ÇOCUK KENDİLİĞİMİZ: KÜÇÜK PRENS
Celal Odağ*
ÖZET
K ü ç ü k P ren s ç o k k ü ç ü k b ir g ezeg en d e y a ş a m a k ta d ır. B ir g ü n ayrılır ya şa d ığ ı y e r d e n ve b a ş k a g eze
g en lerd e ‘t u h a f b u ld u ğ u ‘b ü y ü k le r le ’ ka rşıla şır. A yya ş, kral, k e n d in i b eğ en m iş, işa d a m ı, fe n e rc i ve coğrafyacıyla tanışır. Tilki, y ıla n ve g ü l ile k o n u ş u r . Tanıştığı k iş ile r d o y u m s u z b ir y a ş a m s ü r d ü r m e k te d ir. T e k d ü z e b ir b e k le n ti için d ed irler tü m ü . A y y a ş iç k i d ışın d a b ir şe y i g ö rem em ekted ir. Kral e m ir vereceği k u lu , k e n d in i b e ğ e n m işs e o na h a y ra n ola ca k k iş iy i b e k le m e k te d ir. İşa d a m ı is e r a k a m ları çoğaltm a tu t k u s u n a k a p tır m ış tır k e n d in i, tü m z a m a n ın ı yıld ızla rı sa y m a k la g eçirm ekted ir. K ar
şılaştığı 'b ü yü kler', K ü ç ü k P r e n s i k e n d i beklentileri, k e n d i tu tk u la r ı k a p s a m ın d a algılarlar. A yya ş için iç k is in i engelleyen, k r a l için e m ir verebileceği, k e n d in i b e ğ e n m iş için o na h a y ra n olacak, işa d a m ı iç in s e va ro lu şu ö n e m s iz b ir k iş id ir K ü ç ü k P rens. K ü ç ü k P ren s b u b ü y ü k le r i a n la ya m a z, onlarla a n la şa m a z, y a n la r ın d a k a la m a z, ayrılır y a n la rın d a n . B u k e z b ü y ü k sa h ra d a E x u p e r y ile karşılaşır.
B u ç o c u k ve e rişk in E x u p e r y ’n in b ir birlikteliğidir. K ü ç ü k P rens ö y k ü s ü b u birlikteliğin b ir ü r ü n ü dür, ç o c u k v e e rişk in E x u p e r y ’n in doğurganlığıdır, te k o lm u ş (birlenm iş) ik ilin in o r ta k b ir ya p ım ıd ır.
R u h ç ö z ü m s e l a ç ıd a n iç in d e k i çocuğa y a ş a m a h a k k ı veren, ç o c u k lu ğ u y la b ü tü n le ş m iş , ç o c u k ve eriş
k in k e n d ilik le rin i b ireşim (sentez) y a p a b ilm iş b ir y a za r ın y a r a tısıd ır ö ykü . Anahtar sözcükler: K ü ç ü k p re n s , ç o c u k lu k , k e n d ilik
SUMMARY: THE SOUND OF OUR CHILDHOOD, THE CHILDHOOD INSIDE US, OUR CHILDHO
OD SELF: LITTLE PRINCE
L ittle p rin c e is livin g in a v e r y tin y p la n e t. O ne day, h e lea ve s h is p la c e a n d m e e ts so m e ‘g r o w n -u p s ’ in o th e r p la n e ts w h o m h e th i n k are ‘o d d ’. H e m e e ts th e tippler, th e kin g , th e co n ceited m a n , th e b u s in e s s m a n , th e la m p lig h te r a n d th e geographer. H e ta lk s to th e fox, th e s n a k e a n d th e rose.
H e realizes th a t all th e s e p e o p le h a v e a n u n p le a s a n t life. A ll o f th e m are w a itin g fo r so m e th in g m o n o to n o u s ly . T h e tip p le r ca n se e n o th in g b u t th e d rin k. T h e k in g is lo o k in g a fte r a sla ve to c o m m a n d , th e co n ceited m a n is lo o k in g a fte r s o m e o n e w ho will a d m ire h im . T h e b u s in e s s m a n is o verw h elm ed b y th e n u m b e r s w hile h e c o u n ts th e sta rs. T h e ‘g r o w n -u p s ’ p erc e iv e little p rin c e a cco rd in g to th e ir ow n e x p e c ta tio n s a n d p a s s io n . F or th e tippler, little p rin c e is so m e o n e w ho p r o h ib its h is d rin kin g , h e is a sla ve fo r th e k in g , a n a d m ire r fo r th e co n ceited m a n a n d a n u n im p o r ta n t p e r s o n fo r th e b u s i
n e s s m a n . L ittle p r in c e ca n n o t u n d e r s ta n d th e ‘g r o w n -u p s ’, can n o t live w ith th e m a n d leaves. H e m e e ts E x u p e r y in th e d esert. T h is is th e m e e tin g o f th e c h ild a n d a d u lt E x u p e ry . L ittle p rin c e is th e s to r y o f th is m eetin g , is th e p r o d u c tiv e n e s s o f th e c h ild a n d a d u lt E x u p e r y a n d th e collective p r o d u c t o f th is couple. P sychoanalytically, th e s to r y is a creation o f a writer, w ho b ec a m e a n u n ite d w hole w ith th e ch ild in s id e h im , w ho allow ed th is ch ild to live in s id e h im a n d w ho c o u ld fo rm a s y n th e s is b e tw e e n h is ch ild h o o d a n d a d u lt s e l f
Key words: L ittle prin ce, childhood, s e lf
ÖNDEYİŞ
Fili yutm uş boa yılanının resmini çizmekle başlı
yor Küçük Prens'in öyküsü. Oysa fili yutm uş boa yılanının resmini yapm ak büyüklerin aklına gelmez çoğunlukla. Çünkü gelişim ile birlikte ruhsal bir yapılanm a da başlar. Ruhsal gelişim yatay ve dikey düzlem de oluşur. Bir yanıyla il
kelden olguna (dikey) giden bir çizgiyi izler.
