• Sonuç bulunamadı

Bu bağlamda, suyun kıtlığı “üretilmiş” bir kıtlıktır

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bu bağlamda, suyun kıtlığı “üretilmiş” bir kıtlıktır"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Gerçekte kıtlık, nesnel bir konu değil; bir ilişki biçimidir. Girdiğiniz ilişki; bir şeyi, bir mal veya hizmete -alınıp satılabilen bir metaya- çevirir. Aslında nadir (kıt) sözcüğü, ekonomik (değeri olan) sözcüğünün eşanlamlısıdır. Kıt olan ekonomik anlamda maldır ve ekonomik anlamda mal olan şey ise, kıttır. Bu bağlamda, suyun kıtlığı “üretilmiş”

bir kıtlıktır. Bu hisselerin daha sonra pahalıya satılması için ucuz fiyattan alınması gibi bir manipülasyon değildir.

Tarihi kökleri olan bir prosedürün manipüle edilmesidir. çünkü su, tarih boyunca esas olarak bedava olmuştur.

Su tüketimi empoze edilen bir şey

Yarınlar: Buraya gelmeden önce kitaplarınıza göz atma fırsatı buldum. Şehir plancılığı, hidropolitik ve genel anlamda su kaynaklarının kullanımı üzerine yazıyorsunuz. Ortadoğu Bölgesi, Amerikan terimleriyle söylersek, “yeniden şekillendiriliyor ve inşa ediliyor”. Bölgemizin yeniden şekillendirilmesi çabalarında, yeni sınırlar için verilen kararlarda, su kaynakları ve nehir yataklarının konumlarının da etkili olduğuna inanıyoruz. Su kaynakları kıt

olduğundan, yapılanların kendi mantığı içinde haklı olduğu ileri sürülüyor, oysa siz kaynaklarımızı akılcı kullanırsak, varolan kaynakların yüzlerce yıl boyunca yeteceğini söylüyorsunuz. Bu durumda su kaynaklarının bölgenin yeniden şekillendirilmesinde etkili olduğu doğru mu, yoksa bu bir bahane mi?

Jean Robert: Öncelikle sözde “su ihtiyacı” diye nitelenen kavramın tanımına bakmamız gerekiyor. Bu bir yaşam tarzının yarattığı bir imgeye dayanmaktadır. Kaynakların israf edilmesi bu yaşam tarzına bağlıdır; her sabah duş alma zorunluluğuyla başlayan bir insan, günde belki de 500 litre su harcamaktadır. Sahra çölü’nde yaşayan insanlara

baktığımızda, doğal yaşam alanlarının sunduğu imkânlardan yararlanarak yaşamayı öğrendiklerini görüyoruz. Sadece içmek için ihtiyaç duydukları suya sahipler ve daha fazlasına sahip olmaları gerektiğini düşünmüyorlar. Oysa modern yaşamın bir parçası olan insana, günde en az 500 litre suya ihtiyaç duyduğu empoze edilmektedir. Sadece bu değil; bir arabaya, bir işe sahip olmalıdır, çocuklarını uzun bir süre okula yollamak zorundadır. Bu insanlara bir paket halinde sunulmaktadır. Bu paketin içinde suya da ihtiyacınız vardır.

İki yıl önce Filistin’inin güneyinde, Bedeviler’in yaşadığı bölgedeydik. Bu bölge İsrail’in iki katından daha büyüktür ve İsrail’e aittir. Bölgenin yeni göçlere uygun hale gelmesini istiyorlar, Ürdün Nehri’ni sömürerek bu bölgede yeşil alanlar, yerleşim bölgeleri oluşturmaya çalışıyorlar. Kaliforniya’nın güneyindeki gibi, San Diego’daki gibi bir arazi yapısı oluşturmaya çalışıyorlar. Orada kumun üzerinde her şeyi yetiştiriyorlar biliyorsunuz. Ama bu doğal iklimin, doğal arazi yapısının ihlalidir. Geleneksel yaşam şeklinin, yaşama sanatının ihlalidir. Bedeviler’i, habitatlarından koparıyor, onları sürüyor ve yapay olarak kurulmuş şehirlerde yaşamaya zorluyorlar. Bir yanda geleneksel yaşam biçimleri var, ki bunlar sorunlar karşısında her zaman yeni olanaklar sunar. Bu yönüyle Bedeviler’e gıpta etmeliyiz;

onlar her zaman çözüm üretebiliyorlar. Ben su kıtlığı çeken toplumlara her zaman gıpta ediyorum, çünkü bu

topluluklar su kullanımı konusunda en gelişmiş kurallara sahip olur. Bir fellah, çölde kaybolmuş, susuzluktan ölmek üzere olan bir şeyh görürse, matarasındaki suyun yarısını vermek için onun topraklarının yarısını isteyemez. Ona suyundan vermek zorundadır. Yani geleneksel olarak su, tarafları eşitleyen bir şeydir.

