• Sonuç bulunamadı

İ GTİ HAD

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İ GTİ HAD"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİNDEKİLER

İktisadî mubarezeler « Diin ve Yarın» dan. Tahlil: Felsefe ve İctima'iyyat mecmu‘asi A.B, Tabi'at ilmi, Turna: Ebubekir Hazım, İngil- terede milkiyyet Prof. E . Boutmy, Gelecek nesillere [ Kit‘a ] AB. Dj, Tolstoi ve sanati. S. Kemaleddin, Hüseyin Rahmi Bey: İçtihat, İhtiyar muharrir [hikâye] Hüseyin Rahmi, Şa'irin mezarı D‘ Anunzio - İhsan Sacid, Bir terki teslihat hakkında kuruntular: Gustave Lebon, Asırla­

rın efsanesi: Dr. Kaya .

î

' T T T T T T T T T T T T T T T

| K u r u ş | On Beş Günlük Fikir ve San’at

Mecmuası i S a y ı

İ 101

3 0 6

İstanbul : 1 Teşrini evvel lîlîîo ’ --- * Orhaniye Matbaası

(2)

Geçen nünıeramızda mündeıjç «Uğ­

ursuz bir gezinti» Unvanlı manzume de bazı tertip yanlışları olmuştur.

7 nci kıtanın son mısrâı şöyle olacak

« Beş,altı yaşında ihtiyar olmuş » 8 inci kıtanın son mısrâındeki « ka­

lırdı » (kalırda) olacak.

9 ncı kıtanın son mısrâının doğrusu şöyle dir :

Ah şu tâli' ne zâiim, yüzsüz!

305 numaralı letihadda intişar eden etüdümde bir kaç matbaa hatası vardır;

bunlar ehemmiyeisiz şeylerdir . Fakat iki hata varki kelimenin yanlış anlaşıl­

ması yüzünden metnin manası hırpa­

lanmaktadır.

Uelecek nüshada bu atalara işaret edilmesine delalet b ormanızı rica ederim efendim:

«Tabiî lisan vaz' ve hareketlerden, sayhalardan müteşekkil olu heycan- ları, haz ve elemleri ve bas fikirleri ifade eder. Bu,teheyyüci lisan itehad- dis [intuitif] bir lisandır.»

Halbuki İctihadda, şöyle yazılmıştır:

Fikirleri ifade eder. Bu aklı lisan discursif bir lisandır. Halbuki bu satır, itibari lisanın tarifi olup, makalede yazılması unutulmuştur; ve tabiî lisanla itibari lisan birbirine karışmıştır.

Rusça, istemiyorum niékhotclou dır.

halbuki Mie... yazılmıştır.

Procédée kelimeside proéd gibi yazılmıştır.

Romen Roland Tolsoi hakkında yazdığı kitabının nihayetinde, Tolsoi ismin Rusça (Tolstoy) şeklinde yazildığını kayt ediyor. İsmi hasların olduğu gibi yazıldığına ehemmiyet verdiğimden onu y ile yazmıştım. S. K.

Ebubekir Hazim Beyefendimin «Uğ­

ursuz bir gezinti» manzumesinde bazı

neşr edeceğiz.

Mürettiblerimiz ve musahhihlerimiz yeni türk harflerde tam ülfet edinceye kadar böyle gidecek

Y eııi N e şr iy y a t

TÜRK YURDU

Eylül 1930 nüshası çıkdı cismi ve ruhu güzel İctihad ın bazı imla içtihad­

ına dair intikad ve mülahazasına diyec­

eklerimiz vardır. İsimlerin tahrir şekli için hurriyyet erzan edilmişdir; cepdeti kariha tabirini böyle yazarım Ahmed Cevdet yazarım. Mirabeau da vardır.

Systbme de la Nature muharriri Mirabo da vardır, bunların okunuşları bir dir fakat yazılış şekillerindeki mes’ud farkla birbirlerinden ayrılırlar, Guyaıı ve Gıı- yotda öyledir.

P o sta k u tu su :

Voua da muallim H. S. Beye: Ruhul Cemahir gönderildi bedeli abonemanla geldi. Cine de Halil Beye abonemaniz yenilendi Edirne de Eşrafdan Alaeddin Bey efendiye, mersul geldi abonnemani- ııiz tecdid edildi. Gemlikde Ziya Beye:

Zelle takdirle Okunuyor. Alhert Samain in La peaıı de bele manzumesini de Okuyun. Zellenin hitamınc/a Chariot d’vr dan bu enfes şi’ri İçtihada geçireceğiz.

« İctihad »in bulunduğu yerler:

Kadı k ö y ü n d e uvekkithane caddesinde Tütüncü C afer E fendi,

Köprü üzerinde

\I . K em a l E fen d i,

Büyük Ada da iskele başında Tütüncü

N ik o E fen d i

Dükkanları,

(3)

À B O N N E M E N T

Pays étrangers

Pour un an: 2 Dolars

Edition spéciale: 3 Dolais.

A D R E S S E

"Idjtihad,, Constantinople Téléph: St. 865 xxvième ANNÉE

1 Octobre 1930

İ GTİ HAD

Türkçe ve Fransızca

İLMİ, EDEBİ, İKTİSADİ

No : 306

ABONeMaN:

Seneliği [24Nushâ] Türki­

ye için 2 1/2, Âlâ kâğid- 1 ısı 5 Liradır

İDAREHANESİ

Cığaloğlunda İçtihad Evi Tarihi Te'sisi:

1904 — Genève.

Yirmi altıncı sene 1 Teşrinie vel 1930

İKTİSADİ MÜBAREZELERE DAİR VECİZELER

Bazı kerre iktisadi mübarezeler askerî ıniibarezeler kadar hüsranenğizdir. İktisadî ıtııibarezeler bir çok memleketlerin inkırazını doğurmuşdur. Bunu tarih gösteriyor.

§ Rekabetsiz, binaenaleyh miibarezei iktı- sadiyesiz terakki yokdur.

§ Zamanızda bir miibarezei iktisadiye, galibini [yani mübrezei iktısadiyede galip olanı] zeıığiııletebilir. Bir miibarezei askeriye, galibini uzun müddet için harap ve tebah eder. Kâfi derece mükerrer tecrübeler bu haki­

katin mevsukiyyetini isbat edince, akvam arasındaki ıniinasebat başka bir şekle girecektir.

§ îstihsalatile alelttedric bir milleti istila eden bir kavın, silahla teshir etmiş kadar mükemmel bir surtte o milleti hükmü altına alır. İktisadî tâbrivyet siyasi tâbiivyeti süratle yaratır..

§ Askeri ittifaklar kolaydır. Çünki müşabih menfe'atleri birleştirir.Devam edebilen İktisadî ittifaklar hemen hemen gayri mümkindir.

Zira müttefiklerin sanajî ve ticarî menfeat- ları biri birinin ayni değildir.

§ Sanayi‘ ve ticaret hususunda hiç bir gümrük kordonu, hiç bir devlet, müdahalesi hiç bir nizam., meslekî [Professionnel] bir kabiliyetsizliği [mesela sanayi ve ticaret mes­

leklerindeki kabiliyetsizliği] ve evveliyet [L’initiative] kusurunu mıifid birsuretde himaye edemez.

§ Bir kavın adeta feyz ve terakkiye maz- har bir san’ate, mesela zira‘at san‘atına malik bulunduğu vakit, her diğer teşebbüsden evvel bu san‘atı tam feyz ve kemaline vardırmaya cehd etmelidir.

§ İstatistiklere göre (Fransa) toprağının hasletine rağmen zira‘at usıtlinin duniyyeti sebe- bije vasati olarak hektar başına 13 hektolitre

buğday elde etmektedir; halbu ki ( Almanya ) ve (Ingiltere) ayni mıkdar toprakdan 21, (Danimarka) ise 26 hektolitre buğday almak- dadır; yulaf ve arpa için de fark aynidir,

ihracat için, rekabet yüzünden az kârlı olmuş olan emti ayı zahmetle imal edeciğimiz yerde ziraatımızı ıslah etmenin daha kârlı olacağı bedihi görünmezini?

