• Sonuç bulunamadı

Cengiz Tuncer _ Hacizli Toprak

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Cengiz Tuncer _ Hacizli Toprak"

Copied!
140
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cengiz Tuncer _ Hacizli Toprak

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

Tansın Hozat yansın, kül-viran olsun Hozatin beyleri anam intikam alsın.

Halk Türküsü 1.

YEġĠL araba, ardında ince bir toz bulutu bırakarak ilerliyordu.

Kendiliğinden gidiyormuĢ gibi bir hali vardı; o iki sıska, cılız beygiri çözseniz araba yine yoluna devam edecekmiĢ gibi geliyordu insana.

KarĢıda birbirinin sırtına binmiĢçesine üç dağ yükseliyordu. Bu üç dağın arasına girecekti birazdan yol. Buraya; Kesikbel derlerdi. Dağ aralarına, ovaya yerleĢmiĢ, kırk pare köy vardı Kesikbel'de. Kimi Buldan'a bağlıydı, kimi Güney'e, kimi AlaĢehir'e Yine de buralara herkes Kesikbel köyleri derdi. Âdetleri, kaderleri, korkuları, sevgileri hep birbirine benzerdi. Çokluk oturdukları köyün adını

söylemezler, «Kesikbeldeniz» der çıkarlardı. Kesikbel sanki kırk parçaya bölünmüĢ bir koca köydü.

Arabanın beygirlerinden biri hafifçe tökezlendi, tutuldu. MaĢtan dizginleri tartakladı.

— Ha deyyusun malı, ha, dedi, ağız dolusu küfretti arkadan.

— Yediğiniz arpaya yazık. Koca ayılar. Tökezlenen at, bu sözden alınmıĢ gibi huysuzian-

dı. Yeniden durakladı. Tekerlekler, hafifçe kaydı kum yolda. MaĢtan gene dizgini toparladı. Kırbacı huysuz-lanan atın sağrısında Ģaklattı. Araba o eski gidiĢine, uçar gibi gidiĢine dönmüĢtü yine. MaĢtan keyiflendi. Bildiği tek türküyü söylemeğe baĢladı; daha doğrusu türkünün sözlerini eziyor mızıldanıyor, ne dediği

anlaĢılmıyordu bir türlü.

Üç gök dağın çevirdiği vadiye girmiĢlerdi. BaĢını kaldırıp etrafına bakındı. Dağlar ona yüce yüce görünüyordu. Yüreğinde bir eziklik uyanmıĢtı. Ne zaman bu yoldan, dağların birdenbire baĢladığı bu yönden Kesikbel'e girse, tuhaf olurdu, ürkerdi.

Dizginleri tarta tarta atların hızını arttırmağa çalıĢıyordu. Artık kumdan kurtulmuĢlardı. TaĢlı yolda atların nalları bir garip tak-tak ediyordu.

Seydali, DurmuĢ, Sar'osman dağın yamacına oturmuĢ, konuĢuyorlardı. Sar'osman gümüĢ iĢlemeli tütün tabakasını çıkarmıĢ sigara sarıyordu. Hiç bakmadan, alıĢkın hareketlerle sigarayı incecik sarmıĢtı. Birden, uzaktan, dağların arasından kalkan ince toz bulutunu gördü, doğruldu. Sigara elinde öylece yarı sarılı kalmıĢtı. Ayağa kalktı, gözleri toz bulutundaydı. Yüzünde tuhaf kıpırdanmalar oluyor; geliĢigüzel seyri- yordu yanakları. Sinirli sinirli kâğıdı ıslayıp sigarayı yapıĢtırdı.

— Geliyor gene, dedi.

Öteki ikisi de Sar'osman'ın baktığı yöne döndüler.

— Geberesice, dedi DurmuĢ. Gene baĢımıza ne 10

iĢler açacak kim bilir. Anamızdan emdiğimiz burnumuzdan gelir gene.

Seydali yere tükürdü, çarığının ucuyla tükürüğünü ezdi.

(2)

— BoĢ ver, dedi.

— Kolaydı, dedi Sar'osman.

— BoĢver, dedi gene, olacağına varıyor nas'olsa!

Yerine oturdu. Öteki ikisi daha ayaktaydılar. Öylece duruyorlardı. Seydali, DurmuĢ'a doğru uzandı, paçasından çekti.

— Çök hadi, dedi.

DurmuĢ, Seydali'nin çekiĢtirdiği paçasını silkeledi. Bırakmadı Seydali bir öncekinden daha hızlı çekti.

— Çök de, dedi. Çök de baĢlatma Mastan'dan Ģimdi.

Ġkisi de, isteksizce çöktüler. Gözleri hâlâ ince toz bulutundaydı. Sar'osman ağır hareketlerle cebinden «kav-çakmak» çıkardı. Kav'ı tırnaklarının ucunda uzun uzun tiftikledi. Beyaz çakmak taĢının üstüne yerleĢtirdi. Boynuz biçiminde bir demirle taĢa vurdu durdu bir zaman. TaĢ kıvılcımlı kıvılcımlı ufalanıyordu. Sonunda kav

kıvılcımlandı, tütmeğe baĢladı; için için yanıyordu. Gözü hâlâ yoldaydı. Eliyle kararlamadan yanık kavı sigarasının ucuna getirdi ama bir türlü yakamıyor-du sigarasını. Kav sigaranın ucuna değmiyordu. Sar' osman dolu dolu nefes alıyor ama ağzına bir tutam bile duman gelmiyordu.

Seydali, onun bu haline ağız dolusu güldü. Koluyla DurmuĢ'u dürtükleyip:

— Hani herif buraya gelse ekmekten de kesilecek bu mübarek, dedi.

Sarı toplanıp sigarasını yaktı, sonra kavın o hoĢ, o tuhaf kokusunu içine çekti. Bu kokuyu çok severdi. Oysa Ģimdi hiç tadını duymuyordu.

11 '.«I

Seydali'den baĢka, ikisi kuĢkulu, düĢünceliydiler. DurmuĢ:

— Gene ne oldu ki, dedi. Sar'osman omuz silkti.

Bir zaman düĢündü. Sigarasının ucunu baĢ parmağı ile ovalıya ovalıya açmıĢtı. Elleri sapsarı, tütün suyuydu. Sigarayı fırlatıp attı:

— Belki de, dedi.

Ama bir türlü lâfın sonunu söyleyemedi.

DurmuĢ, çarıklarının ipini gevĢetti. Ayak parmaklarını hafif hafif oynattı. Yola bakmıyordu artık. Yola bakmamak, Mastan'ın gittikçe yaklaĢtığını görmemek onu memnun ediyordu. Yüzünde o toz bulutunun yerden göğe ağmaya baĢlamasından önceki sevinç vardı. Gözleri yeniden ıĢımıĢtı. BambaĢka bir adamdı Ģimdi.

Sar'osman kaygulu:

— Belki de burada durmaz, dedi. Doğru geçer burdan ha.

Seydali bastıra bastıra:

— Nereye gider ki, dedi. Burdan geçip nereye gider ki?

Sar'osman'ın içinde bir umut uyanmıĢtı.

— Nereye olsa gider, dedi. Nereye olsa gider. Karaahmetli'den baĢka köy mü yok bu gidende! KuĢ-ören'e gider belki. Bakarsın Yaylacığa, Dudumlu'ya, Meyale'ye.

Bir yere gider iĢte, yol mu yok, köy mü yok!

Seydali:

(3)

— Eh, dedi. Belli olmaz, belki de.

Ġncecik bıyıklarından iki tel çekti. DurmuĢ söze karıĢmıyor öylece oturuyordu.

Seydali umursamaz:

— Bir gün önce, bir gün sonra, dedi. Madem ki, olacak, gamlanmaya gelmez bu iĢ.

12

Sar'osman Seydali'ye baktı. Kızgın kızgın:

— Sana göre hava hoĢ, dedi. Dünya yansa kilimin yok. Bir de bana sor bakalım.

Ciğerim yanıyor ciğerim.

Seydali ileriye doğru bir taĢ fırlattı. Sonra da taĢın arkasından tükürdü.

— Orası öyle, dedi. EĢeği dürten yeline katlanır-mıĢ.

Sar'osman soludu. GeniĢ geniĢ soludu. Yüzüne ter basmıĢtı. Mintanının açık yakasından tomurcuk tomurcuk ter damlaları süzülüyordu.

— Hiç akıllı bir lâf da etmezsin, dedi. Dost olacaksın sözüm ona.

— Yeğenim, dedi Seydali. Yeğenim. Dostun lafı zehir zemberek. Ben sana baĢından dedim bu iĢin... O zaman kızdındi, gücendindi aklına geldi mi?

Sar'osman düĢündü, soludu. Bir karĢılık veremedi. Haklıydı Seydali. Birbir söylemiĢti. DeĢtiman'ın halini. Düver Salin'in, Yusuf'un, Bekir Hacı'nın hallerini anlatmıĢtı. 'Gözünü aç' demiĢti. Utandı.

— Hem, dedi Seydali. Daha bir Ģey olduğu yok. Dur bakalım. Bi gelsin dilinin altında ne var anlayalım da...

Sar'osman umutlandı. v

— O da doğru, dedi.

Mastan'ın uzun, yemyeĢil arabası iyice yaklaĢmıĢtı. Seydali ıSarı'nın omuzuna vurdu.

— Hadi, dedi. Sen kaybol. Görürse aklına düĢer adamın. Bu gidende görünme pek...

Sarı, hiç karĢılık vermeden yürüdü. Dağa doğru. Dağın doruğuna doğru yürüdü. Ġki tarafa sallanıyordu. Rüzgâra durmuĢ kavak ağaçları gibi. Seydali yerinden doğruldu;

DurmuĢ'un ardından baktı dikilip.

— Sen de girme köy yerine, dedi. Ben anlarım vaziyetleri.

13

— Sağol, dedi DurmuĢ. Zaten baĢka sözetmeğe gücü yetmezdi. Seydali YeĢil

Kurbağa'dan bir tane yaktı (*). Ağır ağır Mastan'ın arabasının gelmekte olduğu yola doğru yürüdü. Sanki arabayı hiç görmemiĢ

gibiydi.

Seydali biraz ileriden kıvrıla kıvrıla ilerleyen arabadan ayıramıyordu bakıĢlarını.

Onun Karaahmetli'de, kendi köylerinde konaklayacağını düĢündükçe kızıyordu.

Bunun köylü için, Karaahmetli için ne demek olduğunu bilmeyen yoktu.

Önüne çıkan taĢlardan birine bir tekme savurdu. Kızgındı. Sanki kızgınlığını taĢtan almak istercesine biraz ötede yuvarlana yuvarlana giden taĢa yetiĢip bir tekme daha kondurdu. Artık araba yoluna inmiĢti. Aralarında pek bir açıklık da kalmamıĢtı. Biraz sıkıĢ-tırsa, çabuktan alsa adımlarını pekâlâ yetiĢebilirdi. Ama bunu istemiyordu.

Köye de iyiden iyiye yaklaĢmıĢlardı.

— Bize geliyor bu, dedi. BirĢey de yapmadık ya. ġakaklarının üstünden bir tutam saçı sağ iĢaret parmağına dolayıp çekti. Bunun kafasının daha iyi çalıĢmasına faydalı

(4)

olduğuna inanırdı hep. Ne zaman bir iĢi uzun uzun düĢünmek zorunda kalsa saçlarını tutup

çekerdi.

Üç tel saç dolanıp kopmuĢtu parmağına. Elini boĢluğa doğru kaldırdı. Saçları üfürdü.

Üç ince saç teli uçup gitti boĢlukta.

— Hayrolsun, dedi kendi kendine.

