• Sonuç bulunamadı

SAFFET KÖSE 1964 Balıkesir doğumlu, Balıkesir İHL (1982) ve Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (1986) mezunu. Aynı üniversitede yüksek lisans

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "SAFFET KÖSE 1964 Balıkesir doğumlu, Balıkesir İHL (1982) ve Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (1986) mezunu. Aynı üniversitede yüksek lisans"

Copied!
176
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAFFET KÖSE

1964 Balıkesir doğumlu, Balıkesir İHL (1982) ve Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (1986) mezunu. Aynı üniversitede yüksek lisans (1988) ve doktorasını (1994) tamamlamış olup, 1986-1992 yılları arasında Türkiye Diyanet Vakfına bağlı İslâm Araştırmaları Merkezinde (İSAM) çalıştı. 1992 yılından itibaren Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak vazifeye başladı. 1994’te Mısır’da bulundu. 18 Mart 1996 tarihinde yardımcı doçent, 1997 yılında doçent, 2003’te de profesör oldu. 1999-2002 öğretim yıllarında Bakü Devlet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde üç yıl süreli olarak dekan yardımcısı ve öğretim üyesi olarak görev yaptı. Âzerbaycan’da bulunduğu sırada Bakü Devlet Üniversitesi ve Kafkas Üniversitesi Hukuk Fakülteleri ile Xazar Üniversitesi Beşerî ve Sosyal Bilimler Fakültesinde lisans ve lisansüstü seviyelerde İslâm Hukuku ve Türk Hukuk Tarihi dersleri verdi. Âzerbaycan’ın bilimsel ve kültürel gelişimine katkıları sebebiyle Azerbaycan Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim şurasınca Faxr-ı Ferman’la ödüllendirildi.

Selçuk Üniversitesi senatosunda fakülte temsilcisi olarak bulundu (2003-2006). Köse, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi’nin editörlüğünü yapmaktadır. İngilizce ve Arapça bilmektedir. Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi iken 01 Nisan 2013 tarihinde İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesine dekan olarak atanmış olup halen bu üniversitede rektör yardımcısı ve adı geçen fakültenin dekanlığı görevlerini sürdürmektedir. Köse’nin çok sayıda yayımlanmış makale, telif-tercüme eser, ansiklopedi maddesi vardır. Kitap çalışmalarından bazıları şunlardır:

1. İslâm Hukukunda Bulunmuş Mal ve Çocuk, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988 (YL tezi) 2. İslâm Hukukunda Kanuna Karşı Hile (Hile-i Şer’iyye), İstanbul 1996, Birleşik Yayıncılık (doktora tezi).

3. İslâm Hukukunda Hakkın Kötüye Kullanılması, İstanbul 1997, MÜİF Vakfı Yayınları.

4. İslâm Hukuku Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti, Bakü 2002 (Adiloğlu Yayıncılık); İstanbul 2003 (İz Yayıncılık).

5. Âzâdi-i Dîn ü Endîşe ez Dîdegâh Fıkh-i İslâmî (trc.

Nasıruddin Mazhari), Pakistan 1389 (bir önceki eserin Farsça’ya tercümesi).

6. Saîd b. Ali es-Semerkandî’nin Cennetü’l-ahkâm cünnetü’l- hisâm fi’l-hiyel ve’l-mehâric adlı eserinin tahkîkli neşri (edition critiqué) Beyrut 2006 (Dâru Sâdır).

7. Menshenrechte aus islamischer perspektive (trc. Melahat Kişi-Hakkı Arslan), Frankfurt 2013.

8. İslâm Hukukuna Giriş, İstanbul 2013 (5. bs.).

9. Kur’ân ve Sünnete Göre Mut‘a Nikâhı, Marife, VIII/3, Konya 2008, 75-120; İstanbul 2014.

10. Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin

(2)

İş Ahlâkı Kitaplığı: 5

© İGİAD § Türkiye İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği

İslâm İş ve Ticaret Ahlâkı

Prof. Dr. Saffet Köse § saffetkose@yahoo.com Birinci Baskı: İstanbul 2012

İkinci Baskı: İstanbul 2015 ISBN 978 975 6303 12 2

Yayın Editörü: Sinan Polat § sinan@igiad.com

Tasarım ve Uygulama: Muhammed Nur Anbarlı muhammednur@gmail.com Baskı ve Cilt: Gezegen Basım San. ve Tic. Ltd. Şti.

100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi No: 202/A Bağcılar, İstanbul Sertifika No: 12002

İGİAD § Türkiye İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği Maltepe Mh., General Ali Gürcan Cd., Eski Çırpıcı Yolu Sk., No: 1 Merter Meridyen İş Merkezi, Kat:4, D: 419

Zeytinburnu 34010 İstanbul Tel: +90 212 544 96 00 Faks: +90 212 544 96 76 e-Posta: info@igiad.com www.igiad.com

Bu kitabın basımındaki katkılarından dolayı Yeni Pak Ambalaj’a teşekkür ederiz.

(3)

İSLÂM İŞ VE TİCARET AHLÂKI

Prof. Dr. Saffet Köse

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi dekanı

(4)

اَّمِم اوُقَفْنَأَو َة َل َّصلا اوُماَقَأَو ِ َّللا َباَتِك َنوُلْتَي َنيِذَّلا َّنِإ )29( َروُبَت ْنَل ًةَرا َجِت َنو ُجْرَي ًةَيِن َلَعَو اًّر ِس ْمُهاَنْقَزَر ٌروُك َش ٌروُفَغ ُهَّنِإ ِهِل ْضَف ْنِم ْمُهَديِزَيَو ْمُهَرو ُجُأ ْمُهَيِّفَوُيِل

رطاف ةروس )30(

Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı özenle kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için giz- li-açık harcayanlar asla zararla sonuçlanmayacak bir ticaret umabilirler. Zira Allah karşılıklarını tam ola- rak ödediği gibi lütfundan onlara fazlasını da verir.

O çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını bol bol verir.

(Fâtır 35/29-30)

(5)

İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ • 7 ÖNSÖZ • 9

GİRİŞ Ticâret ve Ahlâk • 13

Gerçek Ticâret: Nefsi Cennet Karşılığında Allâh’a Satmak • 15 BİRİNCİ BÖLÜM Kazanç Öncesinde Tacir • 21

İyi Niyetli ve Hüsn-i Zann Sahibi Olmak • 21 Evden Dua ile Çıkmak • 22

Helâl Kazancı Hedeflemek • 24 İşe Besmele ile Başlamak • 35 İşe Erken Başlamak • 38

Rızkı Verenin Allâh Olduğu Bilinciyle Tevekkül Etmek • 39 Ticarette Ortak Olanların Diğer Ortağının Allâh Te‘âlâ Olduğunun Bilincinde Olmaları • 43

İKİNCİ BÖLÜM Kazanç Sırasında Tacir • 45 Ticarette, Dünya-Ahiret Dengesini Gözetmek • 45

Ticarette Şeytan’ın Yönlendirmesine Karşı Uyanık Olmak • 50 Haramı Fırsat ve Ganimet Bilmemek • 55

Bereketi Öncelemek • 57

Alış-Verişte Helalliğin Ölçüsü: Tam Rıza ve Gönül Hoşnutluğu • 59 En Değerli Sermaye: Dürüstlük • 65

Ölçü ve Tartıyı Düzgün Tutmak • 70 Hile Yapmamak ve Aldatmamak • 72 Malın Ayıbını / Kusurunu Gizlememek • 75 Yeminden Kaçınmak • 76

Alış-Verişte Karşılıklı İkram (Mükâreme) / Jest • 78 İÇİNDEKİLER

(6)

Üretici ile Tüketici Arasında Aracıların Kurduğu Sömürü Düzenine Fırsat Vermemek • 81

Pazarlığı Devam Eden Mala Müşteri Olmamak • 83 Pazarlık Âdâbını Gözetmek • 84

Alıp-Satarken Müsâmahayı (Kolaylık) ve İhsanı (iyilik) Düstûr Edin- mek • 85

Kul Hakkına Hassasiyet Göstermek • 89

Borçlu-Alacaklı İlişkisi: Hakkı Talep ve Borcu Ödemede Nezaketi Ölçü Almak • 95

İhtikâra Tevessül Etmemek • 101 Bir Satışta İki Satış Yapmamak • 105

Meşruiyet Görüntülü Kazançlardan Uzak Durmak • 106 Alış-Veriş Arkasına Kamufle Edilmiş Fâiz: “Bey‘u’l-Îne” • 106 Hediye Arkasına Gizlenmiş Rüşvet • 110

Beklenmeyen / Umulmayan Halleri Gözetmek • 119 Ma‘dûm’un Satışı • 125

Kanaatkâr Olmak-Hırstan, Tamahtan Kaçınmak • 126 Emânet Bilinci / Karşı Tarafa Güven Verme Zenginliktir • 131 Satıcıya Teminat: Rehin, Kefil, Kaparo • 134

Cuma Vakti Alış-Verişi Bırakmak • 137 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İş Hayatı • 141 El Emeğinin Değeri • 141

İşçinin İşin, İşverenin İşçinin Hakkını Vermesi • 145 İş Meşru Olmalı ve İşçi İşin Hakkını Vermelidir • 146 İşveren İşi Becerisi Olana Teslim Etmeli, İşçi İşin Hakkını Vermelidir • 150

Başarıyı Takdir Etme • 153

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Kazanç Sonrasında Tacir • 155

Kazanca Şâibe Karışabileceğini Dikkate Alarak Sadaka Vermek • 155 Varlığı ve Yokluğu Yönetebilmek • 157

Kazancı İnfakla Taçlandırmak • 160

Kazançta Hamd ve Şükür Yoklukta Sabır ile Allah’a Yaklaşma • 166 Görgüsüzlükten Kaçınmak / Tevazuu Elden Bırakmamak • 169

(7)

A

llah’a hamd ü senâ, Efendimize, âl ve ashabına salât ü se- lam olsun. Selam onun izinden giden Allah’ın bahtiyar kul- larına…

İslâm İş ve Ticaret Ahlâkı kitabımızın ilk baskısı tükendi. Yo- ğun talepler ikinci baskıya güçlü bir zemin hazırladı. Buna tek- rar ses veren ve kitabın ikinci baskısını yapan Türkiye İktisâdî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği’ne (İgİad) teşekkür ederim.

