• Sonuç bulunamadı

Soruşturma: Hisar Kısa Film Seçkisi 2011

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Soruşturma: Hisar Kısa Film Seçkisi 2011"

Copied!
35
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Mithat Alam Film Merkezi’nin 1960’larda Robet Kolej’de yapılan Hisar Kısa Film Festivali’nin devamı olarak 2005’ten bu yana sür- dürdüğü Hisar Kısa Film Seçkisi’nin temel amacı, ulusal arena- da boy gösteren başarılı kısa filmleri ve belgeselleri yurtiçinde ve yurtdışında festivallere ve film merkezlerine taşıyarak tanıtılma- larını ve izlenmelerini sağlamak. Sistematik bir şekilde yapılan bu seçki ve dağıtım Türkiye sinemasının tanıtımına da katkıda bulunmayı hedefleyerek hazırlanıyor. İki ayrı jüri tarafından de- ğerlendirilen seçkinin bu yılki ön jürisi Mithat Alam Film Merke- zi Koordinatörleri Elif Ergezen, Nil Perçinler ve Yamaç Okur’dan oluştu. Seçkiyi belirleyen ana jüride ise oyuncu Tülin Özen, sine- ma eleştirmeni Murat Özer, yönetmen kardeşler Durul ve Yağmur Taylan yer aldı. Yaklaşık 200 film arasından oluşturulan seçkide Türkiye’den 10 kısa film bulunuyor. Seçkide filmi yer alan yönet- menlere yöneltilen sorularla kısa filmin bugün Türkiye’de nasıl bir gelişim içerisinde olduğu, yönetmenler tarafından tecrübe ediliş biçimleri ve üretimi üzerine bilgi edindik. Verdikleri cevaplarla yö- netmenleri de biraz daha yakından tanıma fırsatını bulduk.

Soruşturmaya Katılan Yönetmenler

(Soyadı Sırasına Göre)

Emre Akay (Küçük Bir Hakikat, 2010) Arin İnan Arslan (Pera Berbangê, 2010) Onur Işık Cantürk (Kahve Olimpiyatları, 2010) Cahit Çeçen (Kahpe Devran, 2010)

Serhat Karaaslan (Bîsqîlêt, 2010) Ferit Katipoğlu (Üniversiteli, 2010) Cem Öztüfekçi (Nolya, 2011) Ahu Öztürk (Açık Yara, 2010) Berrak Samur (Bağdat, 2010)

Güçlü Yaman (Dönüşü Olmayan Yolculuk, 2010)

(2)

GENEL SORULAR Bu kaçıncı filminiz?

Emre Akay: Üçüncü kurmaca kısa filmim.

Arin İnan Arslan: Bu üçüncü kısa filmim. 2004 yılında Kırıntı’yı, 2006 yılında Sî û Ba’yı çektim.

Onur Işık Cantürk: Altıncı kısa filmim.

Cahit Çeçen: Beş kısa film çektim ama ilk üç filmimi 1-2 festi- val dışında hiçbir yere göndermedim.

Serhat Karaaslan: Önceki filmlerim daha basit denemeler olsa da, bu dördüncü kısa filmim diyebilirim. Hem prodüksiyon açı- sından hem de diğer bütün yaratım öğeleri açısından en çok üzerinde çalıştığım, emek verdiğim projem bu oldu.

Ferit Katipoğlu: Sanırım dokuzuncu filmim ama aslında üçüncü demek daha doğru olur. Ama genelde dokuz diyorum çünkü iyi kötü (genelde kötü) de olsa, filme ihanet olmaz; o film- leri yaparken çok şey öğrendiğimiz bir gerçek.

Cem Öztüfekçi: Yönetmen-yapımcı olarak ikinci kısa filmim.

Ahu Öztürk: İkinci filmim. İlki Sandık isimli politik bir belge- seldi.

Berrak Samur: Bağdat benim ikinci filmim ve ilk belgeselim.

Güçlü Yaman: İkinci kısa filmim.

Çekim öncesinde nasıl bir ön hazırlık yaptınız?

(Senaryo, oyuncu, mekân, vb.)

Arin İnan Arslan: Çekim öncesinde zamanımın önemli bir kıs- mını senaryonun tamamlanmasına ayırdım. Üzerine kafa yor- duğum mevzunun iç ilişkilerini okumaya çalıştım. Senaryoyu tamamlamaya çalışırken yaşam devam ediyor ve bu esnada ola- yın gerçekleşmekte olduğu mekânların içinden de geçmiş olu- yorum. Örneğin filmin sonundaki kaya, daha senaryo yokken vardı, bir ağırlık olarak.

Onur Işık Cantürk: Çekim öncesi yaptığım en büyük hazırlık mahalleyi tanımaktı. Gezdim, orada yaşayan insanları tanıdım.

(3)

Kurduğum samimiyet böylece filme olumlu yansıdı.

Cahit Çeçen: Filmin kahramanlarını belirlemek için bir hafta uğraştım. Sonra tüm kahramanlara sorulmak üzere yaklaşık 30 soru hazırladım. Röportajlardan sonra oturdum bir haftada senaryoyu yazdım. Senaryoyu yazdıktan sonra mekân arama- ya çıktım. Mekân arama dört gün falan sürdü. Ekip ve malze- meleri ayarlamak da 2-3 gün sürdü.

Serhat Karaaslan: Başlangıçta nasıl bir hikâye üzerinden an- latacağıma bir türlü karar veremediğim birkaç fikir, durum var- dı aklımda bu filme dair; yarım kalmışlık duygusu, bir türlü bütüne erişememe gibi. Bunları senaryolaştırmam -bir hikâye üzerine oturtmam dört aydan fazla zamanımı aldı. Senaryo üzerinde çalışırken bir yandan da mekânları aramaya başla- dım. Mekânları buldukça senaryo kafamda oturdu, filmi daha net görmeye başladım. Diğer oyuncuları senaryo yazma süre- cinde belirlemiştim, ancak istediğim gibi bir çocuk oyuncu bir türlü bulamıyordum. Bulduğum çocuklarla deneme çekimleri yapıyordum ve hepsi rol yapmaya çalışıyordu, çok büyük oy- nuyordu. Bu da beni çok rahatsız ediyor, filme dair endişeleri- mi arttırıyordu. Uzun bir arayıştan ve birçok denemeden sonra Baran’ı Tarlabaşı’nda sokakta buldum. Baran rol yapmıyordu, hikâyedeki çocuktu sanki. Daha sonra görüntü yönetmenliğini yapan arkadaşımla birlikte mekânlara gidip fotoğraflar çektik, çekim senaryosunu hazırladık.

Ferit Katipoğlu: Çekim öncesinde bir süre sahil arayışınday- dım. En mantıklı seçeneği çekimden bir ay önce ziyaret edip yapılması gerekenleri araştırdık, gerekli ihtiyaçları nasıl bu- lacağımıza baktık. Senaryo bağlamındaysa uzun zaman bo- yunca topladığım fikirlerden ve sonra da anlatmak istediğim bir meseleden yola çıkarak oluşturdum filmi. Oyuncularla da önceden görüşmüş ve anlaşmış olsak da, son anda yapılan de- ğişiklikler, program sıkışıklığı derken, pek prova yapamadık.

Ama ana oyuncuma Adem’in Elmaları’nı (2005) izletmeyi ba- şarmıştım, iyi de oldu.

Cem Öztüfekçi: Eser sahibi ve filmin ortak senaristi Cemil Kavukçu’yla senaryo yazımını bitirdikten sonra görüntü yö- netmenimiz Meryem Yavuz ve sanat yönetmenlerimiz Serdar Yılmaz ve Nadide Argun’la birlikte Marmara, Kuzey Ege ve Trakya bölgesinde mekân gezilerine çıktık. Taşra ruhu olan bir kasabanın içinde, meyhane olarak kullanabileceğimiz ya da

(4)

meyhaneye dönüştürebileceğimiz, geniş bir mekâna ihtiyacımız vardı. Yaklaşık 2 bin km. yol katettikten sonra filmi çektiğimiz kahvehaneyi Edirne’de, Karaağaç’ta bulduk. Çekimden önce aynı mekâna birkaç kez daha giderek dekor ve çekim senaryosu üzerinde çalıştık. Kâğıt üzerinde yaptığımız çekim senaryosu- nu, mekâna objektifler ve yönetmen vizörüyle giderek, açılara bakarak, fotoğraflar çekerek geliştirdik. İstanbul’da da oyuncu- larla dört tam gün boyunca okuma provaları yaptık ve bu aşa- mada da senaryo gelişmeye devam etti. Bu provalar sırasında kostüm provalarımızı da tamamladık. Çekim öncesi son hafta ise uygulayıcı yapımcımız Sedat Koca, mekânın tüm aksesuar- larını, kalacak yeri, filmdeki park mekânını ve bir sürü diğer detayı çok hızlı bir şekilde ustaca tamamladı. Ön hazırlıkta A planınızı ne kadar iyi kurarsanız, sette gerektiğinde B planı üretmek de o kadar rahat olur.

Ahu Öztürk: Ankara Sinema Derneği 2007’de Gezici Film Festivali kapsamında Kars Öyküleri Kısa Film Senaryo Yarışması açtı. Yarışmanın ön koşulu filmin Kars’ta geçmesiydi.

Beş tane senaryo seçilecek ve yapılan filmlerden bir uzun met- rajlı film gerçekleşecekti. Açık Yara benim zaten yazmış olduğum bir senaryoydu ve Kars’ta geçiyordu. Yarışmaya gönderdim ve kazandı. Sonrasında Zeki Demirkubuz ve Cem Yılmaz’la Kars’ta Gezici Film Festivali sürerken bir senaryo atölyesi gerçekleşti.

Senaryolar burada daha olgunlaştı. Oyuncular ve mekân araş- tırması daha sonra gerçekleşti. Kars’ta çok sayıda köy gezip çeki- min yapılacağı köyü ve evi bulduk. Oyuncular da yapım ekibiyle birlikte karar verdiğimiz isimler arasından seçildi.

Berrak Samur: Çekim öncesindeki araştırmanın, hazırlığın film yapım aşamalarının en önemlisi olduğunu düşünüyorum.

Benim Bağdat belgeseli için ön araştırmam nerdeyse bir yıl sür- dü ama çekimlere başladığımda bir yılın bile tam olarak yeterli olmadığını farkettim.

Güçlü Yaman: Filmin hikâyesi gerçek bir olaya dayandığı için, ilk dönemler olayın nasıl olduğunun araştırılmasıyla geçti.

Ardından senaryoyu yazdım. Daha sonra mekânlar tespit edildi ve en son olarak da oyuncular ayarlandı.

