• Sonuç bulunamadı

Ünite 7. - Ege Dünyasının Coğrafyası - Ege Adının Kökeni - Ege nin Dünyasının Prehistoryası - Girit Uygarlığı - Akhalar (Mikenler) - Dorlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ünite 7. - Ege Dünyasının Coğrafyası - Ege Adının Kökeni - Ege nin Dünyasının Prehistoryası - Girit Uygarlığı - Akhalar (Mikenler) - Dorlar"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

Ünite 7

- Ege Dünyasının Coğrafyası - Ege Adının Kökeni

- Ege’nin Dünyasının Prehistoryası - Girit Uygarlığı

- Akhalar (Mikenler) - Dorlar

EGE DÜNYASININ COĞRAFYASI

Eskiçağ’da Ege dünyası, Ege Denizi’nin çevresinde meydana gelen siyasi, sosyal ve kültürel oluşumları ifade eder. Ege dünyası ve Ege Denizi’nin her iki yakası ve güneyinde ve içinde bulunduğu adalarla birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturur. Ege Denizi, doğusunda Batı Anadolu, kuzeyinde Trakya ve Makedonya, batısında Yunan anakarası, güneyinde ise Girit ve diğer adaların bulunduğu alanı kapsamaktadır. Bu adalar, Ege Denizi’nin kuzeyinde Thasos (Taşoz), Samothrake (Semadirek), İmbros (İmroz/Gökçeada), Tenedos (Bozcaada), Lemnos (Limni) bulunmaktadır. Batı Anadolu’ya yakın olan adalar, Lesbos (Midilli), Khios (Sakız), Samos (Sisam), Kos (İstanköy) ve Rhodos (Rodos) adalarıdır. Yunanistan’a yakın olan adalar Euboia (Eğriboz), Kiklad Adaları ve Girit Adası’dır. Eskiçağ’da Ege dünyası sadece bu ismi geçen yerlerle sınırlı değildir. MÖ 750’den itibaren Yunanlılar, Akdeniz’in batısındaki Cebeli Tarık boğazından (Yunanlılar buraya Herakles Sütunları demekteydi) İtalya’ya, Anadolu’nun batısından Propontis’e (Marmara Denizi), oradan da Karadeniz’in kuzeyindeki Kırım’a kadar yayılmışlardı. Bu yayılım Ege ve Yunan kültürünü uzak noktalara kadar taşımıştır. MÖ 5.

yüzyılda yaşayan Platon, Phaidon adlı eserinde Yunanlıların yaşadıkları yeri anlatmak için

“bir göletin etrafında tünemiş kurbağalar gibi” denizin etrafında yaşadıklarını belirtmektedir.

Bu sebeple Ege kültürü aynı zamanda Yunan medeniyetinin filizlendiği alan demektir.

Yunanlılar sayesinde Ege Denizi ve çevresinde kültürel bir bütünlük oluşmuştur. Bu sebeple Ege kültürü ve Ege coğrafyası bir bütünlük oluşturur.

(2)

2 EGE ADININ KÖKENİ

Ege adının nereden geldiği bilinmemektedir. Yunanlılar, kıyısında yaşadıkları bu denize başlangıçta bir isim vermeden pontos yani deniz dediler. Daha sonra bu denizi diğer denizlerden (Karadeniz, Marmara Denizi) ayırmak için Aigaios Pontos (Ege Denizi) adını kullandılar. Eski Yunanlılar, Aigaios Pontos adlandırmasını iki mitolojik olaya bağladılar.

Bunlardan ilki Atina’nın efsanevi kralı Theseus’un babası Aigaios’un ölümüyle ilgili olandır.

Aigaios, oğlu Theseus’un Girit’teki insan bedenli, boğa başlı Minotauros isimli canavarı öldürmek için yurdundan Girit’e gitmesi ve dönüşünde oğlunu öldü sanarak kendini denize atıp intihar etmesiyle bu denizi Aigaios Pontos (İng. Aegean Sea/ Ege Denizi) olarak adlandırmaya başladılar. İkinci olarak bu denize Aigaios denmesinin nedeni Khios Adası yakınlarında bulunan bir adanın siluetinin keçi sıçrayışına benzemesidir. Bu sebeple bu denizin adı Keçi Denizi anlamında Aigaios Pontos’tur.1 Ege Denizi her iki yakayı (Batı

(3)

3

Anadolu ve Yunanistan) birbirine bağlasa da coğrafi olarak farklılıklar vardır. Batı Anadolu nehirler tarafından sulanan geniş ve verimli ovalara sahiptir. Bunun yanında Magna Graecia denilen Sicilya ve İtalya’nın güneyinde de verimli ovalar bulunmaktadır.

YUNANİSTAN COĞRAFYASI

Ege denizi aynı zamanda adalar denizidir. İrili ufaklı onlarca adaya sahip olan bu coğrafya, doğu-batı arasında ticaret için bir köprü görevini görmüştür. Birbirine yakın olan bu adalar insanların denize daha güvenle bakmasına neden olmuştur. MÖ 8. yüzyılda yaşamış Hesiodos zamanında deniz, hala korkulan bir yer olarak tanımlanır. O, İşler ve Günler (Erga kai Hemerai) isimli eserinde “deniz zavallı ölümlülerin gelir kapısı ama dalgaların arasında ölmek korkunç bir kader” diyerek eski Yunan dünyasında yaşayan insanın denize bakışını çok iyi anlatır.2 Ege denizinde bulunan adalar kadar yarımadalar da önemli bir yere sahiptir.

