A A
MEVLANA
•• •
GULDESTESI 8
KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR MÜDÜRLÜGÜ YAYINLARI
YAYIN NO: 27
HAZRET-İ MEVLAN°A'YI ANMA HAFTASI KONFERANSLARI
PROF.DR.
İRFAN GÜNDÜZ
Mar. Ünv. İlahiyat Fakültesi Öğr. Üyesi
Mevlana ve İnsan
MEVLANA
VE İNSANSözlerime Hz.Mevliinii'nın iki gülbanki ile başlamak istiyorum:
"İnayet-i Yezdan, himmet-i ınerdan, mübarek vakitler Jıayr'ola, hayırlar fetlı
ola, şerler def' ola, Sahib-i cem 'iyyetin muradı hasıl ola. Bilcümle sahibü 'l-Jıay
rat 'zn ervahı şad'ola. Demler ve safalar müzdad ola."
"el-Haındü lillah, eş-ŞWcrü lillalı, Hakk berekatzn vere, erenlerin han-1 keremleri, nan-ü ni 'metleri müzdad, sahibü 'l-lıayrat-ı güzeşte 'nin ervah-ı şerife
/eri şad ü handan, bakileri selamette ola. Demler safalar müzdad ola. 1101
Muhterem Konyalı Kardeşlerim!. .. Hz. Mevlanii'nın (6 Rebiü'l-evvel 604 / 30 Eylül 1207 - 5 Cumade'l-ahire 672 / 17 Aralık 1273)<21 724. vuslat yılında, o'nun manevi huzurunda bir "Şeb-i arus;•<3> duygusu ile bizleri bir araya getiren
Cenab-ı Hakk'a hamd ü sena, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhi Ekmeli't-Tehaya Efendimiz'e salat-Ü selam· ediyorum: Bizlere huzurunuzda konuşma fırsatı veren Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Halil ÜRÜN Bey başta olmak üzere Selçuklu Belediye Başkanımız Sayın İsmail Ö~ÜZLER'e, Karatay Belediye Reisimize ve tertib hey'etinde görev alan diğer kardeşlerimize teşekkürlerimi arzediyorum. Böylesine soğuk bir kış gününde kar-çamur deme- den zemheri soğuk ve ayaza aldırmadan buraya kadar gelen ve bendenizi dinle- mek lütfunda bulunan siz dinleyicilerimize ve basınımızın. değerli mensuplarına
hürmet, muhabbet ve saygılarımı sunarak sözlerime başlıyorum.
Türbe-i Mevliinil.'da duygu tufanına kapılan bir şairimizin terennümüne
bakın:
"Seni bilmem ki nasıl yad edebilsem diyerek;
Düşünür, secde-i Rahman 'a varırdım Mevlana!_
O işaret bana lütfunla neler bahşederek;
Yürütür rulıımıu her lahza kemale Mevlana!
Coşarak hayli zaman, kalmadı sinemde mecal;
Bu sefil aleme düştüm düşeli ben Mevlana!
Aradım subh ü nıesa mürşid-i imammı lıep;
Beni mahrum ederek kılma perişan Mevlana!
Kerem-i aş/ana meclub olarak aczim ile;
Beni de lzalka-i uşşaka kabul et Mevlana!" Hı
Aziz Misafirler,
Milletler, kendilerine müstesna bir kimlik kazandıran kahramanları, uluslar
arası tarih ve coğrafyada yer edinmelerini sağlayan gönül sultanları, çevrelerinde- ki insanları hale ve istikbale uzanan bir çizgide yoğuran ve kalb iklimlerini yeşer
ten abide şahsiyetleri ve mana büyükleri ile millettir. Kendisini, kalemi, kelamı, şiiri ve nesri ile bir fedai gibi insanlığa nezretmiş kültürel abidelerimizdeıi biri olan Hz.Mevlana'yı anlamak güç, anlatması daha da güç bir iştir. Ruh dünya-
sında at koşturan, fizik ötesinde fikir yürüten ve zamana tasarruf ederek çağları ardından sürükleyen Mevlana gibi bir ulu 'nun hayat dramı içinde yol alabilmek için bugünü O'nun devrine götürmek, o'nun devrini de bugüne getirerek müşte
rek bir anlayış havası içinde düşünüp duymak ve bizden O'na, O'ndan bize
ulaşan fısıltıları yakalamak ve ortak bir geçit bulmak gerekir. Mevlana'yı tahrik ve teşvik eden dinamikleri kendi' ihtişamı içerisinde yakalamak. O'nu yönlendiren ve büyüten yüksek prensibi, hayat ve icraatının derinliklerinden su yüzüne
çıkarmak bir dereceye kadar mümkün oiabilsin.
Tarihi de coğrafyayı da şahsında toplamış, asırları mesajları ile avucunun içine almış büyük ve merkezi şahsiyetler, kendilerini çevreleyen fikir, san'at, aile ve idarecilerden ayrı olarak incelenemezler. Her ne kadar büyük insanlar çevrele- rince hazırlanan değil, çevrelerini dokuyan ve hazırlayanlar ise de, bir abidenin, bir anıtın istinad edeceği bir kaideye zaruri ihtiyacı gibi bu kamil ve mükemmil velileri de mazileri, muhitleri ve ailesinden oluşan bir atmosferde incelemek gerekir.
İmam Gazzali (505/ 1111) 'nin kardeşi Ahmed el-Gazzali. (517/l123)'nin halifesi olan Dedesi Ahmed el-Hatibi, Necmüddin-i Kübra (618/1221)'nın halifesi olan babası Mehmed Bahaüddin Veled (628/1230)<5> dikkate . alındığında,
Mevıana'nın tasavvufi bir atmosferde dünyaya geldiği ve böyle bir aile yapısı
içinde yetiştiği anlaşılır. Babasının "Sultanü'l-Ulema" diye anılması, O'nun aynı
zamanda ilmiyeye mensub biri olduğunu gösterir. Babasına "Sultan", çocukları
ve torunlarına da "hükümdarlık hakkına sahip olmadıkları halde hem anne hem de baba cihetinden bir prens nesline mensup" anlamına gelen "Çelebi" denmesi, annesi Mü'rnine Hatun'un Belh Emiri Rükneddin'in kızı olması, babası
Bahaüddin Veled'in de Harezmşahların altıncısı Alaüddin Harezmşah'ın kızı
Melike-i Cihan Emetullah Hatun'un oğlu olmasından kaynaklanmaktadır<6>.
Belh'te "Hatipoğulları" ismini taşıyan ve ilmiyle şöhret bulan aristokrat bir aileye mensup olması, anne ve baba cihetinden gelen asalet ve zenginlikle beraber
Mevlana'nın deha derecesine varan zekası ve ailesi içerisinde yukarıda işaret
MEVLANA VE İNSAN
ettiğimiz tasavvufi ortam, O'nun çok iyi ve dengeli bir eğitim görmesine ve yetiş
mesine sebep olmuştur.
