Güncel konularla her Çarşamba
Rusya, Ağustos ortasından bu yana iç savaş içinde darmadağın olmuş Suriye’deki askeri varlığını, Esad yönetimine hayat öpücüğü verecek şekilde hızla artırıyor. Deniz yoluyla askeri mühimmat iletirken, bir yandan da İran ve Irak hava sahalarını
kullanarak savaş uçaklarını Esad yönetimi altındaki Basil Esad Uluslararası Havaalanı ve Rusya’nın kendi toprakları dışındaki tek askeri üssü Tartus Deniz Üssüne yönlendirdi.
Rusya, bu hamlesinin içine bir de, İran, Irak, Suriye, İsrail ve hatta Lübnan Hizbullah’ını da katarak 5+1 denebilecek şekilde “ortak bir istihbarat ağı” kurmuş durumda.
Özetle;
1) Rusya neredeyse tek bir manevra ve asgari askeri varlık ile Orta Doğu’da dengeleri kendi lehine çevirdiği gibi, Ukrayna politikası nedeniyle batılı ülkelerin uygulamakta olduğu ekonomik ambargoları da delecek bir kaldıraç gücü yakalamış oldu.
2) Suriye’de uzun süredir neyi hedeflediği belli olmayan bir politika izleyen ABD açısından, karmakarışık ülke içinde Rusya ile beraber
“çalışmak” bir zorunluluk haline geldi.
3) Türkiye açısından da o çok arzulanan Halep’in kuzeyinden sınıra uzanan “güvenli bölge” Rus
uçaklarının sınıra 150km öteye konuşlanmasıyla bir kalemde gerçekleşmesi imkânsız bir rüya haline gelmiş durumda.
Rusya’nın büyük Suriye hamlesi ve Türkiye için anlamı…
Rusya’nın Kırım’ı ilhak edişinden beri yan yana
gelmemeye özen gösteren ABD Başkanı Obama ve Rusya
Devlet Başkanı Putin, Pazartesi günü Birleşmiş Milletler (BM)
30 Eylül 2015
konferansında yaptıkları konuşmaların ardından, planlanan süreyi oldukça aşarak, tam 90 dakikalık uzun bir toplantı yaptılar. Peki, ne oldu da, Rusya’nın Ukrayna politikası nedeniyle ekonomik dışlanmasına önayak olan Obama, yüzünde gergin bir ifade ile Rusya’nın karizmatik
Haftanın Ortası
Kaynak: ISW,Egeli & Co.
Grafik 1: Rusya’nın Suriye’deki Askeri Varlığı- 27 Eylül 2015 itibarıyla
2
lideri Putin’le ilerleyen
saatlerde kadeh tokuşturmak zorunda kaldı?
Sorunun cevabı Rusya’nın kritik Suriye hamlesinde gizli.
Suriye ile güçlü ittifak bağları 1900’lü yıllara dayanan
Rusya, Ağustos ortasından bu yana iç savaş içinde darmadağın olmuş ülkedeki askeri varlığını, Esad
yönetiminin savaş
kapasitesine hayat öpücüğü verecek şekilde hızla
artırıyor. İstanbul boğaz trafiğinden rahatlıkla izlendiği üzere deniz yoluyla askeri mühimmat iletirken, bir yandan da İran ve Irak hava sahalarını kullanarak savaş
uçaklarını Esad yönetimi altındaki kıyı şeridi Lazkiye’ye çok yakın Basil Esad
Uluslararası Havaalanı ve Rusya’nın kendi toprakları dışındaki tek askeri üssü Tartus Deniz Üssüne yönlendirmiş durumda.
Rusya, bu hamlesinin içine bir de, İran, Irak, Suriye, İsrail ve hatta Lübnan Hizbullah’ını da katarak 5+1 denebilecek şekilde “ortak bir istihbarat ağı” kurmuş durumda.
Özetle;
1) Rusya neredeyse tek bir manevra ve asgari askeri varlık ile Orta Doğu’da dengeleri kendi lehine çevirdiği gibi,
Ukrayna politikası nedeniyle batılı ülkelerin uygulamakta olduğu ekonomik ambargoları da delecek bir kaldıraç gücü yakalamış oldu.
2) Suriye’de uzun süredir neyi hedeflediği belli olmayan bir politika izleyen ABD açısından, karmakarışık ülke içinde Rusya ile beraber “çalışmak” bir zorunluluk haline geldi.
