t D J T l H A D
C
G h illo ıı M ahbusu
| Yakında yeni tab‘i çıkacak olan şah eserden)
C Ingilterenin vaz‘iyyeti hazırası istikbalde Din
Alfabemize da’ir
Yeni ideallerin tahavvülii Menekşenin ınezari [ Şi'ir ] Dahiliyye koğuşu [Şi‘ir]
Muhammed [ Şi‘ir ] Nefes
Kıt‘a
İktisadî notlar
Ç Sehven satılan vesa’ika da’ir ( Solmayan güzellikler
Ç Amelî Ruhiyyat
İ Ç İ N D E K İ L E R
Dr. G. Le Boıı J. M. Guyau
Köse Ra’if Paşaoğlu Fuat Dr. G. Le Bon
Ebubekir Hazim M. Rahmi Dr. Kaya îsma'il Sefa
Dr. Abdullah Djevdet letihad
Bir kari’
İran şa‘irleri G. Le Bon
Orhaniye Matbaası
F c lsefe S a n ih a la ri
Ba‘zı metafizik ‘uleması , ba'zı ırıaba‘det- tabi‘iyyatcılar , zamanın şe’nîyetine ya'ni ha
kiki mevcudiyyetine ka'îl değildirler . Zama- nın hakikî varlığını inkâr ederler. Fakat cihan *
şümul bir kanunun mevcudatı doğmaya, büyü
meye, inhitat etmeye, ölmeye mecbur etdiğini inkâr edemezler. İşte bu tahavvül kanununadır ki zaman ismi verebiliriz.
İ
Yaşamak tahavvül etmkdir. Tahavvül eş
yanın ruhudur.
*
İdrak havsalamıza sığmayan, ‘aklımızın al
madığı fizikî, kimya’î ve biolociia’î her h a dise fevkaltabi‘a Pur naturel vasfile tavsif olunmak lâzım gelirse dünyada fevka!’tabi‘a - dan gayri heman hernan bir şey kalmaz.
Posta kutnsu :
A r b a ‘a d a B a s ri E f e n d iy e : İctihad kitabları için İstanbulda İ k b a l kitabhaııesine müracaat etmek daha muvafıkdır. K a rlı D a g - d a ıı S e s i de o size gönderir. İ c tih a d gön
derilmeye devam edilecekdir . 19 mayıs 1931 tarihli mektubunuzu aldık.
E l ‘a z iz d e İ h s a n E f e n d iy e : A k li s e lim in fransızca aslı bir kaç daf‘a muhtelif memleketde, muhtelif tabi'ler tarafından basıl
madır. Son zamanda yeni ve resimli tab'i Pa
ris de çıkdı. İsmi ¡¿öyledir :
EK BOA S E N S I ) ü C u llE M E S L İ E R Suivi de
SON T E S T A M E N T
Bu kitab Paris de 14 Rue de Beaune da satı -
lr>or. Eyi kâğıd üzerine basil dilşdır. S C R İP - T A M A N E N T Collection unun 50 inci‘ade
dini teşkil etmişdir.
A d a ııa d a H a k k ı R. Ef. ye : ‘A m e li R u h iy y a t in tab‘i bir aya kadar ikmal edile
cekdir . V e c ib e siz v e m ü e y y id e s iz b i r a h l a k ı n ilk p la n ı. Devlet matbaası tarafın
dan der desti tab‘dır.
Rafale de Parfums
S O N N E T S PAR AB. DJEVDET
Edition de luxe, pages 131, Prix : 100 piastres
GLİSERO FOSFATLI ŞARK
MALT HULÂSASI
Eczacı Ekrem Beyin nezareti altında sureti hususiyede i‘mal ediimekdedir.
Deposu Ekrem Necip Ecza Deposu Telefon : İstanbul : 78
İSTANBUL
ÇlNKOGRAFHANESl
Ankara caddesinde İlhami matbbaası üstünde, her nevi' çinkograf işleri dikkat ve sür‘atle
ve ehven fiatla yapılır
DİŞ TEDAVİHANESİ
TAKVOR KÖŞEYAN
İstanbul, Çarşı Kapı, Makasçılar, No. 44 Her nevi Diş İmal ve müşterilerini memnun
eder
Eiatlar gayet ucuzdur.
A BO N N EM EN T Pays étrangers Pour un an : 2 Dolars Edition spéciale : 3 Dolars
A D R E S S E
«Idjtihad» Constantinople Téléph : St. 865 xxvième ANNÉE
1 Juin 1931
İ CT İ HAD
Türkçe ve Fransızca İLMİ, EDEBİ, İKTİSADI
No : 322
ABO NNEM AN Seneliği ( 24 Nüsha ) Türkiye
için: 2 1,2, Âlâ kâğıdlısı 5 liradır
A D R E S
Cığaloğlunda Içtihad Evi
Tarihi Te’siai :
1904 — Genève . Yirmi altıncı sene
1 Haziran 1931
D ünyanın başlıca D evletlerinin vaz‘iyyeti hazıraları
II İN G İL T E R E N İN V A Z İY Y E T İ . — İngiltere asırlar görmüş istikrari sayesinde diğer memleketlerden daha az sarsılmış görünmekde- dir. Bununla beraber grève lere, işsizliğe, ser
best mübadele tarafdarlarile himaye tarafdar - lan arasındaki şiddetli mücadeleye, Dominionla- rımn ‘isyanlarına bakılırsa millî hayatında pek muhtel olmuşdur.
