• Sonuç bulunamadı

ubudiyetini ilân etmektir."

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ubudiyetini ilân etmektir.""

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sorularlarisale.com

Hayatımızın gayelerinin icmali olan dokuz emri, izah eder misiniz? Mükellefiyet açısından nasıl anlamalıyız?

Emr-i istihbabi mi yoksa vücubi mi? Namaz, oruç gibi ibadetler bu vazifeleri yerine getiriyor mu?

"Birincisi şudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahmet-i İlâhiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetleri tartmaktır ve küllî şükretmektir."

İzah: İnsanın fıtratına konulan her bir cihaz ve duygu, Allah’ın rahmet hazinelerinin ölçülüp tartılmasında bir araç, bir vasıtadır. Mesela; bütün yiyecek ve içecekler, Allah’ın bir rahmet hazinesidir; bu hazineyi tartan ve ölçen, insandaki mide ve dildir.

İnsan bu dil ve mide sayesinde, Allah’ın rahmeti ile bize ikram ettiği rızıkları anlar ve tartar.

"İkincisi: Senin fıtratında vaz edilen cihazatın anahtarlarıyla esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdesi o esmâ ile tanımaktır."

İzah: İnsanın fıtratındaki her bir cihaz, Allah’ın bir ismini anlamak ve tartmak içindir.

Göz bir anahtardır, bu anahtar ile insan, Allah’ın Basir ismini anlar. Kulak bir anahtardır, bu anahtar ile, Allah’ın Semi ismini anlar ve hakeza...

"Üçüncüsü: Şu teşhirgâh-ı dünyada, mahlûkat nazarında, esmâ-i İlâhiyenin sana taktıkları garip san'atlarını ve lâtif cilvelerini bilerek hayatınla teşhir ve izhar etmektir."

İzah: İnsanın en büyük vazifelerinden birisi de, Allah’ın isim ve sıfatlarının insanın fıtratında tecelli suretinde gösterdiği yüksek ve güzel sanatları, iman ve ibadet şuuru ile üzerinde izhar ve ilan etmesidir. Yani insana bakıldığı zaman, Allah’ın tecelli eden isimleri aşikar olarak insan üzerinde görünsün ve bilinsin.

"Dördüncüsü: Lisan-ı hal ve kalinle Hâlıkının dergâh-ı rububiyetine

(2)

ubudiyetini ilân etmektir."

İzah: İnsan hem hal dili ile hem de konuşma dili ile kulluğunu Allah’a ilan ve arz etmelidir. Bu da ancak, Allah’ın Kitabı ve Peygamber (asv)'inin sünnetine uymak ile olur.

"Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun

iltifâtât-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi esmâ-i İlâhiyenin

cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insaniye murassaâtıyla bilerek süslenip o Şâhid-i Ezelînin nazar-ı şuhud ve işhâdına görünmektir."

İzah: Devletin resmi geçit ve törenlerinde, nasıl asker, üzerindeki elbise ve devlete ait vazifeler ile ilan eder. Ona bağlılığını ve hürmetini izhar eder. İnsanın vazifesi de dünya resmi geçidinde, Allah’ın insana bahşettiği iltifat ve ikramları ve isimlerinin bahşettiği türlü türlü manalarını üzerinde şuurlu olarak ve bilerek, Allah’a ilan ve izhar etmektir.

"Altıncısı: Zevilhayat olanların, tezahürât-ı hayatiye denilen,

Hâlıklarına tahiyyatları; ve rumûzât-ı hayatiye denilen, Sânilerine tesbihatları; ve semerat ve gayât-ı hayatiye denilen, Vâhibül- Hayata arz-ı ubudiyetlerini bilerek müşahede etmek, tefekkürle görüp şehadetle göstermektir."

İzah: Hayat sahiplerinin hayatı vasıtası ile ettikleri tesbihleri, insanın iman gözü ile okuyup, Allah’a takdim etmesine işaret ediliyor. Her hayat sahibinin, hayatı aracılığı ile yaptığı tesbih ve ibadetler vardır. İşte insan bu tesbihleri okuyup, kainatın vekili ve halifesi namına Allah’a takdim etmesi gerekir.

Hayatın en önemli meyve ve gayesi; Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olup, onların manasını şuur sahiplerine ilan etmektir. İnsanın da en önemli vazifesi, bu ilanatları iman ve tefekkür gözü ile okuyup ibadet dili ile şahitlik etmektir. Nasıl ki bir çiftçi, tarlayı mahsul kaldırmak için ekip biçer, aynı şekilde şu hayat ve kainat tarlasının mahsulü de ibadettir. Bu yüzden ibadet, şu kainatın en önemli ve gerekli bir neticesi ve meyvesi hükmündedir.