3) Türkiye açısından da o çok arzulanan Halep’in kuzeyinden sınıra uzanan “güvenli bölge”
Rus uçaklarının sınıra 150km öteye konuşlanmasıyla bir kalemde gerçekleşmesi imkânsız bir rüya haline gelmiş durumda.
Grafik 2: Rusya’nın Basil Esad Uluslararası Havaalanındaki Askeri Varlığı-23 Eylül 2015
Kaynak: Stratfor,Egeli & Co.
3
Dört yıllık iç savaşta Rusya neden “şimdi’?
Rusya aslında hiçbir zaman Suriye’ye, Esad rejimine desteğini aksatmış değil. Her şeyden önce, henüz ve hala Beşşar Esad, Suriye devletinin resmi lideri ve Rusya’nın da geçmişi 30-40 yıla dayanan askeri anlaşmaları var oğul ve baba Esadlarla yapılmış. Bu anlaşmalara göre de,
Rusya’nın ne Suriye’deki askeri varlığı ne de Esad rejimine askeri malzeme satışları uluslararası
anlaşmalara göre tartışmalı değil. Üstelik bölgedeki Rus radarlarının uzun süredir Türkiye sınırlarından beslenen muhalif güçlerin hareketliliğini izliyor oluşu, Rusya’nın uydu görüntüleri yoluyla
uluslararası güçlerin nerede konuşlandığını Şam’a
aktarmakta olduğu da bilinen gerçekler arasında.
Ancak, Rusya’nın öncelikler listesinde özellikle son iki yıldır en üst sırada Ukrayna vardı. Bu iki yıldır ekonomik yaptırımlarla ve düşen petrol fiyatlarıyla boğuşan Rus
ekonomisi, gelinen noktada bir anlamda Kırım iltihakını Batılı devletlere kabul ettirmiş durumda. Ne ABD’de ne de AB’de, Rusya’nın artık Kırım’dan geri adım atması beklenmemekte. Diğer yandan, ABD’nin “Suriye’nin Dostları” ismini vererek uluslararası koalisyon ile Suriye Kürtleri ve “rejim muhalifleri” üzerinden hava harekâtı destekli IŞİD’e karşı yürütmekte olduğu
operasyon, ilerleyemez hale gelmiş durumda. Son darbe yakın zamanda ABD’nin eğittiği ikinci “ılımlılar”
grubunun da El Kaideci Nusra’nın eline düşmesiyle geldi. Kürtlerin ABD hava bombardımanı sayesinde geri aldığı bölgelerden uzaklaşan IŞİD, Suriye’nin başka bölgelerinde ve hatta Irak içinde ilerleyişine devam etmekte. Suudi, Katar ve Türkiye desteği ile
yönetilmekte olan ılımlı “rejim karşıtı güçler” ise IŞİD’den çok Esad’ı devirmeye odaklanarak fazla yol kat edebilmiş durumda değiller.
Ortaya çıkan bu boşlukta da Rusya, Suriye’deki resmi rejimin desteğini almadan iç savaşı, IŞİD’i bitiremezsiniz tezini işleyecek zemini kolaylıkla elde etmiş
durumda. Üstelik, Rusya’nın bu tezine Almanya, İngiltere ve Fransa gibi Batılı
ülkelerden de destek gelmeye başlamış durumda. Keza bu ülkeler dört yıllık iç savaş ve AB topraklarına son
dönemlerde artarak yönelen mülteciler sonrasında Esad’ın alternatifi olarak El Kaide destekli “rejim muhalifleri”
veya IŞİD’in Suriye’de istikrar sağlayacağına inanmıyorlar.
Suriye’de dört yılda bir yere varamadan devam eden yıkıcı iç savaş sonrasında ortam bu kadar müsait olunca da
Rusya, tüm bu hamlelerini, Esad muhaliflerinin finansörü ve İran’la imzaladığı nükleer anlaşma nedeniyle ABD’ye öfkeli olan Suudi Arabistan’ı da bilgilendirerek, pasif desteğini alarak
gerçekleştirmeyi başardı.
Hatta son Moskova ziyareti sonrasında, 7 Haziran’dan bu
4
yana iç politikaya yoğunlaşmış Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da reel politik gereği Esad’lı bir geçiş döneminden bahsetmeye başladığı gözlerden kaçmadı elbette. Zaten, resmin bir yüzünde de, Rusya’nın bu hamleleri, Türkiye’nin “tampon bölge” karşılığında İncirlik Hava Üssü’nü ABD’ye açmış olması var.