Hizmet sektöründen imalat sanayiine, üretim faaliyetlerin- den pazarlara varıncaya kadar hayatın her alanında terazisini düzgün tutmayan, kazancını helalden sağlamayan bir milletin hiçbir işi düzen tutmaz. Zira kazancın ibadetlerin kabulünden aile huzuruna ve insanlar arası ilişkilere varıncaya kadar her alanda etkisi vardır.

Bir toplumda varlığı koruyan en değerli normatif disiplin ahlaktır. Bu sebeple ahlâkî çöküntünün egemen olduğu bir top- lumda yaşamanın anlamı yoktur. Tedbir alınmaması halinde çürümeye varan yozlaşmanın başladığı ilk nokta ticari hayat- tır. Hz. Peygamber’in İslâm toplumu inşa etmek üzere gittiği Medîne-i Münevvere’de ilk yaptığı en önemli işlerden biri bu ahlâk üzerine Medîne Pazarını kurmak olmuştur. Bu da şunu ifade eder: İslâm toplumu bir ahlak toplumudur, İslâm mede- niyeti bir ahlâk medeniyetidir ve bunun ilk adımının atıldığı yer çarşı-pazarlardır. Pazarın ana değeri de dürüstlüktür. İşte

İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

(8)

bunun için ikinci baskısı yapılan bu kitabın amacı, en değerli sermayenin dürüstlük olduğu ilkesinin içselleştirildiği ve ahlâk halini aldığı bir toplum düzeninin inşasını hedefleyen Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamber’in taleplerini vurgulamak, bu ger- çeği haykırmaktır. Bu baskıya öncekinde yer almayan bazı ko- nular da ilave edilmiştir.

Son derece hassas ve dürüst insanlarımız yanında ilgili ku- rumların denetimi sonucu ortaya çıkan ve iş-ticaret hayatımız- da iyi sınav veremeyen, sadece eline geçecek paraya odaklan- mış, insan sağlığını bile hiçe sayan Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz ticarî kuruluşlar ve ticaret erbabı her gün artan biçim- de görsel ve yazılı medyada teşhir edilmektedir. Bu gerçeklik, iş ve ticaret ahlâkını hatırlatan kitaplara ne kadar ihtiyacın bulunduğunu göstermektedir. İlginç olan şu ki İslam’ın ana kaynaklarında bu husus öyle çarpıcı biçimde anlatılmaktadır ki vicdan sahiplerine bir âyet ve hadis bile yetecektir. İşte bunun için bu kitabın ikinci baskısının bu yolda bir katkı sunmasını di- lerken kitaba ilgisini kesmeyen İgİad’ın değerli yönetim kurulu üyelerine tekrar teşekkür ediyorum.

َنيِمَلاَعْلا ِّبَر ِ َّ ِلل ُد ْم َحْلا ِنَأ اَناَو ْعَد ُر ِخآَو

SAFFET KÖSE İzmir 2015

(9)

A

hlâk ile ilgili yapılan çalışmalarda modern dünyada ahlâkın buharlaştığı ya da yozlaştığı yönünde tespitlere yer veril- mektedir. Aslında bilimsel verilere ve bu amaçla yapılan göz- lemlere gerek kalmadan günlük hayatta her bir insanın ahlâkı zorlayan ya da askıya alan bir takım davranışlarla karşılaştığı bir vakıadır. Ahlâkın en fazla dejenere olduğu alanın da iş, çalışma ve ticaret hayatında olduğunu söylemek çok da hatalı olmasa gerektir. Çünkü insanın kendi menfaatine, mala ve paraya karşı olan zaafı ilişkilerine de yön vermektedir.1 Aldatılan müşteriler, işçinin hakkını vermeyen işverenler ya da aldığı ücreti haketme- yen işçilerden şikâyetin bulunduğunu bilmeyen yoktur. Bu tür problemlerin gerçekliği ya da yaygınlığı oranında iş ve ticaret hayatında üretkenliğin, verimliliğin, kârlılığın, insanlar arası ilişkilerin olumlu ya da olumsuz etkilendiğini belirtmek gerekir.

Batılı ahlâk araştırmacısı Ross Poole’un isabetli tespitinde de görüldüğü üzere, “modern dünya en fazla ahlâka ihtiyaç duy- makta ancak ahlâkı da bizzat kendisi imkânsız kılmaktadır”. Bu- nun sebebi de modern kültürün kendisini dine karşı konumlan- dırarak dinin hayat içindeki alanını büyük ölçüde sınırlandırmış olmasıdır. Ahlâkın hukuka manevî müeyyide sağladığı dikkate alındığında, bu durumun hukuku ve hukukî muameleleri zayıf düşürdüğü söylenebilir. Çünkü bir toplumda din, ahlâk ve hu-

1 Âl-i İmrân (3), 14.

ÖNSÖZ

(10)

kuk arasında birbirini tamamlayan önemli bir ilişki vardır. Din değer koyar, ahlâk onu bir yaşam biçimine dönüştürür, hukuk da onu yazılı kural haline getirir. Herhangi bir amaç için konu- lan kuralın ahlâkî arka planı tamamlanmamışsa etkisi zayıflamış demektir. Bu sebeple İslâm’ın gelişim süreci dikkate alındığında öncelikle Mekke döneminde imanla birlikte ahlâkın oluşturul- duğu, Medîne devrinde de hukukunun yapılandırıldığı görülür.

İlginçtir bu konuda ilk adım da ticarî alanda atılmıştır. Çünkü insanlar hayatlarını kazanmak amacıyla ya üretim ve hizmet sektöründe ya da ticarî hayatın içerisinde yer aldıklarından bu alandaki etkileşim çok daha güçlü ve hızlı olmaktadır. Hz. Pey- gamber, Mekke’den Medîne’ye hicret yolunda iken nazil olduğu belirtilen Mutaffifîn sûresinin ilk âyetlerinin gösterdiği hassasi- yet doğrultusunda hemen Medine Pazarı kurulmuştur. Burada öne çıkan iki kavram vardır: Birincisi kul hakkı duyarlılığı, ikin- cisi de helal kazanç bilincidir. Bu iki kavram, iş hayatında kalite ve verimliliğin, ticarî sahada da helal kazancın sağladığı kalp hu- zurunun kaynağı ve teminatını oluşturmaktadır. Helal kazanç bütün peygamberlere2 bütün insanlara3 ve bütün mü’minlere4 emredilen bir husustur. Türkçedeki “helal lokma” ve “helal süt”

ifadesi bu hassasiyetin kültürümüzdeki ifadesidir. Çünkü helal kazanç ibadetlerin de kabulünün temel şartıdır.5 Kul hakkının da affı yoktur.6 Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadislerinde işçi-işveren; müşteri-tâcir; hizmet alan-hizmet veren arasındaki ilişkilerde ana ekseni oluşturan bu iki değerin canlı tutulması ve yaygınlaştırılması hem toplum ve çalışma hayatında hizmet ve üretim kalitesinin arttırılmasının hem de iş hayatında verimlili- ğin elde edilmesinin itici gücünü oluşturacaktır.

Bu çalışmanın ortaya çıkışı İsviçre’de şahit olduğum bir ör- nek olaya bağlıdır. Zira millî şairimiz M. Akif’e atfedilen: “İşleri

2 Mü’minûn (23), 51.

3 Bakara (2), 168.

4 Bakara (2), 172; Maide (5), 88.

5 Müslim, “Zekât”, 65; Tirmizî, “Tefsîr”, 2/36.

6 Ahkâf (46), 31; Müslim, “Birr”, 60; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 240.

(11)

Ö N S Ö Z

var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” sözünün oradaki ticarî hayattaki yansıması karşısındaki gözlemlerim, hayretimdir. O olay şudur: İsviçre’nin bir kentinde dağ başı sayılabilecek bir yerde bir bahçe ile karşılaşmıştım. Bahçe sahibi girişte bir levha- ya oradaki sebzelerin her birisinin kilogram fiyatını yazmış, bir terazi koymuş ve bir de kumbara bırakmıştı. Başında da ne bir kimse ne de bir kamera vardı. O bahçeden sebze almak isteyen gelip topluyor, sonra da terazi ile tartıp parasını kumbaraya atıp gidiyordu. Sahibi de istediği zaman gelip parasını oradan alıyor- du. Daha sonra gezdiğim İsviçre şehirlerinde bu tür örneklerin oldukça yaygın olduğunu gördüm. Bir bu gerçekliği düşündüm, bir de bizim ülkemizdeki ticaret hayatını, hatta sıkça yaşanan profesyonel hırsızlık olaylarını. Diğer yandan bir İsviçre’deki camdan kapılı villa ve yer evleri düşündüm, bir de bizim kendi- mizi korumak için ve güvenlik endişesiyle evlerimize yaptırdığı- mız çelik kapıları, pencere demirlerini ve dikenli tellerle çevrili güvenlik görevlilerinin kimlik sorduğu siteleri. İnanın bir Müs- lüman olarak kendimden utandım ve merhum Akif’in kastını ve hissiyatını çok iyi anladım. Sonra kendi ülkemizin ahvalini düşündüm.

