• Sonuç bulunamadı

TKH den güç birliği ziyaretleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TKH den güç birliği ziyaretleri"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S.16

SAYI: 227/ 3 ŞUBAT 2022 - 5 TL

TKH’den

‘güç birliği’

ziyaretleri

(2)

GÜNDEM

2 AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kabine

toplantısının ardından yaptığı açıklamada, “Va- tandaşlarımızın şikâyetleri üzerine ilgili kurumlara elektrik faturalarının yeniden düzenleme talimatı- nı verdik. Bu çerçevede aylık tüketimi 150 kilovat- tan 210 kilovata çıkartıyoruz” demişti.

Türkiye Komünist Hareketi (TKH), AKP’nin bu göz boyayan kararı üzerine “Elektrik saatlerimiz değil haramilerin düzeni mühürlenmeli!” başlıklı bir açıklama yaptı.

Açıklamanın tamamı şöyle:

“Emekçi halkın cebine göz diken ve sermayenin çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen AKP iktidarı başta elektrik olmak üzere tüm yaşamsal alanlarda yapılan zamlar yokmuş gibi pişkince davranmaya devam ediyor.

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıkla- nan elektrik ücretlendirmesindeki kademe deği- şikliği tam anlamıyla ülkemiz emekçileriyle dalga geçmekten başka bir şey değildir. Söyleyin, kimi kandırıyorsunuz?

Yıllarca bu ülkenin kamusal zenginliklerini serma- yeye peşkeş çekilmesinin, memleketin parsel par- sel yabancı sermayenin talanına açılmasının ve tüccar siyasetinin her daim patronların çıkarlarını savunmasının sonuçlarını yaşamaktayız.

Kışın ortasında elektrik ve doğalgaza yapılan fahiş zam, tam da ülkemizdeki sermaye düzeni ve onun sahiplerinin yüzündendir. Emekçi halkımızın açlığının yanına bir de fatura soygunu eklenmiştir.

Şimdi bir de çıkmış elektrik ücretlendirmesindeki kademelendirmeyi değiştirdik diyorlar. Bu yalan- larla emekçileri kandıramayacaksınız.

Bu ülkede emekçilerin ürettiği tüm değerler bizim, bu düzen ise onlarındır.

Bizi bu düzene mahkum eden tüm özelleştirmeler iptal edilmeli; elektrik, su ve doğalgaz şirketleri devletleştirilmelidir. Bu soygun düzenine mahkum değiliz.”

Elektrik saatlerimiz değil

haramilerin düzeni mühürlenmeli!

“Çocuk İnadı”

Yeni Ülke Yayınları’ndan çıktı!

T

ülin Tankut’un “Çocuk İnadı” isimli çocuk kitabı Yeni Ülke yayınların- dan çıktı. Yeni Ülke yayınları için çocuk kitabı bir ilk olmakla beraber yazarın bu alanda daha önceden eserler verdiğini belirtmek gerekiyor.

Kitabın hikayesi 1070’lerde Türkiye’nin doğu- sunda ya da güney doğusunda sarp, kıraç bir köyde geçiyor. O günün koşullarında yoksul- luğun ve yoksunluğun izlerini çocukların gö- zünden, hayallerinden, hayal kırıklıklarından görüyoruz. Çocuk inadının ya da çocukların hislerinde ısrarcı olmalarının yanlışı ve doğ- ruyu, haklıyı ve haksızı, ileriyi ve geride kalanı anlamak açısından nasıl bir turnusol kağıdına dönüştüğü de kitabın bize yansıttığı gerçekle- rin arasında yer alıyor.

Kitabın hikayesine gelince, Altınbaş’ın babası yaşam mücadelesini bir süreliğine kentte sür- dürmek için eşini ve oğlunu geride bırakmanın

hüznüyle doğup büyüdüğü köyden ayrılır. Köy- de koşullarda başka çaresi yoktur. Babasına çok düşkün olan Altınbaş için ilk günler çok zor geçer. Arkadaşları Yeter ve Keke ile oyalanma- ya çalışır. Ama baba hasretiyle baş edebilmek kolay değildir. Anlatılan olaylar Altınbaş’ın çevresinde gelişse de Yeter ve Keke’nin araya giren öyküleri o zor yaşam koşullarının farklı yönlerini görmemizi sağlıyor. Yeter’in kız olduğu için okula gönderilmemesi, babasından gördü- ğü şiddet; Keke’nin özlemini duyduklarını dağa taşa resmetmesi; Altınbaş’ın baba hasretinin bir inada dönüştürdüğü Kuran kursuna da oku- la da beslediği tepki ama bu süreçte okulu bir kurtarıcı olarak görmeye başlaması, kitaptaki olay örgülerinin vurguladıklarından bazıları.

“Çocuk İnadı”, gerçek ve hayal arasındaki ince çizgide yol alan konusuyla, okurun merakını canlı tutacak, kısa molalar verip düşünmeye itecek, keyifle okunacak bir kitap.

(3)

GÜNDEM

Solda ittifak gündemine, arayışına ve tartışmalarına bir yenisi daha eklenmişe benziyor. Doğrudan cumhurbaş- kanı adayı ve kimliği üzerine. Elbette herkesin görüşü- nü ifade etme noktasında serbest olmakla birlikte, solun seçimlerde nasıl yol izleyeceği kesinleşmemişken, ittifak tartışmaları ve gündemi konusunda henüz netlik sağlanmamışken, ortak bir seçim siyasetinin temel noktaları belirlenmemişken doğrudan isim vererek cumhurbaşkanı adayını işaret etmek, başka tartışmaları gündeme getirirken toplumdan kaçırılan program tartış- masının da üzeri örtülmektedir.

Meselenin birkaç boyutu bulunmaktadır. “Sosyalistler hangi adayı destekleyecek?” sorusuna verilecek yanıt doğrudan politik bir tutuma denk geldiğinden ayrıca ele alınmayı hak ediyor. Buna geleceğiz, ancak cumhur- başkanı adayı söz konusu olduğunda doğrudan isim vererek ve bir kişiliği işaret ederek yapılan tartışmala- rın başka boyutları bulunuyor.

“İmamoğlu mu, Yavaş mı, Kılıçdaroğlu mu?” gibi seçeneklerin Millet İttifakı’nın gündeminde olduğu her- kes tarafından biliniyor. Henüz Millet İttifakı adayını açıklamadı. CHP dışında Millet İttifakı’nın diğer bile- şenlerinin ne söylediğini ya da kapı arkalarında hangi aday üzerinde anlaştıklarını kimse bilmiyor. Abdullah Gül’ün adaylığının olası olup olmadığı bile zaman zaman nabız ölçme amacıyla yazılıp çizildiği yine gizli saklı değil. Erdoğan’ın karşısına kimin/kimlerin çıkacağı yakın zamanda netleşecektir. Kaldı ki, Millet İttifakı’nın diğer bileşenleri kadar CHP içinde de, sermaye sınıfında da, bürokraside de farklı kesim ve çevrelerin kendi tercihlerinin zeminini döşemeye, nab- zını ölçmeye, yoklamaya ya da uygun ortam yaratmaya karşılık gelecek girişimleri yakinen izliyoruz. İmamoğ- lu’nun ABD ve İngiliz büyükelçileriyle görüşmesi ve bunun basına sızdırılması, burjuva düzen siyasetinde yapılan hesaplardan birisi. Mutlaka başka hesaplar da yapılıyor, kulisler sürüyor ve nabızlar yoklanıyordur.

Düzen siyasetinin hesapları bunlar…

Sosyalistlerin “cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?”

sorusuna yanıt vermeleri bir aşamadan sonra doğal sayılabilir. Ama solun, sosyalistlerin öncelikle seçim siyasetini belirlemesi ismi işaret eden adaylık tar- tışmasından önce gelmelidir. Hele söz konusu olan, burjuvazinin bir kanadını temsil eden Millet İttifakı’nın adayına yönelik ise, kamuoyu önünde söylenen sözler iki kere tartılmak durumundadır. TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın özetle “madem ikinci turda destekleye- ceğiz, birinci turda da destekleyelim” diyerek “yeter ki Ekmeleddin olmasın” minvalli sözlerinin, TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan tarafından da “İkinci turda Er- doğan ve Kılıçdaroğlu kalırsa, Kılıçdaroğlu’na oy iste- riz” mealindeki sözleriyle benzerliği sosyalist hareketin bir bölümünün seçim sınavında havluyu baştan attığını

göstermesinin yanı sıra, başka açılardan da bir yöneli- mi işaret etmektedir. Bu yönelimin Millet İttifakı’nın dolaylı destekçiliğine varıp varmayacağını göreceğiz.

Elbette TİP ve TKP tarafından cumhurbaşkanı adayı kim olmalı sorusuna verilen bu benzer yanıt, bir politik tutum ve tercih olarak ayrıca görülmelidir. TİP’in CHP ile merkezi düzeyde görüşmesi, bir yönelimin açık olarak işaretidir.

Sosyalist sol, cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutum konusunda kesinlikle sıkışmış değildir. Sıkışma yaşa- yıp yaşamayacağına dair bir ön kabulle değil, tersine meseleye, toplumun karşısına ülkenin temel sorunlarını çözecek tek gerçekçi programa sahip olduğunu bilerek, bu özgüvenle yaklaşmalıdır. Bugünün tartışması, birinci tur ve ikinci turda nasıl tutum alınacağı değil, toplumun karşısına sol bir programın hangi ilkelerle ve nasıl bir kuvvetle çıkılacağı meselesidir. Seçimler önemlidir, ancak asıl önemli olan ise seçimlerde solun önemli hale getirilmesidir. Açıkça ifade edilmelidir ki,

“cumhurbaşkanı adayı kim olmalı” ya da “birinci-ikin- ci turda nasıl tutum alınacak” soruları, solun bir odak olarak ortaya çıkmasının ve bu anlamıyla toplumun önünde gerçek seçenek olarak önemli

kılınmasının da inşasını zayıflatmakta- dır. Solun kimseye diyet borcu yoktur!

Böyle olmadığı için de alacağı tutum ancak devrimin çıkarları bağlamında solu ilgilendirecektir.

Bugün Millet İttifakı’nın destekçiliğine soyunmuş medya organlarının basıncı altında her soruya yanıt vermek solun önceliği değil, fakat fabrikalarda ve so- kaklardaki işçi sınıfının mücadelesinin sesi olmak bizlerin tercihi olmalıdır!