BM’de hafta başında yaptığı konuşmada ifade ettiği üzere, Rusya Esad’sız bir Suriye istemiyor. 1971’den bu yana Esadların temsilinde Suriye- Rusya arasında imzalanan anlaşmalar, Rusya’nın Orta Doğu’da yegâne varlığını garantilemiş durumda ve Rusya da doğal olarak küresel güç kalma planı çerçevesinde Orta Doğu’daki varlığından vazgeçmek istemiyor.
“Terörle mücadele için Suriye’de olduğu” tezini işlemesinin yolu ise, bunca zamandır Batılı devletlerin Suriye’de kaosu engelleyecek adım atamamış olması, IŞİD’le eşitlediği “terör” bitmeden siyasi bir çözümün masaya
gelmesinin bile mümkün
olmadığı ve Suriye’de savaşan cihatçı gruplar içinde Rus vatandaşlarının da olmasıyla
“terörün” her an Rusya topraklarına sıçrayabilecek olması. Batılı devletlerin ise bu önermelere itiraz edecek mantıklı söylemleri yok.
ABD açısından geriye iki seçenek kalmakta: ya Ukrayna’da yapmadığını Suriye’de yapacak ve Rus varlığıyla çatışmayı göze alacak; ya da III. Dünya Savaşı’nın çıkmasına vesile olmamak için Suriye’de Rusya ile “teröre” karşı ortak bir çalışma içine girerek belki de Esad ile işbirliğine zorlanacak.
Obama’nın, Pazartesi gecesi BM’nin düzenlediği liderler yemeğinde Putin’in yakınında otururken takındığı asık yüz ifadesine hiç şaşırmamak gerek.
İsrail de Rusya hamlesiyle sıkıntıda…
Orta Doğu’da ABD’nin en önemli müttefiki olan İsrail açısından Rusya’nın son manevrası ile ortaya çıkan
durum oldukça tatsız. ABD’nin bir buçuk yıl aradan sonra Rusya ile askeri diyaloğa geri dönmesi, 2013’ten bu yana Esad karşıtı Nusra’yı
desteklemek adında Suriye askeri tesislerine Golan
Tepelerinden serbestçe bomba atmış olan İsrail açısından da oldukça sıkıntı verici.
BM toplantısından bir hafta önce Moskova’ya giden
Başbakan Netenyahu Rusya ile
“ortak mekanizma” kurarak IŞİD’e karşı her iki devletin de Suriye’de yürütmekte olduğu
“terör” savaşında, istihbarat paylaşımında bulunma kararı aldığını açıklamıştı. Daha doğrusu İsrail, Rus askeri varlığı ile burun buruna gelmemek için, Suriye içine yapacağı harekâtlar hakkında Rusya’ya bilgi vermek zorunda kalmayı kabul etmişti.
Diğer bir ifadeyle, Rusya tek bir hamlede İsrail’in Suriye içindeki hareket alanını büyük ölçüde daraltmış oldu.
Rusya’nın yarattığı bu “ortak mekanizma” içinde böylece bir imkânsız daha aşılarak İsrail,
5
İran ile birlikte yer almış da oldu.
İran boyutu…
Suriye’deki son gelişmeleri değerlendirmek için bir de İran hakkında konuşmak gerek. Suriye gibi İran da 2011’den bu yana istikrarlı bir şekilde Esad’a değil Suriye halkına önem verdiklerini ancak; Esad’ın gidip
gitmeyeceğine özgür seçimler yapılarak Suriye halkının karar vermesi gerektiğini, bu özgür seçim ortamının
yakalanması için gerekli
“geçiş” döneminde de
Suriye’nin Libyalaşmasını önlemek adına Esad’ın görevine devam etmesi gerektiği tezini savunuyor.
Hem Orta Doğu’da hem de uluslararası birçok konuda Rusya’nın müttefiki olan İran İslam Cumhuriyeti için
Suriye, kurulduğu 1979’dan bu yana Orta Doğu’daki tek müttefik. Suriye uzun bir zamandır sırtını İran ve Rusya’nın desteğine dayamış olarak varlığını sürdürmekte.
Ancak, 2011-2012’de Suriye’de iç savaş
sertleştiğinden bu yana Esad,
artan oranda İran’ın gölgesi altında bu savaşı sürdürmekte.
