• Sonuç bulunamadı

KASTAMONU GÖL ANADOLU LİSESİ EDEBİYAT DERGİSİ HAZİRAN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KASTAMONU GÖL ANADOLU LİSESİ EDEBİYAT DERGİSİ HAZİRAN"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Resmi veya grafiği açıklayan alt yazı.

KASTAMONU GÖL ANADOLU LİSESİ EDEBİYAT DERGİSİ HAZİRAN 2020

13706/2020

Alesta Alesta Alesta

RÜZGAR

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!

Gelin duvağından kopan bir rüzgâr.

Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;

Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

İNSANDAN İNSANA ŞÜKÜR K İ FARK V A R!

Bu sayıda:

İç Yazı 2

İç Yazı 2

İç Yazı 2

İç Yazı 3

İç Yazı 4

İç Yazı 5

İç Yazı 6

O ceviz dalları, o asma, o dut,

Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...

Yangından yangına arta kalmıĢ tut.

Muhabbet sürermiĢ bir rüzgâr kadar.

1951

(2)

E

debiyat; olay, düĢünce, duygu ve hayalleri dil aracılığı ile estetik bir Ģekilde ifade etme sanatıdır diye tarif edilir. Tarihine gelince kanaatimce ilk insan ve ilk pey- gamber Hz. Adem (AS)‟a kadar gider. Çünkü insan duygu ve düĢüncelerini dil yani konuĢma aracılığı ile karĢı tarafa iletir.

Edebiyat hayatımızın her yerindedir. Kul Rabb‟ine yakarırken onu kullanır. AĢık ma- Ģukuna onunla methiyeler düzer. ġair kalbine gelen ilhamı onunla satırlara döker. Anne yav- rusuna beĢikteyken baĢlar “Uyusun da büyüsün ninni…” demeye. Baba evladıyla gururlanır- ken onunla kurar cümlelerini. Vatan savunmasında ordu onunla coĢar ve Ģehadete koĢar.

Fikirlerinizi anlatırken ve ispatlarken en büyük silahınız edebiyattır. Ġfadeleriniz ne kadar anlaĢılır, estetik yani edebi ise o nispette gönüllere dokunur. ġüphesiz bunun en büyük örneğini bizi yaratan Allah‟ın kelamında görüyoruz. Örneğin Kur‟an indirilmeden önce o toplumda edebiyat yani güzel söz söyleme sanatı o derece ileri idi ki; bir edibin bir sözü ile iki kavim muharebe eder, bir sözü ile musalaha ederdi. Hatta “Muallakat-ı Seb‟a” namıyla yedi edibin yedi kasidesini altınla yazarak, Kabe‟nin duvarına asmıĢlar en fazla onunla övü- nüyorlardı. Bir kavmin güzel söz söyleyen beliğ bir edibi o kavmin milli bir kahramanı gibi idi. ĠĢte böyle bir zamanda edebiyat yani güzel söz söyleme sanatının en revaçta olduğu bir zamanda Kur‟an nazil oldu ve en kısa bir suresinin benzerini getirmeye insanları davet etti.

“Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur‟ân)dan Ģüphe içindeyseniz, haydi onun benzerinden bir sûre getirin; eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, Allah‟tan baĢka Ģâhidlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın!” (Bakara 124) Bu meydan okumaya o zaman hiçbir cevap ve- rilemeyip savaĢ yolu tercih edildi. Hatta Lebid‟in kızı inkârcı olduğu halde Kabe‟nin duvarı- na asılmıĢ olan yedi kasideyi indirerek “Ayetlere karĢı bunların kıymeti kalmadı.” demek zorunda kaldı. Kur‟an‟ın meydan okuması asırlardır devam etmekte ve insanları benzerini getirmekte aciz bırakmaktadır. Bu da Kur‟an‟ın Allah kelamı olduğunun en büyük delillerin- den biridir.

Görüldüğü üzere edebiyat hem maddi hem de manevi hayatımızın her yerindedir.

Tarihte edebiyatı iyi kullanan liderler, kitleleri arkasına almıĢlardır. Fikirleriniz ne kadar iyi olsa da onu iyi ifade edemezseniz insanlara ulaĢamazsınız. ġairimiz Yunus Emre ne güzel söylemiĢ;

Söz ola kese savaĢı söz ola bitire baĢı Söz ola ağılı aĢı bal ile yağ ede bir söz

Okuduğunuz bir edebi eser sizi alır götürür tarihin sayfalarına ya da hayal alemine, düĢler diyarına, bazen bir savaĢın ortasında bulursunuz kendinizi, bazen ıssız bir adada ba- zen de Ģehrin ortasında, metropolde... Kısacası zaman ve mekanlarda yolculuk yaparsınız.

Liderseniz kitlelere kendinizi ifade etmek için, Hâkimseniz adalet tesisinde insanları anlamak için, Zanlıysanız kendinizi savunmak için,

Öğretmenseniz öğretmek için, Öğrenci iseniz öğrenmek için…

Neye ihtiyacınız var?

Sözün özü: Edebiyat! Edebiyat! Edebiyat!

ABDULLAH YAĞIZ

Edebiyat Edebiyat

Edebiyat

GÖL ANADOLU LİSESİ EDEBİYAT DERGİSİ HAZİRAN 2020 GÖL ANADOLU LĠSESĠ ADINA ĠMTĠYAZ SAHĠBĠ:ABDULLAH YAĞIZ GENEL YAYIN YÖNETMENĠ:MUHAMMED FURKAN ARIK

YAYIN KURULU:ĠBRAHĠM ÇELĠK-DĠLBER MATUR DANIġMANLAR:YALÇIN ULUPINAR-ġENOL DANIġMAN TASARIM:YALÇIN ULUPINAR

ĠLETĠġĠM:anadolu37@gmail.com HAYAL ETTĠKÇE ÇIKAR

DENEME

KÜNYE

(3)

Yağmur bugün yerden göğe yağdı, GüneĢ soğuttu ay ısıttı.

Dünya gökyüzüne ağladı, Kendi haline bakmadan.

Ben baktım,

Bu gece de yağacak yağmur Bu gece de ıslanacak toprak

Sokak lambasının ıĢığı vururken pencereme Gözlerim hep uzaklara dalacak.

Bir kuĢ gördüm uzakta,

Kara kanatlarını kara göllerde bulamıĢ Kara sulara ...

Gözünde ateĢ yansımaları

Göğsü parıltılı, gümüĢlü bir zırh Pençeleri taĢtan.

Ve uçtu gitti,

Gecenin zifiri karanlığına.

Denizin üstünde iz bırakarak

Sanki ufukta bekleyeni varmıĢçasına.

Söylesene kara kuĢ,

Su vermezsek eğer kokmaz mı çiçekler ? Bahar gelmezse eğer uçmaz mı kelebekler

Ya da sokak lambaları yanınca ölür mü gündüzler?

DİLBER MATUR Gece

Gece Gece

ŞİİR

(4)

İç Yazı Başlığı

KEFSER NUR TEPELİ

GüneĢ‟e Dokunmak GüneĢ‟e Dokunmak GüneĢ‟e Dokunmak

ŞİİR

Kelebeklerin naif görüntüleri gibi, Kıskanılası ve biteviye hayal edilesi.

Bilakis GüneĢ‟ten kopup gelmiĢçesine…

Sahi,

Dokunabilir misin GüneĢ‟e.

Kelebekler sonlarının yakınlığını hisseder mi?

Bilselerdi bu sermest eden güzellikleri, Acı verirdi belki,

Bu korkutan karanlık gibi.

Sonundaki ıĢığı hissettirse bile, Dar ve sisli bir tünel gibi.

Geçmek olanaksıza yakın,

Sanki GüneĢ‟e dokunmak gibi.

Belki ümitvar olduğumdan,

Ġnanmak istiyorum bu imkânsızlığa.

Ġnanmak istiyorum; kelebeklerin beni,

GüneĢ‟e çıkaracağına.

(5)

B

re hiç mi saygı-insanlar, nız yok ken- dinize? Ne- den her Ģeyin en kolayı- nı elde etmek istiyor- sun? Hayatta neden hep mümkün olanı isteyip yetiniyorsun? Oysa her- kesin bir yel değirmeni olmalı dünyada. Hani Ģu bizim Don KiĢot gibi.

UlaĢılmaz sandığımız hiçbir Ģey ulaĢılmaz de- ğildir efendi. Gerçi ula- Ģılmaz sanmaya gerek yok. Ġnsanlar artık günü- müzde ulaĢılması müm- kün olan pek çok Ģeyin farkında bile değil. Bi- linçlilik kalmamıĢ. Oy- saki aç olmalı insan bil- giye, baĢarıya, insani değerlere. Mesela Ģah- sım aç, bilgiye aç veya- hut tecrübeye, baĢarıya aç. Ne de olsa bilgi güç- tür. Hatta koçbaĢıdır.

Açılmayacak kapıları açtırır. Ufuk açar. Öyle bir açar ki, bilginle dün- yaya kafa tutarsın. Ula- Ģılmaz, sen yapamazsın denilen iĢlere kalkıĢır- sın. Azmedip de yener- sen yel değirmenlerini, arkandan çok kiĢiyi de sürüklersin. Hele ki ya- nında bir yol arkadaĢı varsa kim tutar seni yel değirmenlerine karĢı?