Annesi dolayısı ile Harezm sarayında iyi bir mevkii bulunan Mevlana'nın babas~ Bahaüddin Veled ile bilahare Harezm İmparatoru olan Prens Kutbüddin Muhammed'in gençliği birlikte geçmişti. Bahaüddin derecesinde yakın akrabası
olan Fahreddin Razi (606/1210) ile çok yakın dosttular. Bahaüddin Veled'in
Reşid Kubayi, Kadı Vahş ve Fahreddin Razi gibi felsefeye mütemayil entelektüel
akrabaları ile araları pek iyi değildi. Va'z ve sohbetlerinde hem bunları hem de saltanat erbabını alenen tenkid etmesinden kaynaklanan bir gerilim ve Belh'i tehdid eden ve yaklaşmakta olan Cengiz ve Moğol istilası onların ailece ( 60711210 yılı ortaları) Belh' i terketmelerine sebep olmuştur.
Mevlılna üç yaşlarında iken ailenin bu hicretine katılmış ve onlarla birlikte ilk durak olarak Nişabur'a gelmiştir. İrşad anlayışında derin izlerine daha sonra temas edeceğimiz Nişabur ekolü'nün Mevlılna'daki etkisi Feridüddin Attar (624/1227)'la başlamış, O'ndaki engin isti'dadı keşfeden Attar, Esrar-name veya İlahi-name diye bilinen eserini Mevlılna'ya ithaf etmiştir <7
>. Bahaüddin Veled ile
oğlu Mevlılna'nın Şeyh Attar'ın yanından çıkarken Mevlılna'ya bakarak:
"Hayret, bir okyanus bir ırmağın ardına takılmış gidiyor"<8> dediği nakledilmiştir.
Buradan Bağdat'a geldiler. Avarifü'l-ma'arif müellifi Şihabüddin Sühreverdi (632/1234) ile görüştüler. Ardından Kufe yolu ile Mekke ve Medine'ye uğradık
tan sonra Şam'a geçtiler. Oradan Halep-Malatya yoluyla Erzincan'a geldiler. Bu
seyahatları tam yedi sene sürmüştü. Yolculukları esnasında büyük mutasavvıflar
dan Evhadüddin-i Kirmani (635/1237) ve Necmüddin-i Kübra'mn halifelerinden Sa'düddin-i Hamevi (650/1213) ve Mecdüddin-i Bağdadi (61611219) gibi alimlerle görüştüler. Şam'a uğradıkları zaman İbnü'l Arabi (638/1241) ile de
görüştükleri nakledilmektedir.
Malatya'dan Karaman'a geçtikleri zaman Mevlana 18 yaşlarında genç bir
delikanlı idi. Selçuklu Sultanı Alaüddin Keykubad'ın daveti üzerine eşi ve büyük
oğlunun mezarlarını bağrında saklayan Karaman'da durmak istemeyen Sultanü'l- Ulema Konya'ya göç etti ve 18 Rebiü'l-ahir 628/24 Şubat 1230'da vuku bulan vefatına kadar kendilerine tahsis edilen İsmetiyye Hangahı'nda yaşactı<9>.
Mevlılna'nın genç yaşında geldiği Konya'dan -küçük seyahatları istisna edilirse- ayrılmayışı ve kişiliğini burada kazanması
ve
meşhur olması O'nun Rumi nisbesiyle tanınmasına sebep olmuştur. Konya'ya geldikleri zamanSultanü'l-Ulema'nın tek ümidi olan biricik oğlu Mevlılna'yı, aynı zamanda
kayınpederi olan Semerkandlı Lala Şerafeddin'le beraber Haleb'e Halaviye Medresesi ve Şam'a Mukaddemiyye Medresesi'ne göndermiş ve Mevlana burada
Kemalüddin İbn-i Adim (660/1262)'den fıkıh ve hadis gibi zahiri ilimleri öğren
miştir. Babasının bağlılarından ve Ma'arifisimli eserin müellifi Seyyid Burhaned- din Muhakkık Tirmizi (637/1240)'nin Konya'ya gelmesiyle Mevlana'nın terbiye- sindeki ma'nevi halkalardan biri daha tamamlanmış ve Mevlana, babasının nez- dinde başlayan seyr-ü sülükunu Tirmizi'den ikmal etmiştir. Özellikle "Fahru'l- meczubin" veya "Seyyid-i Sırdan" diye meşhur Seyjid Burhaneddin'in O'nun üzerindeki nüfuzu şöyle dile getirilmiştir:
"Ey büyük Bürhan-ı din! Sen lutf-ı Hak'sm aleme,
Aldı ilkin feyzi senden Hazret-i Sultan-ı aşk;
Nur-ı Mevlfınfı 'dır burcundan doğan parlak güneş,
Sayesin saldı bize sayende, ol canan-ı aşk;
Yalnız dinin değil, Hakk'm dahi bürlıamsm, İşte Mevlfınfı senin vasfında bir bürlıan-ı aşk;
Bülbülüm gülzar-ı Mevlfınfı'da mestane öten,
Olmuşw;ı zira O'nun vasfında ben hayran-ı aşk"001
Bilahare Mevlana'nın sohbet şeyhi olan Şems-i Tebrizi (645/1247)'nin aşk,
cezbe ve vahdet ağırlıklı etkisi, kendisi üzerinde büyük te'sirler uyandırmıştır.
Yukarıda işaret ettiğimiz fikri ve ma'nevi atmosfer Mevıana'nın deruni
dünyasını o kadar derinden etkilemiş ki, daha çocuk denilen yaşlarda agabeyi Alaüddin Muhammed ve Belh eşrafının çocuklarıyla toprak damlar arasında sek- sek oynarken kendisine;
"-Gel şu damdan ötekine atlayalım! Denildiğinde gülümseyen Celaleddin'in;
- Hayır! Bu, kedi ve köpeklerin kolayca yapabileceği bir iş. Gücünüz yeti- yorsa gelin göklere uçalım, asumana urmanalım ve alemleri seyredelim." Dediği
rivayet edilmiştir<11>.
Bilindiği gibi Hz.Ali'den Hasan-ı Basri yolu ile gelen silsile, zühd, kanaat, tevekkül gibi usulleri benimsediği için "Halveti", Küınmeyil b.Ziyad yolu ile ge- len melamet, kesb-i yed, muhabbet ve sohbeti tercih ettiği için "Celveti veya Ha- cegan" adını almıştı. Birincisi Bağdat, ikincisi Nişabur ekolü diye de anılan bu iki usulden "Halveti "!iği. ilk mürşidi babası Sultanü '!-ulema ve şeyhi Seyyid Burhaneddin Tirmizi'den; "Hacegan, celvet ve melameti"liği de Şems-i Tebri- zi'den alarak şahsında birleştirmiş olan Mevlana "Muhammedi Feyz"e mazhar nadide bir veli kabul edilmiştir. Kendisinden sonra bu hususiyet devam etmemiş,
Şemsi kolu melameti, Sultan Veled kolu da zühdü temsil ederek Mevlevilik iki
MEVLANA VE İNSAN
ayrı özelliğe bürünerek yürümüştür.021 Cami'u't-turuk ve cami'u'l-meşarib bir
mürşid, arif bir mücahid ve kamil bir müctehid olan Mevlana, bu hususiyet ve şahsiyeti,. yukarıda arzettiğimiz ilmi ve ma'nevi atmosferden elde etmiştir.