Özellikle İran, kendi desteklediği Lübnan Hizbullah’ını da Esad’ın ordusuna kattığından beri.
Ağustos 2013’te Esad Rusya’nın onayını almadan kendi halkına karşı kimyasal silah
kullandığında bu ayrışma iyice netleşmiş oldu. Ve 2015’e gelindiğinde Rusya Ukrayna krizinden başını biraz
kaldırabildiğinde, Orta Doğu’daki en önemli
müttefikinin yine diğer müttefiki İran’a giderek artan oranda bağımlı hale gelmesine izin vermeme kararı aldı da denebilir.
Esad, İran’ın şimdiye kadar olan desteği yanında şimdi açıkça Rusya’nın güdümüne girmekten çekinmiyor. Keza Rusya’nın hem uluslararası gücü daha fazla, hem askeri varlığı daha caydırıcı, hem de uzun süredir müttefik olmasına rağmen İran gibi Suriye’nin iç işlerine
müdahil olma tehdidi içermiyor.
Üstelik Esad’ın Rusya tercihi Tahran-Moskova arasında gerginlik yaratmadığı gibi,
Grafik 3: Rusya’nın Suriye’ye Silah ve Askeri Uçak Sevkiyat Yolu
Kaynak: CBS, Egeli & Co.
6
Suriye’yi de İran’dan uzaklaştırmıyor.
Suriye’de Rusya’nın artan varlığının Türkiye için anlamı
Rusya her ne kadar Suriye’ye IŞİD ile mücadele etmek için geldiğini söylese de, artan askeri angajmanın amacını Ukrayna nedeniyle uygulanan ambargoyu delmek, Akdeniz’de güçlenmek ve Orta Doğu’da ABD’nin önünü kesmek olarak
okumak mümkün. Ve tabi tüm bunları yapabilmesinin yolu da kendisine bağımlı olan Esad rejimini Suriye’de devam edebilir kılmak. Bu büyük perspektif içinde Rusya’nın Suriye içindeki askeri hareketlerini yalnız Lazkiye civarındaki kıyı şeridi ile sınırlandırması beklenemez.
ABD’li yetkililerin bildirdiğine göre Rusya iki ayrı hava üssü inşa ediyor ve amacı da
gerektiğinde kara harekâtında bu üsleri kullanmak.
Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin zaman zaman bahsi geçtiği üzere Suriye’de sınırlı da olsa bir kara harekâtının artık tamamen masadan kalktığını gösterdiği gibi, Batılı ülkelerin maliyetli ve güvenliğin
sağlanması açısından muğlak bulduğu “tampon bölge”
konusunun da kapandığı anlamına geliyor.
Türkiye bilindiği üzere uzun süredir, önce Cerablus/Azez arasında “uçuşa yasaklı tampon bölge”, daha sonra
“uçuşa yasaklı güvenli bölge”
ve son olarak da aynı toprak dilimine işaret ederek arasında bir “uçuşa yasaklı mülteci kenti” kurulması talebini yineliyor. Ancak, Rusya’nın Suriye içinde Esad’a ait bölgede artan askeri varlığı, Türkiye’nin değişik isimlerle tekrarlanan isteğinin pratikte imkânsız hale geldiğini
anlatıyor. Keza, Esad’a bağlı, Rusya tarafından güçlendirilmiş bir Suriye ordusu, kaybettiği şehirleri geri almaya
Grafik 4: Rusya-ABD-İran Kesişen Hedef Kümeleri
Kaynak: WSJ, Egeli & Co.
7
yöneldiğinde, söz konusu bölgeyi korumak tam anlamıyla bir kara savaşını gerektirir boyutta. ABD ve İsrail’in çekindiği şekliyle Türkiye’nin Rus askerleri ile karşı karşıya gelme olasılığı;
haliyle, risk edilemeyecek bir savaş hali.
Aynı şekilde Türkiye’nin
“Esad’sız Suriye” tezi de
şimdilik ertelenmiş görünüyor.
Keza, son dört yılda Esad’ın zayıflayan askeri gücü
Rusya’nın taze kan vermesiyle canlanmış durumda.
Suriye’de ve hatta Orta Doğu’da IŞİD canavarının ortaya çıkmasında 2011 ortasında Esad’ın El Kaide’nin en vahşi elemanlarına
hapishane kapılarını açmasının olduğu hatırlanırsa, Esad’in aslında varlığını kendisine karşı savaşan IŞİD’den aldığı da görülebilir bir gerçek.