Mastan'ın Karaahmetli'ye bütünlüğüne gelmiĢ olabileceğine inanmıyordu. Belki biraz dinlenir, sonra yoluna devam eder diyordu.

— Su içmeğe durmuĢtur belki de, dedi.

(*) YeĢil Kurbağa: Köylü sigarası.

14

Araba köye iyiden iyiye yaklaĢmıĢtı. Biraz sonra köye varacaktı. Seydali tam zamanında yetiĢmek istiyordu. Mastan'ın arabadan iniĢinden baĢlayıp en küçük bir davranıĢını bile kaçırmamak arzusundaydı.

Ağır aksak yürüyüĢü bıraktı, adımlarını sıklaĢtırdı. «Bu deyyus burada kalırsa fena»

diye geçirdi kafasından. «Uykusu kaçar milletin gene.»

Elinden geldiği kadar kaygusuz görünmeğe çalıĢıyordu. Bir sigara çıkarıp yaktı.

Dumanını geniĢçe üfledi boĢluğa.

Durdu. Arabaya yetiĢmiĢti. Derin bir soluk daha çekti yanan sigaradan. Sonra beklenmedik bir acelecilikle yeni yaktığı sigarayı yere attı. Çiğnedi.

Arabanın üstünden Mastan'ın baĢının ağır ağır iki tarafa sallandığını görüyordu.

— Gidinin Hacizcisi, dedi diĢleri arasından. Bakalım gene ne iĢler açacak milletin baĢına!

Hop etti, atıldı arabadan yana.

Araba köye yaklaĢınca yavaĢladı. Seydali'nin hemen önündeydi. Biraz hızlansa yetiĢirdi. Ama aldırmıyordu. Kahvenin önünde yetiĢti Mastan'a. MaĢtan arabadan iniyordu Seydali'yi görünce:

— Merhaba, dedi.

— Merhaba, hoĢ geldin.

— HoĢ bulduk.

— EeĢ yolculuk iyi geçti mi bari.

— Eh, dedi MaĢtan.

Birlikte kahveye doğru yürüdüler. Ġlkin MaĢtan girdi içeri, ardından Seydali.

Kahvede oturanlar kalkıp yer verdiler. MaĢtan hemen ocağın yakınında bir yere çöktü.

— Yap, bakalım bir çay, dedi. Ama hani o «tavĢan kanı» dediklerinden olsun ha.

Musa, sırnaĢık sırnaĢık güldü.

15

— Gamlanma ağam, dedi. ĠĢimizi biliriz evvelal-lah.

MaĢtan güldü:

— EĢin yoktur Musa ha, dedi. Seninkinden iyisi bulunmaz bu gidende.

Musa yaltaklandı:

— Sağol Ağam.

(5)

MaĢtan gene güldü. Huyuydu, ne zaman can yakacak olsa, can acıtacak, elem dağıtacak olsa gülerdi. Elini baĢına götürüp yağlı Ģapkasını öne itti. Ensesini uzun uzun kaĢıdı. Masanın üstünde duran sigara tablasını çevirmeğe baĢladı.

— De gayri Musa, dedi. Senin çayı çok içeriz bundan böyle çok içeriz «tavĢan kanı» çaylarını.

— Çok mu kalacaksın ağa, dedi Musa.

— Gitmiyeceğim ki, dedi MaĢtan. Çocuklar da gelecek yarına.

Kahvedekiler, kurĢun yemiĢ gibi oldular. Yüzleri sarardı, solukları seyreldi birden.

Musa:

— Ġyi ettin ağa, dedi. Çok iyi ettin!

MaĢtan eliyle burnunun ucuna konan bir karasineği kovaladı.

— Hakçası güzel yerdir burası, dedi. Havası da temizdir. YarayıĢlıdır sağlığa.

Seydali manâlı manâlı:

— Sana göre değil, dedi. Biraz serttir bilirsin ya. MaĢtan eliyle masaya vurdu:

— Ne demekmiĢ o, dedi. Biz eski toprağız oğlum. Sert havadan mert havadan korkmayız.

— Belli olmaz, dedi Seydali. Orası belli olmaz. MaĢtan göğsünü yumrukladı:

— MaĢtan derler bana, dedi. Aç kulağını da dinle. MaĢtan derler bana, MaĢtan derler ya...

— Onu bilmeyen var mı ki, ağam, dedi kahveci.

16

MaĢtan yavaĢça Musa'dan tarafa döndü.

— Bir bilmeyen kalmıĢ yeğenim baksana, dedi. Musa:

— Yok ağam, dedi. Bilmeyen kalır mı? Eliyle Seydali'yi gösterdi MaĢtan.

— Ya bu?

Musa karĢılık vermedi. MaĢtan, bayağı içerlemiĢ-ti. Sağlığına, sağlamlığına dil uzatılması onu cin ifrit ederdi hep. /

— Ben elli yıldır bu dağlardayım be, dedi, sen daha dünyada yokken biz buralarda cirit oynuyorduk cirit.

Seydali umursamaz.

— Kızma ağam, dedi. Lâf olsun diye söyledik biz. MaĢtan göğsünü yumrukladı:

— Görürsün Mastan'ı sen, dedi. Ben hancıyken.

— Bende yolcuyken, diye tamamladı sözü Seydali Mastan'ın yüzü hırstan, gururdan kızıl mora kesti bir an.

hacizli toprak 17/2

2.

YEġĠL arabanın geliĢinden sonra üç gün ya geçti ya geçmedi. Mastan'ın karısıyla kızı da köye geldiler. Karaahmetli köylüleri onları ilk görüyorlardı.

Köylü kızgındı. Köylü kırgındı. ġaĢkındı. Bunun ne demek olduğunu, bu ĢaĢkın bakıĢlı kadının, bu genç kızın, Ģu zebellâh gibi dikilip duran iki adamın buraya ne diye gelmiĢ olduğunu, bunun sonunun nereye varacağını bilmeyen yoktu.

— Tövbe Allahıma, dedi biri. Bir düztaban var ya aramızda.

(6)

— Hay Allahım...

Ġyiden iyiye dertlenmiĢti bütün köy. Artık bütün konuĢmalar, MaĢtan üstüneydi.

Mastan'ın beraberinde getirebileceği felâketler üstüne...

— Piyango bize vurdu, dedi biri.

— Bizim de sonumuz Harımh'ya dönecek.

— E gülme komĢuna gelir baĢına demiĢler.

18

MaĢtan bir köye geldi mi yalnız gelmezdi. Hemen arkasından adamları damlardı.

Arkasından «Ağanın haczi» gelirdi. Kesikbel için, kırka yakın Kesikbel köyü için

«Ağanın haczi» ölüm demekti. Her yere girerdi, herĢeye burnunu sokardı bu Allanın belâsı haciz.

DüĢlerine girerdi. Yarı gecede, uykularını bölerdi. Anayı oğuldan, karıyı kocadan ederdi, «Ağanın Haczi». Kesikbel köylerinde ne isterse o olurdu. Acımasızdı. Deli divane ederdi insanı. Dur, çüĢ bilmezdi. Yaz, bahar, kıĢ demezdi. O yorgun

köylülerin damarlarında kan gibi «Ağanın Haczi» dolanırdı.

Kimse lâfını etmezdi. Ağzını açıp haciz lâfı edene köylü yiyecekmiĢ gibi bakardı.

DüĢman bellerlerdi onu. Ama haciz durmazdı.

Tut ki bir canalıcıydı «Ağanın Haczi». Eli tırpanlı, resimli dergilerde çizilen ölümdü.

Bir baĢından girerdi ovanın, öteki baĢından çıkardı; kanlı, acımasız bir canavardı. Bir umut koymazdı, baĢı dik; bir gülüĢ koymazdı, yüreği sıcak. Acımasız, bir ölüm dalgası gibi gelip geçerdi ovanın üstünden.

Pis, kirli bir oyundu «Ağanın Haczi». Kan kusardı bu oyuna gelen; oynayan güler eğlenirdi belki. Güler eğlenir, yüreği serinlenirdi oynayanın. «Ağanın Haczi»

yüzünden hesapçı kitapçı olmuĢtu köylü milleti. Yarı gece bölünürdü uykuları;

sayılar bölerdi uykularını. Dönüm hesaplarlardı, adım hesaplarlardı, sap

hesaplarlardı, b'aĢak hesaplarlardı, tane hesaplarlardı. ġundan Ģu kadar, bundan bu kadar; Ģu kadardan Ģu para, bu kadardan bu para.

Karaahmetli'ye Mastan'ın öteberisi geldikten sonra, karısı, kızı, adamları geldikten sonra «kurt düĢmüĢtü» milletin yüreğine. Ağzını bıçaklar açmıyordu kimsenin.

Bir kızı vardı Mastan'ın; baĢka çocuğu yoktu. On 19

sekizinde vardı kızı. Biraz kırgın, biraz kinliydi kızına karĢı. Hep bir erkek çocuk istemiĢti; soyunu sürdürecek sağlam bir «kazık» istemiĢti. Ġçine atmıĢtı kızgınlığını, sövüp saymamıĢtı, vır vır edip durmamıĢtı.

Köylüler, karısını da kızını da ilk görüyorlardı, lafını duymuĢlardı da yüzlerini görmemiĢlerdi. Mas-tan'dan bir kadın düĢünmüĢlerdi karısı deyince; onun gibi

ĢiĢman, göbekli, burnu havalarda, kötü huylu. Mastan'dan bir kız düĢünmüĢlerdi kızı deyince; göbekli, burnu havalarda, kötü huylu.

Ġlkin onlara ürkek ürkek baktılar. Zübeyde Hanım köy kadınlarına sokulmak

istiyordu; dostça davranıyordu hepsine. Kadınlar korkak, çekingen duruyorlardı ona karĢı. Korkuyla saygı karıĢık bir davranıĢları vardı.

Kesikbel köylerinde saygı ve korkuydu MaĢtan soyunun hakkı. Bu kaç yıllık kanunuydu Kesikbel'in. Kin vardı bunun altında, saygının altında da kin vardı;

(7)

korkunun altında da ki.n vardı. Köklü bir kin; ağırdan akan, durgun, ama köklü bir kia. E-üyür, sakin sular gibi akar büyür bu kin, birbirine karıĢır bir koca ırmak olur akar, koca bir kin ırmağı...

Çocuklar kinle doğarlar Kesikbelde, elleri gibi, ayakları gibi doğarken kinlerini de birlikte getirirler. En büyüğü Karaahmetli köylülerinin kinidir.

Eski bir hikâyedir bu; uzun bir hikâyedir. Bilmeyen yoktur bu hikâyeyi Kesikbel'de.

Çocuklar doğar, beĢiklerinde kin ninni olur ırgalar onları. Meme olur ağızlarına. Bir ana kızına bu hikâyeyi anlatmadan olmaz; bir baba oğluna bu hikâyeyi söylememiĢ olmaz.

Seksen senelik bir hikâyedir anlatılan, bin kez, on bin kez anlatılan. On bin kez, yüz bin kez, milyon kez düĢünülen.

20

Daha o sabah, gün ağarmadan olmuĢ gibi taze anlatılır, soluk soluğa anlatılır, söve saya anlatılır. Bilinmedik bir ayrıntısı yoktur, unutulan bir söz yoktur.

Karaahmet'in hikâyesidir bu.

Bu köye adını veren Karaahmet'in hikâyesi. Seksen yıl olmuĢtur öleli Karaahmet. Bu köye adını vermiĢtir Karaahmet; ama, köylü söyler bu adı. Kütükte baĢkadır köyün adı. Kayran der kayıtlar bu köye. Bir de MaĢtan Kayran der. Yüreği varmaz

Mastan'ın Karaahmetli demeğe. Bir sızıdır bu ad yüreğinde. Köylü bilir Mastan'ın niye Kayran dediğini, niye Karaahmetli demediğini. Ama kayıtların niye Kayran dediğini bilmez.