Bir kurban bayramı öncesinde, satmak üzere pazara çıkardı- ğı kurbanlık hayvanın çalınmasını önlemek için başında nöbet tutan bir köylünün yemek yerken gafletinden yararlanıp o ineği çalmayı becerebilen maharetli hırsızın zehir ettiği bayramı ha- tırladım…Vaizlerimizin sürekli anlattıkları ‘bir bağdan geçerken yedikleri üzümün parasını fazlasıyla asıp giden Fâtih’in askerle- rinin’ tarihte kaldığını düşündüm. Demek ki hayata malolma- yan, anlam katmayan ve yaşanmayan bir dinin anlamı yokmuş.

İşte bu noktada Kur’ân âyetleri ve hadislerin sürekli olarak imanla birlikte salih ameli hatırlatmasının ne kadar önemli ol- duğunu daha iyi anladım. Amele dönüşemeyen imanın ve davra- nışa yön vermeyen ibadetin ne anlamı olabilirdi ki!

Elbette, tek tek bakınca çok iyi işverenlerimiz, çok iyi işçi- lerimiz, çok iyi esnafımız var. Ama iyilik ve ahlâk toplumda bir erdem ve yaşantı olarak egemen olmayınca bunların da bir an- lamı kalmamaktadır. Bu çalışmadaki bilgiler; belki iyi ve ahlâklı

(12)

insanların sayısının artmasına vesile olur diye yazıldı; tekrar bazı ahlâkî gerçeklerin hatırlatılması hedeflendi. Bu çalışma, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamberin ısrarla üzerinde durduğu helâl kazancı vurgulayan ana noktalar hatırlansın, yaşadığımız çağda helal kazanç ve ahlâkın egemen olduğu bir topluma olan ihtiyacımız vurgulansın diye kaleme alındı. Umarız, verilen bil- giler sözde ve satırlarda kalmaz, yaşanan bir hal haline gelir.

Böylelikle iş ve ticaret hayatına olumlu bir katkı sağlar.

Bu çalışmanın basımını üstlenen ve bu toplumun gerçek derdinin ahlâk olduğunu farkederek ticaret ve iş hayatında bu uğurda çaba sarfeden İGİAD’a ve özellikle sayın Mehmet Erdem Temür’e teşekkürü bir borç bilirim.

Gayret bizden tevfik Allah’tan…

SAFFET KÖSE Konya 2012

(13)

T

oplumsal hayatta insandan beklenen en önemli vazife onun başkalarının hakkını gözetmesi ve sorumluluklarını yerine getirmesidir. Bunu da herhangi bir maddî baskı aracıyla / po- lisiye tedbirlerle değil bir davranış biçimi olarak kendiliğinden yapmasıdır. Bundan dolayı İslâm’ın bir din olarak bütün dinler gibi tevhîd akîdesinden (tek Allah inancı) sonra hedeflediği en önemli gaye, ferdin ruh ve ahlâkını ıslah etmek, onu hayır, iyi- lik, dürüstlük gibi erdemlerle donatarak ahlâkî özü korumasını sağlamak böylece onu arzu ve ihtiraslarının, bayağı zevklerinin hâkimiyetinden kurtarmaktır. Bunun içindir ki Hz. Peygamber:

“En hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır”7 buyurmuş ve güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildiğini haber vererek8 kötü ahlâktan da Allâh’a sığınmıştır.9 Buna göre Müslümanın din- darlığının en temel ölçüsü güzel ahlâka sahip olup olmamasında aranmalıdır. Esasen imanın ve ibadetlerin en temel fonksiyon- larından birisi de bu ahlâkı kazandırmaktır. Hz. Peygamber’in imanın en üstün derecesinin güzel ahlâk olduğunu vurgula- yıp10 ahlâk bakımından en güzel olanların iman bakımından mü’minlerin en mükemmeli olduğunu da haber verirken11

7 Buhârî, “Edeb”, 38, 39; Müslim, “Fezâil”, 68.

8 Mâlik, “Hüsnü’l-hulk”, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 381.

9 Ebû Dâvûd, “Vitir”, 32; Tirmizî, “Da‘avât”, 126.

10 Ahmed b. Hanbel, IV, 385.

11 Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 14; Ahmed b. Hanbel, II, 250, 472.

GİRİŞ

Ticâret ve Ahlâk

(14)

îmân-ahlâk ilişkisini net bir biçimde ortaya koymakta, uğrunda çaba sarf edilmesi gereken en temel değerin bu gerçeklik oldu- ğuna işaret etmektedir. Nitekim anne-babalara bu yönde bir he- def de göstermektedir: “Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha değerli bir şey bağışlamamıştır.”12 Saîd Halim Paşa’nın: “Bir Müs- lüman ahlâkını inancından, sosyal nizamını ahlâkından, siyasetini de sosyal nizamından alır”13 sözü, yukarıda üzerinde durulan bu gerkçekliğin işlevselliğini, günlük hayattaki fonksiyonunu veciz biçimde ifade ederken aynı zamanda eğitim sisteminin amacına da işaret etmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle insanın yaratılışının ana gaye- si Allâh’a kulluktur.14 Kulluk ise insan-Allâh ve insan-âlem iliş- kisini bütün yönleriyle kapsayan bir süreçtir. Bir Müslüman, Allâh hakkı olan namaz, oruç, zekât, hacc, kurban gibi ibadet- lerle O’nun huzuruna çıkarken bu ibadetlerin etkisiyle olumlu anlamda davranış değişikliği meydana gelmekte, bu ruh insan- âlem ilişkilerine de yansımaktadır. Böylece ibadet ubûdiyyete dönüşerek kulun her an Allâh’ın kendisini gördüğü bilinciyle (ihsân) hareket ettiği, O’nun rızasını kazanmayı hedeflediği bir atmosferde cereyan etmektedir. Bu bilincin yön verdiği her davranış artık bir ibadet niteliği kazanacaktır. Ubudiyyet iba- detin davranışa dönüşmesi demektir. Esasen Hz. Peygamber bu bilincin insanın bütün hayatına egemen olması gerektiğini Hz. Cebrâil’in (a.s.) ihsân nedir? Sorusuna verdiği: “Allâh’ı görü- yomuşçasına O’na kulluk yapmandır. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor”15 şeklindeki cevabında görmek mümkündür. İşte bu ihsan bilinci ticâreti dünyada bereketli bir kazanca, ahirette de azığa dönüştürmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, geçici bu dünya yaşantısının, ebedi ahiret hayatını şekillendireceğine dikkat çekmekte16 ve hiçbir şeyin

12 Tirmizî, “Birr”, 33; Ahmed b. Hanbel, III, 412; IV, 77.

13 Buhranlarımız (haz. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1993, s. 165.

14 Zâriyât (51), 56.

15 Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 57.

16 En‘âm (6), 32; Tevbe (9), 38; Hûd (11), 15; Ankebût (29), 64.

(15)

G İ R İ Ş : T İ C Â R E T V E A H L Â K

Allâh’a gizli kalmadığı,17 O’nun her şeyi bildiği,18 insanın haya- tının bütün detaylarıyla kayda alındığı ve bu kayıtların hesap günü önüne konulacağı19 ve toz miktarı da olsa yaptığı iyilik ve kötülüklerin karşılığını göreceği20 bizzat insanın kendisi hak- kında şehadette bulunacağı21 gibi hayâtî önemi haiz noktaları vurgulamaktadır. Bu bilinç insana sorumlu bir varlık olarak hayatına yön vermesine zemin teşkil etmektedir. Sonuçta güç- lü bir vazife ahlâkı ortaya çıkmaktadır. Özellikle sürekli hak ve vazifelerle insanların karşı karşıya bulunduğu ticarî ortamdaki dinamik ilişkilerde bu bilince çok fazla ihtiyaç vardır.