Bir kiĢi düĢünün ki Ana- dolu‟ya bir çığır açarak

geliyor, savaĢa kefe- niyle çıkıyor ve yetmiĢ bin kiĢiyle iki yüz bin kiĢiyi alt ediyor. BaĢka birini düĢünün. Yıkıl- maz sanılan Ġstanbul surlarına, girilmez de- nilen Haliç‟e gemileri karadan sokuyor. Dur dur bak bir baĢkası da- ha var. Yenilmez im- parator sanılan, belki bilirsin Napolyon, im- paratora Akka Kalesi önünde kendisinden kaç kat büyük ordusu olmasına rağmen kale- yi teslim etmeyip

“yenilmez” sanılan im- paratoru yenen birileri vardı. SarıkamıĢ‟taki- ler neydi peki? KurĢun sıkmadan Ģehit olanlar da yel değirmenlerine saldırmayacak mıydı?

Tabi ki saldıracaktı.

Koskoca Rus impara- torluğuydu düĢman. Na- sıl yeneceklerdi ki? Ye- nerdi efendi yenerdi.

Hepsinde öyle bir yürek vardı ki. Teçhizatları eksikti, biçare kalmıĢ- lardı ama sen onları bir de savaĢmaya gör. Ama tabi ki Rus‟un can dostu kıĢ, yel değirmenlerini yenmelerine izin ver- memiĢti. Tamam artık ne yel değirmenleri var ne de kale surları. Peki ya? Teknoloji var can dostum teknoloji. Onu

Zihnimizdeki Yel Değirmenleri Zihnimizdeki Yel Değirmenleri Zihnimizdeki Yel Değirmenleri

SOHBET

üretenler tüketenlerin tepe- sine biner. Tüketen top- lumda ise düĢünen insanlar varsa onlar için üretenler birer yel değirmenidir. Sa- na soruyorum can dostum;

sen neden bir Don KiĢot olamayasın, neden yel de- ğirmenlerini alt edemeye- sin? KiĢi kendinden bilir iĢi. Dön bir bak ataların ne yapmıĢ. Elhamdülillah in- sanın içine yeni umutlar yeĢertiyor. Yenilmez, güç- lü sandığımız Amerika, kaç yüz yıllık düĢmanımız Rusya, adımız anılınca içi ürperen Avrupa, kan koku- sunu özlediğimiz Çin ve bilimum BirleĢik Devletler hizmetçisi ülke senin bilgi- yi kullanıp teknoloji üret- menden, yel değirmenleri- ne saldıran Don KiĢot ol- mandan korkuyor. Sen ye- ter ki saldır yel değirmen- lerine mutlak galip olan Hak‟tır.

MUSTAFA KAMİL SEYİTHANOĞLU

(6)

B

u sorunun en büyük özelliği Tanzimat Dönemi‟nden itibaren belki de edebiyat dünyamızda en çok tartıĢılan ve aydınlarımızı en çok bölen soru olmasıdır. Divan Edebiyatı‟ndan beri aydınla- ra, diğer bir söyleyiĢle elit kesime, hitap eden edebi- yat,Tanzimatçı aydınlarların halklaĢma çabalarıyla beraber kimsenin ne olduğunu bil- mediği bir tür haline gelmiĢti. Peki, kimdir bu aydınlar, münevverler yahut günümüz Türkçesiyle entelektüel kesim?

Cemil Meriç, Mağaradakiler eserinde entelektüel kavramının Türkiye‟deki ta- nımını ve her cephenin kendine göre yorumlamasıyla iyice karmaĢıklaĢan aydın tartıĢ- masının özetini dokuz sayfada yapmıĢtır. Bundan da anlayabileceğimiz gibi ülkemizde aydın kelimesini tanımlamak oldukça güçtür. Yine de aydın ifadesinin tarihsel süreç içerisinde nasıl Ģekillendiğine bakmak iĢimizi kolaylaĢtıracak gibi gözüküyor.

Bence ilk aydınlarımızın ortaya çıkması I.Tanzimat Dönemi ile baĢlar. Bu dö- nemde halkı eğitmeye ve yazdıklarıyla yönlendirmeye çalıĢan yazar ve Ģairlerimizin, amaçlarına ulaĢmak doğrultusunda kullandıkları edebi dili halka indirme yani aslında basitleĢme ve basitleĢtirme hareketi içerisinde olduğunu görüyoruz. Kendilerince halkı aydınlatmayı amaçlayan bu hareketin failleri de doğal olarak aydın ismiyle anılmaya baĢlanıyor. Sonraki dönemlerde geniĢleyen aydın tanımlaması amaçları halkı aydınlat- mak olmasa bile bu birikime sahip olan entelektüelleri de içine alıyor.

1839‟dan beri görülen bu halkı eğitme isteği aslında aydın kesim ve halk kesi- mi arasında olmayan bir uçuruma iĢaret etmiĢ ve zamanla bu uçurum gerçekmiĢ gibi tahayyül edilerek çözümler aranmaya baĢlanmıĢtır. ĠĢin ilginç tarafında ise sosyal psi- kolojinin fizik kurallarını tanımaması vardır. Yani sonradan yaratılan bu uçurum ne yazık ki zamanla gerçek bir hale gelmiĢ ve gittikçe geniĢlemiĢtir. Aydınlarımız bir dok- tor edasıyla hasta olan halkı iyileĢtirmeye çalıĢtığını göstermiĢ, halk ise buna tepki ola- rak aydınlarımızda tamamen kopmuĢtur. Kısacası ben aydınlarımızın kendileri ile halk arasında sonradan görme bir tarzda Avrupavari bir uçurum yarattıklarını ve aslında bu iki kesim arasında temel açıdan bir fark bulunmadığını düĢünüyorum. Ne de olsa ay- dınlar da halkın içinden çıkmıĢ ve halkın değer, anlayıĢ, yaĢam tarzıyla yoğurulmuĢtur.

Ancak merak edilen soru Ģudur: Sonradan yaratılan bu uçurum aĢılabilir mi?

Edebiyat gerçekten halka inebilir mi? Bu soruya cevap vermek için herhangi bir kitap sitesine girmemiz yeterli olacaktır aslında. Çok satanlar kısmında görülen kitaplar maa- MUHAMMED FURKAN ARIK

Edebiyat Halka Ġnebilir mi? Edebiyat Halka Ġnebilir mi? Edebiyat Halka Ġnebilir mi?

DENEME

(7)

lesef edebiyatı halka yaklaĢtırma çabalarının sonucunu göstermektedir. Edebiyatın geç- miĢten gelen asil muhteviyatı ne yazık ki neredeyse sıfıra indirilmiĢ ve hem sanatsız hem de okuyucusuz garip bir tür halini almıĢtır.

Aslında buradan çıkarılacak ders son derece basittir. Edebiyat, halka inebilir. Fa- kat halka uzanmaya çalıĢan edebiyat aĢağılara indikçe, yani okuyucu kitlesi değiĢtikçe, edebiyat olmaktan uzaklaĢır ve sanat için mi sanat, toplum için mi sanat sorularının ikisi- ne de cevap veremez hale gelir. Siz de takdir edersiniz ki bir Divan Ģiirindeki ahenk, in- celik, ustaca imgeleme, kelime oyun ve sanatlarıyla bugünün halkçı, daha doğrusu halkın da anlayabileceği, bir Ģiirinin içeriği arasında dağlar kadar fark vardır. Yani halka inmek problemlerimizin çözümü olmadığı gibi halka inildiği zaman üretilen eserler de hiçbir derde deva olmamaktadır.

AnlaĢılan Ģudur ki Tanzimat‟ta halkı bilinçlendirmek, hürriyet, vatan, millet gibi kavramları aĢılamak gibi gayet iyi niyetlerle baĢlayan bu hareket daha sonrasında kendini eğitimi ya da sosyal statüsü dolayısıyla halktan daha yukarıda gören sözde aydınların sı- ğındığı bir hareket olmuĢtur. Bu sözde aydınlar halkı sanat ve edebiyattan anlamayan ve asla anlayamayacak olan ve özellikle muhafazakar yapılarından dolayı geri kalmaya mah- kum, seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olmaması gereken hatta yaptığı her türlü si- yasi, dini ve ekonomik seçimin karĢısında olunması zorunluluk olan bir kitle olarak gör- müĢtür. Halkın buna tepki olarak entelektüel kesimi iyice dıĢlaması ve kendini kapatması doğal bir sonuç olarak karĢımıza çıkmıĢtır. Zaten bu sonuçtan sonra halk kendisine uza- nan her türlü tenkit ve eleĢtiri kelimesine duyarsız kalmıĢ, yok saymıĢtır. Bir yanda aydın ama bırakın halkı aydınlatmayı kendini bile aydınlatamayan Avrupa bozması bir entelek- tüel grubu, diğer tarafta ise umursamaz, eğitilmek istemeyen, tepkisini susarak dile geti- ren kendini sınırlandırmıĢ halk.

ĠĢte bu ayrımda kaldığımız zaman edebiyatın tabanda yayılmasını beklemek ol- dukça zor. Çünkü halkı eğitme hareketi bir süre sonra tamamen siyasi bir role bürünerek edebiyatımızı da bozmuĢ ve sağ- sol edebiyat olarak ayırmıĢtır.

Peki, bu ayrım nasıl ortadan kalkabilir? Bu ancak entelektüellerimizin, görevleri- ni hatırlamasıyla mümkün olur. Bence halkı değil aydınlarımızı eğitmemiz gerekiyor Ģu aĢamada. Çünkü kendi milletini, devletini, dinini ve halkını tanımayan bir aydın kesimi var karĢımızda. Ancak bu kesimin kendinin farkına varmasıyla halkın eğitilmesi, kültür düzeyinin yükseltilmesi gibi meseleler konuĢulabilir. Halk ile aydın grupları ancak bu Ģartlar sağlandığında bir düzlemde bir araya gelebilir.

