• Sonuç bulunamadı

AKVAM Politika Notu AKVAM PN 2/ KORONAVİRÜS- MÜCBİR SEBEP SÖZLEŞMELERE ETKİSİ EYLEM ÜLGEN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AKVAM Politika Notu AKVAM PN 2/ KORONAVİRÜS- MÜCBİR SEBEP SÖZLEŞMELERE ETKİSİ EYLEM ÜLGEN"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KORONAVİRÜS- MÜCBİR SEBEP – SÖZLEŞMELERE ETKİSİ

EYLEM ÜLGEN

Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde pandemi (salgın) ilan edilen ve 19 Nisan 2020 tarihi itibariyle dünyada 2.377.437 kişide görülen, toplam 163.989 kişinin ölümüne yol açan yeni tip korona virüs (Covid-19) salgınının yaşamın her alanını etkilediği gibi hukuki ilişkileri de etkilemektedir.

Mücbir sebep hukuk sözlüğünde, zorlayıcı nedenler, önceden göz önüne alınmasına ve bunun sonucu olarak ortadan kaldırılmasına olanak bulunmayan ve dış bir etkiden ileri gelen olaylar olarak tanımlanmaktadır. Mücbir sebep, (i) önceden öngörülemeyen, (ii) tarafların kontrolü dışında meydana gelen, (iii) ifa güçlüğü oluşturan ve (iv) bu nedenle taraflara sözleşmeyi feshetme, kısmen veya tamamen ifadan kaçınma, askıya alma veya ifa için ek süre talebi öne sürme gibi çeşitli haklar tanıyan sebeptir.

Covid-19 salgınını, objektif olarak mücbir sebep kabul edilebilirse de, her somut olay bakımından salgının tek başına mücbir sebep sayılacağı hükmüne varmak olanaklı değildir.

Mücbir sebep iddiasında bulunan sözleşme tarafı bakımından, edimin ifası ile salgın hastalık arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının ortaya konulması gerekecektir. İlliyet bağı, borçlunun, Covid-19 salgın hastalık sebebiyle veya bu gerekçe ile alınan tedbirler nedeniyle borcunu ifa etmesinin imkansız hale

gelmesini ifade eder. Bu bağlamda, Covid- 19 salgının mücbir sebep teşkil edip etmediği her somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir.

Salgın hastalık objektif olarak mücbir sebep teşkil etmekle birlikte, sözleşme ile üstlenilen her bir yükümlülüğe etkisi farklı olabilir.

Sözleşme Hukukunun en önemli ilkesi olan sözleşmeye bağlılık esas olmakla birlikte, sözleşmesinin kurulmasından sonra ortaya çıkan değişiklikler sözleşmenin ifasını o derece katlanılmaz kılabilir ki, değişiklik aleyhine gerçekleşmiş ve bu nedenle aşırı ifa güçlüğüne düşmüş tarafa sözleşmenin aynen ifasında ısrarcı olmak, yargı kararıyla dayatmak hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabilir.

Sözleşmeye bağlılık ilkesi, sözleşme hukukunda “irade özerkliği” nin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sözleşme özgürlüğü ilkesi Anayasa m.48, TBK m26 ve m.27/1 gereği düzenlenmiştir.

Sözleşmeye bağlılık ilkesine göre, sözleşme tarafları özgür iradeleri ile kurdukları sözleşmede kararlaştırdıkları hükümlere uymakla yükümlüdür. Bu noktada, başta özerk irade ile kurulan ve adaletli olan sözleşmenin, sonradan adaletsiz hale gelmesi durumunda değişikliklere uygun hale getirilmesi gerekecektir. Bu bağlamda “sözleşmeye bağlılık”, “sözleşme adaleti”, “sözleşmesel dayanışma”, “hakkın kötüye kullanım

(2)

yasağı”, “dürüstlük kuralı” gibi ilkelerle birlikte değerlendirilmelidir.

Sözleşmeye bağlılık ilkesi ile sözleşme adaleti ilkesinin uzlaştırılması gerekmektedir. Sözleşmenin bir taraf için aşırı derecede adaletsiz bir hal alması karşısında sözleşmeye bağlılık ilkesi gerekçesi, hakkın kötüye kullanımı yasağına aykırılık olmayacak mıdır? Bu ilke arasındaki çatışma, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ile giderilmelidir. Hiç ifa edilmeyen bir sözleşmeden ise uyarlama sonucu ifa edilen sözleşmenin ekonomik olarak da işlevsel olduğu açıktır.