Yunanistan’ın güneyinde Yunanlıların Peloponnesos dedikleri Korinthos kıstağı ile anakaraya bağlı bir yarımada bulunmaktadır. Dut yaprağına benzediği için (Latince’de Mora dut yaprağı demektir) Mora olarak da bilinen yarımada eskiçağda Spartalıların ülkesiydi. Kuzeyde eskiçağda Makedonya sınırları içinde kalan Kalkhidike ve bugün Türkiye topraklarında olan Yunanlıların Khersonensos dedikleri Gelibolu bulunmaktadır.

Ege kültürünün oluşmasında bu coğrafyada bulunan dağların önemli bir rolü vardır. Dağların uzanış yönü ve dağlık alanların çokluğu burada yaşayan halkların yaşamlarını biçimlendirmiştir. Yunanistan’ın kuzeyinden güneyine kadar inen sıradağların en ünlüsü 12 Yunan tanrısının saraylarının bulunduğu Olympos Dağı’dır. Bu sıradağlar, Yunanistan’daki bölgeleri birbirinden doğal bir şekilde ayırdığı için aynı anakarada Yunanlılar birbirine yabancı yaşamışlar ve hiçbir zaman kendi başlarına siyasi birlik kuramamışlardır. Ancak yine de onlar yaşadıkları ülkeye Hellas, kendilerine de Hellen demişlerdir.

Yunanlılar, dağlarla doğal olarak bölünmüş bölgelerde yaşıyorlardı. Bu bölgeler, Epeiros, Akarnania, Tesalya, Aitolia, Phokis, Boiotia, Attika, Akhaia, Elis, Messenia, Lakonia, Arkadia, Argolis’tir. Eskiçağ Yunan dünyasının iki önemli kenti olan Atina Attika bölgesinde, Sparta ise Lakonia bölgesinde bulunmaktaydı.

Her üç yanı denizle çevrili Yunanistan’da tipik Akdeniz iklimi görülmektedir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılıman ve yağışlı geçer. Yunanistan’ın sadece %20-30’u tarıma elverişlidir.

Yaz yağmurlarının az olması Yunanistan’da ekilen ürün çeşitliğini kısıtlamaktaydı. Tarım sadece bazı ovalarda yapılabilirdi. Toprağın kireçli olması zaten az yağan yağmurun toprak

(4)

4

tarafından tutulamamasına neden oluyordu. Bu sebeple Yunanistan’ın pek çok bölgesinde hayvancılık yapılır, zeytin tarımı yapılır ve toprağı müsait olmadığı için buğday yerine arpa ekilirdi. Birkaç bölge hariç verimli büyük ovalar bulunmamaktadır. Tesalya, Yunanistan’ın kuzeyinde verimli ovaları olan bölgelerin başında gelmektedir. Hemen ardından geniş düzlükleri ve zengin bitki örtüsü ile kaplı Peloponnesos yarımadasında bulunan Messenia gelmekteydi. Lakonia, Elis, Argolis, Boiotia ve Attika bölgelerinde de geniş ovalar bulunmaktaydı. Bu ovalar, yazın suyu azalan ırmaklar tarafından sulanmaktaydı.

BATI ANADOLU COĞRAFYASI

Eskiçağ’da bugünkü Anadolu’nun tamamı hiçbir zaman Yunan dünyası ile bir bütünlük oluşturmamıştır. Yunan dünyası ile kültürel ilişkileri olan Ege Denizi’nin doğusunda kalan bugünkü Batı Anadolu ve Akdeniz kıyı kesimidir. Çanakkale Boğazı’nın (Hellespontos) kuzeyinde Trakya bulunur. Etnik olarak Traklar Yunan değildir. Ancak Propontis’in (Marmara Denizi) kuzeyinde kurulan Yunan kolonileri sayesinde bölgede Yunan kültürü oldukça baskındı. Propontis’in güneyinde Troas bölgesi bulunmaktaydı. Bugün kabaca Çanakkale iline tekabül eden Troas bölgesi efsanevi Troia Savaşı ile ünlüydü. Bölgenin güneyinde İda Dağı (Kaz dağları) bulunmaktaydı. Troas’ın doğusunda bazen Hellespontos Phrygia’sı adını alan Mysia’nın kuzeyi bulunmaktaydı. Mysia bölgesi bugünkü Balıkesir ilinin tamamı ile Bursa’nın dağlık batı kesimleri ve Kütahya’nın dağlık batı kesimleri ile Manisa’nın kuzeyini kapsamaktaydı. Mysia bölgesi adını MÖ 13. yy'da Trakya’dan gelen kavimlerden aldı ve bu kavimler MS 2. yy'a kadar kabileler halinde dağınık bir şekilde yaşadılar.