DENEME

(8)

Ceviz Ağacı Ceviz Ağacı Ceviz Ağacı

Bir eylül sabahı,

IĢıklar açılır da daha güneĢ batmadan, Yalnızlık Ģarkıları sararken her yanı, En büyük yalnız Quasimado değil, Bir karayelin belinde yaĢlı ceviz ağacı.

HATİCE YANIK

ŞİİR

Vardı bir çobanı gölgesinde bekleyen, Yapraklarını güneĢe feda edebileceği, Onun da vardı dallarını ipleyen,

ġimdi susamazsın, yaz bitti ceviz ağacı.

* * *Küçük BaykuĢ Küçük BaykuĢ Küçük BaykuĢ

Sessizce uzaklaĢ,

Ağaç kovuğunda tütsün duman, Bir ayrılığın tadına bak,

Bin yıllık kül alev alev yanmadan.

Uç güneĢin sarısına küçük kuĢ, Görsen kutup yıldızını ne olur, Gök samanyolunda kaybolmuĢ, Zavallı yavru baykuĢ.

Gece kon damlı ev baĢına,

Soğuk mermerlerin ocağına düĢsün ateĢ, Sen değil misin, her pencerede,

Hastanın ölmesini bekleyen kara güneĢ?

*8.DüĢ ġenliği ġiir YarıĢması Türkiye Ġkincisi

(9)

H

epimizin içinde bir yangın var azizim. Bir kıvılcımla baĢlayan bu yangınlar kimi zaman büyüyüp bir alev topuna dönüĢebildiği gibi bir damla suyla da sönebiliyor mu? Haydi gel biraz bunu konuĢalım!

Herkes farklı bir yangınla günden güne eriyip gidiyor. Kiminde gelecek telaĢesi, kiminde Allah aĢkı, kiminde de para hırsı… Peki nasıl sönüyor bu yangınlar be dostum? Cevap veriyo- rum iyi dinle beni! Ġnsan yedisinde neyse yetmiĢinde de o değildir. Sürekli bir değiĢim içerisinde değil miyiz? Her Ģey bizimle Ģekilleniyor. Ve bizimle beraber sonsuz bir değiĢim döngüsüne giriyor. Uçsuz bucaksız bir hırsla sü- rekli yeni Ģeyler elde etme fikri içimiz- deki yangınları bir kıvılcım kalana ka- dar söndürüp baĢka bir yangına dönüĢ- türmüyor mu? Ama içimizde hep o bir kıvılcım kalıyor . Bu da geçmiĢe sü- rekli bir özlem ile bakmamızı sağlıyor.

Örneğin hepimizin içinde eski bayram- ların özlemi vardır değil mi? O sıcak ortamı, bitmek bilmeyen akraba ziya- retlerini hatta eski bayramlardan kalan o bozulmuĢ Ģeker tadını bile özleriz herhalde!

Tamam bu son detay biraz mide bulandırıcı olmuĢ olabilir. Sakın kızma bana! Haydi gel devam ede- lim .

Zaman nasıl su misali akıp gidi- yorsa içimizdeki yangınlarda bu suyla yavaĢ yavaĢ yok oluyor. Yal- nız bu sular hiçbir zaman yangınları tamamıyla söndürmeye yetmiyor.

Yetmemeli zaten azizim! Ġnsan geçmiĢinden, anılarından, yaĢadık- larından, baĢına gelen her Ģeyden bir Ģey barındırmalı içinde. Değil mi? Sana soru sorduğuma bakma ! Bu böyle olmalı be dostum. Yoksa değiĢen hayat koĢulları karĢısında bir kül yığını olmaktan baĢka hiçbir halta yaramayız. Yok olmaya yüz tutarız. Sen sen ol içindeki yangın- ların tamamen sönmesine asla izin verme e mi?

Ġçindeki o bir kıvılcımı hep canlı tut ki o kıvılcımlar birleĢip senin geçmiĢini oluĢtursun. Unutma geç- miĢi olmayan birinin geleceği hiç olmaz! ġimdi sen, bu kadar laftan sonra “Hani insan yedisinde neyse yetmiĢinde o değildi?” diye sorarsın bana. ġunu bil ki ; insan yetmiĢine

de yedisindeki kıvılcımla gelir!

MERVE ZAYIF

Bir Damla Suyla Bir Yangını Söndürmek Bir Damla Suyla Bir Yangını Söndürmek Bir Damla Suyla Bir Yangını Söndürmek

SOHBET

(10)

Yalancı dünyaya konup göçenler Ne söylerler ne bir haber verirler Üzerinde türlü otlar bitenler Ne söylerler ne bir haber verirler Kiminin baĢında biter ağaçlar Kiminin baĢında sararır otlar Kimi masum kimi güzel yiğitler Ne söylerler ne bir haber verirler

K

im olduğunuz nerede ne yaĢadığınız veya ne ka- dar Ģan Ģöhret sahibi ol- duğunuz fark etmez.

Mevt günü ansızın gelip sizin de ka- pınızı çalacaktır. Hayatınızın ne za- man son bulacağını hiçbirimiz bile- meyiz. Son diyoruz ama sonun ne olduğunu bilmiyoruz. Gözlerinizi kapattığınızda yok oluĢun hayalini kurabiliyor musunuz mesela? Her yeni yirmi dört saatin bir salisesi dahi çaresizliğin kanıtıdır. Her an o toprak yeni yaĢamımızın anahtarı olabilir daha bugün ayaklarımız toprağın üzerindeyken yarın için hayale kapıl- mak bir aldanıĢtan baĢka bir Ģey de- ğildir. Belki de bu yüzden icat etmiĢ- tir insanoğlu kum saatini. Hayal edin dostlar Ģimdi sadece hayal edin o ka- ranlık pencere yavaĢ yavaĢ kapanır- ken ruhunuz, naçiz bedeniniz bir iğne battığında dahi kıvranan zamanları düĢünün…

Ben diyorum ki ölümün değeri sıfırdır. Bu yüzden çabuk unutulur ölüm de ölen de. Çünkü ölmek yaĢa- mın anlamını öğrenmek için hayatı tüketmektir. Bu yüzden ziyaretçisi az olur mevtaların. Örneğin çiçekler ko- yarız kabirlerin üzerine, zorla bir Ģey-

ler yaĢatmak isteriz . Aslında ceset- ler yok olurken bile aslolan ruhun- dan bir parça hediye etmektir ölü- me. Peki ya ölmek sadece bedenin mi yok olmasıdır, yaĢarken de öl- mez mi insan? Mesela Ģöyle der bir yazarımız “Herkes öldürür sevdi- ğini ama herkes öldürdü diye öl- mez.” Bu ölüm yeni bir baĢlangıç mıdır yoksa hislerimizle yok edebi- leceğimiz aciz bir sonun son dizesi midir ? Bu konuda Ģairler de görüĢ ayrılıklarına düĢüp ölümün dudak- tan döküldüğü kadar basit olmadı- ğını cümlelerle süsleyerek bizlere de bu ayrılığı bildirmiĢlerdir.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek de eserlerinde ölüm temasına sıkça değinmiĢ olup ölüme baktığı o eĢsiz pencereden bahsetmiĢtir. Ölüm onun için bir son değil tıpkı yaĢamı gibi öncesi ve sonrası olmuĢtur onun için. “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum/ Gökyü- zünden habersiz uçurtma uçur- muşum” sözü de yaĢadığı ruh ve fikir çilesinden haber vermiĢtir.

Hangi merhalelerden geçtiğini gençlik yıllarında hocası ile tanıĢ- tıktan sonra yarasının daha da açıl- dığını ve bu acının yepyeni bir kur- tuluĢun temelleri olduğunu yıllar önce eserlerinde bizlere anlatmıĢtır.

Merhum Kısakürek‟in kendi ifa- desiyle ancak efendisiyle tanıĢtıktan sonra büyük sanatkar cümlesi hem niteliğinin hem de eserlerinin sayısı bakımından ne kadar büyük bir yer kapladığını anlaĢılıyor. Gençlik dö- nemlerinde ölümden ürperti ve kor- ku ile bahsederken daha sonraki senelerde “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygam- ELA NUR TABAKLI

Necip Fazıl‟da Ölüm AnlayıĢı Necip Fazıl‟da Ölüm AnlayıĢı Necip Fazıl‟da Ölüm AnlayıĢı

MAKALE

(11)

ber?” okuyucularını düĢünmeye teĢvik etmiĢ ve bundan sonraki hayatının nasıl iĢlediğini beyan emiĢtir.

Yazar eserlerine ölümü usulca yerleĢtirmiĢtir, tıpkı bir mevtin toprağa yerleĢ- tirilmesi gibi. Örneğin “Reis Bey” eserinde yalnız ve aciz yaĢlı bir kadının mül- küne göz diken canından bir parça olan oğlunun annesini kendi elleriyle toprağa teslim etmesini konu edinmiĢtir. Ardı sıra mahkeme genci haksız yere idama mahkum etmiĢ , bir can daha dünyadan göçüp gitmiĢtir. Üstad Necip Fazıl mer- hameti kanımızda hissettirmiĢtir.

Necip Fazıl‟ın “Geçirdiğim büyük ruh çilesinin sahne destanı” dediği bir baĢka eseri olan “Bir Adam Yaratmak” tiyatrosunda da “kazara ölüm” temasını iĢlemiĢtir. Kadere inancı çok büyük olan bir karakter, elinde kurĢunla dolu bir silah ve masum bir genç kız. Ardı sıra kaza kurĢunu ve ölüm. Ansızın, tek kur- Ģunla ve yanlıĢlıkla.

“Ölüm. Dillerde bu hayattan göçüp gitmek, kalplerde huzura ermek. Bazen korku endiĢe. Bazen kader, bazen de ecel. Sessiz bir acı. Ölüme bir saniye kadar yakınken hiç ölmeyecekmiĢ gibi yaĢamanın alemi ne ?”