"Yedincisi: Senin hayatına verilen cüz'î ilim ve kudret ve irade gibi

page 2 / 5

(3)

sıfat ve hallerinden küçük nümunelerini vahid-i kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfât-ı mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini o ölçülerle bilmektir. Meselâ, sen cüz'î iktidarın ve cüz'î ilmin ve cüz'î iradenle bu haneyi muntazam yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hanenden büyüklüğü derecesinde şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzımdır."

İzah: Bir bina yapılırken, usta, binanın sağ sol, aşağı yukarı, alt üst, doğu batı gibi izafi yönlerini çekiç ve iş araçları ile çakmaz. Bina vücut buldukça bu izafi kavramlar da bununla beraber terettübi olarak belirmeye ve tebeyyüne başlarlar. Ustanın çekici ile yapılmadıkları için, bir fayans ve tuğla gibi mevcut sayılmazlar. Ama bir fayans veya tuğla gibi mevcut olmamaları, tamamen yok ve hiç oldukları anlamına da gelmez. Birisine binanın sağı neresidir? diye sorulsa, adam hemen gösterir. Şayet yok ve hiç olsa idi, adam nasıl gösterecekti. Zira aslı olmayan bir şey ne ispat

edilebilir, ne de gösterilebilir. Demek adamın, binanın sağını göstermesi izafi de olsa bir varlığının olduğunu gösterir.

İnsan mahiyeti de bir bina gibidir. İnsan binası inşa olunurken, bu binaya müterettib çok nisbi ve izafi hatlar ve kıyas araçları, mevcudiyetsiz ve cisimsiz olarak varlık sahasına çıkarlar. Bunların Allah tarafından insan mahiyetine takılmasının sebebi ise, bu farazi hatlar ile, Allah’ın, mutlak ve idrak ve ihatası imkansız olan isim ve sıfatlarını bir nebze kıyas ile anlamak içindir. İnsana verilmiş olan benlik, yani sahiplenme duygusu ile; insan cüzi ilim, irade, kudret gibi şeyleri kıyas ederek, Allah’ın külli ilim, irade, kudret gibi mutlak sıfatlarını anlamaya çalışır.

Mesela der; "Ben cüzi kudretimle şu evi yaptım, Allah ise külli kudreti ile bütün kainatı yapmıştır. Keza, ben cüzi ilmim ile şunları biliyorum; Allah külli ilmi ile her şeyi bilir." der. İşte şu kıyası yapacak farazi olan benlik ve sahiplenme duygusu olmasa, insan Allah’ın külli sıfatlarını hiçbir zaman hissedip bilemeyecekti. Hakikat noktasında insanın benlik hissi ile sahiplendiği cüzi ilim, irade ve kudret gibi şeyler insana ait değildir. İnsan bu şeylere farazi ve vehmi olarak sahipleniyor. Bu yüzden insanın yapıp ettiği şeyler ile övünüp kibirlenmesi boş ve yersizdir.

Özetle ifade etmek gerekirse; vahidi kıyasi, insanın farazi benlik hissi ile

sahiplendiği cüzi ilim, irade ve kudret gibi vasıtalarla Allah’ın külli sıfatlarını bilmesi ve kıyaslamasıdır.

"Sekizincisi: Şu âlemdeki mevcudatın herbiri kendine mahsus bir dille Hâlıkının vahdâniyetine ve Sâniinin rububiyetine dair mânevî sözlerini fehmetmektir."

(4)

İzah: İnsanın en mühim bir vazifesi de, her bir mevcudun kendine has bir dil ile Allah’a yaptığı tesbih ve ibadetleri, iman ve ibadet gözlüğü ile görüp okumaktır.

"Dokuzuncusu: Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlâhiye ve gınâ-yı Rabbâniyenin derecât-ı tecelliyâtını anlamaktır.

Nasıl ki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envâı miktarınca taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gınâ-yı İlâhiyenin derecatını fehmetmelisin."(1)

İzah: Bir insanın muhtaç olduğu her şey, onun ne kadar fakir olduğunu gösteriyor.