Büyük Harbin ve bunu ta ‘kib eden bütün konferansların en ehemmiyyetli neticelerinden biri înğilterenin siyasî ve ‘askerî nufuzve ikti
darının azalması olmuşdur. İr la n d a yi gayb etdikden sonra, Dominion olan müstemlekeleri
nin ezcümle C an ad a ve A u stra lia m ıı aşağı yukarı müstakil olmalarını kabul etdi. Bu gün Mısır ve Hindistan hakikati halde ‘ayni autono
mie ye malikdirler .
Ecnebî kavnıler hakkında ki hükümleriniz ister istemez hatalıdır, çünki bu kavinler muh
telif ‘irklar, mnhtelif dinler, muhtelif diller ih
tiva ederler. Meselâ Hindistanın hali bu mer
kezdedir. Hindistan ‘azim bir kıt'a’i berriyye teşkil eder ki burada sade tebdili mekânlarla insan, yontulmuş taş devrinden telefon devrine kadar insaniyyetiıı hayatının bütün safhalarını görebilir. N iln h ir r ie s nin çiplak vahşileri , R a jp o u la n a nin demir zirhli muharibleri,Onssa
sevahilinde arabasının tekerlekleri altında ‘abid- lerinin ezilmesini isteyen muzlim ilahe nin mu- te‘abbidleri, hep tiflaııe muceddidlerin kendi
lerine telkin etmiş oldukları evham haricinde
aralarında hiç bir rabıta bulunmayan inşa - niyyet enmuzeclerine mensubdurlar.
Hindistan bu gün 319 milyon ya‘ni bütün sekene’i ‘arzın beşde biri ınikdarında nufusa malikdîr. Bu sekene iki yüzden ziyade lisan tekellüm eder , bunların ekserinin arasındaki fark Fransızca ile Yunanca arasındaki farkdan daha ziyadedir. Yedi yahud sekiz büyük din mu‘minlerin ruhlarım paylaşır. Bu vafir nufu- su iki binden ziyade C aste birbirlerinden temamen ayırır. lctima‘î tefrikler o kadar sı
kıdır ki muhtelif C aste 1ar arasında izdivaç mümkin değildir . Yetmiş milyon P a r la , mütebaki sekeneden temamen ayrı ve hususî kanunlara tabi* olarak yaşarlar . Bütün bu gayri mütecanis ‘unsurlar, Hindli muceddidler tarafından te’emmül olunan müstakil idareyi gayri mümkin kılmakdadır.
înğilterenin dahilî vaz‘iyyeti daha eyi de
ğildir. « Socialiste » bir idareyi kabul etmeye ve budce üzerine büyük bir sıklet te’siri yapan üç milyon işsizi beslemeye kendisini mecbur gördü. Inğiliz travailliste hükümeti miişkil bir vaz‘iyyetde bulunmakdadır . Bu fırka, iktidar mevki‘ine gelmeden evvel bütün memlekeéin muztaribi olduğu bütün derdlere ez cümle işsiz
liğe çare bulmayi va‘d ediyordu. Fakat, bütün iradelerin haricinde olan icabatın, zaruriyyatın neticesi olan bir vaz‘iyyeti bittabi4 değişdire -
medi. Dr G. L E BON
5464 İ Ç T I H AD İstik b a lin d in y o k lu ğ u [1]
L’Irreligion de l’avenir
YAZAN : İ. M. QUYAU
_ Fakat« faydalı yalanlar » [ Erreurs bien
faisantes ] tarafdarları bize diyeceklerdi , ki şaMrane hayali tarac etmekde ve eşyayi kendi adlarile tesmiye etmekde neden bu kadar ısrar etmeli ? Kavmler, insanlar, çoeuklar için fay
dalı yalanlar ve mubah kuruntular yokmudur ? [2] — Şübhe yok, bir çok ebatile , insaniyyetin Tarihinde elzem olmuş nazarile baka bilir; fakat terkki dahi bu faydalı yalanların adedini azalt- makdan ‘ibaret değilmidir ? Irklarda , mürurı zemanla luzumsuz olarak nabud olan yahud pek ziyade tagayyure uğrayan ‘uzuvlar vardır.
( Kulakları tahrik etmek için ecdadımıza yara
mış olan adeleler şübhesiz bu kabildendir ) . Hiç şübhe yok şime’i beşerde şimdi dumura uğ
ramış ba‘zı grizeler, hissiyyat ve mütenazır i‘ti- kadlar bulundğu gibi bunların nabud olmayan yahud tehavvül etmeye mahkûm olanları da vardır. Ruhi beşerde dinin derin köklerini gös
termek dininin luzumunu ve ebediliğini göster
mek değildir, zira, şime’i beşer [ L’esprit hu
main ] durmaksızın da’ima değişir, halden hale girer.Fontenelle diyordu: «Babalarımız aldana
rak hatalarından bizi muhafaza etmişlerdir » [ ya‘ni babalarımızın aldanmış olmaları sayesin
de, biz, hataya diişmekden sıyanet edilmişizdir];
filhakika hakikata vasıl olmadan evvel bir çok yanlış farziyyeleri denemek icab eder. Hakikati keşf etmek batılı tüketmekdir. Dinler, ‘ilmin ,
« métaphysique » in, ahlakın y a n ın d a bütün bir takım taharriyyati bitirmek büyük hizmeti
ni şime’i beşere ifa etmişlerdir . Tabi‘îye vasıl olmak için harika muma dan [«Merveilleux»den]
ve ‘aklî istintaç ve istidlâl ile iktifa etmek için doğrudan doğruya vahyden yahud sirrî teferriis den geçmek lâzım geliyordu. Binaenaleyh şi - me’i beşere dinin doldurduğu bütün hayalî ve
[1] Baş tarafları 310, 312, 313, 314, 315, 316, 317, 318, 310 nomrulu sayılarımızda .
