• Sonuç bulunamadı

Aradan geçen süre içinde ne yazık ki Kıbrıs müzakere sürecinde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlamak mümkün olamadı.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Aradan geçen süre içinde ne yazık ki Kıbrıs müzakere sürecinde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlamak mümkün olamadı."

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cumhurbaşkanı Konuşması

İstanbul, Türkiye 17 Aralık 2012, Pazartesi Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosu www.kktcb.org

basinburosu@kktcb.org basin@kktcb.org

Cumhurbaşkanımız Sayın Dr. Derviş Eroğlu’nun Kadir Has Üniversitesi’nde Verecekleri “Uluslararası Dinamikler Işığında Kıbrıs Konusu” Konulu

Konferansta Yaptıkları Konuşma:

“Kadir Has Üniversitesi’nin çok değerli bilim insanları, hepinize nazik davetiniz için teşekkür etmek istiyorum.

Bu vesile ile Rektör ve değerli dostum Profesör Mustafa Aydın’a özellikle teşekkür ediyor ve kendisini tebrik ediyorum. Kendisi uluslararası ilişkiler disiplininde yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın önde gelen bilim insanlarından biri olmayı başarmıştır.

Saygıdeğer konuklar,

Sizlerle en son yaklaşık üç yıl kadar önce Şubat 2010’da birlikte olma fırsatımız olmuştu. O zaman henüz Başbakan olarak görev yapmaktaydım.

Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerinden itibaren Cumhurbaşkanı olarak görev yapmaya başladım.

Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez ilk iş olarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-ki Moon’a bir mektup göndererek devlette devamlılık ilkesi gereği müzakerelere kalındığı yerden devam edeceğimi ancak tüm konuları yeniden ele almak istediğimi bildirdim.

Sonra müzakerelere başladık.

Aradan geçen süre içinde ne yazık ki Kıbrıs müzakere sürecinde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlamak mümkün olamadı.

İlerlemenin neden olmadığı konusunda iki ana noktaya işaret etmek istiyorum:

Bunlardan birincisi, uluslar arası yapının Kıbrıs’ta çözümü destekleyecek nitelikte olmaması;

bilakis çözümsüzlüğün devamını beslemesidir.

(2)

Kıbrıs sorununda tıkanıklığın ikinci sebebi ise Rum halkının; bakınız vurgu ile tekrar etmek istiyorum, Rum halkının çözüm istememesidir.

Şimdi bu saptamalarımızı detaylandıralım…

Ancak aynı sürede bölgemizde dünyayı yakından ilgilendiren çok önemli gelişmeler oldu.

“Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç, yalnız bizim de tarihi, kültürel ve siyasi açılardan içinde bulunduğumuz Orta Doğu-Doğu Akdeniz coğrafyasını değil, ama aynı zamanda küresel siyasi dengeleri de etkileyen bir nitelik taşımaktadır.

Elbette “Arap Baharı” konusunda çok derin değerlendirmeler yapacak durumda değilim;

Bunu konunun uzmanlarına –sizlere- bırakmayı tercih ederim. Burada vurgulamak istediğim husus aslında son üç yılda yaşanan bu önemli gelişmenin Kıbrıs konusunda yol açtığı etkilerdir.

Değerli konuklar,

Kıbrıs meselesi ne yazık ki sadece Kıbrıs’tan veya Kıbrıslılardan ibaret değildir.

Hepinizin bildiği üzere 1960’ta Kıbrıs Türk ve Rum toplumları tarafından kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti nedeniyle yaşanan süreçte etkin olan ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere idi.

Zaten bu üç ülke ortaklık Devleti kurulduktan sonra Garantör ülkeler olarak Kıbrıs’la ilgili taahhütlerini ve haklarını sürdürdüler.

Tabii bu üç ülkenin dışında aktörler de vardır.

Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği, Kıbrıs konusunda sürekli rol alan büyük aktörlerdir.

Bunların dışında bir düzine başka devlet de Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili sürekli bizimle temas halindedir.

Elbette bu aktörlerin her birinin Kıbrıs konusunda bir etkisi bulunmaktadır.

