• Sonuç bulunamadı

MEMALİK-İ ŞAHANE DEN VATANA

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "MEMALİK-İ ŞAHANE DEN VATANA"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MEMALİK-İ ŞAHANE’DEN VATANA

Bir ulusun tamamını etkileyen bir ideoloji nasıl ve hangi şartlar altında oluşturulur kaldı ki bu ideoloji birçok farklı etnisiteyi bir arada barındıran bir ülkede sadece tek bir etnik köken üzerine oluşturulan bir devlet ideolojisi haline nasıl ve neden gelir? Okullarda okutulan ders kitaplarının içeriği ve devlet tarafından oluşturulan bir tarih algısı nasıl bir milliyetçilik algısı ortaya çıkarır? Bir ulusun yaşadığı coğrafyanın o ulusun oluşturduğu devletin politikaları üzerindeki etkisi ve o devlete diğer devletlerin bakışlarını nasıl şekillendirir?

Vatan ve anavatan deyince akla gelen yerler ve bu yerlerin gerçekten o ulus için manevi bir önem taşıyıp taşımadığı ve uluslararası ortamda meydana gelen değişmeler vatan ve milliyetçilik algılarını nasıl ve ne şekilde etkiler? Azınlıklar da bulundukları ülkenin vatandaşı olabilirler mi ya da olabilirlerse sahip olduğu etnik kökenlerini unutmak zorunda mıdırlar?

Padişahın mülkü olarak adlandırılan topraklar nasıl olur da bir ulusun vatanı olarak düşünülebilir?

Kitabın yazarı olan Sezgi Durgun, 1974’te İzmir’de dünyaya gelmiş, Boğaziçi Üniversitesi felsefe bölümünden lisans ve yüksek lisans derecesi almıştır. Bir süre Yeditepe Üniversitesi’nde ders verdikten sonra akademik ilgisini siyaset bilimi alanına yöneltmiştir.

2010 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında yaptığı çalışmayla doktorasını almııştır. İdeolojiler, mekan felsefesi, coğrafya ve milliyetçilik konularında araştırmalarını sürdürmektedir. Kitap iletişim yayınlarından 2011 yılında İstanbul’da çıkmıştır ve kitabın editörü de Tanıl Bora’dır.

Yukarıda sorduğumuz sorulara belgelerle ve sistematik bir şekilde cevap veren kitap toplam 9 bölümden oluşmaktadır. Kitabın genelinde coğrafyanın siyaset üzerindeki etkisi ve mekanın vatan bilinci oluşmasındaki rolü, jeopolitik üzerine bu konuda otorite olarak gösterilen yazarların görüşleri ve bu görüşlerin ülkelerin siyasetleri ve milliyetçilik algılamaları üzerindeki rolü Osmanlı ve Türkiye özelinde ele alınmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle 2. Abdülhamid döneminde cereyan eden milliyetçilik algılarının Türkiye’nin kurulmasında ortaya çıkan Türkçülük algılamasının ve bunun “vatan” kavramının ortaya çıkmasında oynadığı rol üzerinde özellikle durulmaktadır. 1. Dünya savaşı ve sonrasında, Misak-ı milli, Kurtuluş savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasında ki milliyetçilik ve vatan- mekan ilişkisinin üzerinde durulmaktadır.

Birinci bölümde siyasetin coğrafyayla olan ilişkisinin tarihsel sürecine değinilmiştir ve mekanın siyasallaşmasının ortaya çıkardığı ulusçuluk ve bu düşüncenin sonucunda meydana

(2)

gelen ulus-devlet terimini tetiklemiştir. Ulus devlet algısının en belirgin etkileri ve özellikleri arasında sınırların belirlenmesi ve haritacılık faaliyetlerinin gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişmelerin temelinde insan yaşantısı üzerinde bir otorite kurmak düşüncesi yatmaktadır.