Mysia bölgesi ile Ege denizi arasında ve kuzeyde Troas’tan güneyde Smyrna’ya (İzmir) kadar olan bölge Aiolis idi. Bölge adını, Yunanistan’ın Teselya ve Boiotia bölgesinden göçüp gelen Aiollerden almıştı. Herodotos, (I, 149) on iki Aiol kentinden söz eder. Bu kentler, Kyme (Aliağa/Nemrut Koyu), Larissa (Buruncuk), Neontheikhos (Yanıkköy), Temnos (Görece), Killa (Akçay/Zeytinli Köyü yakınlarında ?), Notion (Ahmetbeyli), Aigiroessa (Kavaklıdere), Pitane (Çandarlı), Aigai (Nemrutkale), Myrina (Kalabaktepe), Gryneion (Yenişakran) ve Smyrna’dır (İzmir). Ancak Herodotos’un aktardığına göre Smyrna sonradan Ionia’ya dahil olmuştur. Eskiçağda Lesbos Adası (Midilli) da bir Aiolis kenti olarak sayılamaktaydı.

Aiolerden sonra Batı Anadolu’ya göç eden bir diğer Yunan boyu da İonlar idi. Bu sebeple onların yaşadığı yere İonia dendi. Ionia’nın kuzeyinde Aiolis, batısında Lidya, güneyinde Karia bulunmaktaydı. Herodotos (I, 142), on iki ünlü İon kentinden bahsetmektedir. Bu

(5)

5

kentler; Miletos (Balat), Myus (Avşar Köyü), Priene (Güllübahçe), Ephesos (Selçuk), Kolophon (Değirmendere), Lebedos (Gümüldür), Teos (Sığacık), Klazomenai (Urla), Phokaia (Eski Foça), Khios (Sakız Adası), Erythrai (Ildırı) ve Samos’tur (Sisam Adası).

Ionia’nın güneyinde Karia bölgesi bulunmaktaydı. Eskiçağ haklarından olan Karların ismiyle bu bölge Karia olarak adlandırılmaktaydı. Bölge kabaca bugünkü Muğla ilinin batısı ve Teke Yarımadası’nın batısına tekabül etmekteydi. Yunanistan’ın güneyinden göç eden Dorlar Karia bölgesine ve Rodos ve Kos Adası’na (İstanköy) yerleştiler. Halikarnasos (Bodrum), Knidos (Datça), Lindos, Ialysos, Kameiros (bu üç kent Rodos adasındadır) ve Kos kentleri önemli Karia kenti olarak bilinmektedir.

Lykia, Pamphylia ve Kilikia bölgeleri Akdeniz’in kıyısında bulunmaktadır. Lykia, Karia’nın doğusundan (Köyceğiz Antalya arası) Pamphylia Ovasına (Antalya Ovası) kadar dağlık bir alandadır. Bölgenin en büyük kentleri, Ksanthos (Kınık), Telmessos (Fethiye), Phaselis (Tekirova), Tlos (Düver), Patara (Gelemiş) ve Myra’dır (Demre). Myra Noel Baba olarak bilinen Aziz Nikolas’ın piskoposluk yaptığı yerdi. Pamphylia’nın batısında Lykia, Kuzeyinde Psidia, doğusunda Kilikia bulunmaktaydı. Eskiçağ’da korsanların barınma yeri olan Pamphylia’nın en önemli kentleri Aspendos (Belkıs), Perge, Side ve Attaleia (Antalya) idi.

Kilikia bölgesi ise kuzeyde Lakonia, Kapadokya ve Syria ile çevrelenmişti. Eskiçağda Kilikia ikiye ayrılmıştı: Kilikia Trakheia (Dağlık Kilikia/Taşeli) ve bugünkü Çukurova’ya tekabül eden Kilikia Pedias (Ovalık Kilikia).

EGE DÜNYASININ PREHİSTORYASI

Ege dünyasında ilk yerleşim Paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. Bugün Türkiye topraklarında olan Antalya yakınlarındaki Karain, Öküzini, Çarkini, İstanbul Küçük Çekmece Gölü’nün kuzeyinde Yarımburgaz mağarası Ege dünyasında ilk insan izlerinin görüldüğü yerlerdir. Yunanistan’da Peloponnesos yarımadasında Argolis bölgesinde bulunan Frankti Mağarası en önemli Paleolitik yerleşmesi olarak karşımıza çıkar. Mağarada yaşam yaklaşık MÖ 40000’li yıllarda başlamış ve Tunç Çağı’na kadar devam etmiştir. Yapılan arkeolojik kazılar bize, Frankti Mağarasını mesken olarak kullanan insanların buğday, arpa, burçak, yulaf, mercimek gibi tahılları tükettikleri ve yabandomuzu ve geyik gibi hayvanları avladıklarını göstermektedir.3 Frankti Mağarası’nda bulunan obsidyen onların bir şekilde kendileri dışında bulunan dünyadan haberdar oldukları ve deniz yolculuğu yaparak 150 km uzaklıkta bulunan Melos Adası’ndan bu volkanik camı aldığını göstermektedir. İklim

(6)

6

değişikliği ile suların yükselmesi sonucu mağara terk edilmiştir. Yunanistan’da Epeiros, Makedonya, Tesalya, Elis ve Korkyra’da da Paleolitik yerleşmeler saptanmıştır.

