• Sonuç bulunamadı

BAKARA SURESİ TEFSİRİ - 4. BÖLÜM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BAKARA SURESİ TEFSİRİ - 4. BÖLÜM"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

BAKARA SURESİ TEFSİRİ - 4. BÖLÜM

Nouman Ali Khan

İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar.

Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır. (Bakara, 8-10)

Bu kategoridekiler sanki ikisi arasındaymış gibi bir görünüm veriyor, ama daha derine inerek Allah (cc) katında onların sadece diğer bir kafir kategorisinde olduğunu, o kafir gruplardan birine dahil olduğunu göreceğiz. Onların Müslüman topluluklarında en bilindik isimleri münafıktır. Bir şey söyleyip sonra başka bir şey yapanlar. Önceki iki grupta her şey apaçık belliydi. İman edenler de belliydi. İnkar edenler de belliydi.

Çünkü inandıkları şeyleri gösteriyorlardı. Fakat bu kategoridekilerin anlaşılması zordur. Bu nedenle iman edenlerin durumunun sadece 5 ayetle açıklandığını fark edersiniz. Birkaç ayetle de inatçı kafirler kolayca anlaşılıyor. Ama münafıklara, iki yüzlülere gelince Kur’an’da çok geniş kapsamlı ayetlere yer verilmiş. Ve onlar hakkında Kuran'da bazı karmaşık örnekler verilmiştir. Neyse, diyeceğim o ki, bunlar Kur’an’ın bahsettiği en karmaşık grup. Yani çok kapsamlı bahsedilen bir grup. Bu surede onlar hakkında birçok ayet var. Örneğin Nisa Suresi'nde onlara ithaf olunan ayetler olacak. Maide Suresi'nde bir yere kadar onlardan bahsedilecek. Aslında Ali İmran Suresi’ni de atladım. Ali İmran Suresi'nde çok büyük bir kısmın onlara ayrıldığını göreceksiniz. Enfal Suresi’nde de ayrıntılı söylemler var, Tevbe Suresi’nde de,

sonrasında Nur Suresi, Münafikun Suresi... Tekrar tekrar bu gruptan kapsamlı bir şekilde bahsedilmiş. Ama çok karmaşık bir konu. Kolay bir konu değil. Allah(cc) bir sebep için böyle amaçlamış. Çünkü bir sebeple bunu karmaşık tutmuş. Her şeyden önce, bu insanların içinden geçenler karmakarışık. Tek bir durum içinde değiller.

“Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne onlara, ne bunlara.”

(Nisa, 143)

İkisinin arasında tutsak kalmışlar gibi, bazen iyi günleri olur bazen kötü günleri.

Düzensiz hareket ediyorlar. Direkt suçlama yapamıyorsunuz. Tıpkı bir hastanın

hastalığının bazen zuhur edip bazen mükemmel derecede sağlıklı görünmesi gibi. “Hiç hasta görünmüyor” dersiniz. Ama ertesi gün yataktan çıkamayacak gibi oluyor. Yani teşhis koymak oldukça güç. Bu mevzu önemli, size nifak (ikiyüzlülük) konusunu

(2)

2

Kur’an’ın ışığında biraz tanıtmak istiyorum. Karışık bir konu olsa bile tanıtmanın önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü Allah(cc) bu kısım Allah'ın onlardan ilk

bahsettiği yer. Çünkü, bilirsiniz, müslümanlar olarak bu terimleri çok basit sebeplerle kullanıyoruz. Dün kafir terimini nasıl basit sebeplerle kullandığımızdan bahsettiğim gibi Kur’an özel olarak, bizse basit sebeplerle kullanıyoruz. Münafık da aynı, Allah(cc) çok özel bir şekilde, ciddi ve bir maksatla kullanırken, biz öylesine, bir hutbede

münafıklıkla ilgili bir şey duyunca direkt “Evet... kuzenim cidden münafık” diyoruz.

Hemen kafamızda etiketlemek istediğimiz birini betimliyoruz. Yani bu çok ciddi terim hakkında çok lakayıt davranıyoruz. Konunun ciddiyetiyle ilgili birkaç yorumum var.

Kur’an’da hiçbir yerde, bu gruptan başka Allah(cc)’ın öfkesini celbeden başka hiçbir kimse bahsedilmemiş. Kur’an’da hiçbir yerde, bu gruptan başka en kötü ceza ile vasıflandırılan başka kimse yok.

“َّ نِإ ََّنيِقِفاَنُمْلا يِف َِّكْر دلا َِّلَفْسَلأا ََّنِم َِّرا نلا”

“Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.” (Nisa, 145) Ve cehennem aşağı doğru indikçe, daha kötü hale geliyor. Ve en aşağısı münafıklar için ayrılmış. Ben ve siz birine münafık damgası koyduğumuzda yaptığımız şey küçük bir şey olmuyor. Bu aslında kafirden çok daha kötü. Allah(cc)'in onlara olan

öfkesinden bahsettiği bu düzey küçük bir şey değil. İlk bilmemiz gereken şey bu.

Şunu da not etmemiz önemli ki, imanı zayıf olan, Allah(cc)’a itaatsizlik eden, daha iyi olmaya çalışanla münafık tamamen farklı. Bunlar çok farklı iki şeyler. Çok çok farklı şeyler bunlar.

Bahsetmek istediğim ikinci şey ise Rasulullah (sav)’in zamanındaki nifak ve bizim zamanındaki nifak. İkisi arasında ayrım yapmak zorundasınız. Bu kesinlikle çok gerekli.

Konuyu herkesin anlaması için basitleştireceğim. Benim imanımla sizin imanınızı, Ebû Bekr Es Siddîk (ra)’la mukayese edebilir miyiz? Hayır, kıyaslanamaz bile. O’nun, Ömer (ra)’nın, Osman (ra)’nın, Ali (ra)’nın, Usameb. Zeyd (ra)’nın, sahabenin, Kur’an

indirildiği andan onu yaşayanların ödün verdiği şeyleri; onların neler başardığını neler yaşadıklarını hayal bile edemeyiz. Bir düşünün, onlara en iyi jenerasyon denmesinin bir sebebi var. Çünkü bir insana verilecek en zor görevler onlar tarafından

desteklenmişti. Rasullulah(sav)’e en zor görevler verilmişti ve buinsanlar O(sav)'na destek oldular. Onlar O (sav)’in ona bu görevi üstlenmede yardımcı olanlardı. Onlar gelmiş geçmiş en büyük insanlar. Başka bir deyişle, Allah(cc) en hakiki, en büyük inananlar hakkında konuştuğu zaman dereceler olduğunu anlıyoruz. Her neslin bir نوقباسا(sâbikūn, öne geçen)’u vardır. Ama en hakikileri o ilk nesildeydi. En, en iyileri.

Aynı şekilde, o neslin kûffarları, inanmayanları Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi ya da Kur’an’da bahsedilen Firavun’u bile bir daha görmeyeceğiz. Onlara yakın kişileri

(3)

3

göreceğiz, ama bir Firavun daha gelmeyecek. Bir daha “اَنَأ ُُمُكُّب َر ىَلأعَ ألْا” “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” (Naziat, 24) tipleri olmayacak. Adam şeytanın bile imza isteyeceği türden şeyler yapıyordu. En üst seviyede, anladınız mı? Ebu Leheb şaka değil.

Rasulullah(sav)’in amcası ve O’na lanet okuyor. Rasulullah (sav)’in amcası olmak ve bir bebeğin ölümünü kutlamak! Yani, kötü insanlar olacak, İslam’a düşmanlar olacak,ama hiç kimse kendisine özellikle bir sure indirilen Ebu Leheb’e “ُأتَّبَت اَدَي يِبَأ ُ بَهَل َُّبَت َو”

(Tebbet, 1) yanaşamayacak bile. Böyle bir şey olmayacak. Anladınız mı? Yani, onların en iyileri, bizim en iyilerimizden çok daha üst derecede. Ve onların en kötüsü, bizim en kötülerimizden çok daha aşağıda. Mukayese olmaz.