Burjuva düzen siyasetinin sahnesinde ve medya düzleminde boy göstermek,

“etkili siyasetin yolu buradan geçiyor”

zannı yaratabilir. Ancak burjuva siya- setine öykünmenin de bedeli olduğunu belirtmek gerekir. Unutmamak gerekir ki, muhalefet medyasının da bir misyo- nu, niyeti ve işlevi bulunuyor!

Öncelikle solun, ittifak tartışmaları ka- muoyunda bu kadar yoğun gündemdey- ken, ortak bir tutum sergilemesi bek- lenmelidir. Doğru olan budur. Sosyalist hareketin ortak bir tutum alması, ortak bir seçim politikası belirlemesi, ortak bir söylemi ortaya koyması, devrim- ci ilkeleri güçlü bir biçimde topluma sunması bugün solun ortak meselesi ve gündemidir. Bu olmadan ve ortak politik zemin kurulmadan yapılan her

açıklamanın zarar verici yanlar taşıyabileceği herkes tarafından dikkate alınmalıdır.

Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci ve ikinci turunda nasıl bir tutum alınacağına dair sol ortak bir kararı pekâlâ verecektir. Bu tutumun ne olacağının ölçütü, emekçi sınıfların örgütlenmesine, faşizmin ve gericili- ğin geriletilmesine, sosyalist hareketin önünün açılma- sına ya da soyutlarsak devrimin çıkarına göre belirlenir.

Ancak bir gerek şart olarak süreçlerin ön açması kadar, yeter şart olarak sosyalist öznenin ortaya çıkması bizim en büyük arayışımızdır. Devrimci bir kuvvetin ya da sosyalist bir odağın şekillendirilmediği kendiliğinden her gelişmenin, düzenin kendisini tahkim etmesi dışın- da bir anlamı yoktur. Önce sosyalist hareketin bir kuv- vet olarak, siyasal bir seçenek haline gelmesi gerekiyor.

Toplumsal bir seçenek olabilmesi için…

Bunun yolu devrimci bir güç birliğini oluşturmak, düzeni bütün kanatlarıyla karşıya almak ve burjuva par- tilerine ve adaylarına kefil olmamaktadır. Bizim kefil olacağımız tek şey, devrimci programımızdır!

Solun seçim sınavı:

“Kılıçdaroğlu’na oy istemek” ya da

“kefil olmak”

SOL TAVIR

Bunun yolu devrimci bir güç birliğini oluşturmak, düzeni bütün kanatlarıyla

karşıya almak ve burjuva partilerine ve adaylarına kefil olmamaktadır. Bizim

kefil olacağımız tek şey, devrimci programımızdır!

(4)

GÜNDEM

4

Başkanlık rejimiyle birlikte gece yarısı kararnameleriyle 7 bakan değişti.

Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı 5 kez, Merkez Bankası başkanı da 3 kez görevden alındı.

Başkanlık istikrar getirmedi:

Başkanlık rejimin istikrar sağlayacağı iddiaları, bakanlıklarda birbiri ardına gelen değişikliklerle çökmüş oldu. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün görevinden ayrılması ve yerine Bekir Bozdağ’ın ge- tirilmesi bu yaşanan değişikliklerin son örneği olarak kamuoyunda yerini aldı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2018 yılından bu yana gece yarısı kararnameleriyle 7 bakan değişti. Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı 5 kez, Merkez Bankası başkanı da 3 kez görevden alındı. Görevinden alınan bakan ve bürokratların ortak noktası ise “af taleplerine” olumlu cevap veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şükranlarını sunması oldu.

Görevden alınan ilk bakan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan oldu. Kanal İstanbul’un

ülke gündemine olduğu günlerde Turhan yerine bir dönem İBB Genel Sekreterliği yapan başkan yardımcısı Adil Karaismailoğlu atandı. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ise 8 Kasım 2020’de bir Ins- tagram mesajıyla görevinden istifa etti. Albayrak’ın istifasının ardından 2018 yılında birleştirilen Hazine ve Maliye Bakanlığı yeniden ayrıldı ve Lütfi Elvan ile Naci Ağbal atandı.

Nisan 2021’de ise kendi dezenfektan firmasıyla Ticaret Bakanlığı’na yüksek fiyattan alım yapan Ruhsar Pekcan görevden alınarak, Mehmet Muş yeni bakan olarak atandı. Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk aynı tarihte görev-

den alındı. Bakanlık, 2018 öncesinde olduğu gibi, ikiye bölündü; Derya Yanık, Aile Bakanı; Vedat Bilgin, Çalışma Bakanı oldu.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, görevden af talebi Ağustos 2021’de kabul edildi. Selçuk yerine yardım- cısı Mahmut Özer atandı. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, aralık ayında görevden alındı ve Nured- din Nebati yeni bakan oldu.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ise istifa eden son bakan oldu. Ekrem İmamoğlu’nun MOBESE kayıtla- rından izlenmesini eleştirdiği hafta görevden alındı ve yerine Bekir Bozdağ atandı.

Erdoğan tarafından ‘’Söz dinlemiyor’’ diye eleştirilen Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, 2019’da

görevden alındı. Çetinkaya’nın yerine gelen Mu- rat Uysal ise Berat Albayrak’ın istifasının ardından görevden alındı. Ardından göreve gelen Naci Ağbal ise görevde yalnızca 5 ay kalabildi. Ağbal’ın yerine Şahap Kavcıoğlu atandı.

Enflasyon rakamlarını doğru bir şekilde açıklama- dığı iddiasıyla gündemde olan TÜİK’e de başkan dayanmadı. Son bir yılda kurumda 3 başkan değişti.

Sadece 11 ay görev yapan TÜİK Başkanı Prof. Dr.

Erdal Dinçer, Erdoğan tarafından görevden alındı, yerine Erhan Çetinkaya atandı.

Kanal İstanbul çevresinde yapılaşmanın önünün açılmasıyla birlikte inşaatına başlanmak istenen Yenişehir’in tapu kayıtları, parsel bilgileri ve konumu gibi bilgiler YouTube kanalında bir pazarlama tekniği olarak zengin Araplara sunuluyor.

Kanal İstanbul çevresinde kurulacak

‘Yenişehir’i zengin Araplara parsel parsel pazarladılar

Kanal İstanbul manzaralı Yenişehir Rezerv Yapı Alanı 1, 2 ve 3. Etap planlama sahası imar uygulaması zengin Arap sevindirdi. Çevre Şehircilik ve İklim De- ğişikliği Bakanlığı’nın kararına göre daha önce tarla olarak görünen arsalar, konut ve ticaret alanına dönüştürülüyor. Bakanlığın planı onayladığı ve ka- dastro cetveline itirazlar için bir ay askıda kalacağı ifade edildi.

GoSmart adlı bir YouTube kanalı 20 Ocak’ta Arap- lara Kanal İstanbul çevresinden arsa pazarlayabil- mek için parsel bilgileriyle birlikte sunum yapılan bir video yayınladı. Video kimsenin ulaşamadığı tapu bilgilerinin nasıl rant uğruna verildiğini gözler önüne seriyor.

İlgili videoda Arapça konuşan bir adam, İstanbul Valiliği’nin duyurusunu şirket merkezindeki büyük

ekrana yansıtarak “Allah’a şükürler olsun” diyerek aylardır bekledikleri kararın çıktığını müşterilerine anlattı.

Videoda konuşan ve bir emlak şirketinin yöneticisi ya da sahibi olduğu sanılan şahıs şunları söyledi:

“Bu kararın önemi İstanbul’un genişlemesidir. Bir hayal ve ümitti, hayata geçti. Peki bu karar bizim ne işimize yarayacak?” Aynı şahıs verdiği cevapta şirket olarak satın aldıkları bir arsanın yüzde 45’inin, yeni yayımlanan kadastro cetvelinde konut ve ticaret alanına dönüştüğünü duyurdu.

Ekranda konuşan yönetici, arsa alanları tebrik ede- rek şöyle söyledi: “Allah’a şükürler olsun ana yolda yer almış ve marinaya bakıyor. Geçen dönemde tarla olarak nitelendirilen bu arsa, artık ticaret ve konut alanı olarak imarlıdır ve değeri kat kat artmış-

tır. Arsa alan herkesi tebrik ederiz.”

AKP’li Betül Sayan Kaya İBB’den binlerce dolar almış

Gazeteci Barış Terkoğlu, İstanbul’daki kar krizi sıra- sında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne sert sözlerle yüklenen AKP İstanbul Milletvekili Fatma Betül Sa- yan Kaya’nın AKP döneminde İBB’den binlerce lira aldığını ve şimdiki İBB yönetimi tarafından hakkında inceleme başlatıldığını aktardı. Daha önce AKP Milletvekili Ravza Kavakçı Kan’ın, AKP dönemindeki İBB’den aldığı binlerce doları hatırlatan Terkoğlu yazısında şunları ifade etti:

“İBB, 38 kişinin, yurtdışı eğitim sözleşmelerine uygun hareket edip etmediklerinin, mecburi hizmet şartla- rına uyulup uyulmadığının, taraflara haksız ve yersiz bir ödemede bulunulup bulunulmadığının araştırıl- ması için müfettişlerini görevlendirmiş. Sonucunda, Teftiş Kurulu Başkanı Abbas Yaşar’ın imzasıyla, 30 Kasım 2021 tarih ve İBB-296/11 sayılı rapor hazır- lanmış. Peki, 38 kişi arasında tanıdık isim var mı diyeceksiniz? Evet, doğru tahmin ettiniz, raporda o dönemki soyadıyla “Fatma Betül Sayan Boyacı” da yer alıyor.”

CHP Grup Sözcüsü Tarık Balyalı ise katıldığı can- lı yayında geri ödenmeyen para ile ilgili inceleme başlattıklarını söyleyerek şunları kaydetti:

“Tam rakamı söyleyelim; 85 bin 791,40 dolar 20 bin 289,25, dolara 14 deyip çarparsanız 1 milyona yakın bir rakam eder. Türkiye’deki ödemeleri için Türk lirası, yurt dışı ödemeleri için dolar ödemesi yapılmış.