§ Haklı olarak, meşhur bir zira‘at müdafi‘i, ahiren «zira‘at, millî bünyamn tecdid ve ihya­

sında köşe taşı olacatır diyordı.

§ Uzakta bulunan akvam, terakki ettikçe, bel’i ticarî kabiliyetleri (yani haricden eşyayi ticari yy e celb ve bePetmek ihtiyaçları] azalır:

Japonya nın ve kari ben mütebaki Asya akşamının Avrupa mamulat ve istihsalatına temamen kapanması labıid görünmektedir. [*]

§ Sanayi4i ferdî kalan memleketlerde bu sanayi' memaliki ecnebiyede müteşekkil şir­

ketlere karşı miibareza edemez.

§ Alman sanayiinin büyük kuvveti, ayni cins eşya imal eden fabrikacıların müşareketini tanzim etmek ve bu veçh ile istihsalatı pek ucuz kılmakdır.

§ Müşabih sanayiin «Kartel(Cartels) namile A Im any ada çoktanberi te’mim edilmiş olan ittihad (Association) lan, zamanımız terakkiyatı sanai’yyesinin şartı lazımıdır. Yeni istilalara karşı faideli bir siirette mübareze edebilmek için fabrikacılarımız biri birile uğraşacaklarına ittihad etmeyi öğrenmelidir.

(î Alman eınti asının istilasına karşı nıüba- re*e, ancak ayni ma mulatı ayni fiyatla Final etmekle mümkündür.

[*] Bu mülahaza pek şayanı dikkatdır. Aksayı şakta, İngiltere ile jakonya arasında çokdan başlamış ve (İngiltere) bu sahai mücadelede çoktan mağlûb olmuştur. Üstadımızın:

Psychologic du Socialisme

unvanlı kitabının 246 inci sahifesinde İngiliz ve japon kibritlerinin Aksayı şarkda sahnei ıııüsara1 asını ve İngiliz kibritlerinin inhizamıhı görün. ,A. D.

(4)

§ Na kabili tecavüz farz olunan gümrük kordonlarının te'sisi, Almanyada yahud bitaraf memleketlerde yine Almanlar tarafından imal olunan eşyanın bitaraf memleketler tarikiîe Fransaya girmesinden başka netaiç vermeye­

cektir. Bu ise (Fransa) mn zararına başka akvamı zenkîııletmek olacaktır.

§ Alman ticaretinin bütün ticaret pazar­

larını tedricen feth ve istila etmek üzre bulun­

duğunu meydana koymak için cihan harbi iktiza etti. Bu kadar müstesna bir vaziyette harbdan içtinap etmek için çemenlerin, yalnız her mümkini değil, muhali dahi nasıl yapmamış oldukları izah edilinceye kadar bir çok münakaşalar cereyan edecektir.

§ (Almanya) nın müstakbel sanayi4 «Hege- monia»teşebbüsü askerî hegemonia emeli kadar mühib olacaktır.

§ Fikirlerin istikameti tamamen değişecoği güne kadar, şübhesiz, iktisadi mücadeleler ve harbî mücadeleler yekdiğerini takip ve biri birini miitekabilen tevlid ettiğini cihan görecekdir.

§ Eli silahlı harpler muvakkat bir hal, İkti­

sadî harpler ise daimi bir hal teşkil eder.

G. Le Bon [Dün ve Yarın]

Tahlil sütunu

FELSEFE VE İÇTİMAİYAT MECMUASI

Tiirk Felsefe Cemiyetinin resmî Orgaııi olan bu çok kiymetli Mecmuanın son sayısı da çıkdı.

(Y ıl iki, Nr. 2 ) . Bu sayının yazıları şunlar­

dır: M. Ş e k ip , Felsefe ve ilmin bugünkü hu- dudları— A .F r a n c e s h in i, Balyada muasır felsefe cereyanları •— A . N iy a z i, Behaviorism

— M ahut R a y ıp , Anadolu Tiirkleri — M.

Ş e k ip ,Orta zaman felsefesi M eh m et S e r ­ v e t, Metafiziğe dair — G io v a n n i G e ııtile, Felsefe ile Devlet A. A lio tta , Usul olarak Akli ligin tarihî tecribi.

Memleketimizde bir Felsefe Cemiyetinin te- şekülünü ve bir Felsefe Mecmuasının çıkmasını biz memnuniyet ile kaşılamış idik. Hakiki bir Üm hayatını kazanabilmek için İhtı ve felsefe ile uğraşan adamlarımızın bir araya gelmeleri lâzım idi. Felsefe Cemiyetinin bu ciddî organi böyle bir yüksek maksadın te’mînine çalışıyor.

Fakat aceba Mecmuanın bugünkü muhteviyatı ile bu maksadın temamlanması mümkün olabi­

lecek inidir ?

Bizim fikrimize göre bu öyle bir sualdir ki Felsefe Cemiyeti tarafından dikkat ve ciddiyet ile mülâhaza edilmelidir. Vaki‘a şimdiye kadar bu mecmuada pek kıymetli yazılar çıkdı. Mec­

mua Müdürü Mehmet Servet Bey arkadaşımızın falaliyetve dirayeti her türlü takdir ve tebrike lâikdir. Bu son sayının yazıları arasında da başlı başına bir ehemmiyet ve originalitesi olan­

ları eksik değil. Meselâ A. Niyazi Beyin «Be­

h a v io rism » namındaki Psykoloji ceryanına a’id tedkiki çok derin bir çalışmanın eseridir.

M eh m et S e r v e t Beyin, Kız Muallim Mektebi Psykoloji ve Sosioloji Muallimi H ilm i Z iya Beyin «B ilg i v e vtteu d N azariyeleri» un­

vanı altında 1928 senesinde çıkan kitabı hak­

kında yazdığı tenkid mekalesi de, Felsefe He uğraşanların lezzet ve istifade ile okuyacakları kıymetli bir yazıdır. Servet Bey bu yeni tecrü­

besi ile pek geniş bir münakaşaya yol açıyor.

Her ne kadar biz Lise derslerine aid olan bir kitabın, ilin prensiplerinden ına’ada, birde P e ­ d a g o ji gözü ile tedkik ve tenkidini faydalı buluyorsekda, Servet Beyin vusuh ve rusuh ile işaret itdiğı noktalara Hilmi Ziya Beyin cevap vereceğini ve bu suret ile iki gene Felsefe Mu­

allimi arasında serbest, açık, nezih bir ilin ve fikir anlaşmasına şahid olacağımızı ümid idiyoruz Gerek U m u m î filo s o ii, gerek F e ls e f e d ers­

le r i namındaki eserler, nihayet birer mektep kitaplaridır. Mektep kitaplarında ise ilm i m e s­

le k v e d o k tr in m ü n a k a şa la r ı verilmez, fakat ilm in k e n d is i v e ıu m tm i p r e n sip ­ le r i verilir. Ve bu verilişde de p e d a g o jin in

D idak tik fa y d a la r ın a daha ziyade ehemmi­

yet vermek şartdır. Biz ilmin Doktrin müna­

kaşaları, üniversitelere ve daha doğrusu ihtisas cemiyetlerine ait meşgalelerdir. Bu mülahazayı bizim irfan hayatımızın seviyesine tatbik etmek istersek şu suâlin karşısında bulunuruz:

— Bizde belli başlı bir felsefe mecmuasının maksadı ne olmalıdır?