Kısa filmlerinizde oyuncularınızı nasıl

seçiyorsunuz? Amatör ya da profesyonel oyuncu

tercihiniz var mı?

(5)

Emre Akay: Her filmin oyuncu seçim mantığı filmin gereksi- nimlerine göre değişiyor. Pek kuralım yok. Kabiliyetin yanında, anlaşabildiğim, birlikte eğlenebildiğim insanlarla çalışmayı ter- cih ediyorum.

Arin İnan Arslan: Hem amatör hem profesyonel oyuncularla çalıştım. Seçim yaparken duygunun kişinin yüzünü çağırması gerekiyor. Kimi zamansa tam tersi oluyor ve kişinin yüzü fil- min duygusunu çağırıyor. Yaşamın birçok yerinde geçerli olan kaidelerden sinema da bağımsız değil: Her şey birbirine içkin gelişir ve tamamlanır.

Onur Işık Cantürk: Çektiğim film belgesel olduğundan oyun- cu seçimi için uğraşmadım, belgeselde ön plana çıkanlar zaten hikâyesi ilginç olanlar.

Cahit Çeçen: Şimdiye kadar amatör ve profesyonel oyuncuları bir arada kullandım genellikle. Amatör veya profesyonel olması projeye göre değişiyor aslında. Zor bir karakterse profesyonel oyuncuyu tercih ederim. Amatör oyuncu bulmak çok zor bir iş ama bulduğun zaman da filmi film yapan en büyük etken olu- yor. Perdede tanıdık oyuncular gördüğüm zaman filmin içine giremiyorum. Bunu sevmediğim için de tanıdık oyunculardan olabildiğince kaçınıyorum. Gerçi öğrencilik dönemlerinde bir- kaç ünlü oyuncuya ulaştık ama onlar da sağolsunlar hiç des- tek olmadılar. Ünlü oyuncuların kaprislerine dayanamıyorum.

Allah onlara muhtaç etmesin.

Serhat Karaaslan: Şimdiye kadar daha çok amatörlerle çalış- tım. Türkiye’de birebir ilişkileriniz yoksa bir kısa film için pro- fesyonel bir oyuncuyu ikna etmek zor. Hele dizilerde oynuyorsa, işler daha da zorlaşır. Bu filmde de zaten önemli olan çocuktu ki o yaşlarda profesyonel bir oyuncu yoktur da. Ben de bu film için en başından beri amatörlerle çalışmayı düşünüyordum.

Gerçeğe biraz daha yaklaşmak adına her şeyin mümkün oldu- ğunca hayatın içinden, sokaktan olmasına özen gösteriyordum.

Tabii ki işimin daha da kolaylaşması için profesyonel oyuncu- larla çalışmayı isterim.Yine de sonuç olarak “profesyonel oyun- cu mu daha iyi olur yoksa amatör oyuncu mu” mevzusu bence filme göre değişir. İki Dil Bir Bavul ya da Köprüdekiler gibi filmler profesyonel oyuncularla bu kadar iyi olmazdı belki de.

Ferit Katipoğlu: Genelde oyuncu olan insanları tercih etme- ye çalışıyorum ama bu aslında tamamen projeye ve şartlarına

(6)

göre değişiyor. Sonuçta bütçe olsa çok iyi bir oyuncuyu getire- ceğin role, bazen kendini terletip hazine arar gibi amatör ama iyi kotaracak adam koyma durumun olabiliyor. Ama genelde oyuncu seçiminde kişiyi tanıdıktan sonra rolü verme fikrine sıcak bakıyorum. Bazı karakterler için onları gerçekten çok iyi anlayabilecek oyuncuları kullanmak büyük bir artı bana göre.

Cem Öztüfekçi: Amatör ya da profesyonel oyuncu fark etmi- yor kanımca. Önemli olan oyuncunun gerçek karakterinin se- naryodaki karaktere ne kadar yakın ve plastik olarak ne kadar uygun olduğu. Şu ana kadar amatörlerle yönetmen olarak ça- lışma şansım olmadı çünkü senaryo ya da yapım şartları bunu gerektirmedi. Oyuncu seçerken dizilere, filmlere, kast ajans- larının sitelerine bakıyorum ve gözüne güvendiğim oyuncu, kast direktörü ve yönetmen arkadaşlarımdan fikirler alıyorum.

Oyuncularla yüz yüze buluşuyorum, hayata ve sinemaya bakı- şımızın ortak olup olmadığını sezmeye çalışıyorum. Verilecek her karar öncesi öncelikle görüntü yönetmenim olmak üzere ya- ratıcı ekibimize de danışıyorum. Bu filmde hikâyenin ruhunu en iyi bilen kişi olduğu için yazarımız Cemil Kavukçu’ya da her oyuncu seçimi öncesi danıştım.

Ahu Öztürk: Bu benim ilk kısa filmimdi, sonrasında da bir daha kısa film çekmedim. O yüzden sadece bu filmim üzerin- den konuşabilirim. Amatör bir yönetmen olarak, oyuncuların profesyonel olması benim için önemliydi. Ve öyle de oldu.

Güçlü Yaman: İlk filmimdekilerin hiçbiri oyuncu değildi.

İkincisindekiler profesyonel oyuncular.

Senaryonuz özgün mü yoksa uyarlama mı?

Emre Akay: Can Kozanoğlu’nun ‘Acemi Eğitimi’ adlı romanın- dan kısa bir bölümden uyarladım.

Arin İnan Arslan: Özgün.

Onur Işık Cantürk: Belgesel için tek bir çatı belirlemek hikâyeye devamlılık kazandırır fakat biraz yapay geliyor bu dü- şünce bana. Bu yüzden filmde ‘spor’ ana başlığı altında bam- başka hikâyeler ortaya çıktı ve hepsini kullandım. Senaryonun özgünlüğü de bu yüzden o karakterlere ait.

Cahit Çeçen: Senaryom uyarlama değil, senaryomu oluştur- mada Jean-Pierre Jeunet’nin Amelie (2001) filmi büyük ilham

(7)

kaynağı oldu bana.

Serhat Karaaslan: Özgünlük konusu tartışmalı bir konu, ama bir metinden uyarlamadım, kendi yaşadığım, etkilendiğim bazı durumları, anları hikâyeleştirerek oluşturdum.

Ferit Katipoğlu: Senaryom bana ait, bu nedenle garip ve so- runlu belki de ama “her senaryo daha iyi olabilir” diyerek bir noktada aksiyona geçiş oluyor tabii.

Cem Öztüfekçi: Cemil Kavukçu’nun aynı adlı öyküsünden uyarlama.

Ahu Öztürk: Özgün.

Güçlü Yaman: Özgün.

Sürekli birlikte çalıştığınız bir ekibiniz var mı?

Emre Akay: Yok.

Arin İnan Arslan: Teknik ekip olarak yok. Ancak yol arkadaş- lığı bağlamında evet, var.

Onur Işık Cantürk: Birlikte çalıştığım bir ekibim var ama sü- rekli değil. Bu film için ekip iki kişiydi mesela. O dar alanda geniş bir ekip rahatsız edici olabilirdi.

Cahit Çeçen: Son üç çalışmamı görüntü yönetmenim Serhat Dumlu’yla birlikte gerçekleştirdik. Kendisiyle okul arkadaşıyız.

Aynı şekilde Mehmet Öner ve Ünal Emir Menteşe de ışık, ses, prodüksiyon, reji anlamında daima yanımda olmuş değerli, se- vimli dostlarımdır. Yavuz Akyıldız dostum da hiçbir telefonumu cevapsız bırakmayıp ihtiyaç olduğunda yardımıma koşmuştur.

Parasız kısa film prodüksiyonlarını halı saha maçlarına benze- tiyorum; kimsenin sabit bir görevi yok, herkes her işi yapabiliyor.

Serhat Karaaslan: İlk dört filmimin görüntü yönetmenliğini arkadaşım Serhat Dumlu yaptı. Uyumlu çalışıyorduk ve bu da iki kişilik iyi bir ekip olduğumuzu gösteriyordu. Serhat Dumlu yurtdışına gitti, şimdilik sürekli birlikte çalıştığım bir ekip yok.

Ferit Katipoğlu: Evet, genelde bana yardımcı olan çok sağlam arkadaşlarım var, küçük ama efektif bir ekip olduğumuz söyle- nebilir ama her projede ekip değişikliği oluyor. En güzel örnek- se; Mehmet Can Koçak genelde benim görüntü yönetmenliğimi

(8)

yapan sınıf arkadaşımdır, o film çekince de ben ona görüntü yönetmenliği yaparım.

Cem Öztüfekçi: Görüntü yönetmenimiz Meryem Yavuz, sa- nat yönetmenlerimiz Serdar Yılmaz ve Nadide Argun, sesçi- miz İsmail Karadaş ve boom operatörü Özkan Çoşgun (Zeplin Sound), kurgucumuz Natalin Solakoğlu, yapım ekibimiz Sedat Koca ve Can Öztüfekçi, bu filmde yapımda yer alan, önceki fil- mimizin sanat yönetmeni Emir Şahoğlu, makyözümüz Gülhan Konuk, focus puller Halil Çekiç, şoförümüz Adem Öğmen hep birlikte çalıştığımız dostlarımız ve bu aile her geçen gün geniş- liyor. Eksilenler de oluyor tabii. Ayrıca iki filmdir de laboratuar olarak Fono Film ve kamera-ışık şirketi olarak İstanbul Kamera Işık, tüm çalışanları ve ekipmanlarıyla bizi destekliyor.

Ahu Öztürk: Hayır.

Berrak Samur: Hayır. Dünyayı gezerek belgesel yapmayı plan- ladığım için ekibi gittiğim ülkelerde oluşturmanın daha kolay olduğunu düşünüyorum. Tabii sürekli çalıştığım bir ekibim ol- masını isterdim fakat yola sıfır bütçeyle çıktığınızı varsayarsa- nız maalesef ekibin parasız kalma riski var. Ben kendim için bu riski göze alarak belgesel yapıyorum.

Güçlü Yaman: Hayır.

Sinema dilinizi oluştururken dünyadan ve

Türkiye’den etkilendiğiniz yönetmenler oldu mu?

Emre Akay: Oldu, ister istemez. Türkiye’den dil anlamında et- kileyen kimse olmadı. Olduysa da ilhamdan ziyade tepkisel ola- rak olmuştur.