Görüşmelerine evvelce işaret ettiğimiz Mevlana ile İbnü'l-Arabi buluşması da bu yönüyle oldukça önemli ipuçları vermektedir. Şeyh-i Ekber Fütuhat-ı Mekkiy- ye'sinde, Mevlana'nın Davud Aleyhisselam'ın kadem ve ne~)'esindeki velayetine
işaret eder ve Kur'an-ı Kerim'den de "En-Necm Suresi"nin sırrına mazhar oldu-
ğunu söyler. Müridleri için de "alem-i enfas" tabirini kullanarak onların Muham- medi feyze sahip bir topluluk olduklarını nakleder<13ı . Burada bizim için en önemli konu; "Demiri hamur, dağları muğanni kılan"<14> Hz.Davud'un peygaın
berliğindeki hususi tezahürleri bulmak ve bunların Mevlana'ya yansıyan tarafını
yakalayabilmektir<15> •
"A vaze-i bu aleme Davud gibi Sal,
Baki, kalan bu kubbede bir lıoş sada imiş"
Beytinde de ifade ·edildiği gibi, Davud Aleyhisselan1'ın en bariz vasfı, Zebur'u dağlara ve sahralara çıkarak yanık ve cazib sesiyle okuması, çevredeki canlıların hatta eşyanın bile etkilenerek bu cezbeye kapılması ve katılmasıdır06> •
Mevlana da göiliündeki aşk neşidelerini, ilahi ve kasidelerini Hz.Davud gibi
estetiğin bütün unsurlarını kullanarak Meram Bağları'nın zümrüt gibi yeşillikle
rine, şırıl şırıl akan sularına karşı ilahi hakikatlarla dolu lahuti şiirlerini okuması,
buralarda zaman zaman zikir meclisleri ve sema ayinleri düzenlemesi onun bu
neş'esinden kaynaklandığı söylenebilir.
Hz.Davud nasıl güzel ve yanık sesi, sihirli nefesiyle tebliğini ve risalet görevini gerçekleştirmiş ise Mevlana'da, Ney'in, Rebab'ın ve Kudüm'ün eşliğin
de şiirler ve kasideler söylemiş, bunlarla çevresindeki insanları estetik kabiliyetle- rinden yakalayarak gönüllerine girmeyi başarmıştır. Mevlana, şiiri, musikiyi, güzel sesi gaye olarak değil, fakat gayesine ulaştıran etkili birer vasıta olarak
kullanmasını bilmiştir.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikyatri Anabilim Dalı'nca İstanbul'da düzenlenen Uluslararası Müzikoterapi Kongresi (Müzikle Tedavi)'nde
müziğin çeşidi, ritmi ve kullanıhş maksadına göre insanlar üzerinde hormona!
dengeyi bozacak ve genetik yapıyı zedeleyecek derecede etkili olduğu da ilmi bir gerçek olarak takdim edilmiştir. Bu Y"i:izden belirli bir dozdan fazla gürültü (90 desibel ve yukarısı) bulunan mesleklerde çalışmanın insan sağlığı açısından tahdid edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
İnsanlar üzerinde hormona! yapıyı sarsacak, hatta bozacak derecede etkili olan musikiyi Mevlana, inkarcıları imana, dertlileri devaya kavuşturmak için bir
· vasıta olarak kullanmıştır. Musikinin bitkileri daha çabuk verime ulaştırdığı ve
olgunlaştırdığı botanik ilmine bile gimıiş, tavukların müzik ritmi ile daha çok ve çabuk yumurtladığı, ineklerin daha kolay sağılarak bol süt verdiği uygulamiııarla ortaya konmuştur. Kavalla koyunların güdülmesi, zurna ile yılanların oynatılma
sı, ritm ile develerin yürütülmesi, ıslıkla merkeplerin sulanması, 11.Bayezid tara-
fından Edirne Darü'ş-şifasında haftanın belirli günlerinde hastalara musiki dinleti- lerek bazı ruhi rahatsızlıkların tedavi edildiğinin bilinmesi ve bu konunun Kanun- name' de de yer alması bu hususun kültürümüzde de bilindiği ve tatbik edildiğini
göstermektedir.
Ayrıca Mehter müziği ile askerlerin coşturulması, zihinlerinden evlerinin sili- nerek düşman üzerine akort edilmesi, ordularda bu gaye ile kahramanlık marşları
söylemek üzere bando ,teşkilatının kurulması, filimlerde jenerik, reklamlarda fo- netik olarak müziğin kullanılması, bazı mağazalarda müşterinin ret cevabı ver- mesini gideren ve mutlaka alış-veriş yapmasını sağlayan müzik türünün günboyu
lnıllanılması, müziğin sadece insanlar üzerinde değil, bütün canlılar üzerinde etkili ve adeta onların ortak dili olduğunu gösteren çarpıcı misallerdir. İns~nın uzvi yapısı üzerinde etkili olan müziğin kullanım gayesi ve türüne göre zihniyet ve iradeler üzerinde daha da etkili olacağı şüphesizdir. İşte Mevlana, musikinin ve estetiğin bu esrarlı etkisini irşadında Davudi bir vasıta olarak kullanmış,
çevresindeki insanları ney nağmeleriyle "Elest .Bezmi"ne çağırmış, Allah ile hem-hal olmalarını te'mine çalışmıştır.
Hz. Davud'un ikinci hususiyeti ise kendisi peygamber olduğu halde başkala
rına asla yük olmayıp,. bizzat kendi el emeği ve alınteri ile geçinmeyi tercih etmesidir. Kendisine öğretilen "zırh dokuma" sanatını büyük bir maharetle
kullanmış, "demiri elinde mum gibi eriterek" istediği kalJplara dökmeyi öğrenmiş
ve öğretıniştir. İnsanlığa "Maden Devri"ni geçiren Hz. Davuci'un bu durumu Mevlana'da da tecelli etmiş, O da Ahi Ahmed Şah, Ahi Çoban ve babası da bir Ahi şeyhi olan Hüsameddin Çelebi gibi melamet anlayışını benimseyen sufileri etrafına almıştı.mı Debbağ, katip, hattat, kuyumcu, tabip giti muhtelif meslekle- re mensup müridleri pek çoktu. Aristokrat bir aile geleneğine sahip olan Mevla- na 'nın işçi sınıfını ve san'atkarları seven ve takdir eden bu anlayışı, Selçuk Hükümeti'nin baş veziri ile Emir Kemaleddin adındaki yüksek dereceli bir devlet
adamı tarafımdan Emir Pervane'ye: "Müridlerl.nin çoğu avam-ı nastan" şeklinde
küçümseyici bir eda ile iletilmiş, bunu duyan Mevlıina hiddetle haykırarak:
MEVLA.NA VE İNSAN
"Bizim Mansur'umuz hallac, Ebu Bekr'imiz nessac (dokumacı), azizimiz Cüneyd zeccac (camcı) değil midir? Zena'atın ma'rifete ne zararı var?"08ı demiştir. Böylece kendisini savunmuş ve iş ile ibadet hayatının sentezini yapan bir anlayışı benimsediğini göstermiştir. Aynı şekilde dedelerde olduğu kadar musahiplerde de ilmin ve san' atın -herhangi bir dalında temayüz etmiş olmak ayn bir ehemmiyet taşımakta idi. Mevlevi tekkelerinde musiki, şiir, hat, tezhib ve benzeri güzel sanatların öğretilmesi dedeler vasıtasıyla olurdu. O'nun; "Mücahede, halvet ve şehvetten kaçınma" usulünü Hz.İsa, "kadın, çoluk-çocuk ve dünyanın
cevr ü cefasını çekmeyi" de Hz. Muhammed'e has bir "yol" olarak telakki etme- si bundan kaynaklanmış olsa gerektir.°91 Kaldı ki Mevlana sadece bu tür mürid- lerle yetinmemiş, Selçuk Sultanı Alaüddin II, Rükneddin, İzzeddin Keykavus, Emir Muineddin Pervane gibi aristokrat kesimi de sohbetlerine bağlamayı
başarmış bir mürşiddi. Kendisini ziyaret için gelen İizeddin Keykavus'a:
"Sana ne öğüt vereyim ki, sana çobanlık vermişler, sen kurtluk ediyorsun.