[2] Kitabın 2 inci kısmının ıv uncu mabhesine bakın.
‘acib fikirler artistlerin ve makinecilerin « ate
lier » lerinde mebzulen bulunan o bitirilmemiş ve ekseriya ‘acib plan taslakları gibi , faydalı olmuşlardır.
Müfekkirenin bu yol gayb edişleri bir nevi‘
istikşaflardı ve muhayyilenin bütün bu oyunu hakikî bir çalışma , ihzarî bir çalışma teşkil ediyordu. Fakat bu çalışmanın mahsulleri ni - ha’î bir mahiyyetde olarak ‘arz olunamazdı . Yalan [ Le faux ] ve hatta saçma, beşerî işlerde da’ima o kadar büyük bir rol oynamışdır ki çar çabuk bunları söküp atmak muhakkak tehlikeli olurdu : Karanlıkdan aydınlığa geçmek için bile intikaller ya‘ni tedricen mürurlar lâzım - dır, Hakikat için de bir alışmaya , bir ülfete ihtiyaç vardır. Bunun içindir ki içtima1 2 î hayat da’ima geniş bir batıllar temeli üzerine kurul - nıuşdur .
Bu gün bu temel daralmakdadır. bütün icti- ma‘î muvazenenin tehlikeye düşeceğinden kor
kan muhafazakârları bir dehşet isti’lâ ediyor ; fakat tekrar ediyorum asıl terakkiyi teşkil , terakkiyi ba‘zı mertebe ta‘rif eden, batıllar adedinin işte bu azalmasıdır. Filhakika terakki hayatın yalınız m a h su s bir eyileşmesi, mah
sus bir salahı değildir ; terakki hayatın daha eyi z e k â ’i [ Intellectuel ] bir düsturudur da ; Terakki mantıkin zaferidir : Terakki etmek kendi kendisi ve cihan hakkında daha tam bir ittila‘a ve bu suretle müfekkirenin kendi ken- disile daha büyük bir mantıkîîiğe vasıl olmakdır.
Bidayetde yalınız ahlâkî ve dinî hayat değil medenî ve siyasi hayat dahi , « Monarchie » [ ya‘ni ferdi vahidin saltaneti ıuutlakası], İlahî hukuk, « Caste » 1ar, kölelik gibi en kaba ba
tıllar üzerine müesses idi ; bütün bu barbarlığın faydası oldu ; fakat asıl işte bunun içindir ya'ni ıııüfid olmuş olduğu içindir, ki artık müfid de
ğildir ; bizi daha yüksek bir hale isal için va
sıta hidmetini gördü . Hayatın mekanismasını
diğer mekaııismalardan ayıran şu keyfiyyetdir,
ki haricî çarhlar kendilerini faydasız , biluzum
kılmaya çalışırlar ve bir kerre husule gelen
hareket da’imî olur. [Bitmedi]
Î Ç T I H A D 5465 A L F A B E M İZ E D A ‘İR
Çok sayğı değer, Doktorum.
Alfabemize âit mülahazalarınıza ilişik bu üçüncü mektubumu çok geciktirdim ; kusura bakmayınız. Zaten çeke çeke sormalığın (mes’- elenin) kuyruğuna varmışdık , şöyleki pek o kadar ehemmiyetli bulmadığım sağırkef bahsini sona brakmada be’is görmemişdim.
Bileceğiniz gibi sağırkef eski Türkcenin birleşmiş ve kaynaşmış iki harfi (ng) veya(nk) niıı timsalidir . Meselâ banga , tangrı , songra gibi ki rahmetli Arab yazımızda sagırkefli idiler.
Bu sağırlığın vuruşlu bir tâ'bir veya temelsiz bir iftira olub olmadığını bir yana brakalım, şimdiki imlâmızda bunları düpedüz bana, tanrı, sonra yazıyoruz. Amma o birleşme ve kaynaş
manın hatırası olarak söyleyişimizde bir geniz- lilik kalmışdır ki İstanbullu ağzında bile hâlâ hafifçe yaşar. Lâkin bizler takımı, yâni biraz
cık kocamışlar, mantârdaki an ile tanrıdaki an arasında vakı‘a küçük bir telaffuz farkı duyu
rursak da yeni nesil böyle bir çıkag (mahreç) ayrılığı gözetmemektedir. Bundan dolayi istik
balin söyleyişine göre (sonra) imlası gerçekdeıı kâfidir. Eski , aslî , ünelti ( tasavvut) murad edilince songra v. s. yazmak kabildir.