Eğer bugünkü mecmua liseler için çıkı­

yorsa, muhteviyatı, şüphe yok, çok ağır ad idihnelidir. Yok, üniversite felsefe müdavim­

leri için çıkıyorsa, itiraf etıneliyizki, şekli çok dar ve içi çok noksandı. Bizim fikrimize göre, mecrmıa bu son maksadı olsun te’min edebilmek için, evvela yazılarım daha iptidai bir seyiyeye indirmeli; neşriyatında daha didaktik bir sistem tatbik etmeli; fikirlerini daha açık bir lisan ile ortaya atabilmeli;

bunun içinde m is a lle r i v e d ü ş ü n c e le r in

(5)

m e lih a la rın ı d o ğ r u d a n d o ğ r u y a m illi fik ir v e iç tim a iy a t h a y a tın d a n a lm a lı ve hususi ile beynelmilel felsefe mesai ve ceryanlarının aktiialitelerine, fikir kaynayış­

larına daha bol sahifeler tahsis edebilmelidir.

Bu göz ile işe bakılırsa, « Felsefe cemiyetin­

den » bizim beklediğimiz eser, türkce adam akıllı bir « F e ls e f e T a d ili » ortaya çıkar- makdır. Felsefe cemiyeti bütün b ü y ü k F i- lo s o s fla r ııı k ita h la r ım türkceye nakl etmeye çalışmalıdır. Henüz bu gibi esaslı işlerden mahrum olan bir dilde ve bir ide orginal felsefe sistemleri münakaşalarına atıl­

mak, büyük, fakat boş ve nafile ümidlere

kapılmak demektir. A. fî.

TABÎ’AT İLMİ

TURNA

Su da, kara da yaşayan kuşlardan şimdiye kadar tarihi tabiînin vukufu dairesine dahil olan, yani maişet tarzları, âdetleri ve zekâ­

larının dereceleri tetkik olunanlar 8000 kadar neviden ibaretdir.

Dünyanın beş kıtası meyanmda kuş nevi- lerince de en zengini Amerika, en fakiri, yalnız 600 neva malik olan Avrupa’dır.

Avrupa’da, diğer kıtala da mevcût olma­

yan hiç bir kuş nevi yokdur, Şekilleri, renkleri tasavvur edemiyeceğimiz kadar güzel kuşlardan, memleketimiz mahrûnı gibidir. Meselâ, 5 nev’i bulunan papağanlardan yalnız bir kaçını kafe­

slerde görürüz; dağlarımızda, ovalarımızda, ormanlarımızda bir iki nevi sülünden başka yerli güzel kuşlarımız yok denilebilir.

Bu makalede, memleketimizin yerli kuşla­

rından olmamakla beraber seyahatları esnası­

nda havâmızdan geçdikleri ve muvakkaten ovalarımıza inerek istirahat 'ettikleri için az, çok maruf olan Turnalarin bir nevinden bahs edeceğim. Leylek,balıkcil ve filamaıı gibi uzun bacaklı ve büyük cüsseli kuşlardan biri de turna dir ki gövdesi leylekten nısf derecede daha iri vehoyuda o nisbetde yüksekdir;fakat bu kuşlardan hiç birisiyle karabet ve müşab­

eheti yokdur.Merhum Ş. Sami Beyin (Kamusu Fransavî) sinde Flaman için leylek çirişinden

«Telli turna» deniliyorsa da doğru değildir;

Telli turna, turnrya karabet ve müşabehetleri vs başlarında hotoz,yahut sorguçları bulunması

münasebetiyle (Anthropoide Demoiselle) antro- poid demuvazel denilen kuşlar olabiîirseds, bütün dünyada yalnız bir neviden ibaret olan Filamanın turnalarla münasebeti olmadığı gibi mezkûr lügat kitabında flaman diye derç olunan resim de flman değildir; flmaııa hiç benzeme­

yen ve (Courlis) kurli denilen başka bir kuş­

un resmidir.Flamanın bacakları ve boynu pek uzun olmakla beraber gagasında bütün, bütün başka şekilde ve bilumum yüzücü kuşlar gibi parmakları ince bir deri ile yekdiğerine biti- şikdir; flamanın gövdesi beyaz olduğu halde kanatlarının üstü ateş renginde kırmızıdır;{bun- dan dolayi eski Yunanlılar (Alev kanat) nam­

ını vermişlerdir: Fıransıılar bu ismi,kanatı ke- serek’alev ve şû’le demek olan «Flamme» dan (Flamant), yahut «Flambat diye tercüme etm­

işler.

Turnaların, yaşadıkları iklimlerin te’siriyîe renk ve cüssece a z , çok farklı müteaddid neuileri vardır: bu makalede yaleız tüyleri parlak,kül renginde olan nevinden bahs edec­

eğim. mamâfih turna nevileri arasında renk ve cüsse farkından başka bir ayrılık bulunm­

ayıp âdet, ve zekâca biri birinin aynidir. Ş.

Sami Beyin TürkçeKamûsunda söylenildiği veçhile lisanımızda : Turna havası, turna)ka­

tarı, turna kiri,turna geçidi, turnayı gözünden vurm ak, turna gşzü, (1) gibi bir çok tab­

irlerde ismi kullanılan bu knşu fstanbulda görmüş ve ya sıcak, sovuk iklimlerden bahar ve güz mevsimlerinde gelip giderken pek yü­

ksekten havamızdan muntazam sıralarla geçt­

iklerine dikkat etmiş olanlarımız nadirdir.

Bu kafileler ekseriyya, zaviyenin başı önde olmak üzre, açık nüselles şeklinde geçerler;

muntazam alay geçitlerine (turna katarı) den­

ilmesi de bu intizamdan dolayıdır. Bu nevi turnaların vatanları (Merkezî Sibirya)mn çar­

kından Skandinaviern ya kadar olan sâhadır;

her sene oralardan Afrikanin merkezine v#

garbına ve Çinden geçerek Hindistan ve Siy- am’a kadar giderler.Seyyah kuşlar meyanmda en uzak iklimlere gidip gelenler turnalardır.

Dâimâ yüzlerce efraddan teşekkül eden kafil­

elerle seyahât ettikleri gibi gitdikleri yerle­

rde ya göller, bataklıklar civarında, yahut büyük ırmakların kollara ayrılarak badehu yine 1

(1) Ş. Sami Bey, «Turna gözü, berrak sarı» deyors- ada, turnanın gözü sarı değil kestane kabuğu rengine karip bir kırmızıdır Tabiî Tarihi(Rouge brun) esmer kır­

mızı diyor.

(6)

mezler. Seyahat esnasında müvakaten inecek- leri mahallere evvelce bir keşif müfrezesi göndererek teftiş etdirdikleri gibi cemâatçe bulundukları yerlerdede etrafda nöbetçiler bu­

lundurarak umûmî cmiyet ve selâmeti te’min ederler; geceleri cemaatin bütün efradi başlarım kanatlarını altına sokarak uyudukları halde bekçi uyumaz, daima etrafı gözetler, bir tehl­

ike his eder, etmez, derhal acı, acı bağırarak cemaati uyandırır’

30 sene kadar evvel Musul'a giderken çöl­

lerde bir kaç def a bunların sürülerine rasge- Idim; çifte a r tüfengimle birini vurmak iste­

dim; ben hayli uzakta iken nöbetçiler kalkarak bağrışıp kafileyi uçurdular: pek uzakta attığım kurşunlarda isabet etmediler. Musulda eşrafdan birinin evinde, tavuk, horoz gibi ehli kuşlardan çok ziyade munis bir turna gördüm. Turnalar hıırriyet halinde en korkunç bir düşman olmak üzere tanıdıkları insanlardan pek ziyade kaç- dıkları halde insan eline düşüpde eyi mûamele görünce en sadık bir insan dostu, ve sevilip okşanmaktan pek memnun olarak teşekkür hislerini türlü, türlü evza‘ ve harakât ile ibraz eder; kendisini sevenleri pek sever ve onlarla daimâ birlikte bulunmak ister; bilakis fena bir muameleyi aylarca, yıllarca unutmaz; hasılı

kuş şeklinde bir insan gibidirler.