Bu dağlarda Karaahmet yaĢadığında, ferman pa-diĢahınmıĢ.

Ġri, sağlam basan, dosdoğru düĢünen, dosdoğru konuĢan bir köylüymüĢ Karaahmet.

Okumak bilmez, yazmak bilmez bir köylüymüĢ ama dert babasıymıĢ. Biri baĢı

sıkılınca onun kapısının ipini çekermiĢ. Bir çıkmaza sürüklenen, bir derde düĢen ona gelirmiĢ.

Derler ki, melek gibi adammıĢ, bir kem bakıĢ, bir kötü söz umulmazmıĢ ondan. Biri çıkıp birisini fitlese «Karaahmet sana sövdü» dese hiç duraksamaz «Sövmez» dermiĢ karĢıdaki.

Dağa taĢa, kurda kuĢa hep aydınlık gözlerle bakarmıĢ Karaahmet, temiz yürekle bakarmıĢ. Dağa taĢa, kurda kuĢa aydınlık gözlerle bakan Karaahmet bir sevmezmiĢ ki, pir sevmezmiĢ; padiĢahı sevmezmiĢ, padiĢahın fermanını sevmezmiĢ, padiĢahın o yörede gören gözünü sevmezmiĢ, duyan kulağını sevmezmiĢ. Belki de onca

köylünün yüreğine taht kurması da bun-danmıĢ.

Salma salmayı kovalarmıĢ o sıra. Köylü bu gün bir verirmiĢ padiĢaha, yarın gelir iki istermiĢ adamla-

21

rı; devrisi gün üç istermiĢ. Vermekle hemen bitermiĢ köylünün elindeki, ama almakla doymazmıĢ padiĢahın aç gözü. Bir gün gene salma salınmıĢ.

Karaahmet'in yüreği kaynar kazan; konuĢur dilin bildik bilmedik olanca küfrü gırtlağında deliboran olur esermiĢ.

— Benden selâm olsun, beye paĢaya.

(8)

Beyin adamlarının önüne çıkmıĢ, bir bir anlatmıĢ yüreğindekini, sövmesine sövmüĢ, saymasına saymıĢ. AnlatmıĢ ki, bir kuruĢ bile veremez fukara köylü.

— Köylü veremezse biz de alamaz değiliz ya, demiĢ biri.

Karaahmet bakmıĢ, adamların en irisi o. KırpıĢtırmıĢ gözlerini, daha bir açmıĢ; açmıĢ da bakmıĢ, adamların en dikileni o. YetmemiĢ giyimine bakmıĢ, en iyi giyineni o.

YetmemiĢ kuĢamına bakmıĢ, en iyi kuĢananı o. YetmemiĢ bineğine bakmıĢ, en yağız at onun altında. Sözüne bakmıĢ, yüzüne bakmıĢ, ayağına bakmıĢ, eline bakmıĢ, eline iyice bakmaya kalmamıĢ, sığır siniri saklamıĢ Karaahmet'in yüzünde. TutetmiĢ Karaahmet kamçıyı, tutedip çekmiĢ. Bakan bakmıĢ, gören görmüĢ o sıra ki, o dev yapılı adam yerdedir, o canım giysileri toza bulanmıĢ.

Ok yaydan çıkmıĢ o gün. Elinde tüfeği, altında yağız atıyla dağlara vurmuĢ

Karaahmet. Dağlara, kartalın yavrusunu bulamadığı anlı Ģanlı Sarımahmut dağlarına.

PadiĢahın adamı, o yörenin beyi rahatından huzurundan olmuĢ. Baskın üstüne baskın, hakaret üstüne hakaret. Köylüler beyi beyden saymaz olmuĢlar, fermanı ferman

yerine koymaz olmuĢlar.

Tut ki, bir devlet bellemiĢ Karaahmet kendini; bir okur yazar aramıĢ yanına. Bula bula Çakallar köyünden Hafız'ı, MaĢtan Hafız'ı bulmuĢ. Ġki demez bir

demez bey'e mektup yazarmıĢ «Elini çek köylünün cebinden» dermiĢ. Gel zaman git zaman MaĢtan Hafız gözünün bebeği olmuĢ Karaahmet'in. Bey desen ateĢ

püskürürmüĢ, on altın paha biçmiĢler Karaahmet'in kellesine. Ölü ya da diri getirene on altın adamıĢlar. On altın için Karaahmet'e kim kem gözle bakabilir. On altın olmuĢ yirmi, yirmi altın olmuĢ otuz; otuz altın olmuĢ kırk; kırk altın olmuĢ elli.

Derler ki, arttıranın baĢının belâsı artsın yüz altına kadar dayanmıĢ Karaahmet'in can pahası.

Ġnsan yüz altın deyip geçmemeli, elinin tersiyle itmemeli. Durup bir saymalı bir iki diyerekten. Bir düĢünmeli, bir ince hesap etmeli yüz altın ne alır ne satar diye.

Biri ince hesabetmiĢ ve bir sabah tan ağarırken uyanmıĢ Karaahmet'in adamları.

UyanmıĢlar ya içlerinde bir eziklik; bakmıĢlar Karaahmet yok. DemiĢler dağlara vurmuĢtur kendini. DemiĢler ya, bir de bakmıĢlar MaĢtan Hafız da yok ortalıkta...

Kurt düĢmüĢ içlerine. Bu MaĢtan, demiĢler...

BaĢsız gövdesini bulmuĢlar bir dere yatağında Karaahmet'in.

BilmiĢler Mastan'ın yaptığını. Yüz altına Karaahmet'in kafasını sattığını.

Bu MaĢtan iĢte o Mastan'ın torunudur.

Bu servet iĢte o yüz altının yavruladığı.

Kanlı bir (bara.

Pis, iğrenç bir para.

Ġlenç üstüne yağar MaĢtan soyunun.

Bu yüzden Çakallar köyünü Kesikbel'den saymaz köylüler, bu yüzden Çakallar halkını Kesikbelli'den saymaz köylüler.

«Mastan'ın köyü» derler «Mastan'ın köylüsü »derler.

22 23

(9)

Anasına sövsen daha iyidir adamın. «Mastan'ın köylüsü» diyeceğine çek vur daha iyi. Çek vur da «eline sağlık ağam» desin düĢüp ölürken.

MaĢtan bilir Kesikbel'in kinini. Bilir o ağır akan kin ırmağının boyuna beslenip büyüdüğünü.

Bilir de o yüzden kızar, kan çıkar baĢına Kesik-bel köylülerine kızınca.

O yüzden dellenir.

O yüzden biler «hacizci palasını» acımasız. O yüzden baĢ keser her yıl bilenmiĢ palasıyla.

O ne kadar «Kayran» dese o saat biri çıkar «Ka-raahmetli» der.

Ne zaman biri çıkıp:

— Bizim Karaahmetli de, dese. MaĢtan ellerini açıp:

— Kayran desene, der. Karaahmetli de ne oluyor. Devletin koyduğu adı da mı beğenmiyorsunuz?

Köylüler bütün korkularına karĢılık bu konuda dayatırlar; Nuh der Peygamber demezler.

— Babamızdan öyle duyduk, dedi Saltık. Böyle gelmiĢ böyle gider.

— Devletin koyduğu ad, dedi MaĢtan. Koca devletin koyduğu adı beğenmiyor da.

ġuna bak Kıldona bak.

— Öyle bellemiĢiz ağam. Aslını inkâr eden Haramzade. Karaahmetliyiz biz.

Köyümüzün adı da Karaahmetli.

MaĢtan elini böğrüne bastırıp soludu:

— Kaymakam gelse, sorsa köyün adı ne dese, ne cevap verirsin?

— Karaahmetli derim, dedi Saltık. MaĢtan ellerini masaya vurdu:

— Anlamaz ki, dedi. Kayran der.

— O Kayran derse; onu da biz bilmeyiz.

24

— Adamın çırasını yakarlar alimallah. Koca devletin koyduğu adı tanımazsan. Ha devleti tanımamıĢsın, ha koyduğu adı tanımamıĢsın, ne farkı var...

Saltık omuz silkti:

— ĠĢine gelen Kayran der, iĢine gelmeyen Karaahmetli, biz öyle bellemiĢiz.

MaĢtan:

— Ġnsan öğrenir, dedi. Ġyilikle öğrenmezse kötülükle; kolaylıkla öğrenmezse zorlukla. Öğrenir; öğrenir görürsünüz. Ben size «Kayran»ı da belletirim ya, dedi.

Kahvedekiler sustu. MaĢtan nargilesini tokurdatmağa baĢladı. Zafer kazanmıĢ gibi hissediyordu kendisini. Mintanının iki düğmesini çözdü.

Seydali, söz söylemeğe hazırlanıyordu. Umulmadık yerde ortaya çıkmağı severdi.

Hep kimsenin yapamadığı iĢleri yapmağa çalıĢır, öyle görünürdü.

— Ağa, dedi.

MaĢtan kasıla kasıla baktı. Seydali devam etti.

— Ağa, dedi. Biz ÜĢen diyoz. Millet Hüseyin diyor. Bu da ona benzer.

MaĢtan marpucu masanın üstüne koydu:

— Ananın karnında mı belledin Üsen'i.

— BellemiĢim bir kez.

(10)

— Lafıma kulak ver oğlum. Kayran'ı da bellersin. Parayla değil pulla değil.

Seydali duraksadı bir; düĢündü. Tıs etti ortalık; bir soluk alan bir yerinden oynayan bile olmadı. Acaba dikilip söyleyecek miydi dilinin ucundakini, taĢı gediğine

koyacak mıydı acaba? Ġnanmıyordu kahvedekiler buna. Yine de tıs etti kaldı hepsi;

ne soluyan oldu, ne kıpırdanan; durup öyle beklediler.

Öne doğru geldi Seydali, davranıp kalkacakmıĢ gibi:

25

— Ağa be, dedi. Bir sualim var sana, niye sevmezsin sen Karaahmetli adını, bir kötülüğünü mü gördün?

MaĢtan silkinip doğruldu. Kaba etine iğne batırılmıĢ gibi. Öfkenin sarılığı, irinli sarılığı yaladı geçti gözlerini. Patırdadı; bir telâĢlı konuĢuyordu, tüküre tü-küre, söver gibi:

— EĢkiya lan, diyordu. Elin eĢkiyası bu senin Karaahmetli dediğin. Bir koca köye eĢkiyanın adı mı verilir. Bir götü boklu eĢkiya devletten yüce mi tutulur,

kaymakamdan, ağadan, validen yukarı mı tutulur. Kanunun emrine bir eĢkiya yüzünden karĢı mı çıkılır müslümanlıkta. Adınızı hatırdınız, Ģanınızı iki paralık ettiniz. Ben bunu gideyim minevvel minahir anlatayım kaymakama, devlet ne

yapacaksa yapsın bu iĢe. Koca devletin adı Ģanı iki paralık oldu bir eĢkiya yüzünden.

Tövbe allahıma haritadan silerler sizi be.

Bir tedirginlik çöktü kahvedekilerin üstüne. Solumaya baĢladılar hepsi de.

Karaahmet'e eĢkiya denilmesi oldum bittim ağırlarına giderdi.

— KimmiĢ o, dedi Hasan. EĢkiya kimmiĢ? MaĢtan:

— Kim olacak, dedi. Kim olacak. Karaahmet, Karaahmet dediğiniz.

— Karaahmet götü boklu eĢkiya ha?