Rusya’nın bu son hamlesi, Suriye’de kartların yeniden dağıtıldığı anlamına geliyor.
Bir kere Rusya’nın Suriye’de kritik adımı, ABD’nin artık
Suriye’de elini taşın altına daha fazla koymasına neden olacak. Obama’nın da Esad’a karşı net tavrı oluşu ABD’nin Suriye’de ağırlığı arttıkça Türkiye açısından sevindirici olabilir. Ancak, Türkiye’nin öncelikli hedefi olan Esad’ın aksine, ABD’nin birincil hedefinde IŞİD var. ABD, IŞİD hedeflerine yaptığı bombardıman ile Suriyeli Kürtlerin kara gücü yoluyla IŞİD mevzilerinde ilerlemesini sağlamaya çalışıyor.
Rusya’nın havalanan her uçak hakkında detaylı bilgi
istemesi, ABD’nin bu desteğini aksatacak şekle bürünürse, sonuç olarak ABD ve Suriyeli Kürtleri temsilen YPG
arasındaki yakınlaşma iyice derinleşebilir. Bu da Türkiye açısından hem kısa hem uzun vadede sorun olarak
algılanacaktır keza Türkiye, ABD’nin YPG’yi destekleyen açıklamaları karşısında;
YPG’nin terör örgütü PKK’nın uzantısı olduğu tezine bağlı kalmaya devam ediyor. Hatta 24 Temmuz’dan bu yana PKK’ya karşı giriştiği sınır
ötesi saldırılılar, ABD tarafında müttefik Kürtlerin dikkatini Suriye’den başka bölgelere dağıttığı açısından hoş karşılanmamakta.
Rusya’nın sahaya inmesi ile ABD’nin Suriyeli Kürtlerle
işbirliğinin derinleşmesi Türkiye açısından güç kaybettirici bir gelişme olur. Kürtlerden öteye, Türkiye’nin desteklemekte olduğu ”ılımlı rejim muhalifleri”
yerine, hedef tahtasında öncelikle IŞİD bulunan ABD,
8
Rusya ile işbirliğini tercih ederse- ki BM toplantısı sonrası resim bu yöne evirilmiş durumda- zaten gergin olan Obama-Erdoğan ilişkisi uzunca bir süreliğine yeni bir soğuma dönemine girebilir.
Rusya’nın Kırım ve Ukrayna örneklerinde dünyaya
gösterdiği, askeri hareketlerinin blöf olmadığı. Dolayısıyla, Rusya’nın yeniden
biçimlendirdiği Orta Doğu örgüsü içinde askeri
varlığının Suriye’de
artmasının anlamı, Esad’a bir kalkan oluştururken, şimdiye kadar Suriye içinde serbestçe at koşturmuş çevre ülkelerin Suriye toprakları üzerindeki hırslarını dizginlemek zorunda kalacakları; iç savaşın daha bir süre devam edeceği, askeri çözümünün dengeli güç dağılımı nedeniyle
zorlaşacağı ve bir süre sonra Esad’ın baş aktör olduğu tarafların siyasi çözüm için masaya oturtulacağı.
Siyasi çözüm- askeri savaş ile el ele gelişmek
durumunda
Geçtiğimiz hafta sonu
Moskova ziyaretinden dönen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de Esad’a %15
civarında bir toprakla “butik devlet” kurdurulabileceğinden bahsetmişti. Bunun bir geçiş dönemi olabileceğini de
eklemişti. Türkiye’nin son 13 yılda değişen Orta Doğu politikasının “Stratejik Derinlik” perspektifiyle
mimarlarından olan Başbakan Davutoğlu ise, önce Esad’a geçiş döneminde bile razı olmayacaklarını belitti ancak, Erdoğan ile aynı çizgide kalmayı tercih ederek BM toplantılarında Esad’lı çözüm olmaması için çaba
göstereceklerini ifade etti.
Ancak Suriye’de işler pek Türkiye’nin yönlendirmesiyle şekillenecek gibi durmuyor.
Rusya’nın Suriye
topraklarındaki hamlesi yabancı basında Rusya’nın Afganistan müdahalesi sonrasında Taliban’ın ortaya çıkışıyla yaşadığı yenilgiyi
gündeme taşıdı. Gazeteci Fehim Taştekin’in altını çizdiği Rusya’nın bugünkü Suriye hamlesinin Afganistan’ı değil, 1970’de yine Rusya’nın Mısır’da stratejik noktaları koruma altına alarak nasıl Nasır yönetiminin İsrail saldırıları karşısında ayakta tuttuğu.