İşin ilginç yanı şu; Sayın milletvekili iş için başvuru- yor başvurusunun kabul edildiği gün ABD’deki bir üniversiteden kabul alıyor ve aynı gün içerisinde yurt dışı bursu için başvuruyor ve aynı gün kabul ediliyor. Yönetim kurulu kararıyla yurt dışı borçlanma kararı çıkıyor üstelik bu eğitim sürecini bitiremiyor.

Bu paranın geri ödenmesi lazım. Yıl 2010’du geldik 2022’ye. İstanbul halkının parası halen sayın millet- vekilinin cebinde. Hem o dönemin yönetim kurulu üyeleri, başkanları ve genel müdürü hakkında bir suç duyurusunda bulunuldu hem de bu paranın tahsili için girişimlerde bulunuluyor.”

AKP İstanbul Milletvekili Fatma Betül Sayan Kaya’nın AKP döneminde İBB yönetiminden binlerce lira aldığı, şimdiki İBB yönetimi tarafından

hakkında inceleme başlatıldığı ortaya çıktı.

Bir bakan daha gitti!

(5)

GÜNDEM

Doğalgazda kesintiler:

Doğalgazda kesintiler:

Plansız yönetimin garabet işleri Plansız yönetimin garabet işleri

D

oğalgaza ilişiklin yaşanan sıkıntıla- rın Şubat ayı başı itibarı ile bite- ceği açıklanmıştı. Bakanlığın son açıklaması ile beraber bu durumun devam edeceği belirtildi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Doğalgazda uygulanan kısıntı ise 31 Ocak’tan itibaren yüzde 40’tan yüzde 20’ye düşürülecek. Sanayicilerimize bu süreçte göstermiş oldukları anlayış ve iş birli- ğinden ötürü teşekkür ederiz” ifadelerini kullandı.

Yapılan açıklama, ülkedeki doğalgaz sıkıntısının devam edeceğini gösteriyor.

İran’da sıkıntı var mı?

Enerji uzmanlarından Necdet Pamir’in bası- na verdiği röportajda ise sorunun temel olarak Türkiye de depolama ve bu sıkıntılar için önlem alınmaması belirtiliyor. Türkiye için, mevcut yeraltı gaz depolama kapasitesinin son derece yetersiz olduğunu, kriz dönemlerinde günlük geri alına- bilecek miktarların, Silivri için 28, Tuz Gölü için 40 milyon metreküp olduğunu anlatan Pamir, “Ancak Tuz Gölü depomuzda bu miktar çekiş devam

etse, 5-6 günlük gaz kaldı. Eğer kriz uzarsa depo olarak sadece Silivri’ye dayanılacak. Bunlar son derece yetersiz” dedi. Yılda 60 milyar metreküp gaz tüketen Türkiye için, mevcut yeraltı gaz de- polama kapasitesinin son derece yetersiz olduğu rakamlarla ortada. Silivri’de 3.19 milyar metreküp, Tuz Gölü’nde yaklaşık 900 milyon metreküplük depolama kapasitesi var. Bunların toplamı yak- laşık 4.1 milyar metreküp. Tüketime oranı yüzde 6.7 gibi son derece yetersiz miktar. Enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 70.1 (2020 sonunda). Enerji ithalat faturası, cari açığın en önemli kalemlerin- den. Genelde, toplam ithalat faturamızın yüzde 18’i ile 24’ü arasında dalgalanıyor.

Seçimler ne kadar etmen?

Ortaya çıkan sonuçlarda doğalgaz kesintisinin konutlarda da olmasının beklendiği, olası bir erken seçim ve sonuçları açısından konutlarda herhangi bir kısıtlamaya gidilmeyeceği öğrenildi.

Konutlarda yaşanacak bir kesintinin seçimlere doğrudan sonuçları hesap eden iktidar kanadın- da, ara farkın sanayi ve özellikle orta ölçekli sa- nayi ile giderilmesi, çevirim santrallerinin ise tam

kapasite çalışması kararı alınmış bulunuyor.

ABD’den alınan gazın etkisi ne kadar?

EPDK’nın, doğalgaz piyasası aylık sektör rapo- runun son çıkan raporu olan ekim 2021 rapo- runda ortaya çıkan rakamlara göre; bir önceki yılın aynı döneminde yani ekim 2020’de ABD’den aldığımız lng 98 milyon standart metreküp(sm3) iken, 2021’in ekim ayında ABD’den aldığımız lng 838 milyon sm3’e yükselmiş durumda, İran’dan gelen gazın kesilme nedenleri arasında gösteri- len nedenlerinden biride bu gaz ithalatıydı. İran yaşanan sıkıntıda aynı zamanda bu işbirliğine bir gözdağı vermeyi amaçladığı biliniyor. Henüz EPDK’nın Kasım ve Aralık 2021 raporları yayınlan- madı. Kısacası bu ithalat rakamları daha yüksek çıkması olası.

Plansız ve programsız yönetilen enerjide tama- men dışarıya bağımlı bir ekonominin sadece popülist politikalar ile ülke yönetmeye kalktığı bir ülkede insanların donarak ölmesi işten bile değil.

Çocuğu bile siyasete alet ettiler

A

KP iktidarının temel karakterlerin- den biri İslamcı ve muhafazakâr tabana dair ideolojik bir hedef göstererek kendisini konsolide et- mesidir. Bunun yanında ekonomik olarak, piyasa koşullarında sonuçların göreli iyi gitmesi de bu süreci destekliyordu. İdeolojik saf- laşmada basit hedefler onlar açısından tabanla- rını konsolide etmede hep uyguladıkları yöntem- lerden birisi. Yine benzer bir mizansen bu sefer bir çocuğun sahneye çıkarılmasıyla karşımıza çıktı.

Fakat çocuğun siyasete alet edilmesi toplumda büyük bir tepki doğurdu.

Hain tartışması

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı açılış törenin- de sahneye çıkan küçük yaşlarda bir çocuk, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na “hain” dedi. Erdoğan’ın bu sözler üzerine güldüğü görüldü.

Tepki toplayan bu sözlerin ardından AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, Hamza Dağ, partisi adına bir açıklama yaptı. AK Partili Dağ, “Spon- tane gelişen bir olayla alakalı yine kirli bir kur- gu başlatıldı. Bahsi geçen küçük çocuk, Sayın Cumhurbaşkanımızın yanına gelmek için uzunca bir süre ağlıyor. Bunu fark eden Cumhurbaşkanı- mız çocuğu sahneye aldırıyor ve derdini dinliyor.

Kendi ideolojik yaklaşım veya siyasal tercihleri olduğunda çocukları ‘Planlı ve stratejik’ şekilde kullanarak istismar edenlerin, bir çocuğun ‘plansız

ve öğretilmeden’ sarf ettiği sözler için manipülas- yon düğmesine basması, çaresizlik ve acizliktir.”

ifadelerini kullandı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Lütfen küçük çocuğumuzla ilgili haberi paylaşmayın, kötü söz söylemeyin. O daha çok küçük. Ayrıca tüm örgüt- lerimizden istirhamımdır, duygularımıza yenil- meden, çocuk pedagojisi ne diyorsa ona uyun!”

açıklaması yaptı. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’da katıldığı açılış töre- ninde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na

“Hain” diyerek iktidar için oy isteyen çocuk, bu kavramın ne anlama geldiğini bilmediğini söy- ledi. Kılıçdaroğlu’ndan özür dileyen çocuk, “Yok bilmiyorum. Kendisinden de özür dilerim. Söyledi- ğime pişmanım. Siyasi işini bilmiyordum. Kadınlar

‘yalancı’ diyordu. Benim de orada aklıma geldi söyledim. Çok özür diliyorum ondan” dedi. Sa- hiplenilmeyen bu tavır AKP açısından görmezden gelinerek daha da büyümesinin önüne geçilmiş gibi duruyor.

Sezen Aksu geri basması

Erdoğan, Sezen Aksu’nun şarkısıyla ilgili tartışma- ların ardından Büyük Çamlıca Camisi’nde yap- tığı konuşmada “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” dedi. Yaşanan tartışmaların ve Sezen Aksu’nun cevabı ile birlikte

Erdoğan tarafında geri adım geldi. Erdoğan,

“Burada çok açık net gerçeği ortaya koymakta fayda var. Benim oradaki hitabımın muhatabı Sezen Aksu değildir. Ama diğer taraftan ülkenin cumhurbaşkanı olarak insanımızın hangi inançtan olursa olsun dini değerlerine laf edilmesine müsa- ade etmem.” dedi. Ters tepmesi üzerine açıklama yapmaya kendisini mecbur hissetmesi toplumun sinir uçları ile oynamaya devam edeceklerinin bir göstergesi olarak yorumlanmalı.

Kafalara çay fırlatma

Erdoğan’ın ağzından çıkan sözlerin nereye gi- deceğini kestiremediği konuşmaların yanı sıra yine miting meydanlarında insanların kafasına çay kutusu fırlatması da AKP’nin siyaset tarzını gözler önüne seriyor.

Karadeniz Bölgesi’nde yaşanan sel felaketinin ardından memleketi Rize’nin Güneysu ilçesine giden Erdoğan, burada yaptığı konuşmanın ardından selzedelere çay fırlatmıştı. Bu olayın tartışmaları devam ederken Erdoğan bu kez de akabinde Marmaris’te yangından zarar gören bölge de halka çay fırlatmıştı.. Her türlü siyasi destek için yapmayacağı manipülasyon kalmayan AKP değdiği her sinir ucundan bir re- aksiyon almayı şimdilik beceriyor. Sorun bunun karşına dikilecek bir muhalefetin olmamasın- dan geçiyor.

(6)

KADIN VE ÜLKE

6

Süleyman Soylu’ya göre kadın cinayetleri azalmış

G

eçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddet İle Asayiş Suçlarıyla Mücadele Değerlendirme Toplantısı’nda açıklamalar yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu kadın cinayetlerinin azaldığını iddia etti. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın da katıldığı toplantıda açıklamalarda bulunan Soylu

‘’ 2017’de kadın cinayeti sayısı 353’tü bu sürek- li azaldı. Nüfus artsa da 353 seviyesinin altında kaldı. Biz rakamlarımız açısından da, kamuoyuna doğru bilgiler vermek açısından da doğru veri üzerinden, hedeflerimizi doğru bilgi üzerinden yönetmeliyiz anlayışındayız.” İfadelerini kullandı.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda önemli adımlar atıldığını iddia eden İçişleri Bakanı

‘’Meselenin her yönüyle ilgileniyoruz, her ara- cı kullanmaya çalışıyoruz. Sürekli yeni çözümler üretmeye çalışıyoruz. Sonuç almak için de büyük bir gayret gösteriyoruz” dedi.