Bekçilik yap demişler, lzırsızlık ediyorsun. Allah sana saltanat vermiş şeytaiılık ediyorsun. " Şeklinde ağır fakat etkili sözlerle nasihatlarda bulunduğu nakle-
dilmiştir. (20l
Mevlana'nın san'at erbabı arasından seçtiği ve bilhassa meşgul olduğu insan- lardan biri olan ve Konya Çarşısı içerisinde altın döğücülüğü ile tanınan Sela- haddin Feridun Zerkubi (657/1258) ile olan ilişkileri de konumuz açısından
dikkat çekicidir. Çarşı içinde dükkanlar arasından geçerken Zerkubi'nin dükka-
nından gelen remel vezninin ahengine uygun çekiç sesleriyle irkilen Mevlana'nın
hemen yol ortasında sema'a başladığı ve bir taraftan da aynı vezinle;
"Yeki g<Çnci bedid amed der in dükkan-ı Zerkubi
Zelıi suret, zelıi mana, zelıi lıubi, zelıi hubi" diye başlayan,
"Bu altın döğücünün dükkamnda bana bir hazine göründü. Orada suret ve ma 'na bir arada. Ne kadar güzeJ, ne kadar güzel" anlamındaki gazelini söylediği nakledilmiştir. Bu hali şaşkınlık ve hayretler içinde gören Selahaddin Zerkubi, döğdüğü altının ziyan olacağına aldırış etmeden bir taraftan çekicini wrmaya ve
altın dövmeye devam etmiş, diğer taraftan da Mevlana'ya mıhlanıp kalan gözlerinden yaşlar boşanmıştı. <211 Burada Mevlana'nın çarşı içinde cezbeye gelmesi konumuz açısından dikkat çekicidir. Müridlerine ve bağlılarına dağ başında tek başına veli olmayı değil, güçleri yetiyorsa çarşı içinde ermeyi tavsiye
etmiş, iş hayatı ile ibadet ve ma'rifet hayatının sentezine varmalarını öğütlemiştir.
"Vakt-i halvet nist ender cem 'ay Ey Huda çün f.dilı-ı gaf ü tu hümay"
"Hidayet kaf dağına sen de hümu kuşuna benzetilebilirsin. Zaman halvetle toplumdan kaçma zamanı değil, cemiyetin arasına katıl ve onlarla ihtilat et ki
başlarına senin sa'adet gölgen düşsün. "<22> manasındaki beyti, O'nun bu toplumcu
düşüncesini, Muhammedi ve Melameti anlayışını ne güzel dile getirmektedir. · Mevlana'da gördüğümüz bu Melamet meşrebinin ya da Davudilik'in; dedesi ve babasından irsen geldiği veya Nişabur ziyaretinin izleri olarak değerlendirile
bileceği gibi, Attar'ın ve hacegan yolundan gelen Timıizi'nin ya da .en yakın
müridlerinden Hüsameddin Çelebi ve ahi olan çevresinin etkisi olarak da değer
lendirilebilir. O'nun "Dünya nediİ:? Dünya Allah'tan gafil olmak, O'nun kudre- tinden habersiz yaşamaktır. Yoksa, kumaş, para ve çoluk çocukla meşgul olmak
değildir." Anlamındaki;
"Çist dünya ez Huda gafil büden
Ni kumaş u nukre vü ferzen ü zen"<23> beyti, bir anlamda "Ne ticaret ne de
alış-verişin Allah'tan alıkoyamadığı yiğit insan"'24> ayetinin tefsiri gibidir.
'•
"Güft ari ger tevekkül rehberest
İn sebep hem sünneı-i peygamberesi, Remz-i ''el:-Kasibü Jıabibullalz" şinev
Der tevekkiil ez sebep kahil meşev"
"Gerçi tevekkül tek başına bir yol göstericidir. Lakin esbaba teşebbüs ve tevessül de peygamber Sünneti'dir. 'Emek ve(erek ve ter dökerek üreten Allah'ın
sevgilisidir.' Hadisindeki remzi iyi dinle ve anla. Tevekkül edeceğim diye esbaba
sarılmakta tembellik etme."
"Goft peygamber be-avaz-z bülend Ba-tevekkül zanu-yi üştür bi-bend"
"Hz. Peygamber yüksek sesle buyurmuştur ki: "Devenin dizini önce bağla,
sonra Allah'a tevekkül et. "<25> ifadeleriyle gerçek tevekkülü dile getirmiş "Çalışır
ken tevekkül edin" denilebilecek bir prensip ile müridlerini üretime ve bir hüner elde etmeye teşvik etmiş, yanlış bir telakki ile adeta tembelliğe varan tevekkül
anlayışını reddetmiştir.
Yukarıda arzedilen bibliyografik bilgiler dikkate alındığında O'nun Şems-i
Tebrizi ile karşılaşmasına yani 35 yaşına kadar cilan süre içerisinde Dedesi,
babası ve Seyyid Burhaneddin'den telakki ettiği şer'i esaslara sıkı sıkıya bağlı İmam Gazzali, Şihabüddin Sühreverdi ile Necmücldin Kübra'nın tasavvufi anlayı-
ı . .
şını benimsediği, bundan sonra Şems'in de etkisiyle aşk, cezbe ve muhabbettıllahı
esas alan kendi meşrebinin olgunlaştığı, kendine has bazı özellikler kazandığını
MEVLANA VE İNSAN
görüyoruz. Bir anlamda bu iki anlayışın da bir sentezi olan Mevleviyye'yi;
vahdet-i vücud'u temsil eden ve integral metafiziği esas alan İbnü'l-Arabi ekolü ile, ilimle imanı birbirinden tefrik ve imanı aklın cüzlerinden biri olarak kabul etmek suretiyle, tasavvufu bir anlamda ahlaki bir sistem haline getiren Gazzali ekolünün arasında bir yerde saymak gerekir. Vahdetin eşyada tecellisi ve ilahi
aşk telakkileriyle tasavvufu, yüce bir estetik cereyan haline getiren Mevlana, bu manada Hallac-ı Mansur, Mahmud Şebüsteri ve Ömer İbnü'l-Farid'in bir devamı niteliğindedir.