Zira fakirliğin ölçüsü ihtiyaç nisbetindedir. Bu sonsuz denebilecek kadar olan

ihtihaçlarımızı gidermek için ise, güç yetirecek bir iktidardan mahrumuz. Bu durum ise aczimizi ifade etmektedir. Mesela; yağmura muhtacız ancak yağdırmaktan da aciziz.

Bütün bu ihtiyaçlarımızı giderecek olan ise, bizim ve alemlerin Rabbi olan Allah'tır.

Onun dışında hiç bir kuvvet ve kudret bu ihtiyaçlarımıza cevap veremez. İşte insan nihayetsiz acz ve fakr dili ile, aciz ve fakir olmayan Allah’ı anlar.

Mükellefiyet açısından nasıl anlamalıyız? Emr-i istihbabi mi

yoksa vücubi mi? Namaz, oruç gibi ibadetler bu vazifeleri yerine getiriyor mu?

Dokuz emrin özü tefekkür, ahlak ve ibadettir ki, zaten farz olan ibadetlerimizde bu manalar nüve ve çekirdek olarak mündemiçtir. Bize düşen bu nüve ve çekirdekleri açmak ve genişletmektir. Onları tefekkür ile şuurlu hale getirmek iktiza eder ki, bu ibadetlerin keyfiyeti ile ilgilidir, farz ve vacip kapsamına girmezler.

İbadetin keyfiyetine dair teşvik ve tavsiyeler olmakla beraber farz değildirler. Şayet keyfiyet farz olmuş olsa idi herkesin evliya ve alimler gibi ibadet etmeleri iktiza ederdi ki bu gerçekçi olmaz. İlmihaller ibadetlerin kalıbını ve şeklini tanzim ederler;

ibadetlerin keyfiyet ve kalitesi ise iman ve tefekkürün sahasına girer.

Ahlak noktasından insanlara karşı cömert olduğumuz ve bunu da İslam’ın güzel bir ahlakı olduğunu bildiğimiz zaman, Allah’ın Kerim, Seha ve Cevvad gibi birçok ismini üzerimizde gösterip ilan etmiş oluyoruz. Cömertlik hüküm bakımından farz bir ahlak iken cimrilik ve hisset haram bir ahlaktır.

Özet olarak, İslam’ın beş şartını yapıp güzel ahlakı üzerimizde gösterip hadiselere tefekkür nazarı ile bakarsak dokuz emri ifa etmiş oluruz. Lakin bu ifanın keyfiyeti kişilerin manevi derecelerine göredir. Dolayısı ile ibadetler ve ahlak vücubi iken, bu

page 4 / 5

(5)

ibadet ve ahlakın tefekkür ve keyfiyet üzere olması emr-i istihbabidir, (müstehab veya sünet olan vazife) denilebilir.

(1) bk. Sözler, On Birinci Söz

Referanslar

Benzer Belgeler

gibi korkuyu yaşamayan daha doğrusu yaşaya- mayan hastalar üzerinde yapılacak çalışmalarla bu hastaların beyinlerinde ve zihinlerinde neler olup bittiğinin

Y ARIM asır önce, soğuk bir şubat günü aramızdan ayrı­ lan Cenap Şahabettin, edebiyatı­ mızda “Gezi notları” türünün ilk örneğini veren kişi olarak

Ayrıca kiraz ve vişne genotiplerinde IBA dozunun artması dallanan kök sayısı ve köklü bitki uzunluğunu artırırken, mahlep genotiplerinde dallanan kök sayısı ve

Bundan sonra Osmanlılar hem İspanya Habsburglarına hem de Fransa’ya karşı Batı Akdeniz’de yayılmak; Arap dünyasına büyük zarar vermiş olan Portekiz’in

Ahmet Emin Yalm an sunda, Trablusta, Çanakkalede, İstiklâl mücadelesinde hizmetle­ ri, saltanatı ve hilâfeti tasfiye­ de, lâikliği kurmakta, nefsimize güvenimizi ve

• Çalışmaya katılan kadın işçilerin meme kanseri taraması için kendi kendine meme muayenesi yapma, mamografi işlemi yaptırma durumuna göre Sağlıklı Yaşam Biçimi

Mustafa Kemal’i düşünüyorum; Yeleleri alevden al bir ata binmiş Aşıyor yüce dağları, engin denizleri. Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda, Işıl ışıl

M eh m et B ayh an , Kızkulesi Dem eği olarak iki önerilerinin olduğunu belirterek, mimari fi-, kir projesi yarışmasının açılma­ sı ve Kızkulesi’nin belirli