Başka bir yanıyla gelişimde dağınıklılıktan bü tü ne (yatay) bir gidiş vardır. Böylece haz ilkesin
den gerçeklik ilkesine geçilir, dürtülerin ve dür- tüsel eylemlerin denetimi başlar. A nında ve tam doyum sağlam a yerini beklemeye, ertelemeye bırakır. Bu işlevsel değişimler ruhsal yapının ör
* Doç. Dr., H alim e O dağ P sika n a liz ve P sikoterapi Vakfı, İzmir.
gütlenm esine koşutturlar. Ölçü, ciddiyet, so
rum luluk duygusu gelişimin kazanımlarıdır. Bu özelikleriyle gelişim iç yaşam dan (alt bilinçten) bir uzaklaşmadır. Erişkinler için bir çeşit kalıp
laşm adır bu, bir parçacık da yoksullaşma. Ço
cukların oyunları, uçak olup uçmaları, sopayı at yapıp ona binmeleri, fili yutm uş boa yılanının resmini çizmeleri ise onlarda gerçeklik ilkesinin, ölçü kavram ının, ciddiyet anlayışının tam geliş
mediğini, anında ve tam doyum arayışının sür
düğün ü düşündürür. Bunlar aynı zam anda ru h sal yapıdaki esnekliğin, kalıplaşmamışlığın da belirtileridir. Gelişimin en erken evrelerindeki yapılanmam ışlık ruhsal yapının ilkelliğini işaret
ler bir yanıyla. Bir yanıyla da iç yaşama, alabi- lince, dürtülere yakınlığı ve benzerliğini göste-
Ç ocuk ve G ençlik R u h Sağlığı D ergisi : 11 (2) 2 0 0 4
rir. Bu d urum ise tutarsız eylemlerin, uçarı d ü şüncelerin, denetimsiz davranışların nedenidir çocuklarda. Bu düzensiz, ertelenemeyen, denet
lenemeyen davranışlar, uçarı düşünceler, çeliş
kilerin ve zıtlığın biraradalığı, alt bilincin işlevle
rine benzerler. Çocuklarda alt bilinç ile bilinç birbirlerine yakındırlar. Ama büyükler bu yakın
lığı görme yerine 'haşarı', 'haylaz; 'söz dinle
m ez', 'çekilmez' sıfatlarıyla nitelerler çocukları
nı. Kuralcılar için denetimsiz davranışlarda dışa vuran alt bilinç, disiplinsizlik, düzensizlik, rahat kaçırma anlamını taşır. Ruhçözümcüleri için ise aynı belirtiler yaşam kıvancıdır, yaratıdır, kos
koca fili boa yılanının karnına sığdıran bulun
maz bir düşünce zenginliğidir.
ÖYKÜ
Exupery'nin çocukken (Antoine) fili yutm uş boa yılanının resmini yapmasıyla başlıyor 'Küçük Prens'in öyküsü. Büyüklere yaptığı resim den korkup korkm adıklarını sorar Antoine. 'Kork
m ak mı?' derler büyükler, 'şapkadan mı?'. Bü
yükler anlam adığı için bu kez fili yutm uş boa yı
lanının içini çizer çocuk, 'şu büyüklere her şeyi ayrı ayrı anlatm ak gerekir' eklemesini de yapa
rak. Büyükler bu kez de boa yılanının içinin ya da dışının resimleriyle uğraşm ayı bırakıp kendi
sini coğrafya, tarih, dilbilgisine vermesini öğüt
lerler. Yaptığı iki resm in başarısızlığı hevesini kırm ıştır çocuğun. Ressam olm aktan vazgeçer ve başka bir meslek seçerek pilot olur. Pilot Exu- pery birçok yeri ve birçok kişiyi tanım a fırsatını bulm uştur. Ama doğrusunu söylemek gerekirse çocukluğunun erişkinler hakkındaki yargısı de
ğişmemiştir. Bu nedenle yaşıtlarına boa yılanını, balta girmemiş ormanları, yıldızları anlatacağına briçten, golften, politikadan söz eder. 'Büyükler
deki keyfi görün siz artık, aklı başında biriyle karşılaştı ya!' (Exupery 2000 s.11).