Arin İnan Arslan: Kesinlikle oldu. Çok sevdiğim ve vazgeçtik- lerim olduğu gibi hiç sevmeyip de sonradan kendimi izlerken bulduklarım da. Zeki’nin (Demirkubuz) yeri ayrıdır, sinemayı bir tarafa koyarak söylüyorum. Meseleye ahlaki yaklaşımı do- layısıyla ayrı bir yerde olmayı hak ediyor. Basit numaralara te- nezzül etmeyenleri seviyorum.

Onur Işık Cantürk: Türkiye’den Onur Ünlü, Zeki Demirkubuz, Serdar Akar beni etkileyen isimler, yurtdışından Coen Kardeşler ve Michel Gondry’nin de hakkını teslim etmek gerekir.

Cahit Çeçen: Dünyadan Jean-Pierre Jeunet, Charlie Chaplin;

(9)

Türkiye’den Zeki Demirkubuz.

Serhat Karaaslan: Bir sinema dilinden bahsetmek için çok er- ken. Bütün yaptıklarımız sinemayı öğrenmek için birer çaba olarak görülebilir.

Etkilenme konusuna gelince, çok farkında olmak zor bence.

Ancak bu filmin üzerinde yeni gerçekçilik akımının, yönetmen olarak ta Vittorio De Sica ve Yılmaz Güney’in etkisi olduğu söyle- nebilir belki. Özellikle Umut ve Bisiklet Hırsızları filmleri... Filmi çektiğim dönemde de sürekli bu filmleri tekrar tekrar izledim.

Genel anlamdaysa Türkiye’de ve dünyada birbirinden çok farklı sinemalar yapan yönetmenleri mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Filmlerini sevdiğim ve takip ettiğim yönet- menlerden ilk aklıma gelenler; Türkiye’de Yılmaz Güney, Zeki Demirkubuz. Dünyada Majid Majidi, Abbas Kiarostami, Coen Kardeşler, Tsai Ming-liang. Biraz geç keşfettiğim Dardenne Kardeşler’i de şu anda büyük bir tutkuyla izliyorum.

Ferit Katipoğlu: İnsan bu soruya “Hayır!” demek istiyor ama birçok şeyden etkileniyoruz tabii. Ben genel olarak Kieslowski, Haneke, Zemeckis gibi isimlerinden ve kuzey ülkelerinin kara komedilerinden etkilendim diyebilirim. İçinde büyük bir ciddi- yet taşıyan ama bununla oyun oynayan filmler genelde benim için ön planda olmuştur.

Cem Öztüfekçi: Ömer Lütfi Akad, Ömer Kavur, Kieslowski, Ken Loach, Leos Carax, Aki Kaurismaki, Jim Jarmusch, Coen Kardeşler, Dagur Kari, Zeki Demirkubuz, Bela Tarr. İlk filmimiz Ayak Altında’da Zeki Demirkubuz’un etkisi çok net hissedilir, fa- kat bu filmi yaparken özgün bir film yaptığımı düşünüyordum.

Film bitip bir sinefil olarak izlediğimde ise yukarıdaki saydığım yönetmenlerden ne kadar etkilendiğimi fark ettim. Sinemanın diyalektiğinin beni büyüleyen yanı da bu, yaparken farkında değiliz ama çok büyük bir ailenin küçük bir üyesi olmaya baş- lıyoruz.

Ahu Öztürk: Bir sinema dilinden söz etmem için daha fazla filmimin olması gerekir ama etkilendiğim çok fazla yönetmen var tabii ki. Türkiye’den Yılmaz Güney, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz ve dünyadan da Haneke, Tarkovski ve daha bir sürü yönetmen.

Berrak Samur: Sinema âşığı ve Radyo-TV ve Sinema mezunu birisi olarak tabii ki sevdiğim, etkilendiğim, etkisinden çıkama-

(10)

dığım birçok yönetmen var. Bağdat’ta farklı bir dil yaratmaya çalıştım, ilk belgeselim olmasına rağmen kendi sinema dilimi az da olsa oluşturduğumu ve bunun fark edildiğini görüyorum.

Güçlü Yaman: Filmin hikâyesine en uygun anlatım dilinin Dogma tarzını andıran hareketli kamera olacağını düşünüp ona göre bir dil oluşturmaya çalıştım.

Türkiye’deki kısa film piyasasını takip ediyor

musunuz? En belirgin farklar neler sizce? Türkiye’de (yurtdışında yaşıyorsanız, yaşadığınız ülkede) ortak bir kısa film dilinden söz edebilir miyiz?

Emre Akay: Bence pek bir ortak nokta yok. Olmamalı da zaten.

Kısa film en özgür alanlardan biri, belki ondandır.

Arin İnan Arslan: Hayır, edemiyorum.

Onur Işık Cantürk: Çok sayıda kısa film çekilmesini anlıyorum ve önemsiyorum fakat kötü şeyler ortaya çıkarıp kendine yö- netmen sıfatını yakıştıranlarla pek ilgilenmiyorum. İzlediğimiz çoğu film bu minvalde ilerliyor. Bu yüzden pek takip etmiyorum diyebilirim.

Cahit Çeçen: Türkiye’de katıldığım festivallerdeki kısa filmleri izliyorum. Beğendiğim film çok az oluyor. Kısa filmlerin hemen hemen hepsi birbirine benziyor: Minimal, bohem insanlar, ne anlattığı belli olmayan diyaloglar, senaryolar, kötü oyuncu- luklar, kötü teknik. Tümden kötümser de bakmıyorum tabii.

Teknolojinin ucuzlamasıyla birlikte daha temiz filmler görece- ğimize inanıyorum. İçerik açısından ise aynı şeyi söyleyemiyo- rum. Nuri Bilge’yle uzun süredir ön plana çıkan minimal si- nemanın kısa filme hakim olduğunu söyleyebilirim. Ne yazık ki Nuri Bilge’nin kötü kopyası bile olamıyorlar. Türkiye’de kısa filmin en belirgin özelliği, uzun metrajda ödül alan filmlerin benzerlerini kısada yapmaya çalışmak. Fakat önemsediğim bir- çok kısa filmci arkadaşım da var tabii.

Serhat Karaaslan: Türkiye de bir kısa film piyasası olduğu söylenemez bence. Ancak Türkiye’de yapılan kısa filmleri, film çekip festivaller çarkının içine girdiğimden beri takip etmeye başladım diyebilirim. İnternetteki kısaları pek takip etmiyo- rum. Çok net bilgilere sahip olmasam da bu sayı yılda 15-20 filmi zor geçiyor. 15-20 film bütün festivalleri geziyor ve biz de

(11)

her yerde aynı filmleri izlemek durumunda kalıyoruz. Oysa Türkiye’de öğrenci filmleriyle birlikte yılda Bine yakın kısa fil- min çekildiği söyleniyor. Bu da başarı oranının ne kadar dü- şük olduğunu gösterdiği gibi, olmayan dillerinin ortaklığından bahsetmenin zor olduğunu da gösteriyor bence. Birbirinin ay- nısı bir yığın film bunlar. Aynı şekilde Kültür Bakanlığı da yılda 50 civarı kısa filme destek veriyor ve bunları da pek bir yerde göremiyoruz. Bu filmlere ne oluyor? Büyük bir kısmı çe- kildiği gibi kalıyor sanırım.

Bence en belirgin fark; hiçbir kaygı gütmeden, üzerinde yete- rince düşünülmeden okul için çekilen birbirinin kopyası yüzlerce kısa film, aynı şekilde hiçbir kaygı gütmeden, ne amaçla çekildiği belirsiz kısa filmler var. Bunlar ya bol efektli, müzikli ya da daha çok sürpriz sonlu oluyor. Tabii daha eline yeni kamerayı almış ve ucuz efektlerle Tarantino olmaya çalışanları saymıyorum bile.

Geriye üç beş tane eli yüzü düzgün kısa film kalıyor; belki bun- larda bir dil birliğinden, tema birliğinden bahsedilebilir. Bir kıs- mı yurtdışında yaşayan Türklerin, Kürtlerin, daha çok göçmen- lik sorunuyla ilgili yaptığı kısa filmler, bir kısmı da Türkiye’deki Kürtlerin yaptığı kısa filmler. Bunlarda da bir dil birliğinden çok tema birliğinden söz etmek daha doğru sanki.

Ferit Katipoğlu: Evet, üniversiteye girdiğimden beri takip edi- yorum ve bazı kodlar olduğu söylenebilir. Genelde filmler yapıl- ma amaçlarıyla ayrılabiliyor Türkiye’de, mesela ödev için olan filmler, dert anlatan filmler, film yapmak için yapılanlar vb. Bir yandan da okulların getirdiği ciddi bir film dili olduğunu düşü- nüyorum Kadir Has, Mimar Sinan, Bilgi, Bahçeşehir, Ankara Üniversitesi; hepsinin kendine ait oluşturduğu anlatım dilleri var ve ben genelde ayırt edebiliyorum.

Cem Öztüfekçi: Kısa film piyasasını takip ediyorum. Türkiye’de azalsa da, hâlâ “kısa film fıkra gibi ve çarpıcı olmalıdır” anla- yışının uzantısı olan filmler üretenler ve “filmin kısası uzunu olmaz” diyip sinema yapmaya çalışanlar var, en belirgin fark bu.

Aslında bir bakıma Avrupa arthouse geleneğinden ve Amerikan bağımsız sinemasından etkilenenler de var diyebiliriz. Biraz ya- pım şartlarının içinden en iyi biçimi çıkarma kaygısının sonucu olarak, ülkemizdeki en yaygın dil minimalist sinema dili. Ama kısa filmlerin çoğunda bir öz-biçim ilişkisi ya da sinema dili kaygısı olduğunu düşünmüyorum.

Ahu Öztürk: Türkiye’de bir “kısa film piyasası” diyebilmemiz

(12)

için yapım koşullarının okul-arkadaş-eş dost yardımı dışında, profesyonel olanaklarla maddi destek alınabilecek kurumların varlığına, bunların işletilmesine ve daha bir sürü koşula bak- mamız gerekiyor. Evet, artık daha çok kısa film festivali var, ama bu “kısa film piyasası”nın sadece belli bir ayağını temsil eder. Başka festivallerde tanıştığım kısa filmciler, filmlerinin yapımcılarının olduğunu söylediklerinde bunun Türkiye’de ne kadar güç bir şey olduğunu, hatta kısa filme yapımcı bulma çabasının komik görünebileceğini düşünmüştüm. Nihayetinde uzun metrajlı bir filme yapımcı bulabilme zorluklarını da yaşa- yan biriyim. Bu anlamda sanırım benim filmim, yapımcılı en- der kısa filmlerden.

Türkiye’de ortak bir uzun film dilinden söz edemeyeceğimiz gibi, ortak bir kısa film dilinden de söz edemeyiz. Ama belli öykün- melerle, bir sinema diline doğru giden kısa filmciler var.