— Elbette, götü boklu eĢkiya ya!.

— Rahmetli, dedi biri. Nur içinde yatsın.

— Cennet mekan olsun, dedi baĢka biri. Silkindi kalktı MaĢtan, gitti geldi; gitti geldi. Of-

luyor pufluyor herkese kinle bakıyordu.

— Tövbe, dedi. Müslüman olacaksınız bir de. Bir eĢkiyaya rahmet okunmaz, cennet mekan olsun denmez, nur içinde yatsın denmez. Allah adamı yakar cehenneminde.

26

— Eh ağa, dedi Hasan. Allanın iĢine de mi karıĢmaya baĢladın?

— Tövbe tövbe, Müslümanlık kim siz kim? BaĢını salladı iki yana.

— Yanacaksınız, dedi. Yanacaksınız. Bir eĢkiya-yi devletten üstün tutmak ne demek. Tövbe tövbe. Ġtin âlâsı iĢte, götü boklu bir eĢkiya.

Hasan yerinden ağır ağır kalktı:

— Doğru konuĢ MaĢtan oğlu.

— Bana konuĢmayı sen mi öğreteceksin! Hasan eliyle birĢeyler kovalar gibi yaptı:

— Doğru konuĢ, dedi. Benim akrabamdı o. Sövdürmem ben ona.

MaĢtan Hasan'a baktı, yerine oturdu:

— SövdürtmezmiĢ, dedi. Götü boklu iĢte, götü boklu teresin biri olmasa.

(11)

— Ağa, dedi Hasan. Babam yerindesin. YaĢına hürmetim var. Beni dinden imandan çıkarma.

— EĢkiya soyu sen de, din iman ne gezer sende. EĢkiya soyu.

Hasan aynı anda masanın üstünde duran sigara tablasını alıp Mastan'a fırlattı. Öteki eğildi. Tabla duvardaki «Dünya Güzeli Fatma» nın resmini yırttı.

Kahvedekiler araya girdiler. Hasan'ı bir köĢeye oturttular.

MaĢtan hâlâ kendi kendine birĢeyler patırdayıp duruyordu. Ne elediği, ne söylediği anlaĢılmıyordu.

— Ben sana gösteririm, dedi MaĢtan. Meteliksiz zibidi sende.

27

Yine bir gariplik düĢtü serime Ben de bilmem nice olur halımız Kul Halil

3.

BĠR HAFTA ya geçti ya da geçmedi...

Hasan kahvede oturuyordu. Teneke masanın üstüne abanmıĢtı; uyur uyanık bir hâli vardı. Kapı her zamanki gıcırtısıyla açıldı. Mastan'dı. Her zaman olduğu gibi

kurumluydu. GümüĢ saplı tabancası ceketinin arkasını hafifçe kabartıyor, hissediliyordu.

Hasan'ı görünce:

— Hasan, dedi.

Hasan teneke masadan baĢını bile kaldırmadı:

— Ne var?

— Hele gel de konuĢalım.

— Neyi?

— Ġpotek iĢini.

— Mahsulden sonra dedik ya, dedi. Sen de öyle dedindi!

— Ben öyle demem, dedi MaĢtan. Kaç ay oldu. Bir kuruĢ vermedin daha.

28

— Mahsulü kaldıralım hele kolay, dedi Hasan. Para geçer elimize.

— Ölme eĢeğim ölme, loncada saman biter de yersin. Sen beni para kesiyor belledin herhalde. Ya parayı verirsin...

— Ya da tarlayı alırsın değil mi?.

— Kavlimiz öyleydi.

— Hele bir dene bakalım, dedi Hasan. Adamın elinden tarla almak kolay mı?

MaĢtan güldü:

— Gözümü mü korkutacaksın, dedi. DağbaĢı mı buralar be. Kanun var oğlum.

Kanun senden yanaysa ben, benden yanaysa sen kaderine razı ol.

— Senden tarafa mı yâni?

— Öyle gibi.

— Görürüz!

— Göreceğiz elbet. Geçen haber saldımdı kasabaya.

— Ne haberi, diye lafa karıĢtı Hacı.

— Ġcracılar gelsin diye.

(12)

— Hepimize mi?

— Yok, dedi MaĢtan.

Öküzlerin Hacı rahatladı. MaĢtan devam etti:

— Yalnız borcunu vermeyenlere. Hacı yutkundu. Deli Süleyman:

— Senin Ģanına yakıĢmaz, dedi. Ne kaldı Ģunun Ģurasında. Bir'iki aya varmaz kalkar mahsul. El elde baĢ baĢta o zaman.

— Eh, dedi MaĢtan. Bekle bekle. Uma uma döndük sarı muma.

Serder Osman:

— Valla, dedi. Sen bilirsin gene. Bana sorarsan...

— Ben sormam sana, dedi MaĢtan. Benim aklım yeter bana.

29

— Yani sorarsan dedim de, dedi Serder. Ġyi etmiyorsun Allah var yukarda.

HerbiĢeyleri görür o. Bu köy ne ki, fukara ocağı. Adı köy bunun. Kimin üç günlük buğdayı var ambarında.

— Kötü mü ettik beĢ paranız yokken borç vermekle. Bir de üstüne mi yatasınız yani.

— Kimsenin kuruĢu lâzım değil bize, dedi Serder.

MaĢtan elini boĢlukta salladı:

— Öyle olsa verirdiniz, dedi. Üstüne oturmağa kalkmazdınız.

Kapı açıldı Sar'osman girdi. Mastan'ı görünce tuhaf oldu. Zoraki bir merhaba çekip oturdu. Serder usulca:

— Hacizciler gelecekmiĢ, dedi.

Sar'osman Mastan'dan tarafa döndü:

— Doğru mu Ağa? dedi.

— NeymiĢ o?

— Dedikleri!

— Ne diyorlar?

Sarı kesik kesik konuĢuyordu:

— Hacizciler...

— Ne olmuĢ ki hacizcilere?

— GeleceklermiĢ.

— Gelecekler ya. Verirken demedim mi ben size borç bu diye. Ġpoteği neye yaptık Ağanın oğlu.

Sar'osman öksürdü:

— Borç elbet, dedi.

MaĢtan, kaĢının uçlarını çekiĢtirdi:

— Borç dediğin ödenir.

— Ödeyeceğiz be Ağa. Güldü:

— Kıyamete mi?

— Mahsul kalkınca, dedi Sar'osman. Ġlk elimize geçen para senin.

— Çok dinledim o lafları ben. Karnım tok benim o laflara...

Sar'osman:

— Ben hep verdim borcumu ağa, dedi. Mahsulü kaldırdım mı elime geçeni borcuma verdim. Esvap almadım. Cihanı âlem bilir, kime istersen sor. Kime inanırsan sor.

(13)

MaĢtan güldü:

— Sana verirken kime sordumdu, dedi. Nasıl adamdır diye. Benimki bir iyilik, vardı verdim. Eh aç durulmaz ya. Aç doyuracağız derken, acından ölünmez ya. Sizin yüzünüzden çulsuz mu kalalım yani.

— Allah vermiĢ sana.

— BoĢ oturmaylan vermedi ya. ÇalıĢtım da verdi. Ben böyle sizin gibi çene yarıĢtırmam. BoĢ duranı Allah da sevmez kul da.

— Oturan kim, boĢ oturan kim?

— Siz...

— Anamızdan emdiğimiz burnumuzdan geliyor. Bu eziyetle, bu gayretle toprak toprak olsa zengin olurduk. Kısır mübareğin toprağı.

— Satılırken öyle demezsiniz ya.

— Allanın toprağına nankörlük olmaz, dedi Serder. Kısır mısır ama, geçimimiz o yüzden. Bakma sen, biz köylüyüz kızdık mı lâfımızı bilmeyiz.

— Borç alırken satılırken bereketlenir mübarek. Gidi malın gözleri, bir de lâfınıza inanmayana kızarsınız.

— Dedim ya ağa, dedi Serder. Kızınca söylenir. Ama bizim toprağımız o. Kıraç da olsa, taĢlık da olsa bizim toprağımız. Ekmeğimiz, suyumuz o.

MaĢtan etrafına bakındı.

30 31

— ĠĢ benden çıktı, dedi. Sar'osman:

— Senin bir sözünle zınk diye durur onlar.

— Ben bu güne kadar bekledim, dedi MaĢtan. Borç adamı utandırır yüzlerine vurmayayım dedim. Verin paramı demeyim dedim. Biri çıkıp da... Ha, biri çıkıp da al bu bizim borcumuz demedi.

— Kimde para varki Ģu sıra, dedi Hacı.

— Allah varya, dedi MaĢtan senet sepet olmasa inkâr de edersiniz borcunuzu.

Serder:

— Töbe, dedi. Allah yazdıysa bozsun. Kimsenin kuruĢunu istemem. El malında gözü olanın gözü çıksın. Bizi öyle belleme sen. Bize kendi aĢımız yeter kimsenin kuruĢunda gözümüz yok, bizi öyle belleme.

— Ya nasıl belleyeyim laf ebesi. Ben adamın lafına bakmam, iĢine bakarım. Ne demiĢ Namık Kemal (*) «Aynası iĢdir adamın lâfına bakma». Car car konuĢursunuz.

Borç ödemeğe geldi mi metelik yok.

— Sen nerelisin ağa, dedi Hacı.

— Buralıyım.

— Köylü müsün?

— Elbette.

— Köylü halini bilirsin öyleyse. Bizim elimizde para bir ay kalır, kalsa kalsa. Onu da borca harca veririz, tamam. Ekin ekip ekin biçmekten, borç alıp borç ödemekten baĢ kaldırdığımız mı var ki...

(14)

— Ne diyorsunuz yani, dedi MaĢtan. Dilinizin altında ne var?

YumuĢamıĢ gibiydi. Hemen bütün köylü umutlandı bu halinden. .Hasan kalktı, dıĢarı çıktı. Havadan an-

(*) Anadolu her sözü Namık Kemal söylemiĢ sanır. Ziya PaĢanın «Ayinesi iĢtir kiĢinin lâfa bakılmaz» mısraını demek istiyor.

-lamıĢtı neler olacağını. Mastan'a yalvaracaktı köylü. Bütün gün veryansın ettikleri adama dalkavukluk edeceklerdi.

— Elini ayağını öpelim ağam, diyeceklerdi.

— Sen bir koca ağasın, herkesin babasısın...

— Etme eyleme, Ģanına yakıĢmaz.

— Senden gayri kimimiz var elimizden tutan... Bütün bu sözleri duymak istemezdi Hasan. Ağırına gider, kanına dokunurdu.

— Canım ağa be, dedi biri. Hani mahsul sonunu beklesen yok mu ya. Hani ne dua alırdın ya.

— Of, dedi MaĢtan. O güne kadar ben ne yaparım yahu.

— Ağa be.

— Gözümüz yok, diye devam etti, baĢka biri. Sen 10 yıl idare edersin anbardakiyle.

MaĢtan kaĢlarını kaldıra kaldıra:

— Yok, dedi. Vallaha tevatür. Size öyle geliyor. Büyük kapının derdi büyük.

— Yap bir büyüklük daha, dedi Melik Cemal.

MaĢtan düĢünür gibiydi. Belirli bir zaman düĢünüyormuĢ gibi yaptıktan sonra niyetini açıklayacağı belliydi. Kimse ağzını açıp konuĢmuyordu. Tam düĢünceli çağında Mastan'm aklına kurt düĢürmekten korkuyorlardı. Mastan'm soluğan, geniĢ soluğu duyuluyordu yalnızca. Ocakta kaynayan semaverin sesi bu sese karıĢıyor tuhaf'bir biçimde kahveyi kaplıyordu.