Gerçek Ticâret: Nefsi Cennet Karşılığında Allâh’a Satmak Kur’ân-ı Kerîm, Allâh’ın mü’minlerden cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın aldığını, sevinilmesi gereken en kârlı alış-verişin bu olduğunu ve bunun da büyük bir kurtuluş oldu- ğunu beyan eder:

َةَّن َجْلا ُمُهَل َّنَأِب ْمُهَلاَوْمَأَو ْمُه َسُفْنَأ َنيِنِمْؤُمْلا َنِم ىَرَت ْشا َ َّللا َّنِإ يِف اًّق َح ِهْيَلَع اًدْعَو َنوُلَتْقُيَو َنوُلُتْقَيَف ِ َّللا ِليِب َس يِف َنوُلِتاَقُي اوُر ِشْبَت ْساَف ِ َّللا َنِم ِهِدْهَعِب ىَفْوَأ ْنَمَو ِنآْرُقْلاَو ِلي ِجْنِ ْلاَو ِةاَرْوَّتلا

)111( ُميِظَعْلا ُزْوَفْلا َوُه َكِلَذَو ِهِب ْمُتْعَياَب يِذَّلا ُمُكِعْيَبِب

“Allah, kendi yolunda çarpışırlarken öldüren ve öldürülen mü'minle- rin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir? O halde yaptığınız bu anlaşmadan ötürü sevininiz. İşte büyük bahtiyarlık da

budur.”22

17 Gâfir (40), 19; İbrahim (14), 38.

18 Bakara (2), 282, 283; En‘âm (6), 101.

19 İsrâ’ (17), 13; İnfitâr (82), 10-12.

20 En‘âm (6), 164; A‘râf (7), 8-9; Tâhâ (20), 74-76; Zâriyât (51), 6;Tekvîr (81), 10-15; Gâşiye (88), 25-26; Zilzâl (99), 7-8.

21 Kıyâme (75), 14.

22 Tevbe (9), 111.

(16)

Allah Te‘âlâ, canları ve malları cenneti vererek satın aldığına göre bunların kendi yolunda kullanılmasını ve bu uğurda müca- delede onları feda etmekten kaçınılmamasını istemiştir. Bunun karşılığı ise dünyada zafer, ahirette kurtuluş ve cennettir.23 Bu ticareti bir kenara bırakıp dünyevî ticarete dalmak Allah katın- daki çok değerli kârı bırakıp basit şeylere tamah anlamı taşır ki bu basit dünyevî menfaatler uğruna birçok hayırdan mahrum kalmak demektir.24

Kur’ân-ı Kerîm, insanlardan hidayete karşılık küfrü satın alanların bir başka ifadeyle sapıklığı satın almak için hidayeti ödeyenlerin, karanlıkta kalmak için nuru verenlerin bu ticaret- lerinin kâr etmediğini ifade eder:

اَمَو ْمُهُتَرا َجِت ْت َحِبَر اَمَف ىَدُهْلاِب َةَل َل َّضلا اُوَرَت ْشا َنيِذَّلا َكِئَلوُأ )16( َنيِدَتْهُم اوُناَك

“Doğruya (hidâyet) karşılık sapıklığı (dalâlet) satın alanlar işte onlardır. Bu sebeple ticaretleri kâr etmemiş ve doğ ru yolu da

bulamamışlardır.”25

Çünkü onlar bu ticarette iki cihan saadetini kaybederek bütü- nüyle zarar etmişlerdir. Allah Te‘âlâ imanı verip karşılığında küfrü satın alanların asla kendisine zarar veremeyeceklerini ve bu ticaretin ateş almak anlamına geldiğini bildirmektedir:

ٌباَذَع ْمُهَلَو اًئْي َش َ َّللا اوُّر ُضَي ْنَل ِناَميِ ْلاِب َرْفُكْلا اُوَرَت ْشا َنيِذَّلا َّنِإ )177( ٌميِلَأ

“İmanı küfürle değiş tirenler, şüphesiz Allah’a bir zarar veremeye- ceklerdir. Onlar için elem verici bir azap vardır.”26

Kur’ân-ı Kerîm hidayeti verip sapıklığı, mağfireti verip aza-

23 Sâff (61), 10-13.

24 Bk. Cumu‘a (62), 11.

25 Bakara (2), 16.

26 Âl-i İmrân (3), 177.

(17)

G İ R İ Ş : T İ C Â R E T V E A H L Â K

bı satın alanların bu alış-verişin semeresi olan ateşe ne kadar meraklı, oraya girmeye ne kadar da sabırlı / inatçı olduklarını söyleyerek alaya almaktadır:

اَمَف ِةَرِفْغَمْلاِب َباَذَعْلاَو ىَدُهْلاِب َةَل َل َّضلا اُوَرَت ْشا َنيِذَّلا َكِئَلوُأ )175( ِراَّنلا ىَلَع ْمُهَرَب ْصَأ

“İşte onlar, hidayeti verip sapıklığı, affedilmeyi bırakıp azabı satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!”27 Bakara sûresinin az önce geçen 16. âyetinin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır’ın ifade ettiği üzere hidayet tam ellerine değmiş, malları olmuş iken onu dalâletle (sapıklık) trampa etmişlerdir.

Bu ticaretleri de kâr etmediği gibi kâr yolunu bulma şansları da olmamış, kâr yolunu tutamamışlardır. Bunlar, hidayet ve başarı nasip olanlardan değillerdir. Çünkü ticarî ilişkilerde başlıca iki maksat vardır. Birisi sermayenin selameti, diğeri kârdır. Halbu- ki bunlar sermayelerin sermayesi olan hidâyeti vermiş, yerine onun kaybı demek olan sapıklığı almışlardır. Bundan dolayı ne kâr kalmış ne kâr ihtimali ne de kâr yolu…

Elmalılı bu tasvirde ticarete büyük bir övgü bulunduğunu belirttikten sonra der ki: “Fakat ticaretten önce onun gerçek ve lüzumlu bir yolu bulunduğuna ve bu yolun doğru yol olduğu- na ve ticarette yalan, hile, entrika yolunun hakiki bir kâr yolu olmadığına tembih ve bundan dolayı doğruluk kanununa sarı- labilmek için dinî hidayete ermek en önde gelen şart olduğuna işaret edilmektedir.”

Kur’ân-ı Kerîm, küfrü satıp imanı alan böylece en değerli sermayeye ulaşan mü’minlerin bununla verimli, kârlı kesinlikle batma ihtimali bulunmayan bir ticareti nasıl yapacaklarını da anlatır:

“Allah’ın kitabını okuyup yaşamak, namazı kılmak ve kendilerine ve- rilen rızıktan gizli ve açık olarak vermek (infâk). Bu, şanlı bir ticaret- tir. Bu ticaret erbabı, bu kârlı manevî alış-verişten alım-satım (bey‘)

27 Bakara (2), 175.

(18)

gibi dünyevî/maddî bir meşgalenin asla alıkoyamadığı ve kalplerin yerinden çıkacağı, gözlerin yuvasından fırlayacağı o dehşetli günün azabından korkan adam gibi adamlardır. Allah da onlara amelleri- nin karşılığını en güzel şekilde ve tastamam ödeyecek hem de lutfu ihsanı ile arttırıp fazlasını verecektir. Çünkü Allah dilediğini hesaba

sığmayacak şekilde rızıklandırmaktadır.”28

Âhireti satarak dünyayı alanlardan azabın hafifletilmeyeceği ve kendilerine yardım da edilmeyeceği gibi29 tersini ve dolayısıy- la doğrusunu yapanlara da kat kat mükâfat verilecektir. Allâh ve Rasûlünün rızasını esas almak, bu iki kaynağın yanında yer almak gerektiğinde onların çağrısına uyarak ticaret de dahil her türlü işi bırakabilmek bir mü’min için en hayırlısıdır. Onları dik- kate almaksızın ticaret yaptığını zannetmek ise en büyük zarar- dır.30

İman sermayesiyle yapılacak her türlü ticaret melekler tara- fından en ince ayrıntısına kadar kayda geçecek31 ve hesap gü- nünde bu kayıtlar incelenecektir.32 Meleklerin nasıl muhasebe tutacakları da belirlenmiştir. İlke olarak bir iyiliğe en az on kat sevap, bir kötülüğe ise bir tek günah yazılacaktır.33 Bu konudaki prosedürü de Hz. Peygamber Allâh Te‘âlâ’dan aldığı bilgi (kudsî hadis) ile şöyle açıklamaktadır: “Allah iyilikleri ve kötülükleri be- lirledi ve bunların karşılıklarını da şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmaya kesin karar verir de sonra onu yapmazsa, ona tam bir iyi lik (sevabı) yazılır. Eğer onu yaparsa, ona on (katından) yedi yüz ka tına ve hatta bunun da üstünde kat kat iyilik sevabı yazı- lır. Kim de bir kö tülük yapmaya kesin karar verir de sonra onu yapmazsa, ona bir iyilik (sevabı) yazılır. Eğer onu yaparsa, (ona) bir (kötülük günahı) yazılır veya (Allah) onu siler, yok eder. Al-

28 Nûr (24), 37-38; Fâtır (35), 29-30.

29 Bakara (2), 85.

30 Cumu‘a (62), 11.

31 Ra‘d (13), 11, 33; Zuhruf (43), 80; Kâf (50), 17-18; İnfitâr (82), 10-12.

32 İsrâ’ (17), 13-14; Câsiye (45), 28-29.