Yazar Exupery Büyük Sahra Çölü üzerinde uça
ğıyla geçirdiği kazaya kadar bu yüzden yapayal
nız yaşadığını anlatır. Böylece derin ve sığ yaşa
yanlar arasındaki çarpıklığı da dile getirir. Kü
çük Prens öyküsü şöyle sürer: Kazadan sonra en yakın yerleşim m erkezinden bin kilometre uzak
ta kum da uyum uştur bir gece, gün doğarken de
ona seslenen incecik bir sesle uyanmıştır.
'Lütfen! bana bir koyun çizin' dem ektedir ince ses.
'Ne?'
'Bir koyun çizin'
Exupery'nin Küçük Prens ile karşılaşması işte bu şaşkınlıkla başlamıştır. ince ses bir koyun resmi yapm asında direnm ektedir. Pilot Exupery iste
nen resmi çizemez, çünkü resim yapm ayı u n u t
m uştur. Koyun yerine bir kutuyu resimler, ko
yunun da kutunun içinde olduğunu söyler. Son
ra aralarındaki konuşm a sürer kendiliğinden.
Exupery'nin uçakla geldiği ve dünyalı olduğu, Küçük Prens'in başka bir gezegende yaşadığı ortaya çıkar. Küçük Prens'in yaşadığı gezegende dört dikenli bir gülü vardır. O nunla konuşm ak
tadır. Başka bir çok gezegeni de dolaşmıştır. Her gezegende 'tuhaf' bulduğu kişilerle karşılaş
mıştır. Tanıştığı ayyaş, kral, kendini beğenmiş, işadam ı ya da coğrafyacı kendisiyle ilgi alanları dışında bir kişi olarak ilgilenmezler. Küçük Prens'in nasıl bir kişi olduğunu m erak etmezler, onu anlam azlar am a gitmesini de istemezler.
Yalnız kalamayacakları, katlanam ayacakları bir yalnızlık içindedirler çünkü. Tekdüze tutkula
rın, tekdüze uğraşların, tekdüze düşüncelerin tutsağıdır tüm ü; kalıplaşm a ve yoksulluğun da aynı zam anda. Küçük Prens de onları anlaya
maz. Kendini beğenmişlik, krallık, ayyaşlık, işa- damlılığı erişkinlerin özellikleridir çünkü, ço
cukların değil. Büyükleri çocukluklarından uzaklaştıran, yalnızlığa ve doyum suzluğa iten özelliklerdir bunlar.
Büyüme birlenme, tam lanm ayı (Yunus Emre), yani olgunlaşma ve bilgeliği birlikte getirmiyor her zaman. Oysa birlenme, tam lanm a ve olgun
laşma bireyleri tekdüzelikten kurtarıyor, yitimi engelliyor. Sevginin ve yaratının yitimini her şeyden önce. Oysa büyüm e ile yozlaşan, sevgi
den uzak, yalnız ve doyum suz, iç sıkıntıları için
deki erişkinlerin sayısı çok ne yazık ki. Dolaştı
ğı gezegenlerde ne buyruk verm ek için bir kul arayan kralı, ne hayranlık arayan kendini beğen
mişi, ne yıldızları sayan işadam ını anlayamaz
Küçük Prens. Ayyaşın mantığı ise kafasını daha çok karıştırmıştır.
'N e yapıyorsunuz burada' diye sorar ayyaşa.
'içiyorum ' der ayyaş asık suratla.
'Niçin içiyorsunuz' diye Küçük Prens yine sorar.
'U nutm ak için' diye yanıtlar ayyaş.
Küçük Prens adam ın haline üzülerek, 'neyi unutm ak için ?' diye sorar bu kez de.
'Utancımı' der adam başını sallayarak. 'Niçin utanıyorsunuz ki' diye sorar Prens. 'içtiğim için' der adam (Exupery 2000 s.45) . Küçük Prens ay
yaşın mantığını anlam ayıp uzaklaşır oradan.
Çocuk M antığı
Çocukların, ayyaşın bir kısır döngüde saplanıp kalmış m antığını anlam aları olanaksızdır; onun yanında kalmaları da. Ç ünkü daha içtenlikli, daha saf, daha ilkel am a daha dolaysız, ikiyüzlü
lükten uzak, bozulmamış, yaşam dan ve sevgi
den soyutlanmamış, özün belirlediği bir m antık
tır çocuklarınki. insanları küçük görmelerin, aşa
ğılamaların bu m antıkta yeri yoktur. Bazen d üş
le gerçeğin karıştırıldığı da olur, ama yadırgan
maz .