Evet amma, sagırkefin vaktiyle yazımızda sarf ve nahvi namına yapdığı çavuşluk ve kı
lavuzluk hizmeti ortadan kalkmış bulunuyor ki buna acımamak kabil değildir, demek isteyece
ğimizi seziyorum ; çünkü imlada muhatap ile izafet ve gayip ( n ) ni ayırd edilemez oldu . Meselâ kapunun kilidi kırılmış , dediğimizde bu günün imlasiyle senin kapunun kilidi mi , yoksa değme bir kapuııunki mi kazaya uğra
mış olduğu anlaşılamamaktadır. Netekim seç - diğiniz güzel misalde : « Elinin dokunduğu taşlar kızıl kor oldu » misra‘ında , Musanın asâ mûeizesiııe meydan okuyan bu m ârifet, bilinemiyor muhatabın mı , gaibin mi elinden çıkmışdır. Şiiphesizki bu , velev küçük , bir noksandır; bahusus ki tek tük bir kaç kelime
nin de teşhisinde eıığel oluyor . Meselâ eski Türkçe ang - fehimdeıı an ( bir cümlenin an
yeri ) ; ve an ( anlı şanlı ) ve kısacık müddet olan an, hep ayni sakallı keçi olmuş. Halbuki dâ’irna olmasa da , fakat luzumunda, sagırkefi belli etmek için n harfi üzerine müsteşriklerin kabul etmiş oldukları med işaretini kullanmak caiz olsaydi, bu aksaklık dahi giderilmiş olur
du. Voyel üzerinde uzatma ve konson, (n) üze
rinde sağırkef yiimüşünü ( vazifesini ) bu işa
rete gördürmekle ı geçen mektubumda anlat - dığım külahli vurgumuzun yükü azaldılmış ve alfabemizin noksanı kaldırılmış olur.
işte makalenizde ilişmiş olduğunuz her madde hakkında görüşlerimi ortaya dökmüş ve düşüncelerimi anlatmağa çalışmış oldum . Sa
nırım ki harf ve ünelti uygunluğu cihetinden söylenecek başka bir şey kalmadı.
Sözümü bitirmezden önce şunu da anmış olmak isterim. Bir gün gelir de kolay ve elve
rişli, yâni pratik olmak nıaksadiyle yapılmış alfabemiz biraz daha akademik bir zihniyyetle elden geçirilecek olursa, ipliği çokdaıı meydana çıkmış olan ( ı ) iniz da kulağından bükülmek ister ; çünkü onun bunun işine karışmak yo - Iunda yapmadığı yaramazlık kalmıyor. Meselâ basma yazıda eli eteğinden yakalayınca bunu
« h » ya çeviriyor; ( n ) ile berabere gelince buna sırnaşarak ortaya bir ( m ) çıkarmaya kal
kışıyor ve bu yolda el’âlemi bir düziye şaşırtı
yor. Numune mi ? Ulahlı Lili damının ışıklığını mıhlıyamamış mıydı, cümlesinden siz, matbaacı olmak sıfatiyle, daha da âlâsını bulabilirsiniz . Her halde küçük bir onartış ( tashih ) ile bunun çaresi buluna bilir, yâni âile benzerliği yüzün
den Latin şekillerine yabancı düşmemek şartiyle onun mûzipliği önüne geçilebilir. Biliriz ki bu gilin (âilenin) karakteristiği yuvarlaklığıdır.
Esas , bir halka ( o ) dan ibaretdir . Olduğu gibi kalmak veya ( v ) ve ( i ) gibi parçalar meydana getirmek i veya bunlardan birine var
mak veya birini diğerine eklemek tarzında al - fabemiz yasalıp ( tanzim ve taknin ) düzülmüş - dür. Bu şartlar dışarısına çıkılmadıkça Latin ti
pine bağlılıkdan ayrılmış olmayız. Binaeıı’aleyh
o alfabede ( ı ) mızm boyuna göre biçilmiş hazır
elbise yokdu, diye noktasını başından aşırıp ( i )
5406 Î Ç T İ H A D ye bu yümüşü yüklemek, ciddî bir kınayiş önün
de ayakda durabilecek bir mazeret sayılamaz.
Bunların tez zamanda düzelmesi arzuya şayan olmakla beraber aceleye de hacet yoktur; çünkü eviş ( acele ) aş^ çiğ kalır. Değil mi ki erenlerde hazıra kılar duayi.
Gönülden sunduğum saygılarımın alış buyu
rulmasın! dilerim, Efendim .
Köse Raif Paşaoğlu : M. Fuat-
■ •**•! î V M a ı ı a ı ı a ı ı ı ı ı p ı
K a v m le r iıı h a y a tın d a «idéal»in ro lü ; SO C İA L İS T L ÎK D İN İ
YENİ İDEALLERİN TAHAVVULÜ [*]
I I
Bu güıı bir çok kavmlerde , dinî idéallerin ehemmiyyeti , hégémonia arzusu , socialiste
‘akideleri v. s. gibi siyasî yahud ictima‘î idéallerinkinden da
ha az olmuşdur.
Millî idéalini'zam edilmiş şekli olan ve ekseriya «Impé- rialisme»vasfile tav
sif olunan hégémonia i déali, az kaldı Al
man ordularile muzaffer oliyordu, fakat , en kuvvetli idéal olmadı, ve bu gün, insanın hiç bir zaman vaz geçmediği muhtelif sirrî idé
allerin yerine « Socialiste » idéal ka’im ol - makdadır.
Bütün idéaller gibi eocialist idéali, hiç bir mu‘akalenin, hiç bir muhakemenin temas ede
mediği kana‘atler ilham etmekdedir , kuvve
tinin sebeblerinden olan bu kanaatler , za'ifliğının sebeblerinden birini de teşkil etmekdedir. Filhakika cihan bir devreye g ir- mişdir ki, eğilmek bilmeyen İktisadî icabat, mevhumelerin iktidarini dar bir hudud ile tah- did etmekdedir.