Bir gün Ġcadiye‟de veya Sultantepe‟de, Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde Bir kainat açılır, geniĢ, sonsuz, büyülü, Bu günün rüzgarında yıkanan mazi gülü Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya Bir baĢka gözle bakarsın ömür denen uykuya.

Belki en hulyalısı duyduğun masalların O Ģafak saltanatı korularda dalların Her ufku tek baĢına bekleyen eski camlar Bir sır gibi ömründen sızdırılmıĢ akĢamlar, Ardıçla kestanenin her yıllık macerası Harap mezarlıklarda ölülerin duası Gelir ve tekrar doğar ölmüĢ sandığın aĢka Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan baĢka.

MAKALE

(12)

K

ırmızı, kırmızı, kırmızı… Uzunca baktım. Aklımın içi kırmızıya boyanmıĢtı. Kırmızıyı hızla taradım. Anılarım hızla geriye akarken o günde dondu. Elim otomatik ola- rak çeneme gitti. Acıyı hissettim. Korkumla endiĢem karıĢtırılmıĢ iki maddeydi. Ġki sıvı madde… Kan ile su gibi… Kanın metalik tadı ağzımı ekĢitti. O gün ise zihnimi… Bulandırdı. Bu iki karıĢım beni birkaç saniye susturdu. Kaldırımı izledim. O an dudaklarımdan çıkan sesi iĢittim. Anne diye bağırmam… Onun beni duymayıĢı… Sahi, anlatsam sözlerimi duyuramam in- sanlara. Ġnsanlar dinlemek istemez beni. Sahi, neden istemezsiniz ki? Oysa bir duysanız severdiniz beni. Önce kendimi sevmeli… Ne yapmalı öyleyse? Öyley- se yerden kalkmalı… Kanlı çenem ile kalktığımda nasıl o dermanı kendimde bulmuĢtum. Derman demiĢken, derdini söylemeyen derman bulamaz derler.

Derdimi söyledim. Peki, neden bulamadılar dermanımı? Bulmak… Kendimi bulmalıyım. Nerede mi? Okuduğum satırlarda mı? Yoksa yazdıklarımda mı? En önce kendime bir rota belirlemeli… Tabi üĢenmezsem. ÜĢenmek demiĢken pek- te üĢengecimdir aslında. Yoksa değil miyim? Bu da kendime çizdiğim karakte- rin bir özelliği mi? Ġlk baĢta düĢündüğüm Ģeyi unuttum. Hah, tamam hatırladım.

Kırmızı demiĢtim değil mi? Kanın çenemden boynuma akıĢının rahatsızlığı ile huysuzlandım. Islaklıktan nefret ederdim. Kandan da öyle… Midemin bulandı- ğını hissettim. Kokusu ve tadı baĢımı pencereden vuran güneĢ gibi çevirmiĢti.

Anne diye yeniden bağırdım. Bu sefer duymuĢtu beni. Yanıma kadar geçen süre o kadar uzundu ki yanıma gelene kadar yaĢlandığımı hissettim. Birkaç adımda yanımdaydı. Adımlarım pek de küçüktür. Gerçi bu önemli değil. Zihnimin içi dar olmasın yeterdi. Zihnimin içini bir araya toplamalıydım. Bir ara ne zamandı?

Bir araydı iĢte. Hallederiz dedim. ġimdiye kadar halledilmedik Ģey yok. Sonrada kendime kızdım. Halledilmedik çok Ģey vardı. Ne kadar çok diye sorma. Gökte- ki yıldızlar kadar derim. Gökteki yıldızlar kaç tanedir dersin. Fazla gelir sorular bana. Her Ģeyin fazlası zarardır dertler değil mi ama? Azı karar çoğu zarar diĢle-

MELİSA SÖZCÜ Bisiklet Bisiklet Bisiklet

ÖYKÜ

(13)

rime yoğun bir acı yayıldı düĢmemin etkisiyle biran bütün diĢlerimin ağzıma düĢtü- ğünü hissettim bir ağlama tutturdum. Titreklik çenemden baĢlayıp dizlerime doğru aktı adeta. Tıpkı çenemden akan kan gibi… Annem beni yerden kaldırdı. Ama dü- Ģen bedenim değildi ruhumdu. Beraber evin yolunu tutarken ben öndeydim o ise arkamda. Tam o sırada beni düĢüncelerimden çıkartan bisikletin küçük kornasın- dan gelen sesler ile kendime geldim. Gözlerimin önümde oturan kızın kırmızı üs- tünde takılıp kaldığını fark ettim. Kırmızının neden kafamın içini bu kadar karıĢtır- dığını anlamıĢtım. Ġyice inceledim sonra seslerin geldiği yöne döndüm. Oturduğum yerden cam gözüküyordu. Bahçede dolaĢıp çın çın diye bisikletlerini öttüren iki çocuk gördüm. Tam o sırada yere bisikletli çocuklardan birisi yere düĢtü. O çocuk- la aynı anda zihnimin içindeki kırmızı bisikletli kız da yerdeydi. O çocuk sanırım bendim. Hem de kıpkırmızı bir Ģekilde…

ÖYKÜ

(14)

B

enim doğduğum köyde kimse hastanede doğmazdı.

Yeri gelir tarlaların eline düĢer, kamyonun gürültü- süne karıĢırdı annenin çığlıkları, has- tane uzaktı, yol sapaydı Daday‟ın Kö- Ģeler Köyü‟nde. Ben de bir kamyon kasasında doğdum. Çocuklar maraz yüzlü, gözlerinde sözle, bahtı kunda- ğına sarılı doğardı. Derdi ki ninem

“UĢağın göbek bağı okula atılusa ga- fası, sanduğa atılusa gocası, ocağa atı- lusa yemeği olur.” ġarkılarda bile geç- meyen tılsımlı isimleri olurdu çocuk- ların: Kur‟anda geçen, dilden sürçen, istenmeyen, uydurulan, kaderli, kader- siz isimleri…

Benim doğduğum köyü eĢkıyalar basmazdı. Köy deyince illa eĢkıyası mı olmalıydı? Köyde basınca hayvanı bit, kene; bahçeyi ayrık otu; tarlayı da hınzır basardı elbet. KıĢın en çok de- demin takkesi kadar beyaz baĢları olurdu dağların. Çiçekleri acı, bıçak kadar keskin kokardı. Bazen o sert kayaların arasında bana mısın deme- yen semiz yeĢil kaĢları olurdu. Yara- dan susuz koymamıĢtı hiçbir köyü bil- diğim. Her köyün köpüklü, balıklı kı- Ģın küsüp, yazın barıĢan bir deresi olurdu. Toprak kabarır, kudurur, kılıfı- nı atıp doyururdu köylüyü.Çimler iki elin arasında öttürecek kadar büyük olduğunda, AyĢe kadınlar boy boy dizilip, kabaklar çiçeğini baĢına bağla- dığında baĢlardı bahar.

Hasat zamanı geldiğinde ise altın sarısı dolgun ekinler, dikenli, zayıf gövdeli kirenle, kuĢ burnuyla yarıĢır- dı, Ģen Ģakrak biçilip, çocukların da üstünde zıplamasıyla deste deste sıkıĢ- tırılırdı römorka. Patozlara atılıp çuval çuval buğdaylar bir tarafta bağlanır.

Diğer tarafta harman samanla taĢardı.

Hasılı harman biterken bahçeler dolu-

verirdi. Toprak en güzel gerdanlığını takardı bahçeler dolunca. Ġnsan hangi- sini yiyeceğine ĢaĢıverirdi oracıkta.

Mürdüm erikleri capcanlı renkleriyle göz kamaĢtırırdı, armutlar beni al der- cesine çatırdatırdı dalları. YeĢil Ģemsi- yeli çileklerin gelinlik kız gibi kızarır- dı yüzleri. En çok son baharda „güz mevsimi ölüm mevsimi‟ dediklerin- den kahırlı kahırlı eserdi rüzgar. Öl- müĢler rahmet istediğinden olacak ki yağmur coĢkuyla atılırdı toprağa.

Toprak, ölmüĢlerin canını çekermiĢçe- sine kiremit renkliydi.

Bizim köyde tarlamızın kenar dan- teli, ceviz ağaçları vardı kadrini bile- mediğimiz. Gölgesine sığınıp soludu- ğumuz, salıncağında sallandığımız, yüzlerimize reyhan kokusunun çarptı- ğı ulu ceviz ağaçları vardı. Gövdesine sarılıp en uca çıkmaya yarıĢırdı erkek- ler. Çetin ağaçtı ceviz ağacı. Öyle her erkek düĢüremezdi püslerini. Biz kız- lar sırık alırdık elimize. Çenemiz ka- dar, bileğimiz de kuvvetliydi. Topla- dığımız cevizin kılıfını atmasını bek- lerdik. Ġki üç gün sonra ceviz çatlar, kararır. Emeğimizin kınası olurdu eli- mizde. Bir tutardı ki hele ninelerin nasırlarında boğum boğum gezinirdi.

Ġnekler, bereket fıĢkıran bu topra- ğın vazgeçilmez sahipleriydi. Monto- fonu, holĢtaynı, simentali birbirinden değiĢik çeĢidi olurdu. HolĢtayna biraz zor rastlanırdı buralarda. Nazlı, bakı- mı zor bir hayvandı. Hayvanların en zor zamanı gebe olduklarındaydı.

Hayvanın karnındakini iyi korumalı, yemesine dikkat edilmeliydi. Hele bir de gece buzağılayacağı tutarsa eyvah!