XIII. asır Anadolusu'nda mağrib tasavvufunu temsil eden Sadreddin Konevi ile şark estetik tasavvufunu muhitin ve içtimai şartların tesirleriyle mezcederek sunan Mevlana'yı görüyoruz. O'nun vahdet anlayışı İbnü'l-Arabi'nin metafizik
ağırlıklı vahdet-i vücud anlayışından farklı olarak estetik ağırlıklıdır. Belki de Hallac' ın çizgisine daha yakındır.
Mevlana'nın irşad anlayışı; bir yönüyle İmam Gazzali, Necmüddin Kübra ve
babası Bahaüddin Veled'in şeriata dayanan tasavvufunu, diğer yandan Attar ve Hakim Senai'nin tasavvufi edebiyatına ve bedi'i esaslarına dayanmaktadır.
O aynı zamanda tasavvufu ağdalı terim ve kavramlarla ifade etmek yerine, halk psikolojisine uygun hikayeler söyleyerek, anlaşılır örnekler vererek ve halk
arasında yaygın atasözlerini kullanarak aristokrat bilgileri, demokrat hale getirerek anlaşılır kılan ve yaygınlaştıran estetik bir ahlakçı, etkili bir mürebbidir . . Yine Mevliina'nın tasavvufi kişiliğinde, Kübreviyye'd;:n gelen halvet ve tecerrüdü, melametiyye'den gelen kesb-i yedi, alın teri ve el emeği ile geçinmeyi,
Şems-i Tebrizi'den gelen aşk ve cezbeyi, Çelebi Hüsameddin'den gelen fütüvveti ve çalışırken tevekkül etmeyi, İbnü'l-Arabi ile Konevi'den gele~ vahdet ve tevhid
anlayışını, Ahmed el-Gazzali'den gelen ahlaki tasavvufun kendine has bir sentezini buluyoruz.
Mevıana'nın seyr ü süluk anlayışında terakki basamakları; hazırlık safhasında riyazat, fedakarlık, feragat ve takva: ortalara doğru zikir, aşk, cezbe, vecd ve is- tiğrak, sonlarına doğru havf, haşyet, kabz, bast ve huzur fillah'dır. İlimde, bilgi- sayar disketi gibi kuru bilgi yerine onların insanın içine işlemesini, gönlüne yer-
leşmesini hedef alır. "Kallerin hal, hallerin meleke ve melekelerin makam haline dönüşmesiyle" ancak terakki basamakları tırmanılabilir. "İlim iliklerine ve kalp- lerine işledikleri kimseye yar, sadece beyninde ve teılinde kalan kimseye bar (yük) olur." Anlamındaki şu beyti gerçekten anlamlıdır.
"İlim çün ber-dil zened yari şeved, İlim çün ber-ten zened l?ari şeved"r..6ı
"Hallerin ancak ehl-i hal ile hem-hal olunarak" elde edilebileceğine, iyiliğin
de kötülüğün de bulaşıcı bir özelliği sahip olduğuna işaret eden Mevlana, kamil ve mükemmil insanlarla gözde, sözde ve özde birlikte bulunmak demek olan
"sohbet"e ayrı bir ehemmiyet vermiştir. "İyilerle beraber olan misk satanla beraber olan gibidir. Onun güzel kokuşu sana bulaşır. Köt?lerle beraber olan da demirci çırağı ile beraber olan gibidir. Onun da isi pası sana bulaşır" hidisini:
"Mireved ez sineha der sinelıa
Ez reh-i pinhan salah dekinelza "127>
"Salah ve kin gizli bir yoldan kalplerden kalplere sirayet eder." Şeklinde
adeta yorumlamış, grup psikolojisinin tabii bir sonucu olarak "kişilik yansıması"
ya da "şahsiyet transferi" diyebileceğimiz bu realiteye şöyle işaret etmiştir:
"Elıl-i dhıra baz-dan ez elıl-i kin
Hem-nişin-i Hakk beco ba-o nişin ''<28> •
"Din ehli ile kin ehlini birbirinden iyi ayırdet. Hakk lıe birlikte oturan zakir
kulları ara bul ve onlarla otur."
"Ak! kuvvet gired ez akl-ı diğer Nişker kamil şeved ez nişker"1291 •
"Üzümlerin birbirine bakarak karardığı, şeker kamışları birbirinden feyz alarak olgunlaştığı gibi, akıl da diğer akıllardan yardım ve kuvvet alarak kemal bulur."
"O nepayed piş-i her na-usta Hem çu tavus be-hane-i rusta •-<30>
"Tavus kuşu fakir bir kimsenin evinde durmadığı gibi, hikmet ve kemal de kamil bir mürşidin terbiyesinden geçmeyende bulunmaz."
"Nar-ı /zandan bağra /zandan kii.ned
Solıbet-i merdanet ez nıerdan /..'ilned"(3ıı
"Olgun ve gülen narın bahçeleri şenlendirdiği gibi, Hakk ehlinin sohbeti ve
yakınlığı da seni yiğit ve mert insanlar arasına katar."
"İttilıad-ı yar ha-yaran hoşest
Pa-yi ma 'na gir, suret serkeşest"1321
"Dostun dostlarla birlikteliği ne kadar güzeldir. Ma'na ayağından tutunun ki
şekil ve suret isyankar ve aldatıcıdır."
MEVLANA VE İNSAN
"Hem-nişin-i elıl-i nıa 'na baş ta Hem ata yabi vü hem başi feta "(33>
"Kemal ve ma'na ehli ile beraber otur ki, hem ata bulasın, hem de onlar gibi bir merd-i ma'nevi olasın."
Mevlfuıa'nın tasavvuf anlayışının temelini, adeta felsefi düşünceyi ve meta-
fiziği hazfeden, aşkı, ilahi iradeye teslimiyeti, sırri tecrübeyi esas alan psikolojik unsurlar teşkil eder. O'na göre tasavvufun gayesi, ruhun prangalarından kurtarı
larak büyük bir sükun ve huzura kavuşmasıdır. Bu kemal, ilimle, zihnin mücerred faaliyetleriyle, hatta faziletle değil, fakat ruhi kuvvetlerin yücelmesi ve
aşk haline gelmesi ile elde edilir.
O'nun aşk anlayışı, ruhun zihnen ve fikren yükselişi değil, eşya, beden ve dünya gibi ruhun kabiliyetlerini engelleyen bağların koparılarak, kişiyi mutlak birlik ve bütünlüğe yükselten teessüri bir vecd ve istiğrak halidir. Bu aşk, zihni ve fikri olarak anlaşılan felsefi aşktan olduğu kadar, insiyaki bir sevgi gibi
anlaşılan cinsi aşktan da ayrıdır.