Berrak Samur: Türkiye’de kısa filme “uzun filmin kısa hali”

amatör yapımlar olarak bakıldığı için maddi manevi destek çok yetersiz. Bu nedenle Türk kısa filminin henüz oturmuş bir dili- nin olmadığını düşünüyorum. Diğer ülkelere baktığımda kısa fil- me verilen destek sayesinde film ekibi daha yaratıcı ve organize.

Güçlü Yaman: Türkiye’deki kısa filmleri takip etme şansım ol- madı.

Kısa filmciler olarak birbirinizin projelerini destekliyor musunuz? Bir örgütlenmeye dahil misiniz?

Emre Akay: Değilim. Başka filmlere zaman zaman ufak katkı- larım olsa da, esas olarak enerjim ancak kendi filmlerime ye- tiyor.

Arin İnan Arslan: Değilim.

Onur Işık Cantürk: Keşke olsam ama dahil değilim. Ve tabii ki film çeken bütün arkadaşlarımı destekliyorum.

Cahit Çeçen: Yakın zamanda tanıdığım ve sevdiğim arkadaş- larım oldu. Film süreci uzun sürdüğü için herkesin projesinde yer alamıyorum. Teknik bakımdan olsun, senaryo bakımından olsun, mutlaka birbirimize yardımcı oluyoruz.

Herhangi bir örgütlenmeye dahil değilim. Örgüt birlikte ha- reket etmeyi gerektirir, katıldığım fikirler olmakla birlikte, ka-

(13)

tılmadığım fikirler daha çok oluyor. Aklıma yatan her eyleme katılırım ama bir örgütte fikirlerimi kabul ettirmek için zaman harcamam. Ya da saçma bir karara karşı savaşarak kendimi yıpratmam. Örgütlülük gerekli bir şey ama benim yapıma çok uygun değil.

Serhat Karaaslan: Film fikri ve senaryo geliştirilmesi konusun- da katkıda bulunduğum birkaç kişi oldu. Ancak pratik olarak şimdilik, Cahit Çeçen ve başka birkaç arkadaşla projelerimizde birbirimize destek vermeye başladık. Yeni kurulan Türkiye Kısa Film Kolektifi’nin içinde yer alıyorum.

Ferit Katipoğlu: Yakın zamanda !f İstanbul vasıtasıyla oluş- turduğumuz Türkiye Kısa Film Kolektifi’nde birçok festival ve oluşumla haberleşerek üretim ve gösterim şartlarını düzeltmeyi amaçlıyoruz.

Cem Öztüfekçi: Evet, birbirimizin filmlerinin yapımlarına des- tek oluyoruz, senaryolarımızı okuyoruz, kaba kurgularımızı iz- liyoruz, festival stratejileri paylaşıyoruz. Bunları daha kapsam- lı ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirebilmek için !f İstanbul’dan sonra Türkiye Kısa Film Kolektifi adı altında buluştuk, mail grubu üzerinden haberleşiyoruz.

Ahu Öztürk: Kısa film çeken arkadaşlarımla yardımlaşıyoruz ama kurumsallaşmış bir yapıda yer almıyorum.

Berrak Samur: Şu anda yaşadığım sabit bir yer olmadığı için bir örgütlenmeye dahil değilim fakat kısa filme başka kanal- lardan gelen desteklerin çok az olduğunu düşünürsek ekip ve ekipman yardımıyla, bilgi aktarımıyla ortak bir dilin oluşması açısından kısa filmcilerin birbirlerini desteklemeleri çok önemli.

Ben bu alışverişin içinde daha fazla yer almayı isterim.

Güçlü Yaman: Destek verdiğim kısa filmler oldu. Bir örgütlen- meye dahil değilim.

Kısa filmlerde müzik kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Kullandığınız müzik telifli mi?

Emre Akay: Kısa filmlere has olarak düşündüğüm bir şey yok.

Kullandığım müzik telifli.

Arin İnan Arslan: Müzik kullanımı konusundaki tartışmaların daha çok sinemanın bir çıkmaza girmiş olmasına işaret ettiğini,

(14)

sinemanın bu çıkmazı böyle tali yollarda başlattığı tartışmalar- la giderdiğini düşünüyorum. Eğer bizler duygu işçileriysek ve arayışımız bir duyguyu ortaya çıkarmaksa sözcüklerin vereme- diğini renkler, onun veremediğini ifadeler, onun veremediğini sesler verir. Neyi elde etmek istiyoruz?

Telifli müzik kullanıyorum. İki kısa filmimin müziğini de Mehmet Atlı yaptı.

Onur Işık Cantürk: Telif hakkı canımızı sıkan bir problem, karşılığında para kazanamadığımız bir film için müziğe telif ödemek çok adil bir şey gibi gelmiyor bana. Kullandığım müzik telifsizdi.

Cahit Çeçen: Adamakıllı kullanıldığı sürece hiçbir şeye karşı değilim. “Ben şuna karşıyım, buna karşıyım” diyenleri de an- lamıyorum. Müzik inanılmaz etkili bir sanat, ben de yaptığım filmle insanlara bir duygu yaşatmaya çalışıyorum. Müzik bunu yaratmamda yardımcı oluyorsa kullanırım. Bu “her filmde mü- zik kullanırım” demek değildir ama gerekirse kullanırım. Kendi açımdan sinemayla ilgili böyle bir tartışmaya girmem. Karşı ol- duğum ya da olmadığım ne varsa bunu filmlerimde uygularım.

Genel geçer manifestolarım yok, sadece kendi manifestom vardır.

Serhat Karaaslan: Bu filmimde müzik kullanmadım. Kısa filmlerde müzik kullanımı bizde çok abartılı. Ben de ilk baş- larda bu hataya düştüm. Ancak şimdi çok temkinliyim. Genel olarak kısa filmciler sinemasal olarak yaratamadıkları etkiyi, hissiyatı, atmosferi müzikle kotarmaya çalışıyor. Gerekli gerek- siz baştan sona müzik döşüyorlar.

Ferit Katipoğlu: Eskiden bir iki kez filme müzik koyduğum oldu ama uzun zamandır hakları olmayan bir müziği kullan- mıyorum, bunu pek de doğru bulmuyorum. Bunun yerine ya kendim üretiyorum ya da mini-John Williams diyebileceğim Nazım Çınar’la çalışıyorum. Bir şeyler ürettiğimizde ikimiz de birbirimizi ateşliyoruz ve daha kaliteli olmaya doğru ilerliyor yaptıklarımız. Türkiye’de de kısa film konusunda en sorunlu durumlardan biri müzik kullanımı bana göre, birçok filmde aslında hikâye anlatımı ve görsel kurguyla akmayan bir filmi müzikle örtmeye çalışma durumu çok var; ki ben de yaptım bunları. Ancak müzik ciddi anlamda filme darbe vurabiliyor, çok özenle kullanılmalı. Birçok filmin bangır bangır müzikle örtülüp sadece kaosa sürüklendiğini çok gördük.

(15)

Cem Öztüfekçi: Nolya’da kullandığımız Tanju Okan şarkıla- rı için ulaşabildiğimiz söz yazarı ve bestecileri haberdar ettik.

Yazılı bir belge almadık gerçi ama hiçbiri Türkiye’de ticari geri dönüşü olmayan bir kısa filmden hiçbir ücret talep etmediler.

Müziğini kullanacağınız kişiyle iletişime geçmek çok önemli.

Bundan sonraki yaklaşımınız ise aldığınız tepkiyi yorumla- yıp kendi politik görüşünüze göre hareket etmek olacaktır diye düşünüyorum. Yani aslında kâr amaçlı bir iş yapılıyorsa telif ödenmeli, ama diğer durumlarda herkesin fikri farklı olabi- lir. (Godard, son filmi Film socialisme’i vizyona girmeden önce Youtube’a koydu. Çünkü o biliyor ki filmini sinemada izleye- bilecek maddi güce sahip sinefiller farklı bir sinema deneyimi için sinemaya gidecekler ama maddi gücü olmayanlar da filmi izleyebilmeli.) Ayrıca kısa filminize özgün müzik yapabilecek ye- tenekte insanlara ulaşabilmek de mümkün, kolaycılık yapıp ilk tercih olarak hazır müzik kullanmamak lazım.

Ahu Öztürk: Filmimdeki müzik film için ve herhangi bir ücrete tâbi olmadan yapıldı. Bu tabii müzisyen arkadaşımın kalender- liğinden kaynaklandı.

Berrak Samur: Türkiye’de kısa filmde müzik kullanımı vahim durumda. Post prodüksiyon aşamasında depodaki hazır telif- li müziklerin arasından hızlıca seçilen parçalar yerine uygun müziğin seçimi ya da filme uygun özgün müziğin yaratılma- sı için ciddi zaman harcanması gerekiyor. Ben filmlerimde özgün müzik kullanıyorum. Bağdat’ın müzikleri Tamer Tarık Taşkaya’ya ait. Yönetmenle müzisyen arasındaki bağlantı çok önemli. Tamer’le yakaladığımız bağ, ilk çalışmamız olmasına rağmen gerçekten güçlü ve memnun ediciydi.

Güçlü Yaman: Müzik kullanımı filme göre değişebilir. Ben son filmimde müzik kullanmadım. İlk filmimdeyse girişte bir kere duyulan kısa bir müzik var. Onu da bir arkadaş yapmıştı.

Yeni projeleriniz var mı? Kısa metrajla mı devam etmek istiyorsunuz yoksa uzun metrajlı projeleriniz de var mı?

Emre Akay: Kısa ve uzun çeşitli projelerim var.

Arin İnan Arslan: Sanırım bir kısa film daha çekeceğim.

Onur Işık Cantürk: Kısa metraj yeni projelerim var. Kısa met-

(16)

rajda devam etmek Türkiye şartlarında hayal gibi bir şey. Öyle bir sektörün varlığından bile haberdar değiliz. Uzun metraj için uğraşıyoruz.

Cahit Çeçen: Kurmaca bir kısa film projem var ama sürekli değişiyor fikirlerim. Hazırda duran bir uzun metraj projem yok.

Uzun metraj bir filmim olsun isterim ama bu ne zaman olur, şimdilik kestiremiyorum. O zamana kadar da kısaya devam.

Serhat Karaaslan: Hem uzun metraj hem de kısa metraj pro- jelerim var. Bir yandan uzun metrajın senaryosunu yazıyoruz ve yapım için fonlara, festivallere başvuruyoruz. Bir yandan da kısa film projelerim için hazırlık yapıyorum.