Siyasi coğrafyanın temellerini atan J.G. Herder’in görüşleri üzerinde durulmuştur. Herder’e göre ulus coğrafi ve tarihsel koşullarla belirli bir dil kültür evreni yaratmış insan topluluklarıdır ve toplum ve toprak arasında ki bağ organiktir. Almanya’nın coğrafyanın siyasal bir etkiye sahip olması açısından en belirgin politikaları benimsediği aşikar olmakla birlikte bu konuda onları etkileyen en önemli yazar da Friedrich Ratzel’dir. Ratzel’in geliştirdiği “lebensraum”(yaşam alanı) kavramı Alman ekolünde ve siyasi karakterlerinde önemli bir değişime sebep olmuş ve aşırı bir ilgi görmüştür. Ratzel’e göre her topluluğun belirli bir gelişme kapasitesi vardır ve bu kapasitesi düşük olan topluluklar kendilerine en uygun yer olarak sınırlı bölgeleri seçerler ve devlet kurulduktan sonra mekânsal algıları yok etmez üstüne bu alan üzerinde egemenlik kurar. Coğrafyanın Almanlar için önemini belirten şu söz sanırım Almanların coğrafyaya verdiği önemi arz etmekte yeterli olacaktır. “ Coğrafya bütün bilimleri içerisinde en Alman olanıdır”.

Alman ve Fransız ulusçuluğunun farklarına da değinilmekte ve Alman ulusçuluğunda var olan temel öğretinin etnisite ve ulusun yaşadığı her yer o ulusa vatan olabilirken Fransız modelinde birlikte yaşama iradesi üzerinde yoğunlaşılmıştır. Yani Almanya etnik Fransa ise siyasal ulusçuluğu temsil etmektedir

İkinci bölümde ulusçuluk akımının ortaya çıkışı ve bunun mekanla olan bağlarının üzerinde durulmuştur. Modernleşmenin ulusçuluğun nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu sorusu üzerinde yoğunlaşılmaktadır ve bunun çeşitli ulusçuluk hareketlerinde değişik sıralamaları takip edebileceği ve her ulusun kendi tarihsel bağlamı üzerinde ayrı bir sonuca varılacağı tartışılmaktadır. Türkiye bağlamında ulusçuluk kavramının tepeden inme ve devlet elitleri eliyle tamamlandığının altı çizilmektedir. Milliyetçiliğin amacının dönemin şartları altında

“vatanı kurtarmak” sorusuna cevaben bulunduğu ve Batılaşma, İslamlaşma, ve Türkleşme seçenekleri arasında bir tarihsel süreç döngüsü bulunmaktadır. Ulusal algı oluşturulurken normatif değerlendirilmelerde bulunulmuş ve Türkler kimdir? Sorusu yerine Türkler kim olmalıdır? Sorusuna cevap aranmıştır. Türkiye ulusçuluğunda hem Alman hem de Fransız ekolünün izleri görülmektedir.

Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Türk ve Türkiye terimlerinin ortaya çıkışı ve bu kavramların ilk ne zaman ve kimler tarafından kullanıldığı vurgulanmıştır. Ziya Gökalp,

(3)

Yusuf Akçura, Namık Kemal, Fuat Köprülü ve Halide Edip Adıvar’ın görüşleri ve öğretileri Türklük kavramının ortaya çıkmasında başat rol oynamıştır. İmparatorluk söyleminden vatan kavramına geçiş ve Osmanlı’nın son dönemindeki tartışmalara ağırlıklı olarak yer verilmiştir.

Türkiye ve Türklük kavramları Osmanlı’yı antitezi olarak algılamış ve bu kavramlar üzerinden bir ulus bilinci oluşturulmuştur. Küçük yurt büyük yurt kavramları üzerinde ki tartışmalara değinilmiş ve itilaf devletlerinin küçük yurt algısıyla dönemin Türk elitlerinin büyük yurt algısı arasındaki çatışmalara yer verilmiştir. Sevr antlaşmasının getirdiği yıkımla beraber Anadolu’da başlayan direniş hareketleri ve kongrelerin vatan bilincinin oluşmasında ki rolü de göz ardı edilmemiştir.