Kadın cinayetleri azalmıyor, kadına yöne- lik şiddet artıyor

İçişleri Bakanı birtakım rakamlar ifade ederek kadın cinayetlerinin azaldığı yönünde bir algı yaratmaya çalışırken bugün ülkemizde neredeyse her gün bir kadın cinayeti haberi basına yansı- yor. Kadınların hayatlarını rakamlara sığdırmaya çalışan Soylu’nun bu açıklamaları ise gerçekleri yansıtmıyor. AKP döneminde adeta bir katliama dönüşen kadın cinayetleri ile ilgili uzun bir dönem sessiz kalan, veri paylaşmayan ilgili bakanlık- lar, kadın örgütlerinin kadın cinayetlerine dikkat çekmek için hazırladıkları raporlar ve ısrarlı müca- delesinin yarattığı basınç sonucunda kamuoyu ile bilgi ve veri paylaşmaya başlamıştır. Ancak kadın örgütleri tarafından hazırlanan raporların ortaya koyduğu veriler AKP döneminde kadın cinayet- lerinde ki artışı gözler önüne seriyor. Öte yandan son yıllarda şüpheli kadın ölümlerinde ki artış ise kadın cinayetlerinin bir başka boyutunu ortaya koyuyor.

Kadın cinayetlerini önlemesi gereken bakanlıklar toplumsal algıyı yönetme derdinde

Toplantıya katılan bakanlar kadın cinayetlerinin azaldığı iddiasını birbirine tekrarlayarak iktidarın

sorumluluklarını hasır altı etmek ve kadına yönelik şiddetin geldiği vahim boyutların üstünü örtmek gayretindedir. Ancak bugün yaratılan toplumsal çürümenin ve gericiliğin sonucu artan kadına yö- nelik şiddet ve cinayetler in sonlandırılması köklü toplumsal müdahaleler ve dönüşümlerle müm- kündür. AKP iktidarının gerici politikaları, artan sömürü ve yoksulluk kadınların üzerine karabasan gibi çökerken, tarikat ve cemaatlerin talebi ile İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece vakti kararna- mesiyle rafa kaldırılması ise nasıl bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha ortaya koymuş- tur.

İstanbul Sözleşmesi’ni iptal eden iktidar kadına şiddeti meşrulaştırmıştır

Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde önemli düzenlemeler içeren İstanbul Sözleşmesi’ni ‘’aile değerlerimizle bağdaşmadığı’’ gerekçesiyle rafa kaldıran AKP iktidarının ve bakanlarının kadına yönelik şiddeti önleme iddiaları ya ironidir ya da toplumun aklıyla dalga geçmektir. Bugün ka- dın düşmanı gerici politikalarla mücadele başa yazılmalı, aklımızla dalga geçen algı operasyon- larına dur denilmelidir.

Gericiliğin göstergesi gündüz kuşağı programları

G

eçtiğimiz günlerde Esra Erol’da adlı programda programın sunu- cusu Esra Erol ve bir genç kadın arasında çoğu dinamiği sorgula- mamıza sebep olabilecek bir olay yaşandı. Yandaş medyasından tutun da belediye başkanlarına varıncaya kadar kadınlara ahlak dersi verenlerin sayısı gün geçtikçe artarken bunlara bir yenisi daha eklendi. Evini terk etmiş bir genç kadın bahsettiğimiz programa geliyor ve mahremiyeti hiçe sayıp kendinin rızası olmadan programda yüzü gösterilmek isteniyor. Aslında başlı başına bir suç işleniyor. Bir kere burada sistemin iki yüzlü özgürlük anlayışına bire bir şahit oluyoruz. Reyting kaygısından dolayı genç kadı- nın yüzünü göstermek isteyen Esra Erol, kadının bu tepkisine sinirleniyor fakat aklını kullanıp bu işi daha da kendinin ve cebinin lehine kullanıyor.

Genç kadına sinirlenen Esra Erol “Çekmeyin şunu!

Lütfen aynı isyanı iki çocuklu bir adam sana farklı şekilde yaklaştığında bedenini korumak için gös- ter. Rica ediyorum yanlışların arkasında durmak için bu tepkileri vermeyin ruhunuzu korumak için gençliğinizi korumak için eğitim için bu tepkileri verin” diyor. Burada bahsi geçen genç kadının hali hazırda vermiş olduğu tepkinin temelinin

kendini korumak olduğunu ve bu ülkede bir kadın bu şekilde lanse edildikten sonra yaşayacağı zorluğu bildiği için bunu istememesini anlama- dan bu sözleri sarf ediyor. Ve sonrasında ekliyor

“Reşit olma yaşı 18 den yukarı çıkarılsın!”.

Sorulması gereken tartışmak gereken çok soru vardır. Bu ülkede yetkililere seslenip sesini duyu- rabilen gruplardan bir tanesi yandaş medyanın gündüz kuşağı sunucuları olmuştur. Durumun tra- jik olduğu kesin fakat ama artık komik değil. Bu olayda muhatabımız bir yere kadar Esra Erol’dur.

Kim olduğu, ne iş yaptığı, geçtiği yerler, yetkisin sınırlılıkları ve haddini bilmezliği bizim bir yere kadar konuştuğumuz tartıştığımız bir konu olabilir çünkü olayın kendisi Esra Erol’dan daha büyük ve daha vahimdir. Bu olay bize AKP iktidarıyla derinleşmiş gericiliği, sistemin getirisi olan para hırsının nelere yol açabileceğini gösteriyor ve yeni Türkiye’nin küçük bir resmini çiziyor. Kadınlara yönelik nefret söyleminin özgür düşünce, ahlak dersi verilmesinin iyi niyet olarak lanse edildiği bir düzlemde gördüğümüz bu tablo pek şaşırtıcı değil. Gündüz kuşağı programları Türkiye’deki gericiliğin bir göstergesidir.

Bir Türkiye Tablosu:

Beria Onger Kadın Akademisi Devam

Ediyor

(7)

SINIF T AVRI

Bu düzen emekçileri açlığa mahkûm ediyor!

Zenginler ise servetlerine servet katıyor!

Ekonomik Kriz Derinleşiyor:

Asgari ücret 1 ayın sonunda açlık sınırı haline geldi!

2

021 yılının son çeyreğinde, dolar kurunda yaşanan ani yükseliş ile birlikte, ekonomik krizin derinleşe- ceğinin sinyalleri ortaya çıktı. Enf- lasyon oranı TÜİK’in verilerine göre

%36,08’e yükseldi. Hayat pahalılığı, zamlar ve alım gücünün düşmesi ile birlikte ekonomik kriz 2022 yılının ocak ayında daha derin bir şekilde hissedilir hale geldi.

AKP her ne kadar ekonomik başarı öyküsü yaz- maya çalışsa da veriler tam tersi bir gerçeği ortaya koyuyor. 2022 yılının başında derinden hissedilen ekonomik krize ise tepkiler giderek artıyor.

Yine bir başarı öyküsü olarak pazarlanan as- gari ücretin yaklaşık %50 oranındaki zamlı hali 1 ay içerisinde enflasyon ve zamlar karşısında açlık sınırı ile eşitlendi. Yıl sonunda yoksulluk ve açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki fark her yıl olduğu gibi bu yılda artacak. Ocak ayının sonuna gelindiğinde dahi asgari ücretin açlık

sınırıyla eşitlenmesi önümüzdeki 11 ayın emek- çiler için çok daha zorlu geçeceğini ortaya koyuyor.

Asgari ücretin açlık sınırında olmasının yanın- daki bir diğer önemli veri ise Türkiye’de 2020 yılında, çalışanların %42’sinin asgari ücretli olması. 2021 yılındaki verilerin henüz açıklan- mamasına rağmen DİSK-AR’ın Asgari Ücret Gerçeği Raporu’na göre %50’den fazla asgari ücretli çalışan oranına ulaşıldığını çıkarabiliriz.

TCMB’nin enflasyon raporu sonrası, TÜİK başkanın değiştirilmesi ve TÜİK’in enflasyon sepetindeki güncellemeleri ile birlikte oranlar

üzerinde nasıl bir cambazlık yapılacağı tartış- ma konusu olsa bile, enflasyon oranının gerçeği yansıtmadığı artık net olarak ortada çünkü

%50’ye yakın yapılan asgari ücret zam oranı, enflasyon oranının üstünde olmasına rağmen değerini çoktan yitirmiş durumda.

TÜİK 2022’de yenilenen sepete göre ocak ayı enflasyonunu %11,1 açıklarken yıllık enflasyonu

%48,69 olarak açıkladı. Yeni sepette ise enerji tüketiminin payını düşürdü. TÜİK’in yeni sepeti- nin aksine ENEAGrup’un 3 Şubat 2022 tarihinde yayınladığı veriler göre eski sepetle açıklanan enflasyon, ocak ayında %15,52 oranında arttı.

E-TÜFE’nin son 12 aylık artışı ise %114,87 olarak gerçekleşti.

Asgari ücretin daha 1 ayda açlık sınırına eşit- lenmesinin, hayat pahalılığının ve enflasyonun artmasının dışında bankaların kârları artıyor;

işverenler “Dövizden etkilendik.” diyerek kendi- lerini acındırsa da özel şirketlerin kârları artıyor;

TÜSİAD başkanı “İnanıyoruz.” diyor, milyoner sayısı artıyor…

2014 yılında bankalardaki 74.210 kişinin mev- duat hesaplarında 1 Milyon TL’den fazla para bulunuyor ve bu rakam 2021’in aralık ayında 6 kattan fazla artarak 470.975’e çıkıyor. Her yıl milyoner sayısının belli bir oranda arttığı bir gerçek olarak karşımızda duruyor ama garip bir şekilde milyoner sayısında 2019 yılından 2021 yılına kadar 2 kattan fazla bir artış ger-

çekleşiyor. Kurun en hareketli olduğu ve tarihi zirveleri gördüğü dönemde ise 200.000’e yakın kişi milyoner oluyor. 470.975 kişiye ise Türki- ye’deki 1 Milyon TL üzerindeki mevduat hesap- larındaki para bölüştürüldüğünde ortalama bir mevduat hesabında 6 milyon 656 bin 344 TL

yer alıyor…

Halkın büyük çoğunluğunun yaşam koşulları ekonomik krizin etkisiyle gerilerken zenginler servetlerine servet katıyor.