Aynı şekilde, onların münafıkları, onlardan sonra gelecek münafıklardan daha kötü olacak. Çünkü insanlığın en iyisi olan Rasulullah(sav)’den direkt olarak hidayete erişebililecek fırsatları vardı, artı olarak gelmiş geçmiş en iyi neslin arasındaydılarama yine de yararlanmadılar. Siz ve ben, Kur’an’ı kitap olarak okuyoruz. Onlar Kur’an okumadılar. Onlar Kur’an’ı duydular. Ve onlar, Kur’an’ı Rasulullah(sav)’ın sesinden duydular. Neyden faydalanmadıkları arasında bir dünya fark var. Münafıklık öldü demiyorum, münafıklık devam ediyor. Nifak devam ediyor. Ama onların münafıklık seviyesine kimse ulaşamayacak. Anlıyor musunuz? Demek ki, Allah(cc) bunlardan bahsettiğinde, dereceleri vardır. Yani direkt atlayıp “İşte nifakla ilgili ayetler! İşte münafıklarla ilgili ayetler!” diyip Buna uyan herkes hakkında düşünebilirim. Aynı derece değiller. Arada devasa bir fark var ve bu farklar konusunda hassas olmalıyız.

Konuya giriş amaçlı bahsetmek istediğim ikinci yorum buydu.

Üçüncü yapmak istediğim yorum yine giriş amaçlı ki, konuya karşı tasavvurumuz daha anlaşılır olsun. Yorumların hepsi Kur’an kaynaklı. Üçüncü konsept, Allah(cc)

alışılagelmişin dışında bir şey yaparak münafıkları gizli tutuyor. Rasulullah (sav) bile alışılagelmişin dışında bir şey yaparak onları isimlendirmiyor. Bunu yapmayı

reddediyor. En kötülerini tüm sahabe biliyordu. Abdullah ibn Ubeyy bin Selûl’u, Allah lânet eylesin, herkes biliyordu. Onun sadece münafık değil, açık bir düşman

olduğunun herkes tarafından bilindiği konusunda hiçbir ihtilaf yok. En en en kötüsü.

Kendisini müslüman diye nitelendiriyor, aralarına katılıyordu. Hikayeden biraz

bahsetmeliyim çünkü eğer Kur’an’da münafıklığı inceleyecekseniz, buadamı bilmeniz gerekiyor. Kafirleri inceleyecekseniz Firavun'u bilmek zorunda olduğunuz gibi.

Münafıklığı incelemek için Abdullah b. Übeyy’i bilmek lazım. Diğerlerini bilmeseniz bile bunu bilmeniz lazım. Adam aslında Medine vatandaşı ve Medine de iki ana kabilden oluşuyor: Evs ve Hazrec. Hazrec büyük, Evs küçük olanı. Evs hepsinin birleşimiyle sekiz vilâyetten oluşuyor. Günümüzdeki gibi düşünebilirsiniz. Biri sekiz diğeri dört vilâyetten oluşuyor. Toplamda kaç? On iki, evet.

(4)

4

O, on iki vilâyetin en büyük idarecisiydi. Önce Hazrec’teyken sonra en büyük vilâyetin ve ailenin başına geçiyor. Orada sorumlu. Peygamber(sav) gelmeden önce, İslam’dan önce, Medine tüm ilçeleri birleştirme kararına vardı ve Yesrib (Medine’nin eski adı)’i bir krallık olarak oluşturmak istediler. Bir tane de oy birliğiyle kral seçmek istediler ve aramızdan kimi seçmeliyiz diye düşünmeye başladılar. Sonra onların en büyük

vilâyetinin idarecisi olan kişiye karar verdiler. Kimdi o? Abdullah b. Übeyy b. Selûl.

Aslında resmi olarak onların krallarıydı. Sonra Yesrib (Medine)’de bir taht hazırlamaya ve yeni kralları için açılış merasimi yapmaya başladılar. Medine’de durum buydu. Ve kelimenin tam anlamıyla günler önce göreve başlayıp kral olarak yemin etmesi

gerekiyordu ki Rasulullah(sav) Medine’ye giriş yaptı. Ve tüm vilâyetler, krallık meselesi bitmişti. Siyasi adaylık bitmişti. Tamamiyle ortadan kalktı çünkü artık Medine’nin oybirliğiyle karar verilmiş idarecisi kim oldu? Müslüman olanların da olmayanların da idarecisi Rasulullah(sav) oldu. Adamın tüm siyasi kariyeri yıldırım hızıyla ortadan kalktı. Biri seçimi kazanmasına rağmen başkanlığı alamıyor. Yani... biraz sinir bozucu.

Ve senin düşmene sebep olanı muhtemelen o kadar çok sevmezsin. Ama iki seçeneği vardı: Birincisi, direkt bir düşman olabilirdi ve kendi partisini kurabilirdi. Bilirsiniz, bazıları Donald Trump Cumhuriyetçi adaylığını elde etmezse kendisi bağımsız yönetebilir mi diye merak ediyor ya, değil mi? Kendisi tek başına çıkıp kim ona gerçekten sadık olduğunu öğrenip kendi partisini kurabilir, kavga çıkarabilir, kimin daha üstte olduğunu gösterebilirdi. Birden çoğunluğun Rasulullah sav'le olduğunu düşündü. Yani ona karşı çıkmak kesinlikle kazançlı olmayan bir öneri. “Ona karşı çıkarsam asla seçimi kazanamam.” Yani eğer onları yenemiyorsan, onlara

katılacaksın... Sonra müslüman oluyor. Çünkü kazanan parti ile olabilmenin tek yolu bu. Ve “Eğer başkanlığı kazanmadıysam, belki başkan yardımcılığını kazanırım, belki bunu başarırım” diye umut ediyor.

Buradaki problem şu ki, Rasulullah(sav)’e en yakın olanlar kendilerinden en çok ödün verenlerdi. Ve kendilerinden en çok ödün verenler Ebu Bekr(ra), Ömer(ra) gibiler.

Nereden bu insanlar, Mekke mi Medine mi? Mekke’denler! Şimdi hem yabancı bir kralımız var hem de en yakın çevresi, arkadaşları; yabancı, göçmenler! Özellikle Araplar o zaman ve günümüzde bile, eğer bir bölgedensen, siyasi liderler de o bölgeden olmalı, diye düşünüyorlardı. Günümüzde bile siyasetçiler eğer yerel bir vilâyeti yönetiyorlarsa, “Ben Teksas vatandaşıyım ve Tarrant Vilâyeti’ndenim!” gibi ne kadar yerli olduklarını vurgularlar, değil mi? Ama şimdi durduk yere Medine’nin

liderleri bir grup göçmenin elinde. Tek Rasulullah(sav) değil, onlara نورجاهملا

(muhacirûn) deniyor, yani göçmenler. Göç eden onlar. Partinin başındaki de, liderin etrafındakiler de göçmen. Adamın da kendini başkan yardımcılığına sıkıştırmaya çalışması işe yaramadı. Çünkü Rasulullah (sav)’e yaklaşmanın tek yolu çok çok fazla

(5)

5

fedakarlık yapmak. Kendini ortaya koyup kanıtlaman lazım. Bu insanlar on yıldan fazla bir süreçte kendilerini ispat ettiler. Medine'liler için Bedir Gazvesi bile daha olmadı.

Hiçbir testten geçmediler. Yani adamın kendi siyasi önemini gösterecek hiçbir yolu yok. Peki ne yapıyordu? Hep namaza erkenden geliyor, en ön safta, her vakitolmak üzere özellikle sabah namazında duruyordu. Ve her ne zaman Rasulullah(sav) bir duyuru yaptığında, Rasulullah (sav)’den önce kalkıyordu ve “Dikkatle dinleyin, millet!