Bir de tüm bu aktörlerin toplamının kendi aralarında yaptıkları münasebetlerin toplamından ortaya çıkan bir uluslararası yapı vardır. Uluslararası yapı, dengede olabilir; veya o veya bu sebepten güce halihazırda sahip olan temel ülke ile güce sahip olmak isteyen rakipleri arasında bir çatışma söz konusudur.

İçinde bulunduğumuz dönem, bir yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin temel aktör olduğu serbest piyasa ekonomisine dayalı liberal-demokratik yapının küresel hegemonyası, bir yandan da bu hegemonya içinde kendini daha tepelerde görmek isteyen Çin, Rusya ve Almanya gibi ülkelerin rekabetine sahne olmaktadır.

Kıbrıs meselesini ve müzakere sürecini gerçekten kavrayabilmek için bu küresel düzeni, denge ve değişimi kavramak, dikkatli bir şekilde yerine koymak zorundayız.

(3)

Değerli konuklar,

İşte Kıbrıs konusunda da Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasındaki küresel denge – hatta bu resme Avrupa Birliği’nin temel iki aktörü Almanya ve Fransa ile Kıbrıs’ta tarihi bir rolü bulunan İngiltere’de katılabilir- büyük önem taşımaktadır.

Bugünkü sürecin devamlılığı açısından Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmaların 1963 Aralık ayında Rum saldırılarıyla başladığını kabul edelim. Aslında çatışmaların kökeni çok daha eskilere dayanmaktadır; ama 1960 yılında kurulan ortaklık devletinin yıkılmasıyla birlikte bugünkü duruma nasıl geldiğimizi değerlendirmek açısından 1963 olaylarından başlıyorum.

1964 yılında Türkiye'nin müdahalesi Amerika tarafından nasıl ve niçin engellenmiştir? Sizler herhalde meşhur Johnson Mektubu'na aşinasınız. Amerika, Türkiye'nin müdahalesine engel olurken, Rumların silahlı saldırılarının da cezasız kalması sonucunu doğuran bir politika izlemiştir. Bunun sonucunda da Türklerin, silahla kovuldukları ortaklık devletinin münhasıran Rumlar tarafından ele geçirilmesine göz yumulmuştur. Bakınız; "Kıbrıs Cumhuriyeti"

gerçekte 1963 Aralık ayında yıkılmıştır; ancak bir suret, Kıbrıs Cumhuriyetinin sadece sureti Rumlar tarafından kontrol edilmektedir. Pekiyi bu devletin anayasası, Kıbrıs Türklerine eşit haklar tanıyan temel ilkeleri ne olmuştur? Bunlar tam yarım asırdır yok sayılmaktadır.

Şimdi dilerseniz tarihi hızlı saralım ve 2003 dönemini tartışmaya açalım. 2002 sonbaharında

“Annan Planı” ortaya çıktı. Bu planın resmi adı, “Kıbrıs sorununa kapsamlı çözüm için Birleşmiş Milletler Planı”dır. Planın detayları ile dikkatinizi dağıtmak istemiyorum.

Çok kısa olarak Annan Planı’nın netice itibarıyla Rumların lehine bir durum yaratacağını vurgulamak yeterlidir sanırım.

Çünkü plan kabul edilseydi, KKTC topraklarının önemli bir kısmı Rumlara verilecek, çok sayıda Rum, KKTC topraklarında yaşamaya başlayacak, Kıbrıs’ta Türk askeri varlığı 650 kişiye indirilecek ve siyasi olarak Kıbrıs Türkleri kendi devletlerinden vazgeçmiş olacaklardı.

O dönemde Kıbrıs Türk tarafında çok yoğun bir propaganda dönemi yaşandı. Birleşmiş Milletler bütün kaynaklarını seferber ederek Türk tarafından “evet” çıkması için azami gayret gösterdi. Neticede muvaffak da oldular. O zaman bir tek ben ve partim bu Plana karşı çıkmıştık.

Pekiyi sonuçta ne oldu? Sonuçta Plan hayata geçirilemedi…

Niçin?

Rumların %76’sı BM’nin önerdiği ve kendi lehlerine olan plana HAYIR dedikleri için!..