Kapitalizmin doğası gereği, toplumsal artı de- ğerin sermaye sınıfına aktarımı yine bir “kriz” ile birlikte gerçekleşiyor.

AKP’nin başarı öyküsü ise tam olarak bura- da anlam kazanıyor. AKP’nin başarısı, Türkiye ekonomisini ve emekçi halkın yaşam koşullarını getirdiği bu tablodur. Halk temel tüketim mal- larındaki zamlar ve alım gücünün düşmesiyle uğraşırken, sermaye sınıfının serveti katlanıyor.

AKP, sermaye sınıfının partisi olduğunu geç- mişte olduğu gibi bu dönemde net bir şekilde ortaya koyuyor ama bu dönem AKP’ye karşı

“en büyük” tepkiyi topluyor.

İşçiler ise bu yaşam koşullarında yapılan sözde zamlara karşı gerçek hak arayışını ortaya ko- yarak greve çıkıyor. 2022 yılının başında birçok işyerinde işçiler örgütlülük sağlayarak tepkileri- ni gösteriyor.

Trendyol, Ferplas, Yemeksepeti, DijiTürk, Yurtiçi Kargo, Şimşek Çorap, Erdal Çorap…

Gelecek aylarda enflasyonun giderek artacağı tahmin ediliyor. Bu durum ücretleri eriteceğin- den işçilerin örgütlülüğünün önemi daha da artıyor.

İşçilerin örgütlülüğünün ve mücadelesinin öne- minin yanında bu dönemde sermaye sınıfına karşı verilecek siyasal mücadelenin etkisi de ayrı bir öneme sahip olacaktır.

AKP sermaye sınıfına hizmet ederken toplumsal tepkiyi nicelik olarak büyütüyor ama muhale- fetin AKP-MHP içerisinden çıkan İYİ, DEVA, GE- LECEK partileri ile CHP’nin ittifakında şekillenen programın doğası gereği toplumsal tepkiyi gerçek anlamıyla kapsayabilecek, sermaye karşıtı bir çizgi ortaya koyamayacağı aşikâr.

Ekonomik verilerin, oradan buradan yamama- lar yapılarak kısa vadeli değişiminden ziyade insanca bir yaşam için bu düzenin değişmesi tek gerçek çözümdür.

(8)

MANŞET

8

U

zunca bir süredir çalışma şartlarının ağırlığı ve dü- şük ücretlere karşı örgüt- lenme pratikleri sergileyen kargo ve kurye işçileri, sık sık patronların “dalavere” çevirmesiyle başı dertteydi. Pandemi döneminde örgütlenen yemeksepeti işçileri, sektörü değiştirilerek ve öncüleri işten atılarak sendikal örgütlenme pratikleri sekteye uğratılmıştı. Sektörde “esnaf kurye” mo- deli denenirken, bu modelin emekçilerin hak arama taleplerini aşağıya çekece- ği düşünülmüştü.

“Esnaf kurye” modeline rağmen müca- deleyi sürdüren emekçilerin arasında ilk sesini yükselten Trendyol işçileri oldu.

Yüzde 11’lik maaş zammını kabul etme- yen işçiler, üç gün boyunca iş bıraktı. İş

bırakma sonrası yüzde 38’lik zam kaza- nan işçiler, işten atmaları da durdurdu.

Trendyolun eylemlerini HepsiJet, Scotty ve Yurtiçi Kargo emekçileriyle devam etti. Scotty emekçileri de Trendyol emekçilerine benzer bir ücret talep ediyor. Yurtiçi Kargo emekçileri de iş bırakırken, maaşlarının yüzde 40 artış talep ettiler.

Son olarak Yemeksepeti ve Banabi emekçileri de iş bırakırken, yurdun dört bir yanındaki eylemlere yüzlerce moto kurye emekçisi katıldı. En az 5 bin 500 TL talep ediyor. Eylemlere Türkiye Ko- münist Hareketi ve Sınıf Tavrı da destek verirken, işçiler kullanıcılara Yemek Sepeti “talepleri kabul edene” kadar boykot çağrısında bulundu.

Kargo ve kurye işçileri “yol gösteriyor”

M

ESS ile toplu sözleş- me imzalayan metal işçileri, kapsam dışında kalan işçi- lerin mücadelesiyle gündemde. Gebze’de kurulu bulunan Farplas’ta Birleşik metal sendikasın- da örgütlenen işçiler, toplu sözleş- me istekleri kabul edilmeyip, işten atılınca “direnişe” geçti. İşyerine kapanan işçiler, talepleri kabul edi- lene fabrikadan ayrılmayacaklarını

ilan etti. Polisin müdahalesi ile 100 kadar işçi gözaltına alınırken, eyleme destek veren 4 Umut-Sen yöneticisi de gözaltına alındı.

İşçiler enflasyon üzerinde bir zam talep ederken, fabrika önünde bek- leyişlerini sürdürüyor. Eyleme polisin sert müdahalesi sonrasında açıkla- ma yapan Türkiye Komünist Hareketi,

“patron zorbalığına direnen Farplas işçilerinin yanındayız” açıklaması yaptı.

B

BC Türkçe’de örgüt- lü olan TGS’nin toplu sözleşme taleplerinin kabul edilmemesi üze- rine greve çıkan medya emekçileri, 15 günlük süren grevin ardından kazandı. Grevle birlikte imzalanan yeni toplu iş sözleşmesiyle, emekçilerin ücretlerinde yıllık yüzde 32 oranında artış, özel sağlık sigorta- sının aileleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi, günlük brüt 60 TL de- ğerinde öğle yemeği desteği ve yıllık

brüt 1200 TL karşılığı gözlük yardımı kazanımlarını elde ettiğini açıkladı.

Yeni yılla birlikte ücret artışlarına karşı harekete geçen bir diğer işyeri ise Digitürk emekçileri oldu. Digitürk emekçileri yüzde 17’lik ücret artışı- na karşı iş bırakırken, genel merkez önünde basın açıklaması gerçek- leştirdi. “Digitürk çalışanları” adıyla örgütlenen emekçiler, enflasyonun yüzde 39 üzeri olduğunu hatırlatan bir basın açıklaması yaptılar.

BBC Türkçe’de grev kazandırdı, Digitürk işçileri zamlara tepki gösterdi

B

ir süredir Deriteks sendi- kası etrafında Esenyurt, Hadımköy ve Çerkezköy bölgelerinde örgütlenen çorap işçileri, işyerlerinde yeni yıldaki ücretlere tepki gösterdi.

İlk olarak ayağa kalkan Alpin çorap işçileri, 2500 TL’lik bir zam aldı. Adi- das, H&M gibi firmaların taşeronluğu- nu yapan Alpin çorap işçileri, başarılı

eylemlerinin ardından Esenyurt’ta gerçekleşen kapalı salon etkinliğinde bir araya geldi.

Bu mücadelenin başarıya kavuş- masının ardından ardından Şimşek ve Erdal çorap işçileri de benzer bir biçimde harekete geçti. Eylemlerin diğer fabrikalara da yayılması bek- leniyor.

Çorap işçileri tepkisini gösterdi

Metal işçileri örgütlü

mücadele için ayakta

(9)

MANŞET Beklentiler ve “dip dalgası”

SOL BAKIŞ IRMAK ILDIR

Yeni yıl, emekçiler için oldukça ağır başladı. Zamlar, hayat pahalılığı, enflasyon, işsizlik derken, emekçiler için “pasta- dan alınan pay” adeta kuşa döndü. Üç yılı aşkın bir süredir çeşitli evrelerden geçerek bugüne gelen ekonomik krizin bir sosyal patlamaya eşlik etmemesi için yapılan “asgari ücret”

şovu da, işe yaramamış görünüyor. Asgari ücrete yapılacak her türlü zammın işe yaramayacağı, daha Kasım 2021 ayın- dan beri “açlık sınırı” etrafında kalacağını, söylediğimiz için

“kahin” olmamıza gerek yok. Görünen köy kılavuz istemiyor.

Bütün bu olup bitenle birlikte, emekçilerin cephesinde yavaş ama güçlü bir kıpırdanma kendini gösteriyor. İnsanları canın- dan bezdiren zamlara karşın, firmaların “maliyetleri” bahane ederek komik düzeylerde ücret artışına gitmesi pek çok işye- rinde emekçinin sesinin yükselmesine neden oldu. Özellikle sömürü koşullarının yoğun hissedildiği sektörlerde bu tepki çığ gibi büyürken, “milyar dolarlık” şirketlerin, emekçilerin örgütlü hareket etmesi karşısında nasıl “hareketsiz” kaldığına şahit olduk.

Son 15 gün içinde metal, kargo-kurye, depo, eğitim, tekstil, medya gibi sektörlerde çok farklı koşullarda çalışan emek- çilerin nasıl hızlı tepkiler verdiğini görüyoruz. Özellikle son iki yıldır “milyar dolarlık” şirketlere karşı kafa tutan kargo emekçilerinin burada kabına sığmaz bir biçimde ve yaratı- cılıkta hareket etmesi yol göstericidir. Dolayısıyla eylem ve örgütlenme pratiği her türlü zenginlik gösteren bu hareketlen- menin, bir tür “dip dalgası” yaratıp yaratmayacağına ilişkin beklentinin hem ilerisi için sorulması, hem de sorgulanması gerekiyor.

Böyle bir sorunun sadece “işçi sınıfı mücadelesinden” yana olanlar tarafından sorulmadığı çok açık. Kriz dönemlerinde, düzenin farklı düzeydeki aktörleri ya da medya kuruluşları benzer soruları sorması ve bir beklenti içine girmesi olağan görülmelidir. Çok değil, geçtiğimiz hafta liberal T24 internet sitesinin bir köşe yazarının “gelmekte olan bir dip dalga mı?”

diye sorması tesadüf değil. Ancak bu soruların salt “seçimler sonrası iktidar değişikliğine” odaklanması esas sorunu teşkil ediyor. Bu yazıda “esas odaklanılması gereken sistemdir” ez- berini yenileyecek olsak da, bu sistemin nasıl ve hangi yolla değişmesi gerektiğine de belirli cevaplar vermek gerekiyor.