Hukuk dünyasında sona ermedikçe, sözleşme; yaşayan, ayakta duran, varlığını sürdüren hüküm ve sonuçlarını doğuran bir hukuki işlemdir. Yaşayan hukuki işlem olan sözleşmeye, yaşamın getirdiği değişiklikleri uygulamak bir gereklilik olup, hukuki işlemi ayakta tutmanın da yoludur.

Sözleşmenin varlık amacını, sözleşmeden beklenen yararı ortadan kaldıran, adalete aykırı sonuçlar doğuracak nitelikteki değişikliklerin, salt irade özerkliği ve sözleşmeye bağlılık ilkesi uğruna görmezden gelinmesinin sözleşmeyi ayakta tutma prensibiyle de çatışacağı açıktır.

Uyarlama, “Edimler arası dengenin bozulması”, “edim ve karşı edim arasındaki değişim nedeniyle değişen durumların etkisi”, “Amacın boşa çıkması”, “aşırı ifa güçlüğü” gibi

Gerekçelere dayandırılabilecektir.

Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması konusunda Hukukumuzda farklı terimlerin kullanılmakta olduğunu görüyoruz. “İşlem temelinin çökmesi”, beklenmezlik”, “beklenmeyen hal”,

“fevkalade hal” gibi. İşlem temelinin çökmesinde, ifanın imkansızlığı değil; aşırı derecede güçleşmesinden bahsedilir. Oysa imkansızlıkta ifanın mümkün olmaması hali sözkonusu olacaktır.

Mücbir sebep ve işlem temelinin çökmesi hallerinde, sonradan meydana gelen değişikliklerin sözleşmenin kurulması aşamasında öngörülmesi mümkün değildir.

Mücbir sebep, borcun geçici olarak veya sürekli imkansızlığına yol açarken işlem temelinin çökmesi halinde edimin ifası mümkündür. Mücbir sebep bazı durumlarda sadece borcun zamanında ödenmesine engel olur. Bu durumda borçlu gecikmeden sorumlu tutulamayacaktır ancak ifası mümkün olan borcu mücbir sebebin ortadan kalkması ile ifaya yükümlü olacaktır.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu m.136 ila m.138 “İfa imkansızlığı” hallerini düzenlemiştir. Genel olarak ifa imkansızlığı m.136/1 ‘de :”Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa, borç sona erer.”

olarak hüküm altına alınmıştır. Bu madde kapsamında, borçlunun kusuru olmadan ifanın imkansız hale gelmesi mücbir sebepten kaynaklanabilir. İfa borçlu tarafından değil de bir başkası tarafından ifa edilebilecek halde ise imkansızlıktan söz edilemez.

(3)

TBK m.136 ‘da düzenlenen ve borçlunun sorumluluğunu gerektirmeyen sonraki imkansızlık halinin tek sonucu sözleşmenin sona ermesidir. Sona eren sözleşmenin uyarlanmasından bahsedilemeyeceği açıktır. Oysa ki, aşırı ifa güçlüğünde amaç sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması ve sözleşmenin ayakta tutulmaya çalışılmasıdır. O halde mücbir sebep hallerinde sözleşmenin ayakta kalması amaçlanıyorsa hangi yol izlenmelidir?

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun “Aşırı ifa güçlüğü” kenar başlıklı m.138 :

“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir.

Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

Buna göre, uyarlama için imkansızlık gerekmez; borçludan kaynaklanmayan nedenlerle edimin ifasının borçludan istenmesinin dürüstlük kuralına aykırı düşecek derecede değişmesi koşulu uyarlama için yeterli sayılmıştır.

Uyarlamaya ilişkin benzer yasal düzenlemeler de bulunmaktadır. Türk Borçlar Kanunu m.480 ‘de eser sözleşmesinde başlangıçta taraflarca öngörülemeyen durumların, eserin yapılmasına engel olması veya aşırı derecede güçleştirmesi halinde hakimden sözleşmenin uyarlanmasının talep edilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Aynı şekilde Türk Medeni Kanun m.331

‘de nafakanın uyarlanması düzenlemesi ile boşanmada tazminat ve nafakanın uyarlanmasına ilişkin m.176/4 düzenlemesi bulunmaktadır.