O küçük burunlu, tatlı buzağı üĢür ya da kalkayım derken düĢünce dayana- maz ölürdü. Ġyisi mi gece kalkıp kont- rol edilmeliydi. Ha bunların arasında süsen olur muydu? Olurdu tabi. Bazı gâvur dediğimiz, kapıdan beslenilme- İLKNUR KURUHALİL

Nefes Alan Köyüm Nefes Alan Köyüm Nefes Alan Köyüm

ANI

(15)

yen iki üç koca boynuzlu düvenin dananın gözlerini kocaman açıp üs- tümüze yürüdüğü çok olmuĢtur.

Hayvana gidenler serin Asar‟ın su- yuna dayanamaz içine girer, balığını tutar, gemisini yüzdürür öyle döner- di köye.

Ağacında her türlüsü bulunurdu.

Gürgen, meĢe, çam… Çam ağacının kozalağı daha olgun değilken köy yoğurdunun içine atılırdı. KıĢın kö- mür nedir bilinmez, yerine kozalak yakılırdı. Ormana girmeden uzunca bir oluk karĢılardı bizi. Buz gibi ter- temiz suyu olurdu. Piknik yapmak için güzel bir yer seçilir. Sofra hazır oluncaya kadar kozalaklar toplanır, çuvallar oradan oraya taĢınırdı.

Yıldızların türküsü olurdu çatıla- rımızda. Dertli, dertsiz demez ko- nardı herkesin yüreğine. Anneler fedakârlıkla, ĢimĢir kaĢıklarla süs- lerdi tarhana çorbasını. Babaların bir gecede kıĢın beyazına bürünürdü saçları. Yazın gündüzünde kimse bulunmazdı evde. Çocuklar ya tarla- ya, hayvana ya da dedelerinin peĢin- de Kur‟an‟a giderdi.

Emeğin ne ise ona göre ekmeğin olurdu. ĠĢini bitirmeyince kimse sof- raya oturmaz, “ata” baĢlamayınca yemeğe baĢlanmazdı. Sofra ki Halil Ġbrahim Sofrası, türlü türlü katıklar, buharına sevdalandığımız ana ye- mekleri olurdu. Hele bir de misafir geldi mi iĢte o zaman banardık yuf- kayı köy tavuğunun yağlı suyuna.

Sohbet geceye değin sürerdi. Neler konuĢulmazdı ki o kısa bacaklı tah- tanın etrafında. Ġmamın sesinden Küflü Kız‟ın tavuğunun yumurtası- na kadar. Çaylar, ıhlamurlar bardak- ta durmaz olurdu. Zamansız gelirdi misafirler bizde. Öyle bir iki kiĢi de değil. Hatta ölmüĢlerini de getirir- lerdi beraberlerinde.

Yemekten sonra hep beraber sec- cadeler serilirdi evin hanımının çe- yizlerinin konulduğu, kapısı nerdey-

se hiç gıcırdamayan, anıların duvarına yas- landığı misafir odasına. Çocukların mızmız- landığı, yarına yapılacakların hatırlandığı bir saatte teker teker çocukların da baĢını okĢayarak vedalaĢılırdı ev sahipleriyle. Ve tabi misafirlerin ölmüĢleri de peĢlerinden…

Bazen de yatıya kalırdı misafirler. Ben en çok onları severdim. Bizim bile kırk yıl- da bir gördüğümüz bir hazine çıkarılırdı sandıktan. O elyaflı, yünlü, pamuk pamuk yaldız iĢlemeli atlas yorganlar, yastıklar mı dersiniz, yoksa naftalin kokulu, ay gibi çar- Ģaflar mı? Renkleri, Ģekilleri birbiriyle ne kadar uyumsuz olsa da çarĢaflar, yastıklar, yorganlar öyle bir uyku dansı yapardı ki misafirler için. Misafirlerin kalpleri bile çalıĢmak istemez, uyumaya can atardı. Mi- safirlerin odası hazırlanıp buyur edildikten sonra çıt çıkmazdı evde. Sabahleyin de mi- safirden önce kalkılır, onlar kullanmadan ayak yolu kullanılmazdı. Konuklar da gün içinde yapılan iĢlerde el ayak olur, acı tatlı günler geçirirdik beraber. Ve misafirler ta- dına vardıklarında köyün, evlerine “su gibi gidip, su gibi gelmeye‟‟ uğurlanırlardı.

Nineler kara yaĢmaklı, basma entarili, turunculu yeĢilli kuĢaklarıyla torun bakar.

Dedelerin her köĢesi ayrı dertli sekiz köĢe kasketleri olurdu. Oyalı yazmalı gelinler, kızlar türküleriyle bir o yana bir bu yana sallardı nazar boncuklu beĢikleri. Dantelle- rine, oyalarına, kilimlerine dokunurdu sev- daları. Bir günde alabora olurdu aĢkları.

Yanakları benekli kırmızı, kara kuru yapağı saçlı çocuklar burnunu çeke çeke binerdi özene bezene yonttukları kızaklara. ĠĢte o zaman kibritsiz de ısınırdı elleri ,bebeksiz de büyürdü gözleri. Köyde çocuk büyütül- mez büyürdü. Anası babası Ģehre göre ça- rıklıydı, cahildi. kabaydı, pisti, yol gösteren değil alandı, kaĢığın dibinden tutandı ama hayatın ta kendisiydi.

Uzuncası benim doğduğum yerdeki köy- lü, namaz çıkıĢı cami duvarına yaslanan, gökyüzüne sadece yağmur yağacak mı diye bakan, geçim sıkıntısına rağmen zamanın çınarına omuz atan ,ayakkabısının topuğuna basan ve bu yazıyı yazandı.

ANI

(16)

K

alktı. Doğruldu. Beli bükülmüĢtü. Sırtına saplanan ağrı yüzünün buruĢmasına sebep oldu. Tik tak tik tak… Duvardaki ahĢap saate takıldı gözü. Hızla fırladı yataktan. BaĢ dönmesine sebep olan iki büyülü kelime. Ġyi insanlar. Odadaki loĢ ıĢığın kaynağı. Siyah de- senli, tarçın kokulu bir mum. Ceketini ve cüzdanını aldı. Mumu üfleyerek odayı karan- lığa boğdu. Lila rengi örtünün kapladığı bir sehpa. Üzerindeki anahtarı aldı. Çat. Demir kapının sesi. Merdivenler üçer beĢer indi. Sokağa çıktı. Taze nefes ve zihin huzuru.

Mutluydu. Zihnini meĢgul eden tek bir düĢünce. Kitap. ArkadaĢının önerisi. Almak ar- zusuyla yanıp tutuĢtuğu öykü kitabı. Ġyi insanlar bulma uğruna verdiği mücadelenin yegane sonuçlarından en rahatsız edici olanı. Okuyana kadar rahat yok. KöĢe baĢındaki kitapçıya doğru ilerlerken adımlarını hızlandırdı. Ġyi insanlar bulmak ümidiyle çıktığı bu yol. Soğuk hava kulaklarına nüfuz ediyordu. UyuĢtu. UyuĢan zihni ya da kulakları. Be- lirsiz… Net olan tek Ģey vardı. Bu gece kitabı okuyacak olması. Mutluydu. Bu düĢünce suratında çarpık bir tebessüm belirmesine sebep oldu. Daha kitabı almadan kendini kap- tırmıĢtı. Bu pek bilindik bir kitap değildi. Ġnce kapağıyla tozlu raflarda alınmayı bekle- yen bir kitap. Belki de kliĢe. Bir nebze de olsa iyi insanların yerini söyleyecek bir bulgu.

Merak duygusu her yerini sarmıĢtı. Bu kadar yoğun yaĢadığı duyguların bir sebebi ol- malıydı. DüĢündü. ArkadaĢı kitabın hayatını değiĢtirdiğini düĢünmüĢtü ve ona anlatmıĢ- tı. Ġlk duyduğunda aklından geçen tek sözcük vardı. Mübalağa. Fakat ayrıntıları öğren- dikçe okuma dürtüsüne karĢı koyamamıĢtı. Yüksek bir korna sesi. Ardından sokaklarda yankılanan gıcırtılı fren sesi. Onu düĢüncelerinden ayıran iki etken iĢte bu seslerdi. Ken- disine doğru bağıran bir adam. Yağlı derisinin altında kızarık yüzü. Etrafa tükürük saçan öfke bombası. Bu adam kesinlikle iyi insanlardan değil diye düĢündü. ġoförden özür dileyerek karĢıya geçti. Kitapçıya adımını attı. Zil sesi. Kapının üstündeki çan. MüĢteri belirtisi. Bilgisayara bakan gözlüklü kadın. Pek umursamayan gözlerle süzüldüğünü fark etti. Kısa bir bakıĢma. Ġyi insanlar hala var mıydı? ġüpheli. Ardından kitaplara yö- neliĢ. Raflara tek tek göz atıyordu. Kaygan fayanslar. Cızırtılı lamba ve garip denecek kadar alakasız dekor. Yeni basılmıĢ kitap kokusu. Gözüne çarpmayan kitabın sebebiyet verdiği kalp çarpıntısı. Son rafa geldiğinde telaĢa kapıldı. Yok muydu? Bu saatte baĢka bir yere gitse çok uzun sürerdi. En yakın yerde bulamamak düĢüncesi. Derinlerden ge- len bir korku. Boncuk boncuk terlerin biriktiği alnını kolunun tersiyle sildi. Hızlı adım- larla tekrar dolaĢtı. Yoktu. Bir sürü kitabın yer aldığı raflarda aradığı kitap yoktu. Ne berbat bir his! Tarifi imkansız. Sakin olmalıydı. Kasaya yaklaĢarak kitabın depoda olma ihtimalini sordu. Kadın bakmaya gittiğinde ayakta dikiliyordu. Yerinde duramayacak kadar heyecanlıydı. Hiçbir yere kımıldayamayacak kadar da tedirgin. Vücudundan çeki- len bütün kan ayaklarına hücum etmiĢti. Ayakları beton gibi sertleĢerek yere çakılmıĢtı.