Turnalar hürriyet halinde istirahat etdikleri ve ya esaret halinde eyi bir muameleden mem­

nun oldukları zaman sevinçlerini adeta bir dans denilebilecek derecede muntazam harakâtla ibraz ederler, sağa, sola, ileriye geriye sıçrar ve yerden taş ve yâ ağaç parçalarını alarak havaya atıp yere düşmeden yine tutmak gibi marifetler gösterirler ve uçarak havada munta­

zam daireler çevirirler.

1 urna gerek her nev i gerek az çok kendile­

ri gibi yaşayan kuşlarla hakiki bir dosluk pey- dâ eder. Zevç ve zevce yekdiğerine pek ziyade sâdakat gösterirler; mamafih yalnız aşk ve şe­

hvet zamanlarında kıskançlık saikası ile değil ilerde de heh nevilerle kavga etdikleri vâki ol- duğu gibi bazaıı seyahatları esnasında bir çok erkeklerin bir dişi üzerine hücum ederek onu, gağa darbeleriyle seyehat da kendilerine refak­

at edemiyecek hir hâle getirdikleri bir çok defa görülmüştür. (Les merveilles de la nature)ya’ni

«Tabiatın acibeleri» namındaki .kitapda bu şedit

muamelenin, bir cürmıinden dolayi lahık olmuş ınamahkeıııe kararı icra ediliyor gibi vuku bul- rrıakda olduğu söyleniyor.

Turnalar sıcak iklimlerde kışı geçirerek vat- nlarına avdet edince yuva yapmak istedikleri mevkilere çift, çift ayrılırlar,ve kendilerine pek yakın mesafelerde diğer çiftlerin ikametlerine müsaade etmezler, Yuvalarım saz, kuru ot, ve saire ile toprak üzerinde fakat uzaktan yakınd­

an, kolay kolay görünmeyecek ’mevkilerde ya­

parlar ve yuvanın mevkii anlaşılmamak için ge­

lirken, giderken, bilhassa insanlara görünme­

meye pek ziyade ihtihatla dikkat ederler.

Dişi yalnız iki ve nadiren üç yumurta ya­

par ve üzerine dişi ve erkek münavebe ile oturu­

rlar; biri yumurtlar üstünde bulunurken diğeri etrafı tarassut için bekçilik eder; yumurtalar badehu yavrularının taaruzundan masuniyetle­

rini te’min için itthâz etdikleri her türlü ted­

birlere ilaveten yuvada görünmek için yuva­

nın etrafındaki toprakla tüylerini boyarlar.

Bu toprak boyası su ve yağmurla çıkmadığı­

ndan, toprağın tükriikleriyle ıslatmak suretil rengi tespit edildiği fennî tahlil ile anlaşılmıştır.

Turnaların zekâ ve basiretleri binlerce se­

nelerden beri dünyanın her tarafında malûm olduğu gibi eski Mısırlıların (Hiéroglyphe) Hi- eroğlif denilen ve şekil ve resimlerden ibaret olan yazılanda kiyaset ve teyekkuz mânala­

rını ifade eder.

SON

Ebûbekir Hâzini

BÜYÜK MİLLETLERİN RUHLARI

lngilterede Milkiyet hakkı

Bütün XVIII inci asırda ve XIX uncu asrın bir kısmında cari olan son bir uufamele, büyük arazi sahibi*centelmeni, etrafında bulunanların temaıııen hüdavendi mutlakı kılar.Elizabeth ka- vanini mevzu‘asıParuvas(Paroisse)ın ya’ni daire'i diniyyenin autonomiasını kuvvetli bir suretde teş­

kil ve tanzim etmisdi; XVIII inci asır kavanini mevzu‘ası, saltanatın temamen zıddmı iltizam e- der; Paroiasse hükkâmımn sıfat, ve selahiyet- leriııi nez’ ve bu selahiyetleri «Justice of the peace» e yani sulh hakimliğine verir. Bunlar fakirler vergisinin mikdarım ve Panelerin sureti tevzi'ini tayin eden (Justice)ler, mahkemelerdir- Müruri zemaııla fukara vergisi mahallî bir vergi enmuieci üzerine riisumı munzamme (Centimes additionnels) aşılanan bir dal oldu. Bu suretle birleşmeleri suretiyle hasıl olan adalarda hepsi

birlikde yaşarlar.ve (Antropoid Demııvazel) gibi şekil ve âdetçe kendilerine yakın olan diğer nevilerin birlikde yaşamalarına müm&neat et-

(7)

devlet vergilerinin büyük bir hissesi, Ingiliz prensibi mucibince bu vergiyi verenlerin değil, tabakai balâdan miintahab ve ınecburiyiiliktida bir (Autorité) nin re’yiııe mu‘alak bulunur.

Vakı‘a verginin bütün ağırlığım çeken toprak olduğundan, hakikati halde varidatı devletin istimalinde rey sahibi emlâk sahihleridir. Son bir imtiyaz, bu vaz‘iyeti itmam ve tarsin eder.

(Lordlar Kamarasına ) [ya‘ni ‘yan Meclisine]

yalnız emlâk sahihleri âza olarak girebilir.

Büyük bir malikâneye malikiyet, patenteleri- niıı [ yani Lordlar Kamarasına duhûl ruhsatııa meşinin ] şartı evvelidir. Emlâk vergisinin tereffü'u, onları ancak ( Avam Kamarası ) na kabili intihab kilar. Bunların büyük ceb köy­

leri, (Bourgs de poche [*]) lan da vardır ki bunların hanelerine ve topraklarına malikbulu- ııurlar. Bunların para mukabilinde satılmaya

âmade hey’et( Cor poration ) 1 arını yüksek ve peşin nakd para ile satın aldıkları « bozul­

muş küçük kasaba ( Bourgs pourris) » leri ve hatta şehir (cite)Ierivardır.Bir resim bu vaz’iyeti

içnıal ederek tefhim eder : XIX uncu asrın bi­

dayetinde 658 âzadan 487 si bilkuvye , lordlar ve zengin emlâk sahihleri tarafından tayin olunmuşdtı.

Nüfuz ve iktidarındaki bu azim tezayüdgan- tiyyi,etrafında inkişaf eden yeni millet içinde garip (Excentrique) bir mevki işgal etmeğe vardırdı,

«gantry» bu yeni milletin içinde, gittikçe artan nıütenakız ve muhite uymaz bir rol oynamak­

tadır. Arazi milkiyeti ve arazinin mültezimleri bugün dahi ayrı bir nesim İle muhat olan ve meyli yeni cemiyeti iktisadiye kanununa henüz tiymamış bulunan ayrı bir âlem teşkil etnekde- dir. Toprak gibi her kese lâzım bir şey’in usuli ve yapma bir igtisab ile bir inhisar mevzu’u ol­

ması, istihlâf muamelesi ile âdeta saha‘i teda­

vülden çıkarılın aşı, bütün arazinin vasi’ bir tarzda ya‘ni geniş sermaye isti’mallerile ve — mukata‘a gibi en ziyade keyfe tabi’

bir usulde istismarı, hüîâsa’i kelâm toprağa

[,] Vaktile bizde arpalık, tımar namlarile büyük bir köyün ve hatta bütün bir kasabanın a‘şarma ve âdeta bü­

tün arazisine nevdma mutasarrıf olan rical vardı ki bunlara

zaim derlerdi. AB.Dj,

malikiyyete merbut feva’idi siyasiye ve içtimaiye sebebile arazinin ehemmiyet ve emniyeti irad ile ölçülen kıymeti sabiteyi kayp ederek bir keyfî ve hava’î bir zibü zinet eşyası kıymetini alması _ bunlar hep, toprak mülkiyetini, gerek iktisaden, gerek kanunen, temamen tefrid edilmiş bir da­

ireye atmış ve atmakda bulunmuşdur.