Bu, halk iradesinin demokratik tezahürüdür arkadaşlar ve buna saygı duymak lazımdır.

Rum halkı demokratik iradesini ortaya koyarak Kıbrıs’ta federal bir çözüme karşı çıkmıştır.

Annan Planı müzakerelerini sürdüren Rum lider Papadopulos, Kıbrıs’a döner dönmez referandumda anlaşmaya karşı “hayır” kampanyası yürütmüştür.

Neden?

Halkının anlaşmaya karşı olduğunu bildiği için…

(4)

Hristofyas; Annan Planı döneminde Rum Meclis başkanıydı. O da, partisi AKEL ile birlikte ilk başta Annan Planı’na destek sözü verdiler.

Sonra o da Ada’ya dönünce Annan Planı’na karşı çıkmıştır?

Niçin?

Kendi parti tabanının Annan Planı’na karşı olduğunu fark ettiği için…

Bu değişmiş midir?

Evet, değişmiştir…

Bugün Rumların %76’sı değil, belki %86’sı anlaşmaya karşıdır.

Aslında uluslar arası ilişkiler disiplini perspektifinden bakıldığında Rumlar, gayet rasyonel bir hareket tarzı seçmişlerdir. Son ana kadar Türk tarafının taviz vermesini zorlamışlar, Kıbrıs Türk tarafından “evet” çıkacağı garanti altına alındıktan sonra da “yan çizmişlerdir.”

Netice itibarıyla Türk tarafını ve bütün bir uluslar arası camiayı “safi” yerine koymuşlardır.

Burada “yan çizme” ve “enayi” tabirlerini tamamen politika bilimi jargonu içindeki anlamları ile kullandığımı vurgulamak isterim.

Elimizi açtık ve mutlak surette işbirliğine giderek Annan Planı’na onay vereceğimizi net bir şekilde ortaya koyduk. Oysa politika bilimi bu konuda bilimsel verilere sahiptir; bir müzakere sürecinde rakibinize elinizi bu kadar açık gösterirseniz, kaybedersiniz…

O dönemde uyarılarımız dikkate alınmamıştı. Ama bugün sorumluluk, bizim sırtımızdadır ve oyunu, kurallarına, bilimsel temellerine göre uygulamak zorunluluğu altındayız.

Selefim 2. Cumhurbaşkanı Sn. Talat beş yıl görev yaptı. Bu beş yılın son iki yılında karşısında “yoldaş” bildiği Sn. Hristofyas vardı. Bu ikilinin bir anlaşmaya varabilmesine mutlak gözü ile bakanlar sonuçta ne kadar yanıldıklarını gördüler.

Çünkü -değerli konuklar- Kıbrıs müzakerelerinde tıkanıklık vardır; 50 yıldır vardır ve çözülmesi de bugünkü parametrelerle mümkün değildir. Bir başka ifadeyle Kıbrıs sorunu bugünkü haliyle asla çözülemez. Sorun, aktörlerde değildir. Sorun bizzat oyunun dizayn ediliş şeklindedir. İşte Talat-Hristofyas ikilisi; neden çözemediler?

Değerli konuklar,

Ben bir hekim olarak yetiştirildim. Siyasi hayatım nerdeyse kırk yıldır devam etmektedir.

Uzun yıllar başbakanlık yaptım, şimdi cumhurbaşkanıyım.

Siyaset ile hekimliğin kesiştiği çok önemli bir nokta vardır: her ikisi de teşhisin ne kadar doğru yapıldığı ile şekillenir.

Hekimlikte de, siyasette de doğru teşhis yapmak zorundasınız. Siyasetçi bir hekim olarak çok net bir şekilde ifade etmek zorundayım ki Kıbrıs meselesine yanlış teşhis konmuştur.

Tabiatıyla teşhis yanlış olunca, tedavi de yanlış olacaktır.

(5)

İşte bu nedenle hasta sürekli koma halindedir.

Kıbrıs’ta müzakerelerin özü, yanlış bir şekilde “devletin yeniden birleştirilmesi”

(reunification) üzerine kurgulanmak istenmektedir.