Söz konusu bugünün mevcut siyaseti olduğunda, iktidar de- ğişikliğine işaret edilmesinde bir sakınca bulunmuyor. Hatta tersine, emekçi eylemlerinin “ekmek kavgası” için verdiği mücadelenin aynı zamanda sömürü düzenini sona erdirmeye dönük bir siyasallaşma içine girmesi bugün için yaşamsaldır.

“Ekmek kavgası” iktidara gelmeyi hedeflemedikçe, sonucun- da hüsrana uğraması kaçınılmazdır.

Bugün gerçekten de, bir “dip dalgası beklentisi” siyasallaş- mış bir işçi sınıfı hareketi yaratılmaksızın gerçekçi değildir.

Liberal yazarların seçimlerde beklediği sonucun aksine, Türkiye’nin düzlüğe çıkması ve emekçiler için “kara kışın bahara dönüşmesi” siyasal talepleri göz önünde bulunan bir emekçi mücadelesinden geçmektedir. Bugün öne çıkan her türlü direniş ve mücadele pratiği, bu gerçeklikle buluşmak zorundadır.

Sözünü ettiğimiz gerçekliğin yolunu ise solun kararlı duru- şuyla gerçekleşebilir. İşçi sınıfı mücadelesine olan ilginin ve kararlılığın geçmişe oranla daha fazla artmış olması, bu konudaki olanakları zenginleştirmektedir. Ancak bu zengin potansiyelin bir güce dönüşmesinin yolunu solun kendi programı ancak ortaya koyabilir. Bu programın niteliği kadar, zemininin de doğru yere kurulması gerekiyor.

Aksi durumda sel gider kum kalır ki; bize kumdan kaleler değil, gerçek bir emekçi ülkesi gerekmektedir.

T

ürkiye derin bir ekonomik krizi yaşar- ken, emekçiler için hayat pahalılığı ve yoksulluk her geçen gün daha fazla kendini hissettiriyor. 2022 yılı asgari ücret görüşmelerinde “tarihi zam” olarak yansıtılan 4250 TL’lik asgari ücret, yeni yıl ile birlikte açlık sınırı haline geldi. TÜİK’in açıklamasına göre Ocak ayı enflasyon düzeyi yüzde 48,69’a çıkarken, üreticiler için enflasyon yüzde 93,53’e çıktı. Enflasyon araştırmaları yapan bağımsız araştırmacı grubu ENAG ise yıllık bazda

İşçiler ayağa kalkıyor

İşsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığı emekçi- lerin yaşamını derinden sarsıyor. Asgari ücret, yeniden açlık sınırı haline gelip bir ay içinde buhar olurken, resmi enflasyon yüzde 50’ye dayandı. Bu durumu lehine çözmeye çalışan patronlar, emekçiler için komik ücret artışla- rında bulunurken, farklı sektörlerdeki işçiler ise ayağa kalkıyor.

Sefalet ve yoksulluğa karşı

enflasyonun yüzde 114’e dayandığını belirtiyor.

Emekçiler yeni mücadele deneyimleri kazanıyor

Çeşitli mücadeleci sendikaların da katkısıy- la grev, iş bırakma, işyeri işgali gibi farklı eylem pratiklerine sarılan emekçilerin ortak özelliği hızlı ve kararlı bir biçimde organize olmuş olması.

Yerel eylem ve grevlerde sıkça gözlemlenen “grev kırıcılığı” denemelerinin de boşa düştüğü bu deneyimlerin, işçi sınıfına günümüzdeki örgütlen- me, mücadele ve sonuç alma pratikleri açısından zengin bir deneyim kazandırıyor.

Kargo işçilerinin kendi aralarında kurdukla- rı komiteler aracılığıyla milyar dolarlık kargo ve kurye şirketlerine karşı sonuç aldığı gözlenirken, sendikalarda örgütlenen tekstil ve metal işçileri de kendi işyeri komitelerini gündeme getirmiş

durumda. Ortalama maaş artışlarını yüzde 60 civarında talep eden emekçiler, aynı zamanda işten atmalara karşı da ortak refleks göstermiş oldu. Mücadele deneyimi dışında, diğer emekçi- lerin de gözü kulağını çevirdiği her bir deneyim, işçi sınıfı mücadelesinin önümüzdeki dönem nasıl bir görünüm kazanacağını da gösteriyor.

Parola: İnsanca bir yaşam için örgütlenme

Her bir işyerindeki talepleriyle yan yana gelen

emekçilerin bir bölmesi için bu mücadele pratik- leri öğretici olurken, diğer sektörlerdeki işçilerin de benzer bir tutum sergilemesi ancak buralar- daki kazanımların korunması ile mümkün. Yeni yılda emekçiler için tek seçenek örgütlü müca- delenin yükseltilmesi olurken, her bir işyerinde ve sektörde komitelerin kurulması, insanca bir yaşam talebi ekseninde örgütlenilmesi temel bir zorunluluk hale gelmiş durumda.

Söz konusu mücadelenin tekil tekil işyerlerinin ötesine geçerek, ülkenin kaderini değiştirecek emekçi gücünü açığa çıkarması ise siyasal mü- cadelenin büyütülmesi ile mümkün. Bugün için, tek yol ve parola düzen değişikliğidir. İnsanca bir yaşam ve eşitlikçi bir düzen için mücadele bugü- nün emekçisi için tek somut gerçekliktir.

(10)

10

S

ovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurucu dört cumhuriyetin- den biri olan, üstelik II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda işgalci faşist orduların kan dondurucu mezalimine sahne olmuş Ukrayna’da faşizmin ve Nazizm’in nasıl hortlayabildiğini anlamak için Ukrayna hakkında bazı temel tarihi gerçeklerin bilinmesi gerekir.

Orta çağda Kiev; bugünkü Ukrayna, Belarus ve merkezî Rusya’yı içine alan en eski Doğu Slav devletinin başkentiydi. Feodal beylikler arasında- ki bölünmüş ve merkeziyetçilikten uzak yapısı nedeniyle dış güçlere direnme kapasitesi sınırlıydı.

Asya bozkırlarından batıya doğru yayılan Mo- ğol-Tatar güçlerinin 1240’ta Kiev’i zapt etmesi ve şehirli nüfusu kılıçtan geçirmesi, Ortodoks Kilise- si’nin merkezinin Rusya’nın kuzeyine çekilmek zorunda kalmasına ve 13. yüzyıl boyunca Ukray- na’nın batıda Litvanya, Polonya (Lehistan), Macaristan ve Romanya ile doğuda Karadeniz kıyılarından yayılmaya başlayan Kırım Hanlığı arasında parça parça bölüşülmesine neden oldu.

Bu süreç aynı zamanda Ukrayna nüfusunun soydaş olduğu Rus ve Belarus halkları ile gerek dil gerekse kültürel açıdan ayrışması sonucunu doğurdu. Ülkenin doğusu Slav kültürünü muhafa- za ederken farklı dil ailelerine mensup Litvanya, Macaristan ve Romanya egemenliğinde kalan kısımlardaki nüfus daha kozmopolit bir görünüm almaya başladı. Polonya ise kendi egemenliğin- deki bölgelerde asimilasyoncu bir politika izleye- rek Fener Rum Patrikhanesine bağlı yerli ortodoks nüfusu Vatikan merkezli Katolik kilisesinin ege- menliğini tanımaya zorladı. İzleyen yüzyıllarda şehirler Ukraynalı kimliğini gitgide yitirerek başta Leh, Musevi ve Alman olmak üzere diğer etnik grupların sayısal ve kültürel hakimiyeti altına girdiler. 1482’de Kiev bu kez Kırım cenahından gelen Türk ve Tatarlar tarafından bir kez daha yakılıp yıkıldı ve ülke yüzyıllar boyunca Kırım Tatarları ile Osmanlı Türklerinin yağma alanı haline geldi. Bu akınlarda ele geçirilen ve sayısı milyonları bulan esirler Osmanlı ülkesinde, Vene- dik ve İspanya’da esir pazarlarında satıldı, önemli bir kısmı da Akdeniz’deki gemilerde forsa olarak kullanıldı.

Rusya kendisini Tatar egemenliğinden kurtarıp, feodal bölünmüşlüğe son veren merkezî bir devlet olarak ortaya çıktığında ve batıda Polonya ile Litvanya, güneyde Kırım Hanlığı ile mücadele etmeye başladığında, paylaştıkları ortak dini inançlarının yanı sıra geçmişteki ortak tarihleri nedeniyle Ukraynalılar Rusya’yı kendi koruyucuları olarak görmeye başladılar. Özellikle kendilerini serfliğe mahkûm eden Polonya egemen sınıflarına karşı Ukrayna köylüleri defalarca kitlesel biçimde ayaklandılar. 1596 yılında Ortodoks Kilisesi’nin

“Doğu Katolik Kilisesi” adıyla zorla Vatikan’a bağlanması, din adamları sınıfı ile halkın büyük çoğunluğunda öfke doğurdu ve Polonya karşıtı gizli örgütlenmelerin sayısını arttırdı. 1648 yılında Ukrayna, Kazak lider Bogdan Hmelnitski’nin önderliğinde ayaklandı ve Polonya egemenliğin- den kurtarılan bölgeler 1654 yılında Rus Çarlığına katıldı. İzleyen dönemlerde bugünkü Ukrayna topraklarının farklı bölgeleri çeşitli devletler arasında defalarca el değiştirdi. 1708-1709’daki İsveç işgalini Ukrayna Kazaklarının desteğiyle püskürten Rus Çarı Büyük Pyotr (bizdeki adıyla

“Deli Petro”) Ukrayna’nın özerkliğine son verdi ve 1917’deki Ekim Devrimi’ne kadar 200 yıldan fazla sürecek olan bir Ruslaştırma politikasını başlattı.

1772’de bu kez Polonya’nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yenilerek parçalanması sonucu Avusturya-Macaristan’ın bir parçası haline gelen Batı Ukrayna, Polonyalılaştırmanın üzerine bir de Almanlaştırma sürecine maruz kaldı.

Başarısızlıkla sonuçlanan 1905’teki ilk Rus devrimi sırasında Ukrayna da köylü ayaklanmalarıyla sarsıldı, aristokratlara ait üç yüz malikane yakılıp yıkıldı, belli başlı beş kentte ve sanayi bölgelerin- de Sovyetler kuruldu. Ama devrimin yenilgisi sonucu binlerce insan idam edildi, hapse atıldı veya sürgüne yollandı, Kanada’ya ve ABD’ye kalabalık göçler yaşandı.