Beşinci ve altıncı bölümlerde, Türk Tarih Tezi ve bu tezle desteklenmeye çalışılan Hatay meselesi üzerindeki Eti Türkleri algısı ve bunun sonuçları vurgulanmıştır. Lozan’ın devamında ortaya çıkan Hatay sorununun Türkçülük ideolojisinin temel dinamikler üzerinde yoğunlaşması ve sınırlı bir irredentizm politikası örneği olduğu vurgulanmıştır. Anadolu’nun tarihinden ziyade Anadolu’da ki Türklerin tarihi üzerinde şekillenmiştir.

Yedinci ve sekizinci bölümlerde ağırlıklı olarak coğrafyanın ve 1941 yılında yapılan ilk coğrafya kongresi sonucunda belirlenen müfredata göre okullarda verilen coğrafya derslerinin - vatanın coğrafi bölgelere ayrılması ve yer adlarında meydana gelen değişiklikler sonucunda- vatan bilinci oluşturmadaki rolüne ve ehemmiyetine değinilmiştir. İç mekanın vatanlaşması sürecinde yapılan politikaların kronolojik sıralamasına vurgu yapılarak dönemler arasında ki farkı ve benzerlikleri algılamamıza da yardımcı olunmuştur. Cumhuriyet dönemindeki iskan ve tarım politikaları Osmanlı döneminden farklılık arz etmemekle birlikte sadece tek bir ulusal kimlik üzerinden bu politikalar yürütülmüş ve iç ve dış sınırların belirginleşmesi ile birlikte göç devlet denetimine tabi tutulmuştur. Cumhuriyet dönemi ders kitaplarında Anadolu’nun medeniyetlerin beşiği olduğu algısı empoze edilerek Anadolu’nun yüceltilmesi ve ulus bilincinin Anadolu üzerinden inşa edilmesi üzerinde durulmuştur. 1941 yılına kadar coğrafya ders kitapları Türk Tarih Tezi’nin etkisi altında şekillenmiştir ve devlet politikası niteliğine bürünmüştür. Komşularımızın bizim topraklarımızda gözü olduğu söylemi yine 1941 yılına kadar ve yine devam eden süreçte de vurgulanarak ulusal bir birliktelik oluşturulmak istenmiştir. Hatay’ın anavatana dahil olması sonrasında statükocu bir yapıya bürünen Türkiye Cumhuriyeti’nin topraklarını koruma ve Osmanlı geçmişine Osmanlı terimini kullanmadan atıfta bulunulmasına da vurgu yapılmaktadır. Burada Osmanlı terimi kullanılmamasının sebebi Türklük algısına herhangi bir zarar gelmemesi düşüncesidir

(4)

şüphesiz. Özellikle balkanlarda ki nüfusun Türkiye ile olan bağlantılarına vurgu yapılarak Yunanistan ve Bulgaristan özelinde politikalar da döneme hakim olan düşüncelerdir.

1941-50 arası dönemde nüfusun Müslüman olması üzerinde yoğunlaşılırken 1920’lerde Kürt nüfusu varlığına hiçbir şekilde değinilmemiştir. 1950’lerde daha çok Türkiye’nin jeopolitik önemine vurgu yapılırken bu durumun dünyada meydana gelen değişmelerle paralellik gösterdiği vurgulanmaktadır. Özellikle 1952’de ki NATO üyeliği sonrası mekez-köprü terimleri üzerinde söylemler gerçekleştirilmiştir.