Çocuk tasarımları, çocuk düşlemleri, çocuk d ü şünceleri, çocuk dürtüleri ve m otor etkinlikleri daha şiddetli, daha değişken, daha uçarı oluyor.
Çocuklar düşüncelerini sınırlayamıyor, bir d üş
lem de kalamıyor, m otor etkiliklerini denetleye- miyorlar. Erişkinler ise bu ortak özelliklere 'ço
cukluk' diyorlar bir küçümsemeyle. Çocuklar
d an düşüncelerini sınırlamalarını, dürtülerini, istemlerini, m otor etkinliklerini denetlemelerini bekliyorlar, aslında kendileri gibi olmalarını isti
yorlar. 'Bırak' diyorlar A ntoine'a 'resim yapm a
yı da tarih ve coğrafya öğren'. H atta düzeni, te
mizliği öğrenmeleri için çocukları zorluyor bü
yükler. Bu zorlanm ada çocuklar ya özlerinde kalm ak ya da özlerinden uzaklaşmak; büyükler gibi olmak seçenekleri arasında bocalıyorlar.
Yardım alacakları kişilere, korunacakları kişilere karşı koym ak zor geliyor çocuklara. Genelde sevgiyi yitirme korkuları onları büyükler gibi
olmaya itiyor. Böylece erişkinlerin önemsemeye
rek 'çocukluk' diye niteledikleri çocukların or
tak özellikleri 'toplum sallaşm a' sürecinde ortak bir sorun olma özelliği kazanıyorlar. Aslında sı
nırsızlık ve enginlik çocuk m antığının erişkinle
rin mantığı ile uyuşm azlığının başka bir nedeni
dir. Çocuklar tekdüzeliği sevmiyor, değişikliği arıyorlar, ayyaştaki gibi doyum suz bir kısır dön
güde kalamıyor, bu çıkm azda yaşayamıyorlar.
işte bu uyuşm azlıkta kendini belli eden, özün belirlediği bir mantıktır çocuklarınki. Çocukların 'ortak özellikleri' ise erişkinlerce bir erdem gibi değerlendirileceğine, içeriğindeki zenginlikler görüleceğine, sığ bir değerlendirmeyle 'çocuk
luk' diye niteleniyor. Küçük Prens de ayyaşın, kendini beğenmişin, işadamının, kralın tekdüze
liğini, sınırlılığını, doyum suzluğunu anlayam ı
yor; onların m antığına yabancı kalıyor. Onların yanında kalamıyor, ayrılıyor yanlarından.
Erdem Saygı Bağlantısı
Ayyaş ya da kral gibi belirli bir rolün, sınırlı bir yaşam alanının dışına çıkamayan kişilere rastla
m ak için gezegenleri dolaşm ak gerekm iyor Kü
çük Prens'in yaptığı gibi. N e yazık ki bizler dar bir alana hapsolm uş, hep bir şeyin peşinde ko
şan, sürekli koşuşan, belirli bir rolün tutsağı kişi
ler görürüz çevremizde çoğunlukla. Bu tutsak
lık, bu koşuşma, bu tekdüzelik ise başkalarının bağımsız bireyler olarak algılanmasını, onların iyi ya da kötü özelliklerinin, varsa erdem lerinin ayrım sanm asını engelliyor. insanlar başkalarını algılar, onları değerlendirirken kendi kendileri
ni algılayışlarının sınırlarını aşamıyorlar, başka
larıyla özlerine yönelebildikleri oranda bağlantı kurabiliyorlar. Sınırların daraldığı oranda baş
kalarının bireyselliği yitiyor. Öncelikli olarak on
ların olum lu özellikleri, erdem leri değerlendiri
lemiyor. Ayyaşın, kralın, kendini beğenmişin, işadam ının Küçük Prens'i onları anlayan, onları m erakla dinleyen bir kişi olarak algıladıklarını, onun bireyselliğini ayrım sadıklarını onun sıcak
lığının ayırdına vardıklarını söylemek güç. Kral emirlerine uymasını, kendisine emir verilecek olanaklar sağlamasını, kendisini beğenmiş ona hayran olunm asını bekliyor. ikisi de Küçük
Prens'e belli bir görev veriyor, onu işlevselleşti
riyorlar. Kişilerin bireyselliğini tanım a yerine onlardan yalnızca belirli bir işlevi üstlenmesini beklemeyi yani kişileri işlevselleşen nesneler olarak görmeyi, ruhçözüm cüleri 'işlevselleştir
m e' diye tanımlıyorlar. işadam ı işine, ayyaş içki
sine öylesine bağımlılar ki, Küçük Prens'in geli
şini, tüm yalnızlıklarına karşın algılayamıyorlar.