Su meta olursa, “kıt”laşır!..

Yarınlar: Yanlış anlamadıysam, sorunların çözümü için o bölgenin yerli halkına bakmamız, onların sorunlar karşısındaki tutumlarını izlememiz gerektiğini söylüyorsunuz.

Jean Robert: Evet, yerli halklara, onların geleneksel yöntemlerine, adetlerine ve yaşadıkları bölgenin doğal yapısına saygı göstermeliyiz. Bunların üzerine yapay oluşumlar kurmaya, onları değiştirmeye çabalamamalıyız. Ş_u ifadeyi biliyor musunuz; “Dam the river, damn the people” (Nehre baraj kur ve halkını mahvet, Türkçe’ye belki “nehre set, halkı mahvet” diye çevrilebilir). Pek çok bölge barajlar yüzünden tahrip edilmiştir, yüz binlerce kişi göç etmek zorunda kalmıştır.

Diğer argümana gelirsek, duymaya alışkın olduğumuz şey şu, yüzyıllar boyunca bizim atalarımız naif insanlardı, suyun nadir bir mal olduğunun farkında değillerdi; oysa artık biz suyun kıt bir mal olduğunun farkındayız. Bu yüzden de su kaynaklarının paylaşılmasının, kıt malların tahsisi konusunda en iyi kurum olan piyasa tarafından

gerçekleştirilmesine izin vermek suya bir fiyat koymak zorundayız. 15 yıl önce yazdığım bir kitapta bu konuya değindim, suyun geleneksel olarak kıt olduğu iddiasına karşı yazma zorunluluğu hissettim. Geleneksel olarak su için

(2)

bir ücret ödemeniz gerekmez, suyu getiren boruların inşası veya işler halde tutulması için bir katkı payı verebilirsiniz ama; bu şimdikiyle aynı şey değildir. Günümüzde suyun kendisi satılmaktadır, hatta şişelenmiş su, benzinle veya coca cola ile aynı fiyata satılmaktadır. Oysa bahsettiğimiz şey sadece su. Burada ayrı bir konuya, kıtlık iddiasına geliyoruz. Bilmiyorum bu konuya girmek ister misiniz?

Yarınlar: Tabii isteriz…

Jean Robert: Bir malın kıt olduğunu söylediğinizde, o malın sunumunda veya bulunmasında bir zorluk olduğu, varolan miktarlarının yetersiz olduğu anlamına gelir. Oysa gerçekte kıtlık, nesnel bir konu değildir; bir ilişki biçimidir.

Girdiğiniz ilişki; bir şeyi, bir mal veya hizmete -alınıp satılabilen bir metaya- çevirir. Aslında nadir (kıt) sözcüğü, ekonomik (değeri olan) sözcüğünün eşanlamlısıdır. Kıt olan ekonomik anlamda maldır ve ekonomik anlamda mal olan şey ise, kıttır. Eğer bir şeyin ekonomik anlamda değerli olmasını istiyorsanız, onu kıtlaştırın. Kıtlık konusunda bir sahtecilik olduğunu düşünüyorum. Bu gerçekte varolan değil, üretilmiş bir kıtlıktır. çünkü su, tarih boyunca esas olarak bedava olmuştur. Karl Marks, -gülerek soruyor: bilmiyorum hâlâ onu okuyan var mı?- bu konuya etraflıca değinmişti.