TBK m.138 ‘de dürüstlük kuralına atıf yapılmıştır. Borçlunun kusurundan kaynaklanmayan, taraflarca öngörülemez bir durumunun sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkması halinde sözleşmenin uyarlanmasına karar verilirken dürüstlük kuralını düzenleyen TMK m.2’nin de dikkate alınması gerekir.

Yüksek Yargı Kararlarına göre; sözleşme taraflarından birinin hakimden sözleşmenin uyarlanması talebinde bulunabilmesi için gerekli şartlar aşağıdaki gibidir:

1) Sözleşmenin kurulmasından, tarafların edimleri arasındaki dengenin, borçluya yüklenemeyecek nedenlerle, aşırı ölçüde bozulmuş olmalıdır. Aşırı ifa güçlüğü, sözleşme kurulduğu sırada bulunmamalıdır. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün, mutlaka borçlunun ekonomik olarak mahvına veya ağır zararına yol açacak olması gerekmez. Maddede,

“kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir" olması yeterli görülmüştür.

2) Edimler arasında sonradan dengenin bozulması, sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de

(4)

beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi)

olağanüstü bir durumdan

kaynaklanmalıdır. Bu husus da

“Emprevizyon” olarak ifade edilebilir.

Maddede her ne kadar "taraflarca öngörülmeyen" denmişse de, olağanüstü olgunun sözleşme kurulurken sadece aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf açısından öngörülemez olması yeterli sayılmalıdır.

Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için

"öngörülmesi beklenemez" olmalıdır.

Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138.

maddeden yararlanamayacaktır.

3) Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.

4) Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır.

Kural olarak ifada bulunduktan sonra aşırı ifa güçlüğünden söz ederek uyarlama veya sözleşmeden dönme yollarına başvurulamaz. Ancak, borçlu aşırı ifa güçlüğünden doğan haklarını saklı tutarak ifada bulunmuşsa, ifadan sonra da bu haklarını kullanabilecektir. Bu takdirde, uyarlamanın sonucuna göre veya sözleşmeden dönme halinde, ifa etmiş bulunduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre kısmen veya tamamen geri isteyebilecektir.

Uyarlama edim yükümünün azaltılması şeklinde olabileceği gibi karşı edimin arttırılması şeklinde de yapılabilir. Yine vadelerin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi Hakimin uygun bulacağı her şekilde sözleşmenin uyarlanması mümkündür.

Yüksek Yargı kararlarında Hakimin, davacının talebinde öngörmediği bir tarzda uyarlama yapabileceği belirtilmektedir. Bu

haliyle, uyarlama davasında hakimin vereceği kararın Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.26 gereği taleple bağlılık ilkesinin istisnası olduğu söylenebilir.

Ancak borç uyarlamaya uygun değilse veya ifa güçlüğünü katlanır kılacak herhangi bir uyarlama bu kez karşı taraf açısından katlanması beklenilmez bir durum yaratıyorsa, borçlu ancak bu şartla sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir. Öte yandan, maddenin son fıkrasında aynen; "Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

hükmü getirilmiştir. Böylece dövize endeksli borçlanmalarda da bu madde hükmünün uygulanacağı tereddütten uzak kabul edilmiştir.

Yargıtay 13.HD., 2014/13619E., 2015/5060K. Sayılı ilamında dövizle kredi kullanan davacının kur artışı karşısında sözleşmenin uyarlanması talebi konusunda, ülkemizde ekonomik krizlerin vuku bulduğu ve dövizle borçlanmanın risk taşıdığı olgusunun toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bilindiği, kur artışının sözleşmenin kurulması sırasında taraflarca öngörülemez bir olgu olmadığı, işlem temelinin çökmesinden söz edilemeyeceğinden bahisle uyarlama koşullarının bulunmadığı belirtilmiştir.

Aynı yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2014/1614E., 2014/900K.

Sayılı ilamında öngörülemezlik, aşırı ifa güçlüğü ve uyarlamaya ilişkin prensipler irdelenmiştir.