Ferit Katipoğlu: Evet, bu kış bir projem daha var ve artık ge- rilla ekolünden çıkmış bir projeye gireceğim diye umuyorum.

İleride yapmak istediğim bir uzun metraj projem de var ancak daha öğrenilecek çok şey var tabii.

Cem Öztüfekçi: İki kısa filmimizi de kendimiz yapımcı olarak gerçekleştirdiğimiz için ve kısa filmin maddi geri dönüşü çok az olduğundan, şimdilik kısa film yapacak yapım gücümüz yok.

Ayrıca şu an itibarıyla yeni projemiz de yok. Kısa ya da uzun fark etmez, bir film yapabilmek için çok büyük bir tutku duymam gerekiyor ve o filmi benim çekebileceğim şekilde başka kimsenin çekemeyeceğine kendimi ikna etmem gerekiyor. Bu aşamadan sonra kendinizde yaşayabilecek gücü buluyorsanız film uzun da olsa, kısa da olsa yaparsınız, bu sizi maddi ve manevi olarak öz- yıkıma sürükleyecek olsa da. Film yaparken yakınlarınızı da yı- kıma uğrattığınız için bir filmi yapmaya karar vermek artık daha da zor bir kararmış gibi gözüküyor bana. Ben hayatımı sinemada yönetmen yardımcılığından ve yapımcılıktan kazanıyorum, bu da aslında benim sinefilliğimin bir parçası, her daim sinemanın içinde yer alma isteğimin bir parçası. Kendimi yönetmen olarak görmüyorum ve tanımlamıyorum. Eğer film çekmeden mutlu bir şekilde yaşanabiliyorsa öyle yaşamak lazım.

Ahu Öztürk: Uzun metrajlı bir film senaryosu üzerinde çalışı- yorum.

Berrak Samur: Şu anda Malta’daki Afrikalı göçmenler üzerine uzun metraj belgeselimin yapım aşamasındayım.

Güçlü Yaman: Şu an henüz kesinleşen bir projem yok.

(17)

BÜTÇE VE DESTEK

Film çekmek için herhangi bir yerden destek aldınız mı? Yoksa kendi imkânlarınızla mı çektiniz? Filminizin bütçesi nedir?

Emre Akay: Filmin yapımcısı ben değildim. Alınan destekleri net olarak bilmiyorum. Yönetmen olarak para almadım. Ankara Sinema Derneği bu projenin finansmanının bulunmasını üstlendi.

Arin İnan Arslan: Kültür Bakanlığı’ndan destek aldım. Ancak bu bütçenin bir kısmı, gerisini kendi imkânlarımla toparladım.

Bütçe yaklaşık olarak 25 bin TL.

Onur Işık Cantürk: Film tamamen kendi imkânlarımızla çekil- di, herhangi bir destek almadık. Hatta bütçesiz diyebilirim film için. Birkaç ışığın ve içtiğimiz çayların parası, bütçeyi belirledi.

Cahit Çeçen: Film çekmek için herhangi bir yerden destek ala- madım. Filmi, olmayan imkânlarımla çektim. Dostlarımın ça- balarıyla demek daha doğru olur. Filmimin bütçesi 20 TL nakit, kalanı kredi kartı olmak üzere 250 TL.

Serhat Karaaslan: Bu filmim için herhangi bir yerden destek alamadım. Tamamen kendi imkânlarımla çektim. 1000 dolar gibi küçük bir bütçeyle çektim.

Ferit Katipoğlu: Bütçesi 2000 TL civarında ve tamamen kendi imkânımla ödedim. Ama arkadaşlar çok ciddi destek verdiler, herkes bedavaya koştu etti, belki bir şeyleri satın aldı da para- sını istemedi. Eski dostlar iş bitirici oluyor.

Cem Öztüfekçi: Filmde tüm ekibimiz gönüllü olarak çalıştı, onlara minnettarız. Filmin Fransa’daki yıkanma ve tek ışık te- lesine işlemlerini takip eden, festival ve dünya satışıyla ilgile- nen bir Fransız yapımcımız var, ayrıca ilk kısa filmimiz Ayak Altında’nın da dünya dağıtımcısıydılar. Bir sürü kurumsal destekçimiz vardı, İstanbul Kamera Işık, Fono Film, 1000 Volt, Zeplin Sound, KenMovie, Bir Film, Ekip Film, Hayal Stüdyosu, Kodak. Filmde ulaşım, konaklama, yemek ve diğer giderler içinse görüntü yönetmenimiz, annem, babam, ağabeyim mad- di katkı sağladı. Bakanlıktan destek almamıza rağmen filme cepten yüksek miktar bir para eklemek de gerekti. Filmi gerçek siyah-beyaz film stoğuna çekmemiz, bu filmin ve bu filmi yı-

(18)

kayan laboratuarın Türkiye’de bulunmaması maliyeti yükseltti ama bu artistik olarak taviz veremeyeceğimiz bir şeydi. Yani fil- min toplam bütçesini sayısal olarak belirtmek çok önemli değil, başkaları daha ucuza ya da daha pahalıya maledebilir bu filmi.

Ama filmin hem yönetmeni hem yapımcısı olmak, iyi bir yapım ekibiniz ve sizden başka düşünen kafalar olduğunda avantaj oluyor, elinizdeki parayı hangi önceliğe göre kullanacağınıza karar verebiliyorsunuz.

Ahu Öztürk: Yukarıda da söylediğim gibi, Ankara Sinema Derneği yapımcımdı. Filmin bütçesini tam olarak bilmiyorum.

Berrak Samur: Belgeseli Ankara Üniversitesi’nde okuduğum sı- rada çektiğim için çekim aşamasında İlef Kısa Film Ve Belgesel Atölyesi’nden ekip ve ekipman yardımı aldım. Post prodüksiyon kısmında bütçem olmadığından arkadaşlarım gönüllü olarak yardım ettiler. Kurguda Barbora Atav, post prodüksiyonun bir sonraki aşamasında Fatih İşçi yardım etti.

Güçlü Yaman: Filmin bütçesinin bir kısmını destekle finanse ettim. Bir kısmını da kendim ödedim.

Yaşadığınız ülkenin Kültür Bakanlığı’ndan destek aldınız mı? Aldıysanız bu süreçten ve ne kadar destek aldığınızdan bahsedebilir misiniz?

Emre Akay: Bu film için almadım. Daha önce bir uzun metrajı- mın 35 mm aktarımı için destek almıştım. Yaklaşık 20 bin TL’ydi.

Arin İnan Arslan: 8 bin lira.

Onur Işık Cantürk: Almadım.

Cahit Çeçen: Kültür Bakanlığı sağolsun, dandik projelere destek vermekten bize sıra getiremedi. Son günlerde “Kültür Bakanlığı sinemayı desteklemeli mi acaba?” diye kendi kendi- me soruyorum. 100 projeye destek veriyorsa bunlardan sadece birkaç tanesi bu desteği hak ediyor. Bir sürü gereksiz insan mil- yarlar alırken ben setteki arkadaşlarıma kötü lokantalardan üç öğün kuru fasulye yediriyorum. Kültür Bakanlığı’ndaki jüriye zerre güvenmiyorum. Film yapmak için bu kuruma ihtiyaç duy- duğumdan dolayı lanet ediyorum. Kültür Bakanlığı sinemayı değil çevresindeki dostlarını, yalakalarını destekliyor.

(19)

Serhat Karaaslan: Ne bu filmim için ne de diğer projelerim için Kültür Bakanlığı’ndan destek alamadım. Birkaç defa başvur- mama rağmen hep reddedildi projelerim. Kurullarda adamları olanlardan ve bu işin lobisini iyi yapanlardan bize sıra gelecek mi bir gün, bilemiyorum. Bu konuda gittikçe karamsarlaşıyo- rum.

Ferit Katipoğlu: Almadım ve denemedim.

Cem Öztüfekçi: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü Amatör Yapım Desteği olarak 15 bin TL aldık. Üçte ikisini hemen, kalanı ise filmi teslim edince ödüyorlar. Ayrıca Nolya bitirme filmim olduğu için, yine bakan- lığın TÜRSAK’la birlikte gerçekleştirdiği ‘Geleceğin Sineması’

da filmimizi 2500 TL ile destekledi.

Ahu Öztürk: Ankara Sinema Derneği Kültür Bakanlığı’ndan destek aldı.

Berrak Samur: Hayır destek almadım.

Güçlü Yaman: Hayır, almadım.

Kısa filminizden para kazandınız mı?

Emre Akay: Filmin hakları bana ait olmadığı için para kazan- madım. Kazanmayacağımı bilerek ve kontrat imzalayarak gir- dim bu işe. Aksine, benim için olmazsa olmaz olan müziklerinin teliflerini (İbrahim Özgür’ün tangoları) kendi cebimden ödedim.

Arin İnan Arslan: Hayır.

Onur Işık Cantürk: Para mı?

Cahit Çeçen: Para konusunda çok şanssızım. Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nden 2000 TL kazandım. Adana Altın Koza’dan da 1000 TL telif aldım.

Serhat Karaaslan: Aldığım bazı ödüllerin para olarak karşılığı vardı. Ayrıca İngiltere’ye bir televizyon kanalına üç kısa filmimi sattım, oradan da her yayınlanmaya karşılık ufak bir telif öde- yecekler.

Ferit Katipoğlu: Bu filmimden değil ama önceki filmim Üçte Bir bu yolda sembolik rakamlar elde etti. Ancak düşünüldüğü kadar imkânsız bir durum değil, kısa filmin kolay gezdirilebilir-

(20)

liğini unutmamak gerek.

Cem Öztüfekçi: Para kazanmanın tanımı, koyduğunuz parayı geri aldıktan sonraki para, yani kâr; o açıdan bu filmden para kazanmadık. Ya da yönetmen, senarist ya da yapımcı ücreti al- mak; bunları da almadım. Henüz paralı bir ödül de almadık bu filmden. Portekiz’de bir devlet kanalı filmi aldı, buradan bir para geldi ama filme harcanan paranın yanında çok küçük bir meblağ. Önceki kısa filmimiz Ayak Altında ise ödüller ve dün- ya satışıyla birlikte ancak masraflarını çıkarabilmişti ki bu da Türkiye’de başa çok gelen bir şey değil.

Ahu Öztürk: Hayır.

Berrak Samur: Hayır, maalesef para kazanmadım. Kötü bir yapımcı olduğumu düşünüyorum. Arkadaşım Sinan Yusufoğlu bana yapımda yardım ediyor, paradan ziyade filme dair güzel yorumlar aldık, deneyim ve güzel insanlar kazandık.

Güçlü Yaman: Hayır.