Hayalatınııı zadesi olan yeni bir din namına, Mulıammed eski dünyayi alt üst etmeye mu -
t i Baş tarafı 32 ı inci nüshada.
vaffak olduğu zaman,şimdi Karl Max in şagird- lerinin önüne çıkan İktisadî icabatın geçilmeyen mani'asile karşılaşmıyordu. Fakat « Socialiste » idéal in yapıcı iktidarı pek az isede yıkıcı ik
tidarı ‘azim olabilir. Rusya bunun tecrübesini yapdı. Bu ‘akidenin tatbikile tevellıid eden iğtişaşlara nihayet vermek için kadırikül bir
«dictateur» ün nufuzu lazım geldi.
* * *
Mazinin miras brakdığı idéallerin halâ en kuvvetlisi vataııperestliğin teşkil etdiği millî idealdir.
‘Aklî yahud hissi deliller bulunmadığı tak
dirde, bir vatan evi neden ‘ibaret olduğnn an
lamak için bir az seyahat etmek kâfidir.
Vatan, yeni nesillerin hayatını devam et - dirdiği ecdadiıı miras brakdığı toprakdan 'iba
ret değildir; vatan bir memleketin insanlarını birbirlerine kardaşı his etdiren ‘anane
lerin, tefekkürlerin, müşterek hissiyyetiıı, hatta batıl fikirlerin hey’eti mecmu‘ası - dır . Muhtelif zih - niyyetli kavınleri birbirlerinden ayı - ran psychologia’i uçurumu sür‘atle kendilerine anlatmak için beynelmilelciliğin en korkunç peygamber - lerini ecnebi kavinler arasına götürmek kifa
yet eder .
Vatanları başka olan insanlar bir«Congrès»
da birleşdikleri vakit bu teba'ud , bu ayrılık re’yel‘ayn göıüliir. Aradan çok geçmeden yalı
nız manfa‘atlar ihtilafi değil , yekdiğerlerini anlamalarına mani' olan düşünüş ve hissiyyat ihtilafi meydana çıkar. Siyasî i'tikadları bun
ları bir lahza birbirlerine yaklaşdırır, fakat ma
zileri bunları ayırır ve çok geçmeden bunun farkına varırlar.
Kadim ‘alemin Tarihi de vatan fikrinin kudretini vazih olarak gösterir.
Romaperestlik ruhlarını idare etdiği müd - detce R o m a İdar cihana hâkim oldular ve P T" T 'T ▼ T T - T T y T T 'T T T T
ııü te n a h iy i u y a n d ır a n ş a ‘ir iç in
uıde öpüşdüler sonsuzlukla ölmezlik, ıkdan kollarla kucakladın her y an ı, ıdır uyandıran ‘isyan musikisini , uyan ormanın uyumayan aslanı!
28 Mart 1931 AB. Dj.
■*
■i
•<
•>
◄
◄
Î Ç T I H A D 5467 cilıanı temdin etdiler. Ictima‘i mücadelelerin
yaratdığı dahilî harblerin te’sirile, yükseklerde vatanperestlik zaMfladığı vakit inhitat başladı.
* *
Yukarıda söylediklerimiz şu neticelerle ic
mal olunabilir:
Hayatının idamesine muktazi maddî bava’ic haricinde insan, hirsi cah, kin, ‘aşk v. s. gibi hissi ‘unsurlarla, dinî, siyasî yahud ictima‘î ve kuvveti henüz pek az olan aklî te’sirlerle sevk ve idare olunur.
Sirrî i‘tikadlar, her kavme hâkim olan ve mukavemetsiz ve kuvvetsiz bir insanlar kitlesi kalmamasını te’min eden idealler doğurur.
Vaktile müşahhas ilahlar halinde tecsim olunmuş [ Concrétisé ] olan bu idéaller yerine , kendilerine ayni kudretler atf edilen , fakat aman bilmez İktisadî icabatla tasadum eden ııass [ « dogme »1ar ], formüller konulmak iste
niyor .
Beşerin fıtratında olduğu için ölemeyeıı sirrî ihtiyaçlar, devri haziri yeni bir şekle so
kan İktisadî se’niyyetlerle ta ‘aruz etmeyen yeni bir idéal yaratdığı güne kadar dünyanın here ü merci ve«Anarchie» si devam edecekdir.
Dr. Gustave Le Bon — Dr. Ab. Dj.
Ş İ l İR
M E V Z Û ‘ K I T L 1 Ğ I
Şükûfe Nihâi Hanım Efendiye
Dün, yoruldum, beyhûde ve bitmez işlerimden, Atıp kalemi elden, hemen kalkdım yerimden . Gezinirken odamda, yapayım, dedim, bâri , Bir manzûmecik Aşık Ömer, ya , Kerem vâri , Hem eğlenirim, hem de başım dinlenir bir az . Bâzen, at bulunurda, derler, meydan bulunmaz.
Yorğuıı beynimi sıkdım, çıksın deye bir mevzû1 Çıkmadı; hiç, kupkuru süngerden çıkarmı su ? Kızdım: Yer, gök sayısız mevzûlarla mâlâmâl ; Niçin ben bulamadım bir dânccik ? bu ne hal ! Bulsamda mevzu* yazmam, artık, deyerek,bu gün, Oturdum bir köşeye, kendi kendime kiisğün .
*
Bel, bel bakındım durdum yakın, uzak etrafa;
Sıra gelince asma, üç katlı, küçük rafa , Bir çiçek demetine gözüm ilişdi kaldı :
Koyu mor menekşeler, pembe, mâvî sümbüller, Oyalı karanfiller, yarı açık, ak güller ;
En üstdeki lâle, Türk bayrağı gibi aldı . Severim, hiç tercihsiz, bütün çiçekleri ben . Yaklaşarak demete temaşaya koyuldum ,
Ne câzip güzellikler, renkler, kokular buldum ! Kim koymuş rafa bilmem bana hiç göstermeden.