“Beyefendi duyuyor musunuz? !”. Kadının sesiyle irkildi. Elinde almak istediği kitabı tutuyordu. ĠĢte buydu. O an garip hisler beynini istila etmeye çalıĢıyordu. En azından kitapçıdan çıkana kadar hislere karĢı koyacak gücü kendinde buldu. Parayı ödeyerek kendini sokağa attı. Eve gitme fikri Ģimdi ona çok uzak geliyordu. Kitapçıdan çıkar çıkmaz kitabın arkasını okudu. Yürümeye baĢladığında aklında dolanan bir cümle onu sarsıyordu. Beynini ele geçirerek kanına karıĢan bir cümle. “Ġntihar etmeyeceksek içe- lim bari!” bu cümle arka planda tekrarlanırken çorbacının oradan döndü ve parka yönel- di. Çorbacı Nuri Bey. Küçümser bakıĢlarla her gün aynı yerden sokağı izleyen gözler.

Kibirli, para hırsının ele geçirdiği bir adam. Ġyi bir insan olmadığını bilmeyen yok. Ya kendisi? Onun hakkında ne düĢünüyorlardı acaba. Bir iĢe yaramayan hantal bir hiçlik yığını. Nereye? Gidiyordu. Ġstemsiz. Parka geldi. Bank. Soğuk havanın yüzeyine nakıĢ nakıĢ iĢlendiği ahĢap bank. Kahve rengi. Oturdu. Her yanı uyuĢmuĢtu. Kitaba daldı.

MELİKE AYŞE KARAÇAYLI

Ġyi Ġnsanlar Ġyi Atlar Ġyi Ġnsanlar Ġyi Atlar Ġyi Ġnsanlar Ġyi Atlar

ÖYKÜ

(17)

Aradan biraz geçmiĢ olacak. Yüzüne doğrulan fenerin ıĢığı ile gözlerini kırpıĢtırdı. Polis.

- “Bu saatte ne yapıyorsun burada?”

Cevabını kendisinin de bilmediği sorular. Sözcükler anlamını yitirmiĢti. Yabancı biri gibi donuk gözlerle bakıyordu etrafa. Zihninden geçen düĢünceler onu korkutuyor, hay- rete düĢüyordu. Ġlginç. Sanki duyuları yoktu ya da iĢlevini yitirmiĢlerdi. Saçma cümleler.

Kitabın etkisi altında kaldığı kesindi. Bir öykü okumuĢtu ve o andan itibaren hiçbir Ģey eski- si gibi olmayacaktı. Bunun bilince miydi? Ġyi insanlar da atlarına binip gitmiĢti. Bulanık zihinler. Aklına hücum eden düĢünceler. Anlamsız. Anlamlandırılamayan olasılıklar. Keskin bir kılıç gibi yüreğine inen nefret. Dünya kötülerle doluydu. DüĢünce seli beyninin kıvrımla- rından geçerken hiçbir Ģey yapamıyordu. Geriye bir tek kendisinin kaldığını düĢündü. Ġyi insan olarak. Sadece onun olması çok acı vericiydi. Sanki dünyada bir fazlalık gibiydi.

Amacı ve hiçbir iĢe katkısı olmayan bir fazlalık. Oksijen israfı, görüntü kirliliği. Bu düĢün- celerin derin etkisini saniyeler içinde her zerresine kadar hissederken ayağa kalktı. Polis me- murunun telsizinden cızırtılar geliyordu. YavaĢça eğilerek fısıldadı:

-İyi insanlar iyi atlara binip gitti.

ġimdi bir ölüyüm ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde.” Adam bıkkın gözlerle onu sü- züyordu. Telsize doğru eğilerek deli olabileceğini ve zararsız olduğunu söyleyerek uzaklaĢtı.

DüĢündü. Ġlk önce kendine baksa iyi edecek, bütün kötü insanlar gibi o da kalp kırmaya hiç çekinmiyor. Ġnsanların duyguları olduğunu unutanlar. Büyük bir fazlalık. Belki de polis me- muru haklıydı diye düĢündü. Deli . Zararsız . Bir o kadar da çılgın diye düĢündü. Yürüme- ye baĢladı. Kitabı elinde sıkı sıkı tutuyordu. Bir çocuk. yırtık pantolonu ve siyah beresiyle hızlı atılan adımlar. Yanına sokularak bağırdı: Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değiĢti. Çocuk onun yüzüne bile bakmadan hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Ardından avazı çıktığı kadar bağırdı. Bari sen iyi bir insan olsan ne olurdu sanki? Yine bir düĢünce hücumu. AlıĢıla gelmiĢ zihin meĢguliyeti. Bar. Gereksiz insan kalabalığı. Ses ve gürültü.

Korkunç baĢ ağrısı. KöĢedeki büfeye dalarak iki ĢiĢe aldı. Siyah poĢetle dıĢarı çıktığında kulakları kıpkırmızıydı. KapüĢonunu çekti. Kitabı daha sıkı kavradı. “Ġntihar etmeyeceksek içelim bari!”. Ġki adımda bir ĢiĢeyi dikiyor, ardından bağırarak aynı cümleyi tekrarlıyordu.

Issız sokaklarda dolanıyordu. AhĢap saat. Saat kaç? Burada olmak. Ne güzel his . Bulanık zihinlerin birliği. Yine delirdiği hissine kapıldı. PoĢetten diğer ĢiĢeyi de çıkararak açtı. Kal- dırımdan karĢı yola geçti. Son bir nara patlattı. “Ġntihar etmeyeceksek içelim bari!”. Sokak- tan gelip geçen çok az sayıdaki insanın garip bakıĢlarına aldırıĢ etmiyordu. Zaten çoğu kötü insanlardı ve onları fark etmiyordu bile. UyuĢmuĢtu. Bazıları da onu görmezden geliyordu.

Ayın aydınlattığı otobanda araç trafiği halen çok yoğundu. Sanki geçen arabalardaki insan- lardan hiçbiri onu fark etmiyordu. Bir an Ģeffaf olduğu hissine kapıldı. Bakanlar ardında ne olduğunu net bir Ģekilde görüyorken, kendisi hiçliğin ağır baskısı altında eziliyordu. ġiĢeyi tepesine dikerken ağzının kenarlarından akan soğuk sıvı yakasına doğru ilerliyor, oradan tiĢörtünde garip dalgalı izler bırakıyordu. Biten ĢiĢeyi bir kenara fırlattı. Kitabı diğer eline aldı. Ani bir hareketle kaldırımdan yola indi. Ġyi insanlar atlarına binip gitmiĢken benim da- ha fazla bu yerde kalabalık yapmama lüzum yok diye düĢündü. Bir saniyelik duraksamasın- da bugün yaptıkları aklına geldi. Net olmasa da bulanık fiiller zinciri. Hayatımın en güzel günü bugünmüĢ, yaĢayana kadar bilmiyordum diye düĢündü. Ġlk defa bugün mutlu ve özgür hissetmiĢti. Ve dünyanın kendisine ihtiyacı olmadığı gerçeğini de bugün kavramıĢtı. Yüzünü yalayan rüzgarın onu alıp götürmesinden korktu. Gereksiz vehmetmiĢti. Bütün düĢünceleri kovmak istercesine kafasını salladı. Ġyi insanlar atlarına binip gitmiĢken benim durmamın hiçbir anlamı yok diyerek kitaba sarıldı ve kendini yolun ortasına fırlattı. Zifiri karanlığa gömülen gecede sokakları bir korna sesi ve ardından gelen korkunç bir fren sesi aydınlat- mıĢtı. Etrafında koĢuĢturan insanlar ve arabalardan gelen göz alıcı ıĢık. Etrafında giderek büyüyen kan gölünün o iğrenç yapıĢkanlık hissi. Yüzüne garip denebilecek kadar korkunç bir tebessüm yerleĢmiĢti. Son nefesini verirken kendi kendine Ģu cümleyi fısıldamıĢtı:

“Hayatımı bir vehme kurban etmiĢim.”

ÖYKÜ

(18)

Her Ģey uçurumdu, zavallı kalbim, Yıldız yağmuru altında nasıl aldandın, Ay yüzün uçup giderken fikrimden, Bir tesadüftü ben gerçek sandım.

Aldığım her nefes teselli kokuyor,

Zeytuni gözlerin bana tereddütle nasıl bakıyor, Açtı sevda sözleri birden bire,

Sanki bana vefayı anlatıyor.

Bir umutla baĢlamıĢtı bizim bakıĢımız?

ġimdi gökyüzünden kayan bir yıldız, Dilek tutmak bile nafile,

Çareler tükendi, biz yine yalnızız.

Kimsesiz yenilgiyi kabullen artık, Yılmadan uçurumlara neden sığındık, Tek tesellimiz sevda sanırdık,

Tek tan vakti masum kalırdık.

Uçurumdan aĢağı düĢtü hayaller, Tutmak istesen de geri gelmez gidenler, Açan sevda sözleri gibi,

Uçurum kenarında kaldım nefessiz.