33 Bakara (2), 261; En‘âm (6), 160.

(19)

G İ R İ Ş : T İ C Â R E T V E A H L Â K

lah yüzünden, sadece helak olacak olan helak olur!”.34

Bu açık âyet ve değerlendirmelerden gerçek ticâretin nefsi Allâh’a satmak olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber bir hadi- sinde de bu husus teyit edilir:

-ملسو هيلع للا ىلص– ِ َّللا َلو ُسَر َّنَأ : ِّىِرَع ْشَلأا ٍكِلاَم ىِبَأ ْنَع .» اَهُقِبوُم ْوَأ اَهُقِتْعُمَف ُه َسْفَن ٌعِئاَبَف وُدْغَي ِساَّنلا ُّلُك «: ُلوُقَي َناَك

“…Bütün insanlar sabahleyin kalkarlar giderler, kimisi nefsini sa- tar, kimisi de onu ya azad eder ya da helâk.”35

Bazı şerhlerde belirtildiği üzere bu hadis “doğru yol ortaya çık- tıktan sonra insanların durumları nasıl?” sorusuna verilen bir cevap gibidir. Cevap da şudur: Her insan belli bir amaç için sa- bah evinden çıkar. Bazısı nefsini, kendisine itaatin bir gereği olarak Allah’a satar, onun kulu olur ve böylece kendisini nefsi- nin prangalarından kurtararak azaptan azad eder, insana sü- rekli kötülüğü telkin eden nefisten kurtularak gerçek özgürlüğe kavuşur; bazısı da şeytana ve hevasına tabi olarak kendisini bu ikisine satar, onların kölesi haline gelir ve kendisini helak eder.

İşte gerçek ticaret birincisidir ve nefsini Allah’a satarak büyük kârı yakalamaktır.

“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki Allah’ın rızasını arayarak kendi nefsini satar”36

âyetinde de bu hususa işaret vardır. Bu âyetin tefsirinde Elma- lılı şu yorumu yapar: “İnsanlardan bazısı da vardır ki, Allah’ın rızasına ermek için canını bile verir yahut Allah rızası için dün- yasını ve hatta canını bile verir de kendini ebedî olarak satın alır. O bilir ki mülk kendisinin değil Allah’ındır. En üstün gaye mal değil, Allah’ın rızasıdır. Allah rızası için canını veren, ken- dini ebedî acılardan kurtarmış ve en büyük ticarete ermiş olur.

34 Buhârî, “Rikâk”, 31; Müslim, “Îmân”, 202, 204, 206, 207, 259; Dârimî,

“Rikâk”, 70.

35 Müslim, “Tahâret”, 1; Tirmizî, “Da‘avât”, 85.

36 Bakara (2), 207.

(20)

Bunlar, Allah’ın hâs (seçkin) kullarıdır. Din ve ibadet uğrunda sıkıntılara katlanırlar, Allah yolunda harp ve cihad alanlarında canlarını ortaya atarlar veya öldürüleceğini de bilse iyiliği emre- dip, kötülükten sakındırırlar. Bunların, bütün gözettikleri nok- ta, Allah rızasıdır. Yaptıklarını Allah için yaparlar, istediklerini Allah için isterler. Bunlar, kendilerini ne dünyaya, ne ahirete de- ğil; ancak Allah’a satarlar ve Allah’ın rızasını almakla da kendile- rini, Allah’tan başka bütün şeylerden ve nefs-i emmârelerinden37 (kötülüğü emreden nefislerinden) satın almış, âzâd etmiş olur- lar. Bunlar,

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik, ahirette de bir iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!”38

diyenlerden daha mutludurlar. Nefs-i râdiye (Allah’tan razı olan nefis) makamından da geçip, nefs-i mardıyye (Allah’ın, kendi- sinden razı olduğu nefis) mertebesine39 ererler.”

Bu sebeple Müslüman güne başlarken nefisle mücadelede kararlılığı, gündüz nefisle fiilen mücadeleyi, akşam olduğunda da nefis muhasebesini aksatmadan yapması iki cihan saadetinin anahtarıdır. Sonuçta nefs-i râdıye ve mardiyye mertebesine va- rarak gerçek huzura kavuşur.

Bütün bu ifadelerden hareketle dinin bir gelir-gider işi, kâr- zarar hesabına dayalı bir ticarî metadan ibaret olduğu gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Burada mecâzi bir anlatım vardır. İman- küfür tercihinin sonuçları ile amellerin karşılıkları ticaret meta- foru ile anlatılmaktadır. Burada işaret edilmek istenen günlük hayatta imanın tezahürü gösterilmeli, nefsin kulu değil Allâh’ın kulu olunmalıdır.

37 Yusuf (12), 53.

38 Bakara (2), 201.

39 Fecr (89), 27-28.

(21)

BİRİNCİ BÖLÜM

Kazanç Öncesinde Tacir

İyi niyetli ve hüsn-i zann sahibi olmak

İslâm Hukukunun Mecelle’de ifaedesini bulan “Beraet-i zim- met asıldır”40 kaidesi kişinin, ispat edilmedikçe suçsuz ve borç- suz olduğunu ifade eder. Bu kural aynı zamanda durumları kesin olarak bilinmeyen kişilere öncelikle önyargılardan uzak şekilde yaklaşmayı ve onlar hakkında hüsn-i zan beslemeyi gerekli kı- lar. Mü’minlerin annesi Hz. Âişe’ye (r.a.) iftira edildiğinde buna alet olan bazı sahabileri Kur’ân-ı Kerîm kınamış ve hüsn-i zan beslememelerini tenkit etmiştir.41 Suçluluk ve borçluluk arizi bir durum olduğu için “sıfat-ı ârızada aslolan ademdir”42 kuralı gereğince ispat edilinceye kadar insanlar suç ve borçtan temiz sayılır. Bütün bunlar insanlara karşı iyi niyet ve önyargısız yak- laşmanın gerekli olduğunu gösteren esaslardır. Bu sebeple Hı- ristiyanlıktaki aslî günah inancı Müslümanlarda yoktur.

Burada işaret edilmelidir ki Kur’ân-ı Kerîm sû-i zandan da sakındırmaktadır.43 İnsanlar hakkında hüsn-i zannı engelle- yecek konuşmalar yapmak, hata olarak inanılan davranışları başkalarına aktarmak hoş değildir. Hz. Peygamber bu konuda özellikle ısrarcı olmuş ve arkadaşlarından birbirleri hakkında

40 Md. 8.

41 Nûr (24), 12.

42 Mecelle, md. 9.

43 Hucurât (49), 12.

(22)

kendisinde ön yargı oluşturacak, güveni zedeleyecek bir takım olayları nakletmelerini yasaklamıştır.44 Çünkü bu tür bir anlayış insanların birbirleriyle sağlıklı bir iletişim ve kalıcı bir ilişki kur- maları önünde engeldir. Ön yargının doğru olmaması halinde de kişilerin karakteriyle mütenasip olarak çatışma kaçınılmaz- dır. Bu ise istenen bir durum değildir. Buna göre satıcı ile alıcı birbirleri hakkında önyargılı davranmamalı, problemleri varsa öncelikle birbirlerini dinlemeliler ve sorunu konuşarak çözme- lidirler.

Evden dua ile çıkmak

Mü’minin hayatında önemli bir yer tutan dua, kulun acziye- tinin farkında olarak inandığı, güvendiği, kâinatın yaratıcısı ve maliki, dilediğini dilediğine bahşeden Rabbine iltica ve yakarı- şı, tazim ve saygıyla birlikte samimi ve bilinçli olarak doğrudan doğruya, aracısız biçimde halini O’na arzetmeyi, O’nun inayeti- ni talebi ifade eder. Dua bu özellikleri itibariyle arınma ve davra- nışlara çeki-düzen vermeyi de sağlayan bir eylemdir.

Bütün dinler gibi İslâm da duaya büyük önem verir. Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Yaratıcı

“Bana dua edin duanıza olumlu cevap vereyim”45

buyururken mü’minlere dualarının kabulü yönünde çok önemli bir garanti verir. Aynı husus:

“Ey Rasûlüm! Kullarım sana Beni sorduklarında söyle kendilerine:

Ben onlara yakınım. Bana dua ettiklerinde ben onların dileklerine cevap veririm. Ama onlar da Benim davetime gelsinler, Bana inan-

sınlar ki böylece doğru yolu bulsunlar”46

âyetiyle de teyit edilmektedir. Bir mü’min açısından bundan daha değerli bir söz olamaz. Bu sebeple Hz. Peygamber duayı

44 Ebû Dâvûd, “Edeb”, 28.

45 Mü’min (40), 60.

46 Bakara (2), 186.

(23)

B İ R İ N C İ B Ö L Ü M : K A Z A N Ç Ö N C E S İ N D E TA C İ R

kulluğun beyni / özü olarak nitelemiştir.47 Kulluk ise insanın ya- ratılışının ana gayesidir.48

Bir tacir ya da iş erbabı açısından işine başlamak üzere evin- den çıkarken yapacağı en önemli işlerden birisi dua etmektir.

Esasen bu durum her mü’min için geçerlidir. Ancak özellikle ti- caretin hassas tarafları dikkate alınırsa duanın tacir için önemi daha iyi anlaşılır. Kişi evden çıktığında birçok şeyle karşılaşabi- lir. Farkında olarak veya olmayarak haksızlık yapabilir, haksız- lığa maruz kalabilir, işini tam yapamaması sebebiyle kazancına haram bulaşabilir. Bu sebeple dua ederek kendisini işine hazırla- ması ve Allâh’ın yardımını talep etmesi çok önemlidir. Bu konu- da Hz. Peygamberden iki dua zikredeceğiz.