“…Bu noktada, kurulmuş bir sözleşmede sonradan ortaya çıkan bazı olgular nedeniyle değişiklik yapılabilmesi, bugün çağdaş tüm hukuk sistemlerinde kabul edilen, beklenmeyen hal (Emprevizyon) veya Clausula Rebus Sic Stantibus Kuramının koşullarının gerçekleşmiş

(5)

olması halinde mümkün görülmektedir. Bu kuramın, borçlunun şartları ne olursa olsun mutlaka akde sadık kalmasını zorunlu gören, bir bakıma artık eskimiş olarak nitelendirilebilecek Ahde Vefa veya Pacta Sunt Servanda Kuramını sınırlamak için konulduğu benimsenmektedir.

Beklenmeyen hal (Emprevizyon) kuramı, şöyle açıklanmaktadır: “Akit yapıldığı sırada mevcut bulunan şartlar önemli surette değişmişse taraflar akitle bağlı olmamalıdır. Buna “Clausula Rebus Sic Stantibus” (Beklenmeyen Hal Şartı) denmektedir. Bu görüş öğretide

“Emprevizyon Teorisi” adıyla anılmaktadır. Öğretide, sözleşmenin, yapıldığı andaki durumun değişmeyeceği şeklindeki bir zımni kabul ile yapıldığı, aynen uygulanmasının taraflarca bu zımni şarta bağlı tutulduğu varsayılmaktadır (Tekinay /Akman/ Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7. Bası İst.1993. s.1005).

Akitlerin ifasını şartların değişmemesine bağlayan (Clasula Rebus Sic Stantibus) fikri gerçeğe tam olarak uygun değilse de, ahde vefa prensibine kesin ve sıkı sıkıya bağlılığında her zaman adil olmadığı görülmektedir. Bugün İsviçre-Türk Hukukunda çoğunlukla dayanılan esas, uyuşmazlıklara dürüstlük kuralı uyarınca çözüm bulunmasıdır (Prof. Dr. Kemal Oğuzman, Borçlar Hukuku Dersleri, Cilt 1, 4. Bası, İst.1987, s.123; Prof. Dr. Rona Serozan, Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme 3.

Cilt, İst. 1994, s.164; İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ank.1987, S.112, Prof. Dr. Haluk Burcuoğlu, Hukukta Beklenmeyen Hal ve Uyarlama, İst.1995 S.4. İsviçre Hukuku için Bkz. Eugen Bucher, Schweizer Isch’es Obligationenrecbt Allgemeiner Teil, 2.

Bası, Zürich 1988, s. 385 vd. Henri Deschenaux, Le Titre Preliminaire Du Code Civil, Fribourg 1969, S.183).

Mukayeseli Hukuk açısından konu irdelediğinde; Alman Hukukunda Beklenmeyen Hal veya Clausula Rebus Sic Stantibus kuramının daha da somutlaştırılarak kabul edildiği ve İşlem Temelinin Çökmesi Kuramı olarak adlandırılan bir kuramın geliştirildiği görülmektedir. Buna göre, sözleşmenin temelini teşkil eden, kendisi üzerine anlaşmanın dayandığı ve karşılıklı edimlerin tayin olunduğu edim ve karşı edim arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez, katlanılamaz biçimde bozulduğu hallerde, işlem temelinin çökmesi söz konusu olacaktır (Bkz. Jozef Esser/Elke Schmidt, Schuldrecht, Band 1, Allgemeiner Teil, Heidelberg 1984 s.330 vd, Serozon age.s.164 vd).

…Türk hukukunda, mehaz kanundaki uygulamalar doğrultusunda, M.K.nun 2.

maddesinden de esinlenilerek, hem Clausula Rebus Sic Stantibus ilkesi, hem de İşlem Temelinin çökmesi kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlanma davalarının görülebilir olduğu benimsenmiştir. İşlem Temelinin Çökmesi kavramının uygulanabilmesi için, sonradan meydana gelen değişikliklerin önceden teşhis ve tahmin edilememiş olması gerekir (Bkz. Prof Dr. Kemal Tahir Gürsoy, Hususi Hukukta Clausula Rebus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi 1950 s.59-60).

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun “Aşırı İfa Güçlüğü” başlıklı 138. maddesinde, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı

(6)

tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir.

Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

İşlem Temelinin Çökmesi ilkesinin somut olaya ne şekilde uygulanacağı hususu da irdelenmelidir. Yukarıda anıldığı gibi, uyarlama kurallarının uygulanması için öngörülmez bir dış olayın meydana gelmesi gerekir.