İSMET KÖSEOĞLU

Sevda Açan Sözler Sevda Açan Sözler Sevda Açan Sözler

ŞİİR

(19)

Y

azmasak deli olur muyuz, diye soruyorum kendime. Sonra her insa- nın biraz deli olduğu geliyor aklıma. Zaten deliliklerimizi yazmaz mıyız kağıda azizim? Hayallerimiz, anılarımız, fikirlerimiz hep bir delilikle baĢlamıyor mu? Gerçek deliler tımarhaneye kapatılan mı, tüm fikirlerini içine saklayan kendine bile yabancı bizler miyiz? O kadar çok soru var ki, düĢünürken bile deliriyorum. Bu delilikleri en yakınımıza bile anlatamıyor- ken gerçek dostumuz kağıt kalem oluveriyor. Tabi bunu söyleyince aklına

“Yazdıklarını her okuyan dostun mu?” sorusu gelebilir. Sor azizim sor. Ġçinde bir Ģey kalmasın.

Bu dünyada fikirleriyle, cevapsız sorularıyla yatan o kadar çok insan var ki; sen de onlara dahil olma. Belki dostum değil ama arkadaĢım. Ġnsanın kendini bile dinlemediği bu mecrada yazdıklarıma değer veriyor. Dostum olabilmesi için benim de onu tanımam gerek. Bu yüzden kağıda dostum, kaleme sırdaĢım diyo- rum. Onlara özeniyor, derdimi anlatıyor hatta bazen hatalarını ve sorunlarını dü- zeltiyorum. Her neyse, ben buraya nereden geldim? Hah, yazmasak deli olur mu- yuz, diyorduk. Ben okuma yazma bilip bu zamana kadar hiç yazı yazmamıĢ birini görmedim. Geriye sadece okuma yazma bilmeyen insanlar kalıyor. Yazmak, insanı rahatlatan bir eylem. Buna sen de itiraz edemezsin. Ama sadece bu rahatlatmaz insanı. Sanat yapan herkes bir nevi yazmıĢ olur. Herkes sanat yapar mı peki? AĢçı- nın sanatı yemekleri, mimarın sanatı yapılar, demircinin sanatı yaptığı iĢlemeler- dir… Yani sanatla uğraĢmayan bir tane insan yoktur. Belki yazmasak deli olmayız ama sanatla tüm deliliklerimizi anlatabiliriz. Küçüklüğümden beri günlük tutarım.

Her gün yazmam ama!

Bana göre yazmak deliliğimizi gösterebileceğimiz en iyi sanat. Normal Ģeyleri yazmak, yazma sanatına haksızlık olur. Önce içindeki deliliği bul. Sonra o kıvılcımı yazarak alevlendir ve yangına dönüĢtür. Ancak bir yangın bu hayatta iz bırakabilir. Haydi beraber yazalım ve birlikte bu kıvılcımı körükleyelim. Belki bir gün biz de yangın olup iz bırakabiliriz.

SUDENUR KAÇAR

Yazı ve Delilik Yazı ve Delilik Yazı ve Delilik

SOHBET

(20)

HapsolmuĢ, mahzun ruhum, üĢüyor efendim, Küllük bahçelerde soluyor gönül güllerim, Gül dikene katlandı diye güzel ise kokusu, Nereye varmalı insan, ne vakit biter korkusu?

Ölüm uzak değil, hep ensemde efendim,

Sen derdin o “ölüm” değil, ancak “düğün” gecemdir, Yarınlarımın hepsi nice düğünlere gebedir,

Semalar yarılsa, nur yağsa, telaĢım diner mi?

Dönse ellerim semaya, uzaktan bir ney sesi, Ġçim kir ve dıĢım sis, ağlasam geçer mi?

Gönlümde bir “sır” ruhumu sıkıĢtırır, Mahzun bu ruh, kurtuluĢa erer mi?

Dudaklarda zikirler, pes etme sakın ey beĢer!

Dizlerin üzerine çök ve Rabb‟ine seslen!

Dikenler arasında güller görmek gerek, Dönmek gerek, bilmek ve olmak gerek, Ġnsanı çok sevmek gerek!

Ah efendim, gece oldum, güneĢ oldum, Kâh toprak, akarsu ve deniz oldum,

Döndüm, dolaĢtım; nihayet kendimi buldum, Zordu elbet ama ne kutlu yoldu!

ġimdi sol göğsümde fırtınalar geçti, gitti, Tir tir titriyor ellerim, öldüm efendim, Nefesim kesiliyor, Rabb‟i görecek miyim?

Düğün gecemde, huzur kokulu, gül bahçelerine, Artık ben de girebilecek miyim?

FEYZA ÇAKIR

Kutlu Yolculuk Kutlu Yolculuk Kutlu Yolculuk

ŞİİR

(21)

1)Yazarlığı zevk olsun diye yapmanın, onu meslek edinmekten daha iyi bir yaĢam sağlayacağını bilmeli.

2)Edebiyat arenasında baĢarısızlığın baĢarıdan bin kat daha iyi olduğu kulağına küpe olmalı.

3) “Sanat için sanat” yapmanın, acısını bir malzemeyi iĢlemekten daha avantajlı olduğunu aklından çıkarmamalı.

4)Tercihen genç bir asilzade olmamalı.

5)Mutlaka akli melekeleri yerinde olmalı ve yazarlıkta deneyim edinmeli.

6)Çekingen olmamalı; önüne kâğıdı koyup, kalemi alıp, aklına geleni yazmalı, sonra dosyasını kapıp yayınevi yayınevi dolaĢmalı, kabul ettiremezse yılmayıp kendisi bastırmalı.

7)Kitapları basılan ve okunan bir yazar olmak için mutlaka okuryazar olmalı ve en azından arpa tanesi kadar yeteneği bulunmalı.

8)Dürüst olmalı; çalıntı bir Ģeyi özgünmüĢ gibi sunmamalı, aynı kitabı iki yayıne- vinden birden çıkarmamalı, yabancı kökenli bir Ģeyin yerli olduğunu savunmama- lı.

9)Gerçek yaĢamda olduğu gibi basılı sözcükler dünyasında da edepli davranmalı;

baĢkasının nasırına basmamalı, mendiline sümkürmemeli, tabağındakine el uzat- mamalı.

10)Yazmaya baĢlamadan önce bir tema seçmeli, Amerika‟yı ikinci kez keĢfetmiĢ ya da barutu ikinci kez bulmuĢ olmamak için, çiğnene çiğnene tadı kaçan sakıza dönmüĢ temalardan uzak durmalı.

11)Hayal gücünü özgür bırakmalı, ama eline hakim olmalı; ne kadar kısa ve öz yazarsa; o kadar sık ve zevkle basılacağını unutmamalı.

12)ġöhret peĢinde koĢmuyorsa ve dayak yemekten korkuyorsa takma ad kullanma- lı, ama asıl adını ve adresini yayınevine bildirmeyi ihmal etmemeli.

13)Ücreti kitap yayımladıktan sonra almalı, gelecekten yemek anlamına gelen avanstan kaçınmalı.

14)Aldığı parayı canı nereye isterse oraya harcamalı.

15)Son olarak, bu kuralları bir kez daha okumalı.

Kitap-lık,71.Sayı,Nisan 2004.

ANTON ÇEHOV

Yazar Olmanın Kuralları Yazar Olmanın Kuralları Yazar Olmanın Kuralları

SOHBET

(22)

G

ecenin ve soğuğun yaptığı meze ile üĢümüĢ ellerimi dudaklarıma yaklaĢtırdım ve boğuk nefesimi morar- mıĢ parmaklarıma doğru üfledim. Ha- vada dolaĢan nefesimin soluk buharı- nın havaya karıĢmasını keyifle izle- dim. Sanki bir Ģeyler tamamlanmıĢtı.

Kulaklarımı tırmalayan su sesini dinle- dim. Sonra yaklaĢık beĢ dakika önce- den takıntım yüzünden renklerine ve boylarına göre dizdiğim taĢlara gözle- rimi kaydırdım. Ġrili ufaklı bu taĢların eĢsiz soğuğu yalnızlığım ile birebir örtüĢüyordu. BakıĢlarımı toprak ze- minden çekip, gözlerimi yürüdüğüm boĢ yola doğru kaldırdım.

Yanımdan geçen esinti ile selam- laĢtım sonra. Ona nasıl hissettiğini sor- dum. Bir rüzgar zerresi bile hissedebi- liyorken ben nasıl oluyordu da hisse- demiyordum? Ay ıĢığının parlaklığı ve ardından bir yıldızın kayıĢı ile cevabı- mı çoktan almıĢtım. Saldırgan gece- nin bütün yaĢanmıĢlıklarımın üzerini örtmesine izin verdim. Çevremdeki ağaçların aralarında konuĢmalarına tanık oldum ve beni sevmediklerini öğrendim. Bu ilk değildi. Duydukla- rım karĢısında attığım kahkahamın boğuk yankısı tenimi ürpertti. Görü- yorduk ya, kendi yalnızlığım bile yal- nız kalmıĢtı. Adımladığım her sokakta, her adımımın bastığı yeri eskiten bir sürü insan olmuĢtu belki de. Belki de trilyonlarcası benim geçtiğim Ģu aciz toprak parçasına adımını saplamıĢtı.

Kim bilir hangi gülüĢler, hangi göz- yaĢları, hangi kahkahalar dökülmüĢtü bastığım toprağa? Kim bilir ne olmuĢ- tu da ben ve meçhul yalnızlığım buna tanık olamamıĢtık. Bu Ģehir, bu sokak- lar, bu bedenler, bu zihinler izin ver- memiĢti bize. Acılarımdan ve bunaltıcı

anılarımdan sıyrılıp, sıkıca topladı- ğım at kuyruğumu salık bıraktım.

Bu oldukça rahatlatıcıydı. Bu hissi hep severdim. Sanki tokanın bera- berinde bulanık zihnimdeki düĢün- celerimi de hapsoldukları yalnızlı- ğımın içinden serbest bırakmıĢtım.