Rasûl-i Ekrem’in evden çıkarken ettiği dua ile ilgili rivayet şudur:

ْنِم -ملسو هيلع للا ىلص– ُّىِبَّنلا َجَر َخ اَم ْتَلاَق َةَمَل َس ِّمُأ ْنَع َكِب ُذوُعَأ ىِّنِإ َّمُهَّللا « َلاَقَف ِءاَم َّسلا ىَلِإ ُهَفْرَط َعَفَر َّلاِإ ُّطَق ىِتْيَب ْوَأ َلَه ْجَأ ْوَأ َمَل ْظُأ ْوَأ َمِل ْظَأ ْوَأ َّلَزُأ ْوَأ َّلِزَأ ْوَأ َّل َضُأ ْوَأ َّل ِضَأ ْنَأ

.» َّىَلَع َلَه ْجُي

“Mü’minlerin annesi Ümmü Seleme’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) gözlerini semaya çevirip şu duayı okumadan asla evinden çıkmazdı: “Allâhım! Şaşırmaktan / haktan sapmaktan, başkaları tarafından saptırılmaktan, hataya düşmekten, başkala- rınca hataya düşürülmekten, haksızlık etmekten, başkalarının bana haksızlık etmesinden, cahillik etmekten, cahilce muameleye maruz

bırakılmaktan sana sığınırım.”49

Hz. Peygamber’in evden çıkarken okunmasını tavsiye ettiği başka bir duadan bahseden diğer bir rivayet de şudur:

اَذِإ « َلاَق -ملسو هيلع للا ىلص– َّىِبَّنلا َّنَأ ٍكِلاَم ِنْب ِسَنَأ ْنَع َل ْو َح َلا ِ َّللا ىَلَع ُتْلَّكَوَت ِ َّللا ِم ْسِب َلاَقَف ِهِتْيَب ْنِم ُل ُجَّرلا َجَر َخ

47 Tirmizî, “Da‘avât”, 1.

48 Zâriyât (51), 56.

49 Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; İbn Mâce, “Du‘â’”, 18; Ahmed b. Hanbel, VI, 222.

(24)

َتيِقُوَو َتيِفُكَو َتيِدُه ٍذِئَني ِح ُلاَقُي « َلاَق .» ِ َّللاِب َّلاِإ َةَّوُق َلاَو ْدَق ٍل ُجَرِب َكَل َفْيَك ُر َخآ ٌناَطْي َش ُهَل ُلوُقَيَف ُنيِطاَي َّشلا ُهَل ى َّحَنَتَتَف

.» َىِقُوَو َىِفُكَو َىِدُه

Enes b. Mâlik’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir adam evinden çıkınca ‘Allah’ın adıyla çıktım Allah’a dayanıp güvendim (tevekkkül ettim), güç ve kuvvet sadece Allâh’tandır’ derse, kendisine: ‘Sen bu duan ile doğru yo la iletildin, bela ve kötülüklere karşı koyma hususunda yeterli hale getirildin ve korumaya alındın’ diye karşılık verilir.

Artık şeytanlar ondan uzaklaşır. Diğer bir şeytan da ona:

“Bundan sonra, doğru yola iletilen, yeterli hale getirilen ve korumaya alınan bir kimseyi senin yoldan çıkarman nasıl mümkün olabilir ki?!’

der.”50 Helâl kazancı hedeflemek

Kur’ân-ı Kerîm’de bütün peygamberlere, bütün insanlara ve bütün mü’minlere hitaben şöyle buyurulur:

اَمِب يِّنِإ ا ًحِلا َص اوُلَمْعاَو ِتاَبِّيَّطلا َنِم اوُلُك ُل ُسُّرلا اَهُّيَأ اَي )51( ٌميِلَع َنوُلَمْعَت

“Ey Peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim.”51

اوُعِبَّتَت َلاَو اًبِّيَط ًلا َل َح ِضْرَ ْلأا يِف اَّمِم اوُلُك ُساَّنلا اَهُّيَأ اَي )168( ٌنيِبُم ٌّوُدَع ْمُكَل ُهَّنِإ ِناَطْي َّشلا ِتاَوُط ُخ

“Ey insanlar! Yeryüzündeki nimetlerden helal olmak, temiz olmak

50 Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; İbn Mâce, “Du‘â’”, 18; Tirmizî, “Du‘â’”, 34; Ahmed b.

Hanbel, I, 66; VI, 306.

51 Mü’minûn (23), 51.

(25)

B İ R İ N C İ B Ö L Ü M : K A Z A N Ç Ö N C E S İ N D E TA C İ R

şartıyla yiyin. Fakat şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size bel- li bir düşmandır.”52

ْنِإ ِ َّ ِلل اوُرُك ْشاَو ْمُكاَنْقَزَر اَم ِتاَبِّيَط ْنِم اوُلُك اوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي )172( َنوُدُبْعَت ُهاَّيِإ ْمُتْنُك

“Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin, eğer yalnız O’na kulluk

ediyorsanız.”53

Abdullah b. Mes‘ûd’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygam- ber şöyle buyurur:

ُبَلَط«: -ملسو هيلع للا ىلص– ِ َّللا ُلو ُسَر َلاَق َلاَق ِ َّللا ِدْبَع ْنَع .» ِة َضيِرَفْلا َدْعَب ٌة َضيِرَف ِلَل َحْلا ِب ْسَك

“Helal kazanç peşinde koşmak farz üstüne farzdır.”54 Yine bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

اَهُّيَأ « -ملسو هيلع للا ىلص– ِ َّللا ُلو ُسَر َلاَق َلاَق َةَرْيَرُه ىِبَأ ْنَع اَمِب َنيِنِمْؤُمْلا َرَمَأ َ َّللا َّنِإَو اًبِّيَط َّلاِإ ُلَبْقَي َلا ٌبِّيَط َ َّللا َّنِإ ُساَّنلا اوُلَمْعاَو ِتاَبِّيَّطلا َنِم اوُلُك ُل ُسُّرلا اَهُّيَأ اَي ( َلاَقَف َنيِل َسْرُمْلا ِهِب َرَمَأ ْنِم اوُلُك اوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي( َلاَقَو )ٌميِلَع َنوُلَمْعَت اَمِب ىِّنِإ ا ًحِلا َص َرَبْغَأ َثَع ْشَأ َرَف َّسلا ُليِطُي َل ُجَّرلا َرَكَذ َّمُث .» )ْمُكاَنْقَزَر اَم ِتاَبِّيَط ٌماَر َح ُهُبَر ْشَمَو ٌماَر َح ُهُمَع ْطَمَو ِّبَر اَي ِّبَر اَي ِءاَم َّسلا ىَلِإ ِهْيَدَي ُّدُمَي

.» َكِلَذِل ُبا َجَت ْسُي ىَّنَأَف ِماَر َحْلاِب َىِذُغَو ٌماَر َح ُه ُسَبْلَمَو

“Ey İnsanlar! Allâh Te‘âlâ tertemizdir/pâktır (tayyib). Ancak terte-

52 Bakara (2), 168.

53 Bakara (2), 172.

54 Taberânî, el-Kebîr (nşr. Hamdi es-Selefî), Musul 1404/1983, X, 74, nr. 9993;

Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, (nşr. M. Abdülkadir Atâ), Beyrut 1414/1994, VI, 128;

Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, Beyrut 1412, X, 520.

(26)

miz olanı kabul eder. O peygamberlere neyi emretmişse mü’minlere de onu emretmiştir. Peygamberler için buyurmuştur ki: “Ey Peygam- berler! Temiz/helâl (tayyib) olan şeylerden yiyin, salih amel işleyin.

Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim”;55 insanlarla ilgili olarak da buyurmuştur ki: “Ey İnananlar! Size rızık olarak verdi- ğimiz şeylerin temiz/helal olanlarıdan yiyin. Eğer siz sadece Allâh’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.”56 Bu âyetlerin peşinden Hz.

Peygamber saçı-başı dağılmış, yüzü-gözü toz toprak içinde peri- şan bir vaziyette yoldan gelmiş ellerini semaya açıp “Ey Rabbim!

Ey Rabbim!” şeklinde dua eden bir adamı anlatarak şöyle buyur- du: “Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, haramla beslenmiş.

Allâh neden onun kabulü için dua ettiği ibadetlerini makbul saysın.”57 İslâm âlimlerinin, dinin temellerini ve hükümlerinin binası- nı oluşturan hadislerden saydıkları bu rivayetin58 tahlilini yap- tığımızda gerçekten pek çok problemi temelinden çözümleyece- ğini söylememiz mümkündür. İlk olarak âyetlerde ve hadislerde geçen tayyib kelimesi güzel, temiz, helâl, tabii, kaliteli, insanın içine sinen anlamlarına gelir. En temel özelliği katışıksız ve saf olmasıdır ki değerini de buradan alır. Hadis ve onunla birlikte zikri geçen âyetler kazançta hem manevî anlamda helal hem de maddî anlamda saflığı emretmektedir. Buna göre ibadet riya ve gösterişten uzak, arı-duru bir biçimde sadece Allâh’a has kılına- rak, sırf O’nun rızasını elde etmek amacıyla yapılmalıdır. İkin- ci olarak kazanç /rızık kumar, rüşvet, faiz, hile, yetim malına sarkıntılık, vergi kaçırma, zekâttan çalma vb. batıl yollara teves- sül edilmeden tertemiz, helal yollardan kazanılmalıdır. Bunları ifade için tayyib kelimesi özellikle seçilmiştir. Çünkü ibadetin kabulünde kazancın helal yoldan olup olmamasının büyük bir etkisi vardır. Buna göre bir kazanç/gelir değerini safiyetinden alır. İçine az da olsa haram karışmış, bir yönü itibariyle kirli olan çok gelirden az ama helal yoldan elde edilmiş saf kazanç daha

55 Mü’minûn (23), 51.

56 Bakara (2), 172.

57 Müslim, “Zekât”, 65; Tirmizî, “Tefsîr”, 2/36.

58 İbn Atiyye, el-Fütûhâtü’l-vehbiyye, Kahire 1307, s. 117.