1917’deki Şubat Devrimi’nden sonra köylülerin toprak beylerine karşı mücadelesi Ukrayna’da gerçek bir açık savaş halini aldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Ukrayna’da sadece cılız bir milliyetçi hareket vardı. Şubat devriminden sonra kurulan burjuva Geçici Hükümetin Ukrayna’ya özerklik vermesine karşın milliyetçilerin ne etkili bir siyasi idare ne de ordu kurabilmiş olması bunun

açık kanıtıdır. Bolşeviklerin önderliğindeki Ekim Devrimi’nden hemen iki gün sonra Kiev’deki işçi ve asker Sovyetleri sosyalist devrimi destekleme yönünde oy kullandılar. Tam da bu noktada milliyetçi burjuva Ukrayna hükümeti Rada arka- sında gerçek bir halk desteği bulunmayışına aldırış etmeksizin Ocak 1918’de bağımsızlık ilan etti ve ayakta kalabilmek için tek umudu Alman- ya ile ittifak kurmakta gördü. Almanlar ülkeyi işgal edip başına eski bir çarlık ordusu generali olan Skoropadskiy’i geçirdiler ancak savaşı kaybedip geri çekilmeye başladıklarında bu kukla iktidar halk ayaklanmasıyla devrildi ve yerini “Direktuar”

adını alarak yönetime el koyan eski Rada liderle- rine bıraktı. Yeni yönetim beylerin topraklarına el koyan yoksul köylülerin üzerine cezalandırma seferleri düzenlemeye kalkınca kendisine bağlı askeri kuvvetler hızla dağılmaya başladı ve sonuçta işçi ve köylülerin kitlesel desteğini arkalarına alan Bolşevikler iktidara geldiler.

Ülke 1919’dan itibaren, çarlığı yeniden kurmaya çalışan karşı-devrimci Beyaz Ordular, Menşevik ve milliyetçi alaşımı türlü gruplar, Mahno’nun başını çektiği anarşist hareket, Bolşevik Kızıl Ordu ve Batılı emperyalistlerin desteğini arkasına alarak Batı Ukrayna’yı yeniden ülkesine katmaya çalışan Polonya ordusu arasında kanlı bir savaş sahnesi halini aldı. Kendini sürgündeki Ukrayna hükümeti olarak ilan eden milliyetçi kaçkınların ülkenin batısını Polonya’ya terk etme konusunda anlaş- malarına rağmen Polonya ordusu Kızıl Ordu karşısında yenilgiye uğrayarak Ukrayna toprakla- rını terk etti ve Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhu- riyeti 1922’de Sovyetler Birliği’nin dört kurucu unsurundan biri oldu.

Yeni kurulan Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuri- yeti epey geniş çaplı bir özerkliğin yanı sıra hızlı bir ekonomik ve kültürel gelişme temposuna kavuştu. 1930’lardaki kolektivizasyon hamlesi sırasında ülkenin hemen her yerinde az çok benzer biçimde yaşananlar dışında Ukrayna’da Sovyet iktidarına karşı kayda değer bir muhalefet görülmedi. Buna karşın o sıralar halen Polonya hakimiyetinde bulunan batı bölgelerinde Polonya devletinin izlediği asimilasyoncu politikalara ve toprak sahiplerinin köylüler üzerindeki baskısına karşı Ukrayna milliyetçiliği biçiminde tezahür eden ciddi bir muhalefet ortaya çıktı.

Nazizmin hortladığı ülke Ukrayna

| Demir Silahtar

Bu haftaki Pusula’mızı dış siyasete ayırdık. Doğrudan ülkemizi ilgilendirdiği gibi ABD emperyalizminin yeni bir saldırganlık siyasetinin hedefinde olan Ukrayna sorunu Pusula’mızın konusu. ABD ve Avrupa emperyalizmi, Rusya’yı çevreleme siyasetinin bir ayağını Asya’nın batısında sürdürürken, aynı zamanda batıdan Rusya’ya yönelik sal- dırganlık siyasetini artırıyor. Doğu Avrupa ülkeleri tek tek NATO’ya dahil ediliyor, ABD füzeleri Rusya sınırına yerleştiriliyor. Ukrayna’da Rusya’nın saldırı hazırlığında olduğu ise ABD’nin propagandasının başında geliyor. Minsk anlaşmasıyla özerklik tanınan iki cumhuriyete yönelik faşist Ukrayna yönetiminin başlatmış olduğu savaş yeni bir boyut kazanabilir. İlk yazımız Yağız Pekru tarafından kaleme alında ve “DONBASS SAVAŞI VE SALDIRGAN ABD” başlığını taşıyor. İkinci yazımız ise Ukrayna tarihini ve bugünkü Nazi yanlısı Ukrayna yönetiminin gerçek yüzünü anlatıyor. “NAZİZMİN HORTLADIĞI ÜLKE UKRAYNA” yazısı Demir Silahtar tarafından yazıldı. Son yazımız ise Can Aykaş’ın kaleme aldığı “SADIK BİR NATO’CUNUN MACERALARI” başlıklı yazı. İyi okumalar…

UKRAYNA SORUNU

NEDİR?

(11)

Ukrayna faşistlerinin cibilliyeti

İç Savaşın Bolşeviklerin zaferiyle sonlanmasının ardından Ukrayna burjuvazisinin ve milliyetçi hareketinin artıkları ülkeden kaçıp önce Polonya ve Çekoslovakya’ya, buralardan da Almanya, Fransa ve diğer batı ülkelerine sığındılar. Buralar- da bir dizi burjuva milliyetçi parti ve örgütler kurarak sığınmacılar arasında güçlü ve aktif bir karşı devrimci hareket örgütlediler. Bunlar içeri- sinde en aşırı olanı Y. Konovalets, A. Melnyk ve diğer bazı Ukraynalı karşı devrimcilerin önderlik ettiği, 1920’de kurulan Ukrayna Askeri Örgütü (UVO) idi. Merkezi Berlin’de bulunan ve Weimar Cumhuriyeti’nden güçlü destek gören örgüt, kısa sürede Alman ordusunun askeri istihbarat aygıtı- nın bir parçası haline dönüştü. Alman İstihbarat Servisi 1923’te UVO üyeleri için Münih’te özel bir eğitim merkezi açtı. 1924’te bir diğeri casusluk, provokasyon, sabotaj ve terör eğitimi için açıldı.

Bunları 1928’de Danzig’de Ukrayna milliyetçileri için üçüncü casusluk okulunun açılışı izledi.

UVO’nun Ukrayna’nın o sırada Polonya egemenli- ğinde bulunan batı kısımlarında kurduğu gizli örgütler bir yandan Polonya hükümetine karşı etkin bir suikast ve sabotaj kampanyası başlatır- ken diğer yandan Polonya hükümetinin ve istihbarat teşkilatının önemli isimleri ile de el altından iş pişiriyor, en çok parayı kimin ödediği- ne göre kâh Almanya kâh Polonya adına çifte casusluk yapıyorlardı. Ancak zamanla UVO’nun sınırlı eylem kabiliyetleri her iki devletin istihbarat teşkilatlarının artan taleplerini tatmin etmez oldu.

Milliyetçilere “Batı Ukrayna’da ilerici düşüncelerin yayılmasını engelleme ve devrimci harekete karşı durma” konusunda verilen yeni görevler UVO’nun cüssesini aşıyordu. Bu nedenle Batı Ukrayna halkı üzerinde ideolojik etkide ve siyasi basınçta bulunabilecek kabiliyette bir örgüte dönüştürül- mesi için UVO’nun yeniden yapılandırılmasına karar verildi.

Sonuç, 1929’da Ukrayna Milliyetçiler Örgütü (OUN) adıyla açıkça faşist bir örgütün kuruluşunun ilan edilmesiydi. Konovalets’i kendine “önder (führer)”

seçen OUN, Ukrayna’nın bağımsız ve birleşik bir ülke olarak Hitler’in kuracağı sözde “Yeni Avrupa Düzeni” içerisinde yer almasını istiyordu. OUN çeviri, basım ve dağıtım faaliyetleriyle Hitler ve Mussolini’nin “eserleri” başta olmak üzere faşist literatürün zırvalıklarını Batı Ukrayna halkı arasın- da propaganda etmeye başlayarak işe koyuldu.

İtalya’dan sonra Almanya’da da faşist rejimin kurulmasının ardından Hitler’in Sovyetler Birliği’ni yıkmayı ve halkını köleleştirmeyi amaçlayan doğuya doğru yayılma politikasının en önemli enstrümanlarından biri Ukrayna milliyetçiliğini körüklemek oldu.

İşbirlikçi faşizm

1934’te Berlin’deki OUN merkezi, Gestapo’nun alt birimlerinden biri haline getirildi. Ukrayna milliyet- çilerini casusluk ve sabotaj faaliyetleri için eğitmek üzere Berlin, Bavyera, Tegel, Saubers- dorf, Breslau ve sair bir dizi yerde yeni eğitim merkezleri açıldı. Ayrıca yine Nazilerin fonlama- sıyla ABD ve Kanada’da da Ukraynalı göçmenle- rin yoğun olarak bulunduğu yerlerde “Ukrayna Devleti’nin Yeniden Doğuşu Örgütü” gibi adlar altında casusluk için eleman devşirmeye dönük çok sayıda örgüt ve dernek kuruldu. OUN’un hizmetlerinden memnun kalan Naziler kesenin ağzını daha da açtılar, Propaganda Bakanı Goebbels, yürüttükleri “psikolojik savaş” nedeniy- le Ukrayna milliyetçilerine yüksek ödemeler yapılmasını emretti ve Viyana’dan Ukrayna’ya propaganda yayını yapmak üzere onlara bir radyo istasyonu tahsis etti.

1939’da Almanların Polonya’yı işgal etmesi üzeri- ne, Sovyetler Birliği Hitler ordularının Sovyet sınırlarına dayanmasını ve SSCB halkları ile

tarihsel ve kültürel bağları bulunan Batı Ukraynalı ve Batı Belarus etnik nüfusun yaşadığı bölgelerin faşistler tarafından köleleştirilmesini engellemek için müdahale etmek mecburiyetinde kaldı. Kızıl Ordu tarafından Polonya egemenliğinden ve işgalci Alman ordularından kurtarılan Batı Ukray- na toprakları, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuri- yeti’ne dahil edildi. Bunun üzerine Nazi işbirlikçisi OUN, suikast ve sabotaj saldırılarını bu kez Sovyet iktidarına yöneltti.