Bireyselliğin tanınm adığı yerlerde benlik, er
dem leri de ayrım sayam ıyor, onları beğeniye bağlayamıyor ya da beğeniyi coşkuya, hayranlı
ğa çeviremiyor. 'Beni görmedi, benim değerimi anlam adı, benim gibi birine dikkatsiz davrandı' yakınm aları bu yetersizliğin ciddiye alınması ge
reken bir sonucudur. Bu yetersizliğin kalıplaş
mış rollerle birlikteliği olum suz bir ruhsal geli
şimin, yozlaşmanın, yabancılaşmanın am a aynı zam anda yalnızlığın işaretlerini verir. B üyüdük
çe kendine yabancılaşan, yalnız, doyum suz, iç sıkıntısı içindeki erişkinlerin sayısı çoktur ne yazık ki. Çat kapı kom şu gezmelerinin, dediko
duların, aile kavgalarının bu sıkıntıyı ortadan kaldırm a gibi amaçları vardır. Bir kalıbın tutsağı olanlar, sürekli koşuşma içindekiler başkaları, kendi kendileri ve çocukluklarıyla bir bağlantı kuram ıyorlar. Kişi kendinin ve başkalarının er
dem lerini değerlendirem iyor, kendine ve başka
larına dikkati, saygısı, azalıyor, başkalarıyla do
yurucu ilişkiler kuram ıyor. Bu kişilerin çocuk kendilikleriyle yani çocukluklarıyla ya da kendi çocuklarıyla onları onaylayan/anlayan doyu
rucu bağlantılar kurm aları da güçleşiyor.
İçim izdeki Çocukluğum uz/Çocuk Olm a H akkı 'Küçük Prens' erişkin Exupery'nin içinde taşıdı
ğı çocukluğudur, çocuk kendiliğidir, Anto- ine'dır. Büyükler tarafından anlaşılmamış, onla
rın mantığı ile kafası karışan, büyükleri 'tuhaf' bulan çocuğun, çocuk Exupery'nin dışsallaştırıl
mış bir simgesidir. Aslında bu tuhaflık, bu anla
şılmazlık pilot Exupery ile briçten, golften ko
nuşm ak isteyen sığ kişiler arasında sürer. Bütün insanlar çocukluklarını, çocuk kendiliklerini iç
lerinde taşırlar; büyükler ile yaşadıkları sorunla
rını, anlaşmazlıklarını, düş kırıklıklarını da.
O lum lu ya da olum suz birçok deneyimle çocuk
luktan ergenliğe, ergenlikten erişkinliğe geçili
yor. Bu geçiş sıralam asında erişkinler çocuklu
ğu, çocukların ortak özelliklerini bir erdem ola
rak değerlendirem iyor genelde, çocukları ken
dileri gibi olmaları için zorluyorlar çoğu kez.
'Sen' diyorlar A ntoine'a 'fili yutm uş bir boa yıla
nının resmini yapm ayı bırak da tarih, coğrafya, dilbilgisi öğren'. Erişkinlerin 'çocukluk hakları' yönünde duyarlı olduklarını söylemek de güç.
N e yazık ki büyükler düzen ve temizliğe, 'çocuk
luk haklarından' daha önde yer veriyorlar. Oysa çocuklar yalnızca 'rızklarıyla' birlikte doğm u
yorlar; halk dilinde söylendiği gibi. Disiplini öğ
renm ek için gelmiyor yeryüzüne çocuklar; eriş
kinlerin bekledikleri gibi. Doğan çocuklar, çocuk olma haklarını da birlikte getiriyorlar: Çocuklu
ğunu yaşama hakkını her şeyden önce. Yalnızca rızklarıyla değil, yalnızca disiplini öğrenm ek için değil; sevilme ve korunm a, oyun oynayabil
me, oyun alanları bulma, doğru d ü rüst bir eği
tim alabilme haklarıyla geliyorlar yeryüzüne ço
cuklar. İçlerinde anneye doyabilme, babayı tanı- yabilme istemlerini de taşıyarak geliyorlar. Bu istemlerin doyurulm ası yerine büyükler tara
fından kullanılm ak istemiyorlar. Çocuklar, ço
cuk olmak istiyorlar; büyüklerin beklentilerini (narsisistik gereksinimlerini) doyuran bir nesne değil. Anlaşılmak istiyorlar, 'çocukluk' diye ni
telenen özelliklerin önemsenmesini de. Çocuk
lar ne annenin sırdaşı ne yandaşı ne de onun öz- sevisel bir nesnesi olmak istiyorlar. Anne için düş kırıklığına uğradığı kocanın yerine geçme
ye, yedek bir nesne olmaya karşılar. Çocuklar amaçlarını kendileri belirlemek istiyorlar, doyu
m un, ayrışmanın, özerkliğin peşindeler çünkü.
Kom şunun camını kırm ak ağır suçlardan sayılır genelde. Camı kıran çocuk kaybolmak, yalan söylemek zorundadır bu yüzden. Çocuğun cam kırm a özgürlüğü yoktur ama kırabilmesi yaşı
nın gereğidir aslında. Bunun yerine iç ve dış bir
çok neden çocuğu büyüm eye, büyük olmaya , büyükler gibi kuralları öğrenm eğe itiyor, büyük
lerin gereksinimlerini doyurm aya zorluyor. Bu zorlanm ada çocukluğunu yaşayam ıyor çocuk
lar, öksüzleşiyorlar . Yalnızca babanın, annenin yitimiyle öksüzleşmiyor insanlar. Çocukluğunu yaşayam am ak da öksüzleştiriyor kişileri.