Rasullah (sav) konuşacak” diyordu. Sonra oturuyordu. Çünkü mikrofonu kaybetmişti.

Şimdi mikrofon kimin elinde? Rasulullah (sav)’in. Bari en azından sunuculuğu kapmak istiyordu. Kimse sunucu olması için onu davet etmedi ama bu sayede insanların onun yüzünü unutmayacağını düşünüyordu. "Böylece hala toplumun gözü önünde

olabileceğim.” Bunu sürekli göstermesi gerekiyordu bu yüzden Rasulullah (sav)’e gitmek zorunda kaldı. Rasulullah (sav)den nefret ediyordu. Çünkü siyasi kariyerinin sona ermesi O (sav)’in yüzündendi. Anladınız mı? Bu sebepten nefret ediyor. Ama yine de insanlara göstermek için O (sav)’in yanına gidip oturuyor, O (sav)’i ne kadar sadık olduğuyla ilgili ikna etmek ve İslam’ı ne kadar iyi ifade ettiğini göstermek istiyordu.

Ama siyasetçileri bilirsiniz, onlar çok nutuk atabilirler ama iş savaşa gitmeye gelince, kendileri mi gider yoksa ülkenin genç erkek ve kızlarını mı yollarlar? Bu arada hep fakirleri yollarlar, kendi çocuklarını değil, başkalarınınkini yollarlar. Bedir Gaz vesi olmak üzereyken, canı gönülden bir siyasetçi olduğu için, savaşa katılmada hevesli ve gönüllü müydü? Hayır, bu onun işi değil; onun işi siyaset. Onun işi fedakârlık değil.

Fedakârlık alt sınıflar için. O üst, elit sınıfta. O Yesrib toplumunun üst tabakasında.

Ama İslam geldiğinde alt-üst sınıf gibi bir şey yok. Herkes müslüman. Ve bilirsiniz, eskiden kabilelerin liderleri geldiğinde insanlar onu tebrik eder, karşılarlardı ve özel makam koltukları verilirdi. Günümüzde de her toplumda sınıflar var. Onların oturacak özel yerleri var. Kamyon şoförü ve bir CEO’nun aynı yerde oturduğunu görmeyiz. Bu zihniyet hala günümüzde var. Birçok yerde. Ne yazık ki İslam dünyasında bile.

Gittiğinizde açıkça toplumda sınıf farklılıkları oluyor. Varlıklı kişilerin elit arabaları şunları, bunları var; şoförleri onlara kapıları açıyor, etrafında dolanıyor. Onlara selam bile verilmiyor. İnsanlar artık kimseye selam bile vermiyor. Müslümanlar! Ve

diğerlerine selam bile vermiyorlar. VIP tarzı bir olay var, bunu gördüm ve iğrençt i; bir müslüman ülkeye gitmiştim Cuma'ya gitmiştim ve ilk üç sırada güvenlik tarzı bir şerit vardı: VIP kısmı. Rasulullah (sav)’in VIP bölümü yoktu. Senin nasıl VIP bölümün var?

Namazda saf tutmanın tüm amacı siyah ve beyaz, köle ve hür, fakir ve zengin, hasta ve sıhhatli, genç ve yaşlı herkesin tek bir safta yer alması. Onlar her şeyi arkada bırakanlardır. Amaç bu.

(6)

6

Bazıları için o sınıf sistemini kafalarından çıkarmak oldukça zor. Abdullah b. Übeyy b.

Selûl için de oldukça zordu. Etrafındaki insanlar sebebiyle de zordu, çünkü İslam geldi ve göçmenlere toplumda bir pozisyon verdi; bir gün saf tutarken yanında Bilal(ra), başka gün bir köle duruyordu. Sadece bir köle de değil, bir göçmenin kölesi namazda yanında saf tutuyordu. “Neden...?”

Kur’an diyor ki,

“اَنُلِذا َر ََّيِداَب َِّيْأ رلا” ََّأ

“Ve bizden aşağı olan kimselerden başkasının da sana tâbî olduğunu görmüyoruz.”

(Hud, 27)”

Bunlar ikinci sınıf, neden yanımızda saf tutuyorlar? Bunlar eskiden kafirlerin Nuh(as), Salih(as) gibi insanlara dediği sözlerdi.

“Biz ne dediğini dinlemek istiyoruz, ama sorun şu ki her zaman etrafında alt tabakadan insanlar var.”

“Eğer dört yıldızlı bir restorana falan gelmek istersen, güzel, zarif bir ortamda. Ya da belki ofisime gelebilirsin çünkü ben senin fakir mahallene gelip konuşmak

istemiyorum, bana yakışmaz.”

Peygamberlere karşı olan tutumları buydu. Bu size tanıtmak istediğim ilk münafık kategorisiydi. İslam’ı kabul eden ama İslam’dan emin oldukları için, sevdikleri değil, siyasi kariyerlerini kaybetmemenin tek yolu bu olduğu için. Eninde sonunda belki işler tersine döner umuduyla. Ne derler bilirsiniz: “Dostlarını yakın, düşmanlarını daha yakın tut.” Tüm fikir buydu. Düşmanı olan Rasulullah (sav)’i kendine daha yakın tutmak istedi. Evet, bu münafıklığın bir kategorisiydi. Ama şimdi inceleyeceğimiz ayetlerin güzelliği, Allah(cc)’ın beyânâtının muazzam ve geniş kapsamlı olması. O kadar ayrıntılı ki birçok grup aynı beyânla hedeflenmiş. Bu Kur’an’ın güzelliklerinden bir kısım. Örnek vereyim, bir sınıfta öğrencileriniz var ve farklı öğrenciler farklı hatalar yapmış. Bir öğrenci sıfır almış, diğeri, ödevini yapmamış, diğeri geç gelmiş, diğeri sınıfı rahatsız ediyor; sınıfta farklı suçlar var. Öğretmen de “Bazılarınızın başı fena dertte”

diyor. Tek dediği bu. Öğretmen bunu dediğinde kimden bahsediyor? Bu arada, tam beyân etmedi. Ya da öğretmen “Aranızdan birinin başı fena dertte” bile demedi.

Belirtmiyor kim olduğunu.

Ve hata yapıp suç işleyen herkes “Aman Allah’ım, kesin benim o!” diyor. Herkes kendisi sanıyor. Anladınız mı? Yani, bazen beyânâtın hikmeti bazı şeylerigenellemektir ki, toplumun çoğunluğunu ilgilendirsin.

(7)

7

İlk grup, münafıklar ve ben size onların liderininörneğini vermiştim. Aralarında başka biri daha var.

Diğer grup, İslam’ı kabul eden fakat ne kadar ciddi birşeye girdiklerinin farkında olmayanlar. Yani o İslam’la bu İslam arasında devasa bir fark var. Birisi bugün İslam’ı kabul etse, kendisi tek başına bir apartmanda yaşasa bile, ailesi vefat etse ve tek kalsa, YouTube’a girip Şeyh Yusuf Estes ya da Mufti Menk gibi birinin videosunu izlese ve “Hmm, İslam çok ilginç,” dieyerek birkaç video izlese ve müslüman olmaya karar verse, en yakın mescidi Google’da aratsa, şehadet getirse, müslüman olsa, hayatı nasıl değişir? Domuz eti artık yok, alkol yok, artık erken kalkıp namaz kılması lazım,

hayatında bazı değişiklikler oldu, doğru mu? Ama eskiden, anlamınızı istiyorum, Medine’de birisi İslam’ı kabul ettiğinde sadece diyetleri değişmedi, sadece Ramazan’da oruç, beş vakit namaz değildi. Ne demekti biliyor musunuz? Bir

mücâdeleye, uğraşa katılmaları ve direkt olarak Kureyş kabilesinin karşısına geçmeleri.

Onlar Arabistan’daki en büyük kabilenin düşmanı haline geldiler. Onlar bölgedeki en kuvvetli güce savaş ilan ettiler. Sadece şehadet getirerek, İslam’a sadık kalarak; yani bu Kureyş’e savaş anlamına geliyordu. Şehadet sonuçlarını beraber getirecekti.