MaĢtan ilkin geğirdi. Sonra kötü kötü öksürdü. Yere tükürdü:

— Bu sizin iĢleriniz öldürecek beni, dedi. Dertsiz baĢımı derde sardım sizinle.

— Sen bilirsin ya.

Öksürüğü kesilmiĢti, sağ elini sallayıp:

— Hepsine peki, dedi.

32

hacizli toprak 33/3

Köylü neĢeyle kıpırdadı. MaĢtan devam etti:

— Hepsine âlâ, Ģu Hasan var ya. Ağırıma gidiyor. Onun borcunu isterim. Ġki cihan bir araya gelse bu sözümden caymam. Babam mezardan çıksa.

— Allah göstermesin, dedi biri. Köylülerin yüzlerinde gezdirdi bakıĢlarını:

— Geçen ettiğini gördünüz ya, dedi. KarĢılık veren olmadı.

— Gören de beni ona borçlu beller vallaha. Musa:

— Bak bu lâfın doğru ağam, dedi ocaktan. Köylüler bir tuhaf baktılar Musa'ya.

Musa ürktü:

(15)

— Hani demem ne demek ağa, biliyor musun, biraz ileri gitti ama gene de sen bilirsin ya.

Serder arkasını getirdi:

— Mürüvvetin sonu yoktur. Bırak o fukara da kaldırsın mahsulünü.

MaĢtan sinirli sinirli doğruldu.

— Töbe, dedi. Büyük sözüme töbe. Anam avradım olsun cayarsam. Benimle cenkleĢilmez. Bana MaĢtan derler MaĢtan. Benimle cenkleĢenin vay haline.

— Sen bilirsin gene, dedi Sarı.

— Ġte bile ekmek versen elini ısırmaz. Ġnsan ekmek kapısına kara çalmamalı.

Herkes biribirinin yüzüne bakıyordu. KonuĢmağa niyetleri yoktu. Mastan'ı kızdırmaktan korkuyorlardı.

— Eh, dedi Mustafa. BaĢa gelen çekilir.

— Söyleyin ona, dedi MaĢtan.

— Ne diyelim?

— MaĢtan dedi ki deyin.

— Ha...

— Alacağını istiyor deyin.

34

— Hepsini mi?

— Hepsini deyin.

— Olur ağa.

— AkĢama kadar beklerim.

— Az, dedi biri.

— Getirirse ne âlâ yoksa çekerim bir çizgi, tamam.

— AkĢama bulamaz ya ağa, dedi Mustafa.

— Kendi bilir gayri, dedi MaĢtan. Benden bu kadar.

— Hiç değilse iki gün desen de...

— Para mı yumurtlayacakmıĢ iki günde.

— Kasabaya gider bulur mulur belki.

— Belki bir veren olur, dedi Sar'osman. MaĢtan güldü:

— Ülen, dedi. Ülen siz herkesi MaĢtan mı bellediniz be. Elin itine köpeğine kim metelik koklatır.

Seydali:

— Bilirsin ya, dedi.

— Neyi?

— Hasan'ı seven çoktur kasabada. Eliyle sinek kovalar gibi yaptı:

— Lâf, dedi. Elin meteliksizine kim yüz verir ki!

— Ġki günden ne çıkar, iki gün müddet vermeyle...

MaĢtan kesty attı:

— AkĢama, dedi. AkĢama isterim ben.

Dikildi kalktı. Çıkıp gitti ardından: Ġki elleri böğürlerinde kalakaldılar kahvedekiler.

Suskunluk elem gibi ağır çöktü kahvenin üstüne. Biri ağzını açıp çıt etmiyordu.

Hepsi de düĢüncedeydi; utanç veren, kaygulu bir suskunluktu bu. Ne diyeceklerdi

(16)

Hasan'a. «Biz kurtulduk, sen yandın.» Hay Allah kahretsin. Hasan, hepsinin derdine koĢan bir

35

can arkadaĢ, bir yürekli dost. Rezillikti yaptıkları, rezillik ki, rezillik. Öldür allah yapmazdı onların yaptığını; Hasan'ı kendi yerlerine koyup düĢünüyorlardı da kahroluyorlardı. Kendi tarlamı kurtardım ya üst-yanı ne olursa olsun, öldür allah demezdi Hasan bunu.

Musa:

— Paçayı kurtardınız hadi gene, dedi. Serder Osman acı acı güldü:

— Kendi götünüzü kurtardınız ya, diye devam etti.

Sarı sinirli:

— Git iĢine be, dedi. Lâf t... lamaktan baĢka Ģey bilmez misin sen?

Musa çekip gitti.

— Hasan'a bu yapılmaz, dedi Serder. ĠĢ değil bu bizimki. Karı gibi oyun ettik çocuğa. Yüzüne bile ba-kamam ben onun bu köyde.

Sar'osman:

— Elimizden ne gelir?

Mustafa masanın üstünde duran elini oynattı:

— Elimizden bi Ģey gelmezmiĢ, dedi. Çok iĢ gelir bizim elimizden ya. Bakma kendi baĢımızdan korktuk.

— Evvelâ can dedik, dedi Serder.

— Hasan öyle etmezdi bize ya! Sar'osman:

— Mastan'ı kızdırsaydık daha mı iyiydi. Bizimkiler de giderdi elden.

Serder düĢünceliydi. Kahroluyordu, sinirli sinirli parmaklarını oynatıyor, dudaklarını çiğniyordu.

Bir zaman sonra Hasan geldi. Kapıdan girince,

Mastan'ın oturduğu tarafa baktı, gitmiĢ olduğunu anladı. Gene de:

— Gitti mi? demekten kendini alamadı.

— Gitti.

— Ġyi, dedi, sonra sandalyelerden birine oturdu. Sar'osman:

— Hasan, dedi.

Hasan, Sarı'dan tarafa yavaĢça çevirdi baĢını:

— Buyur, dedi.

Gözlermde sonsuz bir huzur vardı.

— MaĢtan ne dedi biliyor musun?

— Yok.

Sarı etrafına bakındı:

— Çok yalvardık ama, direndi. Nuh dedi de... Hasan boĢ boĢ:

— Ne dedi, dedi.

— AkĢama kadar diyor.

— Para mı?

— Hı, dedi Sar'osman. Hem de hepsini, yoksa bir çizgi, diyor.

— Ġyi demiĢ, dedi Hasan.

(17)

Kahvedekiler donmuĢ gibiydi. «Ġyi demiĢ» demekle. Siz böyle istediniz de der gibiydi. Oysa küf-retse, onları suçlasa kendilerini savunabilirlerdi. ġöyle oldu böyle oldu da diyebilirlerdi. Hasan hiç oralı değildi:

— Ġyi etmiĢ, diyordu. Serder hafifçe Hasan'a döndü:

— Yeğenim, dedi yeğenim. Lâf dinlemez bir adam bu.

— Aldırma, dedi Hasan. Üzme kendini.

— Çok söyledim ama seni kendine düĢman bellemiĢ bir kere. Büyük yemin etti.

— Akacak kan damarda durmaz, dedi Hasan.

36 37

Biz baĢından yanlıĢ eyna (*) tuttuk; de gayri kimsenin kabahati yok bu iĢte.

— Bir çaresine bakılır, dedi Sar'osman.

— AkĢama yıl var daha.

— Olacağına varıyor be, dedi Hasan. Eninde sonunda baĢımıza gelecekti.

Serder Osman bir türlü durulmamıĢtı:

— Biz, dedi. Biz adam değiliz. Götümüzün korkusundan unuttuk seni, kendi tarlamızın telâĢına seni yaktık. Eh dedik bizim tarla kurtulsun da. Biz adam değiliz kardeĢim.

— Evvelâ can elbet, dedi Hasan.

— Seninle bize göre de mi, dedi Serder. Sen olsan öyle demezdin. Bizim yüreğimiz kavi değilmiĢ. ÜrkekmiĢiz. Ama boynumuzun borcu yaraya melhem olmak.

— Tatlı canınızı eziyete sokmayın; bir karıncasından geçmeyen Allah Hasan'ından hiç geçmez. Bir yolunu bulurum elbet.

— Biz de adam evlâdıyız, dedi Serder. Dilimiz tutulduysa, bağlandıysa ölmedik ya. Biz bu parayı buluruz.

— Biz kuruĢunuzu bile almam, dedi Hasan. Mas-tan'dan gelecek belâ korkutmaz beni. Ondan gelen davul zurnayla gelsin.

— De gidi, diyordu Serder. De gidi. Bunca iyiliğine karĢı bunu yaptık ha. Kurbanlık koyun gibi kırdık boynumuzu.

Hasan lâfın biteviye uzayıp gitmesinden sıkılmıĢtı, kalktı. O kapıdan çıktıktan sonra iki adam içe-

(*) Eyna tutmak: Çift sürerken doğru gitmek için hep bir Ģeyi ölçü alırlar, meselâ bir ağaçtan bir ağaca gibi. Buna eyna tutmak derler.

ri girdi. Elleri çantalı, biri kahverengili, bir lacivertli iki adam.

— Hacizciler, dedi Sar'osman.

— De anasını, dedi Mustafa. Ne çabuk da geldiler be.

. Buyur ettiler. Kasabadan atlarla gelmiĢler. Mas-tan'ın atlarıyla.

— Nerede buluruz onu, dediler.

— Gelir Ģimdilerde, dedi Mustafa. Serder:

— ĠĢ değil bu sizinki, dedi. ĠĢiniz gücünüz mazlum ahi almak. Elin hayını küp dolduruyor siz ilenç alıyorsunuz.

— Kader, dedi adamların kahverengilisi.

(18)

— Emir kuluyuz biz, dedi. Tut tut, sat sat.

— Bugün bir tarla haczedeceksiniz burada. Ama iĢin altında yatanı bilseniz yüreğiniz kan ağlar. Memurluğunuza tövbe edersiniz vailaha.

— Ekmek dalgası be hemĢerim, dedi adam. Bana kalsa kimsenin kılına dokunmam.

Ama zengin milleti zaten merhametsiz.

— Hah, dedi Sar'osman. Babanın canına rahmet. Ne demiĢler çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz.

Serder, adamlarla ahbaplığı çabucak ilerletmiĢti. Dereden tepeden eterken, lafı evirip çevirip Hasan' nın iĢine getiriyordu. Ama bir türlü dilinin altındaki baklayı

çıkarmıyordu. Sonunda.

— Siz, dedi. ġimdi gitseniz de iki gün sonra gelseniz.

— Çocuk oyuncağı mı bu, dedi adam.

— Benim dediğim bir insanlık. Elinizde olsa da yapsanız, dünya kadar sevabı var vailaha.

38 39

— Biz de biliyoruz...

— E, dedi Serder. Biliyorsunuz da ne demeye mırın kırın ediyorsunuz daha?.

— Kanun, dedi adam. Kanun ver memlekette.

— Bakındı sen, dedi Serder. Biz bilmez değiliz bu iĢleri. Benim amcam var Ankara'da, Müdür. Hem de o herbiĢeyleri bilen müdürlerden ha. Kasketi

çıkarmadan girilmez yanına, senin anlayacağın öylesi müdür iĢte. O bana derdi ki

«kitabına uydururuz.»

— Onun da yolu var. Müdür olacaksın. Yoksa tutarlar kuyruğundan.

— Demek kitabına uydurmak için.

— Müdür falan olmak lâzım. Bırakmıyorlar biz de uyduralım kitabına.

— Eh, dedi Serder. Benden söylemek. Allah basiretini bağlasın. Benden günah gitti.