İçinde taşıdığı dürtüsel eğilimler çocuğu büyü
meye, gelişmeye, erişkin olmaya en erken çocuk
luk dönem lerinde iterler. Büyümeyle çocuklaş
m a eğilimleri ergenlik dönem inde doruk nokta
larına ulaşırlar. Bir yandan olgunlaşma, bir bü
yük gibi davranm a zorundadır ergen; ancak ço
cukluğun gereksinimlerini de içinde taşır. Ço
cuklaşmayla çok ciddi bir erişkin gibi davranm a arasında bocalar d u ru r ergenler b u nedenle. Bü
yüm e denen olgu da çocukluğun ya da ergenli
ğin gerilerde kaldığı, yittiği anlam ına gelmiyor.
Erişkinliğin getirdiği tüm değişime, toplum a uyum a, çocuklukta yaşanan tüm baskılara kar
şın; ruhsal katm anların derinlerinde bir parçacık çocukluk (çocuk kendiliği) bir paçacık ergenlik (delikanlılık) yine de kalıyor. Bu nedenle hepi
m izin içinde bir Küçük Prens yaşıyor. Yalnız kal
dığımız, güç d u ru m da olduğum uz, destek ve dayanak aradığımız, büyüklerin yaptıkları saç
malıklarla karılaştığımız konum larda canlanan çocukluğum uzdur bu. Bu nedenle Exupery'nin bir kazadan sonra Küçük Prens ile karşılaşması bir rastlantı değildir.
Küçük Prens'in ince sesi, canlılığın, bozulmamış sevginin, bizi biz yapan değerlerin simgesi izle
nimini veriyor bu açıdan. Bu ses, içimizdeki ço
cuğa, genelde çocukların sesine kulak vermemiz yönünde bizleri uyarıyor aynı zamanda.
Küçük Prens'in öyküsü büyük sahrada yerleşim bölgesinden bin kilometre uzaklıkta büyük Exu- pery ile Küçük Prens'in susam aları ve bir kuyu aram alarıyla sürm ektedir. Sonunda bir kuyu bu
lurlar. Öykü şöyle sürer: ( 2000 s.79/80)
'Çok garip' dedim Küçük Prens'e. 'Çıkrık, kova, ip. H er şey kullanılm aya hazır.'
Güldü, ipi yakalayıp çıkrığı döndürdü. Çıkrık rüzgarın u n uttuğu eski bir yel değirm eni gibi in
ledi.
'D uyuyor m usun?' dedi Küçük Prens. 'Kuyuyu uyandırdık, şarkı söylüyor...'
Kendini yormasına gönlüm razı gelmedi.
'Bana bırak ' dedim . 'Sana ağır gelir.'
Kovayı çekip kuyunun kıyısına koydum . Yor
gun, am a suyu çıkardığım dan dolayı da m utluy
dum . Çıkrığın sesi kulaklarımdaydı. Hala çalka
lanan suda güneşin ışığı oynuyordu.
'İşte bu suya susadım ' dedi Küçük Prens. 'İçmek istiyorum , biraz verir m isin bana?'
N e istediğini anlamıştım. Kovayı dudaklarına eğdim. İçerken gözlerini kapamıştı. Tatlı bir şö
lendi bu. Sıradan bir susuzluğu giderm ek olma
dığı kesindi. Yıldızların altındaki yolculuğun, çıkrığın sesinin ve kollarımdaki yorgunluğun da payı vardı bu tatlılıkta. Yüreğe iyi gelen bir yanı vardı, arm ağan gibi.
'Yaşadığın yerdeki insanlar ' dedi Küçük Prens, 'bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, am a asıl aradıklarını bulam ıyorlar yine de'.
'Bulamıyorlar ' diye yanıtladım.
'Ve aradıklarını tek bir gülde ya da birazcık su
da bulabilirler.' 'D oğru' dedim.
Küçük Prens ekledi:
'Am a gözler kör, yüreğiyle bakmalı insan'.
K endinden K açış/D oyum suzluk
Alıntıda çocuk Exupery ile erişkin Exupery'nin konuşm ası sevgi dolu, doyulm az bir sıcaklığı iletiyor bizlere. Bu sıcaklıkta. çocuk ve erişkin Exupery'nin iç yaşam daki (alt bilinç) bütünlüğü dışa vuruyor. Anlıyoruz ki bu birlenm enin kor
kutucu, çocuklaşabilmenin sakıncalı, kendiliğe yönelm enin yani kişinin kendisi olabilmesinin ürkütücü bir yanı yok. H atta çocukluktan kaçıl- maması, bir kişinin kendisinden uzaklaşmaması, çocukluk anılarına, çocuksu düşlere kendisini kaptırm ası, sahranın orta yerinde ku yunun düşlenmesi, kuyunun uyandırılm ası, su bulun
ması sıcaklık veriyor, um ut aşılıyor. Sanki bir er
dem. Böylece uyuyan kuyu uyandırılıyor, şarkı
ları duyuluyor. Yunus Emre de Exupery'den ye
di yüzyıl önce dönm e dolabın iniltilerini d u y
m uş, onunla dertleşmiş. Exupery'nin söylemek istediklerini bu ndan yedi yüzyıl önce bize şöyle aktarmış.