Sahabenin, Mekke’lilerin, İslam’ı kabul edenlerin başlarının belaya girdiği doğru değil mi? Niye başlarını büyük belalara soktular? Helal haram yeme ayeti bile daha

inmemişti. Çoğu zamanda beş vakit namaz bile daha yoktu. Faiz hukuku yoktu. Oruç yoktu. Kıyafet sınırlamaları yoktu. İslam hakkında düşündüğünüz hiçbir şey Mekke’de yoktu. Oruç yok, beş vakit namaz yok; sonradan Mekke’de farz oldu, kadınlar için kıyafet sınırı yok, alkol yasağı yok, hiçbir şey yok. Neden başları belaya girdi?Çünkü İslam’ı kabul ettiğinde Rasulullah (sav)’e olan bağlılığını ilan ediyor, kabileni ve onların ibadet ettiklerini de reddediyorsun. Bu bir muhalefet. Yani o zaman İslam’ı kabul ettiğinde esasen askerî orduya katılmış oluyorsun.

Kolay anlamanız için diyorum; esasen bir orduya katılıyorsunuz, sadece din kabul etmiyorsunuz, bir akıma katılıyorsunuz. Bu insanlar dini gördü ve mantıklı buldu;

“Tek bir ilah var, çok güzel vahiy var, daha önce hiç duymadığımız çok güzel kelimeler var; hepsi çok mantıklı, iç dünyamı ve fıtratımı cezbediyor. Bu bende etki yaratan ve mantıklı bir inanç, kabul edeceğim, kalbim bu dine bağlandı.” Fakat sonra Allah

yolunda mal harcama, Allah yolunda hicret etmek, savaşmak çağrısı yapıldı. Kureyş de geliyor, bir ordunun hazırlanması gerek. Ve Rasulullah (sav) bu İslam’ı henüz kabul edenlerin orduya katılmalarını istediğinde, “Ben bunun için İslam’ı kabul etmedim ki?

Sadece namaz kılmak istiyordum. Namaz kılmayı seviyorum. Kur’an okumayı seviyorum, tecvidimi düzeltmek istiyorum. Ama bu Bedir işi de nereden çıktı?”

(8)

8

“Ben sadece bir çiftçiyim. Zaten savaşacak bir şeyim de yok, çoğumuzun kılıcı bile yok!

Savaşa katılmamızı mı istiyorsun?” Eğer Bedir’de kullanılan kılıç sayılarını incelerseniz, bu insanların ne kadar askerî deneyimi olduğunu anlarsınız. Sadece birkaç kılıç!

Milislerin (profesyonel asker olmayanların) 313 kılıcı. Onlardan istenen mental olarak gidip savaşmakta gönüllü olmalarıydı, ne isteniyor anladınız mı?

Yani dediğim şey şu, İslam’ı yürekten kabul ettiler. Ama İslam’ın kendileri olsun, paraları olsun, birçok ciddi fedâkârlıklar gerektirdiğini fark ettiklerinde birkaç geri adım attılar ve “Bilmiyorum, bu bana göre değil. Bu en doğru karar mı emin değilim.

Yani... bu hayat tarzından önce Yesrib çok kolaydı. Bu din işleri zorlaştırıyor” dediler.

O insanları toplayan, onların şüphelerini daha fena hale getiren kimdi? Abdullah bin Übeyy bin Selûl’dü. Onun münafık olması siyasi sebepler yüzündendi. Ama imanları zayıf olanları yakalayıp, yanlarında namaz kılıp, etrafında da topluyordu. Yani bu iki gruptaki insanlar münafıkları oluşturuyorlar. İman zayıflığından direkt nifaka

gidiyorlar. Şimdi bu ayetlere gelmeden önce diğer iki gruptan bahsetmek istiyorum.

Çok önemli. Medine Yahudileri iki kategoriye ayrılmıştı. Hıristiyanlar ayrı bir hadise;

ama baskın olarak Yahudilerden, İsrailoğulları'ndan bahsetmek istiyorum.

İsrailoğulları iki kategoriye ayrılıyor, birincisi Hahamların başı tarafından bahsedilmiş olan Rasulullah (sav)’in peygamber olduğunu anında tanıyan grup. O (sav)’i

tanıdıklarında dehşete düştüler. Neden biliyor musunuz? Hemen size olayı

betimleyeyim ki bu ayet geldiğinde hemen hızlıca geçelim çünkü tüm arka planı bilmiş olacağız. O zamanın hutbe okuyanları Hahamlardı. Ders anlatan, dini öğreten onlardı.

Değil mi? Fetva verenler de onlardı. Yani dine tabii olan herkes, çoğunlukla Yahudi kabileleri, Hahamlarına fetva, hutbe, dini öğrenmek için giderlerdi. Eğer Rasulullah (sav)’i son peygamber olarak kabul etselerdi, bir daha fetva talebi alacaklar mıydı? Bir daha insanlar derslerine katılacaklar mıydı? Sinagoglar dolu olacak mıydı? Hayır.

Hahamlar hocalıktan Rasulullah (sav)’in talebelerine dönüşeceklerdi. Ve ağızlarını kapamaları gerekiyordu çünkü bu din “İşittik ve itaat ettik” (Bakara, 286) diniydi.

Hahamlar bile sessiz olup Rasulullah (sav)’i dinleyecek. Bu da demek oluyor ki tüm sosyal statü ve alim, müftü, hatip gibilerin toplumdaki şöhretleri bir anda yok olacak.

Hiçbir değerleri yok. Bu aslında din psikolojisinin çok büyük bir kısmıdır; herhangi bir dinde insanlar ruhban sınıfında olup vaaz verip din öğrettiğinde sözü geçen birileri haline gelir. Aslında siyasete de çok yakındır. Siyasetçiler insanlara etki edebilir.

Dindar liderler de insanlara etki edebilir. Bu yüzden ahlakî çöküş içinde olan dindar insanlar siyasetçilere yakındır. Birbirlerinin kuzenleri gibidir, ilişki içindedirler.

(9)

9

Dindar insanların toplumda çok etkisi var ve etkiniz egemen olduğunda onlardan para da isteyebilirsiniz. Onlar da ahlakî çöküş içindeyseler sonunda bir şekilde para onların cebine iner. Sonra insanlara duymak istedikleri çeşitli fetvalar ve hükümler verirler.

Topluma uymak için dini bile değiştirirler. Böyle yapıyorlardı. Şimdi bu peygamber geldi ve gerçek peygamber olduğunu biliyorlar ama eğer onu kabul ederlerse onların hakimiyetindeki tüm toplum da onu kabul edecekti. Yani işleri mahvedecek çünkü onlar için din iş haline gelmişti. Bu arada, Medine’deki Yahudi topluluklarından bahsediyorum ama bu konuşmayı Yahudilerle ya da Medine’yle sınırlandırmıyorum.