Naziler işgal ettikleri bölgelerde idari makamları ve polis örgütünü Ukrayna milliyetçileri ile doldur- dular. Komünistlere, ilericilere, yurtseverlere, Yahu- dilere ve azınlık halklara karşı gerçekleştirilen yok etme ve soykırım eylemlerinde Ukrayna milliyetçi- leri büyük bir azim ve şevkle yer aldılar. İçişleri bakanını öldürme suçundan Polonya’da hapiste bulunan Alman ajanı Ukrayna milliyetçi liderleri S.

Bandera ve M. Lebed, işgalin ardından Naziler tarafından serbest bırakıldılar. Bandera ile Konovalets’in ölümünün ardından örgütün başına geçmiş olan Melnyk arasında yaşanan liderlik çatışmasında Alman istihbaratının daha enerjik bulduğu ve Sovyetler Birliği’ne karşı dişle tırnakla sonuna kadar savaşa hazır olduğunu düşündüğü Bandera ve taraftarlarına destek vermesi örgütün Melynikçiler ve Banderacılar olarak ikiye bölün- mesine ve hizipler arasında karşılıklı öldürmelere varan çatışmaların yaşanmasına yol açtı. Buna karşın örgütün her iki kanadı da Kızıl Ordu karşı- sında 1945’teki nihai yenilgisine dek sonuna kadar Nazi Almanyası’nın katliam aygıtının organik bir parçası olmayı sürdürdü.

Ukrayna faşistlerinin kanlı sicili Ukrayna milliyetçileri 1941’de Sovyetler Birliği topraklarının Naziler tarafından işgal edilmesini çiçeklerle karşıladılar. 30 Haziran 1941’de Ban- dera, Ukrayna’nın “bağımsızlığını” ilan eden bir deklarasyon (“Akt”) yayınladı. Deklarasyonun günümüzde Ukrayna milliyetçileri tarafından inkâr ve hasıraltı edilmeye çalışılan ünlü 3. paragrafı kelime kelimesine şu şekildeydi: “Yeni kurulan Uk- rayna devleti, Avrupa’da ve bütün dünyada yeni bir düzen kurmak ve Ukraynalıları Moskof ege- menliğinden kurtarmak için Führer Adolf Hitler’in önderliğindeki Nasyonal Sosyalist Büyük Almanya ile yakın bir iş birliği içinde olacaktır. Ukrayna topraklarında kurulmakta olan Ukrayna Ulusal Devrimci Ordusu, tüm dünyada yeni bir düzen kurmak için, bağımsız ve Hristiyan yurdumuzdaki Moskof işgaline karşı ortak cephede savaşmak üzere Alman Ordusu’na katılacaktır.”

1941 yılının Temmuz ayında, işgalin daha ilk günle- rinde Naziler tarafından örgütlenen ve silahlan- dırılan OUN milisleri Lviv’de, “Yaşasın Yahudisiz Ukrayna”, “Yahudiler darağacına” sloganlarıyla düzenledikleri pogromlarda 5.000’den fazla Ya- hudi’yi katlettiler. Bandera’nın yayınladığı “ölüm emri” Ukraynalılara Yahudileri, Macarları, Rusları ve “Moskof uşağı” Ukraynalıları katletme çağrısı yapıyordu. OUN’un Roman Şukheviç yönetimin- deki askeri kanadı 1943 yazında Volhniya bölge- sinde 100.000’den fazla etnik Polonyalıyı katletti.

SS Galiçya Tümeni adı altında örgütlenen OUN militanları 1943 yılında Varşova Gettosu ayaklan- masının kanlı biçimde bastırılmasında Nazilerle omuz omuzaydı.

Nazi Almanya’sının Ukrayna’nın bağımsızlığı ko- nusunda verdiği sözleri tutmaması ve göstermelik ev hapsi ve azarlamalarla OUN liderlerini arada bir tasmalarından çekmesi, Ukrayna milliyetçilerini bir miktar hayal kırıklığa uğratsa da OUN Naziler- le olan kader arkadaşlığını sonuna dek sürdürdü.

Ukrayna faşistlerinin Kızıl Ordu’ya karşı silahlı di- renişi Alman ordularının yenilgisine paralel olarak 1944-45’te büyük ölçüde kırıldı ancak 1950’lerin başına kadar OUN şurada burada faşist terör saldırıları gerçekleştirmeye devam etti.

Hitler öldü yaşasın NATO

Nazi Almanya’sının yenilgisinin ardından em- peryalizmin Sovyetler Birliği’nin başını çektiği dünya sosyalist sistemine karşı başlattığı Soğuk Savaş’ta, Ukrayna milliyetçileri bu kez ABD em- peryalizminin ve NATO’nun şahsında kendilerine yeni bir patron buldular. Tarihteki ilk işçi devletini yıkmak için yürütülen casusluk, karşı istihbarat, provokasyon ve terör faaliyetlerinin yanı sıra an- ti-sovyet ideolojik üretim merkezlerinin karalama ve psikolojik harp faaliyetlerinin örgütlenmesinde Ukrayna milliyetçileri ile onların kurduğu yıkıcı örgütler emperyalizme canla başla hizmet ettiler.

İşçi sınıfının ve Sovyet halklarının toplumsal ve siyasi birliğini etnik temellerde bölmek, sosyalist ülkelerin halkları arasına düşmanlık tohumları ekmek ve sosyalist sistemin temellerini oymak için milliyetçiliği kullandılar.

Buna rağmen, her ne kadar Batı Ukrayna’nın belli bölgelerinde faşist hareketin kalıntısı bazı anti-sovyet eğilimler varlığını sürdürmüş olsa da Ukrayna genelinde Sovyet iktidarının meşruiyeti ve halkın (eleştirel de olsa) sosyalist düzene olan bağlılığı 1991’de Sovyetler Birliği dağılıncaya dek devam etti.

Ukrayna’da hortlayan faşizm

Ukrayna milliyetçilerinin emperyalizm için paha biçilmez bir enstrüman olarak işlevleri Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasından sonraki dönem- de azalmak bir yana gitgide arttı ve çeşitlendi.

Güya Sovyet askeri tehdidine karşı savunma amaçlı olarak kurulmuş olan NATO söz konusu tehdidin ortadan kalkmasıyla dağılacağı yerde daha da güçlenmek ve geçmişte nüfuz edemedi- ği eski Sovyet coğrafyasını da avucunun içerisine almak için akla gelebilecek her yola başvurarak bir yayılma seferberliği başlattı.

Gürcistan ve Ukrayna’da (ve daha yakın za- manda Belarus’ta) emperyalizmin siyasi ve mali desteğiyle sahneye konulan renkli devrimlerle Rusya’nın etkisini zayıflatmak, bölgeyi istikrar- sızlaştırmak ve eski Sovyet ülkelerini kendisine bağımlı uydu devletçikler haline getirmek isteyen ABD emperyalizmi, “Meydan Olayları” ve sonra- sında kadim silah arkadaşı Ukrayna faşistlerini yeniden piyasaya sürdü. ABD kuklası Ukrayna hü- kümeti, gamalı haç taşıyıp Nazi selamı veren Sağ Sektör’e yasal statü verdi, kendilerini Azov Taburu olarak adlandıran faşist teröristleri Ukrayna ordusuna ve emniyet güçlerine dahil etti, Rusça, Macarca ve Romence kullanımını yasaklamaya kalktı, sağa sola soykırımcı faşist katil Stepan Bandera’nın heykellerini dikti.

Bütün bu gelişmelerin ne anlama geldiğini iyi bi- len Ukrayna komünistleri, ilericileri ve yurtseverle- rinin faşist yükselişe karşı direnişi sonucu Donbass bölgesinde yaşanan silahlı çatışmalarla iç savaşa dönüşen süreçte Donetsk ve Lugansk’ta henüz uluslararası tanınmışlığı olmayan iki yeni halk cumhuriyeti kuruldu. Bu arada NATO hamlelerini boşa çıkarmaya çalışan Rusya’nın müdahalesiy- le de Kırım referandumla Rusya Federasyonu’na katıldı.

Ukrayna’da ABD’nin Rusya’yı kuşatmak ve etkisiz- leştirmek için yürüttüğü saldırgan yayılmacılığın dolaysız sonucu olarak yaşanmakta olan bugün- kü siyasi bunalım ve kargaşada da kardeş halklar arasına kin ve nefret tohumları saçmaya devam eden Ukrayna faşistleri, kan ve pislik dolu tarih- lerine uygun düşen biçimde tasmalarını ellerin- de tutan emperyalist efendilere paha biçilmez hizmetler sunmayı sürdürüyorlar.||||||||

Referanslar

Benzer Belgeler

25 Mart Ukrayna Savunma Bakanlığı 24 Şubat’ta müdahalenin başlamasından bu yana Rusya’nın Ukrayna’ya 467 füze de dahil olmak üzere 1.804 hava saldırısı

Dış Ticaretindeki Başlıca Madde Grupları (2003). İhracat

Batının Ukrayna üzerinde etkisini artıramaması Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçı Rus hareketlerini desteklemesi Rusya ile AB arasında yaşanan krizin derinleşmesine

 Ukrayna’da iş ortamları ve Türk Vatandaşlarının yatırım yapmalarını kolaylaştırıcı teşvikler Ukrayna Kalkınma ve Yatırım Ajansı Temsilcisi. 

2020 yılında Ukrayna’ya ihracatımız bir önceki yıla göre % 8 artış göstermiş ve 2,082 milyar dolar olmuştur. 2020 yılında ülkeden ithalatımız ise bir önceki yıla

- "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Sürücü Belgelerinin Karşılıklı Tanınması ve Değişimi Anlaşması"- "Türkiye

Zira Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski müzakere konusunu sık sık dile getirmiş hatta Rusya Devlet Başkanı Putin’i doğrudan müzakere masasına davet etmiştir..

19- Slav kökenli bir ulus olmakla birlikte kendine özgü tarihsel, kültürel ve dilsel farklılıkları olan Ukrayna, Putin’in de yakınarak ve mahkûm ederek işaret ettiği