Dolap niçin inilersin
D erdim vardır inilerim
Beni bir dağda buldular Kolum kanadım kırdılar Dolaba layık gördüler Anın için inilerim
Yazıktır ki birçok insan çocukluğundan kaçıyor;
iş ciddiyeti arttıkça, kazanılmış unvanlar büyü
dükçe bu kaçış şiddetleniyor. Bir çok erişkin ço
cuklaşmayı nedense kendilerine yakıştıramıyor.
işleri, m akamları dışında da takındıkları, esnek
liği olmayan bir ciddiyete kaptırm ışlar kendileri
ni. Ç ocukluğundan kaçanlar kendi kendilerin
den de uzaklaşıyor. Küçük Prens'in gezegenler
de rastladığı ayyaş, kral, kendini beğenmiş, işa
dam ı katlanılmaz bir yalnızlık, iç sıkıntısı içinde.
Tüm ü doyum suz, tüm ü birşeyi, bir geleni bekli
yor. Ayyaş içkiyi arıyor, kral emir vereceği kulu, kendini beğenmiş ona hayranlık duyacak kişiyi;
işadam ı rakam ların çoğalmasına kaptırmış ken
disini. Tüm ünün gözleri dışarıya yönelik. Kendi kendinden kaçanların, çocukluğundan uzakla- şanların, doyum sağlayamayanların, m utsuzla
rın gözleri dışarıya yönelik oluyor, doyum un dı
şardan sağlanacağı u m u du içindeler. Tüm ü bir düşünceye, bir tutkuya, bir gereksinme, bir ara
yışa odaklanmış. Ayyaş içkisine, kral emirlerine, kendini beğenmiş hayranlığa, iş adam ıysa ra
kam ların çoğalmasına kilitlenmiş. Bu, kendisi ile barışık olmayan, tem elde kendi kendisinden (kendiliğinden) kaçış içindekilerin, doyum suz
ların yönüdür. Birçok insan kendisini değerli bulam ıyor, kendisine ve başkalarına yettiği inancını geliştiremiyor, kendi kendisini onayla- yamıyor. Bazıları ise çirkin oldukları, yetersiz ol
dukları hatta tiksinti uyandırdıkları duyguları içinde. Kimisinde ise becerileri beklentilerine uym uyor, yapabildikleri kendilerine yetmiyor;
kendinden ve çocukluktan kaçış böylesi kişilerin bir kurtuluş seçeneğidir. Ancak bu seçeneğin yalnızlıktan, iç sıkıntısından kurtarıcı bir etkisi yok. Doyum da sağlayamıyor. Kendinden kaçış başarısız bir çabadır aslında. Çünkü insanın ken
di kendisini değerlendirmesi, kendisini algıla
ması kendinden kaçışın asıl nedenidir. Kaçış bu nedenleri ortadan kaldıramıyor. D oyum un dı
şardan geleceği beklentisi de doyum sağlam ada
ki yetersizliklerin, alıp sindirebilme yetilerindeki engellerin, yani içimizdeki sorunların bir sonu
cudur. Çocukların ortak özellikleri içinde, yani özde, doyum sağlam ada yetersizlik, kendi ken
disine yetmemek, kendinden kaçış gibi sorunla
rın yeri yok. Tüm bu sorunları, çocuklar 'tem iz
liği', 'düzeni', 'kuralları' öğrenirken, 'uyum u' öğrenirken, yani erişkin olma, erişkinlere benze
me yolunda, toplum sallaşırken geliştiriyorlar.
Çocukluğun sesine kulak verm emek bu sorunla
rın gelişmesini kolaylaştırıyor. Uyum u, disipli
ni çocukların ortak özelliklerinden önde tutan
lar içinde çocukların gamsızlığından, uçarılıkla
rından, kurallara dikkat etmeyişlerinden, gürül
tü yapm alarından rahatsız olanlar ne yazık ki azınlık değil. Bu rahatsızlık onları gereğinden sert yapıyor. Kendi çocukluklarında olumsuz deneyim ler yaşayanlar, içlerinde yitm eyen ço
cukluk eğilimlerini, çocukluk özlemlerini bastırı
yor; dahası, onların bir daha ortaya çıkmamaları için ellerinden geleni yapıyorlar. Kimileri bu sa
vaşı başka kişilerde bu eğilimlerin uyanmasını engelleyerek, onların bastırılmasını sağlayacak kuralları uygulayarak vermeye çalışıyorlar. Ya
saklar koyuyorlar bu önlemlerin yetersiz kaldığı yerlerde. Bunların arasında aşırı disiplinciler, ço
cukları sevmeyenler, çocuklara katlanam ayanlar çoğunluktadır. Örneğin ciddi bir işadamının, kuralcı bir yöneticinin uyguladığı disiplinin şid
deti, disiplin sağlam adan çok, kendi içinde ta
şıdığı düzensizliği bastırm aya, yani kendisi için gerekli olduğunu sandığı disipline yarar. Ama b un un baskısını çevre, en çok da çocuklar çeker.