Toprağın üstüne muhkem bir surette otur­

muş bu derece nailiyetli bir sınıf «göz yummak [ Le laisser faire ] » politikasmin tevlid ettiği heyecanlara karşı nasıl bir az aleyhdar bulunmaz?

böyle bir sınıf, her ııevi‘ selalnn esası ve hür­

riyeti ferdiyeniıı en yüksek derecede mültezimi olan«hayat için mücâdele»nin fevaididini nasıl anlar ? Seviyesini arayan, erbabı liyakatin lâ- yenkati' âmed şüdii, kıymetini buldurmakda, bundan istifade etmekde mahir ellere geçen nimetü yesarm tedavülü hep bu sınıfın haricinde

vuku'a gelir ve bunları asla im - ren dirmez . B u sınıf , imtiyazlı mevki'leri kanuna istinad ile payidar olanve ihtiyarî ve­

ya iztırarî fiianthro- pa [insaniyetperver- lik]ile bakemali şa- nü ihtişam satın alınabilen sabit bir âlem teem­

mül etmiş ve teemmül etmekte bulunmuşdur.

Bu sınıfın sevkı tabiileri kendisini her zeman pederşahî bir hükümete ve İnsanî (Humanitaire) bir teşria doğru tevcih etmişdir. Bütün iktidar­

ların, bütün selahiyetlerin sulh mahkemesinin ( Justice de paix nin) elinde meze ve tevhidi ile, temamen tngilizî bir tarzda, hükümeti pederşa­

hîyi tahakkuk etdirmişdi. Bu sinıf ancak, dün anlayabildi ki selâhiyat idariyye, kendisi b-iıı fazla bir derecede «technique», fazla bir derecede miirekkeb, fala bir derecede muşkâfanedir; za'f veya noksanı cesaret eseri olarak değil ancak ademi ehliyetini his ve idrâk ile bundan fera­

gat, etti. İiısaniyetperverane teşri' ( La législa­

tion humanitaire) e gelince : Kraliçe Elizabeth, zemapmda,(gentry) fukara kanunu (Les lois des pauvres ) nun büyük icrakârı oldu. Hatta men­

kul emvali, derecesinde vergiye tabi' tutan ilk nizamnamenin ahkâmına muhalif olarak u- ınuri hayriyye vergilerini kendi üzerine aldı.

Bunu kendisine mahsus bir iş yapdı. İkinci Charles zemanında, «Anti ekonomik»maddelerin GELECEK NESİLLERE

K aplar e k v a m ı bir â{jugi m u 'a /.za n ı o ld u m , S a ç d ım eşfâ k m esa fa ta , h u s u m e t b iç e r e k ,

b S u n u lu r r u h u m u z a k e v s e r i irfa n ii v e fa .

^ G eçd iıjim v a d i’i k ü fr a n d a , s u s u z lu k iç e r e k ,

f AB. Dj.

(8)

metnini ezcümle darihayre(Domicil de charte) ye ait maddei kanuniyye tevsi4 olundu.XVIII inci asrın sonhnda, Speenhamîandm parlamento ka- rarile, (Genty) en fena bir «Socialism* i, sada- kayi ihtiyaca göre ölçen bir « Sosyalizm » i, biedebane, ittihaz etmişdi. Basiretsizliğe, ten- belliğe, sui sirete hiç bir zeman bu kadar saf- vetle cesaret verilrrıemişdir. Hanelerde i‘ane tevzi'î dahi onun işidir.Buda daha habirane göriin- meksizin ayni semeratı fesadı vermişdir.

E* Boutmy

TOLSTOY [*]

* SAN’ATI, Devam

Romanlarında , ^saydığım kahramanların dinî ve ma‘nevî tekamüllerine ta'alluk eden kısımlar umumî plandan o kadar garib bir suretde ayrılır ki, adeta mevzu'a eklenmiş gibidir. Bu sahıfaları tay etmekle, eserin yapı ahengine hiç bir halel getirmiyeceğinıiz gibi belki bu ahengi te’rnin etmiş oluruz.

Bütün asırların ve bütün kavmlarıııede- biyyatmda, Tolstoyuıı san‘atma temamile zıd bir san’at zikr etmek lâzım gelse, şüblıe- sizki evvelâ aklımıza H. Dostoïevski ııiıı ' san’atı gelir. Artistik merkezi sıklet, Tols­

toy tahkiyeye ta ‘alluk eden kısımlarda, Dostoï­

evski de ise muhaverelerdedir.

Dostoïevski de, acele ve çetrefil bir lisanla yazılmış olan vak’a tafsilat ile yüklüdür. Ve bu vak‘a romanlarının ikinci planını işgal eder.

Dostoïevski de asıl dram, şahıslar görünub konuşduğu zaman başlar. Bütün artistik kuvveti muhaverelerde toplanmıştır. Tolstoyda ise ikinci planı bilakis muhavereler işgal eder. Meselâ Anna ve Vronski'niıı şu mükâ- Iemesi nekadar boş ve manasızdır:

«... Petresborg’da bütün kış dans ettiğini­

zden fazla bugün Moskvadaki balonuzda dans

«ettim. Hareket etmeden evvel dinlenmek

«istiyorum.

«Veroneski dedi:

«— Yarın için hareketiniz katMıni?

«Anna bu sualin cesaretinden miiteacceb gibi,

«— Evet.. Dedi, niyetim öyle.

«Fakat gözlerinin ve tebessümünün daya-

«nılamayan parlaklığı, o konuşmasına devam ettiği zaman, Vronskiyi yakıyordu.»

Bu «mondain»gevezelikda kelimelerin hiç bir kıymeti yoktur. Gözlerin ıslak parlaklığı,

[*} Tolstoï ve Tolstoy yazıliyor.

tebessüm, söylenilemeyen şeyi açıkça söyliyor.

İşte aşkın, ihtirasın karar verecek ânı, gene böyle ma‘nasız cümlelerle Vronski Aıınaya aşkını bildiriyor:

«Benim bütün hayatım, bir parçam oldu-

«ğunuzu bilmiyorsunuz demek...

«Hayır, ne benim için ve ne sizin için

«sakît kalamam. Önümde, yalnız iztirab,

«ümidsizlik ve saa‘det görüyorum, ne saadet!

«bu imkânsızını?

«Dudaklarının ucile okadar yavaş ıııırıl-

«danmasma rağmen, onu işitti. Bütün kuvveti

«zekası bir hedefe, Vronskiye yalnız vicda-

«nıııııı emr ettiği cevabı vermeğe çevrilmişe

«benziyordu. Lâkin, konuşacağı yerde, aşkla

«dolu nazarını ona dikdi ve susdu»

Vronski‘nin bu mübtezel cümlelerini, meselâ Romeéo ve Juliette in muzaffer aşk nağmelerine kıyas etsek, ne kadar sönük kalır. Fakat Anna ve Vronski kelimelerle konuşmiyor.

Bir bakış, bir tebessüm,seslerinin «nuance» i, bedenlerinin hareket ve ifadeleri, birbirlerini anlamağa kâfi geliyor.

Bu ibtidai, hayvani aşk lisanı, bütün beşeri sözlerden daha derin değilini? Tolstoyda

«Lévine» ın iisani, Besouklıoff un, Prens André nin, V ronski nin Posdnictff ııı kullandığı ayni lisandır.

Eğer kimin konuştuğunu bilmiyorsak, gözlerimiz kapalı, lisanı ve sesinin aherıği ile, bir şahsi diğerinden ayırmamıza imkân yokdur.

Keza Anna Karenin, kocasının cümleleini aynen tekrar eden Nataşa, Kıtty ve Dolly gibi ifadei meram eder. Tolstoyda hemen kemen bütün şahıslar ayni tarzda konuşur. Bu sese, bu lisana, kâlı efendi, kâh köylü kıyafetine bürü­

nen Tolstoy kendi sesi ve kendi lisanıdır diye biliriz.Fakat lisanın bu ıttiradı göze çarpmiyor;

çünki eserlerinde ehemmiyetli olan, hakim olan, bizi sürükleyen, şunun veya bunun söyledikleri değil, fakat onların sükûtları, sayhaları, ıstırab ve ihtirasın pençesinde inle­

yiş ve haykırış tarzlarıdır.