Artık tapuda «Garben Çıkrıkçı deresi, Ģarken Hacı Molla tarlası, Ģimalen cebel, cenuben Ahlatlı -Ġkiarmutlu yolu» diye kayıtlı tarla Hasan'ın elinden Mastan'a geçebilirdi.

Köylü elele verdi, üçten beĢten ne çıkarsa topladı bir etti üçübeĢi. Mastan'ın

alacağının yarısını karĢılayacak kadar para topladılar. Hasan'a götürüp «al, dediler, tamamını denkleĢtiremedik ya, hiç değilse yerısını toparladık, al da kapat Mastan'ın ağzını.» Hasan inatçıydı, Nuh diyor peygamber demiyordu.

Yalvar yakar oldu bütün köy, sonunda kandırdılar Hasan'ı. Hasan köylünün toplayıp kendisine verdiği parayı Mastana götürdü. Borcunun geri kalanını mahsulden sonra ödeyecekti.

«Ağanın Haczi» elini çekmiĢti Karaahmetli'den. Karaahmetli'ye yeniden huzur geldi.

40

-• Karaahmetli'ye yakın bağevlerine bakarsınız ıĢıklar yanar hiç umulmadık gecelerde.

Hemen her hafta bağevlerinden birine kısık, sönük bir fener ıĢığı gelir. Çoğu zaman gece yarılarına kadar, bazan sabaha kadar yanar o ıĢık...

(19)

Bağevleri Kasabada oturanlarındır. Yaz ayları gelip üzüme alaca düĢtü mü bağlara göçerler. Ama, üzüme alaca düĢmemiĢti. Alaca bir tarafa taneler mercimek kadar var yoktu. Bu yüzden bağevlerinden gelen ıĢıklar bir cümbüĢ habercisidir. Çokluk

delikanlılar dördü beĢi bir araya gelip eğlenirler.

Karaahmetliler bu fırsatı kaçırmaz. Bağevleri-nin yakınına kadar sokulup çalınan Ģarkıları dinlerler, eğlenirler.

Gecenin ilerlemiĢ bir saatmda bağevlerinden birinde bir ateĢ yandı. Hiç de o sazlı sözlü eğlence ıĢıklarına benzemiyordu. Ġlkin Saltık görmüĢtü. Ötekilere de haber verdi.

— CümbüĢ var yine.

— Nerden bildin?

— Baksana ıĢık yanmıĢ.

— Hadi be, dedi Ömer. Çoban ateĢi o.

— Bir gitsek fena olmaz.

— Ulan bir fener bile getirmemiĢler be.

— GezmiĢ olurduk, dedi Saltık. Hımbılımız çıktı be.

Sonunda Hasan'ı, Mustafa'yı, Ömer'i, Serder'i, Sar'osman'ı kandırdı. IĢık gelen bağa doğru yola çıktılar.

— Bakarsın oyuncu kan da getirmiĢlerdir ha, diyordu Saltık.

— Daha da nesi. dedi Hasan. Bekçi bunlar be, bağ bekçisi.

41

Epey yol yürüdüler. Sonunda bağın çitlerine geldiler. Artık dikkatli olmak gerekirdi.

Efe Kâzım bu yüzden gitmiĢti. Böyle bir gecede köpek niyetine vurmuĢlardı.

Ses çıkarmamağa çalıĢıyorlardı. Hiçbiri ağzını açıp bir tek lâf etmiyordu. YavaĢ yavaĢ yaklaĢtılar. Gördükleri ıĢık küçük bir harım ateĢiydi. Diken yaprakları tuhaf çıtırtılarla yanıyordu. AteĢin alaca karanlığında iki karaltı görünüyordu. Hemen ateĢin yanına oturmuĢlar. Hiç kıpırdamıyorlardı.

Daha da yaklaĢtılar. Mustafa:

— Biri kadın be, dedi duyulur duyulmaz. Merakları büsbütün artmıĢtı. Daha yakına sokulmak istiyorlardı. Hasan engel oldu.

— Hiç kasabalıya benzemiyorlar, dedi Serder.

— Köylü bunlar.

Kız erkekten uzak oturmuĢtu. Ġkisinin de gözleri ateĢteydi. Oğlan tüysüz birĢeydi.

Ama gözleri çakmak çakmaktı. Uzaktan seçiliyordu parıltısı gözlerinin.

— Bir iĢ var bunda ya, dedi Mustafa. Sarı:

— KonuĢalım onlarla, dedi. Soralım bakalım ne arıyorlar burda.

— Olmaz, dedi Hasan.

Hasan'ı dinleyen olmadı. Bir kere akıllarına gidip konuĢmak düĢmüĢtü. AteĢin yandığı yere doğru yürüdüler. Oğlan geldiklerini görünce doğruldu. Elinde bir sopa vardı. Sar'osman:

— Merhaba, dedi. AteĢi gördük de geçerken. Bizden zarar gelmez, boĢuna huylanma.

(20)

Delikanlı elinden sopayı atmağa niyetli görünmüyordu. Öylece dikilmiĢ duruyordu.

Sar'osman biraz daha sokuldu.

42

. — Kötü bir niyetimiz yok, dedi. Bir faydamız olur mu diye geldik.

Oğlan, kararsızdı. Güvenmekle güvenmemek arasında bocalıyordu. Elindeki sopayı sıkıca kavramıĢtı. Kız ateĢin baĢında ufalmıĢ, büzülüp kalmıĢtı. KorkmuĢ, utanmıĢ bir hâli vardı. Gözlerini kocaman kocaman açmıĢ gelenleri inceliyordu. Serder:

— Karın mı, dedi, oturan kızı gösterdi. Delikanlı karĢılık vermedi. Sorudan alınmıĢa,

kötü bir anlam çıkarmıĢa benziyordu.

— Bir gören olsa baĢınız derde girer ha, dedi Sarı. Sıddığın bağı bu. Böyle ters adam gelmemiĢtir cihana. Malın gözü.

— Yemedik ya, dedi oğlan.

Kız köĢesina daha da büzülmüĢ, baĢını önüne iğmiĢti.

— Onu demedim be kardeĢim, dedi Sarı.

— Ġki gün oturmayla ne olmuĢ ki?

— Böylesini görmemiĢindir canım, diyordu Sarı. Her iĢin altından bir mızılti çıkarıyor. Kıçıyla kavga eder bulsa.

Hasan ileriye, ateĢin uzağına oturdu. Cğlan ona baktı. Korkusu ürkekliği kalmamıĢtı artık. Kıza döndü:

— Haydi, dedi. Sen gir içerde otur.

Kız, o karanlıkta kocaman kocaman görünen gözlerini daha da açtı, boĢ boĢ baktı.

Kalkıp bağevine doğru yürüdü. Ġçeri girdi.

Oğlan yere oturdu:

— Oturun hele, dedi. Oturun da konuĢalım. Hepsi bu sözü beklermiĢ gibi çöktüler.

— Eh, dedi Serder. Hayvanlar koklaĢa koklaĢa, insanlar konuĢa konuĢa.

43

— Yabancısın sen, dedi Sarı.

— Dımbazlardanım, dedi oğlan.

AteĢin yakınına oturunca, yüzü daha iyi meydana çıkmıĢtı. 25 yaĢlarında var yoktu.

Pembe beyaz, siyah saçlıydı. Zayıftı. Kemikliydi yüzü.

— Askerden yeni geldim de, dedi gözleri ayak-larındaki asker fotinlerine takıldı.

Bunları bile vermedim daha.

Hasan güldü:

— Ġnzibat mıyız biz, dedi. Bize ne rozveltten. Oğlan da güldü. Gülünce değiĢiyor, güzelleĢi-

yordu.

— AlıĢmıĢız da, dedi. O benim yavuklumdu. Mustafa:

— Kaçırdın galiba, dedi.

— BaĢkasına vereceklerdi, dedi. Onun da gönlü bende, kaçtık iĢte.

Ömer elini Ģaklatıp:

— Ġki gönül bir olunca samanlık seyran yeri, dedi.

(21)

— YaĢı ufak, dedi oğlan. Yoksa buralara gelir miydik. Tutup mutmasınnar diye geldik.

— Mazarat ha, dedi Ömer. YaĢ iĢi mazarat vallahi, adamı tıkarlar dama.

— Onun gönlüyle olduktan sonra kime ne.

— Kanun öyle be kardeĢim. ĠĢ anasına babasına kalır. Ih dediler mi paçayı kurtaramazsın.

— Ġki gün oldu daha, dedi adam. Ġki gündür buradayız hep.

— AteĢi bugün gördük biz, dedi Sarı.

— Dün yakmadıktı, dedi oğlan. Bir zaman sustu:

— Açlıktan üĢüdük bu gece de, yakmak zorunda kaldık.

44

-Hasan sigara paketini çıkardı oğlana uzattı. Kapar gibi aldı, yanan ateĢe yaklaĢıp sigarasını ateĢledi. Ardından aklına yeni gelmiĢ gibi:

— Sağol, dedi.

— Sen de sağol, diye karĢılık verdi Hasan. Sonra-elindeki paketi oğlanın dizinin dibine koydu.

Hasan:

— Size ekmek mekmek getirelim, dedi. Açsınız madem.

Mustafa'yla Ömer ayaklandılar:

— Biz getiririz.

— Ġyi olur, dedi Hasan. Çokça getirin de yarına kalsın.

— Zahmet etmeyin siz, diyordu delikanlı. Yarına gideriz nasıl olsa hep burada kalıcı değiliz.

— Hele bir kaç gün geçsin, dedi Hasan. Gitmesi kolay.

Delikanlı Hasan'a baktı:

— Gören mören olur da. Hasan:

— Gündüz içerde oturursunuz. Kimse gelmez buralara. Geceleri, hava iyice kararınca çıkarsınız dıĢarı. Biz gelir yoklarız sık sık. Bir Ģey gerekirse diye.

— Size zahmet olur. AteĢi dürtükledl:

— Ġnsan insana lâzım, dedi Hasan. Bakarsın bir gün bizim baĢımıza da bir iĢ gelir.

Sana koĢarız o zaman.

-- BaĢımla beraber kardaĢlık, dedi oğlan. Allah gcs+ermesin ya, baĢımla beraber.

Kız kapının eĢiğine oturmuĢ onları dinliyordu. Karanlıkta yüzü görünmüyordu.

Yalnız o kocaman 45

ıĢıl, ıĢıl gözleri çok iyi seçiliyordu. Hep bir noktaya dikmiĢ gözlerini öylece duruyordu kız.

— Bak, dedi Serder. Kulağına küpe olsun. Önüne gelene güvenme. Dünyanın yüz türlü hâli var.

— Bilmez miyim.

Artık kırk yıllık ahbap gibiydiler. Aralarında o eski ürküntü, konuĢmalarda o burukluk kalmamıĢtı. Sanki her akĢam berabermiĢ gibi konuĢuyorlardı. Delikanlı ilerisinde duran kalın bir sopayı aldı:

(22)

— Ondan kestim bunu ya, dedi. Bir gelen me-*en olursa diye.

— Ġyi etmiĢsin, dedi Sar'osman.

Delikanlı elindeki sopayla yanan ateĢi karıĢtırdı.

— Sizi görünce yüreğim ağzıma geldi. Baktım dört beĢ kiĢisiniz. Bir sopa ne yapar dört beĢ adama. Birer kere vursam kırılır. Bereket helâl süt em-miĢsiniz de.

Serder:

— Bu gidende soysuz adam pek yoktur ya, dedi. Gene de güven olmaz. En iyisi uyanık olmak. Uyanık oldun mu korkma.

Birer «yeĢil kurbağa» daha yaktılar. Kimse konuĢmadı bir zaman. Söylenecek söz yoktu. Hasan kızı gördü, büzülmüĢtü. Serin bir rüzgâr çıkmıĢtı. Bir de açlık binince üstüne.