SONDEYİŞ
Büyümeyi çocuk olmanın karşıtı bir olgu gibi görenler de var yeryüzünde, çocuk olma istem
lerini, çocukluklaşma özlemlerini, çocuksu dav
ranışlarını bastırma, çocuk kendiliklerini alt bi
lincin en derin katlarında saklam a gereksinimini duyanlar da. Böylesi kişiler çocuksu davranışla
rı, çocuksu istemleri kendilerine yakıştıramıyor, çocuksu davranışlarla ciddiyeti bağdaştıramı- yor, çocukluklarıyla barışık yaşayam ıyorlar.
Böylece 'hafiflik' en korktukları ve sakındıkları özellikler arasında yerini alıyor. Çocukluğunu
anım sayam ayanlar, aşırı ciddiler, çocuk eğiti
m inde sorum luluğu baskıya çevirenler bunların arasındadır. Kimileriyse kendi çocukluklarıyla ilgilenilmesinden rahatsızlık duyarak yaşıyorlar bu olum suzluğu. Oysa çocuk ve erişkin özellik
lerini, çocuk ve erişkin kendiliklerini bireşim ya
pabilenler de var yeryüzünde.
Aslında çocuk ve erişkin kendiliğin bütünleş
mesi, çocuk ve erişkin kendilik tasarım larının bireşimi, sağlıklı büyüm enin öncelikli bir koşu
ludur. Bunu gerçekleştirenler yüce m akam larına karşın 'bir ana çorbası' aradıklarını, yakınlık ve sıcaklık özlemlerini, şım artılm a gereksinimleri
ni, övülm ek istediklerini duyum sayabiliyor, bunları gizleme gereği duym adan yakınlarına iletebiliyorlar. Bu kapsam da sıcaklık, ilgi, koru
m anın yalnızca ebeveynlerden çocuklara akan, ebeveynlerin doyurm aları gerekli gereksinimler olduğu görüşünü göreceleştirmek gerekiyor.
Çünkü bunun karşıtı bir akışı, yani çocuklardan ebeveynlere bir gidişi sağlam adan dengeli, do
yurucu bir aile dinam iği gelişemiyor. iki yanlı bir gidiş ve gelişin sağlanması bu bağlam da sağ
lıklı bir aile dinam iğinin temelini oluşturuyor.
Bu dengeyi sağlayabilenler çocukların 'ortak özelliklerine', 'onların haklarına' dikkat edebili
yor, kendilerini ihmal etm eden çocukların sesi
ne kulak verebiliyorlar.
Exupery'nin en yakın yerleşim bölgesinden bin
kilometre uzakta ince bir sesi duym ası bunun simgesel bir anlatımıdır. Aslında 'Küçük Prens' öyküsü Exupery'nin çocuk ve erişkin kimliğinin ortak bir ürünüdür. içindeki çocuğun sesini du- yabilen bir erişkinin doğurganlığıdır bu. Böyle- ce çocukluğu ile bütünleşm işlik olgunlaşm anın bir yolu olma özelliğini kazanıyor. Yunus Emre birlenme, tam lanm a deyimleriyle daha 1300 yıl
larında bu olguya işaret edenlerin ilkidir. Birlen
miş, tamlanmış, bütünleşmiş, çocuk olmaktan ürkm eyen kişilere, kuyuyu uyandırm ak, kuyu
n un şarkılarını duym ak ya da dönm e dolapla dertleşm ek düşünceleri çocuksu gelmiyor. Bir
lenme ve tam am lanm a derinleşebilmenin, ya
ratıcılığın önemli koşulu olduğu düşüncelerini de veriyor. Gerçeğe yakınlaşabilmenin, sıcaklığı sindirm enin ve doyum un. Birlenme ve tam am lanm a Küçük Prens'in dediği gibi yüreğiyle Yu
nus Em re'nin söylediği gibi sevgi ile görebilme
nin koşuludur aynı zam anda
KAYNAKLAR
A n to in e d e S a in t E xu p ery (1943) L e P etit Prince. Türk- çesi: K ü ç ü k P rens (2000). A ltıncı basım . M avi B u lu t y a yınlarından. İsta n b u l.
A r a z N e zih e (1979) Dertli Dolap. Y u n u s E rm en in H a y a t H ika yesi. A tla s K itapevi. 4 .B a skı.