Dokuzuncu bölüm olan sonuç bölümünde, Kemalist ulus söyleminde vatan kavramının nasıl algılandığı ve siyasi coğrafyanın devlet ve toplum temelinde nasıl anlaşıldığının vurgulanmasına yer verilmiştir. Osmanlı mirasını ne kadar reddetse de Kemalist ulus söyleminin imparatorluk döneminden izler taşıdığı ve vatan algısının oluşmasında Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan söylemlerin etkisinde kaldığı da vurgulanmaktadır. Toprağa ve vatana bağlılık küreselleşmeye bir tepki olarak gözükse de aynı zamanda küreselleşmenin bir uzantısı niteliğindedir.

Toplam bu dokuz bölümde dikkatimizi çeken noktalar, Türkiye ve Türklük algısının ortaya çıkmasında hem coğrafi hem de siyasi etkenlerin önemli bir yer teşkil ediyor olmasıdır.

Özellikle ikinci Abdülhamid döneminde ortaya çıkmaya başlayan ulus-devlet politikaları ve bunun paralelinde Türkçülük ideolojisi kaybedilen toprakların vatanın bir parçası olduğu noktasında fikirlerin filizlenmesine sebep olmuştur. Türkçülük ideolojisinin tabandan başlayan bir hareket olmadığı ve tepeden inme ve dayatma bir ideoloji olduğu güzel ve detaylı bir şekilde vurgulanmıştır. Bu bilincin desteklenmesi için ortaya atılan kendi tarihini yazma ve paralelinde ki Türk Tarih Tezi çalışmaları mekan ve vatan algısını şekillendirmiştir.

Osmanlı döneminde padişahın mülkü olarak adledilen “toprak parçalarının” nasıl vatan olarak ve tüm ulusun ortak bir paydası olarak algılanması açık bir şekilde ifade edilmektedir.

Cumhuriyetin kurulması ve sonrasında ki dönemler de Osmanlı ve Osmanlı mirasının reddedilmesinin bilinçli bir politika olarak uygulanması ama bu politikanın da özünde yine Osmanlı’nın politikalarından izler taşıması da ortaya çıkan bir paradoks olarak nitelendirilebilir. Coğrafyanın ülke politikalarının belirlenmesinde ne denli etkili olduğu Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakılarak çok açık bir şekilde idrak edilebilir ve ders

(5)

kitaplarında işletilen konularında bunlarla paralellik göstermesi yine ortaya çıkan politika gereksinimlerinin bir sonucu niteliğindedir.

Bir topluluğun üzerinde yaşadığı toprağı benimsemesi için yani oraya vatan demesi, diyebilmesi ve bir ulus olabilmesi için, ortak bir tarih bilincine, ortak köken mitlerine, tarihsel kollektif bir hafızaya, yaşadığı mekanla arasında bir bağ kurabilmesine ve nüfusun çoğunluğuna yayılmış bir dayanışma hissine sahip olmalıdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

 Rekreasyon çoğu zaman rekabetçi ve stres üretir bir hal alabilmektedir...  Yrd.Doç.Dr İlke

Bu dö- nemden beri asemptomatik olan hastanın 1995 yılı aralık ayında yapılan rutin ekokardiyografik (transtorasik) kont- rolünde, aynı bölgede, yeni bir kitlenin

• Bir şeye malik olan kimse, o şeyin zarûriyyatından olan şeye dahi malik olur.. • Asıl sakıt oldukta, fer’i dahi

1997 yılında Merkez Bankası ve Hazine arasında bir protokol imzalanmış ve 1998'den itibaren Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanmaması konusunda

Birinci Bölüm sürdürülebilir turizmle ilgili literatür taramasından ibarettir. Bu bölüm sürdürülebilir turizmle başlayan sürdürülebilir turizm kavramının

Supervised Learning is the algorithm which is used to learn the mapping function from input variables (X) and an output variable (Y).. The relation is given

Such promising findings should inform employers the inalienable rights of Muslim employees to pray in their premises, which is enshrined in Malaysia’s federal constitution, and

Türkiye hem görsel hem de bilimsel bir değere sahip jeolojik oluşumların çok bol bulunduğu bir bölge.. Türkiye Jeoloji tarihi boyunca birçok büyük okyanusun