— ÜĢüyor o, dedi delikanlıya. Dünya ahret bacımız olsun. Gelsin ateĢin yanına.

— Hatçe, dedi delikanlı. Gel gel.

Kız yerinden kıpırdamadı. Adam ikiledi:

— Korkma be, dedi. Gel iĢte yabancı mı bunlar.

Kız karĢılık vermedi, usulca kalktı, halsiz adımlarla ateĢe doğru ilerledi. Uzağa oturdu.

— YorulmuĢsunuz ha, dedi Serder.

— Bütün gece yürüdük, dedi oğlan. Yatsı ezanından kuĢluğa kadar. Hep dağlardan dağlardan geldik.

— Hiç yiyeceğiniz yok muydu?

— Aklımıza gelmedi, dedi. Önüne baktı, utanmıĢtı.

Serder Osman ağız dolusu güldü:

— Gelmez, dedi. Gönül iĢi, adamın baĢında akıl kor mu?

Hepsi güldüler. Kız ateĢe biraz daha sokuldu.

— Gençlikte olur, dedi Sar'osman. Allahtan buraya düĢmüĢsünüz de.

Kız iyice üĢüyor olmalıydı. Gittikçe ateĢe sokuluyordu. Hasan kıza baktı.

— Nassın bacı, dedi. Ġyi misin? Kız baĢını önüne iğdi.

— Utanır, dedi oğlan. Utanır da.

— Ha yahu yeğenim, dedi Serder. Senin adın ne, allahını seversen; bağıĢla adını hele.

— Hüseyin, dedi oğlan, Hüseyin.

Tam o sırada Mustafa'yla Ömer geldiler. Bu kucak öteberi getirmiĢlerdi. Hepsini ateĢin yakınına bıraktılar.

Hasan kalktı:

— Gidelim biz, dedi. Ötekiler de kalktılar. Hasan:

•— Uğrarız biz gene, dedi. Korkmayın. Sar'osman:

— Ha bak, dedi. Akrep makrep vardır burada, mukayyet ol ha.

Onlar uzaklaĢırken kız yiyeceklere iyice sokuldu. Taze yufkalardan birini Hüseyine uzattı. Büyük bir iĢtahla yemeğe baĢladılar.

46 47

(23)

Ertesi gece Hasan'la Sar'osman peynir, yufka, tütün alıp bağa gittiler. Yatsı okundu okunacaktı. Eve yaklaĢtıkları zaman duraladılar. Sesler geliyordu, tanıdık sesler.

Durup dinlediler. Bu Hüseyin'in sesi değildi. Hasan hızlandı.

— Bir iĢler oluyor ya, dedi. Hayırlısı.

Sar'osman karĢılık vermedi. Büsbütün hızlandılar. Biraz sonra eve iyice

yaklaĢmıĢlardı. AteĢ gene bir gün evvelki yerinde yakılmıĢtı. Ama ateĢin etrafında baĢkaları vardı. Ġki adam, iri yarı, çam yarması gibi adam. Kızla Hüseyin ortalıkta görünmüyordu. Adamlar görününce yavaĢladılar. Onlar da ayak seslerini

duymuĢlardı. Biri:

— Kim o? dedi.

Sesin kime ait olduğunu anlamıĢtı Hasan. Ha-ci'nın, Kasap Hacı'nındı bu ses.

Mastan'ın adamının.

— Biziz, dedi Hasan.

— Adın ne lan, dedi Kasap Hacı.

— Sar'osman, Sarosman'la Hasan.

— Hele hele, gelin bakalım. AteĢin baĢına yaklaĢtılar.

— Hayrola, dedi Hasan. Gecenin bu vaktinde buralarda iĢiniz ne?

— Eh, dedi Kasap, sizin ne iĢiniz vardı.

— AteĢ gördük de, dedi Sarı. Serder oğluna yiyecek götürüyorduk. AteĢi görünce meraklandık.

— Meraklanmaya değmezmiĢ değil mi, dedi Hacı. Hadin gidin iĢinize.

Bu sırada bağevinden Hüseyin'in sesi duyuldu:

— HoĢ geldiniz.

Hacı hıĢımla Hasan'dan tarafa döndü:

— Masal okudunuz bana ha, dedi. Buz gib! haberiniz vardı.

48

''Onların geldiğini gören delikanlı kapıyı açıp dıĢarı çıkmıĢtı.

— EĢkiya mı be bunlar, dedi. Üstüme saldırdılar.

Hasan:

— Siz doğru yolunuza gitseniz ya, dedi Hacı'ya dönüp:

— Sana ne be, dedi Hacı.

— Adamın baĢını derde sokar bu iĢler.

— Siz cansınız da, dedi Hacı. Biz patlıcan mıyız? Herkese Ģapur Ģupur da bize yarabbi Ģükür mü?

— Edepsizlik etme de, dedi Hasan. Bilmeden iftira etme elâleme.

Hacı pabucunun ucuyla ateĢe bir çalı fırlattı:

— Ağaya borcunu ödemezsin. Gelir âlemin bağına karı kapatırsınız üstelik.

Hasan elindekileri bıraktı.

— Biz mi, dedi. Biz mi karı kapattık. Hacı kötü kötü güldü:

— Yok ben... ĠĢte marifetiniz be, ortada.

— Ağzını topla, dedi Hasan. Yavuklu onlar. Hacı hiç oralı olmadan:

— Üçünüzün de mi yavuklusu ki, dedi. Hüseyin yumrukları sıkı 11 yaklaĢtı Hacı'ya-

— Doğru konuĢ, dedi. Sar'osman araya girdi.

(24)

— Hakçası erkeklik değil bu, dedi. Bu adam o kızın yavuklusu. KaçmıĢlar.

Ġnsanlıksa yardım et. Eh elinden gelmezse iyilik etmek koy yollarına gitsinler.

— Ben masal dinlemem.

Hacı'nın yanındaki hiç konuĢmuyordu. Hasan sinirlenmiĢti, titriyordu; eli ayağı dolaĢıyordu; edecek lâf bulamıyordu.

hacizli toprak 49/4

— Gidin iĢinize be, dedi. Bizim köyün Ģanı var. Allahın garibine el uzatan, dil uzatan olmamıĢtı bizim köyde. Gidin iĢinize be.

Hacı'nın yanındaki güldü:

— Muhtar mısın lan, dedi. Sana ne, keyfimin kâhyası mısın?

— Doğru yoluna giden adamdan ne istersiniz be. Ha, Allahın garibinden ne istersiniz?

— Allahın garibiymiĢ, dedi adam. Doğru yoluna gidenmiĢ. Hadi be hiç mi doğru yol görmedik yani. Yanında da bir karı.

— Sana ne kızdan. Bacın mı senin yoksa karın mı?

— Öğreneceğiz, dedi Hacı. Bakarsın odalığım çıkar ha!

Hüseyin Hacı'ya doğru atıldı. Sar'osmanla Hasan araya girdiler. Hacı:

— Efelenme be, dedi. Çok gördük senin gibisini biz.

Hasan:

— Ağanıza giderim bakın, dedi. Basın gidin.

— Selâm söyle, dedi Hacı. Selâm söylemezsen hatırım kalır.

Hasan Osman'a baktı.

— Mukayyet ol bunlara, dedi. Ben Mastanoğlu-na haber vereyim.

— Jandarmayı da beraber getir de, dedi Hacı. Anlayalım bakalım, neciymiĢ bunlar.

Hasan bir an durakladı. Hüseyin'le Hatice için. Durumu nasıl idare edecekti.

Ok yaydan çıkmıĢtı, yürüdü. Kızla oğlanın baĢına bir iĢ gelir mi diye düĢünüyordu.

Ama jandar- 50

malar duyana kadar onları kaçırırdı. BaĢka yere giderlerdi. Karanlıkta ayağı çalı çırpıya takılıyordu.

Osman'ı yollasaydım diye düĢündü; ben beklerdim. BaĢ edemez onlarla Sarı.

Yürümesine ara vermiyordu. Köyün yakınına gelmiĢti. Mastan'ın evi hemen

oradaydı. YaklaĢtı. Kapının önüne gelince duraladı. Ne diyecekti. Nasıl anlatacaktı olanları. Farkına varmaksızın kapıya vurdu. Hızlı vurmuĢtu elleri acıdı.

— Kim o, dedi içerden bir ses, bir kadın sesi.

— Benim, dedi Hasan. MaĢtan evde mi?

— Yok, dedi ses. Babam evde değil.

— Nerde ki?

— Gelmedi daha, bilmem.

— ġu sizin Hacı var ya, dedi Hasan. Arkasını getiremedi. KarĢısında MaĢtan olsaydı kolaydı. Ama kızı vardı. Önündeki kalın kapının ardından onu dinleyen bir kızdı eninde sonunda. Böyle Ģeyler kıza nasıl söylenirdi.

(25)

— Ne olmuĢ Hacı'ya?

— Bağevlerinde, dedi Hasan. Bağevlerinde. Ġçerden kızın kapıya yaklaĢtığını belli eden sesler geliyordu. Kapıya doğru büyüyen ayak seslen.

— Ne yapmıĢ bağevlerinde.

Ses iyice yakındaydı. Hasan çekingenliği bıraktı.

— Yakın köylerden, delikanlının biri... Bir kız kaçırmıĢ... Sıddığın bağında Hacı görmüĢ onları... BaĢlarına belâ olmuĢ... Onu diyecektim...

— Allah belâsını versin, dedi kız. YavaĢ yavaĢ kapıyı açtı. Elinde bir fener vardı.

Hasan kızı bir iki görmüĢtü. Uzaktan, yolda molda. Ama hiç böyle burnunun ucuna kadar girmemiĢti. «GüzelmiĢ de» dedi içinden.

51

Kız da Hasan'a bakıyordu:

— Babam da gelmedi ki, dedi.

Kızın hemen omuz baĢında anası görünüyordu.

— Dedim ben, dedi. Dedim ben. Bu Hacı meymenetsizin biri. Yol ver gitsin diye.

Gözlerinde meymenet yok. Muhtara gidecekti bizimki. AkĢam öyle dediydi.

Hasan duraladı, kadın:

— Bir de oraya baksanız, dedi.

— Bana inanmaz, dedi Hasan. Geçen gün atıĢtık kahvede. Ġnanmaz Ģimdi.

Arkadan bağevlerinden taraftan ayak sesleri geliyordu. Karanlıkta Hacı'nın sesi:

— Ne o abla, dedi. Bir Ģey mi var?

— Hah, dedi. VazgeçmiĢler demek. Hacı iyice sokulmuĢtu. Hasan'a baktı:

— Ne o, dedi. Sokak süprüntüsünü mü korumağa kalkıyorsun yoksa!

— Sen lafını bilsene be, dedi Hasan. Hacı, Zübeyde hanıma döndü:

— Elâlemin bağına karı kapatırlar, bir de namus numarası yaparlar, dedi.

Hasan, Hacı'ya döndü:

— Sen bana baksana, dedi. Bizim hamurumuzda hile yok. Dünya ahret bacım olsun. Elin garibine yardım etmek sevaptır.

— Öyle olmasa bile, dedi kadın. Ne iĢiniz var orada.

Hacı ĢaĢırdı, böyle ters bir tavır beklemiyordu:

— Hiç be abla, dedi. Geziyorduk da. Mastan'ın kızı:

— Ortalığı velveleye vermekten baĢka iĢiniz yok, dedi. Hasan'a döndü sonra.

Babam gelir Ģimdi, 52

dedi. Girin bir kahvemizi için. Hem ona da anlatırsınız olanları.