Tolstoy psikolijik bir kıymete malik olan beşeri kelimeler değil, hecasız [înarticuléjs sedalar ve «Onomatopée» ya‘ni kölime’i tckli- diyyelerdir. Şahısların sözleri ise boş ve aleni­

dedir.

Vronskinin atı Frou-Frou hakkında «bu hayvan, sırf ağızlarının teşekkülü onlara müsa­

ade etmediğinden dolayı sözden mahrum olmu-

(9)

ça benzeyen hayvanlardandı» diyen Tolstoy kendi romanlarındaki çahıslar içinde, biz:

« Eğer onlar konuşuyorsa, buda heealı [ articulé ] lisan için ağızları olduğundandır » diyebiliriz.

Çünki hakikatte,Tolstoydaki eşhas konuşmaz.

Hafızamız ,Alınanın unutulmaz şahsiyeti ve hususi bir çok ihsasatı ile doludur. Fakat gene o ayni hafızayı yoklayalım, nafile, orada Annaya ait hiç bir kelime, bir fikir bulamayız, işte böylece, Tolstoy romanlarında, ihtirası [Passionnel] hayvani (Animal) unsur, daima ruhanî unsuru eritir. Halbuki Dostoïevski de lisan, şahısdan şahsa değiştikden ma‘ada, şahıs- daıı şahsa seslerin ahenği değişir. Yalnız sesin ahenği ile, konuşan Petrovitch Kara- rııazof mıdır, yoksa ihtiyar Zossiıne midir, yahud Raskolnikof unmu, prens Michkine- inıııi, Stavroguine inini karşısındayız derhal anlarız.

NihliliSt Kiriloffuıı, garib, kıvrıntılı konu- şuş tarzında, hususi, cebri, peyğamberaııe ve ayni zamanda, sar’a ııöbetlrrini hatırlatan, marazî ve gergin bir şey duyulur.

Fédor Pavlovitch Karamazoff birdenbire a- levlenüp, ıslık çalan sesile, çoçuklarma :

« Eh ! çocuklarım, küçük çocuklarım, benim

« yavru domuzlarım .. . Benim için hiç çirkin

« kadın yokdue. İhtiyar kızların bile hazan şa-

« yanı hayret meziyetleri vardır. Yalın ayak

* yürüyen küçük kadınlara gelince, onları hay-

« retlere düşürmekle işe başlamalıdır . . . onları

< gözleri kamaşıncaya kadar, istiğraka kadar,

» utanmalarına kadar hayretlere düşiirmelidir. » Dediği zeman yalnız ihtiyarın ruhu değil fakat, titreyen geniş ensesi, salyeler saçan ince ve ıslak dudakları, küçük kelbî gözleri, ve sefa- hetden yıpranmış çehresi nazarlarımız önünde canlanır. Böylece Dostoïevski, bize şahsiyetleri­

nin hislerini , fikirlerini anlatarak dişlerini gösterir.

Onların konuşmak tarzı, seslerinin ahengi, yalnız hislerini, ihsaslarını bize duyurmıyor, ayni zemanda da viicudlerini ve çehrelerini gösterir* Dost o'ıe v s kin in san atından biraz uzun­

ca bahs edişim, Tolostoyun sanatım daha iyi göstermek içindir.

Her biri bir kutup olduğundan birini an­

lamak diğerini anlamamıza medar olur. 1 ols- toyda, ahvali ruhiyeyi bize bildiren, hareketler ve haricî ifadelerdir.

Tolstoy bedenden ruha, dışlan içe; Dostoi-

evski ise bil’akis ıçden dışa, ruhdan bedene, ıneş’urdan gayri meş’ura, ibtidaiye, hayvaniye gider. Tolstoy da, gördüğümüz için işidiyoruz , halbuki Dostoiyefeskide işitdiğimiz için görüyo­

ruz.

Faansanın Retınes Darülfünunundan felsefe me‘zunu

S u ‘u t K e m a le ttiu

HÜSEYN RAHMİ BEY

Aziz ve fazıl edibimiz il. Rahmi Bey, oku­

yucularımıza takdim olunmakdan çok müstağ­

nidir. Bir sülüs asırdan beri o millî hayat sahnelerimizi romanlarında kuvvetli kalemile yaşatımşdır. H. Rahmi Beyin en büyük kud­

reti yüreğinden ve hakikat ve hürriyyet ilâhin- dan başka kimseye iabedet ve ubûdiyyet ede­

memesinden gelir. Bu acz ne yüksek bir ikti­

dardır !

Heybeli Adanın çamlarla muhat yüksek ve hakim bir noktasında yapmış olduğu yuva­

sında kaleminin ve kalbinin' purile yaşayan bu HÜR İNSAN m maddesinde hiç bir göz ve göz yaşı bulunmaz. Ve, böyle bir ağacın meyveleri yiyenlerin zaikasma göre değişse de da’ima mu­

gaddi mukavvidir ve şifa vereci olmak labiiddür.

Mevzularını muhayyilesinden değil da’ima ha- yatdan alması ve da’ima ilim nurile tenvir etmesi itibarile bizim ZOLA mız olan bu büyük edi­

bimizin IÇTİHAD a ihda etdiği bir hikâyesini sevinçle ve şükranla neşr etmeye başlıyoruz.

İç ti h ad

İHTİYAR MUHARRİR

Mnharriri: Hüseyn Rahmi

Oldukça göze çarpan bir sername altında ekseriya kıvrak bir cümle ile başlar. Lâkin öbir satırlar yağsız, tuzsuz, zor yudulur, ya­

van gayrı mugaddi bir çorbadır. İhtiyarın ka­

lemi ilk hamlede sarf ettiği kuvvetle yorgun düşer. Satırlarda onun bitab nefeslerini, dik bir yokuşu tırmanmaya uğraşan bir halsizin sarsıntılarını, baygınlıklarını his edersiniz..

Zorla yakalayıp yakalayıp da yine kaçır­

dığını sadakatsiz bir mantık, sönük bir şataret içinde size bir şeyler anlatmağa uğraşır. Bir ömürlük ülfetinin yardımile terkibler hatasız kelimeler yerinde, ıstılahlar zararsızdır. Fakat cümleler ma’alen üzerleri boyalı kurşundan askerler gibi cansız birer kalıtıdır,. Azıcık do->

(10)

kunsanız devrilirler. Haşv, tekerrür, nasihat doludur. Ekseriya tutdurduğu bir fikri , za‘fı hafıza sebebile neticeye kadar götüremez . Ne demek içiıi başladığını unutur. Daldığı uzun mukaddimenin yarısında şaşırır. Mevzıfla mü­

nasebet alsın almasın zihnine doğan ilk sukağa sapıverir. Sözler kopup kopupda biribirine zorla düğümlenen veya düğümlenemeyen alil bir teselsülle yürür. Sed demek isterken sepet der.

Ayni makalede tarih, coğrafiya. fen, saır'at, iktisad, intikad ve türlü latifeler biribirile omuz öpüşür. Hangi bah­

sin ölkesindesiııiz. . Anlayamazsınız. U- „ ııudulmakdan pek korkdugü için her söz araşma mevcu­

diyetini sıkışdır - mak vesilesini kolay bujur .

iki üç gazeteye, ınecmu‘aya yazar . Umraıı Âlî imzasına, matbuatın bu emek- darını tesbit eden bir damgâ gibi; çok sahifaîarda tesadüf edilir.Kırk beş sene­

dir bilâinkıta4 kâğıt­

lara boşalan bu ka- did kafanın, bu kağ­

şamış fikir fabrika­

sının markası önün­

de gözler tereddüde düşer. Herkesde bu yazılara karşı iflâ­

sından korkulan bir müessese emniyet­

sizliği vardır. On iki puntoluk üç sütunu miita- la’asmdan sonra neticeten sıfriilyed kalmak . .