Ege’de Neolitik Çağa Levant’tan daha geç bir tarihte, MÖ 7000’li yıllarda girilmiştir.

İstanbul’da Fikirtepe, Kırklareli’nde Aşağı Pınar, İznik Gölü yakınlarında Ilıpınar, İzmir’de Yeşilova Höyüğü Neolitik dönemin temsil edildiği yerlerdir. Yunanistan’da Nea Nikomedia (Makeonya’da), Boiotia, Tesalya bölgelerinde MÖ 6000’li yıllara ait insan yerleşimleri ile karşılaşmaktayız. Sekslo ve Dimini kültürleri Yunanistan’ın Tesalya bölgesinde yaşayan Neolitik dönem insanları tarafından meydana getirilmiştir. Sekslo ve Dimini kültürlerini meydana getiren insanlar, avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçmişler, tek katlı ve tek odalı evlerde yaşamaya başlamışlardı. Bu yapı şekli megaron denilen yapı tekniğinin de ilk ortaya çıkmasıydı. Bazı köyler yaklaşık 200-300 kişiden oluşmaktaydı ve henüz tahkimatlı köy surları olmamakla birlikte alçak duvarlara sahipti. Bazı Sekslo köylerinin etrafında ise hendekler bulunmaktaydı. Ekilen ürünlerin başında arpa, buğday, mercimek ve yulaf gelmekteydi. Bu köylerde yaşayan insanlar, köpek, domuz, keçi, koyun ve sığırı da evcilleştirmişti. Günlük ihtiyaçları için pişmiş topraktan kaplar, obsidyen, kemik, taş ve boynuzdan silah ve süs eşyası yaptılar.4 Ege dünyasında Kalkolitik çağa ait izler Ege Denizi’nin doğusunda bulunmaktadır. Bu yerler Denizli Çivril yakınlarındaki Beycesultan, Troas bölgesinde Sivritepe ve Beşiktepe ve Kırklareli’ndeki Aşağı Pınar’dır.

Tunç Çağı’nda doğudan batıya doğru yapılan göçler Ege dünyasının bronz kültürüyle tanışmasına sebep oldu. Ege dünyasının Tunç Çağı, adalarda Kiklad, Girit’te Minos, Yunansitan’da ise Hellas olarak adlandırılmaktadır. Bu kültürlerin oluşmasını sağlayan halklar Karlar, Lelegler ve Pelasglar idi. Yunanlı olmayan bu halklar Anadolu’nun batısına gelmişler ve burada yerleşmişlerdi. Karların yaşadığı yerin ismi Karia olarak sonraki dönemlerde de yaşamaya devam etti. Herodotos’a göre Karlar, Minoslar döneminde tüm Ege adalarında hâkimiyet kurmuşlardı. Lelegler ve Karlar, Kiklad Adaları’nda MÖ 3. binyılda yeni bir kültür oluşturdular. Adalardan Yunanistan’a geçip Peloponnesos’tan Tesalya’ya kadar yayıldılar. Pelasglar’ın Yunanistan’a geçtiğine dair elimizde herhangi bir kanıt yoktur.

Homeros’a göre onlar, Girit adasında diğer halklarla birlikte çok dilli, çok kültürlü bir ortamda yaşadılar. Genele bakılacak olduğunda Karlar, Lelegler ve Pelasglar, Ege adalarında, Batı Anadolu’da bugünkü Ege Bölgesi’nin güneyinden Çanakkale Boğazı’na kadar yayılmışlardı.

(7)

7 GİRİT UYGARLIĞI (Minos Uygarlığı)

Yunanistan’ın 120 km güneydoğusunda yer alan Girit, Ege Denizi’nin güneyinde doğudan batıya uzanan, 250 km uzunluğunda, 50 km genişliğinde ve yaklaşık 8330 km kare alana sahip bir adadır. Ada, dağlık bir yapıya sahiptir. Beyazdağlar, İda Dağı ve Dikte Dağı olarak adlandırılan bu üç dağ da 2000 metreden yüksektir. Girit, Akdeniz iklimine sahiptir. Adada nehir bulunmaz. Daha çok kışın akış debisi yüksek ırmaklar bulunur. Adanın en büyük ovası güneyde bulunan Mesara Ovası’dır.

Girit uygarlığı, İngiliz arkeolog Arthur Evans tarafından 1900’lü yılların başında yapılan kazılarda keşfedilmiştir. Evans’ın keşfinden önce Girit veya günümüz araştırmacılarının Minos uygarlığı dedikleri uygarlık hakkında bilinenler, Homeros destanlarında anlatılan ve sonraki dönem yazarları tarafından çeşitlendirilen efsanelerden ibaretti. Bu sebeple bugün hala Minos uygarlığı ile ilgili çok az bilgiye sahibiz. Elimizde, kazılar sonucu ortaya çıkarılan başta Knossos olmak üzere birkaç kentte bulunan ve saray olarak nitelenen büyük yapılar, saray duvarlarına çizilmiş duvar resimleri ve usta zanaatkârların elinden çıkmış incelikli seramik kaplar ve uzmanların Linear A dedikleri bir yazı ile yazılmış ancak günümüze kadar çözülememiş bir yazıyla yazılmış kil tabletler bulunmaktadır. Girit uygarlığı bir ada uygarlığıdır ve Girit’e mahsustur. Yerleşim merkezleri daha ziyade adanın doğusunda bulunur ve diğer antik dünya kentlerinin aksine bu yerleşim yerleri duvarlarla tahkim edilmiş değildir.