Bu bağlamda, Rusya Suriye’de benzer bir stratejik koruma gerçekleştirirken, bir yandan da Esad’lı siyasi çözüm
arayışlarının alt yapısını oturtmaya çalışıyor.
Siyasi çözümün uzunca bir zaman alacağı düşünüldüğünde, Rusya’nın askeri anlamda planı biraz gün ışığına çıkmaya başlamış durumda. Rusya bir yandan Suriye’nin Akdeniz kıyı şeridinde “muhalif güçlerin”
ilerlemesi karşısında güvenliği sağlarken, bir yandan da
Türkiye-Hatay tarafında Suriye Ordusu’nun Nusra gibi “rejim karşıtlarına” yapacağı
operasyonlara hava desteği sağlayacak. Suriye’nin diğer önemli müttefiki İran ve Lübnan’lı Hizbullah ise, hem Nusra hem IŞİD’e karşı
9
Şam’dan Golan’a uzanan bölgede askeri uzmanları ve silah desteğiyle aktif olacak.
Bir anlamda, “Suriye’nin Dostlarının” IŞİD’e karşı olan savaşı Rusya’nın sayesinde daha gerçekçi bir hale gelecek.
Siyasi çözüm tarafında ise, taraflar şimdiden belli.
Obama’nın isteksizce de olsa Rusya ile IŞİD’e karşı işbirliği yapabilecekleri açıklaması akabinde, Ekim ayı içinde Rusya, ABD, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır Cenevre’de bir araya gelerek dört adet temas ve çalışma grubu oluşturulacak. Bu toplantılara Suriye’nin BM özel temsilcisi Mistura da katılacak.
Zaman içinde Avrupalı devletlerin de temsilcileri toplantılara eklenecektir.
Suriye için oluşturulacak bu masaya İran’ın dâhil edilmesi, nükleer anlaşma sonrasında İran’ın dünya politika sahnesi içinde Rusya’nın desteği ile genişlemesi anlamına geliyor.
Bir diğer önemli gelişme de, Mısır’da Müslüman Kardeşler
lideri Mursi’nin
devrilmesinden sonra yerine gelen Suudi-ABD destekli Sisi hükümetinin temsilcileri ile Sisi’yi reddeden Türkiye hükümeti temsilcilerinin ilk defa bir araya gelecek oluşu.
Siyasi çözüm - ama nasıl?
Suriye 2011’de başlayan iç savaş öncesindeki Suriye değil artık. 23 milyon nüfusunun neredeyse yarısı yer değiştirmiş, 4 milyonu mülteci olarak Suriye dışına kaçmak zorunda kalmış ve 250 bin kişi işe hayatını kaybetmiş durumda. Üstelik bu ölümlerin %90’ından kendi halkına karşı da savaş suçu işleyecek yöntemlerle saldırıda bulunmuş Esad rejimi sorumlu tutuluyor.
Son dört yılın sonunda henüz iç savaşın sonlanması adına bir umut ışığı yokken, ülke bölgesel ve mezhepsel olarak dörde bölünmenin eşiğine gelmiş durumda. Sınırların mezhepsel çizgilerle yeniden belirlenmeye çalışılması ise, iç savaşı körüklemekten öteye fazla bir anlam ifade edecek gibi de değil. Türkiye ve
BM’nin desteğiyle henüz bir hafta kadar önce imzalanan Zabadani anlaşmasına göre kısıtlı bir bölgede de olsa Şiiler ve Sünnilerin büyük oranlarda yer değiştirmesi, gerçekte pek kolay bir hareket gibi durmuyor.
Üstelik Rusya şimdi dengeleri tamamen değiştirmiş durumda.
Mevcut haliyle Suriye için dört ana mezhep ve bölgeden bahsetmek mümkün. Şam- Akdeniz kıyısı civarında Esad liderliğinde Aleviler; kuzey doğuda kendi işlerinin kontrolünü eline almış gibi görünen Kürtler; daha doğuda daha çok IŞİD diktası altında bulunan Sünniler ve güneyde az bir sayıda olan Dürziler.
Uluslararası platformda tartışılmakta olan esas konu Suriye’nin resmi lideri Esad’ın geleceğinin ne olacağı; rejimi Esad sonrasında kimin, nasıl yöneteceği; bu ara dönem içinde Esad’ın geçiş döneminde iktidarına devam etmesine hangi koşullarda izin verileceği.