TEKNİK

Filminizi hangi teknik imkânlardan ve hangi post prodüksiyon imkânlarından yaralanarak çektiniz?

Emre Akay: 35 mm, ufak ve muhteşem bir ekip, AVID.

Arin İnan Arslan: Sony Ex3 ile çektim. Sesçi arkadaşım profes- yoneldi. Işık işini kolektif olarak çözmeye çalıştık. Benim film- lerimde çözemediğim tek teknik sorun da ışık meselesi zaten.

Post prodüksiyonda Final Cut’ta kurgu yaptık. Renk düzeltme ve ses tasarımının yapımında profesyonellerle çalıştım.

Onur Işık Cantürk: Filmi Canon 5d markII ve 550d ile çek- tik. 18-55 kit lens ve 1.4 50 mm olmak üzere iki lensimiz vardı.

Montaj için de Final Cut Pro kullandık.

Cahit Çeçen: Teknik olarak okuldan aldığım ilkel bir şaryodan, Serhat Dumlu dostumun kamerasından ve arkadaşlarımın imanından yararlanarak çektim filmi. Post prodüksiyon keli- mesinin şaaşalı duruşuna yakışmayan bir masaüstü bilgisa- yarda, Edius programıyla kurguladım.

(21)

Serhat Karaaslan: Canon XL2 kamerayla Mini DV olarak çek- tik. Işık kullanmadık. Kamera ve tripod dışındaki tek ekip- manımız, Beykent Üniversitesi’nden aldığımız küçük bir şar- yoydu. O şaryoyla birkaç plan çektik. Sette sesi kameranın üstüne aldığımız için daha sonra foley çalışması yapmak zo- runda kaldık. Sesler kullanılmayacak derecede kötüydü. Foley dediysem, de kendi imkânlarımızla çok amatör koşullarda, bir yandan laptopta filmi izleyip diğer yandan filmin ihtiyacı olan seslerin benzerlerini taklit etmeye çalıştık. Kurgu programı olarak Adobe Premiere CS5’i kullandık. Renk düzeltmesini Magic Bullet’ta yaptık.

Ferit Katipoğlu: Filmi P2-DVCPROHD ve 35 mm adaptörü kul- lanarak çektim, daha sonra ev bilgisayarı sayılabilecek maki- nelerde de post ve kurgu işlerini yaptım.

Cem Öztüfekçi: Filmimizi Kodak Eastman Double X 200T si- yah-beyaz film stoğuna, Super 16 mm formatında çektik, ka- mera ARRI SR2’ydi. Filmler Fransa’da GTC laboratuarında yı- kandı, tek ışık telesine edildi, offline kurgu AVID programında, Hayal Stüdyosu’nda yapıldı. Filmin HD taraması Spirit aletinde ve renk düzenlemesi Baselight sisteminde, 1000 Volt’ta yapıldı.

Online kurgu, ses işlemleri, tape to film, filmin optik baskısı ise Fono Film’de yapıldı.

Ahu Öztürk: Filmi 35 mm çektik. Post prodüksiyon da profes- yonel stüdyolarda gerçekleşti.

Berrak Samur: Çekimde Panasonic AG DVX100 ve boom kul- landık. Kurguyu Adobe Premiere ile, renk düzeltmesini, ses ayarlarını ve altyazıları Edius programlarında yaptık.

Güçlü Yaman: Film HDV kamerayla çekildi. Post prodüksiyon- da bazı sahneler için Digital Painting yapıldı.

Filminizi dijitale mi, peliküle mi çektiniz?

Emre Akay: Pelikül.

Arin İnan Arslan: Dijital çekip peliküle aktardım.

Onur Işık Cantürk: %100 dijital.

Cahit Çeçen: Filmi dijital olarak çektim. Canon XL2 kamera- sıyla DV olarak çektim.

(22)

Serhat Karaaslan: Filmimizi dijital olarak çektik.

Ferit Katipoğlu: Tamamen dijital ama 35 mm Canon FD lens- lerle çektim. İçinde bir analog hissi var bence.

Cem Öztüfekçi: Filmi 16 mm peliküle çektik.

Ahu Öztürk: Peliküle.

Berrak Samur: Dijital.

Güçlü Yaman: Dijital.

GÖSTERİM OLANAKLARI, FESTİVAL ve YARIŞMALAR

Son zamanlarda kısa film festivallerinin

sayısında bir artış var. Yönetmen olarak kısa film festivallerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emre Akay: Gerekli bir platform. Para ödüllü olanları ya da fil- min satışı için olanak sağlayanları tercih ediyorum çünkü kısa filmin başka pek gelir kaynağı yok.

Arin İnan Arslan: Belli başlı festivallere gönderiyorum. Buradan büyük festivallere gönderdiğim anlaşılmasın. Samimi ve kafa kol ilişkileri olmayanlar demek istiyorum.

Onur Işık Cantürk: Giderek biraz daha değer verilmeye başlan- dı kısa filmlere. Ama öğrenciye destekten ziyade reklam amaçlı birçoğu hâlâ. İdare ediyoruz.

Cahit Çeçen: Kısa film festivallerinin artmasından şikayetçi değilim ama onlarca kötü film festivali olacağına sağlam, say- gın, güvenilir birkaç festival olmasını tercih ederim. Festivalleri de ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Çok festival var ve hepsinin ayrı ayrı iyi yanları, kötü yanları var. İyi bir iş yapsam bile fes- tivallere gönderirken acaba ön elemeyi geçecek mi diye düşünü- yorsam, o zaman festivallerde bir problem var demektir.

Serhat Karaaslan: Olumlu etkileri olduğu gibi bence olumsuz etkileri de var. Keşke nicelik olan artışlarına paralel olarak ni- telikleri de artsa. Birbirine benzeyen festivaller birbirine ben-

(23)

zeyen filmlerin yapılmasına da sebep oluyor bir yandan. Yeni düzenlenecek bir festival eğer mevcut olanlardan farklı değilse neden yapılır, anlamak mümkün değil. Büyük bir kısmının ta- mamen ticari ya da reklam sebebiyle yapıldığını düşünüyorum.

Kısa filme destek olma gibi bir niyet büyük bir kısmında yok.

Birçoğunun maddi olarak bir ödül desteği de olmuyor. Gösterim olanakları, seçilen filmler, jüriler için yeterince özen gösterilme- diğini de görüyoruz. Bu şekilde yapılan festivallerin kısa filme nasıl bir katkısı olabilir? Türkiye’de kısa filmler zaten bütçesiz yapılıyor, bari ufak da olsa maddi ödüller verilse ve kısa filmler desteklenmiş olsa.

Ferit Katipoğlu: Çoğunlukla kültür aktivitesi gibi değerlendi- riliyorlar ve aslında nasıl ve hangi kalitede yapıldıklarına özen gösterilmiyor. Bu sene !f İstanbul gerçekten etkileyici gösterim olanakları sundu, bence herkes bir göz atmalı.

Cem Öztüfekçi: Açıkçası çoğu firma, tanıtım filmlerini ucuza ya da bedavaya getirmek için kısa film festivalleri ve yarışma- ları düzenliyor. Evet bir artış var ama bu niteliksel değil. Artık kısa film camiasında iyi kötü yer etmiş bir sürü festivale bakın, ilk senelerinden beri festivallerini geliştirmiyorlar, çünkü zaten kısa film festivali yaptıkları için lütfettiklerini düşünüyorlar.

Kısa film festivallerinin yurtdışında olduğu gibi, iyi gösterim şartları olmalı ve seyirciyle yaratıcıları etkileşim içine sokacağı aktiviteleri olmalı, kısa film yönetmenine uzun metraj yönetme- ninden ayrı bir muamele yapmamalı. Yani evinizde HD projek- siyondan film izlemekten bir farkı olmalı festivallerin.

Ahu Öztürk: Kısa film festivallerinin artması kısa film yapma motivasyonunu kesinlikle çok etkilemiştir. Ama ben festivalleri değerlendirecek kadar festival takip etmiyorum.

Berrak Samur: Kısa film festivellerinin sayısının artması ger- çekten sevindirici; festivaller kaliteden ödün vermediği takdir- de kısa filmin beslenmesine, filmin birçok insana ulaşmasına, hoş muhabbetlerin, paylaşımın ve motivasyonun artmasına yardımcı olur. Fakat Türkiye’de festivellerin genelinde var olan ayrımcılık kök salmış durumda. Bir festivalden ödül almadıy- sanız, isminiz duyulmamışsa ya da ilk filminizse, filminizin festivallerin ön elemesinden geçmesi zor. Yüzlerce filmin izlen- mesine ayrılan kısacık zamanda filminiz izlenmişse gerçekten şanslısınız. Filmizin izlendiğini ve ön elemeyi geçtiğini varsay- sak bile maalesef ki Türkiye’de festivallerde torpil gözle görülür

(24)

derecede. Son olarak birçok kısa filmci arkadaşımın da söy- leyebileceği gibi, kısa filmciler genelde festivallerde üvey evlat muamelesi görüyor. Konaklanan yerler, uzun metraj yönetmen- lerinin kaldığı yerler gibi film gösterim alanlarına ve şehir mer- kezine yakın olmuyor.

Güçlü Yaman: Festival sayısındaki artış elbette olumlu. Tüm festivallere yönelik genel bir değerlendirme yapabilmek mümkün değil. Birbirlerinden çok farklı özellikler gösteren festivaller var.

Kısa film festivallerindeki ve yarışmalarındaki süre sınırlandırmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Süre şartından dolayı müdahale etmek durumunda kaldığınız bir filminiz oldu mu?

Emre Akay: Süre şartına bir itirazım yok. Her festivalin fark- lı sınrlandırmaları olabiliyor ve bana mantıksız gelmiyor. Son filmimde Cannes’a katılmak için filmin jeneriğini kısaltmak zo- runda kalmıştım. Sonra da mantıklı geldi; kısa filmin jeneriği de kısa olmalı sanki. Filmime festivale katılmak için daha bü- yük bir müdahale yapmam herhalde.

Arin İnan Arslan: Süre sınırı gerekli. Festivaller zaten o sınırı bizim için değil, kendileri için koyuyorlar. Haklılar. Festivaller için film kısaltmadım. Ama çekime başlamadan önce bilirim ki benim filmim 15 dakikayı geçmemelidir.

Onur Işık Cantürk: Birçok festival artık standart bir zaman sınırı uyguluyor ve bunun yerinde olduğunu düşünüyorum. Bir tek TRT’nin düzenlediği yarışmada saçma bir süre sınırlandır- ması var. Şimdi tam hatırlayamıyorum, ilgilenen inceleyip şika- yet etsin.