Bunun nedeni bu kentlerin herhangi bir düşman saldırısına uğrama tehlikesi taşımamasıdır.

Bu yerleşim merkezleri, Knossos, Mallia, Gurnia, Mokhlos, Palaikastro, Zakros, Phaistos, Hagia Triada ve batıda bulunan Khania ve Kydonia’dır.

Girit uygarlığı kronolojik olarak kabaca iki döneme ayrılmaktadır. Saraylar Öncesi Dönem ve Saraylar Dönemi denen bu sınıflandırma kendi içinde de bölümlere ayrılır. Saraylar Öncesi Dönem MÖ 6000 - 2000 yıllarına tarihlendirilmektedir. Saraylar dönemi ise Eski Saraylar Dönemi, Yeni Saraylar Dönemi ve Saraylar Sonrası Dönem olarak MÖ 2000 - 1100 tarihlerini kapsamaktadır.

Girit’te ilk yerleşimin izleri MÖ 6000’li yıllardan yani Neolitik dönemden itibaren takip edilir. Girit’e nereden geldiği bilinmeyen bu insanların kökenleri ile ilgili bilim adamları farklı teoriler ortaya koymuşlardır. Ancak çömlek yapım tekniğindeki benzerlik sebebiyle onların Çatalhöyük halkı ile bir ilişkisi olabileceği ileri sürülmüş ve bu genel kabul görmüştür. Girit’e Anadolu’dan gelen bu halkın göçünün tedrici olduğu kabul edilmektedir.

Anadolu’dan adaya ilk gelenlerin buraya tarımı getirdiği düşünülmektedir. Girit adasına ikinci

(8)

8

göç Tunç Çağı’nın ortasında Ege Halkları denen yukarıda da bahsedilen Pelasgların göçüdür.

Pelasglar adaya çömlek yapım ve maden işleme tekniklerini getirmiştir. Girit maden yönünden oldukça fakirdir. İhtiyaç duyulan bakır, kalay, altın gibi madenler adalardan ve Anadolu’dan temin edilmiştir. Adalar, Yunanistan, Anadolu, Kıbrıs, Mezopotamya, Levant ve Mısır ile ilişkileri onları dünyanın ilk denizci halkı yapmıştır. Denizcilik konusunda edinilen tecrübe ile Girit halkı kısa sürede doğu batı deniz ticaretinde söz sahibi olmuş ve dünyanın ilk ada uygarlığını meydana getirmiştir.

MÖ 2000’li yıllara gelindiğinde (Bazı araştırmacılar bu tarihi MÖ 1900 olarak kabul eder) Girit adasının doğu kısmında bulunan Knossos, Mallia ve Phaistos’ta saray diye nitelenen büyük yapılar inşa edildi. Bu sarayların neden ve ne sebeple inşa edildiği ne yazık ki bilinmiyor. Ortaya atılan teorilerden birine göre Girit adasında ticaretle biriken sermaye bir veya birkaç aile tarafından idare edilmeye başlanmış ve bu aileler adanın yöneticileri olmuştur. Bir diğer teoriye göre ise sarayların verimli ovalarda bulunan şehirlerde kurulması tarım ve hayvancılık ile elde edilen ürünlerin depolanması içindir. Akla en yatkın olanı ise herhalde elde edilen ürünlerin saray denilen bu yapılarda depolanması, ihtiyaç halinde tekrar halka dağıtılması veya bu ürünlerin ticaretinin yapılmasıdır. Yine de yaşanılan dönem göz önüne alındığında adada yönetici bir zümrenin olması (kral veya krallar) kaçınılmazdır. İlk saraylar dönemi dediğimiz bu dönem MÖ 1700 (veya 1720) tarihinde birdenbire yıkılmıştır.

Bu yıkımın bir düşman istilasından ziyade bir deprem sonucu olduğu düşünülmektedir.

Yıkılan sarayların yerine daha büyük ve daha görkemli yeni saraylar yapılmıştır. En büyüğü Knossos’ta olan bu saraylar en az 3 ve 4 katlı olarak inşa edilmiştir. Alt katlarda labirenti andıran depoların bulunduğu bu saraylarda yüzlerce oda bulunmaktaydı. Yeni saraylar döneminde Khania, Palaikastro ve Hagia Triada gibi yerlerde ikişer katlı villalar da inşa edildi. Yeni saraylar dönemi Girit uygarlığının zirvesini temsil etmektedir. Nüfus artışına paralel olarak küçük yerleşim yerleri yolları taş döşeli, düz damlı evleri olan birer kente dönüşmüştür. Gurnia civanında, kaldırım taşı döşeli ve kıvrıla kıvrıla ilerleyen caddelere bakan evleriyle büyük kasabalar vardı. Girit sanatı dediğimiz ve örneklerini Çatalhöyük’te gördüğümüz duvarları fresklerle süsleme Giritli sanatçıların ustalığını göstermektedir.