Daha güzel ne vardır dünyâda çiçeklerden ? Ne bakmaya doyulmaz zarif şekilleri var ! Sayısız kokulardan, renklerden dilleri var ! Bunlar elbette güzel muhayyel meleklerden.
Ne ince duyguları, ne şeffaf kanları var ! Kinleri, gıptaları, bitmez emelleri yok, Hevvâ kızları gibi mağrûr güzelleri yok ; Ne kadar sâf’ü nezih bir ‘aşk ilanları var ! Keşge menekşeleri görmeseydim yakından ; Kıvrılıp büzülerek boyunları bükülmüş , Üstlerine lâleden altın tozlar dökülmüş . Titreyen parmaklarla tutup nârin sâkındaıı.
Yavaşçacık çıkardım birisini bardakdan ; Gözlerim yaşararak kirpiklerle okşadım;
«Bunlar hep maktûl!»dedim, çekildim, adım, adım, Bakarak bu mu‘attar ölülere uzakdan .
Lâle gibi kızardım, şu zâlim katli âmdaıı.
Demet yapmak bu mâsûm bahar çocuklarından, Allahın en sevimli, suçsuz mahluklarından, Farksız, kesik başlarla yapdığımız ehrâmdan.
a
M E N E K ŞE N İN M EZARI
Dünki mor menekşeyi koyamadım bir y e re ,
Kucağımda can veren güzel bir çocuk gibi ;
Gömeyim bâri, dedim, kefensiz, bir makbere ,
Yıkayıp göz yaşıyla bu pek küçük m eyyiti.
5468 Î Ç T Î H A D Birer, birer düzeltüp öperek minimini ,
Yapraklarını, gömdüm hazin bir şah esere ; Ki Şa‘iri A'zamm yıkılmaz ( Makber) iydi . Yazdım şu kitâbeyi mevtâyi göre, göre :
« Burada metfundur küçük bir çiçek, Zâiddir adını yazmak , söylemek , Onu, her zâire kokusu söyler . ölüsündeki de aynı râyiha ; Ne halkdan dilenir düâ, fâtiha , Ne ister Allahdan bir damla kevser- »
14 Nisan 1931 Ebûbekir Hazim
D A H İL İY Y E KOĞUŞU
Biz elemle yoldaşız, kederle arkadaşız ..
Tesellisiz, nasibsiz, çilekeş birer başız . Neş’eye veda' etdik hicranlara ağ olduk ..
Pirine bu dergâhın kul olduk, çirağ olduk.
Haşa şikâyet değil bu sözler halimizden.
Şu derdli vatanımız meded umdukça bizden . Handedir bize ye’si, gül gelir dikenleri.
Yarab bizi öldür de çevirme yoldan geri.
Yeni bir derdle beni geçende etdi komşu.
Dahiliye koğuşu, dahiliyye koğuşu!...
Her günki i'tiyadla bir bir dolaşıyorduk, O gün genç bir hastanın ayak ucunda durduk Künyesini okudum başındaki levhadan ...
« Yirmi altı yaşında Kozanlıdır merd Osman.
Osman binbir cehdile yükselterek sesini, Anlatdı kesik, kesik bize hikâyesini ....
- Diyor: «derdim Bir değil, Neremde belli değil İki yıl var ki gönlüm Şen değil deli değil»
Düşünmüş derin derin Bu bitmeyen kederin Sonu ne? sebebi ne?
Erirmiş günden güne.
îki yıldır çekermiş, ne yermiş, ne içermiş.
Köyde yaşlı kadınlar « İnce hastalık » dermiş;
Halini soranlardan bir teselli umuyor.
Bak ne fersiz duruyor, bak nasıl yumuluyor,
Her beyaz gömlekliye minnetle bakan gözler.
Bir zamanlar kalbleri kavuran yakan gözler.
Yanından ayrılırken kâğıt kalem istedi.
- İşte anladınız ya fazla sormayın dedi.
Dolaşdım günlrece ben derdile yana yana.
Tam bir hafta gitmedim Kozanlımn yanma.
Bir gün sabrım tükendi çıkıverdim yokarı . Rüzgâr gibi geçerek tenha koridorları . İçimdeki şübheden korkarak adım adım ; İlk yatakları geçdim kozanlıyı aradım.
Yabancı hastalarla dolmuşdu solu sağı . Kozanlı merd Osmanın o gün boşdu y a tağ ı.
Tali'in cilvesine gülerken acı acı.
Bildiğiniz haberi verdi hasta bakıcı.
- O gece uyumamış, sa‘atlerce inlemiş.
« O efendi gelirse şu kâğdı verin » demiş . Benim sarı defterden kopardığım kâğıd bu.
Kozanlı merd Osmanın ağladığı ağıd [*] bu :
« Ne güzel, ne şirin karşiki dağlar!
« Billâhi görenler halime ağlar,
« Hastalık zencirmiş insanı bağlar
« Ne bitmez çileymiş dolmayor yahu.
« Yüce dağ başları görünmez kardan,
« Bir haber sorarım sevğili yardan,
« Uçan turnalardan, esen rüzgârdan
« Sesime ses veren olmayoryahu.
« Geldikçe hayalin artıyor tasam,
« Kanıyor içimde bir gizli yara,
« Yaprak dökümünde köye varmazsam
« Serviler dibinde gel beni a r a !