Cahit Çeçen: Kısa filmin mantığı kısa sürede etkili bir anla- tımla izleyicide bir duygu ve düşünüş yaratmadır. Bu yüzden de kısa olmalıdır. Ben kendimi şucuyum bucuyum diye adlandır- mıyorum. Asıl hedefim uzun metraj bir film çekmek. Film çek- meyi öğrenmem için de küçük küçük çalışmalar yapmalıyım.

Bu alanda bana imkân sağlayansa kısa film festivalleri. Kısa filmin festivallerdeki mevcut süresi (15-20 dakika) beni rahat- sız etmiyor. Bazı saçma festivallerin 1-2 dakikanın hesabı yap- maları çok salakça tabii. Orta metraj film festivalleri de olmalı bence. Çünkü kısa filmde 15-20 dakikalık filmler çekiyoruz ve uzunda birden 90-100 dakikalık filmler çekmeye başlıyoruz.

(25)

Doğal olarak çok eksiklikler oluyor. Orta metraj filmler de (40- 50-60 dakikalık) kendine alan bulmalı.

Serhat Karaaslan: Süreden dolayı filmlerime hiç müdahale et- medim ve bunu yapmam da. Çok anlamsız buluyorum. Herkesin üstünde hemfikir olduğu bir süre olsa anlarım ancak, birinde 15 dakika, diğerinde 5 dakika, bir başka yerde 30 dakika sınır- landırması var -ki bir filmi festivallerin ya da bir yerlerin belir- lediği süreye göre değil, olması gereken süreye göre yaparsın.

Ferit Katipoğlu: Başıma hiç böyle bir şey gelmedi doğrusu.

Çoğunlukla 30 dakika sınırı oluyor festivallerde, ki bence gayet uygun.

Cem Öztüfekçi: Süre şartından dolayı bir filme müdahale et- medim, hatta New York Türk Filmleri Festivali Ayak Altında’nın olduğu sene bir sürü film 15 dakikanın üzerinde olduğu için üst limiti 20 dakikaya çıkardı. Dünyadaki bir sürü festivalde farklı sınırlandırmalar var, Cannes Cinefondation ve Festival Premiers Plans Angers’de 60 dakika, Clermont-Ferrand ve Locarno’da 40 dakika, Berlin’de 30 dakika. Bir sürü festivalde de 30, 20 ve 15. Fakat süreyi uzun tutarak bir karakter ve za- man hissi yaratmanıza daha çok zaman veren festivaller dışarı- da mevcut. Bizdeyse üst limit 30 dakika ve bu uygulama sadece Antalya’da var, diğerleri 20 ve 15 dakikayla sınırlı genellikle. Bu süre limiti de daha çok sürprizli film, video klip gibi film ve fık- ra gibi kısa filmler üretilmesine etki ediyor diye düşünüyorum.

Ahu Öztürk: Hayır etmedim.

Berrak Samur: Kısa film süresinden dolayı kısa film değil; an- latım biçiminin faklılığından dolayı kısa filmdir. Bana festival- lerdeki ve yarışmalardaki süre sınırlaması saçma geliyor.

Güçlü Yaman: Sadece yön belirleme anlamında ve çok kısa ol- mamak şartıyla süre sınırlaması olması anlaşılabilir. Ancak tüm filmlerin dakikası dakikasına bu süreye uymasını bekle- mek anlaşılır bir şey değil. Mesela Türkiye’de tanınan festival- lerden birisiyle yaptığım görüşmede bana “süresi 20 dakika 59 saniyeye kadar olanları kabul ediyoruz, 21 dakika olanı kabul etmiyoruz ” diye bir şey söylenmişti. Böylesi bürokratik bir ba- kış açısıyla kısa filmlere yaklaşan bir festivalin, filmlerle ilgili nasıl bir değerlendirme yapabildiğini de ayrıca merak etmek ge- rekir diye düşünüyorum.

(26)

Festivallerdeki tür ayrımları hakkında ne düşünüyorsunuz? (Geleneksel olarak, kurmaca, deneysel, animasyon, belgesel, vb.)

Emre Akay: Filmin festivale katılımı açısından bir itirazım yok ama seyirci olarak ‘karışık seçki’ türünde gösterimlere katılma- yı tercih ediyorum. Bir türden ziyade bir konu etrafında yapılan derlemeler daha çok ilgimi çekiyor.

Arin İnan Arslan: Gerekli olduğunu düşünüyorum. Yine film- ler açısından değil, üretilen işlerin çokluğundan ve bunları izle- menin zorluklarından dolayı.

Onur Işık Cantürk: Filmlerin ayrı kategorilendirilmesi hoşuma bile gidiyor.

Cahit Çeçen: Sinema camiasında bir saygınlığı olduğu halde sanat cahili çok insan var. Bir yanda sanat eserinin özgün, farklı, yeni olmasını savunmak ve bir yandan da kategoriler, kurallar koymak çok saçma bir şey. Kahpe Devran filmim kate- gori muhabbetinde çok haksızlığa uğradığı için bu tartışmanın içine girdim. Deneysel kategorisi en saçma olanı. Kurmacada ya da belgeselde deneysel bir yaklaşım olamaz mı? Şimdiye ka- dar festivallerde izlediğim kadarıyla deneysel demek kimsenin anlamayacağı filmler demektir. Kurmaca ve belgesel de bence aynı kategoride değerlendirilmeli. Ama bu iyi bir değerlendirme olmalı. Hiçbir estetik kaygı güdülmeden TRT benzeri yapılan belgeseller değil tabii kastettiğim. Farklı bir bakış açısı, biçi- mi, estetiği olan belgesel filmler. Kurmacayla aynı kategoride değerlendirilirse belgesellerde de estetik çıta yükselir. Aynı şey animasyon için de geçerli.

Serhat Karaaslan: Bence olması gerekir. Eğer yarışmaysa ani- masyonla kurmacayı ya da belgeseli birlikte değerlendirmek ne kadar sağlıklı olabilir ki? Her türün kendi estetik kuralları var- dır. Gösterimde de aynı şekilde bütün bu türlerin karışık olarak sergilenmesini çok mânâlı bulmuyorum.

Ferit Katipoğlu: Bir sınıflandırma olması gerekiyor doğrusu ama birbirlerinin değerlerini etkiliyor gibi olmamaları gerek, bel- ki yine de karışık bir gösterim yapmak gibi. Bir de müzik video- ları için ayrı bir kategori açılması hoş olabilir diye düşünüyorum.

Cem Öztüfekçi: Tür ayrımlarını doğru buluyorum, ama festi-

(27)

vallerde ayrı ayrı ‘En İyi Kurmaca’, ‘En İyi Belgesel’ gibi ödülle- rin yanında, tüm filmlerin ortak değerlendirildiği bir adet ‘En İyi Kısa Film’ ödülü de bulunması gerektiğini düşünüyorum.

Ahu Öztürk: Aynı filmin içinde farklı türlerden unsurları barın- dırabildiği düşünüldüğünde, bu keskin sınırlar saçma geliyor.

Berrak Samur: Film yaratım aşaması özgürdür, yani türler bir- birinin içine geçebilir. Kesin çizgilerle ayrım yapılamayacağını ve Türkiye festivallerine baktığımda deneysel film ayrımında kafaların karışık olduğunu düşünüyorum. Filmde birçok tür kullanılmışsa, deneysel oluveriyor.

Güçlü Yaman: Bu tür ayrımlar sadece seçilen anlatım diliyle ilgili bir sorun. Bazen de şartlarla ilgili olabilir. Sonuçta hepsi de filmdir ve filmleri ayırıp bu tarz kısıtlamalar getirmenin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.

Festivaller dışında gösterim olanağı bulabiliyor musunuz?

Emre Akay: Bir iki TV kanalında bazı kısa filmlerim gösterildi.

Bunun dışında internet, özellikle youtube ve vimeo önemli gös- terim alanları.

Arin İnan Arslan: Filmlerimi sivil toplum örgütlerinde göstere- biliyorum.

Onur Işık Cantürk: Festival harici herhangi bir yerde gösterimi olmadı, internet üzerinden kendi çapımda yayınladım.

Cahit Çeçen: Özel olarak filmimi isteyen kültür merkezleri oluyor.

Serhat Karaaslan: Bazı derneklerde, okullarda ve kültürel or- ganizasyonlarda gösterildi. Yine dört beş televizyon kanalında gösterildi.

Ferit Katipoğlu: Çok sık olmasa da evet, okullarda, bazı kafe- lerde, galerilerde vb.

Cem Öztüfekçi: Dünyada kısa film gösteren TV kanallarına satışlar oluyor. Üniversiteler bazen gösterim düzenliyor, Mithat Alam Film Merkezi kısa filmleri gösterim programına alıyor.

Ahu Öztürk: Hayır.

(28)

Berrak Samur: Üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve topluluk- lar gösterim olanağı sağlıyor.

Güçlü Yaman: Evet. Festivallerin dışında grupların, dernek- lerin, öğretmenlerin, sendikacıların ya da insanların bireysel olarak organizasyonuyla birçok gösterim yapıldı. Bu gösterim- lerin sayısı festivallerden çok daha fazla. Bir de internet var tabii. Bu anlamda belki yeni başlayan kısa filmcilere şu öne- rilebilir: Filmlerini festival beklentilerine, klasik dramaturji kurallarına ya da oyunlarına göre planlamasınlar, kendi kon- septlerine göre yapsınlar.

SİNEMA-EĞİTİM

Sinema okumanın sinemacılığa ne gibi faydaları oluyor? Eğer sinema okuyorsanız ya da okuduysa- nız okuldan teknik ya da maddi destek imkânı bu- labildiniz mi?

Emre Akay: Film yapmak için en iyi ders film yapmak. Sinema, yaparak öğrenilen bir şey. Bir kitaptan ya da bir okuldan/hoca- dan en iyi ihtimalle başkalarının nasıl film yaptığını öğrenebi- liyorsunuz. Kendi film yapma şeklinizi ise ancak film yaparak bulabiliyorsunuz. Akademik eğitim bence gereksiz değil ama şart da değil.

Arin İnan Arslan: Okumadım.

Onur Işık Cantürk: Sinema okumak, bilgiye daha kolay ulaş- mayı sağlıyor, ilk faydası bu. Okuldan bu film için ne teknik, ne de maddi bir destek aldım. Teknik desteğe ulaşmak biraz daha basit olabilir fakat maddi destek daha imkânsız gözüküyor.