— Yok, dedi Hasan. Osman beni bekliyor. Sar'-osman var ya.

Zübeyde hanım:

— Ayıp olur, dedi. Buraya kadar gelmiĢsiniz. Bey de gelir Ģimdi.

Hasan açık kapıdan girdi. Kadın, Hacı'nın yanında dikilen adama:

— Ġsmail, dedi. Bey muhtara gittiydi, hadi söyle de gelsin.

Ġsmail dediği köyün içine doğru yürüdü; ötekiler hepsi birden eve girdiler. Kız Hasan'a yer gösterdi. Hasan iliĢti. Kendisine gösterilen yere gönül rahatı ile oturamıyordu. Bir tuhaf eziklik duyuyordu içinde.

(26)

— Aliye, dedi. Hadi bir kahve yap.

Hasan kızın adını o zaman öğrenmiĢti. Kız kahve yapmak üzere çıktı. Kadın Hasan'ı inceliyordu.

— Siz kimlerdensiniz, dedi. Benim dedem de buralıydı.

— Karaahmet'lerdenim, dedi Hasan, sesinde öğünç vardı. Halil ağanın oğluyum.

— Rahmetli, dedi kadın. Bizimkiyle pek geçi-nemezlerdi ya, methini duyardım hep. Allah rahmet eylesin.

— Sağolun, dedi Hasan. Sağolun.

— Anan sağ mı?

— Elhamdülillah, dedi Hasan. Sağ sağ olmaya ama hastalıklı fukara.

— Nesi var?

— Dermansız. ĠĢe eli yetmiyor. Evin içinde de yalnız, tek baĢına.

Kadın:

53

— Seni evermedi mi? dedi.

— Nerde, dedi Hasan evlenmeye para gerek.

— Eh o da olur.

— ĠnĢallah.

Aliye içeri girdi. Hapishane iĢi resimli bir camlı tepside kahve getiriyordu. Hasan'a doğru yürüdü:

— Buyurun, dedi.

Hasan fincanlardan birini aldı. Kapının açıldığı duyuldu o sıra.

— Baban geldi, dedi kadın.

Hasan elinde olmaksızın doğruldu. Kız onun kalktığını görünce:

— Otursanıza, dedi.

Köy kızlarına benzemiyordu. Hasan içinden «Kasabada yetiĢmenin hâli baĢka» dedi.

Yerine oturdu. Köy kızları ürkek olurdu. Yaban olurdu. KonuĢmağa nazlanırlardı.

MaĢtan girdi içeri. Hasan'ı görünce tuhaf oldu. Soran gözlerle etrafa bakındı:

— Hayrola.

— Seninkiler, dedi kadın. ĠĢ karıĢtırmıĢlar gene.

MaĢtan Hasan'a baktı.

— Kavga mı?

— Yok, dedi Hasan. Kavga mavga değil.

— Aldırma öyleyse.

— Elâlemin namusuylan uğraĢıyorlarmıĢ, dedi Zübeyde hanım.

— Ne dedin, dedi MaĢtan. Ne dedin.

— Garibin biri, dedi Hasan. Arkasını Zübeyde hanım tamamladı.

— Öteki köylerden biri, bir kız kaçırmıĢ da. Bağ-evlerine saklanmıĢlar. Seninkiler de tebelleĢ olmuĢ baĢlarına.

54

, — Eh, dedi MaĢtan. Ne olacak iĢte, kopuk takımı.

— Kulaklarını bir büksen fena olmaz. MaĢtan Hasan'a döndü:

(27)

— E. dedi. Sen ne arardın orada?

Hasan kötü bir durumda yakalanmıĢ gibi oldu. Sıkıldı. Tutuldu karĢılık veremedi.

— Hiç, dedi neden sonra. AteĢ gördüydük geçen gün, eğlence meğlence diye gittik. Baktık iki fukara. Aç biilâç. Öteberi alıp götürdük. Bu akĢam da bir yoklayalım dediydik. Bu iĢ oldu.

MaĢtan, bilgiç bilgiç:

— Ġyi etmemiĢsiniz ha, dedi. BaĢınız derde girer sonra.

— Bize ne, dedi Hasan. Bir yardım bizimkisi.

— Öyle demezler, dedi MaĢtan. Neyse olmıaĢ olan artık.

Hasan gözleriyle elindeki boĢ kahve fincanını koyacak yer arıyordu. Aliye bunu farketti. Fırlayıp aldı fincanı:

— Afiyet olsun.

Hasan ne demek gerektiğini düĢündü. Bir karĢılık bulamadı. Sonunda sıkılmıĢ gibi kalktı:

— Eh, dedi. Ben gideyim. MaĢtan:

— Otur hele, dedi. Bakma atıĢıyoruz arasıra ya, severim seni. * Hasan karĢılık vermedi, bir zaman daha oturdu, yeniden davrandı gitmeğe.

— Gene gel, dedi MaĢtan. KonuĢuruz.

Hasan iĢin böyle kapanmasına seviniyordu. Kızın bağda olduğunu Mastan'ın evindekilerle Hacı'dan

55

baĢka bilen duyan olmamıĢtı. Oğlanla kız bağevin-deydiler daha. Arada bir gidip yokluyordu onları. Artık sataĢan da olmuyordu; gönülleri rahattı.

Ama Hasan'ın sevinci kursağında kaldı. Birkaç gün sonra iki jandarmayla bir

uzatmalı geldiler. Doğru muhtara gittiler. Hallerinden ne aradıklarını iyice bildikleri belliydi. Uzatmalı:

— Dımbazlardan biri kız kaldırmıĢ, dedi. Sıd-dığın bağına gideceğiz.

Muhtar ĢaĢırdı. Kasabadan gelen jandarma muhtarın bile bilmediği bir Ģeyi biliyordu.

— Fesuphanallah, dedi. Cinler mi söyledi sana.

— Eh, dedi uzatmalı. Kaç yıldır bu iĢlerdeyiz biz. Uzatmalı, kolundaki terfileri ceketinin yeniyle

sildi.

Kolundaki onbaĢı terfiinin altında beĢ tane kırmızı Ģerit vardı.

Muhtar baktı baĢ eğmekten baĢka çıkar yol yok:

— Gidelim hele, dedi.

Jandarmalar muhtarın peĢisıra yola düĢtüler. Sekiyordu muhtar, bir yandan da anlaĢılmaz sözler pa-tırdıyordu.

— Kıçından uydurdu biri bunu ya, diyordu. Bur-da bir iĢ olsun da ben duymayayım. Yahu çavuĢ efendi kim söyledi bunu size.

— KuĢlar, dedi onbaĢı. KuĢlar söyledi köy kaymakamı.

Muhtarın konuĢması iyice yavaĢlamıĢtı, sinek vızıldar gibi.

— Tövbe bir bokluk var bu iĢte, bir bit yeniği var ya mevlâm hayra tebdiletsin.

(28)

Muhtarın ardısıra jandarmalar, jandarmaların ardısıra köylüler gidiyordu.

Ne olup bittiğini bilmiyordu kimse:

56

— Bir vukuat olmuĢ anlaĢılan, diyorlardı.

— Muhtar, dedi biri. Muhtar ne olmuĢ gene? Yere tükürdü muhtar:

— Ananın dini, dedi. Ne bileyim ben, çavuĢa sor çavuĢa.

Köylüler aynı soruyu jandarmaya sormaya yanaĢmadılar. Kem küm edip önlerine baktılar.

Sıddığın bağına vardılar sonunda. Muhtar neĢe-lenmiĢti, ne de olsa olup biteni

anlayacaktı. Ġçinden «bu jandarmaların bildiği yanlıĢ ya» diyordu. Bir bozulacaklardı ki.

OnbaĢı emir verdi, jandarmalar tüfek çıkardılar.

OnbaĢı:

— Tüfek doldur, dedi.

Mekanizmaları açıp kapadılar. Sonra harbe gidermiĢ gibi bağevine doğru yürüdüler. OnbaĢı:

— Hey, Hüseyin, dedi. KarĢılık veren olmadı.

OnbaĢı daha sert bir sesle bağırdı:

— Teslim ol. Gene ses çıkmadı.

— Biliyoruz ordasın, dedi onbaĢı. KarĢı geleyim deme ha.

Hiç bir kıpırdanma yoktu bağevinde. Jandarmalar birkaç adım daha ilerlediler.

OnbaĢı yeniden, yumuĢak bir sesle:

— Teslim ol Hüseyin, dedi. Yoksa paçanı kurtaramazsın.

Kapı aralandı. Jandarmalar hemen silâhları doğrulttular. Hüseyin dıĢarı çıktı.

Arkasından kız göründü. Ellerinde tabanca olmadığını gören onbaĢı üstlerine doğru yürüdü. Elinde bir kelepçe vardı. Hüseyin'in bileklerine taktı.

57

— Haydi bakalım, dedi. DüĢ önüme.

Biraz evvelki uysallığından, yumuĢaklığından eser kalmamıĢtı. Muhtara döndü:

— Eh, dedi. Bu iĢ bitti. Sıra Hasan'da Ģimdi. Muhtar ĢaĢkın ĢaĢkın:

— Hayda, dedi. O da nerden bulaĢtı bu iĢe? OnbaĢı baĢını iki yana salladı.

— Ne sandındı, dedi. Bunları saklayan o. Muhtar yeniden bir «Fesuphanallah» çekti.

Oğlan:

— Onun suçu ne ki, dedi. Kızı kaçıran benim. OnbaĢı çocuğu yakasından tutup siikti:

— Hâkim m'oldun baĢımıza? O kadar bilsen «rüĢ-de ermemiĢ» kızı kaçırmazdın.

Ya rüĢde ermemiĢ kız bu.

— Muradına ermiĢ amma, dedi muhtar.

Hasan ĢaĢırıp kaldı, jandarmaları görünce. Aklından yüz türlü Ģey geçti. Kim haber vermiĢ olabilir diye düĢündü, Mastan'dan baĢka kuĢkulanacak kimse yoktu ortada.

— Onun iĢi, dedi kendi kendine. Yılana güven olur mu?

Ellerini onbaĢıya uzattı. OnbaĢı ellerini iple bağladı Hasan'ın.

Referanslar

Benzer Belgeler

Tam tutulma ortası: 22.13 Tam tutulma sonu: 23.03 Parçalı tutulma sonu: 00.02 Yarıgölge tutulma sonu: 01.01.. Tutulma, parçalı tutulmanın başlayacağı 20.23’ten sonra

Yine aynı göz- lemciye göre Ay ufkun hemen üzerindeyken gözlemci Ay’dan kabaca bir dünya yarıçapı ka- dar daha, yani yaklaşık 6350 km daha uzaklaş- mış olur.. Bu

Mean platelet volume (MPV) ve/veya Nötrofil / lenfosit oranı (NLR) değerleri gebelik kolestazı için prediktif bir belirteç olarak yararlı mıdır?...

• Hastanın yapılan ultrason muayenesinde; her iki akciğer normalden büyük ve hiperekojenik,,kalp basıya bağlı küçük ve orta hat pozisyonunda, genişlemiş

Akantozis nigrikans olan gebelerle olmayan gebeler arasında GDM görülmesi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark.

Şairler nasıl bilir Çağrının doğrusunu?. Ağrının ebrusunu Yalnız

Since full-custom DSP blocks in Xilinx FPGAs perform constant multiplications faster and with less energy than adders and shifters, we propose an efficient FPGA

şöyle tamamladı: Tiirkfeııiıı eıiıııo lojik so'zliiğiiııii Prof Dr. Hastm Er e ıı hazırla­ maktadır, yaklılda yaY/JJılClJltlcak ... İşte o günden sonra