Herhangi bir güce sahip olan dinî liderler herhangi bir dini işe çevirebilirler. Çok kolay bir şekilde. Ve bildiğiniz üzere işte yarış olur ve yarışta hep üstte kalmak için bazen iyi malının olması yeterli değildir. Müşterilerini kaybetmemenin tek yolu diğer tarafın arkasından gitmektir. Vaazları, hutbeleri, dersleri diğer tarafın ne kadar delalete sapmış olduğuyla ve ne kadar o grubun saptığıyla ilgilidir. Şunu dinleyip bunu dinlemeyle ilgilidir. Tek konuşulan budur. Çünkü müşterilerini kaybedeceğinden ve diğer tarafa gideceğinden korkarlar. Bu insanlar, Yahudilerin liderleri ne yapmaya başlıyor peki? Hutbelerinde, vaazlarında, kendi içsel müzakerelerinde “Şu

müslümanlar hakkında dikkatli olun! O (sav)’nu dinlemeyin!” dediler. Çünkü ne olmaya başladı biliyor musunuz? Size Yahudilerin ikinci kategorisini anlatacağım. Her Medine’deki Yahudi de Haham değil bu arada. Normal müslümanlar gibi insanlar var, her Müslüman alim değil ya? Medine’de de aynı. Toplumdaki her Yahudi Tevrat alimi değil. Hayır. Ve onlar da İslam’ı sadece hutbelerde duyuyorlar, bir çoğunuz gibi her ne duyuyorsanız hutbelerden, sohbetlerden duyuyorsunuz. Rasulullah (sav)’i biraz

dinlediklerinde “Biz bunu hutbede duymuştuk” diyorlardı. “Haham bize şu, şu işaretler gerçekleştiğinde son peygamberin geleceğini söylemişlerdi. Bu peygamber tüm işaretlere uyuyor. Aman Allah’ım, yoksa O(sav) son peygamber mi?” Sonra Rasulullah (sav)in yanında ve çevresinde bulunup, dinleyip düşünmeye başlıyorlar:

“Bunlar tam bizim öğrendiğimiz şeyler! Bence bu O (sav) “Hemen gidip Hahamımla konuşup tebrik edeceğim, tahmin et ne buldum Haham, son peygamberi!”

Böylece Hahama gidiyorlar ve “Tahmin et ne bulduk, O(sav) aslında senin bize öğretmiş olduğun her şeyi söylüyor. Çünkü sen bize son peygamberin geleceğini söylemiştin ve öğrettiğin her şeyin %100’üne de uyuyor. Harika!” Bu yaşandığında da Haham başka bir vaaz veriyordu. “Onlarla konuşmayın! Müslümanlarla konuşmayın!

Onlarla uyuştuğunuzu söylemeyin! Bunu daha önceden öğrendiğinizi söylemeyin!

Hemfikir olduğunuzu söylemeyin! Hayır, hayır.” “Çünkü eğer söylerseniz, onları kabul etmek zorunda kalırsınız; eğer onları kabul ederseniz, savaşa katılmak zorunda

kalırsınız ve öldürülürsünüz.” “Hiçbir şey demeseniz daha iyi, yoksa kıyamet günü

(10)

10

Allah(cc) kabul ettiğiniz için sizi suçlar.” “Cahilmiş gibi davranın, oraya bir daha gitmeyin. Çünkü kabul ederseniz, sorumlu tutulursunuz.”

Bugün bile “İslam’la ilgili bir şey öğrenmiyorum çünkü öğrenirsem sorumlu

tutulacağım” diyen bazı müslümanlar var. “Öğrenmemeyi tercih ederim.” Bu onlara verilen tavsiyenin aynısı. Bu ikinci gruptaki insanlar aslında Rasulullah (sav)’in neler dediğini duyan ve öğrendikleriyle pekiştiren Medine’deki normal Yahudi

topluluğuydu. Ama onlar peşin olarak reddetmediler, onun yerine Müslümanlara

“Dinleyin, biz neredeyse aynıyız, hepimiz büyük mutlu bir aileyiz, Siz Allah’a, biz de Allah’a inanıyoruz. Siz ahiret hayatına, biz de... inanıyor gibiyiz. Çok ortak noktamız var, biz büyük mutlu bir aileyiz. Hepimiz cennete gireceğiz, yaşasın!”

Bunları dediklerinde neyi atlıyorlar biliyor musunuz? Onlar Rasulullah (sav)’e inanmayı atlıyorlar. Allah’a ve ahiret hayatı gibi bir şeye inandıklarını söylüyorlar ama

peygamber? Çünkü peygamberi(sav) kabul edersen, itaat etmen ve fedâkârlık

göstermen gerekir. “Ortak ve genel şeyleri tutalım, Medine’de dinler arası konferans yapalım, nelerin ortak olduğunu konuşalım, böylece birbirimiz hakkında memnun hissederiz.” “Çünkü biz size çok benziyoruz.” Bu bize yeter. Bu da Medine’de olan başka bir münafıklık. Öyle geçiştirmeleri imanları için yeterliydi. Yani birazdan

okuyacağımız ayet münafıklarla ilgili ama ayrıca kendi sahip olduklarını yeterli görüp, imanlarını böyle göstermelerinin yeterli olduğunu düşünen Yahudi topluluğunun bu unsuruyla da ilgili. Şimdi bu arka plan ile ayeti okuyun:

"İnsanlardan bazıları vardır ki inanmadıkları halde Allah’a ve ahiret gününe inandık derler.” (Bakara, 8)

“Onlar hiçbir şekilde inananlar değildir.” Bu ayette o kadar nüanslar var ki, hadi teker teker inceleyelim. İlk olarak, ”َُن ِم ُ ِساَّنلا” var. Allah "İman edenler arasında" demiyor.

“İnsanlar arasında” diyor; yani daha kapsamlı. İslam’ı kabul eden münafıkları, hala Yahudi topluluklarında bulunan ve “Hayır, hayır; biz sadece sizin gibi inananlarız, hepimiz aynıyız” diyen münafıkları da dahil ediyor. Bu ”َُن ِم ُ ِساَّنلا”

İkinci olarak, Allah(cc) “نَم ُُلوُقَي” buyuyor. “نَم” Arapça’da İsm mevsul mübhem'dir.

Belirsizdir. Diğer bir deyişle, “ bazıları, birisi diyor.” Allah(cc) “يِذَّلا وُلوُقَي” buyurmuyor.

O zaman spesifik olurdu. Allah o insanları gizli tutmak istiyor, kim olduklarını açığa çıkarmak istemiyor. Asla münafıkları isimleriyle açığa çıkarmaması aslında Allah(cc)’ın Kur’an’daki hikmetidir. Kafirleri isimleriyle meydana çıkarmıştı. “ُأتَّبَت اَدَي يِبَأ ُ بَهَل”

“Ebû Leheb’in elleri kurusun.” (Tebbet, 1) Firavunu da. Ama münafıkları asla.

Hikmetini biliyor musunuz? Çok kudretli bir hikmet. Allah (cc)’ın sünnetini, kıyamet gününe kadar süreceği sünnetini bilmek için. Hiçbir inanan ve inanmayan başka bir

(11)

11

insan tarafından münafık diye isimlendirmesin diye. Benim hiç kimseye münafık deme hakkım yok. Bugünkü pasajda bu gizemi bozacağım.

Allah(cc)

“يِف مِهِبوُلُق َّ ضَر م”

“Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır.” (Bakara, 10) Kalbin içini kim görebilir? Kimse. Semptomları dışardan görebilirsiniz. Ama yanlış teşhis koyabilirsiniz. Kalbin içinde ne olduğunu sadece o ve Allah(cc) bilir. Bu da demek oluyor ki ben gözümle ne görürsem göreyim, başkasına münafık demeye hakkım yok. İşin aslına bakarsanız, münafıklığı öğrenmenin tek faydası toplumunuzda birini bulup etiketlemeniz için değil, aynada kendinize daha iyi bir görüşle

bakmanızdır. Bu münafıklığı incelemedeki tek amaç. Sizin ve benim aynaya bakmamız ve “Bende bu hastalık var mı?” dememiz. Bu detaylar sadece bu sebeple veriliyor.

Rasulullah (sav)’in de “Üç (ya da diğer hadise göre dört) şey kimse varsa münafıktır”

söylemesinin sebebi nedir? Kendi içimize bakalım diye.

Bir sonraki kelime “ُِساَّنلا” müslümanları da Müslüman olmayanları da kapsıyor. Ucu açık yani. Allah(cc) “نَم ُُلوُقَي” buyuyor, yani geniş zaman kullanılıyor ve bu kişi belli bir zamanda konuşmuyor, öyle olsaydı "َُن ِم َو ُ ِساَّنلا نَم َُلاَق" olurdu; demek ki dediklerini tekrar diyor; tekerrür ediyor. Anlamamız için çok önemli. İmanımı, Allah’a olan inancımı, kıyamet gününe olan inancımı gelip size sürekli söylemek zorunda değilim.