(27)

B İ R İ N C İ B Ö L Ü M : K A Z A N Ç Ö N C E S İ N D E TA C İ R

değerlidir. Bunun en güzel örneği şudur: Katışıksız, temiz bir bardak su, içine bir damla idrarın karıştığı bir ton sudan daha kıymetlidir. İnsanlara bu iki suyu ya da bu iki sudan üretilmiş bir yiyecek maddesini sunduğumuzda hiç kimse çok da olsa ikinci- sini almak istemez.

Buna göre nitelik/keyfiyet/kalite nicelikten/kemiyetten/sa- yıdan daha değerli olduğundan helal/meşrû yoldan kazanılan beş lira haram/gayr-ı meşrû yoldan kazanılan beş yüz milyar li- radan daha önemlidir. Bu tabiî bir kuraldır. Bir âyette bu husus şu şekilde anlatılır:

“De ki! Çokluğu hoşuna gitse bile pis (kirli, murdar, habîs) ile –velev ki az olsa da- temiz (güzel, helal) bir olmaz.”59

Haram ve yasaklanmış şeylerin nefis açısından her zaman ca- zip bir tarafı olabilir. Nitekim Hz. Âdem’in hiç ihtiyacı yokken İblis’in iğvasıyla yasaklanmış ağaçtan yemesi bunun açık misa- lidir.60 Gazâlî, Râzî, Kâtip Çelebi gibi İslâm âlimlerinin de be- lirttikleri üzere insan yasaklanan şeylere karşı daima hırslılık gösterir. Belki de bu zafiyet onlarla imtihan olmanın tabiî bir sonucudur. O sebeple nefis için haramın bir cazibesi vardır. An- cak Allah Te‘âlâ, haramların alternatifini yaratarak onun çeki- ciliğinin önünü almış ve insanların işini kolaylaştırmıştır. Mü- bahlarda haramlardan elde edilecek lezzet fazlasıyla mevcuttur ve tatmin edici özeliğe sahiptir. Mübah ile yetinenler nefsinin arzularına rağmen onu dizginlediklerinde bu dünyada erişeme- dikleri fazlalıklara ziyadesiyle ahiret yurdunda kavuşacaklardır.

Çokluk da nefsi etkileyen hususlardan birisidir. Az önce zik- redilen âyet açık bir biçimde çokluğun değer ifade etmeyeceğini belirtmekte ve uyarmaktadır. Mü’mine düşen bu tür durumlar- da nefsine egemen olabilmektir. Bu sebeple helal peşinde koş- mak Hz. Peygamber tarafından cihadın bir çeşidi olarak kabul edilmiştir.61

59 Mâide (5), 100.

60 Bakara (2), 35-37.

61 Kudâî, Müsned (nşr. Hamdi es-Selefî), Beyrut 1407/1987, I, 83.

(28)

İkinci husus da şudur. Allâh bir şeyi peygamberlerine em- rettiğini açıkça belirtiyorsa meselenin önemine vurgu içindir.

Çünkü peygamberlerin davranışları da diğer insanlar için ör- neklik teşkil eder ve delil değeri taşır. Allah, hatalarının örnek alınmaması ve hatalarına uyulmaması için onları hatadan koru- muştur (ma‘sûm). Diğer insanların böyle bir özelliği yoktur ve ma‘sum olan peygamberlerden hassas olunması istenilen bütün konularda diğer insanlar çok daha duyarlı olmak zorundadırlar.

Helal kazanç bunlardan birisidir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’de konu başında metin ve mealleri verilen âyetlerde özelden gene- le doğru bütün peygamberlere62, bütün mü’minlere63 ve bütün insanlara64 ayrı ayrı bu hususun hatırlatılması, şeytanın yönler- diği haram yollarla kazançtan uzak durulması ve onun oyununa gelinmemesinin65 istenmesi oldukça önemlidir. Örnek olarak da rüşvet vb. haksız yollarla66 insanların mallarını yemelerinden dolayı bazı helal maddelerin İsrailoğullarına yasaklanmış olma- sından da ibret alınmasını istemektedir.67

Az önce geçtiği üzere Allâh’ın haram yollardan kazanılmış mallarla yapılmış zekât, sadaka, hacc gibi ibadetleri asla kabul etmemesi hatta Hz. Peygamber’in Allâh’ın bu tür haramlarla beslenmiş insanların duasına icabet etmeyeceğini bildirmesi, en başta zikredilen hadiste helal hassasiyetinin farz üstüne farz bir görev olduğunun vurgulanması konunun önemini ortaya koyması açısından oldukça dikkat çekicidir. Daha da önemli- si insanların bu konuda hassasiyet göstermeyeceklerine Hz.

Peygamber’in özellikle dikkat çekerek o tür insanlardan olma- maları hususunda ümmetini uyarması helal kazanca ne kadar önem verdiğini gösteren bir husustur:

62 Mü’minûn (23), 51.

63 Bakara (2), 172; Maide (5), 88.

64 Bakara (2), 168.

65 Bakara (2), 168; En‘âm (6), 142.

66 Begavî, I, 497.

67 Nisâ’, (4),160-161.

(29)

B İ R İ N C İ B Ö L Ü M : K A Z A N Ç Ö N C E S İ N D E TA C İ R

Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöy- le buyurmuştur:

ىَلَع َّنَيِتْأَيَل َلاَق َمَّل َسَو ِهْيَلَع ُ َّللا ىَّل َص ِّيِبَّنلا ْنَع َةَرْيَرُه يِبَأ ْنَع

ٍماَر َح ْنِم ْمَأ ٍل َل َح ْنِمَأ َلاَمْلا َذ َخَأ اَمِب ُءْرَمْلا يِلاَبُي َلا ٌناَمَز ِساَّنلا

“İnsanlar, kişinin elde ettiği malın helalden mi yoksa haramdan mı geldiğine aldırmadığı —bütün derdi yeter ki o malı elde etsin— mut-

laka bir zamanı yaşayacaklardır.”68

Oysa Müslüman haram mı helal mi tam belli olmayan ve bu konuda şüphe duyduğu kazanç ve davranışlardan bile kaçınmak zorundadır. Çünkü Hz. Peygamber’in ifadeleriyle şüpheli şey- lere bulaşmış olanlar harama düşmüşlerdir. Şüpheli şeylerden kaçınanlar ise dinini, namus ve haysiyetini korumuş, bunların tertemiz kalmasını sağlamış olan insanlardır.69

Buna göre insanlar arasındaki ilişkiler ağının helal üzerine oturtulması hem adaletin ayakta tutulması hem de toplumsal huzurun sağlanması açısından zaruridir. Çünkü tayyib’in en önemli vasıflarından birisi insana ferahlık vermesidir.70

Üçüncü önemli nokta da hadis şarihlerinin ifadelerine göre Allâh’a dua eden kişi cihad, hacc, sıla-i rahim, ilim tahsili gibi ibadet değeri taşıyan oldukça yorucu, sıkıntılı, tehlikeli, uzun bir yolculuktan salimen dönmüş ve bu ibadetlerinin kabulü için ellerini semaya açıp Allâh’a dua-niyazda bulunmaktadır. Allâh Te‘âlâ ise haram kazançla beslenmiş bu şahsın ibadetini ve dua- sını reddetmektedir.

Burada şu husus üzerinde kısaca durulabilir. Acaba Allâh Te‘âlâ’nın haram yollardan kazanılmış mallarla geçimini temin eden kişinin kabul etmediği ibadetleri zekât, hacc, sadaka, kur- ban gibi mâlî özellik taşıyanlar mıdır? Yoksa diğer ibadetler de buna dahil midir?

Şu husus açıktır. Haram yollardan elde edilmiş mallarla ya-

68 Buhârî, “Büyû‘”, 7, 23; Nesâî, “Büyû‘”, 2.

69 Ebû Dâvûd, “Büyû‘”, 3, Tirmizî, “Büyû‘”, 1; Nesâî, “Büyû‘”, 2.

70 Tevbe (9), 72; Sâff (61), 12.

(30)

pılacak bir ibadetin kabulü söz konusu değildir. Mâlî ibadet ki- şinin kendisine ait kazançlardan olmalıdır. Haram yoldan elde edilen bir mal onu elinde tutana ait değildir ki onunla zekat ve- rebilsin, kurban kesebilsin ya da hacca gidebilsin. Bunları yapsa bile kendi adına olamaz ve dolayısıyla şekli olarak bir vazifeyi yerine getirdiğini zannetmekten başka bir anlam taşımaz. Me- sela hacc ile ilgili olarak bu husus şu hadiste ifade edilir: Bir kişi hacca niyetlenip yola çıkmak üzere ayağını bineğinin üzengisine koyup: “Lebbeyk! Allâhümme lebbeyk! (Buyur Allahım buyur!