Oysa Kıbrıs’ta dili, dini, milliyeti, kültürü, kökeni –kısaca her şeyi- ayrı iki millet ve şu anda iki ayrı Devlet bulunmaktadır.

Elbette bu iki milleti bir arada yaşatacak, bir çözüm bulmak mümkündür.

Ancak zorla, baskı ile iki ayrı milletten bir devlet oluşturmak Kıbrıs koşullarında ne kadar gerçekçidir hep akılda tutulmalıdır.

Zaman zaman ziyaretimize gelen yabancı konuklara sormak ihtiyacı duyuyorum: Kosova’da, Güney Sudan’da veya Doğu Timor’da tanıdığınız self-determinasyon, yani kendi geleceğini tayin hakkını neden Kıbrıs Türklerine tanımaktan kaçınıyorsunuz?

Rumlar bizi istemiyorlar… Bunu da açıkça, demokratik iradeleriyle ortaya koydular ve koymaya devam ediyorlar.

Bakınız; son kamuoyu yoklamalarında çözüme karşı duranların sayısı Rum kesiminde

%80’lerin üstündedir. Hemen hatırlatmak isterim; Türk tarafında da bu oran %50’nin üstündedir.

Rum, Türklerle egemenliği paylaşacağı bir ortaklık devletine karşı; 1963’te böyle bir devleti silah zoruyla yıkmış. Kırk yıl sonra 2004’te Birleşmiş Milletler yeniden önlerine ortaklık devleti önerisi koymuş, her dört Rum’dan üçü karşı çıkmış. O zaman, aynı parametrelerle tekrar tekrar başarısızlığı kanıtlanmış bu süreci yeniden yaşamanın ne yararı bulunmaktadır?

Değerli dostlar,

Dış politika yapımı, gerçekçi ve rasyonel değerlendirmeler üzerine kurgulanmalıdır.

Duygusallığınıza yenik düşerseniz, sırf ideolojik maksatlarla hareket ederseniz, hem lider olarak kendinizi, hem de daha önemlisi temsil ettiğiniz insanları, yani halkınızı ateşe atmış olursunuz.

Son haftalarda çok önemli bir gelişme oldu. Filistin Devleti, Birleşmiş Milletler örgütünde tarihi bir adım daha attı.

Bundan tam yirmi yıl önce Oslo’da Filistin ile İsrail bir barış anlaşması imzalamışlardı. Hatta bu anlaşmanın mimarları o dönemde Nobel Barış ödülüyle de onurlandırılmışlardı.

Pekiyi bu anlaşma Filistin’e barış getirdi mi dostlarım?

Cevap, ne yazık ki “hayır”dır. Bugün hala Gazze’de yaşanan insanlık dramı ortadadır.

Oysa Filistin tam bağımsız bir devlet olarak tanınsa, Gazze’de insanlık dramı yaşanır mıydı?

(6)

Kıbrıs’ta 1974 yazından beri neredeyse tam kırk yıldır barış hüküm sürmektedir. O zaman açıkça ifade etmeliyim: Bir fantezi uğruna halkımı kurban edemem! Yaşatılamayacak bir anlaşma kimsenin işine yaramaz…

Anavatan Türkiye’nin gerçekleştirdiği 1974 Mutlu Barış Harekâtı Kıbrıs’a barışla birlikte demokrasiyi de getirmiştir. Bugün Kıbrıs’ın hem Türk, hem de Rum kesiminde demokratik rejimler iş başındadır. Demokrasi, halk iradesinin yönetime yansıtıldığı bir rejimdir. O zaman, Rum halk iradesi demokratik olarak ortaya konulmuş Rum kararı anlaşmaya karşıysa, ne yapabiliriz?

Demek ki sevgili dostlar, Kıbrıs sorunu gerek iç, gerekse dış dinamikler açısından yapısal bir tıkanma durumu ile karşı karşıyadır.

Başından beri söylemekteyim: Kıbrıs’ta bizi 1974 öncesine götürmeyecek, gerçeklere dayalı ve sürdürülebilir bir anlaşma yapmak için müzakerelerde iyi niyetle hareket etmekteyim. Aynı tutumu Rum tarafından da beklemekteyim. Ancak temel sorun, Rum liderlerin kendi haklarına karşı sorumluluklarında düğümlenmektedir.