“Biliyor musun Allah’a gerçekten inanıyorum, ahirete olan imanım... Off o kadar güçlü ki!” Bunu yapmam. Biri bunu ne kadar sık yaparsa “Niye bunu yapıyor? Ona

inanmadığımı mı sanıyor? Neden bana kalbinde olan şeyi söyleme ihtiyacında

bulunuyor?” Çünkü iman, kalbindedir. Çıkıp söylemene gerek yok. Ömer (ra) her gün Rasulullah (sav)’e gelip “Bu arada, Ya Rasulullah (sav), Allah (cc)’a ve ahiret gününe iman ediyorum, sadece bilmeni istedim!” dememiş. “Cennet ve cennet, ben hazırım, tamamiyle inanıyorum!” Böyle yapmadı. Ne zaman bir insan bunu yapar? Ne zaman bir çocuk gelip ailesine “Bu arada, bu arada ödevimi yaptım, kesinlikle yaptım, tamam mı? Bitti” der? Çünkü onların kontrol etmelerini istemez. Belki açığa çıkar diye

suçluluk hissi ve paranoyası var. Paranoyanız olduğunda teşhir edileceğinizi sanıp, tam tersi kendini sana sorulmamışken bile açıklarsın. Odaya girersin ve çocuklar, “Hiçbir şey yapmadım!” der, bu da onların bir şey yaptığı anlamına gelir. Çünkü sormadın bile ve çocuk “Hayır, ben değilim!” diyor.

(12)

12

Alışılagelmişin dışında durmadan “Tabii ki Allah(cc)’a ve ahiret gününe inanıyoruz”

diyorlar ve sonunda farkına varıyorlar

“ََّنوُبَسْحَي َّ لُك َّ ةَحْيَص َّْمِهْيَلَع”

“Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar.” (Münafikun, 4)

Görüyoruz ki bu gerçekten Kur’an’da çok güçlü bir psikolojik olgu. Hutbe veriyorum, münafıklıktan bahsediyorum ve işlerinde hile yapanlardan bahsediyorum. Çok

sinirliyim ve “ُ لأي َو َُنيِفِ فَطُمألِ ل” “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline!” (Mutaffifin, 1) diyorum ve dinleyicilerin arasından bir adam “Neden bana bakıyor?” diye düşünüyor.

Ben ona bakmıyorum ki. Ama ona baktığımdan adam o kadar emin ki. Neden? Çünkü daha yeni bir müşterisini aldattı. Suçluluk duygusu var. Şimdi de ben sanki onu

yakalamışım da onun hakkında vaaz vereceğime karar vermişim gibi düşünüyor.

Anladınız mı? Paranoyaklaşıyor. Kur’an’dan bu sert ayet inince,

“َُمَتَخ ُُ للا ىَلَع ُأمهِبوُلُق َُع َوىَل ُأمِهِعأمَس ىَلَع َو ُأمِه ِراَصأبَأ ُ ة َواَشِغ ُأمُهَل َو ُ باَذَع ُ ميِظع”

(Bakara, 7)

Ve ahirete de inanmıyorlar. Müminler de

“َِّة َر ِخلآاِب َو َّْمُه ََّنوُنِقوُي”

“Onlar ahiret alemine de yakînen inanırlar.” (Bakara, 4)

münafıklar da “Bunlar niye bana böyle bakıyor? Hoca benim hakkımda mı

konuşuyor?” “İçimde ne olduğunu biliyorlar mı? En iyisi kendimi savunayım.” Böylece kendilerini savunuyorlar. “Hayır, hayır biz aslında Allah’a ve ahiret gününe

inanıyoruz.” Arapça talebeleri fark edecekler ki “اَّنَمآ ُ للاِبِ ُِم أوَيألاِب َو” iki ب’ye ihtiyaç yok ama onlar daha çok vurguluyorlar. “Tabii ki, şüphesiz ahiret gününe inanıyoruz!”

Kendilerini göstermek ve paranoyaklıklarını ortadan kaldırmak için.

İbn Âşûr (rh) der ki: “Neden Allah ‘َُن ِم ُ ِساَّنلا’ ile başladı?” Bilirsiniz, bazen müfessirler arasındaki bu gramatik tartışmaları basitçe Türkçe’yle anlatmak zor. İnşaAllah amacım, Allah kolaylaştırsın, karmaşık şeyleri en basit şekilde anlatmak olacak.

Sayfalarca neden “İnsanlardan bazıları?” sorusu var. Bu Arapça bir cümle kurmada pek normal bir şey değil. İşleri karmakarışık hale getiren de devamı, Münafıklık elbette insanlara ait bir atıftır değil mi? Bir çeşit maymun türü değiliz yani. Onlar fil familyasına ait değiller. Yani besbelli insanlar arasındalar. “İnsanlardan bazıları?”

demenin mantığı ne? Direkt “İnsanlar söylüyor” diyebilirdi. Neden onların insanlardan bazıları olduğunu söylüyor? Bu aslında bir hitâbet sanatı, bir çeşit beyânât. Mesela Arapça’da “Bu adam... Urduca bilenler anlar... İnsan mısın sen!” Bu ne demek biliyor musunuz? O kişi iğrenç bir yaratık demek.

(13)

13

Kibarca söylenmemiş bir şey bu. Kimseye gidip “Ey adam! Ey insan!” demeyiz. “Şu adama bir bakın...” Onun bir erkek olduğunu herkes biliyor, kadın değil. “Şu adam...”

dediğinizde o adamdan ne kadar tiksindiğinizi dışa vurursunuz. Anladınız mı? Allah(cc)

“İnsanlardan bazıları” dediğinde... Öyle bir grup var ki... Ayet O (cc)’nun tiksintisini, nefretini gösteriyor. Bahsedeceği şeyden nefret ediyor. Sonra “نَم ُُلوُقَي اَّنَمآ ُِ للاِب” var.

Gelip “Allah’a tabii ki iman ediyoruz.” diyorlar. “نَم ُُلوُقَي” kelime öbeği hem bunu diyen birinin ya da bir grubun olabileceğini gösteriyor. İkisi de olabilir. Ama Arapça’da

“نَم َُنُلوُقَي” demek de uygun. Eğer çoğul yapmak isterseniz, çoğul fiili kullanabilirsiniz.

Ama burada çoğul fiil kullanılmamış. Tekil fiil kullanılmış, yani tek bir adam gelip bunları söylüyor. Peki, bir adam geliyorsa “Ben inanıyorum” mu der yoksa “Biz inanıyoruz” mu? “Ben inanıyorum” der! Bu yüzden “ُُتأنَمٓا ُِاللِاب" bekliyordum.

“İnsanlardan bazıları ‘Ben Allah’a iman ettim’ diyor.” Fakat “اَّنَمآ ُِللاِب" “Biz hepimiz Allah’a iman ettik.” "Biz" kelimesini kullanıyor. Neden? Çünkü adam hepsine karışıp fark edilmemek istiyor. “Tek benim imanıma bakma, hepimizin imanı var, elbette! Ne diyorsun, hepimiz müslümanız, değil mi?” Yani “hepimiz büyük mutlu bir aileyiz, grubun dışında değilim, bir parçasıyım!” demeye çalışıyor. “اَّنَمآ ُِ للاِب ُِم أوَيألاِب َو ُِر ِخلآا” Bu ayet size önceden bahsettiğim gibi Yahudilerden de bahsediyor olabilir. İbn Âşûr (rh)’un diğer bir yorumu da budur.

Bu insanların önceden Allah’a inançları vardı. Doğru mu? Kur’an onların ahirete iman etmemesini eleştiriyor. Yani tam tersini yapıp “Hayır, biz hep Allah’a inandık! Tabii ki ahirete de!” diyorlar, sanki hep inanmışlar gibi, bu yüzden geçmiş zaman kullanılmış.