15 — 5 — 930 — Seririyyat talebesinden M. RAHMİ
M u h am m cd 4..
Ne derlerse desinler şu senin eserine , Hikmetini değişmem cennetin kevserine.
Kalbin öyle yüce ki; ‘arş ona saçak olmaz!
[*] B ü y ü k T ü r k L ü g a ti nda ağı kelimesi
v a r ; matem şarkısı demekmiş ağıd da ayni kelimenin
diğer bir şekli olacak. [ İçtihad ]
t Ç T İ H A D 5469 Mu‘cizeye inanmam, mu'cize gensin işte ,
Açdığın yol var iken ne hacet var bihişt#
Hakkı teslim edenden ktifür, iman sorulmaz !
*
Bir ev yapdm oraya indirdin Allahı da Putların ensesine bindirdin Allahı da O senin ruhun oldu, sen de onun heykeli ! Kur’anı bize veren gök ; senin dimağındır, Sen o kehkeşansın ki fazilet çırağındır , işte fen felsefenin tutuşmuş bir meş‘a l i !
a
Benim dine hürmetim ahlâka hürmetimdir Mefkûresiz milletler zavallıdır, yetimdir
« Budda » « Safa » girseydi mutlak kölen olurdu!
Açardı hareminin mukaddes ocağını, Yakardı kandilinde yüreğinin yağını, Musa ‘asan olurdu, Isa gölgen olurdu !
i .
Bizde biraz Allahız., su, yosun, taş olsak da..
‘Aleme kanad, kuyruk, enfüse baş olsak da..
Kör, topal idrakimiz toprağı aşamaz ki !..
Rabbi de, merbubı da mefkûredir yaşatan.
Ne kadar çamur olsa, kan olsa gene inBan ; Sürünür, yaşar amma iimidsiz yaşamaz k i !..
Dr. KAYA
N efes
Vahdet makamından geçdiğim ândı , Camı ‘aşkı içdim içim uyandı.
Talib oldum cismim nur ile yandı, Yarin cemalini kendimde gördüm . Necata ererek geldim divana , Münkirler dizildi şöyle bir yana . inkârını atan geldi imana , Ayrıyı gayriyi ben dinde gördüm.
Ankara İSMAİL SEFA
İKTİSADİ NOTLAR
Y en i m ü h im b i r d a r u s s a n a ‘a Yakında, şehrimizde, büyük bir iplik ve bez fabrikası te’sisi tekarrur etmişdir. Binâya muktazi arsa, bedeli on senede mukassaten verilmek üzre iktisad ve maliye vekâletleri tarafından verilmişdir. Bu darussana'a 90,000 metre murabba ı bir sahe üzerinde beton armé olarak inşa edilecekdir. Kara ağaç ile Mirahor köşkü arasında kâ’in bu arsa bir dekovil ve de
mir iskele ile Halice rabt olunacakdır. Bu da
russana'a şimdilik 2000 destkâhı ihtiva edecek, yevmiyye takriben 100,000 metre bez, basma, patiska, keten çadır bezi ve tente çıkaracak - dlr. Bu fabrikada her gün 6000 işçi çalışacak ve Duarussana'a yanında hastahane, eczahane, mekteb ve bir az sonra işçi 'a’ileler için sihhî ve ucuz meskenler de yapılacakdır. 10,000,000 Türk lirası raddesinde bir sermaye ile işe başlanacak. Adanamız her sene 100,000 balya pamuk verir; biz bunu ham olarak harice sa - tariz ve mamul ve pek bahalı olarak satın alırız. Impratorluk zemanımızda her sene ame
rikan bezi bedeli olarak 10 milyon altun lira verirdik. Şimdi adananın verdiği 100 ilâ 120 bin balya pamuğun 50 ilâ 60 bin balyasını bu fabrika i'mai edecekdir. Bu fabrika Türkiyenin ihtiyacını kısmen tatmin edecekdir kısmen de- yoruz çünki Türkiye bu gün yalınız pamuk mamulatı almak için İnğiltereye, İtalyaya , Ja~
ponyaya ve daha bazı küçük Avrupa memle
ketlerine 70 milyon lira vermekdedir. Bu mü
essese sayesinde her sene şimdi Avrupaya ver-
mekde olduğumuz mebleğden 30 ilâ 35 milyon
Türk lirası eksik vereceğiz ve bu para Türk
işçilerine ve Cümhuriyyet Hâzinesine kalacak-
dır. Bu sayede, dünkü M iliiy y e t gazetesinde
okuduğumuz veçh ile « bize iş bulun yoksa
hırsızlık edeceğiz, haberiniz olsun! » deyen
Anadululu ve İstanbullu bir vatandaş bulun -
mayacakdır. Böyle muazzam ve faydası çok
şumullü olan bu teşebbüsü Baş vekil İsmet
Paşa Hz. nin lâyikile takdir ve teşci' etmekde
olduğunu işitmekdeyiz.Berhurdar olsun. 22/5/931
5470 İ Ç T I H A D V e s a 'ik i ta r ih iy y e m iz d e n b i r k ıs m ın ın
s e h v e n s a tı lm ış o lm a s ı ş a y i‘a s ı Günlük arkadaşlarımız bu mes’eleden çok bahs ediyorlar-Öteden beri Türk tarihile meşğul ve selahi> yetdar bir kari’imizden « Okkası 3 kuruşa satılan Mefahir » adlı bir mekalede bu gafletin, Türk tarihi millisi için zararı çok bü
yük gösterilmektedir. Bu evrak içinde Kanu - nî nin Macaristandan Arabistana kadar yapdır dığı, tahriri nufusa , Viyana yi muhaseremiz esnasında 200,000 kişilik Türk ordusunun i a şesine da’ir hisablar" ve Bağdad seferimizde Türk ordusunun teşkilatına da’ir İdarî ve malî mühim vesa’ik bulunduğu telehhüfle kayd edi
liyor. Ancak 22 mayıs 1931 tarihli M illiy y e t refikimiz, Bulgaristanda bir kâğıd fabrikasının buradaki bir simsarı tarafından satın alman ve bir çok balya halinde Bulgaristana gönderilmiş olan bu evrakın, şayi olduğu gibi pek mühim olmadığını ve mes’elenin tahkikatına girişıldi- gini yazmakdadır. Tahkikatın neticesine kadar kari’imizin mekalesinin neşrini te’hir ediyoruz ve Milliyyet refikimizin tahmininin isabetini temenni etmekdeyiz.