Konusunu doğadan alan resimler, ince işçilikle yapılmış vazolar, kaymaktaşından döşenmiş zeminler, banyolar, yıkanma havuzları, aydınlatma için ışık menfezleri gibi konfor ve yenilikler haklı olarak Girit Uygarlığı’na Avrupa Medeniyeti’nin temeli gözüyle bakılmasına sebep olmuştur. MÖ 1425’de (1450) Girit’in yaklaşık 110 km kuzeyinde bulunan Thera Adası’nda (bugünkü Santorini) meydana gelen yanardağ patlaması ve ardından meydana

(9)

9

gelen depremler ve tsunami Girit uygarlığının sonunu getirmiştir. Meydana gelen depremlerde Knossos’taki saray hariç diğer saraylar yıkılmış ve bir daha yapılmamıştır. Miken istilası sonucu Girit, Ege’deki üstünlüğünü kaybetmiştir. Buna rağmen ada göç almaya devam etmiş ve Homeros’un dizelerine 90’a yakın kenti olan çok dilli, çok kültürlü bir yer olarak girmiştir.

Girit halkı kendilerini hangi halktan sayıyorlardı veya kendilerine ne diyorlardı bunu bilmiyoruz. Onların Yunan olmadığını biliyoruz. Zira Yunanlılar, dilleri anlaşılmayan ve Yunanca konuşmayan halklara barbar demekteydiler ve barbarlar arasında Girit sakinleri de vardı. Modern tarihçilerin Minos terimini kullanması tamamen mitoloji ile ilgilidir. Mitolojiye göre Minos, Tanrı Zeus’un boğa kılığına girerek kaçırdığı tanrıça Europe ile birleşmesinden doğan çocuğudur. Bu sebeple sonraki dönem Yunanlılarının Girit hakkında bildikleri Minos ile başlar. Bu sebeple günümüz tarih terminolojisinde Girit Uygarlığı’na Minos Uygarlığı da denmektedir. Minos gerçekte kimdir bunu bilmiyoruz. Belki de Girit adasının kralına verilen Caesar ve Augustus gibi bir unvandır. Ancak Girit’in monarşiyle yönetildiğini söyleyebiliriz.

Arthur Evans’ın Knossos’ta yaptığı kazılarda ele geçen kaymaktaşından yapılmış bir tahtın bulunması bu fikri doğrulamaktadır. Ada içerisinde bürokrasi ve yönetimle ilgili işlerin Knossos’tan yapıldığı sarayın büyüklüğü göz önüne alınarak söylenebilir. Girit bürokrasisi MÖ 1600’lerde kendine, bilim adamları tarafından yazılış şekli göz önüne alınarak, Linear (çizgisel) dedikleri bir yazı geliştirmiştir. Bu yazı başka örnekleri olmadığı için ne yazık ki okunamamaktadır. MÖ 1400’lerden sonra adaya gelen Mikenler Linear yazıyı kendilerine göre yeniden düzenlediler ve kullanmaya başladılar. İki yazı arasında bir ayrım yapmak için Giritlilerin kullandığı yazıya Linear A, Mikenlerin kullandıkları yazıya Linear B denildi.

Linear B yazısı İngiliz mimar Michael Ventris tarafından çözülmüştür.

Girit’te, Anadolu’da Kybele veya Kubaba denen, ana tanrıça Rhea inancı bulunmaktaydı.

Mitolojiye göre Tanrıça Rhea, sonradan Yunanlılar tarafından tanrılar Panteonunun baş tanrısı olacak Zeus’u Girit’te dünyaya getirmişti. Bununla birlikte tapınılan bazı eril tanrılar da bulunmaktaydı. Giritliler tanrıça veya tanrıları için tapınak veya ibadethane yapmadılar. Ya da bugüne kadar yapılan arkeolojik keşifler arasında bir ibadethaneye rastlanmadı. Onlar tanrıları için ritüellerini saraylarda bu iş için ayrılmış odalarda, dağ zirvelerinde ve kutsal mağara ağızlarında yapmaktaydılar. Girit inancında yılan ve boğa önemli bir yer tutmaktadır.

Arkeolog Jacquetta Hawkes, The Dawn of the Gods (Tanrıların Şafağı) isimli kitabında kuzeydeki eril kültürlerinin aksine, Girit uygarlığının esas itibarıyla kadınsı bir toplum olduğunu iddia etmektedir.5 Knossos Sarayı’nın duvarlarında, konusunu doğadan alan

(10)

10

rengârenk freskler, ince zevkleri olan idealize edilmiş insanlar, doğanın güzelliklerinden hoşlanan düzenli ve huzurlu bir toplum anlayışı yansıtılmıştır.