Bilindiği gibi, Türkiye Ekonomisinin alınan tedbirlere rağmen istikrarlı bir duruma gelmediği bilinen bir gerçektir.

….Ülkemizde 1958 yılından beri devalüasyonlar ilan edilmekte sık sık para ayarlamaları yapılmakta, Türk parasının değeri dolar ve diğer yabancı paralar karşısında düşürülmektedir. Ülkemizdeki istikrarsız ekonomik durum davacı tarafından tahmin olunabilecek bir keyfiyettir. Somut olayda uyarlamanın koşullarından olan öngörülmezlik unsuru oluşmamıştır.”

Yüksek Mahkeme kararları, işlem temelinin çökmesi sonucu ifa güçlüğü hallerinde hakimin sözleşmeye müdahalesi ile sözleşmenin uyarlanmasının mümkün olduğuna işaret etmektedir.

Sonuç olarak, Covid-19 salgın hastalığın, sözleşmelere ve/veya sözleşmedeki her bir edime etkisi ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Salgın hastalık objektif olarak mücbir sebep sayılmakla birlikte, her somut olayın özelliğine göre aşırı ifa güçlüğü teşkil edebileceği gibi ifa imkansızlığı sonucunu da doğurabilir. Kimi sözleşmeler bakımından salgın, TBK m.136 gereği borcun ifasını imkansız hale getiren mücbir

sebep teşkil edebilecekken, kimi edim veya sözleşmeler yönünden ise aşırı ifa güçlüğü sayılarak sözleşmenin uyarlanması yolu benimsenecektir. Kira sözleşmesi gibi sürekli borç ilişkisi doğuran sözleşmelerde, taraf/ların iradelerinin sözleşmenin ayakta kalması yönünde olması halinde TBK m.138 gereği aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanması, taraf iradelerine uygun sonuçlar verecektir.

KAYNAKÇA

Eren F., Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, Ankara, Yetkin Yayınları, 2014

Baysal B., Sözleşmenin Uyarlanması, İstanbul 2009, 12 Levha

Kostakoğlu, C., İçtihatlı İnşaat Hukuku ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri, ,Ekim 2000 İstanbul, Beta Yayınları

Yargıtay Kaynakları : Corpus İçtihat Programı Kazancı İçtihat Programı

İnternet Kaynakları : Adalet Bakanlığı Hukuk Sözlüğü :

http://sozluk.adalet.gov.tr/K/%C4%B0smail%20%

C4%B0lker%20G%C3%96KSAL

Referanslar

Benzer Belgeler

- 65 yaşını doldurmuş olması veya kronik rahatsızlığı bulunması nedeniyle sokağa çıkma yasağı kapsamına giren gerçek kişi işverenlerin/sigortalıların mücbir

KİH’ler, işsizlik sigorta fonları, sosyal koruma sistemleri, özel istihdam büroları ve eğitim hizmetleri dahil olmak üzere, diğer devlet kurumları ve uzman hizmet

18/2/2017 tarih 29983 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Muhtasar ve Prim Hizmet Beyannamesi Genel Tebliğinin (Sıra No:1) 8 inci maddesine göre muhtasar ve prim

a) Kayos, uzaktan kontrole ilişkin gerekçeleri, bilgi ve belge ile tespit ederek, ilgili.. müteşebbis dosyasında F.05.01 Uzaktan Kontrol ve Sertifikasyon Hizmeti

Ancak, mükellefin vergi dairesi kayıtlarındaki ana faaliyet kodu belirlenen sektörler arasında bulunmamasına rağmen ana faaliyet alanı olarak bu sektörlerden herhangi

Demir veya çelik granül ve demir tozu üretilmesi, çelikten/demirden yapılmış tüp, boru, içi boş profiller ve ilgili bağlantı parçalarının imalatı

Bu defa yayımlanan 524 no.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile de Koronavirüs (COVID-19) salgınına ilişkin olarak İçişleri Bakanlığınca alınan tedbirler kapsamında

Mücbir sebep halinde oldukları kabul edilen mükelleflerle aynı sektörlerde faaliyet gösteren ve Covid-19 salgınından ve bu kapsamda alınan tedbirlerden doğrudan veya