Dünyevi aşkı sırri ve ilahi aşka götüren bir köprü ölarak yorumlarken;
"Aşık-ı an vel11n eger sadık büved
. An mecaz-ı o hakikat eş şeved "134> şeklinde söylediği;
"O vehminin aşıkı, muhabbetinde sadık ve samimi ise, mecazi aşkı onu hakikate çeker." anlamına gelen beyti, insanın dünyasını kucaklayan, gönlünü dolduran ve başka şeylerle ilgisini yok edecek derecede ortadan kaldıran derin ve
kavrayıcı sevgiyi "aşk" olarak ele almaktadır. Dünyevi bir sevgiliye kapılan böy- le birinin dünyası artık kesret değil, yalnızca göz ve gönlünün mıhlandığı tek bir sevgilidir. İkna edici ve etkileyici bir mürşid tarafından kendisini dünyaya bağla
yan bu biricik bağlantının yok edilmesi ve yönlendirilmesi halinde bu kişinin gideceği yer, Allalı'adır. Ne var ki, sevmesini bilmeyen ve sevgisinin yönü sü- rekli değişken bir yapı arzeden birininse dünyası o kadar çok ve ilgi alanı o kadar
karışık ve değişkendir ki böyle birinin hangi bağını koparacaksınız ve o kişi
Allah'a yönelecek. Yüzlercesi yok edilen bağlantıların ve sevgilerin yerine yeni- den yüzlercesi gelmektedir.
"Bu pendimi gün eyle gönül ki; budur evla Dil verdiğine sıdk ile ver canını zira;
"Men mate mine'l-aşkıfekad mate şehida"
"An direm-daden salıira layıkest
Can süpürden lıud se/za-yı aşıkest,
Nan dihi ez belır-i Hakk nanet dehend Can dihi ez behr-i Hakk canet dehend"<35ı
"Dünyanın cömertliği para ve mal, aşkullahın cömertliği ise can vermektedir.
Allah yolunda ekmek verirsen sana ekmek, can verirsen can verirler." anla-' mındaki beyitlerinden anlaşılacağı gibi, Mevlana'nın sırri tecrübeyi yakalamak ve ilahi aşka yükselebilmek için takip ettiği usul, insanı Allah'tan alıkoyan beşeri ve nefsani ihtirasları birer birer yok ederek, yalnız ilahi iraq,eyi egemen kılmaktır.
Çünkü beşeri ve bedeni zaaflar, nefsani ve şehevi ihtiraslar hudutlu bir uzviyyet ve ayırıcı bir çevreye bağlanıp kaldıkları için, ruhu bir çember gibi kuşatarak
çamura ve toprağa doğru çekmekte, sahibini oyalayarak ruhun aradiğı mutlak huzur ve sükundan mahrumiyete sürüklemektedir.
O'nun bu anlayışı, hasbi bir hakikat araştırması değil, konsantrasyonu bozu- lan, yararsız pekçok ilgi odağına ,takılarak inşirah ve sükununu kaybetmiş ruhları,
kendi dünyası ile buluşturarak selamete erdirmek ihtiyacıdır. İnsanlar bunu dışla
rında ve çevrelerinde aramak yerine kendi içlerine yönelerek bulmalıdır.
"Musa vü Fir'avn der hesti-i tüst Bayed in dü hasmra der-hiş cüsı,
His esir-i ak/ başed ey filimi Ak/ esir-i ruh başed lıenı-bedan ·~361
"Ey Salik, Musa da Fir'avn da senin içinde ve varlığında mevcuttur. Bunları dışarıda değil kendi içinde ara.
Ey Filan! Hisler akim, akıl da ruhun esbidir. "
"İlıtima kün ihtima zi-endişelıa
Fikr-i şir ü gor ü dillıa bişelıa ·~37>
"Vesveseli vehim ve düşüncelerden sakın. İnsanın kalbi sazlık ve ormanlık gibidir. Orada arslan gibi de yaban eşeği gibi de fikirler bulunur."
MEVLANA VE İNSAN
"Her dü dellalan-ı bazar-ı zamir Raht-hara mi-sitanid ey Emir"08>
"Şeytan, vesvesesi, melek, ilhamı ile insanın gönül pazarının tellalarıdır. Her ikisi de kendi mallarını metlıederler." Derken bunlara işaret etniektedir.
İnsan, uykusuzluk, açlık ve oruç gibi bedenin ve nefsin gücünü kıran, şehevi ve hayvani insiyakları zayıflatan bir mücadele ile işe başlayarak bedeninde nef- sinin, heva ve hevesinin, şeytani fısıltının galibiyetini kırmalı; ruhunun, imanının
ve meleğin fısıltısının gönlündeki, beynindeki ve iradesindeki hakimiyetine zemin
hazırlamalıdır.
"Lokma tolınıest ü bereş endişeha
Lolana balzr ü gevlıereş endişelıa
Zayed ez-lokma helal ender dehan Meyl-i lııdmet azm-i reften an cihan Çün zi-lokma tu Jıased bini vü danı Celıl ü gaflet zayed anra dan haranı. ''i39>
"Lokmalar tohum, meyvesi fikirler, lokmalar deniz, fikirlerse inciler gibidir.
Helal lokmadan insanda büyüklere hizmet meyli ve öbür aleme gitmek arzusu zuhur eder.
Bir lokmadan hased, tuzak, cehalet ve gaflet zuhur ettiğini görürsen onun haram olduğuna hükmet." Derken beslenmenin bile bu yolda ne kadar önemli
olduğuna işaret etmekte, bedeni ve hisleri besleyip büyüten yiyecekler konusunda hassasiyet gösterilmesinin gerekliliğini dile getirmekte ve şöyle demektedir:
"Nan gılest ü guşt kenıter ez in Ta ne mani lıem-çu gıl ender z~min "1401
"Ekmek ve et çamur gibidir. Onlardan az ye ki çamur gibi yerlerde sürüklen- meyesin ve toprağa saplanıp kalmayasın."
"Ruh mi-burdet suy-ı çarlı-ı berin Suy-1 ab ü gil şudi der esfelin "14ıı
"Ruh seni felek-i a'laya götürdü. Sen ise su ve çamur tarafına yani,· inet ve tabiat alemine meylederek esfel-i safilin~ düştün." Beyitlerinde açıklanan ve nefse ait bütün hazlardan sakınmak demek olan "takva", Mevlana'nın tasavvuf anlayı
şının birinci mertebesidir.
"Dil tura der kuy-ı elıl-i dil keşed
Ten tura der Jıabs:i ab ü gil keşed"ı4ıı
"Gönül seni kalb ehlinin semtine çeker. Ten ise su ve çamur habsine koymak ister."
"Kurb ne bala vü pesti reftenest
Kurb-ı Hakk ez-habs-i lzesti restened''<43>
"Allah'a yakınlık, aşağı inmek ve yukarı çıkmakla değil, nefsi, beşeri irade ve bedeni isteklerin esaretinden sıyrılıp varlık bahsinden kurtulmaktadır."
Beyitlerinden de anlaşılacağı gibi O:
"Ver büved şehvet emir-i Jıevetem
Ney esir-i şehvet ü ru)1 betem "(441
"Bende şehvet bulunsa bile ben onun emiriyim. Yoksa şehvetin ve güzel bir yüzün kölesi ve esiri değilim." Anlamındaki beyitleriyle; "Efendi'yi, nefsinin emiri, köleyi ise nefsinin esiri" şeklinde tanımlayarak heva ve heveslere bağlan
mayı onulmaz bir za'af, insanın seyir ve terakki grafiğini tersine çeviren bir illet telakki eder. Bunlardan zahiren insanlara karşı sakınıyormuş gibi gözüküp de kendi içinde nefsin tekelinde bir hayat sürmeyi de "takıyye" şeklinde yorum- layarak, şehveti gönüllerden giderilmesi gereken ilk leke kabul eder. Bunlardan kurtulan insan artık içinde ve önünde açılan kulvarda koşabilir. Kendisini meleki hasletlere doğru yükselten bir aşk ve cezbe haline yükselebilir.
