dünya piyasalarından karşılayabildi. Yüzbinlerce insan o yıl Malavi’de açlık nedeniyle öldü.

‘Gıda egemenliğinin’nin gereksiz olduğunu açıktan ağızlarına almaktan kaçınanlar kendine yetebilen bir ülke olmanın efsane olduğunu söylemekle yetiniyorlar şimdilik. Akademisyen destekçileri de TÜSİAD’a hazırladıkları ‘tarım’

raporlarında dünya piyasalarıyla rekabet edemeyecek ürünlerin üretiminden tamamen vazgeçilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Pankobirlik Türkiye’de her yıl 8 milyon dönüme ekilen pancarın yeni şeker rejimiyle artık 3,5 milyonluk araziden karşılanabileceğini, geriye kalan 4,5 milyon hektara son on yılda üretimden vazgeçilen 1 milyon hektarlık araziyi de ekleyip biyoyakıt üretsek ne güzel olurun derdine düşüyor. Pirinç ekim alanı artıyor, dünya daha fazla pirinç üretiyor. Ama pirinç fiyatları düşmüyor. GAP’a bel bağlayıp çalıyı dolananlara sözümüz yok, ancak şu pirinç kuyrukları bize neyi gösteriyor. İyi düşünmek gerekiyor.

Elif BOZKURT -Ekoloji Kolektifi 3.6.2008/ANKARA

Referanslar

Benzer Belgeler

Sonuç olarak, endoskopik endonazal dakriosistorinostomi ameliyatı nazolakrimal kanal tıkanıklığının tedavisinde, güvenli ve etkili bir cerrahi prosedürdür ve endoskopik DSR'de

Ankara'n ın su sorununu kesin olarak çözmek için hem Kızılırmak, hem Bolu Gerede'den su getirmek gerektiğinin hesapland ığını ifade eden Gökçek, Kızılırmak suyunu

İlk metnimizde dile getirdiğimiz gibi, herkesin kendi yerelinde(mahallesinde, ilçesinde, ilinde, bölgesinde) bir şeyler yapabilece ğine inanıyoruz. Bunun için yapılacak ilk

Dörtyüz yıldır bu ülke topraklarında üretilen oriential tipi tütünler önemini kaybetmiş tütün ihraç eden bir ülke olan Türkiye Amerikan harmanı sigaralar için

Tablet dışında çiftçiler yine akıllı telefon ile tasarımı gerçekleşmiş mobil uygulama sayesinde istedikleri yerden sorularını ve problemlerini anında uzmanlara

Merhum 1879 senesinde Galatasaray li­ sesinden mezun olmuş ve o tarihtenberi de Galatasaray lisesinde beden terbiyesi hocalığına başlamıştır.. Merhum 1924

Aşağıda hecelerine doğru ayrılan sözcüklerin kutucuğuna ‘‘ ‘‘ koyalım.. Aşağıda verilen hecelere,

TARİŞ 2006 yılı 5 asitlik zeytinyağı fiyatını 2005 y ılı fiyatlarının gerisinde; 3 milyon 580 bin lira olarak belirlerken, MARMARABİRLİK ise 2006 yılı sofralık zeytin