O zaman ne yapabiliriz?

Birkaç hususa dikkatinizi çekmek isterim:

Birincisi; Kıbrıs Türkleri bir halktır, demokratik bir devlet çatısı altında yaşamaktadırlar.

Kıbrıs Türklerinin gerek demokrasisi, gerekse kendi kaderlerini tayin hakları fiilen Birleşmiş Milletler tarafından da tanınmaktadır.

Ben ülkemin üçüncü Cumhurbaşkanıyım. Her seçimden sonra yeni seçilen KKTC Cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler tarafından Türk tarafının resmi temsilcisi olarak hemen kabul görmüştür.

Demek ki, sevgili konuklar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımayan uluslar arası camia, Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin demokratik rejimini tanımaktadır.

Self-determinasyon hakkına gelince; Kıbrıs Türk Halkı’nın tartışmasız olarak kendi kaderini tayin hakkı vardır ve bu hakkını kullanarak 15 Kasım 1983’te kendi Devleti’ni ilan etmiştir.

Annan Planı’nın 2004 Nisan ayı içinde eşzamanlı, ayrı-ayrı oylamaya sunulması da göstermektedir ki Kıbrıs’ta olası bir anlaşma için Kıbrıs Türk halkının onayı olmazsa olmaz bir şarttır.

İkinci bir husus siyasi meselelerle teknik meselelerin birbirlerinden ayrılmasının yararının fark edilmesidir. Müzakerelerde siyasi meselelerde bir arpa boyu yol alabildik mi, emin değilim ama daha teknik konularda çok şeyler başardık.

Şimdi daha somut bir örnekle durumu izah etmeye çalışayım.

Son zamanlarda iki büyük gelişme var Kıbrıs’ta:

(7)

Bunlardan birincisi Kıbrıs’a Anavatan Türkiye’den borularla su taşınması projesidir ki çok kısa bir zamanda hayata geçirilecektir. Sn. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın defalarca vurguladığı gibi bu su, Kıbrıs’ta barışın çimentosunu karmak için kullanılabilir. Biz, suyu Rum tarafı ile barışçı amaçlarla paylaşmaya hazırız.

İkinci gelişme ise Doğu Akdeniz’deki Hidro-Karbon kaynaklarının kullanımıyla ilgilidir.

Elbette bu konu, Profesör Mustafa Aydın’ın, Rektör hocanızın ihtisas alanıdır. Umut etmekteyim ki bizler de onun bu konuyla ilgili ilmi bilgilerinden faydalanmaya devam edeceğiz.

Doğu Akdeniz’de gerçekten ne kadar gaz yatağı olduğu, sorunlu bir coğrafyada bu gazın çıkartılıp, dünya pazarına sunulmasının mümkün olup, olmadığı elbette ki çok önemli sorulardır.

Biz, Rum muhataplarımıza şu öneriyi yaptık: Neticede –eğer varsa- bu zenginlik tüm Kıbrıslılarındır. Gelin, ortak bir idare ile bu gazı çıkaralım, Türkiye üzerinden rantabl bir şekilde dünyaya pazarlayalım, geliri de barışın finansmanı için kullanalım. Ne yazık ki mevcut Rum liderliği, bu önerimize hiç sıcak bakmamıştır.

Yeni gelecek liderlikten bazı arkadaşlar çok umutlu; ben ise pozisyonun gereği çok fazla bir şey söylemek istemiyorum ama seçimi kazanmasına mutlak gözüyle bakılan Sn.

Anastasiades’in DİKO ile yaptığı seçim öncesi anlaşma ve %76’nın iradesine göre hareket edeceğine dair sözleri dikkate alındığında Rum liderliğin kendi seçmen baskısından kurtulmasının gelecekte de mümkün olamayacağına dair endişelerim artmaktadır.