"Bend bügsil baş azad ey püser Çend başi bend-ü sim ü zer Ger birizi balırra der kuzei Çend günced kısmet-i yek ruzei'><45>
· "Ey oğulcuğum, bağını kopar ve kurtul. Ne vakte kadar altının, gümüşün ve
dünyanın bağımlılığında kalacaksın.
Denizin hepsini bir bardağa koyacak olsan ne kadarını alır? Ancak bir günlük
kısmetini" beyitlerinde dünya ve masiva bağıınlılığının nasıl geçici ve değersiz
bir hedefe insanı sürüklediğini izah etmeye çalışır.
Böyle bir "Tasfiye" ve "Tezkiye"nin ardından zikir, istiğrak, havf, haşyet,
reca, bast gibi makam ve hallere ulaşma imkanını bulur. "Rasul-ü Ekrem: Kamil
mürşidler, kavimleri içindeki peygamberler gibidir, buyurdu." Anlamındaki;
MEVLANA VE İNSAN
"Goft peygamber ki şeyh-i refte-piş
Çün Nebi başed miyan-ı kavni-i hiş •>(46ı beyti ile:
"Hiss-i dünya nerdüban-ı in cihan Hiss-i dini nerdüban-ı asuman"<47ı
"Dünyevi duygu ve hisler_ bu dünyanın, dini duygu ve düşünceler de göklerin merdivenidir. "
"Sıhlıat-i in his be-cüyid ez tabib
Sıhhat-ı an his becuyid ez Habib "<4sı
"Dünyevi duygu ve düşüncelerin sağlığını tabibden, kişiyi göklere yükselten dini hislerin sıhhatini de Habib'den öğrenin." Beyitlerinden anlaşılacağı gibi, bütün bu anlatılanların tahakkuku için mezkur te_crübelerden geçmiş kamil bir
mürşidin rehberliğini öğütler.
"Bir akıl diğer bir aklın katılımıyla nasıl iki katlı oluyorsa, müridlerin de mürşidlerinin aklıyla nurları artar ve yollarını daha iyi göİ"ürler." Anlamındaki:
"Ak! ba akl-ı diğer du ta şeved
Nur efzun geşt ürelı peyda şeved'><49> beytiyle buna işaret etmekte ve:
"Key tıraşed tig deste-i hışra
Rev be cerrahi sipar in rişra •><5oı
"Bir bıçak kendi sapını yine kendisi başka bir bıçak olmaksızın nasıl yontabi- lir? Sen git gönül yaralarını bir cerraha göster. Onları kendi kendine tedavi ede- mezsin" şeklindeki ifadeleriyle, mürşidin rehberliğinin gerekliliğini'vurgulamaktadır.
Mürşidler ve mürebbilerin, müridlerin gönül bahçelerindeki tasarruflarını ve onlardan beklentilerini dile getirirken ilgi çekici benzetmelerle şu ifadelere yer verir:
"Bağ-ban zan mi-bord şalı-ı ıİıuzır Ta ber ayed nalı! kametha vu bir Mi-kuned ez bağ-dana an haşiş
Ta nümayed bağ u meyve lıurremiş'><5ıı
"Hurma ağacı boy ve yeıniş versin diye bir bahçıvan nasıl kök ve dallardan
kendiliğinden çıkan lüzumsuz ve zararlı dalları keser ve böylece topraktan gelen hepsinin meyveye ve çiçeğe ulaşmasını sağlar, besinin yararsız yerlere dağılması-
na mani olursa, mürşidler de müridlerinin beceri ve kabiliyetlerini belli noktalara
yoğunlaşnrarak ilgi alanlarını daralnr, kemal ve maharet kazanmalarını sağlar.
Aksi halde dağınık güç ve enerji insanı verimsiz ve başarısız bir kısırdöngü
nün içerisine sürükler." Diyerek mürşidlerden beklentilerini dile getirir. Zira in- sanlar uzviyyet olarak sürekli dış dünya ile bağlannlı olan ve onlarla duygu alış
verişinde bulunan bir özelliğe sahiptir. Dikkat dağınıklığı ve şuur bulanıklığından kurtulınak için duyu organlan üzerinde iradi bir hakimiyet kurmak ve onları
bilerek kullanmak gerekir. Mevlana bu durumu: "Adi bir hissin mevzii olan ten
kulağınıza pamuk nkayınız. Ten gözünüzdeki his bağını çözüp annız. Harici gö- zünüz kapanırsa dahili gözünüz açılır, dahili gözünüz kapanırsa harici gö~nüz açılır. Bann kulağınızın pamuğu bu zahirdeki ten kulağınızdır. Bu kulak nkalı olınadıkça ma'nevi kulağınız sağır demektir. Dışarıyı duyar ama içten haber ala-
mazsınız." Anlamındaki:
"Penbe ender guş-ı his dun künid Bend-i his ez-çeşm-i had birün künid Penbe-i an guş-ı sırr güş-ı serest
Ta negerded in ker an batın keresı"<52>beyitleriyle açıklamaktadır.
Mevlfuıa'ya göre tasavvuf; insanın kendi içinde başlayan ve kendi içinde de- vam eden kesintisiz sürdürülmesi gereken keskin ve vazgeçilınez bir mücadeledir.
Bütün hüner içimizden gelen ve gerçekleri görmemize mani olan dahili tortular- dan kurtulınaktır.
"Du ser-i engüşt ber-du çeşm nih Hiç bini ez-cihan insaf dih Ger nebi'ni in cihan ma'dum nist Ayb cüz engüşt-i nefs-i şum nist.
Tu zi-çeşm engüştra ber-dar hin V'angehani her çi mi-hahi bi-bin Ademi didesı ve baki postest Dide anesı an-ki did-i dustesr53>
Mağz-ı her meyve bihesı ez-postesı
Post-dan tenra ve mağz-ı an dostesı"<54>
"İki parmağının ucunu iki gözüne koy. Dünyadan bir şey görebilir misin?
MEVLANA VE İNSAN
Göremiyorsan bu alem yok değildir. Görememek aybı, yahut göstermemek kusuru ancak uğursuz nefsin parmağına aittir.
Sen evvela gözünden parmağını kaldır. Ondan sonra dilediğini gör. İnsan gözden ibarettir. Geri kalansa ceseddir. Göz ise ancajc dostu görene denir. "
Gerçek anlamda gören göz, kabuğu değil onun içindeki özü farkeden, olay-
ların görünen kısmını değil arka planına vakıf olandır.
"Çün be-suret bingeri çeşmet dü-est Tu be-nureş der-nigergan yek-tüst"<55>
"Sen her şeye iki gözle baktığın halde, görüş nurunun kaynağı tek olduğu
için hepsini bir gözle görüyormuşsun gibi tek görür çift ve çatal görmezsin."
Beytinde, gözlerin kesretteki vahdeti yakalamasını, eşya ve hadisattaki kudreti
müşahade etmesini istemektedir.