Cahit Çeçen: Beykent Üniversitesi’nde burslu olarak Sinema- TV okudum. Sinema dışında başka bir şeyle ilgilenmememi sağ- ladı. Teknik olarak da sağolsunlar dandik kameralarını ve bo- zuk ses cihazlarını esirgemediler. Değerli, sevdiğim hocalarım vardı tabii ki. Sinema eğitimi teorik olarak yararlı bir şey ama sanatçı olmanın bir reçetesi yok.

Serhat Karaaslan: Lisansım eczacılık fakat şu anda Kadir Has Üniversitesi’nde Film ve Drama bölümünde yönetmenlik üze-

(29)

rine yüksek lisans yapıyorum. Benim açımdan sinema oku- manın en büyük faydası, birçok farklı sinema ve yönetmeni izleyip okuyup-analiz edebiliyorsun, ayrıca hakkıyla yaparsan verilen ödevler sayesinde bir şeyler yazıp çizebiliyorsun, kendi projeni masaya yatırabiliyorsun. Senaryolarımı okulda Barış Pirhasan’ın dersinde geliştirdim mesela. Ayrıca okul seni bir şeyler yapman için itebiliyor, teşvik edebiliyor. Bu filmi Ezel Akay’ın diyalogsuz film ödevi neticesinde yaptım aynı şekilde.

Bütün bunlar sinema okumadan da yapılabilir tabiî ki. Ancak okul vesile oldu bir yandan da. Okuldan maddi destek almadım fakat zaman zaman teknik ekipman aldım.

Ferit Katipoğlu: Sinema bana göre gerçek bir istek meselesi, o nedenle sinema okumanın çok ciddi bir artısı olduğunu dü- şünmüyorum. Önemli olan sizi bu konuyla ilgilenen insanlarla bir araya getirmesi ve sizin gibi düşünen biriyle beraber film yapmanızı sağlaması. Bunun dışında iş tamamen kişinin ken- disinde. Maddi destek hiç almadım, teknik destek de minimal düzeyde aldım. Ancak çok iyi hocalarımın hem teorik anlamda ve hem de senaryo üzerine önemli yardımları oldu ve bu bize çok şey öğretti.

Cem Öztüfekçi: Sinema okuyup okumamak sinemanın hangi alanında çalışmak istediğinize, yani sinemada zanaatkârlığı ya da sanatkârlığı seçmenize bağlı. Ben lisans eğitimimi sinema bölümünde yaptım ama 18 yaşında birinin sinema okumasının çok erken olduğunu düşünüyorum. Tabii ki erken yaşta sektörle iç içe olmak anlamında sinema eğitimi yararlı oluyor ama ken- di filmlerini yapma gayesinde olan kişilerin bir sosyal bilimler bölümünde ya da ilgisini çeken başka bir alanda lisans eğitimi alıp ondan sonra mümkünse yurtdışında bir film akademisinde sinema eğitimi almasının daha doğru olduğunu düşünüyorum, mesela Berlin’de. İsteyen, Türkiye’de de Boğaziçi Üniversitesi’nde bir bölümde okuyup Mithat Alam Film Merkezi sayesinde kendi- ni eğitip kısa filmlerini üretip sektörle iç içe olabilir, Mehmet Can Mertoğlu ya da Mustafa Emin Büyükcoşkun gibi.

Ahu Öztürk: Ben felsefe okudum ve sonra sinemada yüksek lisans yaptım. Yüksek lisans yaparken iyi ki lisansı felsefede yapmışım diye düşündüm çünkü verilen eğitim estetik ve sa- nat felsefesinden yoksundu. Bir filmi yapacak perspektifi bes- leyemeyen, sadece film yapım koşullarını öğrenmemi sağlayan bir eğitim oldu. Kurgu dersinin kurgu seti olmayışından kâğıt

(30)

üzerinden verildiği okulda teknik donanımdan söz etmeye gerek yok sanırım.

Berrak Samur: Tabii ki okulda izlediğim yüzlerce film üzerine saatlerce konuştuğumuz sinema kuramlarının görme biçimime faydası çok oldu. Okuldan iki kere aldığım ekipmanla iki film yaptım. Film yapımını film yaparak öğreniyorum.

Güçlü Yaman: Sinema okumadım ama okumanın birçok temel konuda faydası olacağını düşünüyorum.

Türkiye’deki sinema eğitimi hakkında bilgi sahibi misiniz? Gözlemlediğiniz ya da tecrübe ettiğiniz farklar ve benzerlikler neler?

Emre Akay: Değilim.

Arin İnan Arslan: Bu konuda sadece gözlemlerim var. Ancak bir sinema öğrencisi için sinema yapmak bir zorunluluktur.

Sanat bireylerce yapılır. Sinema dersinde film ödevi veren bir öğretim görevlisi hem tercihleri belirleme hem de tatmin mercii olarak öğrencinin üzerinde değil midir?

Onur Işık Cantürk: Genel olarak sinema okullarının gidişatın- dan haberdarım, nadir durumlar hariç içi boş bilgiyi öğrenme- ye devam ediyoruz.

Cahit Çeçen: Sinema okulları teknik olanak sağlamalı. Sinema tarihi, kuramları hakkında kitapları her türlü bulur okurum ama teknik aletlere ulaşmak o kadar kolay olmuyor. Okullarda uygulama ön planda olmalı.

Serhat Karaaslan: Bizim bölüm mevcut sinema okullarından daha farklı, o yüzden söyleyeceklerim çok genel olamaz. Diğer sinema okullarının işleyişi hakkında çok net bir bilgiye sahip değilim.

Ferit Katipoğlu: Çok iyi biliyorum denemez ama Mimar Sinan, Bahçeşehir, Bilgi gibi üniversitelerin eğitimlerini ve çıkan film- leri biliyorum ve pek doğru bulmuyorum. Ankara ve Marmara üniversiteleri nispeten daha yaratıcı gibi geliyor bana.

Cem Öztüfekçi: Devlet üniversitelerinin sektörün değerli ve ya- ratıcı insanlarını derslere çekebilecek ve bölümlerini her daim teknik olarak yenileyebilecek bütçeleri yok. Vakıf üniversitele-

(31)

riyse her sene borsanın durumuna göre ya da insan ilişkileri- ne göre yönetim değiştiriyor, süreklilik olamıyor. Sinema eğiti- mi uzun süreli istikrar ve bir gelenek gerektiriyor. İlgilenenler Almanya’daki sinema okullarının sistemini araştırabilir.

Öncelikle sinema tarihi, sinema kuramı, auteur sineması ko- nularında dersler verilip sonrasında da öğrencinin ilgi alanı ve kişiliğine göre yol gösterilmeli, hiçbir şey dikte edilmemeli diye düşünüyorum. Total bir sinema eğitimi yerine, ortak teori ve pratik derslerinin olduğu, filmlerin birlikte üretildiği ama yö- netmenlik, senaryo, yapım, görüntü yönetmenliği departman- ların olduğu ve sektörün yaratıcılarının teorik ve pratik kon- feranslar vermek üzere düzenli geldiği bir sinema eğitimi ideal olurdu sanırım, Berlin Film Akademisi’ndeki gibi. Ama önceden belirttiğim gibi, sinema eğitimi ikinci bir eğitim olarak yapılma- lı kanımca. Ayrıca sinema bölümleri, öğrencilerini yetenek sına- vıyla seçmeli diye düşünüyorum, yine tüm dünyada olduğu gibi.

Ahu Öztürk: Konuyla ilgili bilgi sahibi değilim.

Berrak Samur: Ankara Üniversitesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü mezunuyum, sinema alanında aldığım eğitim Avrupa’daki eğitimle kıyaslandığında çok kısır. Eğitimimin te- ori ağırlıklı olmasına avantaj olarak bakıyorum; sinema dili- min oluşmasına yardımcı oldu. Diğer taraftan, pratikle birleş- mediği takdirde teorinin sinema yapımına faydası dokunmu- yor. Pratik ağırlıklı okullardaki genel sorunsa içi boş birçok filmin çıkması. Makine gibi film yapmanın hiçbir getirisi oldu- ğunu düşünmüyorum.

Güçlü Yaman: Bu konuda maalesef bilgi sahibi değilim.

(32)

Emre Akay kimdir?

1978’te Ankara’da doğdu. Paris’te hukuk ve ekonomi okudu.

Film yapmaya devam ediyor.

Filmleri

Kırılma Noktası, 2001 Proxemique, 2001 Daima İleri, 2005

Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi, 2007 Küçük Bir Hakikat, 2010

Arin İnan Arslan kimdir?

1982’de Tunceli’de doğdu. 2005 yılında Ege Üniversitesi Bilgisayar Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Bağımsız filmler yapmaya devam ediyor.

Filmleri Kırıntı, 2004

Gölge ve Rüzgâr / Sî û Ba, 2006 Pera Berbangê, 2010

Onur Işık Cantürk kimdir?

1988 yılında Bolu’da doğdu. Halen Bahçeşehir Üniversitesi’nin Sinema-TV Bölümü’nde eğitimine devam ediyor.

Filmleri

Çok Üşümek, 2007 Modern Kâbus, 2009 Seyrek Seyahat, 2009 Kan, 2010

Kahve Olimpiyatları, 2010

Referanslar

Benzer Belgeler

Elektrik piyasasında üretim ve/veya dağıtım faaliyetlerinde bulunan lisans sahibi özel hukuk tüzel kişilerinin kamulaştırma talepleri Kurum tarafından

Styrelsen kan konstatera att årsprognosen för 2011 pekar på att landstinget inte kommer att nå två av de tre finansiella mål för god ekonomisk hushåll- ning som

MADDE 5/E – Şirket aşağıda belirtilen esaslar çerçevesinde yatırım fonu katılma paylarının alım satımına aracılık edebilir. a) Şirket’in yatırım

Bu kapsamda netle§tirme uygulamasi kaldi lan hisse senetlerinde IMKB Takas ve Saklama 13ankasi (Takashank) taral'indan hriit takas uygulamasr yapilmakta, araci kurum ve

Yıllar içinde bu konumunu koruyan ilin 32,82 Genel Endeks değerine sahip olduğu ve ilin rekabet gücünde en yüksek paya sahip olan Alt Endeksin %49,14 pay ile Erişilebilirlik

Turkcell Süper Liginde bulunan kulüplerin seçme hakkı kendilerine ait olmak üzere; transfer ve tescil dönemleri içerisinde olmak kaydı ile 10 yabancı uyruklu futbolcu ile

Kulüplerin imzaladıkları sözleşmelerin tescil edilebilmesi için işlem gideri, sözleşmesi devam eden futbolcuların lisansını yeni sezonda vize edebilmesi için vize

Ayrıca gerçekleşmeyen faaliyet ve projelerin gerçekleşmeme nedeninin, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunması nedeniyle 2011 yılının