Değerli konuklar,

Vurgulamak istediğim bir diğer husus, müzakerelerde geldiğimiz noktadır. Aslen 1968 yılında başlatılmış olan müzakerelerde bugüne kadar konuşulmamış bir konu yoktur. Her şey ortadadır; eksik olan Rum tarafının siyasi iradesidir ki demin detaylarıyla anlattığım sebeplerden dolayı mevcut şartlarda Rum halkı anlaşmaya karşı dururken siyasi iradenin ortaya çıkmasını umut etmek her şey bir yana en basit ifadesiyle naifliktir.

İşte bu nedenle biz diyoruz ki:

Sonuç alıcı görüşmeler yapılabilmesi için; Kıbrıs’ta var olan gerçekler dikkate alınarak;

- Belirli bir zaman takvimi, - Anlamlı müzakereler ve

- Bunun sonunda garantörlerin de katılacağı bir sürecin elzem olduğu ortadadır.

Ucu açık görüşmeler 44 yıldır sürmekte olup bir sonuç vermemiştir.

Kıbrıs Rum tarafı anlamlı ve sonuç alıcı müzakere yerine sadece konuşmayı ve yine konuşmayı yeğlemektedir.

Bir yandan Anavatan Türkiye ile görüşmek isterken, diğer yandan bunu sağlayacak çok taraflı, yani 4’lü veya 5’li toplantıdan ısrarla kaçmaktadır.

Kıbrıs Türklerine karşı uygulanmakta olan haksız ambargoların hiçbir siyasi, hukuki veya ahlaki temeli bulunmamaktadır. Ama devam ettiriliyor.

O zaman, demokratik iradesini hep barıştan yana koymuş olan Kıbrıs Türklerinin

(8)

Netice itibarıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bir gerçekliktir.

Bunun inkârı bize bir şey kazandırmamaktadır; kaldı ki aslında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güçlü varlığı, Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir anlaşmanın da garantisidir.

Değerli konuklar,

İşte işin özü budur: Kıbrıs müzakere süreci ucu açık olarak sürdürülemez. Bir tarihlendirme yapılmalı ve tarihlendirmeye bağlı olarak müzakere sürecinin başarılı veyahut başarısız olduğu ortaya açıkça konulmalıdır. Bu, Kosova’da yapılmıştır. Eğer başarısızlık durumu söz konusu olursa o zaman da Kıbrıs Türklerine münhasıran ne yapmak istedikleri sorulmalı ve çıkacak sonuca Rumların saygı göstermesi sağlanmalıdır ki bu da hem Doğu Timor’da, hem de Güney Sudan’da yapılmıştır.

Sıra artık kaçınılmaz bir şekilde Kıbrıs’a gelmiştir.

Hepinizi saygıyla selamlarım, Sağlıcakla kalın.”

Referanslar

Benzer Belgeler

Türk basma kitapçılığı Avrupa milletlerinin- kine bakarak çok geç başlamasına rağmen iyi bir gelişme göstermiş ve ileri çizgiye ulaşmıştır. halkın

Konuyla ilgili bakış açısının bu azınlık grubuna ait bireyleri yabancı gibi kabul etme yönünde olduğunu gösteren bir de Yüksek Mahkeme kararı bulunmaktadır: KKTC

1949 kurulan ve özellikle 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluncaya kadar adada Kıbrıslı Türklere yönelik olarak son derece etkili olan Kıbrıs Türk

Araştırma hipotezlerini tespit etmek amacıyla yapılan çoklu doğrusal regresyon analizi yapılmış ve duygusal zekâ ve alt boyutları olan duyguların pozitif kullanımı,

The second theme in this special issue focuses on international organizations and their role on sustaining and maintaining world peace.. Jakub Odehnal, for example, examines member

Anavatan Disisleri Bakam Ihsan Sabri Caglayangil, Pakistan' m yeni baskenti Islamabat' da yapilacak olan Kalkmma icin bolgesel isbirligi Bakanlar konseyi toplantisma

Roman, zarncı,n~aı ~uruluşu açısından aşağı yukarı yüzyıllık bir dönemi kapsayan olay Öf~Ü~Hnübir haftalık süre içinde veriyor. de belirttiğim gibi,

Kıbrıs’ta Dün, Bugün, Yarın, İstanbul: Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Bölgesi Yayınları, 1975.. 