"Her meyvenin içi, kabuğundan iyidir. Onun gibi bedeni kabuk, gönül ve kalbinin sevgilisini de iç bil." Diyerek nefsin insan hayatındaki yeri ve önemini
açıklayan Mevlana: "Canım ve ruh çocuğunu şeytanın sütünden ve nefsin vesve- selerinden kes. Ondan sonra da onu melekler arasına kat."
"Melekler gibi ekmek ve sudan kurtuldum. Feleklerin hiçbir beklenti içine girmeden bila-garaz hizmeti gibi, ben de bu kapıda bir şey istemez hale geldim."
Anlamındaki
"Tifl-z can ez-şir-i şeytan baz kün Ba'd ez-aneş ba-melek enbaz kün<56J Restem ez ab ü zi-nan hem çü melek
Bi-garaz gerdem der-in der çün melek"<.57> beyitleri ile nefsin tezkiyesinin,
insanı nasıl melekler seviyesine yükselteceğine işaret e~ştir.
"Tahhira beyti" nişan-ı pakist Genc-i nurest ez-tılsımeş hakisr'ı.ssı
"Beytimi (gönlünüzü ve kalbinizi) titizlikle temizleyiniz." (el-Bakara, II,125) ayeti temizlik nişanıdır. Aslı toprak olmakla birlikte insanın vücudu, nurları
sinesinde saklayan bir hazinedir." beytinde de ifade edildiği gibi hava, !J.teş, su ve toprak (anasır-ı erba'a) üzerine bina edilen insan bedeni, "Ben azimü'ş-şan, kendi ruhumdan nefhettim"<59> ayetiyle belirtilen "ruh-ı menfuh"u taşımaktadır. Seyr-ü süluk'un gayesi, bedende ruhun emir; nefsinse köle olmasını te'mine yöneliktir.
Bunun talıakkuku ise Mevlfuıa'ya göre mahzun ve mütevazi bir tavır ile İlahi
.irade'ye tam teslimiyet, nefsin isteklerine set çekebilmek ve Hz.Peygamber'in Sünnet-i seniyye'sine sıkı sıkıya sarılmakla mümkündür.
"Her güca derdi deva anca büved Her güca yestist ma anca büved<601 Her güca ab-ı revan sebze şeved
Her güca eşk-i revan rahmet şeved11<61ı
"Derdin olduğu yerlerde deva, alçak, çukur ve mütevazi yerlerde su birikir.
Suyun ulaştığı yerlerde yeşillik, gözyaşı ve hüznün olduğu yerde rahmet ve bereket vardır." Cenab-ı Hakk'ı hissetmek, yaşlı bir göz ve boynu bükük bir gö- nülle mümkündür. Gurur, kibir ve benlik bu yolda· insanın yolunu karartan ve yönünü şaşırtan en büyük engeldir. İlahi emir ve yasaklara tam teslimiyetin şartı bunlara "bela" diyebilmenin hazzını almakla başlar. Ardından Mevlilııa'nın:
"Ab-ı derya mürdera ber-ser nilıed
Ver büved zinde zi-derya key rilzed Çun bi-nıürdi tu zi-evsaf-1 beşer Balzr-ı esraret nilıed ber fark-ı ser'~62>
"Deniz suyu, kendisine bütünüyle teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri olan ve en ufak bir tereddüdü bulunan denizin elinden nasıl sağ kurtulur. Aynı şekilde "Ölmeden evvel ölünüz" sırrı ile beşeri sıfatlardan soyunarak ölürsen, esrar denizi seni de başı üzerinde gezdirir. ı• Şeklinde ifade ettiği teslimiyete
sarılmak gerekir. Kur'an-ı Kerim, Sünnet-i seniyye ve ilahi iradeye teslimiyette aklın yerini açıklarken söylediği "Akıl, seni padişahın kapısina, terzi dükkanının önüne kadar götürmeli, içeri girdikten sonra sultana veya terziye teslim olmalı,
akıl seni, doktora götürünceye kadar yararlı, içeri girdikten sonra müdahil olursa
zararlıdır. "<63> şeklindeki ifadeleri oldukça ilgi çekicidir. Hz. Adem'in bile aklını
gereksiz yerde kullanmasıyla yanlışa düştüğünü şu beyitlerle dile getirir:
"İn heme danist çün amed kaza
Daniş-i yek nelıy şud ber-vey hata Key acep nelzy ez-pey-i talırinı bud Ya be-te'vili bed ü tevlıim bud'~64ı
"Hz. Adem bu kadar ilmine rağmen kaza gelince bir nehyin hakikatini bilmek konusunda yanlışa düştü.
MEVLANA
VE İNSANAcaba bu nehiy tahrimi mi, yoksa tenzihi mi, te'vili ve tahvili mi diyerek mütevehhim ve mütereddid kaldı."
"Hiş-ra te 'vil kün ne ahbarha
Mağzra bed-gu ne gül-zarlıa
Ber-heva te'vil-i Kur'an mi-küni Pest ü kej şod ez-tu ma 'ni-i seni "<65ı
"Kur'an'ın ayetleri ve Peygamber'in hadislerini değil,önce .kendini te'vil et.
Gül bahçesindeki güzel kokuları duymuyorsan, kusuru bahçede değil kendi bey- ninde ve burnunda ara.
Heva ve hevesine tabi olarak Kur'an'ı istediğin _gibi te'vil ediyorsun. Senin te'vilin ile öndeki ali ve yüce manalar alçalıyor ve çarpılıyor." Diyen Mevıana,
ayet ve hadisleri istek ve alışkanlıklarımıza yol verecek bir tarzda yorumlamak yerine, onlarla istenileni Allah'ın istediği şekilde ifa gayretinde olmayı telkin eder. O'nun istediği tereddütsüz teslimiyet:
"Dest ender Ahad ü Ahmed bizen Ey birader va-reh ez-Bü Cehl-i ten "'66>
"Ahad olan Allah ile Rasulü Ahmed-i Mücteba'nın kavline sarıl. Ey kardeş!
Gel ten ve nefs Ebu Cehl'inden kurtul." beytinden de anlaşılacağı gibi, sünnetleri de içine alan bir keyfıyyete sahiptir.
"Nam-ı Ahmed ançünan yari küned Ta ki nüreş çün nigehdari J..'iined
Nam-ı Ahmed çün lıisari şod hasin Ta çi başed zat-ı an Rulıü'l-emin."<61>
Hz. Peygamber'in sadece adını anmak insana bu derece yardım ederse, bizzat
Nur-ı Nebevi'nin seni nasıl tehlikelerden koruyacağını bir düşün.
Hz. Peygamber'in ism-i şerifi böyle müstahkem bir kale gibi sığınak olunca, O ruhü'l-emin'in zat-ı mukaddesinin ve yüce ruhaniyyetinin nasıl olacağı kıyas
lanmalıdır." Anlamındaki beyitleri. Mevlana'nın Hz. Peygamber'e bağlılığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bütün bu anlatılanlardan Mevlana'nın kitle ve insan terbiyesindeki gayesi, sistemi ve metodu gayet sarih ve hasbi olduğu, Tevhidi bir görüşle tanıdığı tanımadığı sevgi, saygı ve şefkatle bağlı olduğu insanları, hayvani insiyaklarının
esaretinden kurtararak tasfıyeli ve muhasebeli bir ruha, mutlak bir vicdan hürri-