Rasulullah (sav)’i avutmak için “O kadar çok ahireti vurgulamana gerek yok ki, zaten anladık, tamamız” diyorlar. Kur’an’da sonradan “ُُنِم أؤُن آَمِب َُل ِزنُأ اَنأيَلَع” “Biz, bize indirilene iman ederiz” (Bakara, 91) ayetini göreceğiz. Aynı sure. “Biz zaten bize verilene iman ettik.” “Hayır, teşekkürler.”

اَّنَمآ ُِ للاِب ُِم أوَيألاِب َو ُِر ِخلآا”

Sonra Allah(cc) “اَم َو مُه َُنيِنِم أؤُمِب” buyuyor. “Onlar inananlar değildir.” Hemen ayetin son kısmıyla ilgili bir şeye dikkat çekmek istiyorum. İbn Âşûr (rh)’dan çok önemli

bulduğum bir şey okudum. Önceden kısaca iki çeşit imandan bahsediliyordu. Allah’a ve ahirete iman. Bunlar onların bahsettiği imanın sadece iki çeşidi. Neden?

SubhanAllah. Ne kadar yerinde bir yorum! “Onlar Allah(cc)’a, Rasulu (sav)’e ve ahirete inanıyoruz diyemiyorlar. Söyleyemiyorlar. Çünkü bu onlar için çok ağır bir şey.”

Rasulullah (sav)’e karşı çok fazla nefretleri var. Ama o nefreti gösteremiyorlar o yüzden yüzlerinde bir gülümsemeyle aralarındaki ortak noktaları konuşuyorlar ve O (sav)’e olan nefretlerini sergilemiyorlar. Saklayabildikleri kadar saklıyorlar. Onların önde gelenleri Allah (cc)’a ve Rasulullah (sav)’e çok öfkeli çünkü son vahyi

(14)

14

kendilerinden, İsrailoğulları’ndan bekliyorlardı. Ama daha küçük olan, Musevî olmayan, İsmail (as)’ın lanetli çocukları olan Araplara gelmişti. Kendi literatürlerinde aynen böyle betimliyorlar. Arapları lanetli çocuk betimlemesiyle ilişkilendirdiler. Kendi geliştirdikleri ve icat ettikleri uydurmaları asırlar boyunca oluşturdular. Neredeyse Araplara karşı dinle ilişkili bir nefret geliştirdiler. Tüm Araplar İsmail (as)’ın çocukları ve İsmail (as)’ın da kendisi Allah(cc) tarafından lanetli. Yani tüm çocukları da lanetli.

Hepsi şeytanın çocukları ve diğer tüm saçmalıklar. Şimdi protestanlar bile bu saçmalığa inanıyor ve bununla ilgili vaazlar veriyor. Bu eskiye dayanan tarihsel bir nefret. Şimdiki İsrail-Filistin meselesi değil. Bu çok eskilere dayanan dinsel kökü olan bir sorun. Dinî, kutsal metinler bu nefreti nesilden nesile geçmesini sağladı.

İbn Âşûr da “Rasulullah (sav)’i İsmailoğulları’ndan son peygamber kabul etmek

istediklerinde, bunu söyleyemediler.” Allah(cc) ve ahiret, bunlar yeterli. Şimdi surenin sıralamasına bakarsak, inananları, inanmayanları öğrendik ve şimdi de münafıkları öğreniyoruz. Değil mi? Şimdi birkaç ulemanın yorumuna bakın.

“Bu grup inanmayan diğer bir grup. Bu üçüncü kategori değil, Allah (cc)’a göre aslında daha karışık olan inanmayanlar grubu.”

“Tek fark onların inançsızlığının bu dünyada teşhir edilmemesi. Onların imansızlığı ahiret gününde meydana çıkacak.”

Ahirette öyle yükselecekler ki, kendileri bile müslüman olduklarını sanacaklar ve iman edenlerle birlikte yürüyecekler. Ve bir duvar indirilecek ve “Neden aramızda bir duvar var? ‘Biz de dünyada sizinle birlikte değil miydik?’ (Hadid, 14)” diyecekler. Sonra onlara “Hayır” denilecek, “Siz değildiniz.” Münafıkların hakikati bu. Hatta Tahrîm Suresi’nde de aynı sıranın kullanılmasının sebebi bu.

“Ey nebî! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et. Ve onlara galiz (sert) davran.”

(Tahrîm, 9)

Bakara Suresi’ndeki sıralama aynı kullanılmış. Başka sunulan bir açıklama ise İbn Âşûr’un “Neden Allah(cc) bu kadar detaylı bir şekilde, alışılagelmişin dışında bu münafık grubuyla konuşuyor?” diye merak etmesinden çıkıyor. Diyor ki: “Eğer Allah (cc) sadece iman edenler ve iman etmeyenlerle ilgili konuşsaydı. Eğer insanlar sadece iman edenler ve iman etmeyenlerle ilgili ayetleri duysaydı, herhangi biri iman ettiğini iddia ettiğinde yeterli bulacaktı.”

(15)

15

B kategorisinde olmadıkları aşikar olacağı için A kategorisinde kendilerini ait

göreceklerdi. Ama aslında B’nin gizli kısmı var. C diye ayrı bir kategori bile diyemem.

B’nin bir parçası o. İyice açıklanması gerekiyordu ki insanlar kendilerini münafık kategorisinden güvende hissetmesin.

“Allah(cc) münafıkları kafir kategorisine koyuyor.”

Diğer taraftan, başka karmaşık bir konu var. Bugün sekizinci ayeti bitirsek bile, benim için tamamdır. Çünkü bu konu çok önemli. Süreyi aklımda tutacağım, 15 dakikadan az vaktim var. “ َُواَم مُه َُنيِنِم أؤُمِب" “Onlar inananlar değildir.” Buna Arapça'da inanmanın yanından bile geçemediklerini söylemenin kolay bir yolu diyebiliriz. “ُُسيل" de diyebiliriz bu daha sert bir dille inanmadıklarını isimle belirtiyor. İnananlar değiller. İsim

kullanarak “ُُسيل َُنيِنِم أوُمِب" de denebilir, daha serttir. "ُُسيل ُِن ِم أؤُمِب" diyip "ب" eklenebilir. "ام مُه َُنيِنِم أوُم" de denebilir. "اَم مُه َُنيِنِم أؤُمِب" de denebilir. Bunların hepsi onları çürütmek için kullanılan farklı formatlardır. En güçlü nehiy “اَم مُه َُنيِنِم أؤُمِب" dir. “Onlar asla inananlar değildir.” Akla hayale gelmeyecek şekilde imkansız, bunu da ben çeviriye ekledim çünkü “ام" ve “ب" var. Çok güçlü bir beyânât.

Allah “َُنِيِنِم أوُم" kelimesini kullandığı zaman tamamiyle bambaşka bir hikmet sahifesini açıyor. İnşaAllah size bunu biraz özetleyerek anlatmak istiyorum. İman aslında iki şeydir, günlük dilde, 10 yaşındaki çocuğun bile anlayacağı şekilde anlatıyorum, İman iki şeydir. Dilinizdeki iman ve kalbinizdeki iman. İmanın bu iki kısım çok önemli.

Dilinizde olanı duyup yargılayabilirim. Kalbinizdeki olanı duyup yargılayamam. Bazen dilimden çıkan kalbimle bağlantılı olmayabilir. Bazen de dilimden çıkan kalbimle bağlantılı olabilir. Anladınız mı? Allah(cc) Kur’an’da “نِم أوُم" kullandığında, herkesi kaplayacak derecede, kalplerin içindekinden bahseder.