Sâlhurde yazıcı meraklı sernamelerle karii

Hüseyin Rahmi Bey

müşteki idi. o, bu hallen kabili tedavi muvak­

kat şeyler sanıyor. ( Arteryos klerös ) a karşı ufak tefek reçeteler kullanryor, bu fikrî göçü - şiimin vahametini pek müdrik değildi. Bil’akis şimdiki yazılarını evelkilerden canlı, parlak mükemmel buluyordu.

Ba‘zı mıı zib gençler ona sokakda, matba­

alarda, birahanelerde tesadüf etdikce yeni bir makalesini tebrikle:

Ümran Âli Beyfeııdi! bu ne mu‘cize çanım kitdikce gençleşiyorsunuz. O geçenki ( Turan güneşi ) mekaleniz olur şey değildi. Yazacak

bir gene varsa mey­

dana çıksın. O günü gazetenin dört bin fazla satıldığını süjr- leyorla. . aratdırdık, fakat yirmi kuruşa bir nüsha buldura- madık .. .

Zavallı adam i- naııır. Bir kaç gün gönlünde bu tebrik­

lerin neş’e ve guru- rile yaşar. Lâkin vuku‘atda bu te' - ıninlerle istihza e- den bir ma‘kûsiyyet peyda olmaya baş­

ladı.

Her yedi gazete ve mecmua intişarın­

da o, bir da‘vet bek- leyordu. Fakat şim­

di onun varlığına hiç ehemmiyet veren yokdu- Seııelerden- beri emekdarı ol­

duğu gazeteye gönder­

diği mektup bile neşredilıııeyerek birikiyor,sebe­

bini sormak için ara sıra rııatba‘aya uğradıkça ona:

avlamayı son hiiner savıyor, Fakat bu yağı azalmış lâmbadan ışık ümidile oltaya tutulanlar üçüncü, dördüncü defalarda hafif birer tebessümle sü­

tunları atlayorlar, tekellüsle sertleşiip, daralan damarlar artık ruh ve fikri ısıtacak feyzit hare­

ket saçamıyor, ebedî bir hezan içinde üşüyen dimağın mahsuli de yavaş yavaş donuyor , ölüyor, ondan iki satır ile iki sütun okumak müsavi hükmüne giriyordu.

Romatizmalardan, baş dönmelerinden günden güne artan bir unutkanlık ve dermansızlıkdan

— Etrafdan havadis; telgraf, muhabirlerin mektubları yağıyor, makaleye yer yok . . .

Cevabı veriliyordu- Halbuki iki üç senedir parlayan bir kaç imzanın hikâyeleri- mekaleleri pek âlâ yer buluyordu.

idare memurin heyeti tahriririyye ıııüdıri, muharrirler, mütercimler hep değişmişlerdi- ümran Âlî, odadan içeri girdiği vakit onun kim oldğunu merak ederek yüzüne bakan bile yokdu-

[ Devam edecek ]

(11)

Ecnebi edebiyyatı

ŞAİRİN MEZARI [lj

Güneş guruba başlarken gittiler. Ka­

palı arabanın içinde, Maria dizlerinin üstünde bir gül demeti tutuyordu. Ağa­

çlarla süslenmiş Aventino [2] nun eteği­

nden geçerken,büyük Ripa limanında demirlemiş ve Sicilia şaraplariyle yüklü gemileri seyrettiler.

Mezarlığa yaklaşınca arabadan ind­

iler; parmaklığa kadar hiç konuşmaksı- zın yürüdüler. Maria, ruhunun derinliğ­

inde, bir şairin mezarına çiçek koymağa gittiğinden başka, kendi varlığından ay­

rılarak ebediyen mahvolmuş şeyler için ağlamağa gittiğini de his ediyordu. Re­

ngi ağarmış divarları aşarak semaya doğru yükselen servilere baktıkça, Per- cy [3] nin geceleyin okuduğu bir şi‘ri, ruhunun derinliğinde uyanarak ses ver­

iyordu :

( Burada Ölüm, orada ölüm; her yerde ölüm; etrafımızda ölüm; içimizde ölüm;

üstümüzde oliim; altımızda ölüm; ve biz ölümden başka bir şey değiliz .

( Ölüm, mevcudiyetimizin üzerine, işaret ve damgasını vurmuştur.

( Evvela zevklerimiz ölürler, sonra ümidlerimiz, daha sonra da azaplarımız;

ve hepsi ölmüş olunca tozlar birbirini çağirırlar ve yine ölen bizler oluruz.

(Sevdiğimiz ve takdis ettiğimiz şey­

lerin hepsi de, bizler gibi, uzaklaşmağa ve kaybolmağa mahkûmdurlar, bizim zalim mukadderatımız işte böylcdir.

( Heyhat ki Aşk da ölecektir,hatta ondan başka hiç bir şey ölmese d e .... )

Eşiği geçerken, hafif bir ürperme ge­

lil D ’Annıızio nuıı İl plaçer = Zevk isimli eserinden alınmıştır .

{2] Diana ve Miııerva mabetlerinin bulunduğu tepe, vaktiyle isyan eden halk orada tahaşşiin ederleıdi.

[3]Meşlıur İngiliz şairi Percy ShaelleyjD’Annuzio nun bu büyük şair hakkında yazdığı pek güzel bir eseri vardır , yakında tercümesini İctilıad da okuyacaksınız.

çiren Maria, kolunu Andrea nın koluna dayadı.

Mezarlık asude ve sessizdi. Bir kaç me­

zarlık bağçivanı, derin sükûn içinde, ellerindeki süzgeçli tenekeleri muttarit ve devamlı bir hareketle sallayarak dı- var boyunca sıralanmış ağaçlara ve çi­

çeklere su döküyorlardı, semaya doğru yükselen nıatemali serviler, boşluk içinde sessiz ve hareketsiz duruyorlardı: yalnız güneşin ziyalariyle parıldayan başlari, hafif bir lerze ile titreyorlardı. Geniş ve yeşilimsi ağaç gövdelerinin arasından görülen beyaz kabirler, muntazam putlar, kırık sütünlar, çiçek saksıları ve mezar taşları, Tiber nehrinin taşları gibi parlı­

yorlardı. matemli servilerin gümesinden, güzel ve beyaz kabirlerin üstüne, berrak ve mukaddes bir suyun sert bir kayadan indiği gibi, esrarengiz bir gölge, ilâhı bir sükûn ve İnsanî denilecek bir tatlılık iniyordu. Ağaçların zayii sıra ve intizamı, san’atkârane yapılmış mermerlerin latif beyazlığı, ruha derin bir huzur veriyo­

rlardı. ortada, bir erganunun telleri gibi dizili duran ağaç gövdeleri ve renkli çi­

çek demetleriyle örtülmüş putlar, nazari okşayan bir letafetle uzanıp gidiyorlardı Rüzgar estikçe titreyen gül fidanları, ko­

kulu beyaz ve pembe karlarını, yeşil otların üstüne serpiyorlardı.

Geniş ve uzun yapraklarını sallayan ökaliptos [4] 1ar, zaman zaman beyazli- ğmı kaybeden mermerleri selamlıyorla­

rdı. Ötede beride görülen kakto [5] 1ar, uyumuş arı gümelerine veya nadir tüy demetlerine benzeyen zarif salkımlar gibi titriyorlardı, ve ara sıra, mezarlığın derin sükûnuna, yuvasını kaybetmiş bir kuşun feryadi akıyordu .

İhsan Sacid [sonu gelecek nüshada] 4 5 [4] Eucalipto : Avusturalya da yetişen ve vücudunun 10 - 20 misli su cezbettiği için, bataklıkları kurutmakta kullanılan biri ağacın ismidir.

[5] Cacto veya Cactus ; Ameıikada yetişen dikenli, yapraksız ağaç.