Bu arsız Ģehir insanlarının sebep olduğu yalnızlığımın verdiği acıyı yutup, kalbimi teğet geçmesine izin verdikten sonra yanımdan iki insanın geçtiğini fark ettim ve bir anda tüm odak noktam o insanlar oldu. Yalnızlığım bu Ģehir insanla- rını görünce içinde ufak bir „ umut kıvılcımı „ yaktı. Beklentiler üzer, iyi bilirim buna rağmen o masum kıvılcımı söndürmedim. Onların tartıĢmalarına tanık oldum. ĠĢte bütün hayatım buydu. Her zaman olaylara tanık oluyordum fakat asla baĢrol olamıyordum. Olayın içinde yer alamıyordum. Asla yaĢamıyor- dum, yaĢayamıyordum, yaĢatamı- yordum. Hissizliğim bu yüzdendir ve hissizliğimin acı mezesi de yal- nızlığımdır. Ben ve yalnızlığım hep izleyen ve bir Ģeylere dıĢından bakan olmaya mahkumduk. Bir tren gelirdi hayatın içinden ve biz ona bakardık, yaklaĢırdı önümüze ama asla binemezdik. Yanılıyorum aslında, bazen yalnızlığım beni terk edip giderdi o trenle. Elveda demeden, camından beni izlemden.

Son kez bakmadan bana, ismimi ağzına almadan, acımı kalbinde hissetmeden giderdi yalnızlığım.

Ve ben, ve ben yolcuları izler ve içimden onlara hoĢ çakalın derdim,

“hoĢ çakalın”. Umarım hoĢça kala- bilirsiniz. Yalnızlığıma iyi bakın çünkü ben ondan ibarettim bu yüz- dendir yarım kalmıĢlığım.

Bu hatıraların verdiği tatsız acı- yı zorla da olsa bastırdım. Ve tartı- Ģan insanlara baktım. Muhtemelen ZEYNEP İREM ÇERKEŞLİ

ÇürümüĢ Çiçek Mezarlığı ÇürümüĢ Çiçek Mezarlığı ÇürümüĢ Çiçek Mezarlığı

ÖYKÜ

(23)

ikisi de bir zamanlar birbirlerini sevmiĢlerdi. Bunu ellerindeki yüzüklere hem de gözlerindeki ifadelere bakarak anlaması zor olmamalıydı. Fakat sonra bir Ģey ol- muĢtu. Tıpkı Ģu anda ki gibi. Sonra bir Ģey oldu. Adam sert bir hamle ile kadını itti.

Kadın sanki bir yavaĢ çekimdeymiĢçesine ve çektiği ıstırabın bitiĢine bir gülüĢ ar- mağan edercesine göz kapaklarını sonsuzluğa yumdu. Gözlerini kapatmadan önce yıldızlar ile bakıĢtığına yemin edebilirdim.

Peki, yanında duran adam? O ne yaptı? Kadını öylece derin bir uykuya dalmıĢ vaziyette bıraktı ve GĠTTĠ. Kadının koyu kızıl saçlarıyla yarıĢacak derecede kırmı- zının çok güzel bir tonu - kırmızının kan tonu – kadının baĢının etrafında hızla ya- yılmaya baĢladı. Çocukluğumda en sevdiğim Ģekerin rengindendi. Yalnızlığım ve ben bir süre o kırmızı, yoğun ve parlak görünen sıvıyı izledik. Ta ki ayaklarımızın altına gelinceye dek. Sonra ben gözerimi adama çevirdim. Adam, sanki beni hiç görmemiĢ gibiydi. Varlığımı hiç hissetmemiĢ, bakıĢlarıma hiç denk gelmemiĢ gi- biydi. O uzaklaĢırken ayakkabıların su birikintilerinde çıkarttığı sesi bir Ģarkıya benzettim ve kendimce mırıldandım. Adam gittikten sonra hikaye bitmiĢti. Sevgi öldürücüydü. Bunu en baĢından beri biliyordum. Bu yüzden sevgi ile bir türlü yolla- rımız rast gelmemiĢti. Hiç konuĢmamıĢtık. Onu gördüğümde yerde uzaklaĢırdım.

Çünkü o beni sevmezdi. Gençken boĢ Ģehrin loĢ sokaklarında gezinirken fısıldamıĢ- tı kulaklarıma, sevgisizliğini.

DüĢüncelerim kendimden çekilince adam ve kadının bitmiĢ hikayelerini düĢün- düm ve boğazımdaki sancılı düğümü hissettim hikaye bitince. Ben yaĢarken – yaĢa- dığımı sanırken – o hiç beni yalnız bırakmamıĢtı. Yalnızlığım, boğazımdaki düğüm ve ben. Biz böyleydik. Dediğim gibi o hep oradaydı. Ne kadar yutkunsam da geç- mezdi. Sanki bana hatırlatmak istedikleri vardı. Bunu defalarca Ģehrimin sokak lam- balarına sormuĢtum. ġehrin ıssız kaldırımlarına sormuĢtum. Kendime sormuĢtum.

Asla bir yanıt alamamıĢtım. Sorularım ve ben, yalnızlığım ve ben, acılarım ve anıla- rım, darmadağın, sefil bir ben. Belki bu yalnızlığım ezilmiĢ yaĢanmıĢlarımın üzeri- ne bir perde çeker ve diner. Belki bu ıssız sokaklar bir gün benim için aydınlanır.

Belki sarf ettiğim onca söz bir gün bir gün birisinin kalbine de teğet geçer, yaĢamı- na dokunur. Belki bir gün anılarım anılarımız olur. Belki bir gün baĢrol olur, kimse- siz hayatımın içinden “bir kimse” çıkartırım. Belki bir gün gün batarken ben ken- dim olurum, ben biz olurum, ben siz olurum, ben onlar olurum. Belki bir gün yal- nızlığıma bir göz yaĢı döker, son sözlerimi söyler, belki bir gün ben KALABALIK olurum.

… gözlerimi kapatsam,

gitsem uzak yerlerin soluk sahillerine.

denizle bakıĢsam mesela; tuzunu dilimde

kokusunu burnumda, acısını gözkapaklarımda, boğazımdaki düğümde hissetsem.

öyle bir hissiyat olsa ki, gözyaĢlarımın yüzümü boyamasına izin versem.

sonra yine, yine gözlerimi kapatsam, denizimin dalgası alsa beni

gözyaĢımın tuzu, denizimin tuzuna karıĢsa, öpsem denizdeki deniz kabuklarını;

yüreğimden, yüreklerine.

gözlerimi kapatsam, yok olsam hiç olmamıĢ gibi

kimsenin bilmediği yaldızlı sahillere…

ÖYKÜ

(24)

MUSTAFA EREN ŞİRİN

Ay’ın Yeni Tahtı Ay’ın Yeni Tahtı Ay’ın Yeni Tahtı

Bucaksız bir karanlıktan yıldızları süzerdin.

Fikirler mezarıdır, yüzündeki gamzelerin.

Alevle dağlanmıĢ nursun lakin karayla perçin.

Gece siyahtır, renkler seni kıskandığı için.

Geceleri aleve vermek tatmin etmedi mi?

Bütün Mecnun‟a gökte Leyla olmak yetmedi mi?

Yerden seni görmeğe kalkardı berzah alemi.

Gece siyahtır, renkler seni kıskandığı için.

Kaldı mı, baĢka gökte deniz kızını oynayan?

Zaman seni yitirmiĢ, sen yukarda ufukta kan.

Ne anlarsın bu kızın gözlerinde dolanmaktan?

Gece siyahtır, renkler seni kıskandığı için.

Gökteki tahtını değiĢtiğin bir çift kara göz.

Gözler çukur, içine düĢmüĢ evren sema ve söz.

Gözler alev, kara alevler dibindeyse ak köz.

Gece siyahtır renkler seni kıskandığı için.

ABDULLAH YAĞIZ-ANTON ÇEHOV-DĠLBER MATUR-ELA NUR TABAKLI-FEYZA ÇAKIR HATĠCE YANIK-ĠLKNUR KURUHALĠL-ĠSMET KÖSEOĞLU-KEFSER NUR TEPELĠ MELĠKE AYġE KARAÇAYLI-MELĠSA SÖZCÜ-MERVE ZAYIF-MUHAMMED FURKAN ARIK

MUSTAFA EREN ġĠRĠN-MUSTAFA KAMĠL SEYĠTHANOĞLU -SEZAĠ KARAKOÇ SUDENUR KAÇAR-ZEYNEP ĠREM ÇERKEġLĠ

Referanslar

Benzer Belgeler

Yapılan incelemeler sonucunda bu enfeksiyondan sorumlu parazitlerin Postharmostomum gallinum (Witenberg, 1923), Raillietina cesticillus (Molin, 1858), Capillaria anatis

Bebek kıyılarına balık tutmaya giderdim, Boğaz gibi kıpır kıpır olurdu içiniz.. Şimdiyse deniz meniz göresim yok, Anmıyorum

Zayıf asidik veya nötr ortamda boyayan asit boyarmaddeleri ile düzgün boyama kolay olduğu için kumaş boyamada tavsiye edilir. 10- Yünden farklı olarak, ipek, kuvvetli asidik

14 Nisan 2020 tarihli Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda, Denetim Komitesi’nin önerisi ve Yönetim Kurulu’nun tavsiye kararı doğrultusunda, 6102 sayılı Türk

[r]

Atanan hakim ve sav- cıların yerine ise; Artvin Cumhuriyet Savcısı Ümit Uzun Milas Cumhuriyet Savcılığına, Artvin Hakimi Merve Kontrat Uzun Milas

Yıl Anadolu Lisesi.. Sınav Salon Listeleri

[r]