İnsanların dilleriyle ilgili olan imanlarını da “مِيلسوُم" kelimesiyle belirtir. Şehadet getirip müslüman olanı yani, çünkü dilini kullandı. İslam sizin ve benim yargılayabileceğimiz bir şey. İman, “ن ِم أو ” bizim yargılayabileceğimiz bir şey mi değil mi? Değil. Neden? ُُم Çünkü iman kalptedir. Buraya kadar bende misiniz? Tamam. İslam’a sahip olursun ya da olmazsın. İkisinin ortası diye bir şey yok. Yarım İslam diye bir şey yok. Ya vardır ya yoktur. Ya müslümansındır ya da kafir. İman öyle değildir. İmanı kalbinizi dolduran bir şey gibi düşünebilirsiniz. Kaptaki su gibi gibidir. Bazen dolu, bazen boştur, bazen bitecek gibidir, bazen geriye damlalar kalmıştır, bazen yeniden dolar, bazen su kirlenir ve temizlemek zorunda kalırsın. Anladınız mı? Yani iman ya vardır ya yoktur,

diyemeyiz. Öyle değil. Öyle olan hangisi? İslam. Ama iman çeşitlidir. Bu sebeple Rasulullah(sav) “İman 70 şubedir.” İçinde 70 madde bulunur. “İnsanlara sıkıntı veren bir nesneyi yoldan kaldırmak” bile. Birisi kaldırsa imanı birkaç damla artacak,

kaldırmasa sabit kalacak ya da birkaç damla eksilecek. Biri kardeşine gülümsese imanı

(16)

16

artacak, bu onların içinde ne olduğunun göstergesi. Ne kadar salih amel yapsan, o kadar kalbin imanla dolar, Allah(cc) arttırır. Ne kadar az iyilik yapsan o kadar kalp imanı kaybeder, akıp gider. Tutabileceğiniz bir şey değil bu. Kalbimiz gibi, kalp asla stabil durmaz değil mi? Hep kan pompalar. İman da kalpteyse o da asla sabit kalmaz.

Siz doldurdukça boşalabilir. Sizin de durmadan artması için doldurmanız gerek.

Doldurmayı kestiğiniz an boşalmaya, tükenmeye başlar. Allah(cc) “اَم مُه َُنيِنِم أؤُمِب"

buyuruyor. "َُنيِمِلأسُم" değil. Yani bu islamları hakkında bir yorum değil, imanları hakkında. Kalplerinde ne olup bittiğiyle ilgili. Kalplerinin durumuyla ilgili. Ve bu dinimizdeki en güçlü konseptlerden biri. Allah(cc) kalplerinde imanlarını kaybedenler hakkında şikayetçi olacak.

Kur’an’daki ağır şeylerden biri, müslümanın zıttının kafir olmasıdır. Müminin zıttının da kafir olmasıdır. Ama bazen Allah(cc) küfürlerini gösteren kafirlerden bahseder. Bu da İslam’ın zıttıdır. Başka yerlerde Allah(cc) kalbin tamamen imandan yoksun

olmasından da bahseder. Tüm iman gitmiştir. Dışarda nasıl görünürse görünsün, kalpte bitmiştir. Bu da imanın zıttı olan küfürdür. Kur’an’da kafir kelimesini incelerseniz, acaba bu İslam’ın zıttı mı, imanın zıttı mı diye düşünmeniz lazım.

َُّنِإ َُنيِذَّلا ُأاو ُرَفَك" "Kafir olanlar" ayetini görmüştük. Allah(cc) onlar hakkında ne diyor? “َُمَتَخ

ُُ للا ىَلَع ُأمهِبوُلُق” “Allah (cc) onların kalplerini mühürlemiştir.” Yani bu küfür, imanın zıttı.

Bugünkü ayette de Allah (cc) “Onlar inananlar değildir” diyip içlerindeki küfürleri anlatacak. İçlerinde iman yok. Sizin ve benim için, birbirimiz arasında nasıl bir tavır var? Birini mescide girerken görünce ilk varsayımımız müslüman olduğudur. Onunla ilgili varsayımınız onun mümin olduğudur. Kur’an böyle diyor. Kur’an sizin sadece müslüman diye varsaymanızı değil, mümin olarak varsaymanızı istiyor, yani iman kalplerinde. Onlar iyi insanlar. Mümin çok daha üst seviyede, değil mi? En düşüğü İslam, sonra iman, sonra ihsan. Allah(cc)

“ََّلَو َّْاوُلوُقَت َّْنَمِل ىَقْلَأ َُّمُكْيَلِإ ََّمَلا سلا ََّتْسَل اًن ِمْؤُم”

“Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin.” (Nisa, 94)

Kalplerinde iman yok demeyin. Sana selam verdikleri sürece onları yargılama fırsatın ölüyor. Çünkü artık bu iman oluyor. Yani birini çok az bile olsa İslamî görürseniz, onların içinde iman olduğunu varsayın. Bu diğer müslümanın hakkıdır. Sizin ve benim hakkımız bu. Onun hakkında münafık olduğunu düşünmemek, sadece müslüman olup pek mümin olmadığını düşünmek gibi. Hayır, hüsn-ü zan edip iman sahibi

varsayacağız. O yüzden “اَم مُه نيِنِم أؤُمِبِ " Bunlar zaman kısıtlı olduğu için vurgulamak istediğim şeylerdi, diğer ayete başlayıp yarıda bırakmak istemiyorum. Ama bu

(17)

17

öğrendiğimiz ayetlerde inancımızın niteliksel durumlarını paylaşmak istiyorum.

İmanımızı arttırmak zorundayız.

Bu arada, iman belli bir seviyeye düşünce, tehlikeli bir şekilde münafıklığa yaklaşabilir.

Ne kadar azalırsa o kadar nifak, münafıklığa yaklaşır. Çünkü nifak da kalptedir. Yeterli iman olmazsa, boşluklar nifakla dolar. Bu yüzden nifaka girmemek için imanımızı belli bir seviyede tutmamız gerekiyor. Allah (cc) bizi nifak ve münafıklıktan uzak tutsun ve hayatımız boyunca, Ramazan ayında ve geriye kalan yıllarda imanımızı güçlendirsin, öncekinden daha da sağlamlaştırsın.

Allah bizleri Hakim olan Kuran'ı ile mübarek kılsın, ayetlerini ve hikmetli zikrinden faydalanmayı nasip etsin.

Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu

Nouman Ali Khan

Nouman Ali Khan Derslerini facebook.com/noumanalikhanturkce sayfasından takip edebilirsiniz.

Nouman Ali Khan Türkçe Altyazılı Videolar İçin Tıklayın.

Daha fazla ders metni için web sitemizi ziyaret edin:

http://www.gencmuslumanlar.com

Referanslar

Benzer Belgeler

yerden de besin toplamak için kullanılır, çok güçlüdür. Uç kısmı çok

Bir kavram olarak liân, bir erkeğin eşini zina ile suçladığında ya da eşinin doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığını iddia ettiğinde,

2v hacimli havuz 2 saatte doluyorsa, 5v hacimli havuz 5 saatte dolar. Fıskiyeden 6 saat su aktığına göre, II. Bir işi tek başına; Çiğdem 20 günde, Lale 30 günde, Nilüfer

Biraz daha parlak olan Dubhe tarafından bu iki yıl- dız arasındaki mesafenin beş katı kadar ilerlersek Kutup Yıldızı ile karşılaşırız.. Kutup Yıldızı mitolojide çok

ıüm gruplarda, ayrı ayrı yapılan karşılaştınnalarda, anestezi sırasında kullanılan total propofol miktarı ile uyanma zamanı arasında korelasyon tesbit edileme-

re, belediye ve mücavir alan sınırları dışında ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine

• Kafa travması hikayesi olan , glaskow koma skalası 15 altında olan ; tedavi-gözlem sırasında mental durumda kötüleşme olan hastalara CT endikedir.. • Alkol veya ilaç

Bunun gibi, “yalnız” sözcüğünün ilk hecesi vurgulu söylenirse “sadece, ancak” anlamını; ikinci hecesi vurgulu söylenirse “tek başına olan” anlamını