Ancak, bu çok kanlı savaş sonrasında Suriye halkını
oluşturan mezheplerin bir araya
10
gelerek, bunca biriken nefretten sonra ortak bir yönetim kurabilmeleri neredeyse imkânsız görünüyor.
Dolayısıyla, Suriye’de Esad sonrası için ağızlarda dolanan
“merkezi” bir hükümet yerine bölünmenin de önüne geçecek
“gevşek bir federal” yapının gerçekçi ve kalıcı olabileceği öne çıkıyor.
1517'de Osmanlı egemenliğine giren; 403 sene boyunca
Osmanlı İmparatorluğu
tarafından yönetilen Suriye, I.
Dünya Savaşı'nda Osmanlı yönetiminden çıkıp, 1920'den 1946'ya kadar Fransa
yönetiminde kalmıştı. Daha sonra Suriye Arap
Cumhuriyeti’nin oluşacağı toprakların Fransa’nın kontrolü sonrasında benzer bir
mezhepsel bölünme ile uydu devletçiklere bölünmesi planlanmış olsa da sonuçta ulus devlet olarak yoluna devam etmeyi seçmiş bir Suriye ile karşılaşıyoruz.
1971’den beri ülkeyi idare eden Esad ailesinin
yönetimindeki Baas Partisi en
son savaşını 1981’de İsrail’e Golan Tepelerini kaybederek yaptı. Mart 2011’den beri ise Baas Partisi’nin artık iktidarı bırakmasını isteyen
göstericilere Esad rejiminin sert saldırıları sonrasında ülke mezhepsel eksenli bir iç
savaşa sürüklenmiş durumda.
Suriye’nin 1960’ların sonunda bağımsızlığını kazanarak ulus devlet oluşu sürecinde otoriter liderlerin mezhepsel
gerginlikleri kontrol altına almayı başardığı görülüyor.
Aynı durumu, Irak kurulurken de izlemek mümkün. 2003’de Saddam Hüseyin’in ABD
tarafından devrilmesiyle Şii- Sünni ve Kürt bölgeleri olarak ortaya çıkan mezhepsel
ayrışmanın Esad sonrası Suriye’de çokça benzerlikler eşliğinde yaşanmakta
olduğunu söylemek mümkün.
Aleviler, Hıristiyan ve Dürzi azınlıklar çoktan Sünnilerin ağırlıklı olduğu bölgeleri terk etmiş durumda; Sünni Araplar ise kuzeyde Kürtlerin
demografik yapıyı Kürtler lehine çoktan değiştirmiş olduğunu söylüyor.
Dolayısıyla, bugün Suriye adına gelinen noktada, siyasi çözüm için masaya oturanların de facto bölünme karşısında değişik bölgelerde sağlanması
hedeflenen istikrar için değişik gruplarla ayrı ayrı görüşmesi gereği karşımıza çıkıyor.
Ancak, demografiye göre sınırları belirlemek gerçek hayatta öyle kolay bir iş değil.
Üstelik Sünnilerin ağırlıkta olduğu geniş bölgede IŞİD ve diğer radikal unsurlar halen liderlik için çatışma halinde.
Bu çerçeveden bakınca, herkes ulus devlet olarak Suriye’nin sınırları korunmalı dese de, bölünme kaçınılmaz olarak algılanıyor. Keskin sınırlarla çatışmaların körüklenmesi yerine gevşek sınırlar eşliğinde federatif bir yapının anlaşma masasına konacağı tezi hâkim.
20 yıl kadar önce Bosna’daki ayrışma Suriye için örnek gösteriliyor.
Bu şekilde bir bölünmeyi veri olarak alırsak da kıyıda
Alevilerin Şam merkezli bir yapıda toplanacağı söyleniyor ve hatta gözlemleniyor.