İsrailliler’e yeşil çimler, yüzme havuzları; Filistinliler’e dakikayla su

Yarınlar: Son sorum, gene su konusu üzerine. Kitabınızda, normal şartlar altında İsrail tarımının uluslararası pazarda boy göstermeye uygun olmadığını anlatıyorsunuz. Ürün maliyetlerinin uluslararası rekabette var olmalarını

engelleyecek düzeyde olduğunu, ancak Araplar’ın suyunu ve Araplar’ın olanaklarını gasp ederek fiyat avantajı sağladıklarını, uluslararası pazarda var olabildiklerini söylüyorsunuz. Oysa, İsral’in üstün teknolojiye sahip olduğu, pekiştirilmiş tarım metotlarıyla, gelişmiş sulama ve su arıtma tesisleriyle tarımda başarıya ulaştığı söylenmektedir…

Jean Robert: Filistin’de hiç bulundunuz mu? Arap köylerinin yakınında İsrail yerleşimleri var. Buralarda, yeşil çim bahçeler ve yüzme havuzları görüyorsunuz. Oysa Filistin bölümünde her şey kuru. Adına mülteci kampı denilen yerlere sıkışmış Araplar’ın suyu, günde ancak dakikalarla ifade edilen bir zaman diliminde akıyor. Bazen su iki günde bir geliyor ve genellikle bu da gece vakti oluyor. Eğer kullanacağınız suyu biriktirmek istiyorsanız, saatinizi gece 3:00’a kurmak ve uyanmak zorundasınız. Bu ilk nokta, suyun paylaşımındaki korkunç adaletsizlik. Ürdün Nehri’nin sularının büyük bölümü İsrail yerleşimleri için kullanılıyor.

İkinci nokta ise, oradaki pek çok kişiden duyduğum bir konu. Orada pek çok kişi, bahçelerini ekmeyi bırakmayı düşünüyor. çünkü sebzeleri pazardan almak artık daha ucuz. Bu çok tehlikeli bir durum, Arapları bir düşünün, kendileri içme suyu bulamazken, hemen yanlarında yüzme havuzları var. Sorunuzun İsrail teknolojisiyle ilgili olan diğer boyutuna gelirsek; orada incelemelerde bulundum. Teknoloji ve ekolojide gerçekten oldukça iyi durumdalar.

Güneş panelleri ve su arıtma teknolojileri gerçekten ileri, ama denizden su arıtarak tüm çölün sulanabileceği iddiası bir ütopyadan ibaret. Bu imkânsız, büyük miktarlarda su için, verimli çalışabilecek bir yöntem mevcut değil.

En baştaki sorunuza -suyun savaşlara neden olabileceği- konusuna dönersek, su kaynaklarını elde etmek için yakın gelecekte savaşlar olabilir. Bana sorarsanız bu tarihe ihanetten başka bir şey değildir. çünkü su tarihine çalışırsanız göreceksiniz ki; su geleneksel olarak anlaşmaların temelidir, hukukların, barışın temelidir. Suyun savaş nedeni olacağını söylemek; halkın, sıradan insanların gücü elinde tutanlar tarafından sindirilmesi demektir. Tarih bize gösteriyor ki, geleneksel olarak aynı nehri paylaşan halklar kurallar oluşturmuş, anlaşmaya varmışlardır.

Yarınlar: Teşekkür ederiz.

Kaynak: yarınlar dergisi sayı:1/ ekim 2006

Referanslar

Benzer Belgeler

Çünkü tek yönlü ve asimetrik olan (kurumdan ikna edilmesi gerektiği düşünülenlere) iletişim yerine iki yönlü simetrik halkla ilişkilere geçiş yapılması gereği

 Borçlunun alacaklının ihtarına rağmen ve borcun muaccel olması rağmen yerine getirilmemesi durumunda borçlunun temerrüdü söz konusudur.. Para borçlarında paranın

– Maltoz tipi: Birisinin aldehit veya keton grubu diğerinin alkol gruplarından biri ile birleşir.. • Glukoz + Glukoz

Dolayısıyla, ilke, bu açıdan bakıldığında, en yetkin dünyayı, mümkün dünyaların en yetkini olan dünyayı betimleyen önermelerin doğru olduğunu ifade eder..

Tam mülkiyet, bir kişinin (şahıs) bir nesne üzerinde hem aynî mülkiyete hem de menfaat mülkiyetine sahip olması durumudur.. kurum ve kuruluşları içeren tüzel

(“ لدراللهم ا وماا غلللبا فللضتها علللىا غللشها تناولللها اللسم ”ا paradaki gümüş, ayarı ا düşüren diğer madenlerden daha baskın ا ise bu para “dirhem”

Genellikle, yaratıcılık yeteneği olan kişiler zeka testlerinde normal popülasyondan daha yüksek puanlar almaktadır ve objektif gözlemciler tarafından da yaşıtlarından

Talebin Çapraz Esnekliği bir malın talep edilen miktarının ilişkili bir diğer malın fiyatındaki değişimlerine olan hassasiyetini ölçer... ARZIN