AKHALAR (Mykenaililer/Mykenler)

Yunanistan’ın Argolis bölgesinde yaşamış ilk Yunanlılar olarak bilinen Akhalar, MÖ 3. binde Geç Tunç Çağı’nda gerçekleşen göçlerle Yunanistan’a geldiler. Buraya muhtemelen kendileri gibi Hint-Avrupa dili konuşan halklarla aynı yerden gelmişlerdi. Fakat Hint-Avrupalıların anayurdu sorunu çözülebilmiş değildir. Uzmanlar göçlerin bir kısmının MÖ 3. binde Karadeniz’in kuzeyinden, bir kısmının ise Anadolu’yu geçerek adalar üzerinden Yunanistan anakarasına yapıldığını düşünmektedir. Bu teorilerini Hitit metinlerinde geçen Batı Anadolu’nun güneybatısında Ahiyyava ülkesinin Akhaların yaşadığı yer olarak desteklediler.

1876 yılında eski tüccar, yeni arkeolog Heinrich Schliemann’ın Peloponnesos yarımadasının Argolis bölgesindeki Mykenai kentinde bulduğu mezarlar, Akhaların Homeros destanlarında geçen efsane olmadığını ortaya koydu. Sonraki dönemde yapılan keşifler sayesinde onların, Yunancanın en eski formunu konuştukları anlaşıldı. Heinrich Schliemann tarafından yapılan keşif sebebiyle bu halka Mykenaililer/Mykenler dendi.

Mykenler, Yunanistan’a geldiklerinde burada hâlihazırda bir yaşam mevcuttu. Onlar, kendilerinden olmayan bu kültüre üstünlük kurdular ve baskın kültür oldular. Diğer halklar Mykenlerin arasında eriyip gitti. Kabileler şeklinde örgütlenen Mykenler, kendilerine liderler tayin ederek veya lider olan biri toplumda üstünlüğünü kabul ettirerek onun etrafında organize oldular. Bu kişiye vanaks denmiştir. Vanaks’lar ve diğer soylular kalelerde ve saraylarda yaşarken diğer Miken halkı kalenin çevresindeki evlerde yaşamaktaydı. Megaron adı verilen dikdörtgen planlı sarayların etrafları büyük surlar ile çevrilmişti. Tiryns, Pylos, Thebai, Orkhomenos, Gla ve Atina’da Mykenlere ait yerleşim izlerine rastlanmıştır. Troia Savaşı kahramanı Akhilleus İthaka’nın, diğer bir kahraman Agamemnon ise Mykenai bölgesinin kralıdır.

Adalarla ve Girit ile girdikleri ticari ilişkiler onları iyi birer denizci, maden işlemecisi yapmıştır. Aynı zamanda Girit’ten yazıyı da öğrendiler ve kendilerine uyarladılar. İngiliz mimar Michael Ventris 1952 yılında Mykenlerin yazılarını çözmeyi başarmıştır. Ancak bu gelişmeye rağmen Girit yazısı çözülememiştir. Buradan iki uygarlığın farklı diller konuştuklarını söyleyebiliriz. Uzmanlar bu sebeple bu iki çizgisel hece yazısını birbirinden ayırmak için Girit yazısına Linear A, Myken yazısına Linear B dediler.

(11)

11

Homeros destanlarından öğrendiğimize göre (Homeros’un MÖ 8. yüzyılda yaşadığına inanılmaktadır) Mykenler savaşçı, yayılmacı ve yağmacıydı. MÖ 16. ve 15. yüzyıldan itibaren tüm Ege adaları ve Levant’ta görüldüler. Hatta Mısır’da ücretli asker olarak bulundular.6 Girit uygarlığının çökmesinde Mykenlerin rolü hala tartışmalıdır ancak Mykenlerin Girit’i istila ettiği bilinmektedir. Knossos Sarayı’nda bulunan Linear B tabletler burada bir Myken varlığına işaret etmektedir. Metal işçiliğinde çömlekçilikte oldukça uzmanlaşmışlardı.

Heinrich Schliemann, Mykenai’de yaptığı kazılarda mezardan bulduğu altından yapılmış maskeye baktığında Agamemnon’u gördüm demişti. Myken seramiği Anadolu’ya, İtalya’nın güneyindeki adalara, Levant’a ve Mısır’a kadar yayılmıştı.

Myken uygarlığı MÖ 13. yüzyılda birdenbire çöktü. Uzmanlar bunu bir istilaya bağlamaktadır. Aslında Hititlerin sonunu getiren göçün ilk kurbanları Mykenler olmuştur. Bir teoriye göre Karadeniz’in kuzeyinden gelen yeni bir göç dalgası Trakları yerinden oynatmıştı.

Trakların bir kısmı Anadolu’ya geçtiler. Anadolu’ya geçen Traklara, Frigler, Bithynler, Mysialılar dendi. Bir kısım Traklar İllyria bölgesine girdi. Burada yaşayan halklar da Yunanistan’ın güneyine doğru hareket etti. Bu halka da Dorlar denmektedir.