(12)

A m e li R u h iy y a t

LES INCERTITUDES DE L’HEURE PRÉSENTE

Dr. G u sta v e Le B on

10

BİR TERKİ TESLİHAT HAKKINDA KURUNTULAR

Tarihin kaffei edvarinda ve bugün her devirden ziyade bir kavmın ilhanı ettiği hürmet ez cümle şükühi askerisine bağlıdır. Yeni büyük milletler şu iki şıkdan birini ihtiyar etmek mecbuiyetin- dedirler. Bir harabiyeti mâliyeden icti- nab etmek için tesisatlarından vaz geçmek; yahut daha ziyade bahalıya mal olan ecnebi, isti’lalarını men' etmek için teslihatı artırmak.

1*

Bir kavm rakiblerinin hücumuna karşı ancak kuvvetli kalarak kendisini muha.

faza eder. Harbdan evvel Socialistle- rin neşr ettikleri sulhperverane fikirler, istihzaratı askeriyemizi hayli zai'ıfletme- mış olsaydı pek ziyade mühtemel - dirki Almanya hiç bir zaman bize hücum etmeyi düşünmezdi.

Wilhelm 11 , hatıratında « haşmin de hata korkusu[Lapeur de risque] yaratmak için bir kavm karada ve denizde kâfi derece müsellah olmalıdır» dediki vakit iki satırda hakiki bir kitab harbi ve sulh yazmış olur. Filhakika zaifler daima tahtı tehdidde kaldıkları vakit kavilere hücum etmeyi kimse kolay kolay göze alm az.Ancak ırklar arasındaki kin, kuvvetli

flfr

kavmların Hégémonia ihtiyacı , rekabeti iktisadiye v. s. gibi harb sebeblerinin ortadan kaldırılmasıladırki harblar orta­

dan kalkabilir . Binaenaleyh ilmin tabiati beşeri değiştirecek bir vasıta keşfetmesi iktiza edecekdir.

Tarihin mebadisindenberi, kuvvetli kavnılarla za'if kavmlar arasındaki mü - nasebet daima av ile avcı arasındaki münasebatın tamamen ayni olmuştur.

Fikir bazan topu hükmü altına alır , fakat topun himayesi olmaksızın kuv­

vetsiz kalır.

Filantropların [1] hitabeleri insan - ların sıretları üzerine laalettayin bir te’sir icra etmiş olsaydı, Filantropianin sari hastalıklardan , toplardan daha ziyade tahribat yapacağını iddia eden filesoflar belki haklı olurlardı . Fa­

kat Filantropların mev'izaları , hitabe­

leri, nutukları süslemekden başka bir şeye yaramaz denilebilir.

T*

Dinler bila faide «biri birinizi seviniz»

nasihatında bulunur. Kanunlar sadece yekdiğere tehammül edilmesini, musa'afeyi

[Tolelerance] taleb eder .

Akvam kendileriui yekdiğerine bağ­

layan terabütü İnterdependance’i keşf ettikleri zaman « biri birinizi seviniz » emri istikbalin ka'ide’i ahlakıyesi ola - cakdır.

/★

Cihanı hazırın şu muvazenesizlik ha­

linde terki teslihat kelimesi kölelik kelî- mesile müteradifiilma'nadır.

[IjPhilanthrope muhibbi insaniyet demekdır. Alesseviye ebnayi beşerin hayr ve nefine ve umurı h ay r iyeye çalışan sulhperver ve hasanatperver kimselere verilen vasidir .

(13)

ASIRLARIN EFSANESİ

Z e lle

Allah bizimle doğar ve bizimle beraber ölür.

IV

Ş e y ta n ın k a p ısın d a ...

Z- Göğsümüzü kabartıyor Zevkimizin kalkanları..

Gözümüzii kızartıyor Bikrimizin al kanları..

Ş-Kızlar döğüıı ağzımıza Meyvanızııı ballarını ! Dolaşdırm bağrımıza ; Tubanızın dallarını.

Z-Bizler fidan siz sarmaşık Dolanınız belimize

Dilleriniz olsun kaşık, Bal akıtan dilimize ! Ş-Haydi kızlar için için,

Aşkımızın kâsesinden ! Haydi kızlar yiyin yiyin, Bağımızın meyvesinden ! Z-Buyurunuz çeşmesine,

Ebediyyet dağlarının, Uzanınız meyvesine, Aşk, sevda bağlarının !

*

Gök çokdan söndürtııüşdü ormanların mumunu Neş’eler soıı hadde vardı..çıldırtdıumumunu!.

Tuncdaıı bir ay doğmuşdu çamların arasından Havva kıvranıyordu şehvetin sar* asından..

Süzerek gözlerini., kollarını açarak, Nurdan bir sel gibi köpürerek taşarak ! Atıldı Allah ! diye vesvasm kucağına Şehvet bir incir dikdi Ademin ocağına ! Şeytan bu şen sahneyi Ademe de gösterdi..

Halîfenin adını lekelemekdi derdi !

« Ahmak herif karın bak şehvetin pençesinde

« Günahının rüzgârı inildiyor sesinde !

« 0 yerken cennetimin bu meşhur meyvesini

«Bağımın ni'metini saklıyaıı varını senden?.»

Adem dc tutulmuşdu şehvetin sar‘asına.

Atıldı Allah diye çiftlerin arasına!

V

H a k ik a tin kap ısm d A ...

Cennetde viildan gilman dalü var­

dır. Lâkin onların istimta'ı haramdır.

^ San Abdullah

İnsan; Asya nisasının azmanı

Adem ! cennet sinesinin « kaman »ı Hind de çıkan « kaman » larm yamanı Allah yapdı oradaki « atman » ı , Arkasında siyah kıldan bir yamçı-.

Boynunda def., kemerinde bir kamçı!

Kırk bin kişi bağlığında hizmetçi.

Kırk odalı ma‘bedinde kırk derviş:

Hur, gulman kapısında nöbetçi..

Kırk yaşında nübüvete erişmiş ! Ekin için hem toprağı kazıyor, Hem toprağa kitabeler yazıyor ! Tunç lâvhalar kulesinde ma‘bedin;

Tokmaklıyor sabah akşam dervişler..

Şehre, nehre hakim olan derbendin;

Kulesinde nöbet bekler keşiler !.

Ba£zan şehre hücum eder dağlılar, Siperlerde mevzi* alır bağlılar ! Sabah !..

Tan yeri ağarıyor..

Ve Allah, Çağırıyor

Ma‘bede kullarını,

Ma*bed açmış kullara bembeyaz kollarını!

Referanslar

Benzer Belgeler

Sosyal medya kullanımı ve etkinlik pazarlaması üzerinde hangi bütünleşik pazarlama iletişim çabalarının ağırlık kazandığı değerlendirildiğinde müşteri

Her ne kadar henüz 1 sayısına inmemiş bir başlangıç sayısına rastlanmamış ise de, “başlangıç sayısı ne olursa olsun,.. sonunda mutlaka 1

Sevgili Muammer ender rastlanan düzeydeki zekâs›, Galatasarayl›l›k damgas› tafl›yan sa¤lam kültürü, her yöne, her konuya aç›k hassas antenleriyle, ve bu

Genellikle preoperatif olarak malign veya benign ayrımı net yapılamayan ve genellikle rastlantısal olarak saptanan akciğerin sklerozan hemanjiomu; kadınlarda ve 30 ile 50

((Dünya, cumhuriyet namı al­ tında imparatorluklar, yine cumhuriyet namı altında.. mutlakiyetler

Ahmed Muhtar Yeğtaş (Hacıbeyza- de, eski Muhibban gazetesi sahibi), Ali Münif Yeğena (Seyhan

Özellikle kad›nlarda meydana gelen aspirasyonlar›n büyük bölümüne türban i¤nesi rol ald›¤›n- dan, hastalar difllerinin veya dudaklar›n›n aras›na i¤ne

Having analysed the data and examined the countries’ economic, social, political, and institutional contexts I have made comparisons of the fiscal and monetary policy