Emrine amadeyim!)” şeklinde nida ettiğinde helal kazanç ile yola çıkıyorsa gökten kendisine şöyle bir karşılık gelir: “Haccın mübarek olsun, mutluluklar sana! Kazancın ve yolculuğun he- lale dayalı, haccın da makbul.” Kirli kazançla hacc yolculuğuna çıkıyorsa tam tersi bir cevap alır: “Seni kabul etmiyorum, mutluluk da dilemiyorum, kazancın haram, haccın da makbul değil / al haccını başına çal…”71

Hz. Peygamber’in ifadelerine göre makbul bir haccın karşı- lığı cennettir72 ve kişi hacdan döndüğünde anasından doğduğu gün gibi tertemiz bir biçimde yuvasına gelir.73 Ama hadisten anlaşıldığı kadarıyla haccın kabulünün en temel şartı hem saf niyetle (riya ve gösterişten uzak) hem de saf (temiz ve helal) ka- zanç ile yapılmasıdır.

Aynı şeyi zekât ve sadakalar için de söylemek mümkündür.

Hadiste bir hurma bile olsa helal yoldan kazanılmış maldan ve- rilen sadakayı Allâh Te‘âlâ’nın tıpkı bir şahsın sevdiği hayvanın (devesinin veya atının) yavrusunu özenle yetiştirip büyüttüğü gibi avucunun içine alarak Uhud dağı gibi hatta daha da fazla büyüteceğini yani dağ ağırlığında sevap vereceğini anlatır. Bu- nunla özellikle helalinden kazanılmamış mallardan verilen sa- dakanın reddedileceğine de vurgu yapılır.74

Aynı yöndeki diğer bir hadiste de Allâh’ın gayr-ı meşru yol-

71 Taberânî, el-Evsat, Kahire 1415, V, 251, nr. 5228; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, Kahire 1407, III, 210; X, 292.

72 Buhârî, “Umre”, 1; Müslim, “Hacc”, 437.

73 Bu hârî, “Muhsar”, 9-10; Müslim, “Hac”, 438.

74 Buhârî, “Zekât”, 8, “Tevhîd”, 23; Müslim, “Zekât”, 63-64.

(31)

B İ R İ N C İ B Ö L Ü M : K A Z A N Ç Ö N C E S İ N D E TA C İ R

lardan mesela devlet malından haksız bir biçimde elde edilmiş mallardan (gulûl) yapılmış hayırların (zekât, sadaka vb.) redde- dileceği belirtilir.75

Bakara sûresinin 267. âyetinde de bu hususa vurgu vardır:

“Ey İnananlar! Kazandıklarınızın helal ve temiz, kaliteli (tayyib) olanlarından infakta bulunun. Haram ve kötüsünü (habîs) vermeye

kalkmayın…”

Haramdan kazanan ya da kazancına haram katmış bir müs- lümanın bedenî ibadetlerinin makbul olup olmadığı konusunda bazı tartışmalar vardır. Ahmed b. Hanbel gibi bazı âlimler Hz.

Peygamber’in: “Kim on dirheme bir elbise alır da içinde bir dir- hem haram para bulunursa Allah o elbiseyle kıldığı namazı ka- bul etmez”76 gibi hadislerine dayanarak haramdan kazanan bir kimsenin ibadetlerinin dünyevî hükümler bakımından da ge- çerli olmadığı görüşünü dile getirirler. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu ise bu tür durumlarda ibadetlerin dünyevî hükümler bakımından yerine getirilmiş olacağı ve fıkhî açıdan borcun dü- şeceği mesela kaza gerekmeyeceğini savunurlarken Allâh katın- da makbul sayılmayacağını da söylemektedirler. Çünkü ibadetin en temel hedeflerinden birisi insanda olumlu anlamda davranış değişikliği meydana getirmesi, iyiye yönlendirmesidir.

İbadetler, kazancın helal olması hususunda önemli bir ter- biye aracıdır. Mesela namazda iken bir kimse kendisine normal hallerde helal olan işleri yapamamakta söz gelimi yiyip içeme- mekte ve bir nefis terbiyesi süreci yaşamaktadır. Oruç ibadetin- de de aynı şekilde kendisine helal olan yiyecekleri imsak vak- tinden akşam namazı vakti girinceye kadar yiyememektedir.

Birçoğumuz Ramazan ayında akşam ezanı okunmadan önce sofraya oturur kendimizi ne kadar aç ve susuz hissedersek ede- lim nefsimizi tutar ve ezanı bekleriz. Kendimize helal kılınmış olan şeyleri oruçlu olmamız sebebiyle yiyip içemeyiz. Keza hacc için giyilen ihram da bu noktada güçlü bir terbiye sürecidir. İh-

75 Buhârî, “Zekât”, 7; Müslim, “Tahâret”, 1.

76 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 98.

(32)

ramlı Müslüman kendisine normal şartlarda helal olan bazı şey- leri yapamamaktadır. Bu, ihram sonrasında haramlar konusun- da daha da hassas olmayı sağlayan bir süreçtir. Esasen Harem-i Şerîfe bu şekilde giriş bütün haramların terk edileceğine dair ve- rilen güçlü bir sözün ifadesidir. İhram, bir otun bile koparılması- nın, bir haşerenin öldürülmesinin, bir hayvanı avlamak bir yana avlayana gösterilmesinin bile cezasının bulunduğu, başkalarıyla tartışmanın, kötü söz söylemenin terkedildiği bir ortamda bir müddet yaşamaktır. Bunun insana kazandıracağı çevre bilinci, merhamet duygusu, iyiliği davranış biçimi haline getirme, so- rumluluk şuuruna sahip olma, nefsi terbiyeden geçirme ve ha- ramlardan uzaklaşma kararlılığı çok önemli bir eğitim sürecidir.

Namazı tamamladıktan sonra selam vererek çıkmak, akşam ezanıyla birlikte orucu açmak, hacc menasikini bitirdikten sonra ihramdan çıkmak (ihlâl) ibadet boyunca elde edilen sorumluluk bilinciyle insanların içine girip helalde sabit kalma kararlılığının uygulanmasına geçmek anlamı taşır. İbadet bunlara etki etmi- yorsa ortada sadece şekli olarak bir vazifenin ifası vardır. Kişi açısından ibadetin değeri ona kazandırdığı ahlâk ve bilinçle öl- çülür. İmâm Gazâlî der ki: “Haram yemekle beraber ibadet et- mek deniz dalgalarının üzerine bina yapmaya benzer.”77

Esasen emrolunan bütün ibadetlerin gayesi insanların iç dünyasının düzenlenmesi ve insanda olumlu yönde davranış değişikliği meydana getirmesidir. Bu noktada nefis terbiyesi önemli bir gayedir. İnsan, sırf Allâh’a ibadetle görevli, kötülük yapamayan meleklerle; Allâh’a isyan eden, iyilikten nasibi olma- yan ve bu yüzden de Allâh’ın huzurundan kovulan, kötülüğün sembolü şeytana ait duygularla birlikte yaratılmıştır. Yani insan bunlardan hangisine meylederse o tarafa yakın olacaktır. Bu, insanın melekleşebilecek ve şeytanlaşabilecek bir özelliğe sahip olduğunu göstermektedir. Kur’ân-ı Kerîm bu yaratılış gerçeğini şu âyetiyle ifade eder:

“Nefse ve onu biçimlendirene, Ona kötülükleri/isyanı (fücûr) ve korunmasını/itaatını (takvâ) ilhâm edene andolsun ki: (Allâh’tan

77 İhyâ’ü ‘ulûmi’d-dîn, Beyrut, ts. (Dâru’l-Ma‘rife), III, 89.

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırma sonucunda, insan kaynakları yönetiminin örgüt içerisinde personelcilik ve insan kaynakları yönetimi olarak ikiye ayrıldığı, insan

Sözlü/Yazılı giriş sınavının yapıldığı durumlarda; Tezli yüksek lisans programlarına başvuran adayların başarı notunun hesaplanmasında, ALES puanının

Osmanlı basın hayatında yaşanan bu gelişmelere bakılacak olursa, gazetenin Batı’da olduğu gibi sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal gelişmelerin oluşturduğu

Sosyal Bilimler Alanında Tezli Yüksek Lisans yapmış olmak.(Aday için eksik görülen dersler Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimilisans/Kamu Yönetimi Yüksek Lisans programından bir yıl

Endülüs’teki hayatında olduğu gibi Kurtubî’nin Mısır’daki hayatına dair de temel kaynaklarda neredeyse herhangi bir bilgi verilmemiştir. Bundan dolayı yine

ةفيلفلا ىلإ غسرأ ملسم نب ةبيتق نأ كلذ غثمو ،هيوقت ةيعرش ةفص يأ نم هل عقوملا ةيرعت ىلإ َعلاو" ناميلةس عقوف علفلاب هددهتي كلملا دبع نب ناميلةس ِقا. َب ُة ِل ْل ُم

 Durup dururken gidip onlara sarılın,öpün.Emin olun ki bu çocuklarınızın çok hoşuna gidecektir.Çocuklar ana babalarının koşuşturmaca içinde

Bu kap- samda biz, “Hasan Basri Çantay’ın ‘Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm’ Adlı Eseri ve Bu Eserin Günümüz Meâl Çalışmalarına Etkisi” başlıklı makalemizde,