SOLMAYAN OÜZELLİKLfcR
-ç ^ o y*~ } du— o j ■ J j
. a /U o U j z i j j U
Tercümesi: Oönül elden gitdi ve kirpik üzerinde kandan nişan kaldı. Can gitdi ve ga’ib olan yar canin yerinde kaldı.
yT JC.‘ i
J.'U. ¿ 1 >SLi -1 } .uU- iji. Mij ji
Oiden yarin arkası sıra göz yaşımı revan etdim yar geri dünüb gelmedi göz yaşım re
van olmaya devam etdi.
w-J-> 05 * *^*7 J* ^5*" (i*** 5*
■ a j J oy~ »A*5 y i£j>, j
Vaki‘a temamen yürek kanı isede ben göz yaşımdan memnunum, çünki her kan damla
sından senin kokun gelir.
aT" 0^5 ^ j>- 4j j y
. l y S ' 3 j a ,_T ^ J ^.1
Senin devrinde sitem o kadar zâlim oldu ki, ecel, şefâ'at için gelir, sitemin elini tutar.
. iL . J l *T t 2 C ~ 0
Bir harabeden geçdirn , yurdum hatırıma geldi. Bir eli ayağı kesilmiş gördüm gönlüm hatırıma g eld i.
A-î j 2 j £ L J J L
. f Ijjl* X_J> 5 J
Kanadımı bağladılar beni kafes kaydından kurtardılar, kanadımı kırdılar , uçmama izin verdiler.
* r > j y - o r* j t s ' J - y i î j '5' j j j
- A.bb f Ui J w-oi- j J ı 1“
Bana feryad ve figan etmek için bir lahza ruhsat verilinceye kadar bir çok zaman süküt ile yüreğimin kanını içdim.
1 ı sr <_r-^ ^ -1-y jj A o-*
* ^ ^ J l — j l j * ■ aa J
Oönül arzu eder ki, toprağından, bin sene sonra kadah yapıldığı zeman senin dudağını dudağıma koyasın .
1 J )> ) lA1 'v— " ¿tu'
• xtL. .jUs ^ ^ A ı
Kafesde bulunan kuşların , bazı elem ve zevki vardır ki tutulmuş, kafese konmuş olma
yan kuş bilmez.
. ı j \ j j d ı jul T ^ J C İ T
Hayatım oldukça seni tahattur etmem, çünki tahattur etmek sevgilisini unutanların işidir.
t l a j>*\ a - î -L \ j L »T ^ ^ ’b
• A— 1— j1 I l* w*îj 1 A>-
Bilirim ki ahimizin çok eserleri olacak; lâkin
ne fa’ide ki o zeman bizden eser kalmaz.
t Ç T İ I I AD 5471 A M E L Î R U H İ Y Y A T
Hiç şübhe yok son ilahlar, ancak son in - sanlarla beraber nabud olacaklardır.
*
11
İ ‘tik a d la rin k u v v e ti
İL
Bir ¡‘tikadın teskhir etdiği insan, «énergie»
sinin, hatırı sayılır derecede artdığıııı görür, iman da’ima kudretli bir fi‘l ü ‘amel sa’iki olmuşdur. Pek haklı olarak « İman » dağları yerinden kaldırır deııilmişdir.
*
Islâıniyyet yahud « Bolchévistne » gibi bir
¡‘tikadın kuvveti, ta‘lim etdiği nass [Dogme]
lara değil, ilham etdiği kaııa‘atların «énergie»
sine tabi'dir.
İL
Bir kavme büyük bir kuvvet ifaza eden tefekkür birliği şimdiye kadar ancak dinî i‘ti- kadlar üzerine te’sis olunmuşdur denilebilir.
‘Akl yalınız başına heııuz insanları mutesanid kılmaya muvaffak olmaınışdır.
t
Ancak öldüğü yahud öleceği zemaııdadır ki bir dinin faydası meydana çıkar. Bir çok kavin
ler, dinlerinin ölmesile medeniyyetleriııin ıııahv olduğunu yahud değişdiğini görmüşlerdir.
*
Zemaııın aşındırması bir i‘tikadı ortadan kaldırdığı halde, bu i‘tikad , yine ruhlarda , sa’iki ef'al olacak derecede kuvvetli bir te’sir muhafaza eder . Ba‘zı « Puritain » [*] inğiliz diplomatlarının muslumanlar hakkında besle
dikleri kinin bundan başka sebebleri olmasa gerekdir.
________________________________ *