(12)

12 DORLAR

Dorlar, Yunanistan anakarasında ve çevresindeki adalarda Tunç Çağını sona erdirip Devir Devrini başlatmıştır. Mykenlerden kültürel olarak oldukça geri olan bu halk, savaşta kullandığı demir silahlar sebebiyle üstünlük kurmuş ve Myken Uygarlığı’nın sonunu getirmiştir. (Buna benzer başka bir olay olarak kültürel olarak oldukça geri olan Germenlerin Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkması gösterilebilir.) Dorların kökeni ile ilgili sorulara cevap verebilmek çok mümkün görünmüyor. Ancak eski Yunanlılar Heraklesoğulları’nın Dönüşü mitosu ile Dorları üç Yunan boyundan biri sayarlardı. Diğer iki Yunan boyu Mykenler ve İonlar idi. Dorlar, Balkanlarda meydana gelen kavimler kaynaşmasında Yunanistan’ın kuzeyinden güneyine doğru hareket etmişler ve Peloponnesos yarımadasında yerleşmişlerdir.

Bu göç hareketi istila şeklinde oldu ve Yunanistan’da mukim bulunan Aioller ve İonlar adalar yoluyla Türkiye’nin batısına göç ederek burada isimleriyle zikredilecek Aiolis ve İonia bölgelerine yerleştiler. Dorların göçü tedricen oldu. Bu sebeple Dorların bir kısmı da Karia’ya yerleştiler.

MÖ 13. yüzyılda meydana gelen bu göçler denizin doğusunda daha büyük yıkımlara neden olmuştur. Troia bu yıkımlardan ilkine sahne olmuştur. Yunanlıların zihnine Troia Savaşı olarak kazınan bu savaş, Homeros’un İlyada destanında etraflıca anlatılmaktadır. Destana göre savaşın nedeni Sparta kralı Menelaos’un karısı Helena’nın Priamos’un oğlu Aleksandros tarafından kaçırılmasıyla başlamıştır. Gerçekte olay bir kız kaçırma hadisesinden daha fazlası olmalıdır. Yalnız burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var. Troia Savaşı’nın kronolojisi çözümlenebilmiş değildir. Savaş ne zaman oldu sorusuna doğru bir cevap verebilmek mümkün görünmüyor. Uzmanlar savaşı MÖ 1300 ile 1150 tarihleri arasına koymaktadırlar. Savaşın taraflarından biri kesin olarak bellidir. O da Yunanlıların Troia dedikleri Tunç Çağı boyunca yerleşim görmüş İlion’dur (Hisarlıktepe). Savaşın diğer tarafı Homeros’un belirttiği Mykenler mı yoksa yerlerinden edildiği için Anadolu’ya geçmeye çalışan kavimler midir? Ya da bir başka açıdan bakıldığında Balkanlarda meydana gelen göç hareketleri Deniz Kavimleri Göçü’nü tetikleyen itici güç olduysa Myken medeniyeti maruz kaldığı bu istilalara dayanamamış ve yok olmuştur. Yunan dünyasında saray, yazı, fresk boyama, altın ve gümüş işçiliği, incelikli vazo yapımı gibi pek çok kültürel gelişme unutulmuştur. Yunanistan’a yeni gelenlerin yok ettikleri seviyeye yükselebilmesi neredeyse 300 yıl almıştır. Bu 300 yıllık zamana Yunan Ortaçağı ya da Karanlık Çağ denmektedir.

(13)

13 DİPNOTLAR VE KAYNAKÇA

1 Mehmet Ali Kaya, Ege ve Yunan Tarihi I, Bilge Kültür Sanat, s. 17

2 Thomas R. Martin, Eski Yunan, Tarihöncesinden Helenistik Çağa, Say Yay., s. 22

3 Kaya, a.g.e., s. 50

4 Kaya, a.g.e., s. 54

5 Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma, Antik Akdeniz Uygarlıkları, s. 97

6 Freeman, a.g.e., s. 98

Referanslar

Benzer Belgeler

Although rare, petrous apex aneurysmal bone cyst should be considered in the differential diagnosis of isolated or coexistent sixth nerve palsy or a petrous apex

Here, we report a case with facial diplegia and parestesia secondary to varicella infection and discuss clinical, electrophysiological and laboratory findings, and

Abdominal computed tomography (CT) demonstrated free intraperitoneal air nearby duodenum, complete transection of the pancreatic head and second portion of duodenum

(7) presented 3 patients with recalcitrant fungal keratitis treated with 50 mg/0.1 mL intrastromal voriconazole injection and a (%1) topical voriconazole

Sick sinus syndrome (SSS) is characterized by various arrhythmias such as sinus bradycardia related to the sinus node degeneration, sinus arrest or sinoatrial block,

Ege Denizi, doğusunda Batı Anadolu, kuzeyinde Trakya ve Makedonya, batısında Yunan anakarası, güneyinde ise Girit ve diğer adaların bulunduğu alanı kapsamaktadır..

Helen – Osmanlı konfederasyonu düşüncesi, Osmanlı Devleti kuruluş ve yükseliş dönemlerinin ilk yüzyıllarında ortaya çıkmıştır. Bizans’ı diğer

Burada da Mecidiye yöresinde- ki ve Gelibolu Yarımadası'ndaki gibi temel üzerinde Orta Eosenin transgresif Mecidiye kireçtaşının bulunması bek- lenmektedir- Alttaki temeli