11
Rusya’nın da kendi üslerini garantiye alacak şekilde bu yapının koruyucusu olması zaten en popüler beklenti son zamanlarda. Aynı şekilde Şam içindeki kozmopolit yapının da şehirlilik esasına dayanarak zarar görmeyeceği iddia edilmekte. IŞİD’in yakın bir zamanda Şam’a saldırıda bulunacağı ve Rusya’nın da bu nedenle askeri konumunu güçlendirdiği içi boş bir düşünce. Şam ve civarının
şimdiden Suriye Alevilerinin kontrolünde kalacağı belli
olmuş durumda. Kuzey doğuda Kürtlerin “kanton” yaklaşımı, Suriye’nin Sünni bölgesine de örnek oluşturabilir diye
adlandırılmakta. IŞİD ve diğer radikal unsurların temizlenme çabası, temizlenebilmesi isteği ise bugünden bakıldığında tam bir bölünme yerine, federatif bir yapının temellerinin atılmakta olduğunu anlatıyor.
Türkiye’nin hemen güney sınırındaki Irak’ta 2003’ten bu yana yaşanan değişim ve
Suriye’de 2011’de patlak veren iç savaşın yavaş ve zorlu da olsa yol almakta olduğu şekil Türkiye’yi yönetenler adına risklerin artık başka şekilde değerlendirilerek; yeni, kapsamlı ve bütünleştirici iç politikaların bir an önce gündeme alınması gereğini doğuruyor.
Bu doküman Egeli & Co. Portföy Yönetim A.S. (“Egeli & Co.“ Mersis No: 0-3254-1422-0400018) tarafından hazırlanmıştır. Egeli & Co. SPK düzenlemelerine tabi ve SPK tarafından düzenlenen yetki belgesine sahip, kendine değer yaratmaya adamış bağımsız bir portföy yönetim şirketidir. (Yetki belgeleri: 10.07.2015 PYŞ /PY.34 –YD.14/638). Portföy yönetimi ve yatırım danışmanlığı hizmeti veren Egeli & Co. 2002 yılından bu yana, dürüst ve seçkin yaklaşımı ile yerli ve yabancı kurumsal yatırımcılara, aile şirketlerine ve özel bireysel portföylere hizmet etmektedir. Başarısı, yatırımcıları için yurtiçi ve yurtdışında geliştirdiği finansal ürünler ile değer yaratma becerisinden gelmektedir. Egeli &
Co.’yu diğerlerinden ayıran fark alternatif varlık sınıflarına ve yatırım temalarına odaklanmasıdır. Egeli & Co. Türk sermaye piyasalarındaki alternatif yatırım temaları alanında bulunan geniş bilgi, tecrübe ve geçmiş performansı ile yatırımcıları için uzun vadeli yatırımlarla önemli getiriler yaratmaktadır.
YASAL UYARI: İşbu araştırma raporu, ticari iletişim ve ticari elektronik ileti olmayıp sadece ekonomik konjonktür ile ilgili bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır. Bu rapor ve yorumlardaki yazılar, bilgiler ve grafikler, ulaşılabilen kaynaklardan iyi niyetle ve doğruluğu, geçerliliği, etkinliği velhasıl her ne şekil, suret ve nam altında olursa olsun herhangi bir karara dayanak oluşturması hususunda herhangi bir teminat, garanti oluşturmadan, yalnızca bilgi edinilmesi amacıyla derlenmiştir. Bu belgedeki bilgilerin doğruluğu, güvenirliliği ve güncelliği hakkında gerekli özeni göstermekle birlikte bu bilgilerin güvenirliliği, doğruluğu, güncelliği ve eksiksizliği hakkında hiçbir garanti vermemektedir. (Varsa) Yürürlükteki herhangi bir yasa veya düzenleme ile sorumluluğun sınırlandırması ölçüde tasarruf olarak, Egeli & Co., yöneticileri, çalışanları, temsilcileri ve ajansları bu belgenin içeriği, hatası veya eksiklerinden ya da bu bilgilere dayanılarak yapılan işlemlerden doğacak her türlü maddi/manevi zararlardan (ihmal olup olmadığı ya da başka bir şekilde olursa da) ve her ne şekilde olursa olsun üçüncü kişilerin
uğrayabileceği her türlü zararlardan dolayı sorumlu tutulamaz. Herhangi bir şirket, sektör, hisse veya yatırım için detaylı ve tam bir analiz değildir. Egeli & Co. her an, hiçbir şekil ve surette ön ihbara ve/veya ihtara gerek kalmaksızın söz konusu bilgileri, tavsiyeleri değiştirebilir ve/
veya ortadan kaldırabilir. Bu rapor hangi amaçla olursa olsun çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve yayınlanamaz.
İletişim: Güldem Atabay Şanlı Direktör, Araştırma ve Strateji
+90 533 347 82 06
guldem.atabaysanli@egelico.com